11. HÛD SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

11/1. Elif, Lâm, Râ. (Bu Kur’ân, öyle) bir Kitab’tır ki, âyetleri, en sağlam bir nazımla (bâtıl, kusur ve noksanlıktan uzak, en kesin delillerle) kuvvetlendirilmiştir. Sonra hikmet sâhibi, (kullarının bütün yaptıklarını bilen ve) her şeyden haberdar olan Allah tarafından (Cibrîl-i Emîn vasıtasıyla Muhammed aleyhisselâm’a toptan değil, hikmet gereği kısım kısım indirilmiş, helâl, haram, kıssa ve nasihatlarla) açıklanmış (bir Kitap)tır.

11/2. (Bu Kitap, putları, insanları ve birtakım varlıkları ilâh edinerek) Allah’dan başkasına ibâdet etmeyiniz (diye indirildi). Şüphesiz ben, size, O’nun tarafından (gönderilmiş), (küfür ve isyan edenleri cehennemle) korkutan, (îman eden ve tâatte bulunanları cennetle) müjdeleyen (bir Peygamber)im.

11/3. (Günahlarınızın afvı için) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O'na tevbe edin ki, sizi belirlenmiş bir vakte (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde faidelendirsin ve her fazilet sahibine faziletinin (ihlâsla yapılan her “hasene”ye on misli veya daha fazla sevap vermek suretiyle) karşılığını versin. Eğer (îmandan) yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün (Kıyamet’in) azabından korkarım.

11/4. (Ömrünüz bittiğinde) dönüşünüz ancak Allah'adır. O, her şeye hakkıyla kâdir (gücü yeten)dir.

11/5. İyi bilin ki, onlar (kâfirler veya Münafıklar), ondan (Peygamber’den) (küfürleri ve düşmanlıklarını) gizlenmek için göğüslerini çevirirler (iki büklüm olurlar). Yine iyi bilin ki, (görülmesinler diye) örtülerine büründükleri zaman dahi, Allah onların (düşmanlık ve kin olarak kalplerinde) gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O (Allah), göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.

12

11/6. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait (rızkını Allah takdir etmiş) olmasın. Allah, her birinin (dünyada) meskenini ve (âhiret yolculuğunda) emanet edilecek yerini (nerede öleceğini ve nereye gömüleceğini) bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-ı Mahfûz'da yazılı)dır.

11/7. O (Allah) ki, gökleri ve yeri altı günde (altı devirde “Râzî”) yaratandır. (Her şeye kâdir olan Allah, bir şeyi dilediğinde, ona “kün/ol” der, o da, hemen oluverir “Bakara,117”. Yer ve göklerin bir anda değil de, 6 günde yaratılmasının çeşitli hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden biri de insanlara, yapılacak işlerde acele edilmemesinin öğretilmesidir “Medârik”.) O zaman Arş'ı su üstünde idi. (Arş da sonradan yaratılmıştır. Allah’ü teâlâ’yı Arş’ın üstünde düşünmek yanlıştır. Üst, alt, sağ, sol gibi ifadeler, mekânla, yaratılanlarla ilgilidir. Yüce Allah’a mekân isnat edilmez.) O (Allah), (siz insanlara diğer varlıklardan farklı olarak nefis, irâde ve akıl gücü verdi ki,) hanginizin en güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek (itâat, isyan ve ibâdetlerinizi size göstermek, haber vermek) için (bu kâinatı/evreni yarattı). (Resûlüm,) yemin olsun ki, o kâfirlere: "Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz." desen, (onlar:) "Mutlaka bu, apaçık bir sihirdir (büyüdür)." derler.

11/8. Yemin olsun, biz onlardan (kâfirlerden) azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da (alay yollu) mutlaka "Onu ne alıkoyuyor?" derler. Haberiniz olsun ki, azap onlara geleceği gün (Bedir savaşı gibi), kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey (acele istedikleri azap), kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.

11/9. Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet, iyilik, zenginlik gibi) tattırır, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz (Allah’ın hüküm ve takdirine rıza göstermeyen) ve nankör (isyankâr) oluverir. (İnsanın genel tabiatı böyledir. Eğer, aklını ve iradesini Peygamber’in emrinde kullanmazsa, “hak”kı ve “doğru”yu bulması, elbette çok zor olur.)

11/10. Fakat kendisine dokunan bir (felâket ve) sıkıntıdan sonra, ona bir nimet (rahatlık ve ferahlık) tattırırsak, mutlaka "Kötülükler benden gitti." diyecek (ve bunu kendinden bilecek)tir. Çünkü o, şımarık (parasına, kabiliyetine ve bilgisine güvenen) ve böbürlenen biridir. (Nimetin, Allah’tan geldiğini ve O’nun izniyle olduğunu unutuverir. İnsanın genel tabiatı böyledir.)

11/11. Ancak (Mü’minlerden sıkıntılar karşısında) sabredenler ve (namaz başta olmak üzere) salih amel işleyenler, böyle değildir. İşte onlar için mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir mükâfat vardır.

11/12. (Resûlüm), şimdi sen (Müşriklerin): “Ona (Peygamber’e) bir hazine indirilmeli, yahut beraberinde bir melek gelmeli, değil miydi?”, demelerinden dolayı göğsün daralacak, sana vahyolunanın bazısını terkedecek (söylemiyecek) hâle (mi) geleceksin? (Hayır, zaten kâfirlerin istedikleri bu! Bız seni her bakımından korumaktayız “Tûr, 48”. Sen peygamber olarak şu ana kadar “tebliğ” görevini doğru yaptın, bundan sonra da doğru yapacaksın “Mâide, 67”. Onlar, senin putları aleyhinde konuşmanı terketmeni istiyorlar, bu sebeple “putlarımızı tenkit etme” diyerek sana sıkıntı verebilirler.) Fakat sen, ancak Allah’ın azabı ile korkutan bir peygambersin. Allah ise her şeye vekîldir. (Ona güven, O, müşriklerin cezasını zamanı gelince verecektir.) (Bu âyetteki mana, Kurtubî tefsirinden alınmıştır.)

11/13. Yoksa (Resûlüm, sana iftirada bulunarak) "onu (Kur'ân'ı) uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi (durmayın) Allah'tan başka gücünüzün yettiklerini (ediplerinizi, şairlerinizi ve dilediğiniz kişileri) de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi (belâgat ve fesahatte ona denk) (size göre) uydurma (olarak nitelendirdiğiniz) on sûre getirin."

11/14. Eğer (Resûlüm, onların destekçileri) size (on sûre getirme konusunda) cevap veremedilerse, bilin ki, o (Kur'ân), ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık Müslüman oluyor musunuz? (Resûlüm, bunları, o kâfirlere söyle!)

11/15. Kim (Allah’ın dinini, rızasını değil de sırf) dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada (dünyada) (sıhhat, zenginlik, makam ve saygınlık gibi) tam olarak veririz. Orada (dünyada) onlar, bir noksanlığa (haksızlığa) uğratılmazlar.

11/16. İşte onlar (Allah’ın gönderdiği dini kabul etmeyen ve dünyanın geçici zevklerine aldanan), âhirette kendileri için ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıklarının hepsi, orada boşa çıkmıştır. Zaten bütün yaptıkları ameller (işler, îmanları olmadığından), bâtıldır (dinen hiç bir değeri yoktur).

11/17. (Yalnız dünya hayatını arzu eden bir kimse, hiç şu kimse gibi olur mu?) O (ihlâslı mü’min), Rabbi katından bir beyyine (Muhammed aleyhisselâm veya İslâm dini) üzerinde bulunur. Ayrıca O’ndan (Allah’tan gelen) bir şâhid (Cebâîl aleyhisselâm veya Kur’ân-ı Kerim) de onu takip eder (o “delil”in hak ve doğru olduğunu tasdik eder). Ondan (Kur'ân'dan) önce bir imam (hidayet rehberi) ve bir rahmet (mü’mini azaptan kurtaran bir nimet) olarak (indirilmiş olan) Mûsa'nın kitabı (Tevrat) da (o “delil”in hak olduğunu beyan eder). (Hiç o mü’min kişi, sırf dünya hayatını isteyen âsiler gibi olur mu?) İşte onlar (delil üzere olan Mü’minler), ona (Kur'ân'a) îman ederler. Hiziplerden (fırkalardan) her kim onu (Kur’ân’ı) inkâr ederse, ateş, onun varacağı yerdir. Ondan (va’dedilen ateşten veya Kur’ân’dan) hiç şüphen olmasın. Şüphesiz o (Kur’ân), Rabbin tarafından (bildirilen) haktır. Fakat insanların çoğu, (o Kur’ân’a) îman etmezler.

11/18. Allah'a karşı (çocuk edindi veya ortağı vardır diye) yalan iftirasında bulunandan daha zâlim kimdir? İşte onlar, Rablerine arz edilecekler ve şâhitler (Peygamberler veya Melekler) de, "Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır!" diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah'ın lâneti zâlimler üzerinedir.

11/19. Onlar, (insanları) Allah’ın yolundan (İslâm dininden) alıkor (ona engel olur) ve onu eğri (ve çelişkili) göstermek isterler. Hem de onlar, ahireti inkâr ederler.

11/20. Onlar (İslâm’ı kabul etyen ve ona düşman olanlar), yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakabilecek değildirler. Onların Allah'tan başka (sığınacakları ve yardım alacakları) dostları da yoktur. Onlar için (Ahiret’teki) azap, kat kat artırılır. Çünkü onlar, (hak olan İslâm’ı) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem de (âyetlerle açıklanan hakikatı) görmüyorlardı.

11/21. İşte onlar, (Allah’a ibâdet yerine bir takım varlıkları ilâh edinerek) kendilerine yazık edenlerdir. Uydurdukları (şefaatçı kabul ettikleri putlar) da (aciz oldukları ve bir şeye güçleri yetmediği için) onlardan kaybolup gitmiştir. (Böylece ellerinde ziyan ve pişmanlıktan başka bir şey kalmamıştır.)

11/22. Şüphesiz onlar (Allah’a îman etmeyenler), Ahiret’te en çok ziyana uğrayanlardır.

11/23. (Fakat) îman edip, (başta namaz olmak üzere) salih amel işleyenler (ibâdet ve tâatta bulunanlar) ve Rablerine (ihlâsla) gönülden bağlananlara gelince, işte onlar, cennet ashâbı (halkı)dır. Onlar, orada ebedî (dâimî, sonsuz) kalacaklardır.

11/24. (Bu) iki zümrenin (kâfirle mü’minin) durumu, kör ve sağır (“kâfir”) ile gören ve işitenin (“mü’min”in) durumu gibidir. Bunların durumları, hiç birbirine eşit olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?

11/25. Yemin olsun, biz Nûh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. (Peygamberim Nûh) onlara şöyle dedi: "Ben sizin için (Allah’a ve Peygamber’e îman etmeyenlerin Ahiret’te ateşle cezalandırılacağını haber veren) apaçık bir nezirim (uyarıcıyım)."

11/26. "Allah'tan başkasına ibâdet ve kulluk etmeyin. Şüphesiz ben sizin için acıklı (elem dolu) bir günün azabından korkuyorum."

11/27. (Peygamberim Nûh) kavminin küfreden ileri gelenleri: "Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. (Peygamberlik dahil, sende itâat edilmeyi haklı kılacak bir meziyet yoktur.) İlk bakışta sana uyanların da ancak basit ve aşağı kimselerden olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz." dediler.

11/28. (Peygamberim Nûh) dedi ki: "Ey Kavmim! Söyleyin bakalım: Şâyet ben Rabbimden gelen (doğru söylediğime şahitlik edecek) apaçık bir delil üzerinde isem, bir de Allah bana kendi katından bir rahmet (peygamberlik) vermiş de o size gizli kalmışsa (ona gözlerinizi kapamış ve tâlip olmamışsanız), size onu istemediğiniz hâlde, zorla mı kabul ettireceğiz?" (Çünkü îman, kişinin kendi iradesiyle “tebliğ”i kabul etmesidir.)

11/29. "Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal (para, ücret gibi dünyalık) da istemiyorum. Benim mükâfatım (ücretim) ancak Allah'a âittir. Ben o îman edenleri (siz istemiyorsunuz diye etrafımdan) kovacak da değilim. Çünkü onlar, (fakir ve güçsüz Mü’minler olarak) Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin (Allah’ın gönderdiği dini kabul etmadiğinizden dolayı kendinize yazık ettiğinizi, dolayısıyla) cahillik eden bir toplum olduğunuzu görüyorum."

11/30. "Ey kavmim! Eğer ben onları (Peygamber olarak tebliğ ettiğim dini kabul eden o fakir ve güçsüz Mü’minleri etrafımdan) kovarsam, beni Allah'tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz?"

11/31. (Ey kavmim) ben size, "Allah'ın hazineleri yanımdadır", demiyorum, gaybı da bilmem. (Ancak gayb olarak Allah tarafından bana bildirilen hesap, cennet, cehennem gibi Ahiret hâllerini size tebliğ ediyorum.) "Ben bir meleğim" de demiyorum. (Ben, Peygamber olarak bir insanım.) Sizin hor gördüğünüz (îman etmiş o fakir) kimseler için, "Allah, onlara (îman ve tâatları karşılığında) asla hiçbir hayır vermez" de diyemem. Allah, onların içlerindekini en iyi bilir. (Kullanına îman, tâat durumuna ve ihsanına göre ecir ve ikramda bulunacağını va’at buyurmaktadır.) (Hakikat bu olduğu hâlde, “o îman eden fakirlere Ahiret’te hiçbir hayır verilmeyecektir” şeklinde) bir şey söylersem, o zaman ben şüphesiz zâlimlerden (hakkı çiğneyenlerden) olurum.

11/32. (Nûh kavmi) dediler ki: "Ey Nûh! Bizimle cidden mücadele ettin ve mücadelede de çok ileri gittin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit etmekte olduğun azabı getir."

11/33. (Peygamberim) Nûh dedi ki: "Onu size, (ne zaman) dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah'ı) âciz bırakamazsınız."

11/34. (Ey kavmim! Benim tebliğimi dinlemiyor ve dikkate almıyorsunuz.) Ben size (ne kadar) öğüt vermek istesem de, eğer Allah (o küfür ve isyanınız karşısında) sizi azdırmak istemişse, öğüdüm size fayda vermez. (Ona göre düşünün ve hareket edin.) O (Allah), sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz.

11/35. (Ey Resûlüm! Sana iftirada bulunarak) yoksa "Onu (Kur'ân'ı) kendisi mi, uydurdu" diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurmuşsam, suçum bana âittir. (Fakat tebliğde bulunduklarımın hepsi hakikattir.) Ben de sizin işlemekte olduğunuz (küfür, günah ve) suçlardan uzağım." (Bu âyetteki hitabın Nûh aleyhisselâm’a ait olduğunu söyleyen Müfessirler de vardır “bk.Semerkandî ve Kurtubî”.)

11/36. (Peygamber’im) Nûh'a vahyolundu ki: "Kavminden şimdiye kadar gerçek îman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse îman etmeyecektir. O hâlde, onların yapmakta oldukları (hakaret, eziyet ve isyanları)na üzülme."

11/37. (Ey Nûh!) "Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. (Kendine) zulmedenler (îman etmeyen zevcen ve oğlun Ken’an) hakkında (ve azabın tehiri konusunda) bana (dua etme) bir şey söyleme. Çünkü onlar (âyetlerimle ve peygaberimle alay eden o âsiler), suda boğulacaklardır."

11/38. (Peygamberim Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden (îman etmeyen) ileri gelenler, ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. (Peygamberim,) dedi ki: "Siz şimdi bizimle alay edip eğleniyorsunuz, (fakat Allah’ın azabı dünyada “boğulma” ve âhirette de “ateş” size geldiği zaman) bizimle alay ettiğiniz gibi, şüphesiz biz de sizinle alay edeceğiz."

11/39. Pek yakında kendisini perişan edecek (suda boğma) azabın(ın) kime geleceğini ve (âhirette) sürekli (ateşte yakma) azabın(ın) kimin üzerine ineceğini bileceksiniz.

11/40. Nihayet (azap) emrimiz gelip, tandır (fırın) kaynamaya (sular coşup yükselmeye) başlayınca (Peygamberim Nûh'a) dedik ki: "Her cins canlıdan (erkek ve dişi) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar (îman etmemiş oğlu Ken’an ve annesi Vâile) dışındaki âilen ile îman edenleri ona (gemiye) yükle." Zaten onunla (Nûh ile) beraber sadece pek az kişi îman etmişti. (Îman edenler, rivayetlere göre: 7, 8, 10 ve 72 kişi idiler. Hazret-i Nûh, oğulları Sâm, Hâm ve Yâfes ile 6 kişi. Bunların yarısı erkek, yarısı kadın idiler “bk. Medârik, Ebussuûd Efendi, Kurtubî ve Râzî”.)

11/41. (Peygaberim Nûh:) "Binin ona (gemiye). Onun yüzüp gitmesi de durması da bismillâh (Allah'ın ismi) iledir. Şüphesiz Rabbim (günahları) çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." dedi.

11/42. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. (Peygamberim) Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna (Ken’an’a:) "Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin (gemiye), kâfirlerle birlikte olma!" diye seslendi.

11/43. O (Nûh aleyhisselâm’ın îman etmeyen oğlu Ken’an), "Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınırım." dedi. (Peygamberim) Nûh: "Bugün Allah'ın rahmet ettikleri hariç, O'nun azabından korunacak hiç kimse yoktur." dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.

11/44. "Ey Ard (Yer)! Suyunu yut. Ey gök! Suyunu tut." denildi. Su kesildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî (dağının) üzerine oturdu ve "Zâlimler (kâfirler) topluluğu, Allah'ın rahmetinden uzak olsun!" denildi.

11/45. (Peygamberim) Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: "Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. (Ken’an, kâfirlerden ayrılmış ve pişman olmuş gibi görünüyor.) Senin (kâfirlerin hepsi helâk olacaktır) va'din elbette haktır. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin."

11/46. (Yüce) Allah, "Ey (Peygamberim) Nûh! O, asla senin (îman etmiş) âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan (inkâr ve isyan gibi Müşriklerin yaptığı) bir iştir. (Mü’minler gibi îman edip tâatte bulunmadı.) O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, seni (emrimi terkeden) cahillerden olmaktan men ederim (yasaklarım) “Semerkandî” " dedi.

11/47. (Hazret-i) Nûh: "Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer (bilmeyerek işlediğim bu hata – zelle – den dolayı) beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, şüphesiz ben ziyana uğrayanlardan olurum." dedi. (Böylece hemen tevbe etti.)

11/48. Ona denildi ki: "Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunan (Müslüman)lardan (gelecekte türeyecek Mü’min) ümmetlere verdiğimiz selâmet (kurtuluş) ve bereketler (hayırlar) ile (gemiden) in. (Seninle beraber olanlardan) daha bir çok ümmetler de olacak ki, biz onları (âsi oldukları hâlde dünyada) faydalandıracağız. Sonra da bizden kendilerine (o kâfirlere), elem dolu bir azap dokunacaktır."

11/49. İşte (Resûlüm Muhammed!) Bunlar (Peygamberim Nûh’un kıssası), sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan (Kur’ân’dan) önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde (Peygamberim Nûh, kavminin eziyetlerine sabrettiği gibi sen de) sabret. Şüphesiz âkıbet (iyi sonuç), Müttakîlerindir (şirkten, isyandan ve her çeşit günahtan sakınanların olacaktır).

11/50. Âd kavmine de (aynı kabileden neseben) kardeşleri Hûd'u (Peygamber olarak) gönderdik. (Peygamberim) Hûd, şöyle dedi: "Ey kavmim! Allah'a ibâdet edin. (O’nu “bir” bilin.) O'ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz (putları ilâh edinerek Allah’a karşı gelmiş ve O’na) ancak iftira etmiş oluyorsunuz."

11/51. (Peygamberim Hûd:) "Ey kavmim! Ben buna (tebliğte bulunmama) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak beni yaratana âittir. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak (aklınızı çalıştırmayacak) mısınız?"

11/52. (Peygamberim Hûd:) "Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin (“günahlarımızı afv et ya Rabbî” deyiniz), sonra O'na (şirk ve isyanınızdan dolayı) tevbe edin ki, üzerinize bol bol (muhtaç olduğunuz) yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin (günahlarınızda ısrar ederek davet ettiğim şeye sırt çevirmeyin)."

11/53. (Âd kavmi) dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize (Peygamberliğini gösterecek) açık bir mu’cize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımız(a tapmay)ı bırakacak değiliz. (Bu durumda) biz sana îman edecek (peygamberliğini kabul edecek) değiliz."

11/54. (Âd kavmi, Hazret-i Hûd’a:) ‘Seni ancak bazı ilâhlarımız çarpmış’ demekten başka bir şey söylemeyiz. O (Hûd aleyhisselâm) da: “Şüphesiz ben Allah'ı şâhit tutarım. Siz de şâhit olun ki, ben sizin ortak koştuklarınız (ilâhlar)dan uzağım.” dedi.

11/55. (Hazret-i Hûd: Ben sizin) “O’ndan (Allah’tan) başka ortak koştuklarınızdan (berîim/uzağım). Haydi, (eğer yapabiliyorsanız) hepiniz toptan bana tuzak kurun (hile yapın), sonra da bana göz açtırmayın." (dedi.)

11/56. (Hazret-i Hûd:) "İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim (dayanıp güvendim). Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş (kendine boyun eğdirmiş) olmasın. Şüphesiz Rabbim, müstakîm (hak ve âdil) bir yol üzerinde (olmamızı emretmekte)dir." (dedi.)

11/57. (Hazret-i Hûd:) "Eğer (îman etmekten) yüz çevirirseniz, bilin ki ben, benimle gönderilen (peygamberlik görevim)i size tebliğ ettim (bildirdim). (Eğer îman etmezseniz) Rabbim (dilerse, sizi helâk eder) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz O'na (her şeye kâdir Rabbim’e) bir zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, her şeyi hafîz (koruyup gözeten)dir." (dedi.)

11/58. (Azap) emrimiz (organları parçalayan ‘kızgın yel’) gelince, (îman etmeyenlerin hepsi helâk oldular. Peygamberim) Hûd'u ve beraberindeki îman etmiş olanları (4 bin kişiyi “Beydâvî”), tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. (Böylece) onları (Mü’minleri, dünya veya âhiretteki) ağır bir azaptan kurtarmış olduk.

11/59. İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O'nun (gönderdiği) peygamberlerine isyan ettiler. Böylece (başlarında bulunan) her inatçı (‘hakk’a uymayı engelleyen) zorbanın emrine uydular!

11/60. Onlar (îman etmeyenler), hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz ki Âd kavmi, (ilâh edindikleri putlarına tapmayı devam ettirerek “bir” olan) Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki, (böylece) Hûd'un kavmi Âd, (Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.

11/61. Semûd kavmine de (aynı kavimden olan) kardeşleri Sâlih'i (peygamber olarak gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibâdet edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. O, sizi yerden (asli maddeniz topraktan) yarattı ve sizi oranın mimarları (ve sakinleri) kıldı. O hâlde O’na istiğfar edin (O'ndan günahlarınızın afvını dileyin), sonra da (O günahlara dönmemek için) O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim (ilmi ile) yakındır, (tâat ehlinden dua edenin )duasını kabul edendir.

11/62. Onlar (Sâlih’in kavmi) şöyle dediler: "Ey Sâlih! Bundan (peygamberlik iddiasından) önce sen, içimizden (lider ve danışman olarak) ümit beslenen biriydin. Şimdi babalarımızın taptıkları (putları)na tapmaktan bizi men mi ediyorsun? Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden (tevhidden ve tek ilâha kulluktan) derin bir şüphe içindeyiz."

11/63. (Peygamberim) Sâlih, dedi ki: "Ey kavmim! Söyleyin bakayım, eğer ben Rabbim tarafından apaçık bir beyyine (mu’cize) üzerinde isem ve bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, O'na âsî olduğum (görevimi yapmadığım) takdirde beni Allah'tan (O’nun azabından) kim koruyabilir? O zaman siz de bana, ziyanımı artırmaktan başka bir şey yapamazsınız."

11/64. (Peygamberim Sâlih:) "Ey kavmim! İşte size âyet (mu’cize) olarak Allah'ın dişi bir devesi! Bırakın onu, Allah'ın arzında yayılıp otlasın. Ona kötülükle dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar." (dedi.)

11/65. Derken onu kestiler. (Deveyi bir kişi kesti, fakat kötülüğe rıza gösterdiklerinden dolayı “suç”, hepsine isnat edildi.) Bunun üzerine (Peygamberim Sâlih) dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. (Sonra devenin öldürülmesini isteyen sizler, hepiniz helâk olacaksınız.) İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir."

11/66. (Helâk) emrimiz geldiğinde Salih'i ve beraberindeki îman etmiş olanları (4 bin kişiyi “Celâleyn”) tarafımızdan bir rahmetle helâktan ve o günün azap ve zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kaviyy (mutlak güç sahibidir), azîzdir (düşmanlarına ve her şeye gâlip gelendir).

11/67. Zulmedenleri (kâfirleri) o sayha (Cebrâil aleyhisselâm’ın çıkardığı korkunç bir ses) yakaladı, onlar da yurtlarında diz üstü çökekaldılar (hepsi helâk oldular).

11/68. (Helâk olanlar) sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi, Rablerini(n “bir” olduğunu ve âyetlerini) inkâr etti. (Yine) biliniz ki Semûd (kavmi,) (Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.

11/69. Yemin olsun, (melek) elçilerimiz, (Peygamberim) İbrahim'e müjde getirip "Selâm (sana)!" dediler. O, "(Size de) selâm!" dedi ve çok geçmeden (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi. (Gelen Meleklerin kimler olduğu ve adedleriyle ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır: 1) Cebrâil, Mikâil ve İsrâfil aleyhimü’s-selâm, 2) Cebrâil ile birlikte 7 melek, 3) 9, 10, 12 adet olduğu ile ilgili nakiller vardır “Ebussuûd Efendi”.

11/70. (Peygamberim İbrâhim, gelen misafirlerin) ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve bundan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: "Korkma, çünkü biz (melekleriz. Yemeyiz ve içmeyiz. Azap için) Lût kavmine gönderildik."

11/71. (Peygamberim İbrâhim’in) hanımı (Hazret-i Sâre, hizmet için) ayakta idi. (Perdenin arkasında karşılıklı konuşmaları dinliyordu. Korkunun bir anda sevince dönüşmesinden veya “İshak müjdesi”ni duyduğundan dolayı “Semerkandî”) güldü. Ona da İshak'ı müjdeledik. İshak'ın arkasından da (torunu) Ya’kûb'u.

11/72. (Peygamberim İbrâhim’in Hanımı Sâre:) "Ya veyletâ (Vay başıma! Bu nasıl olacak)! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken, ben çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!" dedi. (Çünkü Hazret-i Sâre, 98, İbrâhim aleyhisselâm da 99 yaşında idi “Semerkandî”.)

11/73. (Evde misafir olarak bulunan Melekler, “bu hayreti” hiç hoş karşılamadılar. Vahyin ve mu’cizelerin indiği bir evde, “Allah’ın emri” hayret ile değil, “sübhânallah” denilerek karşılanmalıydı “Beydâvî ve Medârik”.) (Melekler:) "Allah'ın emrine (kudretine) mi şaşıyorsun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun! Şüphesiz O, hamîddir (övülmeye lâyıktır), mecîddir (hayır, kerem ve ihsanı boldur)." dediler.

11/74. (Peygamberim) İbrahim'in korkusu gidip, kendisine (çocuğu olacağı ile ilgili) müjde gelince, Lût kavmi(ne gelecek azap) hakkında bizim (melek elçilerimiz)le (merhametinden dolayı) mücadeleye (Lût kavmi içinde Müslüman olanların da azaba uğrayıp uğramayacağı konusunda sorular sormaya) başladı.

11/75. Çünkü (Peygamberim) İbrahim, (çok) yumuşak huylu, çok halîm, selîm, merhametli ve kendini Allah'a teslim etmiş bir kimseydi.

11/76. (Meleklerden “Cebrâil” aleyhisselâm “Semerkandî”:) "Ey İbrahim, bundan (azabın geri çevrilmesiyle ilgili dileğinden) vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir" dedi(ler).

11/77. (Melek elçilerimiz, Peygamberim) Lût'a geldiklerinde, (bundan dolayı Lût,) mahzun oldu ve (onlar adına) göğsü daraldı (içine bir sıkıntı düştü) ve "Bu, çok zor bir gün!" dedi. (Çünkü Melekler, Lût aleyhisselâm’ın evine yakışıklı delikanlılar şeklinde gelmişlerdi. Gelenlerin melek olduklarını bilmiyordu. Şehir halkı duyar da misafirlerine bir zarar verir diye endişelenmişti. Hazret-i Lût’un karısı kâfir ve münafıklardandı. Fakat küfrünü gizliyodu. Hemen şehir halkına misafirlerin durumunu haber verdi. Zaten şehir halkı, ahlâhsız, erkeklerle ilişkili pis işler yapıyorlardı. )

11/78. Kavmi (şehir halkı), (Peygamberim Lût’un misafirleriyle çirkin ilişkide bulunmak üzere) ona (evine) doğru koşa koşa geldiler. Zaten onlar, önceden de bu tür çirkin (ve pis) işleri yapıyorlardı. (Peygamberim Lût:) "Ey Kavmim! İşte kızlarım (halkımın kızları)! Onlar(la nikâhlanmanız) sizin için daha temiz (ve doğru bir iş)dir. Allah'tan korkun ve misafirlerime karşı beni rezil etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?" dedi.

11/79. Onlar: "İyi biliyorsun ki, (kavminin) kızlarında bizim gözümüz yok. Sen bizim ne istediğimizi çok iyi biliyorsun." dediler.

11/80. (Peygamberim Lût:) "Keşke size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya sağlam bir “kal’a”ya sığınabilseydim." dedi.

11/81. (Misafirler) şöyle dediler: "Ey Lût! Biz Rabbinin (melek) elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacak (ve kötülük yapamayacak)lar. (Bizi onlarla başbaşa bırak. Bunun üzerine Lût aleyhisselâm, kapıyı açtı. Saldırganlar içeri dolmaya başlayınca, Cebrâil aleyhisselâm gelenlerin yüzlerine kanadıyla vurdu ve hepsi bir anda kör oldu “Beydâvî”.) (Ey Lût!) Geceleyin bir vakitte ehlini (ev halkını) al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın (geri dönmesin). Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azapla buluşma zamanı sabahtır. (Hazret-i Lût, azabın âcil gelmesini dilemesi üzerine, Melekler:) Sabah yakın değil midir? " (diyerek cevap verdiler.)

11/82. (Azap) emrimiz gelince, oranın altını üstünü getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık. (Çünkü Lût kavmi, Allah’a isyan etmiş ve erkekler birbirleriyle sapık ilişkiler kurmuşlardı.)

11/83. (O taşlar,) Rabbinin katında işâretlenmiş (damgalanmışlardı). O (helâka uğrayan memleketler, coğrafî mesafe olarak) zâlimlerden (Müşrik Mekke halkından) uzak değildir.

11/84. Medyen halkına da (Hazret-i İbrâhim’in oğlu Medyen’in evlâtlarından) kardeşleri Şu'ayb'ı peygamber olarak gönderdik. O, şöyle dedi: "Ey kavmim! Allah'a ibâdet edin. Sizin (ilâhınız, “bir” olan Allah’tır.) O'ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Şüphesiz ben sizi bir hayır (nimet ve bolluk) içinde görüyorum. (Sakın bu zenginliğinize güvenerek îmanı reddetmeyin. Sonra bu nimetin hakkı olan şükrü ve başkalarına ikramı unutmayın.) Ben geçekten sizin için kuşatıcı bir günün (Kıyamet’in) azabından korkuyorum."

11/85. (Hazret-i Şuayb:) "Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adâletle tam (doğru) yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) kısmayın (eksik vermeyin). Yeryüzünde bozgunculuk yaparak (hak ve hukuku çiğneyerek) fesat çıkarmayın." (dedi.)

11/86. "Eğer Mü’min iseniz, Allah'ın (helâlinden) bıraktığı (kâr veya Allah’a itâat), sizin için en hayırlı(sı)dır. Ben sizin başınızda bir hafîz (ölçü ve tartıyı doğru yapıp yapmadığınız konusunda başınızda duran bir “gözetici”) değilim." (Ben size “doğru” olanı açıklıyorum.)

11/87. (Kavmi, alay ederek) dediler ki: "Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığı (putları)nı, yahut mallarımızda istediğimizi yapmaktan vazgeçmemiz (teklifin)i sana namazın mı emrediyor. Hâlbuki sen gerçekten halîm (selîm, yumuşak huylu) ve aklı başında birisin."

11/88. (Peygamberim) Şu'ayb, şöyle dedi: "Ey kavmim! (Söyleyin bana,) ya ben, Rabbimden gelen açık bir beyyine (ilim ve peygamberliğimi gösteren bir delil) üzere isem ve katından bana güzel bir rızık (peygamberlik ve hidayet) vermişse!. Ben yasakladığım (ölçü ve tartıda noksanlık gibi) şeylerde size muhalefet etmek istemiyorum. (Dolayısıyla size ne söylüyorsam, aynı şeyi, nefsime de söylüyorum.) Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek (adaleti sağlamanızı) istiyorum. Benim başarım ancak Allah'ın yardımı iledir. Ben sadece O'na tevekkül ettim (güvendim) ve sadece O'na yöneliyorum."

11/89. "Ey kavmim! Bana (isyan ederek) karşı gelmeniz, başınıza Nûh kavminin veya Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başına gelenler gibi bir şey (helâk gibi bir ceza) getirmesin. (Unutmayın ki,) Lût kavmi de, (zaman ve mekân olarak) sizden uzak değildir."

11/90. "Rabbinize istiğfâr ediniz (O’ndan günahlarınızın bağışlanmasını dileyin), sonra (günahlarınıza dönmemek üzere) O'na (Allah’a) tevbe edin. Şüphesiz Rabbim rahîmdir (çok merhametlidir), vedûddür (lütuf ve ihsanıyla Mü’minleri “çok sevendir”)."

11/91. (Kavmi) dediler ki: "Ey Şu'ayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni mutlaka taşlardık (öldürürdük). Sen bize göre azîz (üstün ve değerli) biri değilsin."

11/92. Şu'ayb, şöyle dedi: "Ey kavmim! Benim kabilem size göre Allah'tan daha mı, değerli ki, (beni öldürmediniz, fakat) O'na sırt çevirdiniz. Şüphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı muhîtdir (“kuşatıcı”dır, her şeyinizi bilmektedir. İtâattan yüz çevirmenizin cezanızı da verecektir)."

11/93. "Ey Kavmim! Durumunuza göre yapacağınızı (elinizden geleni) yapın. Şüphesiz ben de (Alllah’ın emrettiği şekilde elimden geleni) yapacağım. Rezil (perişan) edecek azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Gözleyin (azapla ilgili diyeceğimi “bekleyin”). Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum (Allah’ın dünyada göndereceği azabı “bekliyorum”)."

11/94. (Azap) emrimiz gelince, Şu'ayb'ı ve onunla birlikte îman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri (Peygamberim’e isyan edenleri, kâfirleri) ise, (Cibrîl-i Emîn’in) o sayha(sı, “çığlık, korkunç ses”i ile) yakaladı. Böylece yurtlarında diz üstü çökekaldılar (hepsi ânında helâk oldu, öldü).

11/95. (Helâk olanlar) sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak olduğu gibi, Medyen (halkı) da (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun!

11/96. Yemin olsun, (Peygamberim) Mûsa'yı da (Fir’avun’a ve ona tâbi olanlara karşı) âyetlerimizle (dokuz mu’cizemizle “İsrâ, 101”) ve apaçık bir delille (âsa mu’cizesiyle) gönderdik.

11/97. (Yemin olsun, Peygamberim Mûsa'yı da âyetlerimizle “dokuz mu’cizemizle” ve apaçık bir delille “âsa mu’cizesiyle”) Fir’avun’a ve onun ileri gelen adamlarına (peygamber olarak gönderdik.) Ancak (o ileri gelenler,) Fir’avun'un emrine uydular. Hâlbuki Fir’avun'un emri doğru değildi.

11/98. Fir’avun, kıyamet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe (Cehennem’e) götürecektir. Ne kötü varış (azap) yeridir orası!

11/99. Onlar (Fir’avun ve ona tâbi olanlar), hem bu dünyada (suda boğulmak suretiyle), hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. (Onlara) yapılan bu yardım (atıyye) ne kötü yardımdır!

11/100. (Ey Resûlüm!) Bunlar (kıssa olarak anlatılanlar), o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz (ki, ümmî bir Peygamberin “nübüvvet”ine delil olsun diye). Onlardan (helâk olanlardan) ayakta duranlar (izleri kalanlar) da var, yıkılıp (tamamen yok olup) gidenler de (var).

11/101. Biz onlara (günah işleden azabetmekle) zulmetmedik. Fakat onlar (peygamberlerini yalanladıkları ve Allah’tan başkasına ibâdet ettiklerinden dolayı) kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilâhları, kendilerine hiçbir fayda sağlamadı (onları azaptan kurtaramadı) ve zararlarını (hüsran ve cezalarını) artırmaktan başka bir şey yapmadı.

11/102. İşte Rabbin, zâlim şehirleri (halklarını) yakaladığı zaman, böyle yakalar! Şüphesiz O'nun yakalaması, elîmdir (çok acıklıdır) ve çok şiddetlidir.

11/103. Şüphesiz, bunda (bu kıssalarda) âhiret azabından korkanlar için bir(çok) ibret vardır. O, bütün insanların (evvelkilerin ve sonrakilerin hesap ve ceza için) toplanacakları bir (Kıyamet) gün(ü)dür. O, (arz ve hesap için, yer ve gök ehlinin) hazır bulunduğu (bulunacağı) bir gündür.

11/104. Biz onu (Kıyamet gününü) ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz.

11/105. O gün geldiği zaman, Allah'ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan bazısı şakî (bedbaht, cehennemlik), bazısı da saîd (mes’ûd, cennetlik)tir.

11/106. (Allah’ın ezelî ilminde) şakî (bedbaht, mutsuz) olanlara gelince, onlar, cehennemdedirler. Onların orada bir nefes alış-verişleri vardır ki, (son derece elem vericidir.)

11/107. Onlar (cehennemdekiler,) (Cennetteki) gökler ve yerler durdukça orada ebedî (sonsuz, daimî) olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. (Tevhid ehli, günahları miktarınca azap gördükten sonra cehennemden çıkarılır.) Şüphesiz Rabbin dilediğini yapandır. (Allahü teâlâ, günahkâr Muvahhidleri, dilediği zamanda ateşten çıkarıp Cennet’ine koyandır.)

11/108. Saîd (bahtiyar, mutlu) olanlara gelince, (Cennetteki) gökler ve yerler durdukça içinde ebedî (sonsuz, daimî) olmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. (Âsi Mü’minler, cehennemde günahları miktarınca ceza gördükten sonra cennet’e gireceklerdir.) Bu, onlara kesintisiz bir lütuf (rızık ve nimet) olarak (verilmiştir).

11/109. (Ey Resûlüm!) Şu kimselerin tapmakta oldukları şeylerin batıl olduğu (ve tapanlara hiçbir fayda ve zarar veremeyeceği) hususunda (ümmetin) şüpheye düşme(sin “Kurtubî”). (Müşriklerin ibâdetlerinin bâtıllığından ve bu itikadın kendilerini öncekilerin kötü akıbetine sürükleyeceğinden şüphe içinde olma “Beydâvî”.) (Bu konuda herkese bildir ki: Yüce Allah, onlara, bu putlara tapmalarını emretmiş değildir “Kurtubî”.) Onlar (bu putlara) sadece, daha önce babalarının taptığı gibi (taklit ederek) tapıyorlar. Şüphesiz biz onlara (azaptan) paylarını (günahlarının karşılığını) eksiksiz olarak vereceğiz.

11/110. Yemin olsun, biz (Peygamberim) Mûsa'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. (İsrâiloğullarından bazısı îman etti, bazısı da inkâr etti. Böylece) onun hakkında (Tevrat’ın Allah tarafından gönderilmesinde) ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinin daha önce (hesap ve cezanın Kıyâmet gününe erteleneceğine dair) bir kelimesi (ilâhî takdiri) geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi (geçmiş ümmetler gibi helâk edilirlerdi). Onlar da (Müşrikler de) onun (Kur'ân) hakkında derin bir şüphe içindedirler.

11/111. Şüphesiz Rabbin onların (bütün yaratıklarının) her birine, amellerini(n, işlerinin karşılığını, hayra, hayırla, şerre şerle) tam olarak verecektir. Şüphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır (dış yüzlerini bildiği gibi iç yüzlerini de bilmektedir).

11/112. O hâlde (Resûlüm,) emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki (şirkten ve küfürden) tevbe eden (Mü’min)ler de (dosdoğru olsunlar). Aşırı gitmeyiniz. (Hak ve adâlet ölçülerini aşmayın.) (Peygamber aleyhisselâm’ın görevlerinin başında: Vahyi tebliğ etmek, şer'i hükümleri indirildiği gibi açıklamak ve ibâdetleri, ifrat ve tefrite kaçmadan yerine getirmek bulunmaktadır. Bunlar, kolay şeyler değildir. Bunun içindir ki, Hazret-i Peygamber: “Hûd sûresi beni kocalttı/yaşlandırdı.” buyurmuştur “Beydâvî”.) Şüphesiz O (Allah), yaptıklarınızı hakkıyla görür.

11/113. Zulmedenlere (zulümlerine rıza göstererek, onları severek, onlara itâat ederek) az da olsa meyletmeyin. (Eğer meylederseniz) ateş, size de dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız (sizi ateşten kurtaracak velileriniz) yoktur. Sonra (azaba engel olmak için) size yardım da edilmez.

11/114. (Ey Resûlüm!) Gündüzün iki tarafında (sabah, öğle ve ikindi vakitlerinde) ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde (akşam ve yatsı vakitlerinde “Semerkandî”) namaz kıl. Çünkü bu hasenat (beş vakit namazın sevabı) seyyiâtı (küçük günahları) giderir. Bu, öğüt alanlar için bir nasihattır.

11/115. (Ey Resûlüm! Emirleri, tâatları yapmaya ve insanlardan gelen eziyetlere, isyanlara) sabret! Çünkü, Allah, Muhsinlerin (dine göre iyi ve faydalı işler yapanların) mükâfatını zayi etmez.

11/116. Sizden önceki nesillerden yeryüzünde insanları fesat çıkarmaktan men edecek akıl sahibi kimseler olmalı değil miydi? Fakat onlardan kurtuluşa erdirdiğimiz pek az kişi (vardır, ki, onlar, Mü’minler olarak fesada engel oldular). Zâlimler (zulmün ve fesadın yayılmasına engel olmayanlar) ise, kavuştukları nimetin (dünyalık, refah, servet ve bolluk elde etmenin) peşine düştüler. (Bu sebeple Allah'ın yapılmasını istediği “ma’rûfu emretme ve kötülüğü nehyetme”yi terkettiler.) ve (neticede) mücrimler (kâfirler) oldular.

11/117. (Resûlüm,) Rabbin, halkları salih ve ıslâh edici kimseler olduğu hâlde memleketleri zulmederek helâk etmez.

11/118. (Resûlüm,) Rabbin dileseydi, bütün insanları bir tek millet yapar (hepsi îman eder ve Allah'ın emirlerine itâatte bulunma hususunda ittifak etmelerini sağlar)dı. (Ancak yüce Allah, bunu dilemedi. İnsanların kendi istekleriyle çeşitli inançlara sahip olacaklarını ezelî ilmiyle bildi “Beydâvî”. İnsanları, Meleklerden farklı olarak, iyilik ve kötülük yapabilecek kabiliyette yarattı ve onları “akıl-nefis-irade” özellikleriyle donattı.) Onlar (insanlar, bu akıl, nefis ve irâde özellikleriyle) ihtilafa düşmeye (farklı inançlarda olmaya) devam edeceklerdir. (Çünkü nefis ve şeytanın karşısında insanlar, akıl ve serbest irâdelerini farklı şekillerde kullanabilmekte ve tercihlerde bulunabilmektedirler.)

11/119. (İnsanlar, serbest iradelerini İslam’a aykırı bâtıl inançlarda kullanarak kâfir olmaktadırlar.) Ancak Rabbinin rahmetine nail olan (Mü’min) kimseler, müstesnadır (bu ihtilâfın dışında kalmışlardır. Çünkü onlar, irâdelerini, îmandan ve itâattan “haktan” yana kullanarak rahmete kavuşmuşlardır). (Resûlüm, Rabbin) onları (insanları), bunun için (îman edenleri rahmetine kavuşturmak, küfredenleri ateşle cezalandırmak “imtihan” için) yarattı. (Böylece) Rabbinin: “Yemin olsun ki, cehennemi (isyankâr ve suçlu) bütün insanlar ve cinlerle dolduracağım" sözü (“va’îd”i) kesinleşti.

11/120. (Ey Resûlüm!) Peygamberlerin haberlerinden, senin gönlünü tespit edeceğimiz (huzura kavuşturup güçlendireceğimiz) her haberi (kıssayı), sana anlatıyoruz. Bunda (bu habrerlerde/âyetlerde) sana hak ve mü’minlere de bir nasihat ve bir ihtar (hatırlatma/uyarı) gelmiştir.

11/121. (Resûlüm!) Îman etmeyenlere de ki: "Durumunuza göre (îmansızlığınızın gereği olarak) yapacağınızı (elinizden geleni) yapın. Şüphesiz biz de (Mü’minler olarak “îman ve öğüt ile uyarı”nın gereği olan vazifemizi “Medârik”) yapmaktayız.

11/122. (Resûlüm, yine o kâfirlere de ki: Siz bizim başımıza belâların gelmesini) bekleyin. Şüphesiz biz de (Mü’minler olarak sizin gibi kâfirlere inen azapların inmesini “Medârik”) bekliyoruz.

11/123. Göklerin ve yerin gaybını (insanlara gizli olan her şeyi) bilmek, Allah'a mahsustur. Bütün işler, O'na döndürülür. (Âsi olanların cezasını verir.) O hâlde O'na kulluk et (ibâdet ve tâatte bulun) ve O'na tevekkül et (güven). Rabbin yaptıklarınızdan gâfil değildir (bütün yaptıklarınızdan haberdardır).

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿