6. EN'ÂM SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

6/1. Allah’a hamd olsun ki, O, gökleri ve yeri yaratttı. Zulmetleri (geceyi, dalâleti, cehâleti ve küfrü) ve nûru (gündüzü, hidâyeti, ilmi ve İslam’ı) da var etti. (Bunlar, O’nun bir olduğunun delillerindendir.) Sonra (Allah’ın yarattığı şeyleri) Rablerine denk tutarak kâfir oluyorlar.

6/2. O öyle bir Rab'dır ki, (babanız Hazret-i Âdem’i ve onun nesli olan) sizi çamurdan yaratan, sonra (her birinize) bir ecel tayin edendir. (Kıyametin kopması ile ilgili) belirlenmiş bir ecel de O'nun katındadır. Sonra siz (ey kâfirler, hâlâ) şüphe ediyorsunuz.

6/3. Hâlbuki göklerde de yerde de (ibâdet edilmeye lâyık başkası değil, ancak tek) Allah'tır. Sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. Sizin (hayır ve şer olarak) ne kazanacağınızı (sonunda karşılaşacağınız sevap ve cezayı) da bilir.

6/4. Onlara (kâfirlere) Rablerinin (Kur’ân) âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler. (Hazret-i Peygamber’i yalanladıklarından dolayı onun getirdiği bütün âyetleri red ederler.)

6/5. Nitekim hak (Kur'ân) kendilerine gelince, onu yalanladılar (hatta onu alay ve eğlenceye aldılar). Fakat alay ettikleri şeyin haberleri yakında (dünya ve Ahiret’te) kendilerine (ceza olarak) gelecektir (azap onları çepeçevre kuşatacaktır).

6/6. Onlardan önce (Allah’a isyan eden ve peygamberlerini yallanlayan) nice nesilleri (kavim ve toplulukları) helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı (kuvvet ve zenginliği) onlara vermiştik. Onlara bol bol (yağmur) yağdırmıştık. Altlarından (topraklarından) nehirler akıttık. Sonra da günahları (peygamberlerini yalanlamaları) sebebiyle onları helâk ettik ve arkalarından başka bir nesil yarattık.

6/7. (Ey Peygamberim!) Eğer (kâfirlerin istediği gibi) sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona dokunsalardı, yine o kâfirler (inatlarından dolayı): "Bu, apaçık bir sihir/büyüden başka bir şey değildir." diyeceklerdi.

6/8. Bir de (kâfirler) dediler ki: "Ona (Muhammed aleyhisselâm’ın üzerine açıktan göreceğimiz) bir melek indirilseydi (indirilmeli değil miydi?)" (Resûlüm, onlara söyle:) Eğer (öyle) bir melek indirseydik, (îman etmedikleri takdirde) artık iş bitirilmiş (o kavim, helâk edilmiş) olurdu, sonra da kendilerine (tevbe veya bir mazeret için mühlet verilmez) göz açtırılmazdı. (Hemen hepsi helâk edilirlerdi “Celâleyn”.)

6/9. Eğer onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık, yine onu (insan suretinde) bir erkek yapardık (Zuhruf,19) (Müşrikler, melekleri kadın şeklinde düşünüyorlardı) ve onları yine içinde bulundukları karmaşaya düşürmüş olurduk.

6/10. (Resûlüm) yemin olsun, senden önce de birçok peygamber, istihza edildi (O va’d ettiğin azap ne zaman gelecek, hâlâ gelmedi diyerek alaya alındı). (Sakın sen, kâfirlerin hakaret ve alaylarına üzülme.) Fakat onlarla (peygamberlerle) alay eden (kâfir)leri, (vakti gelince) alay ettikleri şey (azap) kuşatıverdi.

6/11. (Resûlüm) de ki: "Yeryüzünde (ticaret ve araştırma yapmak maksadıyla) gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu, nasıl oldu (nasıl helâk edildiler), bir görün!"

6/12. (Resûlüm) de ki: "Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?" (Bunları kim yarattı? Bunlar, kimin eseridir, diye sor?) (Resûlüm,) "Allah'ındır" de. O, rahmeti (merhameti) kendi (yüksek) zâtına yazdı. (Lütuf ve kereminden dolayı bunu üstlendi. “Rahmet”ten maksat, hem dünyayı, hem de Ahiret’i kapsayan merhametidir. Dünyada kurda kuşa, Mü’mine kâfire rızık vermektedir. Peygamberler göndermek, deliller getirmek, kitaplar indirmek ve kâfirlere süre tanımakla marifetine ermek ve tevhidini bilmek de bunlardandır “Beydâvî”. Ancak Ahiret’te yalnız Mü’minlere rahmet edecektir.) Yemin olsun, O sizi mutlaka kıyamet gününde (Mahşer yerinde) toplayacaktır. Bunda hiç şüphe yoktur. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar, (Allah’a ve peygamberine) îman etmezler.

(Yüce Allah, mahlûkata dair kazasını “hükmünü” izhar edince, katında bulunan bir kitaba yüce zâtı hakkında: "Muhakkak Benim rahmetim gazabıma gâlip gelir" diye yazmıştır. Buhârî, Tevhid 15, 22, 28, 55.)

6/13. Gece ve gündüzde (karada ve denizde ) barınan her şey O'nundur. O (Allah), her şeyi (bütün varlıkların seslerini) işitendir, (açık ve gizli) her şeyi bilendir.

6/14. (Resûlüm,) de ki: "Gökleri ve yeri yoktan yaratan, (bütün canlıları) beslediği hâlde (yüce zâtının) beslenmeye (ihtiyacı olmaya)n Allah'tan başkasını mı dost (ibâdette Rab) edineceğim." (Resûlüm,) de ki: "Şüphesiz ben, Müslümanların ilki olmakla emrolundum. (Bana) sakın, Allah'a şirk koşanlardan olma (denildi)."

6/15. (Resûlüm,) de ki: "Şüphesiz ben, eğer (teklifinize göre atalarınızın batıl dinine/inançlarına dönmek suretiyle) Rabbime isyan edersem, gerçekten büyük bir günün (Kıyamet’in) azabından korkarım. (Bu, kesinlikle mümkün değildir.)"

6/16. (O Kıyâmet gününün azabı) kimden savuşturulursa, gerçekten (Allah) ona merhamet etmiştir. İşte bu, apaçık bir kurtuluş (ve mutluluk)tur.

6/17. (Resûlüm,) şayet Allah sana bir zarar dokundursa, bunu, O’ndan (Allah’tan) başka giderecek yoktur. Aynı şekilde sana bir hayır (sıhhat ve zenginlik gibi bir nimet) dokunduracak olsa, (onu da kimse senden gideremez.) Bil ki, O (Allah), (her şeye) kâdir (hakkıyla gücü yeten)dir.

6/18. O (Allah), kullarının üstünde kâhir (her türlü tasarruf ve hâkimiyet sahibi)dir. O, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir, (her şeyden de) hakkıyla haberdardır.

6/19. (Resûlüm,) de ki: "Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?" (Resûlüm,) de ki: "Allah, benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kur'ân, bana, onunla siz (Mekkeliler)i ve ulaştığı herkesi (beyaz ve siyah herkesi) inzâr edeyim (îman etmeyenleri azap ile korkutayım) diye vahyolundu. (Ey Mekke halkı!) Gerçekten siz mi, Allah ile beraber başka ilâhlar (putlarınız) olduğuna şahitlik ediyorsunuz?" (Resûlüm,) de ki: "Ben şahitlik etmem." (Resûlüm,) de ki: "O, ancak tek bir ilâhtır ve şüphesiz ben, sizin Allah'a şirk (ortak) koştuğunuz şeylerden uzağım."

6/20. Kendilerine kitap verdiğimiz (Yahûdiler ve Hristiyanlar), onu (Muhammed aleyhisselâm’ı) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar (Kitaplarında Peygamberlikle ilgili sıfatlarını bilirler. Fakat bunları, kendi halklarından gizlerler “Bakara,146”). (Böylece hakkı gizlemek suretiyle) kendilerini hüsrana (ateşe) atanlar var ya, işte onlar (“Kur’ân’ı ve Peygamberi kabul ettik ve Müslüman olduk” demedikleri müddetçe) îman etmezler.

6/21. (“Melekler, Allah’ın kızlarıdır” diyerek) Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini (Kur’ân’ı ve Peygamber’in mu’cizelerini) yalanlayandan daha zâlim (kâfir) kim olabilir? Şüphesiz ki, zâlimler (taşıdıkları küfürleri terkedip îman etmedikleri müddetçe), asla (azaptan kurtulup) kurtuluşa eremezler.

6/22. O (Kıyamet) gün(ün)de onların hepsini (mahşer yerinde) toplayacak, sonra da (Allah’a) şirk koşanlara: "(Yardımlarını ümit ederek) boş yere taptığınız (o insan ve cansız varlıklardan) ortaklarınız (şimdi) nerede?” diyeceğiz.

6/23. Sonra (o Mahşer yerinde) onların fitneleri (inkâr etme mazeretleri) "Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz (Allah’a) şirk koşanlar değildik" demelerinden başka bir şey olmayacaktır. (Ancak, bu inkârları onlara fayda vermeyecektir.)

6/24. (Resûlüm,) bak (da o kâfirlerin hâllerini gör:) (Müşrikler, Mahşer yerinde Allah’ın rahmetinin genişliğini ve Resûlüllah’ın Mü’minlere şefâatlerini görmeleri üzerine, birbirlerine şöyle seslenirler: Gelin ortak koştuklarımızı gizleyelim de belki “tevhid ehli” ile birlikte kurtuluruz “Medârik”. Böylece) kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve (Allah’a) iftira edip durdukları şeyler (insan ve cansızlardan ilâhları) onları nasıl yüzüstü bırakıp kayboluverdi (kayboluverecekler)?

6/25. (Kur'ân okurken) o (kâfir ola)nlardan seni dinleyenler de vardır. (Onlar, Allah’ın birliğine, senin peygamberliğine ve öldükten sonra dirilmeye inanmazlar. Bu şekilde onlar, “îman”a kendilerini kapamışlardır. Biz “şânı yüce Allah” da) onu (Kur’ân’ı) anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), (hakkı işitmelerine engel olan) kulaklarına ağırlık koyarız (İsrâ’,46). (Bu küfür kalesine sığındıkları müddetçe) her türlü âyeti (mu’cizeyi) görseler de onlara inanmazlar. Hatta o kâfirler, tartışmak üzere sana geldiklerinde: "Bu (Kur'ân) evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir." derler.

6/26. Onlar (kâfirler), hem başkalarını ondan (Kur’ân’dan veya peygamberden) uzaklaştırırlar (ona îman etmelerine engel olurlar), hem de kendileri (îman etmeyerek) ondan uzak kalırlar. Onlar (kâfirler), farkına varmadan, ancak kendilerini helâk ediyor (cehenneme atıyor)lar.

6/27. (Kâfirler) ateşin karşısında (Sırat köprüsünde cehennemin üstünde ateşi çıplak gözleriyle görmeleri için) durdurulup da: "Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve Mü'minlerden olsak." dedikleri vakit, (Resûlüm, onların hâllerini) bir görsen! (Fakat, iş işten geçmiştir. Dünya hayatına dönüş, artık mümkün değildir.)

6/28. Hayır, (kâfirlerin bu pişmanlıkları) daha önce (dünya hayatında) gizlemekte oldukları (Kur’ân ve son peygamberin sıfatları gibi hak olan) şeyler, onlara göründü(ğü ve bütün uzuvları aleylerine şahitlik yaptıkları için dünyaya dönmek isterler). Eğer (o kâfirler, dünyaya) geri gönderilselerdi, elbette kendilerine (isyan, küfür, tekzip ve itaatsizlik gibi) yasaklanan şeylere yine döneceklerdi. Şüphesiz onlar, yalancıdırlar.

6/29. (Kâfirler) derler ki: "Hayat, ancak (bu) dünya hayatımızdır. (Dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur.) Artık biz, (bir daha) diriltilecek değiliz."

6/30. (Resûlüm,) Rablerinin huzurunda durduruldukları vakit (o kâfirlerin endişeli hâllerini) bir görsen! (Yüce Allah) diyecek ki: "Nasıl, şu (dirilmek) gerçek değil miymiş?" Onlar, "Evet, Rabbimize yemin olsun ki, gerçekmiş" diyecekler. (Her şeye kâdir Allah:) "Öyleyse (Peygamberimi yalanladığınız ve tekrar dirilmeyi) inkâr ettiğinizden dolayı tadın azabı!" diyecektir.

6/31. (Yeniden dirilip) Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana (sonsuz azaba) uğramıştır. Nihayet onlara ansızın o sâat (Kıyamet) gelip çatınca, bütün günah (küfür ve isyan)larını sırtlarına yüklenerek, "Orada (dünya hayatında) yaptığımız (vahim) kusur (işlediğimiz küfür ve günah)lardan dolayı vay hâlimize!" diyecekler. Dikkat edin, yüklendikleri günah (küfür, tekzip ve isyan) yükü ne kötüdür!

6/32. (Îmanın olmadığı, namaz ve zikir gibi sâlih amellerin bulunmadığı bir) dünya hayatı, ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ahiret yurdu(nda geçerli olan Allah’a îman ile peygamberi tasdik etmek ve her türlü şirk ve haramdan uzak durmak suretiyle) Allah'tan korkanlar için çok daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak (akıllarını doğru çalıştırmayacak) mısınız?

6/33. (Resûlüm!) Biz çok iyi biliyoruz ki, (kâfirlerin) söyledikleri elbette seni üzüyor (incitiyor). Onlar gerçekten seni (doğru ve dürüst bildikleri için şahsını) yalanlamıyorlar. Fakat o zâlim (kâfir)ler, (senin tebliğ ettiğin) Allah'ın âyetlerini bilerek inkâr ediyorlar.

6/34. Yemin olsun ki, (Resûlüm) senden önce de Peygamberler yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve eziyet görmelerine karşı sabretmişlerdi. (O âsi kavimleri helâk etmek suretiyle cezalandırarak) nihayet onlara (sabırlı Müslümanlara) yardımımız yetişmişti. Allah'ın kelimelerini (Müslümanlara va’adlerini) değiştirebilecek hiç bir güç de yoktur (Saffât,171-173). Yemin olsun peygamberler ile ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor.

6/35. Eğer onların (kâfirlerin) (tebliğ ettiğin Kur’ân ve îmandan) yüz çevirmeleri sana ağır (ve zor) geldiyse, yerde bir delik (tünel açıp yerin dibine inerek), yahut gökte bir merdiven (yükselme aracı) arayıp (göğe çıkarak onlara) bir âyet (mu’cize) getirmeye gücün yetiyorsa (durma) yap! Eğer Allah dileseydi, elbette onları(n) (îman etmeyen o kâfirlerin hepsini) hidayet üzerinde toplardı. (Fakat o kâfirler, îmana ve İslâm’a kalplerini, gözlerini ve kulaklarını kapamışlardır. Küfrü ve inkârcılığı seçmişlerdir. Resûlüm, bu durumda “onların îman etmesi” için kendini helâk etme!) O hâlde (Resûlüm), sakın cahillerden (Allah’ın kazasını, hikmetini ve ihsanını bilmeyenlerden) olma! (Bütün peygamberlerde “ısmet/kötülüklerden korunma” sıfatı vardır. Onun için hiçbir peygamber, yüce Allah’ın koruması altında “cahil” olmamıştır. Bu hitap, peygamberin şahsında bütün ümmetedir “Kurtubî”.)

6/36. (Resûlüm, senin İslam’a da’vetine), ancak (can kulağıyla) dinleyen (Mü’min)ler uyarlar. (Hayatta olan kâfirler, “küfür”le kalplerini öldürmüşlerdir. Bu) ölü (kalp)leri, (yalnızca) Allah(‘a îman) diriltir. Sonra da hepsi, O'na döndürülürler (İşledikleri küfür ve isyanlar, Ahiret’te kendilerine bildirilecektir.).

6/37. (Kâfirler) dediler ki: "Ona (Peygambere) Rabbinden (bir dişi deve, asâ veya mâide/sofra gibi) bir âyet (mu’cize) indirilseydi (de görseydik)!" (Ey Resûlüm!) De ki: "Şüphesiz Allah, (istedikleri şekilde) bir mu’cize indirmeğe kâdirdir (O’nun gücü yeter). Fakat onların (kâfirlerin) çoğu (istedikleri mu’cize indirildiği takdirde îman etmezler ve isyana devam ederlerse, o mu’cizenin hepsinin helâkına sebep olacağını veya daha nice hikmetlere binâen mu’cizenin gelmediğini “Beydâvî, Kurtubî ve Semerkandî”) bilmezler."

6/38. Yeryüzünde hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da yaratılış, rızık, ölme ve dirilme bakımından) sizin gibi birer ümmettir (topluluktur). Biz o Kitap (Levh-ı Mahfûz’)da (canlı ve cansız) hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (Hepsi o Kitap’ta mevcuttur.) Sonra (onlar, Mahşer yerinde) Rableri(nin huzûru)nda toplanacaklardır. (Hayvanlar birbirlerinden haklarını aldıktan sonra hepsi toprak olacaktır “Nebe’,40”.)

6/39. (Peygamberimi ve Kur’ân’daki) âyetlerimizi yalanlayanlar, (küfür ve dalâlet) karanlıklar(ı) içerisinde (hak olan İslam’ı duymayan ve söylemeyen) sağırlar ve dilsizler (gibi)dir. Allah, kimi dilerse, onu şaşırtır. (Her kim, iradesini küfür yolunda, Allah’a ve Peygambere isyanda kullanırsa, Allah, onun “dalâlet”ini yaratır.) Kimi de dilerse, onu sırat-ı müstakîme iletir (Kim de iradesini îman yolunda, Allah’a ve Peygambere itâatta kullanırsa, Allah, onu “hidayet”e kavuşturur.)

6/40. (Ey Resûlüm! Kâfirlere) de ki: "Söyleyin bakalım! Acaba size Allah'ın azabı gelse veya size o (Kıyamet) sâat(i) gelip çatsa, (böyle bir durumda) siz Allah'tan başkasına mı dua eder (yalvarır)sınız? Eğer (putların size faydası dokunacağına inanan) doğru kimseler iseniz (haydi, doğruyu söyleyin bakalım!)

6/41. Hayır! (Zor ve sıkıntılı durumda kaldığınızda putlarınıza değil,) yalnız O'na (Allah’a) dua edersiniz, O da dilerse (kurtulmanız için) dua ettiğiniz sıkıntıyı (belâyı) giderir ve siz o an, Allah'a ortak koştuklarınızı (bile) unutursunuz."

6/42. Yemin olsun, senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Fakat Peygamberlerini yalanladılar.) Sonunda (yalanlama ve inkârlarına pişman olup tevbe etsinler ve bize) yalvarsınlar diye, onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırmıştık.

6/43. (O âsi ümmetler,) azabımız onlara geldiği zaman (azabın kalkması için Allah’a îman ederek) yalvarmalı değil miydiler? Fakat (onu yapmadılar. Çünkü onların) kalpleri (küfürle) katılaşmış (ve “îman” taşıyacak damarları kapanmış)tı. (Daima hakkın karşısında olan) Şeytan da (inanmakta ve) yapmakta olduklarını kendilerine süslü (güzel ve doğru) göstermişti.

6/44. Ne zaman ki, onlar (âsi ümmetler), kendilerine hatırlatılanı (sıkıntı ve darlık zamanlarını) unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin (bolluk, sıhhat, âfiyet ve refahın) kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, (Allah’ın verdiği nimetleri unutup, isyan ve itaatsizliğe başlayınca) onları ansızın yakaladık (verdiğimiz nimetleri ellerinden aldık) ve bir anda (herşeylerini yitirdiler ve) bütün ümitlerini kaybettiler.

6/45. Böylece zulmeden o kavmin (toplumun) kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (Kâfirleri ve âsileri helâk ederek, yeryüzünü onların batıl itikat ve amellerinden kurtaran Allah’a hamd olsun! Hamd, büyük bir nimettir “Beydâvî”.)

6/46. (Resûlüm,) de ki: "Söyleyin bana, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alsa, kalplerinizi de mühürlese, Allah'tan başka hangi ilâh onu size (geri) getirir? (Allah’tan başka onları size geri verecek bir ilâh var mıdır?) (Resûlüm,) bak, biz âyetleri(mizi) değişik şekillerde (deliller getirerek) nasıl açıklıyoruz, sonra onlar (îman etmeyenler), nasıl (hak olan İslam’dan) yüz çeviriyorlar?

6/47. (Resûlüm,) de ki: "Bana haber verin, Allah'ın azabı size beklenmedik bir anda veya açıktan açığa (göz göre göre) gelse, (Allah’ın âyetlerini ve peygamberin tebligatını inkâr eden) zâlimler topluluğundan başkası mı helâk edilecektir?" (Elbette onlar, helâk olacaklardır.)

6/48. Biz (şânı yüce Allah), peygamberleri ancak (Mü’minleri cennetle) müjdeleyiciler ve (kâfirleri de cehennemle) inzâr ediciler (korkutucular) olarak göndeririz. Kim îman eder ve kendini (itikad ve amel bakımından İslam’a göre) düzeltirse, onlara (Ahiret’te azap) korku(su) yoktur. Onlar (müjdelendikleri mükâfat ve sevaplardan yoksun kalmaktan dolayı) mahzun da olacak değildirler.

6/49. Âyetlerimizi yalanlayan (kâfir ve isyankâr)lara ise, yapmakta oldukları fasıklık (küfür ve itâatsizlik) sebebiyle azap dokunacaktır (ateşe atılacaklardır).

6/50. (Resûlüm,) de ki: "Ben size, 'Allah'ın hazineleri benim yanımdadır' demiyorum. (Allah bildirmedikçe) ben gaybı da bilmem. (Ancak Ahiret âlemi, geçmiş peygamberlerin kıssaları, Melekût âlemi ve Peygambelikle ilgili bir çok şey bana bildirildi “Buhârî, Vahy 1; Müslim, Îman 34”.) Size 'Ben bir meleğim' de demiyorum. Ben sadece, bana bildirilen (âyet ve kudsî kelâm olan “Necm,3-4”) vahye uyuyorum." (Resûlüm,) de ki: "A’ma (hakkı görmeyen kâfir) ile basîr (hakkı gören Mü’min) bir olur mu? Siz hiç (Kur’ân’ın ahkâm, mev’ıza ve kasas gibi âyetleri üzerinde) düşünmez misiniz?"

6/51. (Ahiret’te hesap vermek üzere) Rablerinin huzurunda (Mahşer yerinde) toplanacaklarından korkan (ameli eksik ve bozuk âsi Mü’minler ile haşra inanan kâfir grup)ları onunla (Kur’ân’da açıklanan azap ile) korkut (ki, Mü’minler haramdan uzak dursunlar, kâfirler de îman etsinler). Onlar için ondan (Allah’tan) başka (yardım edecek) ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. (Burada ehl-i kitap kâfirleri için bir “uyarı” vardır! Bunları açıklıyoruz ki, Mü’minler, Allah’ın haram kıldıklarından uzak durarak) sakınırlar (kâfirler de îman ederler) diye.

6/52. (Kureyş'in îman etmeyen ileri gelenleri Hazret-i Peygamber’e, "Fakir Müslümanları yanından kovarsan, seninle oturup konuşuruz.” demişlerdi. Hazret-i Peygamber de "Ben müminleri kovamam” buyurmuştu. O zaman hiç olmazsa, biz geldiğimizde onlar, kalkıp gitsinler. Çünkü onlarla bir arada olmak, gururumuza dokunuyor, demişlerdi. Rahmet peygamberi “aleyhisselâm”, Müslüman olabilirler ümidi ile bu teklifi eshâbı ile istişare ederken, şu âyet-i celile geldi:)

(Resûlüm,) Rablerinin rızasını isteyerek sabah ve akşam O'na (Allah’a) dua eden (Hazret-i Ammâr, Suheyb, Habbâb, Mikdâd, İbn Mes’ûd, Selmân, Bilâl “radıyallahü anhüm” gibi fakir Mü’min sahâbî)leri yanından (sakın) kovma. Onların hesabından sana bir şey (sorumluluk) yok, senin hesabından da onlara bir şey (sorumluluk) yok. (Resûlüm, îman eden fakirlerin hesabı/durumu, senin üzerinde değildir, o, Allah’a aittir. Îman etmeyenlerin durumundan ise, sen sorumlu değilsin, sen zaten tebliğ görevini yapmaktasın “Beydâvî ve Kurtubî”.) Eğer (fakir Mü’minleri) kovarsan, (kendine zarar veren) zâlimlerden olursun.

6/53. Böylece insanların bazılarını bazısı ile denedik ki, "Allah, (Mekke’nin ileri gelen zenginleri bir tarafta dururken) aramızdan (fakir olan) şunlara mı (hidayet ve) îman nimetini lâyık gördü?" desinler. (Her şeye kâdir ve hikmet sahibi olan yüce) Allah, şükreden kullarını en iyi bilen değil mi?

6/54. (Resûlüm,) âyetlerimize îman edenler sana geldikleri zaman, de ki: "Selâm olsun size! Rabbiniz kendi (yüce) zâtına rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim, cahillikle bir kötülük (günah) işler. Sonra onun ardından tevbe eder ve ıslâh olur (İslam’a göre kendini düzeltir ve tâat üzere hareket eder)se, O (Allah), (günahları) çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

6/55. (Fakir sahâbîlerin Peygamber’in etrafından kovulmasını isteyen Müşrik) Mücrimlerin yolu (niyyet ve tutumları) da açığa çıksın, (Resûlüm, sen onlara hak ettikleri cevabı veresin ve “hak” meydana çıksın) diye âyetleri, işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

6/56. (Resûlüm, o kâfirlere) de ki: "Sizin, Allah'tan başka ibâdet ettiğiniz şeylere (putlara) ibâdet etmem bana kesinlikle yasaklandı(ğı gibi fakir sahâbîleri meclisiminden uzaklaştırmak da bana yasak kılındı). Ben sizin arzularınıza uymam. Çünkü o takdirde dalâlete düşmüş, hidayete erenlerden olmamış olurum."

6/57. (Resûlüm,) de ki: "Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir beyyine (Rabbimin dini İslam) üzereyim. Siz ise, onu (âyetleri) yalanladınız. Sizin acele istediğiniz (azap), yanımda (elimde) değil. (O azabın ne zaman geleceği ile ilgili) hüküm (ise), yalnızca Allah'a aittir. Hakkı (hak hükmü) O, haber verir. O (Allah), ayırdeden (hüküm veren)lerin en hayırlısıdır."

6/58. (Kâfirler, Hazret-i Peygamber’e karşı: "Seni reddediyoruz, inkâr ediyoruz, fakat bize hiçbir şey olmuyor. Gerçekten peygamber olsaydın, başımıza taş yağardı. Hadi hemen böyle bir azap gelsin de görelim."' diyorlardı.)

(Resûlüm,) de ki: "Sizin acele istediğiniz (azap), şayet benim yanımda (elimde) olsaydı, benimle sizin aranızda iş, elbette bitirilmiş (hemen helâk edilmiş) olurdu(nuz)." Allah, zâlimler (topluluğuna azabın ne zaman gönderileceğin)i en iyi bilir.

6/59. Gaybın anahtarları (kulların bilme imkânı olmayan sevap, ceza, ecel, rızık ve azabın inişi gibi bilgiler) yalnızca O'nun (Allah’ın) katındadır. Onları ancak O, bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki, (yüce Allah) onu bilmesin. Yerin karanlıkları içinde (yerin bütün tabakalarında) hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta (Levh-ı Mahfûz'da) olmasın.

6/60. O (Allah) ki, geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur) ve gündüzün (hayır ve şer olarak) ne işlediğinizi bilir, sonra belirlenmiş eceliniz (ömrünüz) tamamlanınca (son bulunca)ya kadar gündüzleri sizi (hep) diriltir. (Öldükten) sonra dönüşünüz yalnız O'nadır. Sonra (Allah, dünyada) işlemekte olduklarınızı size (bir bir) haber verecektir.

6/61. O (Allah), kullarının üstünde kâhir (kudret ve hâkimiyet sahibi)dir. Sizin üzerinize de hafaza (amellerinizi kaydeden “İnfitâr,12; Kâf,17”) melekler gönderir. (Bunlara kirâmen kâtibîn “İnfitâr,11” denir.) Nihayet birinize ölüm geldiği vakit, (Azrâil aleyhisselâm ve yardımcı melek) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde (gevşeklik göstermek ve tehir etmek gibi) asla kusur işlemezler. (Sonra bu ruhu, ölen Mü’min ise, rahmet melekleri, kâfir ise, azap melekleri teslim alır “Kurtubî”.)

6/62. Sonra onlar (kulların hepsi), (yaratanı, rızık vereni ve öldükten sonra dirilteni olan) hak (ile hüküm veren âdil) Mevlâları Allah'a döndürülürler. İyi bilin ki, (o Kıyamet gününde) hüküm, yalnız O'nundur. O (Allah), hesap görenlerin en süratlisidir. (Bütün mahlâkatı, bir koyun sağımı kadar bir zamanda hesaba çeker “Beydâvî”.)

6/63. (Resûlüm,) de ki: "Sizler, açıktan ve gizlice O'na (Allah’a:) 'Eğer bizi bundan kurtarırsa, muhakkak şükredenlerden olacağız' diye dua ederken, sizi karanın ve denizin karanlıklarından (korku, zorluk, sıkıntı ve tehlikelerinden) kim kurtarır?"

6/64. (Resûlüm,) de ki: "Onlardan (kara ve denizdeki bütün tehlikelerden) ve (hayatınızdaki) her türlü (bedene âit ve ruhî) sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Fakat siz yine de O'na (Allah’a) şirk koşuyorsunuz."

6/65. (Resûlüm,) de ki: "O (Allah), size üstünüzden (Hazret-i Nûh ve Lût kavimleri ile Ashâb-ı fîl gibi) veya ayaklarınızın altından (Fir’avun’ı suda boğduğu ve Kârun’u yerin dibine geçirdiği gibi) bir azap göndermeye, yahut (hırs, kin ve düşmanlık gibi sebeplerle) sizi gruplara ayırıp (birbirinize düşürmeye) ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya kâdir (gücü yeten)dir." (Resûlüm,) bak, anlasınlar diye, âyetleri (müjde ve azap olarak) nasıl açıklıyoruz.

6/66. (Resûlüm,) o (Kur'ân, Allah tarafından gönderilen bir) hak (açıkladığı hüküm ve sunduğu bilgiler doğru) olduğu hâlde, kavmin onu yalanladı. (Sen, kavmin azap görmesin diye îman etmeleri için olağan üstü gayret gösteriyorsun. Fakat onlara azap geldiği zaman onu kimse engelleyemez.) (Resûlüm,) de ki: "Ben size (hakikati tebliğ ediyorum. Şayet kabul etmediğiniz takdirde, size ceza verecek veya bir ceza ile karşışacak olursanız, sizi koruyacak ve onu sizden uzaklaştıracak bir) vekil değilim." (Yaptıklarınızdan tamamen siz sorumlusunuz. Ben, ancak bir uyarıcıyım.)

6/67. (Îman etmeyenlerin dünyada veya Ahiret’te karşılaşacakları azapla ilgili) her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. (Resûlüm, onlara söyle: Sizler) ileride (görecek ve) bileceksiniz.

6/68. (Kur’ân) âyetlerimiz hakkında (tekzip ve alay ederek ileri geri konuşmaya) dalan (kâfir ve Münafık)ları gördüğün vakit, başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir (ve uzaklaş “Nisa,140”). Şayet (onlara mani olmayı) şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra (kalk), o zâlimler grubu ile beraber oturma.

6/69. (Şirk, tekzip ve alay etmekten uzak durarak Allah'a karşı gelmekten sakınan) Müttakîlere onların (Kur’ân ile alay eden kâfirlerin) hesabından (küfür ve tekziplerini kabul etmedikleri ve kalben onlara buğuz ettikleri müddetçe, aynı mecliste bulunmaları konusunda) bir şey (sorumluluk) yoktur. Fakat onların (aleyhte konuşan kâfirlerin pişman olup) sakınmaları için (o sözlerin yanlış ve batıl olduğunu kendilerine) hatırlatma(ları ve nasihatta bulunmaları lâzım)dır.

6/70. (Resûlüm,) dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatının kendilerini aldattığı kimseleri bırak (terket). (Bu âyet, savaş emri gelmeden önce idi.) Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi (helâka düşmemesi) için onunla (Kur'ân’la) öğüt ver (vaaz et). Yoksa (işlediği suçlar yüzünden rehin alınırsa,) ona Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi (karşılığı) ver(mek iste)se de bu ondan kabul edilmez “Bakara,48”. İşte onlar, kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. (Dünyada inkâr ve) küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.

6/71. (Resûlüm,) de ki: "Allah'ı bırakıp da bize (Ahiret’te) faydası olmayan ve (dünyada) zararı dokunmayan şeylere (putlara) mı tapalım? Allah, bizi (İslam ile) hidayete kavuşturduktan sonra ökçelerimiz üstünde (kendimizi) geri (şirke) mi döndürelim? Arkadaşları 'bize gel' diye hidayete (doğru yola) çağırdıkları hâlde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların şaşırttığı kimse gibi mi (olalım)?" (Resûlüm,) de ki: "Hiç şüphesiz asıl hidayet (doğru yol), Allah'ın hidayeti (O’nun gönderdiği İslam dinini kabul ederek hareket etmek)dir. Biz, âlemlerin Rabbine teslim olmak (peygamber’inin tebligatına tâbi olarak Müslüman olmak)la emrolunduk."

6/72. (Resûlüm, de ki: Müslüman olduktan sonra da) "Namazı dosdoğru kılın ve (Allah’ın diğer emirlerini yerine getirmekle birlikte, haram ve her türlü yasaklarından uzak kalarak) O’ndan korkun (diye emrolunduk)”. (Hesap vermek üzere Mahşer’de) huzurunda toplanacağınız O (Allah)’dır.

6/73. O (Allah) ki, semavâti (gökleri) ve yeri, hak ile (hikmet üzere) yaratandır. (Allah'ın) "ol" deyip de (her şeyin) oluvereceği (Kıyamet) günü(nü) hatırla. (Mahlûkata “kalkın” der, onlar da hemen kalkarlar) kelâmı, haktır. (İsrâfîl aleyhisselâm tarafından ikinci “Nefha” olan) Sûr'a üflendiği gün, (insan iradeleri ile şartlar ve sebepler dünyasına son verildiği için) mülk(ün kâinatın/evrenin idâresi,) yalnız O'nundur (bk. Mü’min,16). (O Allah ki, insanların bilgisine kapalı) “gayb” âlemini de, “şehâdet” (görülen âlem)i de bilendir. O, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir, habîrdir (her şeyden haberi olandır).

6/74. Hani İbrahim, babası (kendisini yetiştiren, büyüten amcası) Âzer'e: "Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de açık bir dalâlet (dinî bir sapıklık) içinde görüyorum." demişti.

(Müfessirler, Hazret-i İbrahîm’in “babası Âzer” ifadesiyle ilgili farklı tefsirlerde bulunmuşlardır. 1) Babası, Târuh’tur. Âzer lâkabıdır. 2) Âzer, put ismidir. 3) Âzer, amcasıdır. Babası, Târuh’tur. Araplarda amcaya “baba” da denilmektedir. Bk. Bakara,133. “Mazherî, Râzî ve Elmalılı”)

6/75. İşte böylece (kulumuz) İbrahim'e göklerdeki (güneş, ay ve yıldızlar gibi) ve yerdeki (dağlar, bitkiler ve denizler gibi) melekûtunu (hârikulâdelik, akla durgunluk veren nizam ve güzelliklerini) gösteriyorduk ki, yakînen bilip îman edenlerden olsun diye.

6/76. (Kulumuz İbrâhim’in) üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. (Yıldızlara tapmakta olan kavmine, kalben inanmadan, hatta alay ederek:) "Benim Rabbim bu!" dedi. (Bu şekilde kavminin inancını - sanki kendi inancıymış gibi - onlara söyledi.) Yıldız batınca da, "Ben öyle batanları sevmem" dedi. (Ergenlik çağında olan Hazret-i İbrâhim, bu ifadesiyle onlara ilk şüphe tohumunu atmış oldu.)

6/77. (Hazret-i İbrâhim) Ay'ı doğarken görünce de, (kalben inanmadan, hatta alay ederek:) "Benim Rabbim bu!" dedi. (Yine kavminin inancını - sanki kendi inancıymış gibi - onlara nakletti.) Ay da batınca, (onları şüpheye sevketmek için) "Yemin olsun ki, Rabbim bana hidayeti (doğruyu) göstermeseydi, mutlaka ben de dalâlete düşenlerden (puta tapan sapıklardan) olurdum" dedi. (Hazret-i İbrâhim, “ay”ı ilâh edinen kavminin dalâlette “yanlış yolda” olduğunu - dolaylı olarak - onlara bildirmiş oldu.)

6/78. (Hazret-i İbrâhim) Güneşi doğarken görünce de, (yine kavminin inancını - sanki kendi inancıymış gibi – kalben inanmadan, hatta alay ederek:) "Benim Rabbim bu! Bu (diğerlerinden) daha büyük" dedi. (Fakat) o da batınca (kavmine dönüp artık açık olarak:), "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) şirk (ortak) koştuğunuz şeyler (olan yıldız, ay ve güneşi ilâh edinmeniz)den uzağım. (Gördüğünüz gibi bunlar, bir var, bir yok oluyorlar. Devamlı olamıyorlar. Değişen şeyler, sizin gerçek ilâhınız olabilir mi? Bir düşünün)" dedi. (Hazret-i İbrâhim, bir konuyu ispatlamak için istidlâl “delil getirme”de kademeli bir yol izlenmesinin – ilâhî hikmet gereği - daha isabetli olacağını göstermiş oldu.)

6/79. (Bu durumda yıldızlara tapan kavmi, Hazret-i İbrâhim’e: “Peki, sen neye ibâdet ediyorsun?” diye sordu. O da:) Şüphesiz ben, bir hanîf (her şeyi yaratan tek ilâha inanmış biri) olarak, yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah'a şirk (ortak) koşanlardan değilim." (dedi.)

6/80. (İbrâhim aleyhisselâm’ın) kavmi (bir ilâh’ın varlığı konusunda) onunla tartışmaya girişti. (Peygamberim İbrâhim) dedi ki: "Beni hidayete (tevhîd yoluna) iletmişken, Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin O'na (Allah’a) şirk (ortak) koştuğunuz (hiçbir şeye kudreti olmayan putlar)dan ben korkmam. Ancak Rabbimin dilediği (bir sıkıntı) müstesna (ona ben engel olamam). Rabbimin ilmi, her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünmüyor (iyi ile kötüyü ve güçlü ile âcizi ayırt ederek îman etmiyor) musunuz.

6/81. (Peygamberim İbrâhim:) "Allah'ın, size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na (Allah’a) şirk (ortak) koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden (putlarınızdan) ne diye korkayım? Şu hâlde iki taraftan (her şeyi yaratan, bütün canlılara rızık veren ve “bir” olan Allah’a ibâdet eden “Mü’minler” ile hiç kudretleri olmayan, fayda ve zarar veremeyen putlara tapan “Müşrikler”den) hangisi (Allah’ın azabından) güven duymaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız (ona tâbi olun." dedi.)

6/82. (Allah’a ve Resûl’üne) îman edip de îmanlarına zulmü (şirk ve başkalarına ibâdet etmeyi) bulaştırmayanlar var ya, işte (azaptan kurtulup) güven(de, emniyette olma), onların hakkıdır. Hidâyete erenler (dalâlete düşmeyip “dünya”da tevhîd yolunda olanlar), onlardır.

6/83. İşte kavmine karşı (Peygamberim) İbrahim'e verdiğimiz (yıldız, ay ve güneşle ilgili) delillerimiz! Biz dilediğimiz kimsenin (dünyada hüccet/delillerle yardımcısı oluruz. Ahiret’te de) derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir, alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir.

6/84. Biz ona (Peygamberim İbrâhim’e) İshâk'ı ve (oğlu) Yakûb'u armağan ettik. Hepsini (peygamberlik ve İslâm ile) hidayete erdirdik. Daha önce (Peygamberim) Nûh'u da hidayete (tevhîd yoluna) erdirmiştik. (Peygamberim Nûh veya İbrâhim’in) zürriyetinden Dâvud'u, (oğlu) Süleyman'ı, Eyyûb'u, (Ya’kûb’un oğlu) Yûsuf'u, Mûsa'yı ve (kardeşi) Hârûn'u da (peygamberlik ve İslam ile hidayete kavuşturduk). İşte böylece biz, Muhsinleri (İslâm’a göre iyi ve faydalı işler yapanları Ahiret’te “cennet”le) mükâfatlandırırız.

6/85. (Peygamberlerim) Zekeriya'yı, (oğlu) Yahya'yı, Îsa'yı, İlyas'ı (hidayete “tevhîd yoluna” kavuşturduk). Bunların hepsi, sâlih (İslam’a göre “iyi”) kullarımızdandı.

6/86. (Peygamberlerimden İbrâhim’in oğlu) İsmâil'i, Elyasa'ı, Yûnus'u ve Lût'u da (hidayete “tevhîd yoluna” erdirdik). Hepsini âlemlere (peygamberlikle) faziletli (kendi zamanlarındaki insanlara “üstün”) kıldık.

6/87. (Âlemlere faziletli kıldığımız Peygamberlerin) baba (ata)larından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da (âlemlere üstün kıldık ve hidayete erdirdik). Bütün bunları seçtik ve bunları, sırât-ı müstakîm’e (din-i İslâm’a) ilettik.

6/88. İşte bu, Allah'ın (İslam dini) hidayetidir ki, kullarından dilediğini (iradesini îman ve itâat yolunda kullananları) hidayete kavuşturur. Eğer onlar da Allah'a şirk koşsalardı (îmanı terkedip küfre saplansalardı) bütün yaptıkları boşa gitmişti.

6/89. İşte bunlar (84, 85 ve 86. âyetlerde isimlerini zikrettiğimiz Enbiyâ ve Resüller ki,) kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik (delil ve mu’cizeler) verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar (Mekkeli kâfirler), bu (burha)nları tanımayıp inkâr ederlerse, şüphesiz biz ona (Peygamberim Muhammed aleyhisselâm’a), bunları (bu üç delili) inkâr etmeyecek olan bir kavmi (Muhâcir ve Ensâr topluluğunu veya bütün Mü’minleri), vekil kılmışızdır. (Hazret-i Peygamber’e îman edip onu sahiplenecek bir topluluk getiririz ve buna kâdiriz.)

6/90. İşte, onlar (peygamberler aleyhimüsselâm), Allah'ın hidayet ettiği (tevhid ve tâat yolunu gösteren istikameti doğru) kimselerdir. (Ey Resûlüm!) Sen de onların (Allah’ın varlığına, birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahiret gününe, kadere “hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine” îmanda) tuttuğu yola uy. (Çünkü bütün peygamberler, aynı îman esaslarını bildirmişlerdir. Resûlüm,) de ki: "Bunun için (Kur’ân ve İslam’ı tebliğ ettiğimden dolayı) sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'ân), bütün âlem (insan ve cin)ler(in îman ve tâatleri) için ancak bir mev’ıze/öğüttür."

6/91. (Yahûdiler,) Allah'ın (şânına lâyık olacak şekilde) kadrini, hakkıyla takdir edemediler. (O'nun her şeye kâdir olduğuna îman etmediler. Kullarına rahmet ve nimetini hakkı ile tanıyamadılar.) Çünkü, "Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi." dediler. (Resûlüm,) de ki: "(Peygamberim) Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı (Tevrat’ı), kim indirdi?" Onu parça parça kâğıtlar hâline koyup (işinize gelenleri) ortaya çıkarıyor, (fakat Muhammed aleyhisselâm’ın sıfatları gibi işinize gelmeyen beyanların) çoğunu gizliyorsunuz. (Ey Yahûdiler,) sizin de, babalarınızın da (Tevrat’ta) bilmediği şeyler, (Kur’ân’da Muhammed aleyhisselam’ın lisanıyla) size öğretilmiş oldu. (Resûlüm, Mûsa aleyhisselâm’a Tevrat’ı) "Allah" (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları (boş, uydurma ve batılları)nda oynaya dursun (oyalansın)lar. (Yahûdiler, Peygamber aleyhisselam’ı ve ona indirilen Kur'ân'ı inkâr etmek için, kendi peygamberlerinin kitabını inkâr etme yolunu seçmişlerdir.)

6/92. İşte bu indirdiğimiz (Kur'ân ki, onunla amel edildiği takdirde, içinde günahlar için “mağfiret”in olduğu açıklanan) Kitap, mübarektir. Kendinden öncekini (Tevratı ve diğer ilâhî kitapları) tasdik edicidir. (O kitabı,) Ümmü'l-kurâ (Mekke) ve çevresindeki (yeryüzünde îman etmeyen)leri (azap ile) korkutman için (indirdik). Ahirete îman eden (Mü’min)ler, ona (öldükten sonra dirilmeye ve kâfirler için azap olduğuna) îman ederler. Onlar, namazlarını vaktinde (emredildiği şekilde ta’dil-i erkân üzere “rukünlarını tam yaparak”) kılarlar.

6/93. (Yahûdî Mâlik b. Sayf gibi ) Allah'a karşı yalan uyduran veya (Nebîlik iddiasıyla) kendine bir şey vahyedilmediği hâlde, "Bana vahyedildi" diyen, ya da "Allah'ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim" diyen (Müseylemetü’l-kezzâb, Esved-i Anesî ve aynı iddiada bulunan) kimse(ler)den daha zâlim (kâfir) kimdir (kim olabilir)? (Resûlüm) zâlimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde kıvrandığı, (can alıcı) meleklerin de (azap vermek için) ellerini onlara uzattığında: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı doğru olmayanı söylediğiniz ve O'nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız." dediklerinde, hâllerini bir görsen!

6/94. (Diriltildikten sonra onlara denilir ki:) Yemin olsun, sizi ilk defa (tek başınıza ve çıplak) yarattığımız gibi (şimdi) teker teker (aileden, maldan, çocuktan ve diğerlerinden ayrılarak) bize geldiniz. Size verdiklerimizi (mal, mülk, unvan ve rutbelerinizi) de sırtlarınızın arkasında (dünyada) bıraktınız. Hani hakkınızda (Allah'ın) ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi (ve ilâh derecesine çıkararak taptığınız Fir’avun, Nemrût ve Tâgût gibi kişileri) de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar, tamamen kopmuş ve (putlar ile ilâhlık derecesinde olduklarını) iddia ettikleriniz (Tâgûtlar), sizi (bu Kıyamet gününde) yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.

6/95. Şüphesiz taneyi ve çekirdeği yaran (her şeyi yaratan) Allah’dır. O, ölüden diriyi (yumurtadan tavuğu; nutfeden/spermden insanı; kâfirden Mü’mini “Semerkandî”) çıkarır (kâfir, îman etmediği için “ölü” durumundadır), diriden de ölüyü (tavuktan yumurtayı; Mü’minden kâfiri) çıkarandır. İşte Allah, budur! O hâlde (O'na îman ve ibâdetten) nasıl çevriliyorsunuz?

6/96. O (Allah), (gecenin karanlığını yarıp) sabahı ortaya çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da (vakitlerin tayini için) birer hesap (ölçüsü) yapmıştır. İşte bu, azîz olan (her şeye mutlak üstün ve gâlip gelen), her şeyi hakkıyla bilen (Allah’)ın (ezeldeki) takdiridir.

6/97. O (Allah), kara ve deniz (yolculuklarında gecen)in karanlıklarında kendileriyle yol (ve yön) bulasınız diye, sizin için yıldızları yaratandır. Şüphesiz biz (Astronomi alanında bilen (bilim adamı ve uzmanları olan) bir toplum için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.

6/98. O (Allah), sizi bir tek can (Âdem aleyhisselâm’)dan yaratandır. Sizin bir karar kılma yeriniz (baba sulbleri veya yeryüzü), bir de emanet bırakılma yeriniz (ana rahimleri veya kabirler) var. Biz (insanın yaratılış evrelerini kavrayıp) anlayan (“bilim insanları” yetiştirmiş) bir toplum için âyetleri (böyle) açıkladık.

6/99. O (Allah), gökten (“bulut”tan) su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla (su ile) bitirdik, o bitkiden yeşil (yaş hububat, baklagiller, sebzeler) çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş dâneler (başaklar); hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; zeytin ve nar (bahçeleri) çıkarıyoruz (ki, bunların görünüş, renk, yaprak ve lezzet bakımından) bazısı birbirine benzer, bazısı da benzemez. Her birinin meyvesine bir bakın: Meyve verirken (oluşum hâlinde) ve olgunlaştığı zaman (lezzet olarak birbirinden ne kadar farklıdır). Şüphesiz bu size gösterilenlerde, îman eden bir topluluk için (Allah'ın varlığını, kudretini ve yaratıcılığını gösteren) âyetler (çok ibretler) vardır.

6/100. (Kâfirler) bir de cinleri (Melekleri), Allah'a ortaklar yaptılar. (Meleklere “cin” denilmesi, kendilerini gizlemelerindendir.) Hâlbuki onları (Melekleri) de O (Allah) yaratmıştır. (Kâfirler, ne dediklerini) bilmeden Allah'a oğullar ve kızlar isnat ettiler (iftirada bulundular). (Hâşâ!) Sübhânallah! O (Allah), onların (tamamen yalan ve iftira olan) sıfatlandırmalarından uzaktır, (O, çok) yüce (ve kâmil sıfatlara sahip)dir.

6/101. O (Allah), gökleri ve yeri (yokken) yaratandır. O'nun çocuğu nasıl olur ki, O’nun eşi (zevcesi) yoktur. Kaldı ki, her şeyi O yaratmıştır. O (Allah), her şeyi (kâfirlerin bütün iftiralarını) hakkıyla bilendir.

6/102. (Resûlüm, tebliğ et:) İşte sizin Rabbiniz Allah, budur! O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise, O'na ibâdet (ve kulluk) edin. O, her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık, Allah’tır)

6/103. Gözler, O'nu (yüce Allah’ı dünyada) idrak edemez (göremez), (fakat Mü’minler, Ahiret’te O’nu idrak ederler “Kıyâme,23”), ancak O (Allah), (dünya ve Ahiret’te her an “ilmi”yle) gözleri idrak eder (kuşatır, görür). O (Allah), lâtiftir (O, gözlerin görmediği her şeyi bütün inceliklerine varana kadar gören ve bilendir), habîrdir (her şeyden hakkıyla haberdar olandır.) (O, eşyanın dış yüzünü bildiği gibi, iç yüzünü de bilir.)

(Hadis-i şeriflerde buyrulmuştur: Siz “Mü’minler” Rabbinizin huzuruna varacaksınız ve şu ayı gördüğünüz gibi O’nu görecek ve görme konusunda bir zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmayacaksınız “Buhârî, Mevâkıt 17; Tirmizî, Cennet 16”.)

6/104. Rabbinizden size basîretler (hakkı batıldan ayıran kalp gözü “idrak kâbiliyeti”) geldi (verildi). Artık kim (kalp) gözünü açar, (hakkı) idrak eder (görür ve îman eder)se, kendi nefsine (lehine); kim de (kalp gözünü kapatır) körlük eder (küfür ve dalâleti geçer)se, kendi aleyhine (zararına)dır. Ben sizin başınızda (her dâim) muhâfız (koruma görevlisi) değilim. (Benim peygamber olarak görevim, yüce Allah'ın bana vahyettiklerini size “tebliğ” etmektir.)

6/105. İşte biz âyetleri bu şekilde geniş olarak açıklıyoruz ki, onlar (kâfirler) sana: "Sen ders almışsın (bunları bir yerden okumuş ve öğrenmişsin)" desinler ve bir de “bilen” (hakkı batıldan ayıran) bir topluluk (hidayette olan Mü’minler) için onu (Kur'ân'ı) iyice besbelli edelim (çeşitli yönleriyle açıklayalım) diye (âyetlerimizi böyle gönderiyoruz). (Ancak bu durumda Kâfirler, iradelerini âyetlerin inkârı yönünde kullanarak küfür ve isyanı; Mü’minler de irâdelerini âyetlerin kabulü yönünde kullanarak îman ve tâat yolunu seçmektedirler. Burada bir cebir “zorlama” söz konusu değildir.)

6/106. (Resûlüm,) sen, Rabbinden sana vahyedilene uy(maya devam et. İslam’ı “din” edin “Beydâvî”). O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir (Allah’a ortak koşanların fikirlerine iltifat etme ve onlardan uzaklaş. Bazı Müfessirler, âyetin bu son kısmının savaş âyeti ile nesh edildiğini söylemişlerdir).

6/107. Eğer Allah dileseydi (kâfirlerin irâdelerini serbest bırakmasaydı) onlar ortak koşmazlar (hepsi itâatkâr olurlar)dı. (Böylece biz onlara bir cebir “zor” uygulamadık.) Biz seni onların başına bir muhafız (koruma görevlisi) yapmadık. Sen onlara vekil (onların küfrü tercih etmelerinden sorumlu) da değilsin.

6/108. (Resûlüm, eshâbına tebliğ et:) Onların (kâfirlerin), Allah'ı bırakıp tapındıkları (putları)na sövmeyin, sonra onlar da haddi şarak cahillikle Allah'a söverler. (Şu iyi bilinsin ki,) biz her ümmete (din ehline) yaptıklarını böyle süslü gösterdik. (Kâfirler, kendilerinin doğru yolda olduklarını zannediyorlar. Fakat iradelerini, bâtılda/küfürde kullandıklarının farkında değildirler. Mü’minler de îmanı kendileri için güzel görerek, irâdelerini Allah’a itâat yolunda kullanmışlardır.) Sonra dönüşleri ancak Rablerine (Ahiret’te hesap verecekler)dir. O (Allah), onlara (dünyada hayır veya şer olarak) yapmakta olduklarını bildirecektir.

6/109. (Kâfirler, eğer) onlara (istedikleri) bir mu’cize gelirse, ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah'a yemin ettiler. (Resûlüm,) de ki: "Mu’cizeler, ancak Allah’ın katındadır (Mu’cize göndermeye kâdir olan Allah'tır. Benim böyle bir gücüm ve yetkim yok ki, ben size nasıl o mu'cizeleri getirebilirim? Fakat) istedikleri mu'cizeler geldiğinde, onların yine de îman etmeyeceklerinin farkında mısınız? (Hem bilir misiniz, o mu'cize gelmiş olsa bile, onlar yine de inanmazlar.)

6/110. (Kâfirler, irâdelerini küfür yönünde kullanıp îman ve itâatı reddetmektedirler. Bu durumda) biz (de) onların kalplerini ve gözlerini (“hak”tan) döndürürüz. İlk önce (mu’cize gelmeden) O’na (Allah’a) îman etmedikleri gibi (mu’cize geldikten sonra da O’na inanmazlar) ve onları, bocalar durumda azgınlıkları içinde bırakırız.

8

6/111. Biz onlara (kâfirlere) melekleri indirseydik, kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi toplayıp (“hakikat budur” diyerek şahitler olarak) karşılarına getirseydik, yine de îman etmezlerdi. Ancak Allah’ın dilediği (iradesini îman ve itâat yolunda kullananın hidayetini yarattığı) bunun dışında. Fakat onların çoğu (Allah’a ağır yemin ederek) câhillik ediyorlar. (Müslümanların çoğu onların îman etmeyeceklerini bilmezler.)

6/112. İşte böylece biz (sana düşman kıldığımız gibi) her peygambere insan ve cin şeytanlarını(n azgınlarını) düşman yaptık. (Bunlar,) aldatmak için birbirlerine yaldızlı (bâtıl) sözler fısıldar (tekinde bulunur)lar. Rabbin dileseydi, (bu insan ve cin şeytanları) bunu yapamazlardı. (Fakat Allah, şeytanların hileleri karşısında insanın iradesini nasıl kullanacağını, onu imtihan etmek suretiyle ona göstermeyi diledi.) O hâlde, onları (yalan) iftiralarıyla baş başa bırak. (Bu âyet, savaş âyeti gelmeden önce idi.)

6/113. Bunu da (şeytanlar), ahirete inanmayanların gönülleri bu yaldızlı (bâtıl) sözlere meyletsin, onlardan hoşlansınlar ve işleyecekleri şeyleri (günahları) işle(meye devam et)sinler diye (bu fısıldamayı) yaparlar.

6/114. (Resûlüm, kâfirlere de ki:) Ben Allah'tan başka (haklıyı haksızı ayıracak) bir hakem mi arayacağım?" O (Allah) ki, "Size (hak ile bâtılı, emir ve yasaklarını sûre sûre, âyet âyet) açıklayan Kitab'ı (Kur'ân'ı) indirdi. Kendilerine kitap verdiklerimiz (Yahûdî ve Hristiyanlar), şüphesiz Rabbinden onun bir hak (ve adâlet) ile indirildiğini bilirler. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma. (Peygamberler aleyhimü’s-selâm hak karşısında asla şüphe içinde olmazlar. Hitap, ümmetinedir “Beydâvî”.)

6/115. Rabbinin (haber, hüküm, vaad ve va’îdlerle olan) kelimesi (Kur'ân), doğruluk ve adâlet bakımından tamamlandı. (Daha “doğru”sunu ve “âdil”ini getirerek) O’nun kelime (ezelî kelâm ve söz)lerini değiştirebilecek (biri) yoktur. O (Allah), (kâfirlerin yalan ve iftiralarından) her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.

6/116. Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan (ki, bunlar, câhil ve kâfirdir) seni Allah yolundan (İslâm dininden) saptırırlar. Onlar, ancak zanna (küfürde olan atalarının doğru sandıkları bâtıl inançlarına) uyuyorlar ve onlar (câhiliyye halkı gibi bazı hayvanları kendilerine meşru “helâl” sayarak “Mâide,103”) ancak (Allah’a iftira ediyor ve) yalan uyduruyorlar.

6/117. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan (İslam dininden) sapanları (kâfirleri) çok iyi bilir ve O, hidayete ermiş (Mü’min)leri de en iyi bilendir.

6/118. O hâlde, eğer (Allah’ın) âyetlerine îman eden kimselerseniz, üzerine Allah'ın ismi zikredilerek (anılarak) kesilmiş şeylerden (bahîre, sâibe, vasîle, hâm gibi hayvanların etlerinden) yiyin. (Ölmüş hayvan etini yemek ise, size haram kılındı “Mâide,3”.)

6/119. Allah, zarûret (şiddetli açlık sebebiyle yemek zorunda kaldığınız) dışında size neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken (Mâide,3), (kesim esnasında) üzerine (Allah’ın) isminin zikredildiği (anıldığı) hayvanları (putlar için adanan ve bahîre, sâibe, vasîle, hâm “”Mâide,103” isimlerindeki hayvanların etini) yememenizin sebebi nedir? Şüphesiz birçokları (Müşrikler,) nefislerinin arzularına uyarak (bu konuda hiç) bilgileri olmadan (insanları) saptırıyor (ve onlara yanlış bilgi veriyor)lar. Şüphesiz senin Rabbin, (helâl olanları haram saymak sûretiyle) haddi aşanları çok iyi bilir.

6/120. (Zina ve her türlü) günahın açığını da, gizlisini de bırakın. Şüphesiz günah kazananlar, işledikleri (zina ve şirk gibi her günah fiilli)nin karşılığında (Ahiret’te) cezalandırılacaklardır.

6/121. (Kesilirken) üzerine Allah’ın ismi anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü bu (şekilde kesilen hayvanın etini yemek) bir fısk (haram)dır. Şüphesiz şeytanlar (kâfir) dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka telkinde bulunurlar. Eğer onlara boyun eğerseniz, şüphesiz siz de Allah'a şirk (ortak) koşmuş olursunuz.

(Eti yenen hayvanları boğazlarken, kâfirin kestiği yenmez. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî’de “kasden” Allah’ın ismini söylemeyen Mü’min’in kestiği yenmez. Ancak unuttu ise, Hanefî, Şafiî ve Hanbelî’de yenir. Mâlikî’de ise, yenmez. Şâfiî mezhebinde Mü’min, unutsa da, kasden söylemese de kestiği yenir. )

6/122. (Kalbi) ölü (küfür ve dalâlette) iken (îman ile) dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar (Mü’minler) arasında yürüyeceği (hakkı bâtıldan ayırabileceği) bir (basîret) nur(u) verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar (küfür inançlar) içinde kalmış, ondan (o küfür ve dalâletten) hiç çıkmamış (ayrılmamış) bir kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları (günahlar, şeytan’ın da telkiniyle iradelerini küfürden yana kullandıklar için) böyle süslü (câzip) gösterilmiştir. (Ayet-i kerimelerde îmansız kalpler “kâfirler”, ölü; îmanlı kalpler “Mü’minler” ise, diri olarak ifade buyrulmuştur.)

6/123. İşte böyle, her memleket (kasaba ve şehr)in ekâbirini (ileri gelenlerini) oranın mücrimleri (günahkârları) kıldık ki, orada (tuzaklar kurarak) hile yapsınlar (diye. Böylece onlara fırsat verdik). Hâlbuki onlar (bu “mekr”) hilekârlığı, (başkalarına değil,) ancak kendilerine yapar (ve bunun günahını yüklenmiş olur)lar da farkında olmazlar.

6/124. Onlara (kâfirlere) bir âyet geldiği zaman: "Allah’ın peygamberlerine verilenin (vahyin veya mu’cizenin) bir benzeri bize de verilmedikçe, asla îman etmeyeceğiz." dediler. Allah, peygamberlik görevini kime vereceğini en iyi bilendir. (Şirk koşarak) suç işleyenlere Allah katından bir zillet (aşağılama, hakaret) ve yapmakta oldukları hile yüzünden şiddetli bir azap gelecektir.

6/125. Allah kimi hidâyete erdirmek dilerse, onun göğsünü İslâm'a açar. (Kim, iradesini îman ve itâattan yana kullanırsa, yüce Allah ona İslam’a giden bütün iyilik, hayır ve zikir yollarını açar. O, bu şekilde kendinde bir mutluluk ve ferahlık duyar.) (Allah) kimi de saptırmak dilerse, sanki göğe çıkıyormuş gibi onun göğsünü daraltır. (Kim de iradesini küfür ve dalâletten yana kullanırsa, îman ve itâatla ilgili her şey, ona kötü görünür ve sıkıntı verir. O, bu şekilde İslam’dan nefret eder hâle gelir.) İşte Allah, böylece îman etmeyenleri (hepsi birer) rics” (olan “azap, günah, gazap, hayırsızlık ve şeytanın hile tuzakları”) içinde bırakır. (Bu şekilde onlar, dünyada fizikî ve ruhî sıkıntılara, Ahiret’te de azaba uğrarlar.)

6/126. (Resûlüm, senin üzerinde bulunduğun) bu (İslam dini), Rabbinin müstakîm (dosdoğru, kendisinde eğrilik olmayan) bir yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak (Allah'ın bir olduğuna, hayır ve şerine, kaza ve kaderine, yarattığı varlıklarda hikmet sâhibi ve âdil olduğuna inanan) bir toplum için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.

6/127. Rableri katında selâm yurdu (cennet) onlarındır (Mü’minlerindir. Cennet’te korku, hastalık, âfet, ihtiyarlık ve benzerleri yoktur.) Allah, yaptıkları işlerden dolayı onların (dünyada koruyucu ve yardımcısı, Ahiret’te de sevapla mükâfatlandıran) velisidir.

6/128. (Resûlüm, hatırla ki: Yüce Allah) onların (cin ve insanların) hepsini bir araya toplayacağı (Kıyamet) gün(ü şöyle diyecektir:) "Ey cin (şeytanlar) topluluğu! İnsanlarla pek çok uğraştınız.” (Onlara vesvese vermek suretiyle çoğunu hak yoldan saptırdınız ve aranıza kattınız.) Onların insanlardan olan dostları: "Ey Rabbimiz! Bizler, (şeytanlar vesvese vermek ve insanlar da itâat etmek suretiyle) birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık." diyecekler. Allah da diyecek ki: "Allah'ın dilediği (kabirlerinden kalkıştan hesaplarının görüleceği “Kurtubî ve Mâturîdî” veya “hamîm” denilen içeceği içmek için cehennemden çıkarılacağı vakit/süre “Celâleyn”) hariç, içinde ebedî (sonsuz) kalmak üzere duracağınız yer, ateştir." (Ey Resûlüm!) Şüphesiz senin Rabbin, (gerek onları cezalandırmada, gerek bütün fiillerinde) hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir), alîmdir (onlara ne kadar ceza vereceğini de en iyi bilendir).

6/129. Böylece biz, (kâfirlerin) kazanmakta oldukları (ma’siyet ve küfürler) sebebiyle zâlimlerin bazısını (başa getirerek, bazısını) bazısına (da havâle ederek) veli kılarız. (Birbirlerini günaha sürüklemek için onları dost ve arkadaşlar yaparız).

6/130. (Kıyamet günü Allah, şöyle diyecektir:) "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi inzar eden (îman etmeyenlerin azap göreceğini söyleyen) peygamberler gelmedi mi?" Onlar da: "Biz, (o peygamberlere isyan, tekzip ve küfürde bulunduk. Bunların hepsi de kayda geçmiş ve şu anda önümüzde. Bu deliller karşısında) kendi aleyhimize (yanıldığımıza) şahitlik ediyoruz (etmekteyiz)." dediler. Dünya hayatı onları aldattı (îman etmediler) ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

6/131. Bu (peygamberlerin gönderilip îman ve küfür durumuna göre cennet ve cehennemin haber verilmesi), Allah'ın, halkları habersizken ülkeleri zulümle (günahsız ve haksız yere) helâk edici olmadığındandır. (Bu vahiy göndermesi, O’nun adaletidir.)

6/132. (Mü’min ve kâfirlerden) herkesin (hayır ve şer) amellerine göre (cennet ve cehennemde) derece (ve dereke)leri vardır. (Kâfirlerin cehennemdeki azapları, küfür ve zulüm durumlarına göre farklı şiddettedir.) Rabbin onların (mükelleflerin itâat ve ma’siyet olarak) yaptıklarından gâfil (habersiz) değildir.

6/133. (Resûlüm,) senin Rabbin (hiçbir şeye muhtaç değil) her bakımdan sınırsız ganî (zengin)dir (kullara ve ibâdetlerine ihtiyacı yoktur), rahmet sahibidir (kullarına merhamet eder, tevbelerini kabul eder, isyanlarına karşı hemen azap etmez, süre verir). Sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da sizin yerinize dilediğini getirir. (Onun için Resûlüme itâat eden birer mükellef olun.)

6/134. Şüphesiz (Kıyamet’in kopması, ölümden sonra dirilme, haşr ve hesap günü gibi) size va'dedilen şeyler, mutlaka gelecektir. Siz, âciz bırakabilecek kimseler değilsiniz. (Siz, bizim kudretimizin ve takdirimizin dışına çıkamazsınız.)

6/135. (Resûlüm) de ki: "Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (Allah’ın bana vahyettiğini size bildirmek suretiyle görevimi) yapmaktayım. (Siz küfürde direniyorsunuz, ben de İslam’da sebat ediyorum.) Fakat (dünya) yurdun(un) sonucunun (Ahiret’te) kimin (lehine, hayrına) olacağını yakında bileceksiniz. Şüphesiz, zâlimler (kâfirler) iflâh olmaz (kurtuluşa eremez ve umduklarına kavuşamaz)lar.

6/136. (Mekkeli kâfirler,) Allah için O’nun yarattığı ekinden ve hayvanlardan bir “pay” ayırdılar (ayırırlardı). (O pay, hurma ve buğday gibi ürünler ile koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlarından oluşurdu. O “pay”ı, misafirlere, miskinlere harcarlardı. Ayrıca putları için de bir “pay” ayırırlardı. O “pay”ı da o putlara hizmet edenlere harcarlardı.) Zanlarınca (kötü ve hileli düşüncelerine göre): "Şu (pay), Allah için, şu da ortaklarımız (putlarımız) için" dediler (derlerdi). Ortakları için olan (payı, çocuk ve fakirlere yedirirlerdi. Şayet bu payda bir çoğalma, artma olursa, o,) Allah’ınkine eklenmez (aktarılmazdı. Allah, zengindir, O’nun buna ihtiyacı yok denilirdi). (Fakat) Allah için (ayrılmış) olan (payda bir çoğalma olmuş) ise, (putlar fakirdir denilerek, o pay,) ortaklarınkine (putlara) eklenir (aktarılırdı). (Kâfirler, bu şekilde Allah’a karşı putları tercih ederek, onlar lehine) ne kötü hüküm veriyorlar!

6/137. Böylece (kâfirlerin) ortakları (olan şeytanlar), Müşriklerin çoğuna çocuklarını (kız çocuklarını diri diri gömerek) öldürmeyi süslü (yapılması gerekli iyi bir şey gibi) gösterdiler ki, hem onları helâk etsinler, hem de (İsmâil aleyhisselâm’dan beri gelen tevhîd) dinlerini karıştırıp bozsunlar (diye). Eğer Allah (kâfirlerin irâdelerini kullanmalarına engel olmayı) dileseydi, onu yap(a)mazlardı. (Resûlüm,) sen de onları (işlemekte olan bâtıl fiiller konusunda “bunları bize Allah emrediyor” tarzındaki yalanları ve Allah’a) iftiraları ile baş başa bırak.

6/138. (Kâfirler, bâtıl inançlarına göre) yine dediler ki: "Bunlar yasaklanmış (haram) hayvanlar ve ekinlerdir. Onları bizim dilediklerimiz (kadınlar değil, erkekler)den başkası yiyemez. (Bir kısım) hayvanların da (bunlar, putlara adanmış bahîre, sâibe ve hâm “Mâide,103” diye isimlenen “develer”dir ki,) sırtları(na binilmesi) haram kılınmıştır. (Bir kısım) hayvanlar da vardır ki, (boğazlanırken) onların üzerine Allah'ın ismini zikretmezler. (Aksine putlarının isimlerini anarak) O'na (Allah’a) iftira ederler. (Bu) iftiraları sebebiyle (Allah,) onları cezalandıracaktır.

6/139. (Kâfirler, bâtıl inançlarına göre) yine dediler ki: "Şu (bahîre ve sâibe ismindeki) hayvanların karınlarındaki yavrular (canlı olursa) sırf erkeklerimize aittir. Kadınlarımıza ise haramdır." Eğer (hayvanın karnındaki yavru) ölü olursa, o vakit onda (erkek ve kadınların) hepsi (etini yeme konusunda) ortaktırlar. Allah, onların (kâfirlerin) bu (çeşit helâl ve haram şeklinde) vasıflandırmalarının cezasını verecektir. Şüphesiz O (Allah), hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi hakkıyla bilendir.

6/140. Çocuklarını (rızık korkusuna kapılarak) cahillikle (ellerinde hiçbir delil olmadan) bilgisizce öldürenler, Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, (sanki Allah emrediyormuş iddiasıyla) Allah'a iftira ederek, haram sayanlar, kesinlikle hüsrana (maddî ve manevî ziyana) uğramışlardır. Muhakkak onlar, (müstakîm “doğru” yoldan ayrılıp) dalâlete düşmüşlerdir ve (bu durumda) hidayete (hakka kavuşup kurtuluşa) erecek de değildirler.

6/141. O (Allah) ki, çardaklı (asmalı) ve çardaksız (asmasız üzüm) bahçeleri, ürünleri (meyvesi şekil, tat, koku ve renk bakımından) çeşit çeşit hurmalar ve ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen tarzda zeytin ve narları “En’âm,99” yarattı. Her biri ürün verdiğinde meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de onların (sadaka veya öşür “onda bir” olarak zekât) hakkını verin. Ancak (sadaka verirken) israf etmeyin; çünkü O (Allah), israf edenleri sevmez.

6/142. (O Allah,) hayvanlardan yük taşıyacak (deve, sığır gibi) ve tüyünden döşek yapılacak (koyun gibi) (veya büyüklü “deve gibi” küçüklü “koyun gibi”) olanları da yaratandır (“Beydâvî”). Allah'ın size rızık olarak verdiğinden (helâl ettiğini) yiyin de (haram ettiklerini yiyerek) şeytanın adımlarına (hilelerine) uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

6/143. (Allah, hayvanlardan) sekiz çift (yaratandır:) (Erkek ve dişi olarak) koyundan iki, keçiden de iki. (Resûlüm,) de ki: "Allah iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları(nı) mı? (Kâfirler, bazan erkek olanların, bazan da dişi olanların, hatta bazan da her iki cinsin birlikte haram olduğunu ileri sürerler, bunu da “Allah emrediyor” diyerek, Allah’a iftira ediyorlar. Resûlüm o kâfirlere sor:) Eğer doğru söyleyenler iseniz, (bu haram olma sebebini) ilimle (bir delil göstererek) bana haber verin."

6/144. (Allah, hayvanlardan erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki (çift yarattı). (Resûlüm,) de ki: "İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları(nı) mı? Yoksa Allah bunları size vasıyyet ettiğine, şâhitler mi oldunuz (orada hazır mı idiniz)?” İnsanları ilmi olmadan dalâlete (itikadî sapıklığa) düşürmek için Allah'a karşı iftira eden (yalan uyduran) kimseden daha zâlim (kâfir) kimdir? Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu (bu bâtıl itikatle) hidayete erdirmez (kurtuluşa kavuşturmaz).

6/145. (Resûlüm,) de ki: "Bana vahyedilenler arasında (sizin haram dediklerinizden) yiyecek bir kimseye yiyeceği haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Ancak leş veya akıtılmış (akıcı) kan (ciğerdeki kan gibi değil) yahut domuz eti – ki, o, şüphesiz necistir – ve yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk (murdar hayvan). (Bunlar size haram kılındı.) Fakat kim (aşırı açlık durumunda başkasının hakkına) saldırmamak ve haddi aşmamak üzere (ölmeyecek kadar bunlardan yiyebilir “Bakara,173”). Şüphesiz Rabbin gafûrdur (çok bağışlayıcıdır), rahîmdir (çok merhametlidir).

6/146. Yahûdilere tırnaklı (hayvan)ların (deve, yırtıcı hayvanlar, deve kuşu dahil) hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunlardan da içyağlarını (zar hâlindekileri, böbrek, işkembe ve bağırsak üstündekileri) onlara haram kıldık. Ancak sırtlarında veya bağırsaklarında (yapışık) bulunan (sıyrılamayan)lar yahut kemiklerine karışanlar (kuyruk ve butlarda olanlar ile iliklerdeki yağlar) müstesnadır. (Bunları haram kılmadık.) İşte böyle, azgınlıkları (birçok insanı Allah’ın dininden alıkoymaları “Nisa,160”) sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette sâdıklarız (doğru söyleyenleriz).

6/147. (Resûlüm,) eğer (Müşrikler veya Yahûdiler, vahyi tebliğ ettiğinde) seni yalanlarlarsa, de ki: "Rabbiniz geniş rahmet sahibidir (size azap vermede acele etmez). (Ancak dilediğinde) suçlu (günahkâr) bir toplumdan O'nun azabı geri çevrilmez."

6/148. (Allah'a) şirk koşanlar diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi, ne biz şirk koşardık, ne de babalarımız (atalarımız). Hiçbir şeyi de biz haram kılmazdık. (Bu durumda biz, suçlu değiliz, Allah’ın dilediğini yapmaktayız, diyerek iradelerini isyanda kullanmak suretiyle Allah’a iftirada bulundular.)" Onlardan önceki (ümmet)ler de (peygamberlerine sihirbaz diyerek fasit mantıkla onları) böyle yalanlamışlardı. Fakat sonunda (şiddetli) azabımızı tatmışlardı. (Resûlüm,) de ki: "(iddialarınızı ispat edecek) yanınızda bize göstereceğiniz bir bilginiz (deliliniz) var mı? Siz ancak zanna (kuruntuya) uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."

6/149. (Resûlüm, kendilerinden delil “huccet” istenen o kâfirlere) de ki: "(Siz, iradelerinizi kullanarak seçtiğiniz o “küfür yolu” için, kendinize göre fasit bir mantıkla “Allah, dilediği için biz bu yoldayız” diyerek Allah’a iftirada bulunuyorsunuz. Sizin elinizde bu konuda bir deliliniz var mı? Gösterin bakalım! Fakat bu, elbette mümkün değildir. Çünkü) en üstün delil, yalnızca Allah'ındır. (O, her şeyi yaratan ve idare edendir. İnsanlara serbestçe kullanabilecekleri “irade” gücünü veren de Allah’tır.) O, dileseydi elbette sizin hepinizi (kötülük yapmaya kilitli (Tahrîm,6) melekler gibi yaratarak) hidayete (doğru yola) iletirdi." (Fakat hidayet ve dalâlet konusunda sizi “seçim yapabilecek kabiliyet ve özellikte” yarattı “İnsan/Dehr,3”.)

6/150. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Haydi, Allah şunu haram kıldı" diye şahitlik yapacak şahitlerinizi (önder kabul ettiğiniz ilâhlarınızı) getirin. Onlar (yalan yere) şahitlik etseler de sen onlarla beraber şahitlik etme (onları tasdik etme). Âyetlerimizi yalanlayanların ve ahirete îman etmeyenlerin heva (ve arzu)larına uyma. Onlar, (putları ve putlaştırdıkları kişileri) Rablerine, eş (ve eşit) tutuyorlar.

6/151. (Resûlüm,) de ki: "Gelin, Rabbinizin size (ve diğer ümmetlere de) haram kıldığı şeyleri okuyayım (bildireyim): O'na hiçbir şeyi şirk koşmayın. Anaya babaya iyilik edin. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların rızkını da biz veriyoruz. Fuhuş (zina ve diğer günah)ların açığına da gizlisine de yaklaşmayın “İsrâ,32”. (Şer’î bir mahkemede kısas, riddet ve recm gibi) meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir canı öldürmeyin “İsrâ,33”.) İşte Allah, aklınızı (İslam’ın hükümleri çerçevesinde) kullanmanız için, bunları size emretti.

6/152. Yetimin malına yaklaşmayın (bu, haramdır.) Ancak Rüşdüne (bulûğa “ergenlik çağına”, Ebû Hanife hazretlerine göre, 25 yaşına “Kurtubî”; 18, 30, 34, 40 yaşına “Zâdu’l-Mesîr”) erişinceye kadar en güzel şekilde (muhafaza ederek ve ticaret yapmak suretiyle çoğaltarak yaklaşabilir, onu sarfedebilirsiniz). Ölçüyü ve tartıyı (eksik tartmadan) adâletle tam yapın. Biz herkesi, (ona zor gelmeyecek şekilde) ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız (Bakara,286). Konuştuğunuz zaman, (hakkı, doğruyu söyleyin) akrabanız bile olsa, (yalan yere yemin etmekten ve yalancı şahitliği yapmaktan uzak durarak ) âdil olun. Allah'a (yemin ve adaklarda) verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, öğüt alasınız (yerine getiresiniz) diye bunları emretti. (151, 152. ve 53. âyetlerde zikredilen 10 emir “hüküm”, semâvî kitapların hiçbirinde neshedilmemiştir “Kurtubî ve Ebu’s-suûd Efendi”. Bu emirler, şunlardır: 1) Allah'a şirk koşmayın. 2) Ana babaya iyilik edin. 3) Çocuklarınızı öldürmeyin. 4) Zinaya yaklaşmayın. 5) Kâtil olmayın. 6) Yetim malı yemeyin. 7) Ölçü ve tartıyı düzgün yapın. 8) Adaletli olun. 9) Verdiğiniz sözü yerine getirin. 10) Bu emirlerimi tutun.)

6/153. İşte bu (hükümler), benim mütakîm (tevhîd dinim olan İslam) yolumdur. O hâlde ona uyun. (Yahûdilik, Hristiyanlık ve putperestlik gibi) başka (dalâlet ve bid’at) yollar(ın)a uymayın. Yoksa o (sapık) yollar sizi parça parça edip O'nun (müstakîm olan İslam) yolundan ayırır. İşte (küfre düşmek ve haram işlemekten) korkmanız için (Allah), size bunları emretti.

6/154. Sonra biz (peygamberim) Mûsa'ya Kitab’ı (Tevrat’ı), iyilik edene (ikram ve nimeti) tamamlamak ve (dinde ihtiyaç duyulan) her şeyi açıklamak için bir hidâyet ve rahmet olarak verdik ki, (İsrâil oğulları) Rablerinin huzuruna kavuşacaklarına îman etsinler diye.

6/155. Bu (Kur'ân), bizim indirdiğimiz mübarek (bereket kaynağı) bir Kitap’tır. O hâlde ona (Kur’ân’ın emir ve yasaklarına) uyun ve (Allah'a isyan etmekten) korkun ki, size merhamet edilsin.

6/156. (Ey Mekkeliler!) “Bizden önce iki topluluğa (Yahûdî ve Hristiyanlara) indirilen (Tevrat ve İncîl isimli iki) Kitap, konuştuğumuz (Arapça) dil(in)de olmadığından biz onların okuyup öğrendiklerinden habersizdik.” dememeniz için (kendi lisanınızda Kur’ân’ı indirdik.)

6/157. Yahut "Eğer bize kitap indirilse idi, mutlaka onlardan (Yahûdî ve Hristiyanlardan) daha hidayette (doğru yolda) olurduk.” dememeniz için (size Kur’ân indirildi). İşte size Rabbinizden açık bir beyyine (delil ki, Muhammed aleyhisselâm ve Kur’ân), bir hidâyet ve bir rahmet olarak gelmiştir. Allah'ın âyetlerini yalan sayandan ve onlardan yüz çeviren (ve yüz çevirten)den daha zâlim kimdir (kim olabilir)? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirdikleri şeyden dolayı en kötü azapla cezalandıracağız.

6/158. (Resûlüm,) onlar (kâfirler) ancak kendilerine (azap) meleklerin gelmesini veya Rabbinin (azap emrinin) gelmesini yahut Rabbinin bazı âyet (mu’cize)lerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden (Kıyâmet alâmetlerinden) bazısı (güneş batıdan) geldiği (doğduğu) gün, daha önce îman etmemiş veya îmanında bir hayır (ihlas ve samimiyet) kazanmamış olan (ya da Münafık) bir kimseye (o günkü) îmanı (ihlâsa dönüşse, tevbe etse ve Münafık da gerçekten îman etse bile) fayda vermez (Mü’min,84-85). Çünkü îmanda esas olan “gayb”a îmandır). (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Siz (Rabbinizin azabını “üç alâmet”ten birini) bekleyin. Şüphesiz biz de (hep birlikte) bekliyoruz (sonunda sizin durumunuzu göreceğiz)."

6/159. Şüphesiz o kimseler (Yahûdi ve Hristiyanlar) ki, dinlerini(n esaslarını bozarak) parça parça ettiler. (Bazı hükümlerine inandılar, bazılarını inkâr ettiler. Peygamberlerin de bazısına inanmadılar “Nisâ,150”.) (Kitap geldikten sonra tefrikaya düşerek) fırkalara (ve gruplara) ayrıldılar. (Resûlüm,) senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. (Sen tebliğ görevini yapmaktasın. Artık senin onlar adına yapacağın hiçbir şey kalmamıştır. Onların ayrılık ve cezalandırılmalarından da sen sorumlu değilsin “Beydâvî ve Medârik”.) Şüphesiz onların işi (cezalandırılması), Allah'a kalmıştır. Sonra (o Allah, Ahiret’te) yapmakta olduklarını onlara haber verecektir.

(Bu âyetin Müslümanlardan çeşitli bozuk fırkalara ayrılanlarla ilgili “bk. Al-i İmrân,103” olduğunu söyleyen Müfessirler de vardır. Bunların başında İmam-ı Mâturîdî hazretleri, gelmektedir. Çeşitli tefsirler için: Bk. Beydâvî, Medârik, Kurtubî, Zâdu’l-Mesîr ve Te’vîlât.

Bu konuda meşhur hadis-i şeriflerden biri şöyledir:

Yahûdîler, yetmiş bir fırkaya ayrıldılar, hepsi Hâviye cehennemindedir, ancak biri hariç. Hristiyanlar, yetmiş iki fırkaya ayrıldılar, hepsi Hâviye cehennemindedir, ancak biri hariç. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, hepsi Hâviye cehennemindedir, ancak biri hariç “Beydâvî”; Ebû Dâvud, Sünnet 1; Tirmizî, Îman 18; İbn Mâce, Fiten 17. Bu hadis-i şeriflerde ateşten “kurtulan fırka”nın Hazret-i Peygamber’in ve güzide eshabının yolunda olan “el-cemâat” (Ehl-i Sünnet vel Cemâat) olduğu açıkça beyan buyrulmaktadır.)

6/160. Kim bir hasene (lâilâhe illâllah ve İslam dininin yapılmasını uygun gördüğü bir iyilik) ile gelirse, (yüce Allah’ın lütuf ve keremiyle) ona on (hatta yetmiş, yediyüz ve sınırsız “Beydâvî”) katı (sevap) vardır. Kim de bir seyyie (şirk ve İslam dininin yasakladığı bir kötülük) ile gelirse, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.

6/161. (Resûlüm,) de ki: "Şüphesiz Rabbim beni müstakîm (doğru) bir yola, kayyim (adâletli ve dosdoğru olan) bir dine, İbrahim'in hanîf (tek ilâh olan Allah’a yönelen) dinine hidayet eyledi (iletti). O (İbrahim peygamber), Allah'a şirk koşanlardan değildi."

6/162. (Resûlüm,) de ki: "Şüphesiz benim namazım, (kurban ve hacc gibi diğer bütün) ibâdetlerim, hayatım, ölümüm (bunların hepsi,) âlemlerin Rabbi Allah içindir (O’na îman ettim, bütün ibâdet ve iyiliklerim, ancak O’nun rıza ve rahmetine kavuşmak içindir."

6/163. "O'nun (yüce Allah’ın) hiçbir şeriki (ortağı) yoktur. İşte ben (Kur’ân’da) bununla (tevhid ve ihlâsla) emrolundum. Ben (hem kendi ümmetim, hem de bütün insanların içinde “Mîsak günü itibariyle”) Müslümanların ilkiyim “Kurtubî”. (Bk. Sünen-i Kübra, Beyhakî, Hadis No. 19161 ve 19162.)

6/164. (Kâfirler, peygamber aleyhisselâm’ı taptıkları putlara tapmaya davet etmişlerdi. Resûlüm,) de ki: "(Yer, gök ve bütün âlemlerde mevcut) her şeyin Rabbi O (Allah) iken, ben başka bir Rab mı arayayım? (Müşrik ve kâfirler, Müslümanlara bir çağrıda bulunmuşlardı: “Bizim yolumuza girin, sizin günahlarınızı biz yüklenelim “Ankebût,12”. Cevap:) Herkes günahı, yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez (İsrâ,15; Fâtır,18). Sonra (işlediklerinizin hesabını vermek üzere) dönüşünüz, ancak Rabbinizedir. O (Allah,) size, (Kıyâmet günü) ihtilâf etmekte olduğunuz şeyleri (haklıyı haksızı, itâatta ya da isyanda olanı) haber verecektir.

6/165. O (Allah) ki, sizi yeryüzünün halifeleri (birbirinizin yerine geçen ve oranın idaresinde sizi yetkili) yapan, size verdiği nimetler (akıl, irade, kabiliyet, makam, yetki, zenginlik,) konusunda sizi imtihan için kiminizi kiminize derecelerle üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, (verdiği nimetlere küfrederek kendisine âsi olanlara) cezası çok çabuk olandır. (Kâfirlere verilecek caza, gecikmiş gibi görünse de, her gelecek, yakındır.) Şüphe yok ki O (Allah), (nimetlerin kadrini bilerek Allah’a teslim olan, îman eden ve günahlarına tevbe edenleri) çok bağışlayandır, (itâat edenlere) çok merhamet edendir.

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿