9. TEVBE SÛRESİ Hazret-i Ali ve Hazret-i ibn Abbâs'tan nakledildiğine göre, “bismillah” lâfzında, em’an, berâat, güvence ve teminat vardır. Bu sûre, kâfirlere em’anı ve verilen güvenceyi kaldırmak için nâzil olmuştur (Medârik). Onun için sûrenin başında “besmele” zikredilmemiştir. 9/1. (Bu sûre,) Allah ve Resûlünden, kendileriyle andlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir ihtardır (ültimatomdur). (Müslümanlarla müşrikler, bir andlaşma yapmışlardı. Fakat müşrikler, bu andlaşmayı bozmuşlardı.) 9/2. (Ey Müşrikler!) Yeryüzünde dört ay (Şevval, Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem “Beydâvî”) daha (güven içinde serbestçe) dolaşın ve (şunu) iyi bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak (onun azabından kurtulacak) değilsiniz. Şüphesiz Allah, kâfirleri (cehennem’e göndermek suretiyle) rezil/perişan edecektir. 9/3. Hacc-ı ekber (Bayram’ın ilk veya Arefe) gününde, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir ilândır (duyurudur): Allah ve Resûlü, Allah'a şirk/ortak koşanlardan berîdir (uzaktır). Eğer (bu günahınıza) tevbe ederseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. Fakat (imandan) yüz çevirirseniz, (şunu) iyi bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak (onun azabından kurtulacak) değilsiniz. (Resûlüm, Allah’a ve dinine karşı gelen) kâfirlere, elem verici (çok acı) bir azabı müjdele! 9/4. Ancak kendileriyle andlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden, sonra da andlaşma (şart)larında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar müstesna (bu hükmün dışındadır). Onların andlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, Müttakîleri (ahdini bozarak günah işlemekten korkanları) sever. 9/5. Haram aylar (Recep, Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem ayı) çıkınca, bu (ahidlerini bozan, düşmanlarınızla işbirliği yapan) müşrikleri artık bulduğunuz (her) yerde (hıll veya harem bölgesinde olsa da) öldürün, onları yakalayın, hapsedin (esir alın, tutuklayın veya Mescid-i Haram’a girmelerine engel olun) ve bütün geçitlerini (yol başlarını) tutun (ki, ülkeye yayılmasınlar). Eğer (iman ederek şirkten) tevbe ederler, (beş vakit) namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah, gafûrdur (tevbe edenlerin günahlarını çok bağışlayandır), rahîm (çok merhamet eden)dir. (Harem bölgesi: Mekke-i Mükerreme’yi çevreleyen Harem bölgesinin sınırlarını ilk defa Cibrîl-i Emîn rehberliğiyle Hazret-i İbrâhim belirlemiş, sınırları gösteren işaretler daha sonra Hazret-i Peygamber tarafından yenilenmiştir. Bu sınırların Kâ’be’ye en yakını, 8 km. mesafede Medine istikametinde Ten‘îm; en uzak mesafede Tâif yönünde Zülhuleyfe 450 km.; Şam istikametinde Cuhfe 187 km.; Kuveyt istikametinde Karn 94 km.; Yemen istikametinde Yelemlem 54 km. ve Irak istikametinde Zât-ı Irk, Ka’be’ye 94 km. uzaklıktaki Mîkat/İhrama girme yerleridir. Hıll bölgesi: Hıll, harem bölgesini çevreleyen, Zülhuleyfe, Cuhfe, Karn, Yelemlem ve Zât-ı Irk adındaki yerleşim yerlerini birleştiren itibâri daire ile harem sınırları arasında kalan bölgedir. Bu bölgeye "hıll" adı, harem bölgesinde haram olan davranışların burada helal olması sebebiyle verilmiştir. Hıll bölgesinde bulunanlar “Hıllîler”, umre ve hac için bulundukları yerde ihrama girerler.) 9/6. Eğer (saldırmakla emrolunduğun) müşriklerden biri senden em’an dilerse (sığınma talebinde bulunursa), Allah'ın kelâmını işitebilmesi (ve iyice düşünme imkânı bulabilmesi) için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da (Müslüman olmazsa,) onu (kendi yurtlarında) güven içinde olacağı (bir) yere ulaştır. Bu, onların (din, iman ve da’vet nedir) bilmeyen bir kavim (topluluk) olmalarından dolayıdır. 9/7. Müşriklerin Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi (verdikleri sözde durmaları) nasıl olabilir? (Elbette olamaz. Çünkü onların İslam ve Müslümanlara karşı duydukları kin ve nefret, andlaşma şartlarını ortadan kaldırmıştır.) Ancak (Hudeybiye günü) Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle andlaşma yaptıklarınız hariç (müstesnadır). Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Şüphesiz Allah, Müttakîleri (verdikleri sözü bozmaktan korkan Müslümanları) sever. (Hicret’in 6. senesinde Fetih sûresinin 27. âyetindeki bir işaret üzerine Peygamber aleyhisselâm 1400 kişilik bir kâfile ile umre yapmak için Mekke’ye yöneldi “Buhârî, Megâzî 37”. Kafile, Hudeybiye mevkiinde - Mekke’ye 17 km. uzaklıkta - konakladı. Bunu haber alan Mekkeli müşrikler, umreye müsaade etmeyeceklerini bildirdiler. Bu durumda Müslümanlar, kâfirlerle savaşmak üzere bir ağaç altında “Fetih sûresi, 18” ölüm yemini ederek Hazret-i Peygamber’e bey’at/biat ettiler. Buna Bey’atü’r-rıdvân denir. Fakat sonra iki taraf bir andlaşma yaptı. Hudeybiye Andlaşması olarak tarihe geçen bu andlaşma ile Mekkeli müşrikler, Medine İslâm Devleti’ni resmen tanımış oldular “H.6/M.628”.) 9/8. (Yüce Allah’ın katında ve Resûlüllah’ın yanında) onların (müşriklerin) nasıl (bir ahde/sözleşmeye riayetleri olabilir)? Eğer onlar, size üstün gelselerdi (zafer kazansalardı), sizin hakkınızda ne bir yemin/akrabalık, ne de bir vecibe (andlaşma yükümlülüğü) gözetirlerdi. (Bunların hiçbirini yapmazlardı.) Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar, fakat kalpleri (iman etmediğinden münafıklar gibi) buna karşı çıkarlar. Onların pek çoğu, fasık (sözleşmeleri bozan isyankâr) kimselerdir. 9/9. Allah'ın (Kur’an) âyetlerini az bir pahaya (dünya menfeatine, rutbesine, makamına ve unvanına) sattılar da O’nun yoluna (Resûlüllah’ın bildirdiği temiz, pâk İslam’ın yayılmasına) engel oldular. (Bu durumda âyetleri değiştirerek veya onlara yanlış manalar vererek, insanların Resûlüllah’ın tebliğ ettiği İslam’ı öğrenmelerine mani oldular.) Onların yapmakta oldukları (halkın Allah’ın dinini doğru olarak öğrenmelerine engel olmak), gerçekten ne kötüdür! 9/10. Onlar, bir Mü'min hakkında ne bir yemin/akrabalık, ne de bir vecibe (andlaşma yükümlülüğü) gözetirler. (Bunların hiçbirini yapmazlar.) İşte onlar, saldırganların (sözleşmeleri bozan ve Allah’ın emirlerini terk edenlerin) ta kendileridir. 9/11. Eğer onlar (şirkten, nifaktan ve saldırganlıktan) tevbe edip (iman eder), (beş vakit) namazı kılar ve (nisap miktarı mala sahip olduklarında) zekâtı verirlerse, artık onlar, dinde sizin kardeşlerinizdir. Biz âyetleri, (hakkı) bilecek (üzerinde düşünerek, sonunda iman edecek) bir toplum için, (böyle) açıklarız. 9/12. Eğer (o kâfirler,) andlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize (eskilerin masalları, çağ dışı, çöl kanunu gibi ithamlarla) dil uzatırlarsa, küfrün (Fir’avun, Nemrut, Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi benzer) önderleriyle (fert olarak ilmen ve devlet olarak fiilen) savaşın. Çünkü onların (kâfirlerin) (ettikleri yeminlere riayet etmedikleri için) yeminleri (veya İslam’a imanları) yoktur. (Kâfirlerle savaşmaktan maksat, onlara eziyet vermek değil, onların küfür ve batıl inançlarına son verip Müslümanlara karşı yapmayı planladıkları eziyetlerden “Beydâvî”) onları vazgeçirmek içindir. 9/13. (Ey Mü’minler!) Yeminlerini bozan, peygamberi (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce kendileri sizinle (savaşa) başlamış olan bir kavimle (toplulukla) savaşmaz mısınız? (Yoksa) onlardan korkuyor musunuz? Hâlbuki Allah - eğer siz (gerçek) Mü'minler iseniz - kendisinden korkmanıza daha lâyıktır (asıl korkmanız gereken Allah’tır). 9/14. Onlarla (kâfirlerle) savaşın ki, Allah, onlara sizin ellerinizle (saldırmanızla) azâp etsin, onları (esir düşürmekle) rezîl/perişan etsin, onlara karşı size yardım etsin (sizi üstün kılsın) ve Mü'min bir kavmin (Huzâa topluluğunun) göğüslerine şifa versin (kalplerini ferahlandırsın!). 9/15. Onların (eziyet gören Mü’minlerin) kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin (iradesini imandan yana kullananın) tevbesini kabul eder. Allah, alîm (hakkıyla bilen)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir. 9/16. Yoksa siz, kendi hâlinize bırakılacağınızı mı zannettiniz (Ankebût,2) ki, Allah içinizden (samimiyetle) cihad edenleri - Allah'dan, Resûlü’nden ve Mü'minlerden başkasını dost/sırdaş edinmeyenleri - bilmeyecek? (Böyle düşünenler yanılıyorlar.) Allah, (işlerinizi) ne (maksatla) yaparsanız (hepsinden hakkıyla) haberdardır. (Bu âyette cihad konusunda isteksiz davranan Mü’minlere veya Münafıklara ihtar vardır “Beydâvî”.) 9/17. Müşriklerin (Allah'a şirk/ortak koşanların,) kendilerinin küfürlerine bizzat kendileri şahitlik ederlerken (kendilerinin kâfir olduklarını bile bile), Allah'ın mescitlerini imar etmeleri(yle ilgili iyilikleri) kabul olamaz. (Kâfirler, Mescid-i Haram’a, Ka’be’ye ve Hacılara su dağıtma gibi yaptıkları hizmetleri ileri sürerek, iyilik yaptıklarını iddia etmişlerdi. Ayet bunun üzerine inmiştir “Beydâvî”.) Onların (kâfirlerin) (iyilik olarak gördükleri) bütün amelleri, (imanları olmadığı için) boşa gitmiştir. Onlar, (Allah’ı “bir” bilip, şirki/küfrü kalplerinden çıkarmadıklarından dolayı) ateşte ebedî/sonsuz kalacaklardır. 9/18. Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, (beş vakit) namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve (dini konularda) Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder (inşaa eder, bakımını yapar ve ibadette kullanır). İşte onların hidayeti (Allah’ın razı olduğu doğru yolu) bulanlardan olmaları umulur. (Hidayette olanın “doğru yolda” olduğu kesin olduğu hâlde, bu âyette “asâ/umulur” kelimesiyle zikredilmesi, müşriklerin hidayet ve amellerinden faydalanma umudunu kırmak ve onları azarlamak, bir de Mü’minleri; hâllerine ve ibadetlerine mağrur olup onlara güvenmekten men etmek içindir “Beydâvî”.) 9/19. Siz (kâfirler,) hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın imarını (bakım ve onarımını), Allah'a ve âhiret gününe îman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? (Öyle mi görüyorsunuz?) Bunlar, Allah katında (asla) eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğunu (küfürde oldukları müddetçe) hidayete erdirmez. 9/20. Îman eden, (Medine’ye) hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerin Allah katındaki dereceleri çok büyüktür. (Bunların iman, ibadet ve tâatleri, kâfirlerin amelleriyle hiçbir zaman karşılaştırılmaz.) İşte onlar (Mü’minler), (Ahiret’te azaptan) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 9/21. Rableri onlara (Mü’minlere), kendi katından bir rahmet (dünyada yardım ve zafer), rıza (Mücadele,22) ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. 9/22. Onlar (Mü’minler) orada (cennet’te) ebedî/sonsuz kalacaklardır. Şüphesiz Allah katında büyük(lüğü idrak edilemeyecek) ecir (ve mükâfatlar) vardır. 9/23. Ey îman edenler! (Hitap, Kıyamet’e kadar gelecek bütün Mü’minlere olmakla birlikte, hicret etmeyip küfür topluluğu içinde kalan Müslümanlaradır “Kurtubî”.) Eğer babalarınız ve kardeşleriniz (bile olsa,) küfrü îmana tercih ederlerse, onları dostlar edinmeyin (itikatlarını sevmeyin). İçinizden kim, onları veli/dost edinirse, işte onlar, zâlim (kâfir)lerin ta kendileridir. 9/24. (Resûlüm, hicret etmeyip küfür topluluğu içinde kalan Müslümanlara) de ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz (eşleriniz), aşiretiniz (kabileniz), kazandığınız mallar, kesada (zarara) uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, peygamberinden ve O'nun yolunda cihattan daha sevimli geliyorsa, artık Allah'ın emri (dünya veya Ahiret’teki azap) gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasıklar topluluğunu hidayete (hak yola) erdirmez." 9/25. Yemin olsun, Allah birçok yerde (savaşta) ve Huneyn savaşı gününde (çokluğunuza güvenerek, perişan olmuş iken Allah, Melekler göndermiş “Beydâvî” ve) size yardım etmiştir. Hani (o gün) çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir fayda sağlamamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (dağılarak) gerisingeriye dönmüştünüz. (Huneyn, Mekke'den Tâif istikametinde, Mekke'ye yaklaşık on mil/16 km. uzaklıkta bir vadinin adıdır. Savaş Müslümanlarla müşrik Havâzin kabilesi arasında H.8/M.630 tarihinde Şevvâl ayında olmuştur. Müslümanlar 12 bin, düşman tarafı 4 bin idi “Beydâvî”. Havâzin, pusu kurarak Müslümanları önce dağıtmışlarsa da sonra Müslümanlar toparlanarak Allah’ın yardımıyla düşmanı hezimete uğratmış ve zafere ulaşmışlardır.) 9/26. (Huneyn’de ilk taarruzda Müslümanların dağılmasından) sonra Allah, Resûlü ile Mü'minler üzerine kendi katından sekîne (sükûnet, cesaret ve huzur) indirdi (Müslümanlar tekrar hücuma geçtiler). Bir de sizin göremediğiniz (Meleklerden) ordular indirdi ve kâfirlere azap verdi (hezimete uğrattı). İşte bu, kâfirlerin (dünyadaki ölüm, esaret ve sürgün) cezasıdır. 9/27. (Huneyn savaşı zaferle sonuçlandıktan) sonra (kâfirlerden bir kısmı tevbe edip Müslüman oldular.) Allah, bunun ardından dilediği (iradesini İslam’dan yana koyan) kimsenin tevbesini kabul eder. Allah, gafûrdur (günahlarına tevbe edeni bağışlayandır), rahîm (çok merhamet eden)dir. 9/28. Ey îman edenler! Müşrikler (Allah'a şirk/ortak koşanlar) ancak bir neces (pislik)tir. (Çoğu Müfessirlere göre bu neces, kalplarindeki “küfür”dür.) Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. (İmam-ı Ebû Hanife “hac ve umre’den yasak edilmişlerdir, mutlak olarak Mescid-i Haram’a girmeleri değildir.” demiştir. İmam-ı Malik “hiçbir mescide giremezler” diyerek, hükmü genellemiştir “Beydâvî”. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Ahmed ise, “sadece Mescid-i Harâm'a giremezler” görüşleriyle hükmü sınırlamışlardır “Medârik ve Zâdü’l-Mesîr”.) Eğer yoksulluktan (fakir kalmaktan) korkarsanız, Allah dilerse, lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah, alîm (en iyi bilen)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir. 9/29. Kendilerine kitap verilen (Hristiyan ve Yahudi)lerden Allah'a ve Ahiret gününe îman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını (içkiyi) haram saymayan ve (kendinden başka bütün dinleri yürürlükten kaldıran) hak din (İslâm’)ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın. 9/30. Yahûdiler, "Uzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hristiyanlar da, "Îsa Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (haktan uzak) sözleridir. Onların bu sözleri, daha önce kâfirlerin (bâtıl ve küfür) sözlerine benziyor. Allah, onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) çevriliyorlar! 9/31. (Yahûdiler) Allah'ı bırakıp, hahamlarını, (Hristiyanlar da) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i “rabb” edindiler. (Allah'ın haram kıldıklarını helâl, helâl kıldıklarını haram saymak hususunda Allah'a değil, onlara uydular “Celâleyn”.) Hâlbuki, onlar da (kul olduklarından) ancak, bir olan (Allah’)a ibâdet etmekle emrolunmuşlardır. O'ndan (Allah’tan) başka hiçbir ilâh yoktur. Sübhanallah, O (Allah), onların şirk/ortak koştukları her şeyden münezzehtir (uzaktır). 9/32. (Kâfirler) Allah'ın (İslam) nûrunu (ışığını) ağızlarıyla söndürmek (Resûlüllah’ın peygamberliğini zayıflatmak) istiyorlar. Fakat kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nûrunu (İslam dinini) mutlaka tamamlayacak (ve onu diğer dinlere üstün kılacak)tır (Tevbe,33 ve 40). 9/33. O (Allah) ki, müşrikler hoşlanmasalar da, (O,) dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak din (İslam i)le gönderendir. 9/34. Ey îman edenler! (Yahudi din adamları) Hahamlardan ve (Hristiyan din adamları) râhiplerden birçoğu, insanların mallarını bâtıl (zulümle, haksızlık)la yerler ve Allah'ın yolundan (dininden) çevirirler. (Resûlüm,) altın ve gümüşü biriktirerek onları Allah yolunda harcamayanları (zekâtını vermeyenleri) elem dolu (çok acı) bir azapla müjdele. 9/35. O (Kıyamet) gün(ünde) bunlar (zekâtı verilmeyen altın, gümüş ve mallar), cehennem ateşinde kızdırılır da onlarla (sahiplerinin) alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. "İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Haydi, biriktirdiğiniz şeyleri(n azabını) tadın!" (denilir.) 9/36. Şüphesiz Allah katında ayların sayısı - Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki kitabında (Levh-ı Mahfûz’da) - on ikidir. Bunlardan dördü (Zilka’de, Zilhıcce, Muharrem ve Receb) haram (savaş ve kan dökülmesi yasak olan) aylardır. İşte (ne fazla, ne eksik hesap için) en doğru din (kanun) budur! Bu durumda o aylarda (yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin. Fakat Müşrikler (Allah'a ortak koşanlar) sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki, şüphesiz Allah, (haram işlemekten sakınan) Müttakîler(e yardım etmek)le (onlarla) beraberdir. 9/37. (Bir haram ayı, haram olmayan bir ay ile) erteleme (nesî’/ayların yerlerini değiştirme) işi, ancak küfürde bir ziyadedir (küfürlerinin üzerine bir küfür daha koymaktır) ki, onunla kâfirler (haktan) saptırılır. Onu (geciktirme/değiştirme işini) bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığının sayısına denk getirsinler de Allah'ın haram kıldığını helâl yapsınlar diye. (Böylece) onların bu kötü (küfür) işleri, (iradelerini küfürden yana kullandıklarından) kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah, kâfir bir toplumu (küfrü terketmedikleri müddetçe) hidayete erdirmez. 9/38. (Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, Müslümanları Tebük gazvesine/seferine da’vet etmişti. Ancak bu da’vet, aşırı sıcaklık ve uzaklıktan dolayı bazı Müslümanlara ağır gelmişti. Bu arada Münafıkların fitnesi de olmuştu. Bunun üzerine bu âyet, nâzil oldu. Fakat hitap, umumî geldi.) Ey îman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda sefere çıkın!" denildiği zaman, yere çakılıp kaldınız. Yoksa Ahiret’te karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz? Hâlbuki Ahiret’e göre dünya hayatının faydası, pek azdır. (Hicretin 9. senesinde Bizans ordusuna karşı 30 bin kişilik bir orduyla - Hazret-i Peygamber’in son seferi - Tebük seferine çıkıldı. Tebük, Medine’ye yaklaşık 700 km. uzaklıkta bir yerdir. İslam ordusu, Tebük’e geldi. Fakat Bizans ordusu, savaşmadı ve geri çekildi.) 9/39. Eğer (emrolunduğunuz bu cihada) çıkmazsanız, (Allah) sizi acıklı (kıtlık veya düşman istilâsı gibi) bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka (itâatkâr) bir topluluk getirir. Siz (savaşa çıkmamakla) O'na (Allah’a veya yardım etmemek suretiyle Resûlüllah’a) hiçbir zarar veremezsiniz. (Yüce Allah’ın hiçbir kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.) Allah, her şeye (bir kavmi helâk edip diğerini getirmeye) hakkıyla kâdirdir. 9/40. Eğer siz (Müslümanlar) ona (Peygamberim Muhammed aleyhisselâm’a) yardım etmezseniz - kâfirler onu iki kişiden biri olarak (Hazret-i Ebû Bekir’le birlikte Mekke'den) çıkardıkları zaman - Allah ona yardım etmişti. O vakit onlar (Sevr dağında) mağarada idiler. Hani o arkadaşına (Hazret-i Ebû Bekr’e), "Üzülme, Allah bizimle beraberdir." diyordu. Allah da onun üzerine sekîne (emniyet, sükûnet ve huzur) indirdi, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım (Meleklerden) ordularla onu destekledi, böylece kâfirlerin (şirk/küfür) sözünü alçalttı. Allah'ın (tevhîd ve İslâm da’veti) kelimesi ise, zâten en yücedir. Allah, azîz (mutlak kuvvet sahibi)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir. 9/41. Hafif ve ağır (genç yaşlı; yaya binekli; fakir zengin; darlıkta bollukta; bekâr evli; sağlıklı hasta; hafif silahlı ağır silahlı “Zâdu’l-Mesîr”) olarak Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla ve canlarınızla (her ikisiyle veya biriyle “Beydâvî”) Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için (onu terkten) hayırlıdır. (Bu âyet, Tevbe,91 ve 122 âyetleriyle nesh edilmiştir “Zâdu’l-Mesîr”. Ama’ya/Gözleri görmeyen birine savaşa katılmadığı için vebal yoktur “Fetih,17; Nûr,61”. Ancak âyetin mensûh olmadığını söyleyen âlimler de vardır “Semerkandî”. Bu âlimlere göre âyetin hükmü sınırlandırılmıştır.) 9/42. Eğer (da’vet olunan şey) yakın (dünyaya âit) bir menfaat ve kolay bir yolculuk olsaydı (o münafıklar,) mutlaka sana uyar (sefere katılır)lardı. Fakat meşakkatli yol, onlara uzak geldi. Bununla beraber onlar (Münafıklar), "Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber (sefere) çıkardık." diye (yalan yere) Allah'a yemin edeceklerdir. Böylece onlar (sana tâbi olmadıkları ve yalan söyledikleri için) kendilerini helâke sürüklüyorlar. Allah, biliyor ki, şüphesiz onlar, muhakkak yalancıdırlar. 9/43. (Resûlüm,) Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalancıları da sen bilinceye kadar onlara niçin izin verdin? (Tebük seferine katılmamak için yalan bahaneler ileri sürerek, Resûlü Ekrem’den izin isteyen münafıklara Resûlüllah, izin vermişti. Bu âyette onun bu husustaki hatalı ictihadı/zellesi bildiriliyor “Beydâvî”) 9/44. Allah'a ve âhiret gününe îman eden (Mü’min)ler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmek(ten geri kalmak) için senden izin istemezler. Allah, Müttakîleri (ihlâs sahibi Mü’minleri) çok iyi bilendir. 9/45. (Cihada katılmamak için) ancak Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, (dinde) kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayan (münafık)lar senden izin isterler. 9/46. Eğer onlar (Münafıklar,) (cihada) çıkmak isteselerdi, elbette onun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların (Münafıkların) (kalplerindeki nifak sebebiyle) harekete geçmelerini (ve halis Müslümanlara zarar vermelerini) istemedi ve (iradelerini şeytanın telkinleri yönünde kullanan) onları (korkaklık ve tembellikleri yüzünden) alıkoydu. (Yüce Allah, iradesini şer/kötülükte kullanan kulunun fiilini yaratır. Çünkü tek yaratıcı O’dur. Fakat kötülüğün işlenmesinden razı değildir.) Onlara: "Oturun (evlerinizde), oturan (hastalar, kadınlar, çocuk)larla beraber!" denildi. 9/47. Eğer onlar (Münafıklar) da sizin içinizde (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı. Muhakkak (düşmanlık ve) fitne çıkarmak için (lâf taşıyıcılık yaparak) aranızda koşarlardı. İçinizde onları dinleyecek (zayıf inançlı veya kovuculuk yapacak) kişiler de vardı. Allah, zâlim (Münafık kişi)leri(n Ahiret’te uğrayacakları azabı) hakkıyla bilendir. 9/48. Yemin olsun ki, bunlar önce de (Medine’ye hicret ettiğinde ve Uhut’ta münafık İbn Übeyy ve adamları) fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı çeşitli işler çevirmişler (senin tebliğ ettiğin dini tuzaklar kurarak iptal etmeyi düşünmüşler)di. (Fakat) sonunda hak (yardım ve zafer) geldi ve onlar istemedikleri hâlde, Allah'ın emri (İslâm) üstün geldi. 9/49. Onlardan (Münafıklardan Cedd b. Kays gibisi:) "Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme!" diyen de vardır. (Resûlüm,) bilmiş ol ki, onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki, cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır (Onlar için cehennem’den kurtuluş yoktur). 9/50. (Resûlüm,) sana (zafer ve ganimet gibi) bir iyilik gelirse, bu onları (Münafıkları) üzer. Eğer başına (şiddet, sıkıntı, savaşta bozulma gibi) bir musîbet gelirse, "Biz tedbirimizi önceden almıştık." derler ve sevinerek dönüp giderler (yaptıklarını beğenirler ve imandan yüz çevirirler). 9/51. (Resûlüm,) de ki: "Bizim başımıza ancak, Allah'ın bizim için yazdığı (takdir ettiği) şeyler gelir. O, bizim Mevlâmız (velîmiz, koruyucumuz ve yardımcımız)dır. Onun için Mü'minler, yalnız Allah'a tevekkül etsin (güvensin)ler." 9/52. (Resûlüm, o münafıklara) de ki: "Siz bizim için ancak iki güzellik/iyilik (zafer veya şehitlik)ten birini mi bekliyorsunuz. Biz de (sizin için iki kötülükten biri) Allah'ın kendi katından (gökten) size bir azap/ceza indirmesini veya (diğeri savaşta) ellerimizle (sizi katletmeyi/küfür üzere öldürmeyi) bekliyoruz. Haydi bekleyin (gözleyin bakalım)! Şüphesiz biz de sizinle birlikte (âkıbetinizi) beklemekte (gözlemekte)yiz." 9/53. (Resûlüm, o münafıklara yine) de ki: "İster isteyerek, ister kerhen/istemiyerek (sadaka) verin, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz, fasık (münafık) bir topluluksunuz." 9/54. (Münafıkların) sadakalarının kabul edilmesine mani/engel olan, sadece şudur: Allah'ı ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri (namaz konusunda tembellik göstermeleri) ve ancak gönülsüzce (Allah yolunda) sadaka vermeleridir. 9/55. (Resûlüm,) onların (münafıkların) malları ve çocukları(nın çokluğu) seni imrendirmesin. Allah, ancak bunlar sebebiyle (günahlerının artması için) onlara dünya hayatında (bir istidraç olarak bunları vermiştir ki, Ahiret’te onlara “Semerkandî”) azabetmeyi ve onların canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor. (Çünkü münafıklar, bütün tebliğ ve uyrılara rağmen kalplerindeki küfrü bırakmamışlardır.) 9/56. (Münafıklar,) mutlaka siz (Mü’minler)den olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Hâlbuki onlar, sizden değildirler. Fakat onlar, (kılıçlarınızdan) korkan (bu yüzden de şeklen Müslüman görünen) bir topluluktur. 9/57. Eğer (münafıklar, sizden korunmak için) bir sığınak veya (gizlenecek) mağaralar yahut sokulacak bir delik/yer bulsalardı, elbette hemen oraya doğru koşarlardı. 9/58. (Resûlüm, münafıkların) içlerinden bir kısmı sadakalar(ın/ganimetlerin bölünmesi konusun)da (“ey Muhammed âdil ol” gibi terbiyesizce) sana dil uzatanlar var. Kendilerine ondan (pay) verilirse, hoşnut olurlar, eğer ondan kendilerine (pay) verilmezse, hemen kızarlar. 9/59. Eğer onlar (münafıklar), Allah ve Resûlünün kendilerine verdiği (ganimet ve benzerleri)ne razı olup: "Bize Allah yeter. Yakında Allah da lütuf ve ihsanından bize verecek, Resûlü de. Biz yalnız Allah'a rağbet eder (onun bizi zenginleştirmesini diler)iz." deselerdi (kendileri için çok hayırlı olurdu “Celâleyn”). 9/60. Sadakalar (nisap miktarı mal ve paraya sahip olanların verdikleri zekâtlar), Allah'tan bir farz olarak, ancak (nisap miktarı mal ve parası olmayan) fakirler, (çok fakir olan) düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm'a ısındırılacak olanlar (bunlara zekât verilmemesi konusunda “nesh” ve “icmâ” vardır “bk. İbn Âbidîn, Zekât bölümü”), (hürriyetine kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, alîm (hakkıyla bilen)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir. 9/61. (Yine) onlardan (münafıklardan) peygamberi inciten ve "O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır." diyenler de vardır. (Resûlüm,) de ki: "O, sizin için bir hayır kulağıdır ki, Allah'a iman eder (O’ndan geleni tasdik eder), Mü'minlere inanır (onların sözlerinin doğru olduğuna inanır, onları tasdik eder,). İçinizden (lisanen) iman edenler için de bir rahmettir (münafıkların sırlarını ifşa etmez). Allah'ın Resûlünü inciten (münafık kişi)ler için ise, (dünya ve Ahiret’te) çok acıklı bir azap vardır." 9/62. (Ey Mü’minler! Münafıklar, Peygamber’e eziyet etmediklerine dair) sizi razı etmek için, Allah'a yemin ederler. Eğer (gerçekten) Mü'min iseler (bilsinler ki), Allah’ı ve Resûlü'nü razı etmeleri daha doğrudur. 9/63. (O münafıklar,) bilmediler mi ki, kim, Allah'a ve Resûlüne karşı gelir (muhalefet eder)se, içinde ebedî/sonsuz kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu, en büyük rüsvaylık (perişanlık)tır. 9/64. Münafıklar, kalplerinde olan (nifak)ı kendilerine haber verecek bir sûrenin indirilmesinden çekinirler. (Resûlüm,) de ki: "Siz alay ede durun! Allah, çekindiğiniz şeyi (nifakı) ortaya çıkaracaktır." 9/65. Eğer (Tebük seferine giderken) onlara (münafıklara) (niçin alay ettiklerini) sorsan: "Biz sadece lâfa dalmış ve aramızda eğleniyor (şakalaşıyor)duk." derler. (Resûlüm,) de ki: "Allah'la, O'nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?" 9/66. (Yalan söylemeyin ve boşuna) özür dilemeyin! Çünkü siz, (açıktan) îman ettikten sonra (gizlice) kâfir oldunuz. İçinizden (tevbe eden) bir kısmınızı affetsek bile, bir kısmını da (tevbe etmeyip nifak ve alay etme) suçlarında ısrar ettiklerinden dolayı cezalandıracağız. 9/67. Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (münâfıklıkta ve îmandan uzaklıkta hepsi birbirlerine benzer). Kötülüğü (küfür ve isyanı) emreder ve iyiliği (iman ve tâati) yasaklarlar. Ellerini de sıkı tutarlar (cimridirler). Onlar, (zikir ve tâati terkettiklerinden) Allah'ı unuttular, (ancak) Allah da onları unuttu (rahmetinden uzaklaştırdı). Şüphesiz münafıklar, fasık (kâfir olan)ların ta kendileridir. 9/68. (Her şeye kadir olan) Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, (iman etmediklerinden dolayı) içinde ebedî/sonsuz kalmak üzere cehennem ateşini va'detti. O, (azap ve ceza olarak) onlara yeter. Allah, onlara lânet etmiş (rahmetinden uzaklaştırıp ceza vermiş)tir. Onlar için (orada) sürekli bir azap vardır. 9/69. (Ey münafıklar,) siz de tıpkı sizden önceki (kâfir)ler gibi (Allah’a iman etmeyip küfür üzere)siniz. Onlar, sizden daha kuvvetli, malları ve çocukları daha çok idi. Onlar, (dünya hayatında) nasipleri kadar istifade ettiler. Sizden öncekiler, nasipleri kadar faydalandıkları gibi, siz de nasibiniz kadar faydalandınız. Onların (bâtıla) daldıkları (peygamberleri yalanladıkları) gibi, siz de (dünya zevkine) daldınız (ve peygamberi yalanladınız). İşte onların (iman etmediklerinden dolayı) dünyada da Ahiret’te de amelleri (hayır olarak gördükleri bütün işleri) boşa gitmiş (fayda vermemiş)tir. İşte onlar, hüsrana (Ahiret’te sonsuz ziyana) uğrayanların ta kendileridir. 9/70. (Resûlüm,) onlara (senin tebliğ ettiğin İslam’a inanmayanlara) kendilerinden öncekilerin (ki,) (Hazret-i) Nûh, (Hazret-i Hûd’un peygamber gönderildiği) Âd ve (Hazret-i Sâlih’in peygamber gönderildiği) Semûd kavimlerinin ve (Hazret-i) İbrahim kavminin; (Hazret-i Şuayb kavmi olan) Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri (onlara) ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mu’cizeler getirmiş (haram ve helâli tebliğ etmiş)ti. (Fakat onlar, iman etmedi ve isyan ettiler, Allah da onları cezalandırdı.) Bu durumda Allah onlara zulmetmiş değildi, fakat onlar, (küfür ve isyanları sebebiyle) kendilerine zulmetmiş (azabı hak etmiş)lerdi. 9/71. Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, (koruyup gözetme ve yardımlaşmada) birbirlerinin velisidirler. (Onlar,) iyiliği (imanı ve Resûlüllah’a itâatı) emreder, kötülüğü (şirk, küfür ve isyanı) men eder/yasaklarlar. (Beş vakit) namazı (dinin emrettiği şekilde) dosdoğru kılar ve (nisap miktarı mala ve paraya sahip olanlar) zekât(ların)ı verirler. Allah'a ve Resûlüne itâat ederler. İşte Allah, onlara rahmet edecektir (cehennem ateşinden onları koruyacaktır). Şüphesiz Allah, azîz (yenilmeyen mutlak kuvvet sahibi)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir. 9/72. (Rahîm olan) Allah, Mü'min erkeklere ve Mü'min kadınlara, ebedî/sonsuz olarak kalacakları, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel meskenler (köşkler) va'detti. Allah'ın (onlardan) razı olması ise, hepsinden büyüktür. (Çünkü her nimete kavuşmada, Allah’ın rızası vardır.) İşte (cehennem azabından) büyük kurtuluş (ve sonsuz seâdete/mutluluğa kavuşma), budur! 9/73. Ey peygamber(im)! Kâfirlere (savaşla) ve münafıklara karşı da (sözle, delil ve şer’î hadleri uygulayarak) cihad et ve onlara karşı sert davran. (Küfür, isyan ve nifaklarından dolayı) onların varacakları yer, cehennemdir. Orası, ne kötü bir dönüş/varış yeridir! 9/74. (Münafıklar - dan Cülas b. Süveyd, Peygamber hakkında kötü bir söz -) söylemediklerine dair Allah'a yemin ederler. Hâlbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve (açıktan sözde) Müslüman olduktan sonra (gizledikleri küfrü açığa vurarak) kâfir oldular. (Ayrıca) başaramadıkları bir şeye (sû-i kast plânı hazırlayarak Peygamberi öldürmeye) yeltendiler. Sırf Allah ve Resûlü, Allah'ın lütfiyle kendilerini (ganimetlerle) zengin etti diye öc almağa kalktılar. (İyiliğe karşı, kötülükte bulundular. Peygamber aleyhisselâm Medine’ye geldiği ilk yıllarda münafıklar, son derece fakir idiler. Resûlüllah, onların zengin olmalarını sağladığı hâlde, onlardan yardım/dayanışma değil, ihanet geldi. Bununla beraber) eğer (nifaktan) tevbe eder (ve iman eder)lerse, kendileri için hayırlı olur. Şayet (tevbe ve imandan) yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada ve Ahiret’te elem dolu (acı) bir azaba çarptıracaktır. (Artık) onların yeryüzünde ne bir dostu, ne de bir yardımcısı vardır. 9/75. Onlardan (Sa’lebe b. Hâtıb): "Eğer Allah bize lütuf ve kereminden (mal) verirse, mutlaka zekâtı veririz ve mutlaka salihlerden oluruz." diye Allah'a söz verenler vardır. (Sa’lebe, zengin olması için Resûlüllah’a geldi ve ondan malının çok olması için dua istedi. Resûlüllah da “şükrü edilen az mal, şükrü yapılmayan çok maldan hayırlıdır” dedi. Fakat o, malının çok olması için dua talebinde ısrar etti. Resûlüllah da dua etti, malı çoğaldı, hatta vadiler dolusu davarları oldu. Fakat cemâate ve Cuma namazlarına gelemez oldu. Resûlüllah, mallarının zekâtı için memurlar gönderdi. Memurlara, “istenilen bu miktar çok, dönün, bir düşüneyim” dedi. Bunun üzerine âyet nâzil oldu. O da zekâtını bizzat Peygamber aleyhisselâm’a getirdi. Fakat Resûlüllah: “Allah, beni, senin zekâtını almaktan men etti” dedi. Çok pişman oldu. Resûlüllah “bu amelinin cezasıdır. Sen istediğim zaman verecektin” buyurdu. Bir müddet sonra Resûlüllah, dâr-ı ukbaya göçtü. Sa’lebe, zekâtını, Hazret-i Ebû Bekr’e, Hazret-i Ömer devrinde de halifeye getirdiyse de hiçbiri – Hazret-i Peygamber’in kabul etmediği zekâtı - kabul etmedi. Hazret-i Osman devrinde de Sa’lebe öldü “Beydâvî”.) 9/76. Fakat Allah, lütuf ve kereminden onlara (kalplerinde nifak olanlara) (mal) verince, onda (zekâtı vermede) cimrilik ettiler ve (zakat emrine) yüz çevirerek dönüp gittiler. (Zekât memurlarına davarlarının zekâtını vermediler “Bk. Tevbe,75. Âyet”.) 9/77. Nihayet Allah, kendisine (yüce Allah’a) verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, (huzuruna çıkıp) karşılaşacakları (Kıyamet) gün(ün)e kadar onların kalplerine bir nifak/münafıklık yerleştirdi (“Bk. Tevbe,75. Âyet”.) 9/78. Bilmediler mi ki, Allah onların (münafıkların) sırlarını da, gizli konuşmalarını/fısıltılarını da bilir. Şüphesiz Allah, gaybleri (mahlûkata, gizli ve kapalı olan her şeyi) çok iyi bilendir. (Gaybler, O’na gizli kalmaz.) 9/79. Sadaka (zekât)lar hususunda (farz olan miktarın dışında) gönüllü bağışta bulunan Mü'minler ile güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlara dil uzatır (lâf atar) ve onlarla (kaş göz hareketiyle) alay eden (münafık kişi)ler yok mu, işte Allah, asıl onlarla alay etmiş (cezalarını vermiş)tir (Bakara,15). Onlar için (Ahiret’te de) elem dolu (çok acıklı) bir azap vardır. 9/80. (Resûlüm,) onlar (münafıklar) için ister istiğfar et, ister istiğfar etme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kere istiğfar etsen (bağışlanma dilesen) de, Allah onları asla affetmeyecektir. (Çünkü) bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık (kâfir) topluluğunu (kalplerinden küfrü çıkarmadıkları müddetçe) hidayete (Allah’ın razı olduğu hak yola) erdirmez. 9/81. Allah'ın Resûlüne muhalefet için (Tebük seferine çıkmayıp savaştan) geri kalan (münafık)lar, (evlerinde, yurtlarında) oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi ve (birbirlerine:) "Bu sıcakta sefere çıkmayın." dediler. (Resûlüm, onlara) de ki: "Cehennemin ateşi (Tebük yolculuğundan) daha sıcaktır." Keşke (bunu) anlasalardı. 9/82. Artık (o münafıklar, sefere katılmamak suretiyle) kazandıkları (günahları)nın cezası olarak, (dünyada) az gülsünler ve çok ağlasınlar. 9/83. (Resûlüm,) eğer (bundan böyle) Allah seni onlardan (münafıklardan) bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: "Artık siz (münafıklar) benimle birlikte ebediyyen (cihada) çıkmayacak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Çünkü siz baştan yerinizde (evinizde, yurdunuzda) oturup kalmaya razı oldunuz. Şimdi de (gazadan) geri kalan (kadın, çocuk ve hasta)larla birlikte oturun." 9/84. (Resûlüm) onlardan (münafıklardan) ölen hiçbirine (cenazeleri için) asla namaz kılma ve (defnetmek ve ziyaret etmek için) kabrinin başında durma (dua ve istiğfarda bulunma)! Çünkü onlar, Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık (kâfir) olarak öldüler. (Ayet-i kerime, münafıkların reisi Abdullah b. Ubeyy hakkında inmiş ve Resûlüllah, cenaze namazını kılmamıştır. Ancak âyetin “namazını kıldıktan sonra” geldiğine dair rivayetler de vardır “Semerkandî ve Beydâvî”.) 9/85. (Resûlüm,) onların (münafıkların) malları ve çocukları(nın çokluğu) seni imrendirmesin. Allah, ancak bunlar sebebiyle (günahlerının artması için) onlara dünya hayatında (bir istidraç olarak bunları vermiştir ki, Ahiret’te onlara “Semerkandî”) azabetmeyi ve onların canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor. (Çünkü münafıklar, bütün tebliğ ve uyrılara rağmen kalplerindeki küfrü bırakmamışlardır “Tevbe,55”.) 9/86. "Allah'a îman edin ve Resûlü ile birlikte cihat edin." diye bir sûre (Tevbe sûresi) indirildiğinde, onlardan (münafıklardan zengin ve) servet sahibi olanlar, senden (sefere/savaşa katılmamak için) izin istediler ve "Bizi bırak da oturup kalan (güçsüz ve zayıf)larla birlikte olalım." dediler. 9/87. Onlar (münafıklar) geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve (iman etmedikleri ve Resûlüllah ile alay ettiklerinden dolayı) kalpleri üzerine (küfürden “Tevbe,85”) damga vuruldu. Artık onlar, (iman ve İslam’ın tebiğini duymaz ve) anlamazlar. 9/88. Fakat peygamber ve beraberindeki Mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar (zafer, ganimet, cennet ve huriler “Rahmân,70”), onlarındır. ve onlar, (cehennem azabından) kurtuluşa erenlerin (ve bütün isteklerine kavuşacakların) ta kendileridir. 9/89. Allah onlara (Mü’minlere), içinde ebedî/sonsuz kalacakları, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en büyük seâdettir/mutluluktur. 9/90. (Medine dışındaki Esed ve Gatafan kabileleri olan münafık bedevî) Araplardan (sefere/cihada katılmamak için) mazeret (aile, çoluk çocuk ve sıkıntılarını) ileri sürenler, kendilerine izin verilmesi için (Resûlüllah’a) geldiler. Allah'a ve Resûlüne yalan söyleyen (Medineli münafık kişi)ler ise, (mazeret bile belirtmeden evlerinde, yurtlarında) oturup kaldılar (sefere katılmadılar). Onlardan kâfir olanlara elem dolu (çok acıklı) bir azap isabet edecektir. 9/91. Allah'a ve Resûlüne (yalan söylemeyip iman ve tâatte) dürüst (sadık ve samimi) oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve (seferde) harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere/cihada katılmadıkları için) bir günah yoktur. Muhsinlere/iyilere karşı da (onları sorumlu kılacak ve cezalandıracak) bir yol yoktur. (Meşru sebeplerle yapılamayan emir ve tâatler, cazadan muaftır.) Allah, gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîm (çok merhamet eden)dir. 9/92. (Resûlüm, Ensar’dan yedi sahâbe-i kiram cihada katılmak üzere) kendilerine binek sağlaman için sana geldikleri zaman: "Sizi bindirecek bir şey (binek) bulamıyorum." deyince, (bu uğurda) harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözlerinden yaşlar aka aka geri dönenlere de (bir günah ve sorumluluk) yoktur. 9/93. (Cihada katılmamaktan dolayı günah ve) sorumluluk, ancak zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar (cihattan) geride kalan (kadın, hasta ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular. (Bunlar, kalpleriyle değil, dilleriyle iman etmiş görünen münafıklardır. Onun için) Allah da (onların yalan, nifak ve küfür dolu) kalplerini (hakka açılmamak üzere) mühürledi. Artık onlar (cihada katılmanın dinî ve dünyevî faydalarını, katılmamanın da âkıbetini ve cezasını) bilmez (ve idrak edemez)ler. 11 9/94. (Seferden) dönüp onların (münafıkların) yanına geldiğinizde, sizden özür dileyeceklerdir. (Resûlüm,) de ki: "(Boşuna) özür dilemeyin. Size asla inanmıyoruz. Çünkü (her şeye kâdir) Allah, bize sizin durumunuzu (vahiy ile) bildirdi. (Ey münafıklar, saklamanıza ve yalan söylemenize gerek yok. Bütün) davranışlarınızı (nifak ve hilelerinizi) Allah (her zamanki gibi) ve Resûlü de görecek (yüce Allah dilediğinde Resûlü vasıtasıyla biz Müslümanlara bildirecek)tir. Sonra (ey münafıklar,) hepiniz, gaybı da şehadet âlemini de (görülmeyen ve görüleni) bilene (Allah’a) döndürüleceksiniz. O (Allah) da size (dünyada hayır ve şer) bütün yapmakta olduklarınızı (Ahiret’te) haber verecektir." 9/95. (Tebük seferi dönüşü, size katılmayan münafıkların) yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerinden yüz çevirmeniz (gazadan geri kalma konusunda cezalandırmaktan vazgeçmeniz) için (özürlü olduklarına dair) Allah’a yemin edecekler. (Resûlüm,) artık onlardan yüz çevirin (onları azarlamayın). Çünkü onlar, “rics”tir (kalpleri nifak, yalan ve küfür “pisliği” ile doludur). (Dünyada) kazandıkları (günahları)nın karşılığı olarak, (Ahiret’te) varacakları yer de cehennem (ateşi)dir. 9/96. (Münafıklar,) kendilerinden razı olmanız için, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile, (her şeye kâdir) Allah, o fasıklar (kâfirler) topluluğundan (gazaya/sefere katılmadıkları için) asla razı olmaz. 9/97. Bedevîler (Medine dışında yaşayan medeniyetten uzak Arap kabileler), inkâr ve nifak bakımından (başkalarına göre) daha kötü ve Allah'ın peygamberine indirdiği hükümleri reddetmeye daha yatkındırlar. Allah, alîm (hakkıyla bilen)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir. 9/98. Bedevîler (Medine dışında yaşayan medeniyetten uzak Arap kabileler)den öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacadığı bir şeyi, zarar (ziyan) sayar ve (bundan kurtulmak için) siz (Mü’minler)e belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar, kendi başlarına olsun! Allah, semî’ (gizli ve açık her şeyi işiten)dir, alîm (görülen ve görülmeyen her şeyi bilen)dir. 9/99. Bedevîler (Medine dışında yaşayan Arap kabileler)den öyleleri de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe iman ederler. (Allah yolunda) harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. İyi bilin ki, bu, (Allah katında) onlar için (inançlarının doğru olduğuna dair Allah’tan bir tasdik ve) bir yakınlıktır. Allah, onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah, gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîm (Mü’minlere çok merhamet eden)dir. 9/100. Muhâcirler ve Ensar’dan (İslâm dinine girmekte) “ilk öne geçenler” ile, iyilikle onlara tâbi olanlar var ya, Allah onlar(ın ibadet ve tâatların)dan razı olmuş, onlar da (Allah’ın dinî ve dünyevî nimetlerine nâil olmakla) O'ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara (ağaçları) altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu, (cennetten çıkma konusunda sonsuz olarak korku ve hüznün olmadığı) büyük (bir) kurtuluş (ve mutluluk)tur. (Muhacirlerden “ilk öne geçenler”: İki kıbleye de namaz kılanlar veya Bedir’de bulunanlar yahut hicretten önce Müslüman olanlar; Ensar’dan: İlk Akabe bey’atı’nda bulunan 7 kişi ile ikinci Akabe bey’atı’nda bulunan 70 kişidir “Beydâvî”.) 9/101. (Ey Medineliler,) çevrenizdeki (Cüheyne, Müzeyne, Eşlem, Eşca’ ve Gıfar kabileleri gibi) bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da (Abdullah b. Übeyy, Ced b. Kays, Cülas gibi) münafıklıkta direnenler var ki, (Resûlüm, biz sana bildirinceye kadar) sen onları bilmezsin. Biz onları(n nasıl bir âkıbete uğrayacaklarını) biliriz. Onlara (dünyada rezil etme ve öldürülme; açlık ve kabir azabı; açlık ve öldürülme; esir edilme ve öldürülme gibi) iki defa azap edeceğiz. Sonra da onlar (Ahiret’te) büyük bir (cehennem) azab(ına)a itileceklerdir. 9/102. (Sefere katılmayan münafıklardan) diğer bir kısmı ise, (gazadan geri kalmalarından dolayı) günahlarını itiraf ettiler. (Bunlar, Tebük seferine katılmayanlarla ilgili gelen âyetleri haber alınca, 10 kişi pişman oldular ve bunlardan 7’si kendilerini affettirmek için mescid direklerine bağladılar. “Resûlüllah bizi çözünceye kadar buradan ayrılmayacağız” diye yemin ettiler.) Bunlar, salih amelle (gazaya katılma ile) kötü ameli (gazaya katılmamayı) birbirine karıştırmışlardır. (Tevbe ettiklerinde) şüphesiz Allah, tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah, gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîm (Mü’minlere çok merhamet eden)dir. (“Asâ” kelimesi, yüce Allah için kullanıldığında, “vücûb/kesinlik”, kullar için ise, “belki/umut” ifade eder “Kasas,67/Mâtürîdî, Beydâvî, Celâleyn, Zâdu’l-Mesîr, İbn Atıyye ve Kurtubî”.) 9/103. (Resûlüm) onların (gazaya/sefere katılmayan, fakat bundan pişmanlık duyup tevbe edenlerin) mallarından, kendilerini (günahlardan) temizleyeceğin ve (mal sevgisinden) arındıracağın bir sadaka (zekât) al ve onlara dua (ve istiğfar) et. Çünkü senin dua etmen, onlar için (kalplerini yatıştıran) bir sükûnettir. Allah, semi’ (gizli ve açık her şeyi işiten)dir, alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir. 9/104. Onlar bilmediler mi ki, Allah, (samimi olarak tevbe eden) kullarının tevbesini kabul eder ve (farz veya nafile) sadakaları alır (geri çevirmez, kabul eder). Şüphesiz Allah ki, O, tevvâbtır (tevbeyi çok kabul edendir), rahîmdir (Mü’minlere çok merhametli olandır). 9/105. (Resûlüm,) de ki: "(Dilediğinizi) yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, Mü'minler de göreceklerdir. (Yüce Allah, dilediğini Resûlüne, o da Mü’minlere bildirecektir. Gizlediğiniz bir şeyi, Resûl ve Mü’minler, bilmez sanmayın!) Sonra gaybı ve şehadet âlemi(ni) (görülmeyeni ve görüleni) bilen Allah'ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size (dünyada iyi ve kötü) bütün yapmakta olduklarınızı (Ahiret’te) haber verecektir." 9/106. (Sefere katılmayanlardan) diğer bir kısmı da Allah'ın emrine (hükmüne bağlı geri) bırakılmışlardır. (Bu durumda yüce Allah, dilerse) ya onları (tevbelerinden önce öldürüp) azaba uğratacak, ya da onların tevbelerini kabul edecektir. (Her şeye kâdir) Allah, alîm (kalplerde olan her şeyi hakkıyla bilen)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi olup hiçbir varlığa asla zulmetmeyen)dir. 9/107. (Seferden geri kalanlar münafıklar arasında Kubâ Mescidi’ne) zarar vermek, (“hakk”ı) inkâr etmek, Mü'minlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve Resûlü’ne karşı savaşmış olan (- Rum kralı kayserden ordu almaya giden - rahip Ebû Âmir’in gelmesini) gözetlemek için bir Mescid(-i Dırâr) yapanlar da var. (Münafıklar, Ebû Âmir’in bir ordu ile gelip Müslümanlarla savaşmasını bekliyorlardı.) (Bu mescidi ”!” kurmakla:) "İyilikten başka bir şey istemedik." diye de yemin ediyorlar. Hâlbuki Allah, onların yalan söylediklerine şâhittir. 9/108. (Resûlüm,) onun içinde (münafıklar tarafından yapılan Mescid-i Dırâr’da) asla namaz kılma. (Hicret yurduna giriş yaptığın) ilk günden temeli takva (Müslamanlar tarafından Allah’ı “bir”lemek, O’na ibadet ve tâatta bulunmak) üzere kurulmuş Mescid(-i Kubâ veya Mescid-i Nebevî “Müslim, Hacc 96”) içinde namaz kılman, elbette en doğrudur. Orada (namazdan önce maddî) temizlenmeyi (de yapmayı) seven (Ensâr’dan bir takım) erkekler vardır. Allah da (necaset gibi maddî, şirk gibi manevî pisliklerden arınarak) tertemiz olan (Müslüman)ları sever. (Mescid-i Dırâr, Peygamber aleyhisselâm’ın emriyle yıkılmıştır ) 9/109. Binasını Allah’ın (bildirdiği) takva (O’nun emirlerini yapma ve haramlarından uzak durma) ve rıza(sını kazanma temeli) üzerine kuran mı hayırlıdır, yoksa binasını (çökmeye yüz tutmuş) bir yarın (uçurumun) kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan mı? (Hangisi hayırlıdır?) Allah, zâlim (kâfir)ler topluluğunu (küfrü terketmedikleri müddetçe) hidayete (Allah’ın razı olduğu İslam’a) erdirmez. 9/110. (Münafıkların Müslümanlara zarar vermek ve onları bibirine düşürmek için) yaptıkları bina (Mescid-i Dırâr), (ölümle) yürekleri parçalanıncaya kadar kalplerinde bir şüphe (ve nifak) olarak kalacaktır. Allah, alîm (kalplerde olan nifakı ve her türlü hileyi bilen)dir, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir. 9/111. Şüphesiz Allah, Mü'minlerden (fikrî ve bedenî cihadda) canlarını ve mallarını, kendilerine (vereceği) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölür (şehid düşer)ler. Allah, bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da hak olarak va'detmiştir. Ahdini/sözünü Allah'tan daha çok (en iyi) yerine getiren kimdir (kim olabilir)? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte bu, (cennetten çıkma konusunda sonsuz olarak korku ve hüznün olmadığı) büyük (bir) kurtuluştur. 9/112. (Mü’minler olarak bu alış-verişi yapanlar:) (Günahlarına) tevbe edenler, ibâdet(lerini ihlâsla eda) edenler, (bütün hâllerinde O’na) hamdedenler, (farz ve nâfile) oruç tutanlar, rükû' ve secde eden (beş vakit namazı eda eden)ler, (İslam dininin teklif ettiği) iyiliği emredenler, (İslam dininin men ettiği) kötülüğü yasaklayanlar ve Allah'ın koyduğu (şer’î) sınırları hakkıyla koruyanlardır. (Resûlüm, işte bu sıfatlara sahip) Mü'minleri (cennet ile) müjdele! 9/113. Peygamber ve îman edenler için, müşriklerin, cehennem ehli oldukları (kâfir olarak öldükleri) kendilerine açıkça belli olduktan sonra, akraba da olsalar, onlar için istiğfar (ve dua) etmeleri yoktur (yasaktır). (Ayet-i kerime, Ebû Tâlib hakkında inmiştir “Beydâvî” ve Buhârî, Cenâiz 80.) 9/114. (Peygamberim) İbrahim'in, babası (amcası Âzer) için af dilemesi (Meryem, 47), sadece ona verdiği bir söz yüzündendi (Mümtehıne, 4). Fakat onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca (vahiy gelince), ondan uzaklaştı (istiğfarı kesti). Şüphesiz (Peygamberim) İbrahim, çok yalvaran/dua eden, halîm (çok yumuşak huylu) bir kişiydi. (En’âm sûresi 74. âyetin tefsirinde Müfesirler, Hazret-i İbrahîm’in “babası Âzer” ifadesiyle ilgili farklı tefsirlerde bulunmuşlardır. 1) Babası, Târuh’tur. Âzer lâkabıdır. 2) Âzer, put ismidir. 3) Âzer, amcasıdır. Babası, Târuh’tur. Araplarda amcaya “baba” da denilmektedir. Bk. Bakara, 133. “Taberî, Râzî, Begavî, Mazherî ve Elmalılı”) 9/115. Allah bir kavmi (toplumu) hidayete erdirdikten (İslam’a kavuşturduktan) sonra, sakınacakları şeyleri (haram kıldıklarını) kendilerine açıklamadıkça, (onlar da iradelerini hakka karşı kullanmadıkları müddetçe) onları dalâlete düşürecek değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. 9/116. Şüphesiz göklerin ve yerin mülkü (tasarruf ve idaresi) yalnız Allah'ındır. O (Allah), (dilediğini) diriltir ve (dilediğini) öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir veli (koruyup gözeten), ne de (felâket ve zararı engelleyen) bir yardımcı vardır. 9/117. Yemin olsun Allah, Peygamberi ve (Tebük seferinde) o güçlük zamanında (son derece sıcak, açlık ve susuzluk karşısında, hatta bir hurmanın iki kişi tarafından paylaşıldığı bir durumda) ona uyan Muhacirler ile Ensar’ı affetti ki, o zaman onlardan bir gurubun kalpleri (Peygambere tâbi olmak yerine geri kalmaya) az daha meyledecek gibi olmuşken, sonra (sebat etmeleri ile) tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O (Allah), onlara (Mü’minlere) karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. 9/118. (Sefere katılmayıp tevbelerinin kabulü) geri bırakılan üç kişinin (Ka’b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Murâra b. Rabî’) de (Yüce Allah, tevbelerini kabul etti). (Çünkü onlar, o derece bunalmışlardı ki,) yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş ve vicdanları da kendilerini iyice sıkmıştı. (Bu durumda) Allah'(ın azabın)dan yine O'na sığınmaktan başka çare olmadığını (yakînen) anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine dönmeleri için, Allah) onları tevbeye muvaffak kıldı ve tevbelerini (tam 50 gün sonra) kabul etti (vahiyle tevbelerinin kabul edildiğini bildirdi). Çünkü Allah, tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir. 9/119. Ey îman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla (Allah’ın dininde niyet, söz ve amel/iş bakımından doğru olanlarla) beraber olun. 9/120. Medine halkı ve çevrelerindeki bedevî Araplar için, (savaşa gidince) Resûlüllah’tan geri kalmaları ve (savaş esnasında kendi) canlarını (korumayı) onun canından üstün tutma hakları yoktur. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere ayak basmaz ve düşmana karşı herhangi bir başarı elde etmezler ki, (düşmanı öldürmek, esir almak ve ganimet kazanmak gibi) ona karşılık kendilerine salih/iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. (Cihad, vatanını, dinini düşmana karşı korumak, iyi bir ameldir, bir iyiliktir.) Şüphesiz Allah, muhsinlerin (İslam dinine göre iyilik yapanların) mükâfatını zayi etmez. 9/121. (Müslümanların Allah yolunda, İslam’ın öngördüğü şekilde) küçük büyük yaptıkları her harcama ve (yürüyüp) geçtikleri her vâdi, (bütün bunlar,) mutlaka onların lehine (salih amel olarak) yazılır ki, Allah onları, yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandırsın diye. 9/122. (Resûlüllah aleyhisselâm, bir sefer için küçük bir seriyye/birlik çıkarmıştı. Ancak buna Eshâb - ı Kiram, toptan seferber oldular. Bunun üzerine bu âyet - i kerîme nâzil oldu.) Mü'minlerin hepsi toptan sefere çıkmamaları gerekirdi. Çünkü onlardan her kesiminden bir grup seferber olup (diğerleri) din(î ilimler)de geniş ve derin ilim sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimleri (haramlardan) sakınsınlar (uzak dursunlar) diye onları (Allah’ın azabıyla) korkutmak için (Resûlüllah ile birlikte) geri kalmaları gerekmez miydi? (Bu sefere Peygamber aleyhisselâm katılmamış ve küçük bir birlik göndermişti.) 9/123. Ey îman edenler! Kâfirlerden (öncelikle) (neseb ve memleket olarak) yakınınızda olanlarla savaşın. (Resûlüllah önce yakın akrabasını İslam’a da’vet etti “Şuara,214”.) Onlar sizde bir sertlik bulsunlar “Fetih,29”. Bilin ki, şüphesiz Allah, müttakîlerle (itâat eden ve haramlardan uzak duranlarla) beraberdir. 9/124. (Kur’an-ı Kerim’den) bir sûre indirildiği zaman, onlardan (münafıklardan), bazısı (alaylı bir şekilde:) "Bu (sure) hanginizin îmanını artırdı?" der. Fakat iman edenlere gelince bu (sûre), onların îmanını artırır ve onlar, sevinirler. 9/125. Kalplerinde hastalık (şüphe ve nifak) olan (münafık)lara gelince, (inen her sureyi inkâr ettiklerinden dolayı bu,) onların (kalplerindeki) “rics”e/küfre küfür katar. (Böylece) onlar, kâfir olarak ölürler. 9/126. Görmüyor (bilmiyor)lar mı ki, onlar (münafıklar), her yıl bir veya iki kere (kıtlık ve hastalık gibi bir belâya çarptırılıp) imtihan ediliyorlar. Sonra (nifak günahına) ne tevbe ederler, ne de (başlarına gelen belâdan) ibret alırlar. 9/127. (Münafıklarların kendileriyle ilgili) bir sûre indirildi mi: "Sizi bir kimse görüyor mu (gördü mü)?" diye birbirlerine bakar, (kimse görmüyorsa) sonra da (küfürleri üzerine sıvışıp) giderler. (Aksi hâlde oldukları yerde kalırlar.) Allah (da bu sebeple nifak ve küfür dolu) kalplerini (hidâyetten dalâlete) çevirmiştir. Çünkü onlar, (küfrü terketmeyi hiç düşünmediklerinden iman hakikatini) anlamayan bir topluluktur. 9/128. Yemin olsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber (Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir (onu üzer). O, siz(in iman ve iyilik üzer)e (olmanıza) çok düşkündür. Mü'minlere karşı da (itâatli olmada) çok şefkatli ve (günahlardan kurtulmada) çok merhametlidir. 9/129. (Resûlüm,) eğer (iman ve İslam’dan) yüz çevirirlerse de ki: "Bana Allah kâfîdir (yeter). O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O'na tevekkül ettim. O (Allah), yüce Arş'ın (ve bütün varlığın) sahibidir." | |||
|
﴾ 0 ﴿