16. NAHL SÛRESİ 

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

16/1. (Kâfirler, va’d edilen azap hâlâ gelmedi diyorlardı.) Allah'ın emri (Kıyamet günündeki azap) gelecektir (Enbiyâ,1; Kamer,1: Yûnus,24). Artık onun (vaktinden evvel) acele gelmesini istemeyin (o, mutlaka gerçekleşecektir). Allah, onların (kâfirlerin) ortak koştukları şeylerden münezzehtir/uzaktır (ve) yücedir.

16/2. O (Allah,) kendi emri (ve irâdesi)yle (peygamberlik verdiği) kullarından dilediğine melekleri (Cibrîl-i Emîn’i)ni, vahiy ile indiriyor (ve buyuruyor ki: Kâfirleri azap ile) korkutunuz (ve onlara şunu da bildirin:) “Şüphesiz benden başka ilâh yoktur. O hâlde (emir ve yasaklarıma uyma/riâyet konusunda) benden  korkun!”

16/3. O (Allah), gökleri ve yeri, hak ile (dilediği cins/tür, miktar ve sıfatlarla hikmet üzere) yarattı. (O,) müşriklerin ortak koştukları (ve yüce zâtına isnat ettikleri noksan) şeylerden yücedir.

16/4. İnsanı bir nutfe (sperm/meni)den yarattı (Yâsîn,77). Böyle iken bakarsın ki, o, (Rabbine karşı tartışan, mücadele eden, inkârcı, hatta düşman olan) açık bir hasım kesilmiştir (Yâsîn,78).

16/5. (Yüce Allah, çeşitli cinste) hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için (kıllarından ve yünlerinden elbiseler yaparak) ısınma(nızı sağlayan) ve (sütünü içme, sırtına binme, ziraatta kullanma gibi) daha birçok faydalar vardır. Hem de (et ihtiyacınızı karşılamak için) onlardan yersiniz.

16/6. Onları (hayvanları) akşam (ağıllarına/barınaklarına) getirirken, sabahleyin (meralara, otlak yerlerine) salıverirken de sizin için bir güzellik (zevk) vardır.

16/7. Onlar (binek ve yük hayvanları) ağırlıklarınızı, sizin ancak zahmetle varabileceğiniz beldelere/memleketlere taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz raûf (çok şefkatli)dir, rahîm (çok merhametli)dir.

16/8. Binmeniz ve zinet/süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). O (Allah) bilmediğiniz daha nice şeyler (nakil vasıtaları) yaratır.

16/9. (Hidayet) yolu(nu) göstermek, Allah'a aittir. (Peygamberleri vasıtasıyla hidayeti/doğru yolu gösteren O’dur.) Yolun eğrisi (hidayetten ayrılıp küfre/dalâlete düşenler) de vardır (En’âm,153). Allah dileseydi, (melekler gibi) hepinizi doğru yola iletirdi (Secde,13). (Ancak iradenizi serbest bırakarak, size seçme imkânı tanımıştır “İnsan,3”)

16/10. O (Allah) ki, gökten sizin için su (yağmur) indirendir. (Sizin) içecek su(yunuz) ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de ondan (meydana gelmekte)dir.

16/11. (Yüce Allah) o su ile size; ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve her çeşit meyvelerden bitiriyor. Elbette bunda (zikredilenler hakkında) düşünen (ve iman edecek) bir toplum için bir(çok) ibret(ler) vardır.

16/12. O (Allah), geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı, sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O'nun (yüce Allah’ın) emrine boyun eğmişlerdir (O’nun emri ile hareket ederler). Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir toplum için (birçok) ibretler vardır.

16/13. (Yüce Allah’ın) sizin için yeryüzünde yarattığı çeşitli (cins ve) renklerdeki (hayvan ve bitki)leri de (sizin hizmetinize verdi). Öğüt alan bir toplum için bunda (birçok) ibretler vardır.

16/14. O (Allah) ki, taze et (balık) yemeniz ve takınacağınız (inci, mercan gibi) zînet çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada (suyu) yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar,) O'nun (Allah’ın) lütfundan (ticaret yaparak rızık) aramanız ve (Allah’a) şükretmeniz içindir.

16/15. (Yüce Allah,) sizi sarsmasın diye yere sâbit dağlar, ırmaklar ve yollar koydu ki, maksatlarınıza ulaşasınız (Allah’ı tanımaya imkân bulasınız) diye.

16/16. (Yol bulmak için daha) nice işaretler (yarattı). Onlar (insanlar), yıldızlarla da yollarını (ve yönlerini) bulurlar.

16/17. O hâlde yaratan (Allah), yaratamayan (putlar, Firavun ve Nemrut benzeri kendisine taptıran insanlar) gibi olur mu (Lokmân,11; Fâtır,40)? Artık siz, (kimin hâlik, kimin mahlûk olduğunu) düşünmez misiniz (ki, iman etmiyorsunuz)?

16/18. Hâlbuki Allah'ın (çeşitli sayısız) nimet(ler)ini saymaya kalksanız, onları (toplu olarak bile) sayamazsınız (ki, nerde kaldı onların şükrünü eda etmek “İbrâhim,34”). Şüphesiz Allah, gafûr (nimetlerine şükrettiğinizde günahlarınızı bağışlayan)dır, rahîm (günah ve isyanlarınız sebebiyle nimetlerini sizden kesmeyen)dir.

16/19. (Yüce) Allah, (itikat ve davranış olarak) gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.

16/20. Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar veya ilâh edindikleri kişiler), yaratılmış olduklarına göre hiçbir şey yaratamazlar. (Kendilerini ilâh tanıtanlar, kendi ölümlerini dahi engelleyemezler. Nitekim Firavun da, Nemrut da ölmüştür. Çünkü bunlar, mümkün varlıklardır. İlâh ise, vâcibu’l-vucûd’dur “Beydâvî”).

16/21. Onlar (kâfirler), ölüdürler, (içlerinde iman olmadığı için) diri değildirler (Neml,80; Münafık,4). (Onlar,) ne zaman dirileceklerini de bilmezler (Semerkandî ve Mâturîdî).

16/22. Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır (O da Allahü teâlâ’dır). Ahirete iman etmeyen (öldükten sonra dirilmeye inanmayan)lar var ya, onların kalpleri bunu (Allah’ın “bir”liğini) inkâr etmekte ve (iman etmeye) kibretmekte (büyüklük taslamakta)dırlar.

16/23. Şüphe yok ki Allah, onların gizledikleri (küfrü ve Peygamber’e tâbi olmayı reddetmeleri)ni de, açığa vurdukları (kibir davranışları)nı da bilir. O (Allah), (imana ve İslam’a karşı) büyüklük taslayanları hiç sevmez. (Kalbinde zerre mikdari kibir olan kimse Cennete giremez “Müslim, İman 41”.)

16/24. Onlara (kâfirlere): "Rabbiniz ne indirdi?" denildiği zaman, (onlar,) "öncekilerin masalları" derler.

16/25. Böylece onlara (Ahiret’e inanmayanlara) Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak ve  ilme (Allah’ın ve peygamberinin beyanlarına) aykırı olarak (imandan) saptırdıkları kimselerin günahlarının bir kısmını da yüklenirler. (Çünkü onlar, Kur’an’a, peygambere, imana ve İslam’a karşı olmaya çağırmışlardı. “Bunlar, eskilerin masallarıdır, gericiliktir, akıl ve mantığa uymuyor.” demişlerdi.) Bakınız onlar, ne kötü şey yükleniyorlar!

16/26. Onlardan (Peygamber aleyhisselâm zamanındaki müşriklerden) öncekiler de (peygamberlerine ve iman edenlere) hileler/tuzaklar kurmuşlardı. (Yüksek binalar ve kuleler yaparak, bâtıl inançlarına göre semadakilerle savaşmak istediler. Fakat) Allah('ın azabı), binalarına (dinamit yerleştirilmiş gibi) temellerinden geldi, tavanları başlarına çöktü. Azap onlara fark edemedikleri (ummadıkları) yerden geldi. (Hazret-i İbrahim zamanında yaşayan Akat kralı Nemrut, Babil’de çok geniş ve beş bin arşın/3.400 m. yüksekliğinde bir kule yaptırmıştı. Onunla semanın en yükseğine çıkacağını zannediyordu. Ancak bunun imkânsız olduğunu anladı. O da kuleyi, aile efradı için kale yaparak mesken edindi. Fakat kule, ailesi ile birlikte kavminin üzerine yıkıldı ve hepsi helâk oldu “Beydâvî”.)

16/27. Sonra Kıyamet günü, Allah onları (azapla) rezil eder (Âl-i İmrân,192) ve: "Hani uğurlarında (Mü’minlere) muhalefet/düşmanlık ettiğiniz (inancınıza göre) ortaklarım nerede?" buyurur. Kendilerine ilim verilen (Melekler veya peygamberler yahut Mü’min)ler ise şöyle derler: "Şüphesiz bugün rezillik ve kötülük (zillet ve şiddetli azap) kâfirlerin üzerinedir."

16/28. (Peygamberi ve İslam’ı inkâr etmek suretiyle) kendilerine zulmederlerken (ömürleri dolduğunda) meleklerin canlarını alacakları (ve azâbı gördükleri) zaman onlar: "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk." diyerek teslim (ve itâatkâr) olurlar. (Melekler de onlara şöyle derler:) "Hayır! Allah sizin (küfür ve isyan olarak bütün) yaptıklarınızı elbette çok iyi bilendir."

16/29. "Haydi, içinde ebedî/sonsuz kalacağınız cehennemin (her kâfir sınıf için hazırlanan) kapılarından (birinden) girin. (Her kâfir sınıfı/grubu için yedi cehennem kapısı vardır “Hıcr,44; Mü’min/Gâfir,76”.) (Allah’a ve peygamberine itâate) kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!"

16/30. (Allah'ın emirlerini yapan ve haramlarından sakınan) takva sahiplerine: "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde, "Hayır (Allah’a ve peygambere itâati) indirdi." derler. Bu dünyada (İslam’ın teklif ettiği ve uygun gördüğü) iyi ve faydalı işler yapanlara (ibadet ve tâatte bulunanlara) hasene (Allah’ın ikramı mükâfat) vardır. Ahiret yurdu ise, daha hayırlıdır (o da cennet’tir). Müttakî (Mü’min)lerin yurdu, ne güzeldir!

16/31. (Müttakî Mü’minler, ağaçları) altından ırmaklar akan Adn cennetlerine gireceklerdir. Orada onlar için diledikleri her şey vardır. Allah, (şirkten ve her türlü günahtan korunan) Müttakî (Mü’min)leri böyle mükâfatlandırır.

(Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i şeriflerde cennetin tabakaları/dereceleri ve kapılarının olduğu beyan  edilmiştir:

1. Cennet’in dereceleri şunlardır:

1) Cennetü’l-Huld, Müttakî Mü’minler içindir “Furkân,15”. Huld, ebedî/sonsuz demektir. Cennet, Kur’an’da 147 yerde geçmektedir. Cennetân/iki cennet - Ahiret’teki cennet anlamında - iki âyette “Rahmân,46 ve 62”; cennât/cennetler de birçok âyette zikredilmektedir.

2) Cennetü’n-Naîm, Ebrâr Mü’minler içindir “İnfitâr,13; Mütaffifîn,22”

3) Adn cenneti, Müttakî Mü’minler içindir “Nahl,31; Sâd,49-50”.

4) Firdevs cenneti, huşû’ içinde namaz kılanlar; dinin lâgv saydıklarından uzan duranlar; zekâtını verenler; ırzını muhafaza edenler; emânet ve ahidlerine riâyet edenler; namazlarını vaktinde kılan Mü’minler için “Mü’minûn,1-11”.

Cennet’te 100 derece vardır. Firdevs, cennetin en fazıletli ve en yüce yeridir. Cennet nehirleri, ondan doğmaktadır. Siz Allah’tan istekte bulunurken, Firdevs’i isteyiniz “Buhârî, Cihad 4”.

5) Hüsnâ cenneti, iyilik yapan Mü’minler içindir “Yûnus,26”.

6) Dâru’s-Selâm. “Maddî ve mânevî âfetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden korunmuş olma” manasındaki “selâm” ile “ev, yurt” anlamındaki dâr kelimesinden oluşan bu terkip, iki âyette cennetin adı olarak zikredilmiştir “En’âm,127; Yûnus,25”.

7) Dâru’l-Mukâme. “Asıl durulacak yer, ebedî ikamet edilecek yurt” manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah’a hamd ve şükür sırasında bulundukları mekân için kullanılan bir tabirdir “Fâtır,35”.

8) Cennâtü’l-Me’vâ, takva sahibleri veya şehitlerin gideceği yerdir ki, yanında Sidretü”l-Müntehâ bulunmaktadır “Necm,15”).

Bütün cennet dereceleri, ebedîdir/sonsuzdur. Hiçbirinde keder, üzüntü, sıkıntı, yorgunluk, uyku, bitkinlik, hased/kıskançlık, burun akıntısı, regl, idrar ve yediklerini dışarı çıkarma, fena koku gibi durumların hiç biri yoktur. Kişinin her isteği, ayağına gelmektedir. Huriler, hizmetçiler ve eşler vardır. Kişi, istediği her zevki yaşayabilmektedir. Hepsi, 30/33 yaşlarında olur “Tirmizî, Cennet 12”. Çeşitli meyva ve nimetler, yenildikten sonra idrar ve saireye dönüşmeden, kişiye zarar ve sıkıntı vermeden bedenden kandiliğiinden ayrılıp gitmektedir.

Cennet’te çarşı vardır. Cennet ehli, birbirlerini orada görürler “İbn Mâce, Zühd 39; Müslim, Cennet 6”.

Cennet, ölümsüz saadet, huzur, selâmlaşma ve hamd yeridir “Zümer,73-74; Yûnus,10”.

2. Cennet’in kapıları:

Ayet-i kerimeler’de cennetin kapıları olduğu beyan edilmiştir “Zümer,73; Sâd,50”.

Hadis’te cennet’in 8 kapısı olduğu belirtilmiş ve 4’ü ismen açıklanmıştır (Buhârî, Bed’ul-Halk 9):

1) Reyyân kapısı. Ancak oruç tutanlar, o kapıdan girerler (Buhârî, Bed’ul-Halk 9),

2) Sakada/Zekât kapısı (Buhârî, Savm/Oruç 4),

3) Namaz kapısı (Buhârî, Savm/Oruç 4),

4) Cihad kapısı (Buhârî, Savm/Oruç 4).

Râzî Tefsiri’nde 8 kapının isimleri şöyle sayılmıştır:

1) Ma'rifet, 2) Zikir, 3) Şükür, 4) Reca’/Ümit, 5) Havf/Korku, 6) İhlâs, 7) Dua/Niyâz, 8) Resûlüllah'a, Ulemâ'ya ve Evliya'ya uymak (Râzî, Fâtiha Sûresi/Mukaddime).

16/32. Onlar (Müttakî Mü’minler) ki, Melekler, canlarını tayyip (küfürden uzak kişi)ler olarak alırken, "Selâm size! (Resûllah’a tâbi olarak iman ettiğinize ve İslam’ın teklifine uygun) yaptığınız iyi işlere karşılık girin cennete!" derler.

16/33. (O kâfirler,) kendilerine ancak (canlarını alacak) meleklerin gelmesini veya Rabbinin (helâk) emrinin gelip çatmasını mı bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmış (peygamberlerini yalanlamışlar)dı. Allah (onları suç işlemedikleri hâlde helâk ederek) onlara zulmetmedi, fakat onlar, (peygamberlerini ve tebliğ ettikleri dini inkâr etmek suretiyle) kendilerine zulmeder oldular.

16/34. Sonunda işledikleri kötülükler(in cezası) onlara ulaştı ve (peygamber, âyetler ve din ile) alay ettikleri şey (azap) kendilerini kuşatıverdi.

16/35. Allah'a şirk/ortak koşanlar, (alay ederek) dediler ki: "Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmaz ve O'nun emri olmadan (bahîre, sâibe, vasîle ve hâm gibi) hiçbir şeyi (hayvanı) haram kılmazdık (Mâide,103)." (Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu:) Onlardan öncekiler de böyle yapmış (Allah’a iftira etmiş ve peygamberlerini yalanlamış)lardı. Peygamberlere düşen, ancak açık bir tebliğ, değil midir? (O kâfirler, Ahiret’te şiddetli bir azaba uğrayacaklardır.)

16/36. Yemin olsun biz, her ümmete, "Allah'a ibadet (ve itâat) edin ve tâğûttan (şeytan veya put yahut Firavun gibi ilâh edinilen kişiden) kaçının (Bakara,256)." diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını (iradelerini iman ve İslam’dan yana kullandıklarından) hidayete erdirdi. Onlardan bir kısmı da (iradelerini küfür ve isyan’dan yana kullandıklarından) dalâlete düşmeyi (İslam’dan ayrılmayı) hak ettiler (tercihte bulundular). (Ey kâfirler,) şimdi yeryüzünde dolaşın da (peygamberleri) yalanlayanların âkıbetinin ne olduğunu bir görün!

16/37. (Resûlüm,) sen onların hidayet bulmalarına (iman etmelerine) hırslı (çok istekli) olsan da, şüphesiz Allah (küfürleri sebebiyle) dalâlete düşürdüğünü (küfürde kaldıkları müddetçe) hidayete erdirmez. Onların (azaptan kurtulmaları için) yardımcıları da yoktur.

16/38. Onlar (kâfirler): "Allah, ölen bir kimseyi diriltmez." diye en kuvvetli şekilde Allah’a yemin ettiler. Hayır. (Yüce Allah, diriltecektir!) Bu, (O’nun) kendi zâtına vâcip kıldığı (Semerkandî) bir va’ddır. Fakat insanların çoğu (imansız olduklarından, öldükten sonra dirilmeyi tasdik etmez ve başlarına ne geleceğini) bilmezler.

16/39. (Allah o kâfirleri diriltecek ki, Mü’minlerle hak ile bâtıl, haklı ile haksız konusunda) ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklasın ve kâfir olanlar da kendilerinin gerçekten yalancı olduklarını bilsinler diye!

16/40. Biz (şânı yüce Allah,) bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman, söyleyeceğimiz söz, sadece ona "ol" dememizdir. O da hemen oluverir.

16/41. (Mekke’de) zulme uğradıktan sonra Allah yolunda (Habeşistan’a ve Medine’ye) hicret eden (Muhacir)lere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde (Medine’ye) yerleştiririz. Ahiret mükâfatı (cennet) ise, daha büyüktür. (Kâfirler veya hicretten geri kalanlar) keşke (Muhacirlerin nâil oldukları ecri, ilâhi lütfu) bilselerdi..

16/42. Onlar (Muhacirler) ki, (kâfirlerin eziyetlerine ve aileleri ile vatan ayrılığı gibi sıkıntılara) sabreden ve (başkasından yüz çevirip) yalnız Rablerine tevekkül eden (bütün işlerini O’na havale eden)lerdir.  

16/43. (Resûlüm) senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (Meleklerden ve kadınlardan insanlara) peygamber göndermedik. (Ancak Melekleri, meleklere ve peygamberlere resûl kıldık “Hacc,75; Fâtır,1”.) Eğer bilmiyorsanız,  (ehl-i kitap’tan) ilim sahiplerine sorun.

16/44. (O peygamberleri “aleyhimü’s-selâm”) apaçık belgeler (mu’cizeler) ve kitaplarla (gönderdik). İnsanlara, kendilerine indirilen (helâl ve haram gibi Kitap’takiler)i açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri (ve iman etmeleri) için sana bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik.

16/45. (Nemrûd ve benzerleri gibi) kötü işler yapmak için (iman ve İslâm’a karşı) tuzak kuranlar, Allah'ın kendilerini yere geçirmesinden (Kasas,81) veya (ansızın) bilemeyecekleri bir yerden (Eyke ve Lût kavmi gibi) kendilerine azap gelmesinden (Zümer,25) emin mi oldular?

16/46. Yahut onlar (kâfirler,) (yolculuklarında veya işlerinin başında) dönüp dolaşırlarken, (Allah'ın) kendilerini (azapla) yakalamasından (emin mi oldular?) Onlar, (Allah'ı) âciz bırakacak değildirler.

16/47. Yoksa onlar, (kasabaların birer birer helâk olduğunu gördüklerinde) korkuya kapılarak (azabın azar azar kendilerine ulaşıp) yakalamasından (emin mi oldular?) Şüphesiz Rabbiniz çok raûf (şefkati çok)dur, rahîm (azabı âcil göndermeyen)dir “Begavî”.

16/48. Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye (bitkiye) bakmadılar (bakmazlar) mı? Onun gölgeleri, Allah'a secde ederek ve boyun eğmiş hâlde sağa ve sola (güneşin hareketine göre bir taraftan diğer bir tarafa) döner durur.

16/49. Göklerde (güneş, ay, yıldızlar) ve yerde bulunan canlıların hepsi ve bütün melekler, Allah’a secde ederler (Fussılet,11). Onlar asla (Allah’a karşı ibadet ve tâatte) kibirlilikte bulunmaz (büyüklük taslamaz)lar.

16/50. Onlar (Melâike-i Kirâm), üstlerindeki (her şeye hâkim, celîl “Rahmân,27 ve 78” ve kahhâr olan “İbrahîm,48; Sâd,65”) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri (ve ibadetleri) yaparlar. (Melekler de korku ve ümit arasında verilen görevleri yerine getirirler “Beydâvî”.)

16/51. Allah, şöyle buyurdu: "İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek ilâhtır. (O da benim.) O hâlde, (başkasından değil) yalnız benden korkun."

16/52. Göklerde (Melekler) ve yerde her şey (mülk, yaratma ve kul edinme bakımından), O'nundur. (Hepsi, şanı yüce Allah’ındır). Din (itâat ve ihlâslı ibadet) de daima O'nadır. O hâlde siz, Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? (O’ndan başka size fayda ve zarar verecek yoktur.)

16/53. Sahip olduğunuz her nimet (zenginlik, sıhhat, makam, unvan, rutbe, yetki) Allah'tandır. (Bunların hepsi, Allah’ın izni, dilemesi, iradesi ve yaratmasıyladır. Çünkü insan, yaratıcı değildir.) Sonra size bir sıkıntı ve zarar (fakirlik, hastalık, belâ, felâket) dokunduğu zaman, yalnız O'na yalvarır yakarırsınız. (Fakat nimet, sağlık ve refah verildiğinde bazılarınız O’nu unutursunuz. Sanki onları veren ve yaratan Allah, değilmiş gibi.)

16/54. Sonra (Allah) sizden o sıkıntı (keder, üzüntü, hastalık, belâ)yı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı, Rablerine şirk/ortak koşar (olmuştur). (Allah’ı unutmuş, nesne, sistem, ideoloji veya kişileri ilâh edinmiştir. “Yaratma”yı kişlere isnat eder olmuştur.)

16/55. (Allah’ı unutup nesne, sistem ve kişileri ilâh edinmeyi) kendilerine verdiğimiz (nimetler)e karşı nankörlük etmek (veya “bu nimetleri Allah vermiyor, biz kazanıp sahip oluyoruz” demek) için (yaparlar). (O hâlde) bir süre daha (bu dünya nimetlerinden) faydalanın bakalım! Yakında (Kıyamet günü neyin hak, neyin bâtıl olduğunu açık olarak görecek ve) bileceksiniz!

16/56. Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (mahiyetini) bilmedikleri şeylere (ilâh edindiklerine) pay ayırıyorlar (o yaptı, o yarattı, bu onun diye). Allah'a yemin olsun ki, (İslam’a ve Allah’ın ulûhiyyetine aykırı) uydurmakta (iftira etmekte) olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.

16/57. Onlar (kâfirler), (şânı yüce) Allah'a kızlar isnat ediyorlar (Melekler, Allah’ın kızları derler) – ki, O, bundan münezzehtir, uzaktır - beğendikleri de (erkek çocuklar) kendilerinin oluyor. (Hristiyanlar, Melekleri kız şeklinde tasvir etmektedirler.)

16/58. Onlardan birine, kız (çocuğu olduğu) müjdesi verildiği zaman, (insanlardan utandığı için) içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir. (O anda karısını suçlu görür. Hâlbuki, her erkeğin bir annesinin olduğunu unutur.)

16/59. (“Kızın oldu” denilerek) kendisine verilen müjdenin (üzerinde bıraktığı) kötü (etki)den dolayı halktan gizlenir. Şimdi o (kız çocuğu)nu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa (diri diri) toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar (Câsiye,21)! (Böyle kötü gördükleri kızları, tutuyorlar, Rablerine nispet ediyorlar.)

16/60. Ahirete iman etmeyen (kâfir)ler için, kötü sıfat(lar) vardır. (Onlar, aşağılanmak ve fakirlik korkusuyla kız çocuklarını diri toprağa gömerler. Onlar, hakk olan İslam karşısında, sağır, dilsiz ve kördürler “Bakara,18”.) En yüce sıfatlar ise, Allah'ındır (O’nun misli yoktur, her şeyi işiten ve görendir “Şûra,11”. Doğurmamış ve doğmamıştır, hiç bir şey O’nun dengi değildir “İhlâs,3-4”). O (Allah), azîz (her şeye gâlip, sınırsız güç sahibi)dir, hakîm (mutlak hüküm ve hikmet sahibi)dir.

16/61. Eğer Allah, insanları zulümleri (küfür ve isyanları) yüzünden (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri (azap vakti) geldiği zaman, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.

16/62. (Kâfirler,) hoşlarına gitmeyen (râzı olmadıkları) şeyleri (kızları, ortakları) Allah'a isnad ederler. En güzel sonuç (cennet,) kendilerininmiş diye (Fussılet,50) dilleri de yalan söyler. Hiç şüphe yok ki, onlara (kâfirlere) ateş (cehennem) vardır ve onlar, oraya öncelikle sürülürler (Hûd,22).

16/63. Allah'a yemin olsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik. Fakat (onlar, iradelerini küfürden yana kullandılar. Peygamberlerine tâbi olacakları yerde, şeytan’ın telkinlerine uydular.) şeytan onlara, işlerini (küfür ve isyan davranışlarını) güzel gösterdi. (Şeytana tâbi olarak, Resüllerini yalanladılar.) O (şeytan), bugün (dünyada) onların velisidir. Onlar (kâfirler) için (Ahiret’te) çok acı bir azap vardır.

16/64. Sana kitab’ı (Kur’an’ı), ancak (tevhid, kader, Ahiret gibi konularda) ayrılığa düştükleri şeyleri onlara (Yahudi, Hristiyan, Mecusî, diğer küfür ve dalâlet fırkalarına) açıklaman için ve îman eden bir topluma (Mü’minlere) hidayet (hak yol için rehber) ve rahmet olsun diye indirdik.

16/65. (Yüce) Allah, gökten su (yağmur) indirdi, onunla yeryüzünü ölümünden (kurumuş bitkilerden) sonra (yeşermiş bitkilerle) diriltti. Şüphesiz bu (anlatıla)nda işiten (ve düşünen) bir toplum için (öldükten sonra dirilmeye işaret eden) bir ibret vardır.

16/66. Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da (Allah’ın kudretine, azametine ve vahdaniyetine delâlet eden) sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (çıkan ve) içenlerin boğazından kolayca geçen (size) hâlis bir süt içiriyoruz (Mü’minûn,21).

16/67. Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de (sirke ve üzüm gibi) güzel bir rızık edinirsiniz (Bu âyet, içki haram edilmeden önce inmiştir “Celâleyn ve Semerkandî”). Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için (yüce Allah’ın kudretine delâlet eden) bir ibret vardır.

16/68. Rabbin, bal arısına şöyle vahyetti (ilham etti): "Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların) yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin."

16/69. (Yüce Allah,) "sonra (acı ve tatlı) bütün meyvelerden ye ve Rabbinin (kudretiyle acı çiçeklerin, karnında tatlı bala dönüşmesi için, evine dönerken, yolunu şaşırıp karıştırmadan) sana kolaylaştırdığı yollara (arkadaşlarının gittiği yere itâat ederek) gir (diye arıya ilham etti)." Onların karınlarından çeşitli renklerde şerbet(ler/bal) çıkar. Onda (balda) insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda (arının bal yapımı konusunda) düşünen bir toplum için elbette bir(çok) ibret vardır.

(Bilim insanları, arıların bal yapımını şöyle anlatırlar:

Nektar, çiçekli bitkilerde nektaryum olarak isimlendirilen yapılar tarafından salgılanır. Nektarın temel kaynağı, fotosentez sonucu oluşan besin maddeleridir. Nektar, büyük oranda sakkaroz, fruktoz ve glikozdan oluşur. İçinde şekerin yanı sıra amino asit, lipit, organik asit gibi maddeler de vardır. Nektarın yapısındaki maddelerin türü ve miktarı bitkiden bitkiye değişir.

Toplayıcı arılar, çiçeklerden topladıkları nektarı vücutlarındaki bal midesi olarak isimlendirilen bölgede depolar. Bu süreçte salgıladıkları bazı enzimler nektarın yapısındaki disakkaritlerin “özellikle sakkarozun” monosakkaritlere “glikoza ve fruktoza” parçalanmasını sağlar.

Toplayıcı arılar, topladıkları nektarı kovandaki işçi arılara aktarır. Kovandaki işçi arılar, toplayıcı arılardan aldıkları nektarı yaklaşık 15-20 dakika boyunca geri çıkarıp tekrar içer. Bu süreçte enzim içeren salgılar, nektarla karışmaya ve nektarın yapısındaki sakkaroz glikoza ve fruktoza dönüşmeye devam eder. Daha sonra kovandaki işçi arılar, nektarı bal peteklerine aktarır.

Balın en önemli özelliklerinden biri, içindeki su oranının hayli düşük olmasıdır. Kovandaki işçi arılar, kanatlarını çırparak kovanı havalandırır, bu da bal peteklerinde biriktirilen nektardaki fazla suyun buharlaşmasını sağlar. Böylece bitkiler tarafından salgılanan nektardaki su oranı, %80 düzeyindeyken, bu oran, balda %20’nin altına düşer. Nektarın bala dönüşümü, 1-3 gün sürer.

Bal, zayıf asit özellikte bir maddedir. Bunun nedeni yapısındaki glukonik asit gibi organik asitlerdir. Balın tadı ve kokusu ise içindeki kolayca buharlaşabilen “uçucu” organik maddelere bağlıdır “İlgili Bilim Kaynakları”.)

16/70. Allah, sizi yarattı. Sonra (eceliniz geldiğinde) sizi öldürecektir. İçinizden kimi erzel-i ömr’e (ömrün en rezili’ne, ihiyarlığın en kötüsüne/bunaklığa) döndürülür ki, (çok şey) bildikten sonra (unutmada ve yanlış anlamada çocuklar gibi) bir şey(i tam ve doğru) bilmesin diye. Şüphesiz Allah, alîm (ömürlerin miktarını, sağlık ve hastalık durumunu, kimin hangi yaşta ve ne şekilde öleceğini en iyi bilen)dir, kadîr (bünyeleri, mizaçları ve ecelleri farklı kılan Allah, sınırsız her şeye gücü yeten)dir.

16/71. Allah, rızık konusunda kiminizi (zengini) kiminizden (fakirden) (mal bakımından) üstün kıldı. Üstün (zengin) kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki, rızıkta hepsi eşit olsunlar. (Fakat kâfirler, bunu yapmazlar. Bu durumda o Müşrikler, nasıl oluyor da Allah’ın mülkünde o putları/taptıklarını Allah’a ortak koşuyor, Allah ile eşitliyorlar? “Rûm,28”) Şimdi Allah'ın (bin bir çeşiit) nimetini mi inkâr ediyorlar?

16/72. Allah, size kendi cinsinizden zevceler yarattı. Zevcelerinizden de oğullar ve torunlar verdi. Sizi (tahıllar, hayvanlar, meyveler gibi) temiz şeylerle rızıklandırdı. Bu durumda hâlâ onlar, bâtıla (putlara, şeytanın telkinlerine, İslam’a aykırı fikir ve inançlara) inanıyorlar da Allah'ın (yarattığı bunca) nimetini (O’nun Resûlünü, Kur’an’ını ve ahkâmını) inkâr mı ediyorlar?

16/73. (Kâfirler,) Allah'ı bırakıp da, kendilerine (ne) göklerden (yağmur yağdırmakla) ve (ne) yerden (bitki bitirmekle) hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere (putlara veya ilâh edindikleri tabiata) tapıyorlar.

16/74. Artık Allah'a (âit yaratıcılığı, insanlara veya tabiata yükleyerek bâtıl) benzetmeler yapmaya kalkmayın. Çünkü (her şeye kâdir olan, eşi ve benzeri olmayan) Allah, (onların kalplerinde kimi ve neyi ilâh edindiklerini) bilir, siz bilmezsiniz.

16/75. (Yüce) Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen köle bir kul ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan kimseyi misal/örnek verdi. Bunlar, hiç eşit olur mu? (Başkasının mülkiyeti altında bulunan ve kendi işini görmesi için hiçbir güçe/yetkiye sahip olmayan bir köle ile kendisine güzel rızık verilmiş hür bir kimse aynı olmadığı gibi, işte şânı yüce Allah, bu putlarla bir/aynı olur mu, ki, onlar, putlara tapmaya devam ederler “Beydâvî, Celâleyn ve Kurtubî”? Yahut bu âyet, Mü’min ile kâfire bir örnektir. Çünkü kâfir, Allah’a ibadet etmez, O’nun yolunda bir şey infak etmez, Ahiret’te de inanç ve amellerinin karşılığında hiç bir mükâfat görmez; Mü’min ise, Allah’a ibadet ve tâatte bulunur, O’nun yolunda hayır ve hasenat yapar, Ahiret’te de sevap, rahmet ve mağfiretle karşılanır “Semerkandî, Begavî ve Mâturîdî”.) Hamd, Allah'a mahsustur, fakat onların (kâfirlerin) çoğu, (Allah’tan başka ilâhlar edinmenin Ahiret’teki azabını) bilmezler.

16/76. Allah, şu iki kişiyi de misal/örnek verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey yapamaz, efendisinin üzerine bir yüktür. Onu nereye gönderse, hiç bir hayır getirmez (bir iş beceremez. Bu kâfire örnektir “Celâleyn”). (Şimdi) bu (kişi), adâletle emreden ve sırât-ı müstakîm (ki, İslam’ın emrettiği tevhîd) üzere olan (ve insanları bu hak yola da’vet eden) kişi ile (bir ve) eşit olur mu?

16/77. Göklerin ve yerin gaybı (kulların göremedikleri ve bilemedikleri) Allah'a aittir. (O, açıkta olanları bildiği gibi, gizli olanları da bilir.) Kıyamet'in kopması, bir göz açıp kapama gibi veya (saniyeden de) daha az bir zamandır. (Kâfirler, ba’se/öldükten sonra dirilme, mahşer, mizan ve hesaba inanmazlar.) Şüphesiz Allah, (öldükten sonra diriltme ve mahşer yerinde toplama gibi) her şeye kâdirdir.

16/78. (Sınırsız kudret sahibi olan) Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez iken çıkardı. (Allah’a iman edip nimetlerine) şükretmeniz için size kulaklar, gözler ve kalpler (ile birlikte hayatınızı normal şekilde devam ettirecek çeşitli organ ve kabiliyetler) verdi.

16/79. Göğün boşluğunda O’nun emrine boyun eğdirilmiş (olarak uçuşan) kuşlara bakmadılar mı? Onları (gökte,) Allah’tan başka tutan yoktur. Şüphesiz bunda (Allah’a) iman eden bir toplum için (O’nun büyüklüğünü ve kudretini gösteren) ibretler vardır.

16/80. (Yüce) Allah, size evlerinizi (huzur ve sükûn bulacağınız) oturma (barınma) yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek göç gününüzde (yolculuğunuzda), gerek ikamet gününüzde kolayca taşıyacağınız (çadır ve portatif) evler (edinmenizi sağladı ve size imkânlar) verdi. O (hayva)nların (koyunların) yünlerinden, (develerin) yapağılarından ve (keçilerin) kıllarından (eskiyeceği veya öleceğiniz yahut ihtiyacınızı göreceği) bir zamana kadar (kullanacağınız) ev eşyası ve geçimlik (ticaret malı) (verdi).

16/81. (Yüce) Allah, yarattığı (evler, ağaçlar ve bulutlar gibi) şeylerden size (güneşin hararetinden koruyacak) gölgeler yarattı. Dağlarda da sizin için barınaklar (mağaralar) var etti. Sizi sıcaktan (ve soğuktan) koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. Böylece Allah, (itâat edesiniz ve) Müslüman olasınız diye size olan nimetini tamamlıyor.

16/82. (Resûlüm, bu nimetleri görmezden gelen kâfirler,) eğer (iman ve İslam’dan) yüz çevirirlerse, artık sana düşen, ancak apaçık bir tebliğdir. (Onu da lâyıkıyla yapmaktasın.)

16/83. Onlar, Allah'ın (bu) nimetini (Muhammed aleyhisselâm’ın “nebî” olduğunu) bilirler (veya bundan önceki âyetlerde sayılan nimetleri, Allah’ın yarattığını ikrar ederler “Zuhruf,87; Ankebût,61,63”, fakat), sonra da inkâr ederler. Onların çoğu, (inatçı “Beydâvî”) kâfirlerdir.

16/84. (Kıyamet) gün(ü), her ümmetten (lehlerine ve aleyhlerine şahitlik yapmak üzere peygamberlerini) bir şahit (olarak) göndereceğimiz (getireceğimiz). Sonra küfredenlere (Allah’a ve peygamberine iman etmeyen ve itâatte bulunmayanlara) ne (özür dilemelerine) izin verilir, ne de onlardan özür dilemeleri istenir (özür dilemeye fırsat ve imkân verilmez “Mü’minûn,107-108”. Onlardan dünyaya dönüp Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez “Mü’min,100; Fussılet,24”).

16/85. O zâlim (kâfirler)ler, (cehennem) azabı(nı) gördükleri zaman, artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez (Enbiyâ,40).

16/86. (Allah'a) şirk/ortak koşanlar, (Kıyamet günü) ortaklarını (ilâh olarak taptıkları heykel veya kişileri) gördüklerinde diyecekler ki: "Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız (itâat ettiğimiz) ortaklarımız!" (Belki azap, aralarında pay edilir umuduyla böyle söylerler.) Bunun üzerine onlar da şöyle söz dokundururlar: "Şüphesiz sizler, elbette yalancılarsınız." (Bu cevap ile, onları hayal kırıklığına uğratır ve suçu üstlenmezler. Heykel veya ilâh edinilen kişiler derler ki: Onlar, bize taptıklarını zannediyorlardı. Aslında cinlere/şeytanlara tapıyorlardı “Sebe’,41”.)

16/87. Onlar (heykellere tapanlar ve Firavun gibi kişileri ilâh edinenler), o (Kıyamet) gün(ünde) (hiçbir mazeretleri kabul edilmez ve) Allah'a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler (taptıkları heykel veya kişiler) de onları yüzüstü bırakıp (ortadan) kaybolup gider.

16/88. O (Allah’ı ve Peygamber’i) inkâr edenler ve (insanları) Allah'ın (gönderdiği İslam) yolundan çevirenler (yok mu), (onlar, insanların iman, ibadet ve tâatte bulunmalarını engellemek ve onları küfre sürüklemek suretiyle) yapmakta oldukları fesattan (bozgunculuktan) dolayı (hak ettikleri) azaplarının üstüne (bir) azap (daha) ekleriz.

16/89. Hatırla o (Kıyamet) günü(nü) ki, her ümmetten üzerlerine kendi (peygamber)lerinden bir şahit göndereceğiz. (“Rabbim, ben, bana vahyolunanı kavmime bildirdim.” diyerek şahitlik yapacaklar.) (Resûlüm,) seni de onların (ümmetinin veya diğer peygamberlerin) üzerine bir şahit olarak getirdik/getireceğiz. (O peygamberlerin doğruluğuna şahitlik edersin. Çünkü onların itikatlarını bilmektesin, Şerîat’ın da onların bütün kâidelerini içine almaktadır “Beydâvî/Nisâ,41”.) Sana bu Kitab’ı (Kur’an’ı); (emir, nehiy, helâl, haram, hudûd/dinin sınırları ve ahkâm gibi) her şeyi açıklayan, (hak yolu gösteren ve dalâletten sakındıran) bir hidayet, (iman eden ve ahkâmıyla amel edenlere) bir rahmet ve (Ahiret’te cennet ve çeşitli nimetlere kavuşacak olan) Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. 

16/90. Şüphesiz Allah, adâleti, ihsanı (farzları zamanında yapmayı ve Allah’ı görür gibi ibadet etmeyi), (muhtaç olan) akrabaya (mâlî) yardım etmeyi (ve sıla-i rahimde/ziyarette bulunmayı) emreder. Fahşayı (zina ve her çeşit ma’siyeti), münkeri (dinin ve akl-ı selîm’in kerih/kötü gördüğünü) ve azgınlığı (kibirliliği ve zulüm yapmayı) da yasaklar. O (Allah), (emir, yasak, hayır ve şer konusunda) düşünüp (bunlara riayet etmeyi) tutasınız diye size öğüt veriyor.

16/91. (Bey’at/bîat “Fetih,10”, yemin, adak gibi) andlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini (O'na verdiğiniz sözü) yerine getirin. (Allah’ı zikrederek) kuvvetle ifade ettikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Çünkü siz, üzerinize Allah'ı kefil (şahid) tuttunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı (ahidlerinizi, Allah’a verdiğiniz sözleri tutup tutmadığınızı) bilir.

16/92. Bir topluluk diğer bir topluluktan (sayı ve malca) daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat aracı yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah, bununla (ahdi yerine getirmeyi emretmekle) sizi, ancak imtihan ediyor. (Dünyada) hakkında ayrılığa düştüğünüz (sözünde durma gibi) şeyleri, Kıyamet günü (yeminini bozana azap ve yemininde durana mükâfat verirken, bu ihtilâfınızda kimin haklı, kimin haksız olduğunu) elbette size açıklayacaktır.

16/93. Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, (size akıl, irade ve nefis verdi. Aklınızı ve iradenizi kullanmada sizi serbest bıraktı. Bu durumda) dilediğini (aklını ve iradesini küfür ve Allah’a isyandan yana kullananları) dalâlete düşürür (saptırır), dilediğini (aklını ve iradesini iman ve itâattan yana kullanan kimseleri) de hidayete (razı olduğu yola) erdirir. (Onun için) yapmakta olduğunuz (emir, nehiy, hayır, şer konusunda tercih ettiğiniz) şeylerden (dine uygunluk ve aykırılık bakımından) mutlaka sorguya (hesaba) çekileceksiniz. (İman ve tâatın karşılığı cennet, küfür ve isyanın karşılığı da cehennem olacaktır.)

16/94. Yeminlerinizi aranızda hile ve fesat aracı yapmayın. Sonra sağlam bastıktan (İslam’ın gösterdiği istikamet üzerinde iken) sonra ayak(larınız) kayar da Allah’ın yolundan (dininden) sapmanız (yeminlerinizi bozmanız)dan dolayı (dünyada) kötü azabı tadarsınız. (Ahiret’te de ayrıca) sizin için büyük bir azap vardır.

16/95. Allah'ın ahdini (O’na verdiğiniz sözü, Allah’ın dinini ve Peygamber ile yaptığınız bey’ati) az bir bedele/paraya satmayın (değişmeyin). Eğer (iyice düşünüp) bilirseniz, şüphesiz Allah katında olan (zafer, dünyada ganimet ve âhiret’te sevap) sizin için daha hayırlıdır.

16/96. Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir. (Fakat) Allah katında olan (rahmet hazineleri ve cennet nimetleri) ise bâkidir (daimidir ve tükenmez). Elbette (ahidlerini yerine getirmeye, yoksullağa ve kâfirlerin eziyetlerine) sabredenlere, yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz (Âl-i İmrân,148).

16/97. Erkek veya kadın, kim (Kur’an ve Sünnet başta olmak üzere İslam şeriatini bütün esaslarıyla kabullenmiş bir) Mü'min olarak (namaz, zekât, ilim, cihad gibi) salih amel işlerse, elbette ona (dünyada) tayyib (güzel) bir hayat yaşatırız. (Dünyada zengin ise, zaten maddî nimete kavuşmuştur. Fakir ise, kanaat, kısmete rıza ve âhirette mükâfat beklemek ile hayatı hoş/güzel olur “Beydâvî”. Bazı âlimlere göre, zengin ve fakir ayırımı yapılmadan bu “tayyib hayat”, kanaat, helâl rızık, Allah’a ibadet etme ve ibadetlerden lezzet almadır. Bir tefsire göre de bu, ancak Ahiret’te cennet ile gerçekleşir.) Onların mükâfatlarını yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.

16/98. Kur'ân okuduğun (okumak istediğin) zaman, o (rahmet-i ilâhiyyeden “A’râf,18; Hıcr,34”) kovulmuş şeytandan Allah'a sığın (“eûzü-billâhi-mineş-şeytânir-racîm” de).

16/99. Hakikat şu ki; Şeytan’ın, iman edenler ve yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde bir hâkimiyeti (zorlayıcı bir gücü) yoktur. (O, ancak tekinde bulunur. Aklını iyi kullanamayan ve iradesine sahip olamayanlar, onun telkinleri alanına girmiş olarak hareket ederler.)

16/100. Şeytan’ın hâkimiyeti (telkinleri), sadece onu dost edinenler ve (heykel, put, sistem ve Firavun misali kişileri ilâh edinerek Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir. (İslam Şeriati’ni beğenmiyen, tenkit eden, “onun hükmü geçmiştir” diyen ve İslam’a düşman olanlar, Şeytan’ın yoluna girmiş ve onu dost edinmişlerdir.)

16/101. Biz (şanı yüce Allah,) bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman - ki Allah, neyi indireceğini en iyi bilir – onlar (kâfirler), Peygamber'e, "Sen, ancak bir iftiracısın (bunları, kendinden söylüyorsun)." derler. Hayır, onların çoğu, (Kur’an’ın hakikatını, neshin hikmet ve faydasını) bilmezler.

(Kur’an-ı Kerim’de İslam Şeriati’nde âyetler arasında neshin olduğu – önce gelen bir hükmün sonra gelen bir hükümle kaldırıldığı - âyetlerle sabittir: Bk. Bakara,106; Nahl,101; Ra‘d,39.

Neshin kısımları: 1) Kitabın kitap/âyetin âyet ile, 2) Sünnetin sünnet ile, 3) Kitabın/âyetin sünnet ile, 4) Sünnetin kitap/âyet ile neshi/hükmünün ortadan kaldırılması câizdir “Usûl-i Pezdevî, Nâsih bölümü; B. Ali Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Dersleri, Kitap bölümü”.)  

16/102. (Resûlüm,) de ki: O’nu (Kur’an’ı,) "Ruhu'l-Kudüs (Cebrâil aleyhisselâm), Rabbinden hak olarak (hikmetle) iman edenlere sebat vermek (nâsihi işitip de ondaki önem ve hikmeti düşündükleri zaman, imanlarını sağlamlaştırmak ve kalplerini huzura kavuşturmak), Müslümanlara hidayet (küfürden/dalâletten korumak ve “hakk”ı göstermek) ve (cenneti) müjde vermek için indirdi."

16/103. Yemin olsun ki, biz (şanı yüce Allah,) onların (kâfirlerin), "(Kur'ân'ı) ona bir beşer/insan öğretiyor." dediklerini (çok iyi) biliyoruz. İma ettikleri (Hristiyan köle Cebr Rûmî) kişinin dili, yabancıdır (Arapça değildir. Bu kişi, arasıra Resûlüllah’ın huzuruna girip çıkıyordu). Bu Kur'ân ise, (belîğ ve fasîh) gayet açık bir Arabî lisanla (inmektedir).

16/104. O kimseler ki, Allah'ın âyetlerine iman etmezler, elbette Allah, (kalplerinde küfür taşıdıkları müddetçe,) onları hidayete kavuşturmaz. (Çünkü iman, küfür bulunan bir kalbe girmez.) Onlar için (Ahiret’te) çok acıklı bir azap vardır.

16/105. Şüphe yok ki, Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler, (Kur’an’a ve Peygamber’e) yalan (bu Kur’an’ı sen uydurdun) iftirasında bulunurlar. İşte onlar, (Kur’an, iman ve İslam hakkında) yalancıların ta kendileridir.

16/106. Kim iman ettikten sonra Allah’ı (ve peygamberi) inkâr eder – ancak kalbi îmanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç - ve göğsünü küfre (kâfirliğe) açar (İslam’a aykırı ahkâmı benimser ve onunla sevinç duyar)sa, işte Allah'ın gazabı onlaradır ve (Ahiret’te) onlar için büyük bir azap vardır.

16/107. Bu (azap), onların (kâfirlerin) dünya hayatını sevip Ahiret’e tercih etmelerinden (öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr etmelerinden)dir. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu (akıl ve iradelerini küfürden yana kullandıkları müddetçe) asla hidayete (iman ve İslam’a) kavuşturmaz.

16/108. İşte onlar, o kimselerdir ki, (Kur’an’ı, peygamberi ve Ahiret’i inkâr ettiklerinden dolayı) Allah, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. (Çünkü onlar, iradelerini, İslam hakikatını inkâr ve düşmanlık yönünde kullanmışlardır.) İşte onlar, (İslam’ın sunduğu dünya ve Ahiret saadetini kavrayamayan) gafillerin ta kendileridir.

16/109. Hiç şüphesiz onlar (İslam’a sırt çeviren gafiller), Ahiret’te de husrana uğrayan (cehennem’de sonsuz kalacak olan)ların ta kendileridir.

16/110. Sonra şüphesiz ki, Rabbin, (Hazret-i Ammâr ve arkadaşları gibi) işkence gördükten sonra (Medine’ye) hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sabredenlerin (günahlarını bağışlayıcı ve onlara merhamet edicidir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra da elbette gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîmdir (çok merhamet edendir).

16/111. O (Kıyamet) gün(ü) herkes gelir, kendi canını kurtarmak için uğraşır (bütün azaları – eli, ayağı, gözü, kulağı, dili - kendi aleyhinde şahâdette bulunur “Fussılet,21”) ve herkese (dünyada hayır ve şer/kötülük olarak) yaptığının tam karşılığı verilir, onlara asla zulmedilmez (hakları yenilmez).

16/112. Allah, şöyle bir memleket (halkını, Mekke’y)i misal verdi. Orası emin/güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan (çeşitli ülke ve şehirlerden) bol bol rızık gelirdi. Fakat (oranın halkı) Allah'ın nimetlerine (şükredecekleri yerde) nankörlük ettiler (iman etmedler ve Müslümanlara eziyet ettiler), bu yüzden yaptıklarına karşılık, Allah onlara (yedi sene) şiddetli açlık ve (Hazret-i Peygamber’in gönderdiği müfrezeler ile) korku sıkıntısı verdi. (Son cümlede “açlık” ve “korku”da istiare vardır.)

16/113. Yemin olsun, onlara içlerinden bir peygamber (Muhammed aleyhisselâm) geldi de onu(n peygamberliğini) yalanladılar (inkâr ettiler). Böylece (küfrederek kendilerine) zulme devam ederlerken azap (şiddetli kıtlık veya Bedir hezimeti) onları yakalayıverdi.

16/114. Artık (ey Mü’minler) Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız O'na (iman ediyor ve) ibâdet ediyorsanız, Allah'ın (ihsan ettiği) nimet(ler)ine şükredin (helâl kıldıkların, helâl; haram kıldıklarını haram bilin ve bura göre hareket edin).

16/115. (Allah,) size ancak leş, (akıcı özellikteki) kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına (O’nun ismi zikredilmeden) kesilen (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalır da (başkasının hakkına) saldırmadan ve sınırı aşmadan (zaruret ölçüsünde ölmeyecek kadar bunlardan yiyebilir). Şüphesiz ki, Allah gafûrdur (günahları çok affedendir), rahîmdir (çok merhamet eden)dir “Bakara,173”).

16/116. (İslam Şeriat’ine aykırı olarak ve elinizde şer’î bir delil olmadan aklınıza göre) dillerinizin yalan olarak nitelendirdiği şeyler için: "Bu helâldir" ve "Bu haramdır" demeyin. Çünkü (bu durumda) Allah'a (yalan isnat etmiş ve) iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a iftira edenler, asla felâh bulamaz (O’nun azabından kurtulamaz)lar.

(Mekkeli kâfirler, Câhiliye döneminin bâtıl âdetlerini aynen devam ettiriyorlardı. Bunlardan biri de bu âyette beyan buyrulduğu şekilde, bazı hayvanları kendilerine göre helal, bazılarını da haram kabul etmeleriydi. Bunu da Allah’a iftira ederek, o emrediyor diye yapıyorlardı “bk. Mâide,103; En’âm,138”.

Bu âyete göre, zamanımızda namazı üç vakte indirme, haccı bütün seneye yayma, peygamberî tebyîn/Şeriati açıklama görevinden “Nahl,44” uzaklaştırma, İslam Ahkâmı’nı belli bir döneme hapsetme gibi inanç ve teşebbüsler, bu âyet kapsamına girmektedir.)

16/117. (Ahiret’in sonsuzluğuna göre dünyada elde ettikleri çok) az bir metâ’ (faydalanma)dır. Hâlbuki (Ahiret’te) onlara (sonsuz) acıklı bir azap vardır.

16/118. (Resûlüm,) sana anlattıklarımızı daha önce (En’âm,146) Yahûdi olanlara da haram kılmıştık. Biz (bununla) onlara zulmetmedik, fakat onlar (isyan ettiklerinden dolayı) kendilerine zulmediyorlardı.

16/119. Sonra, şüphesiz ki, Rabbin, cahillik sebebiyle (dine aykırı bir) kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve durumunu düzeltenler (var ya:) Şüphesiz Rabbin bundan sonra da elbette gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîm (çok merhamet eden)dir (Nisâ,17-18).

16/120. Şüphesiz (Hazret-i) İbrahim, Allah'a itâat eden (ve bütün bâtıl dinleri reddedip) hanif olarak (Allah’ı “bir”leyerek) hakka yönelen (bir ümmet’in bütün iyi özelliklerini kendinde toplayan) bir imam/rehber (Bakara,124) idi. Allah'a şirk koşanlardan değildi.

16/121. O (Peygamberim İbrahim), (Allah’ın) nimetlerine şükredendi. Allah, onu (peygamber olarak) seçti ve sırat-ı müstakîm (İslam dinin)e hidayet eyledi.

16/122. Biz ona (Hazret-i İbrahim’e) dünyada bir hasene (bütün ilâhî din mensupları arasında sevilen bir kişi olarak güzel bir nâm ve hayırlı evlâtlar) verdik. Muhakkak ki, o, Ahiret’te de (en yüksek derecelerde olan) salihlerdendir.

16/123. (Resûlüm) sonra da sana: "Hanif (Hakkı “bir”leyen bir Müslüman) olarak İbrahim'in dinine uy. O, Allah'a şirk koşanlardan değildi." diye vahyettik. (Bu âyet, Yahûdi ve Hristiyanların, Hazret-i İbrahim'in dini üzerinde olduklarına dair iddialarını reddetmek için tekrarlanmıştır “Celâleyn”.)

16/124. Cumartesi (gününü ta’til ve ibadet günü yapmak) ancak onda (peygamberleri hakkında) ayrılığa düşen (Yahudi)lere (farz) kılındı. (Mûsa aleyhisselâm, ibadet gününün Cuma olmasını istediyse de, Yahudiler, buna itiraz ederek, Cumartesi’de ısrar ettiler. Yüce Allah da Cumartesi gününe bazı yasaklar koymak suretiyle – balık avlamak gibi - onu zorlaştırdı “Celâleyn, Beydâvî ve Kurtubî”.) Şüphesiz Rabbin, (Yehudi ve Hristiyanların peygamberlerine itirazda bulunmalarından dolayı) ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda Kıyamet günü aralarında (haklıyı haksızı bildirerek) hüküm verecektir. (Hristiyanlar da Pazar’ın ibadet günü olmasında direndiler. Müslümanlar ise, peygamberlerinin açıkladığı Cuma gününü itiraz etmeden mübarek bir gün olarak kabul ettiler “Kurtubî”.)

16/125. (Resûlüm,) Rabbinin yoluna (İslam dinine), hikmetle (Kur’an ve Sünnet ile), güzel öğütle (Kur’an’daki nasihatler ve ikna edici delillerle) çağır ve onlarla (hasımlarınla) en güzel şekilde mücadele et (Ankebût,46; kehf,22). Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan (İslam dininden) sapanları (İslam’ı beğenmeyenleri ve eleştirenleri) en iyi bilendir. O (Allah), (İslam’ın teklif ettiği) hidayette olanları (ve Resûlüllah’a muhalif olanları) da en iyi bilendir.

16/126. Eğer (bir kimsenin suçuna karşılık) ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Şayet (intikam almaktan vazgeçip) sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır. (Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, Hazret-i Hamza şehit edilip, âzalarının paramparça edildiğini görünce: “Vallahi senin yerine ben de onlardan yetmiş kişiyi öldürüp cesetlerini paramparça edeceğim.“ demesi üzerine, bu âyet nâzil oldu “Celâleyn ve Beydâvî”. Peygamber efendimiz sonra bu yeminin keffaretini verdi “Beydâvî”.)

16/127. (Resûlüm, kâfirlerin eziyetlerine) sabret! Senin sabrın, ancak Allah(ın tevfiki ve yardımı) iledir. Onlara (kâfirlerin Müslüman olmamalarından dolayı) üzülme. Kurdukları tuzaklardan da (telâşa kapılma ve) sıkıntıya düşme.

16/128. Şüphesiz Allah, (namaz başta olmak  üzere farz ibadetlerini vaktinde yapan, her türlü masiyet ve haramlardan uzak duran) takva sahibi olanlarla ve (Allah’ın nimetlerine şükreden, Allah’ı görür gibi ibadet ve tâatte bulunan) Muhsinlerle beraberdir.

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿