17. İSRÂ SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

17/1. Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Peygamberim Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir (uzaktır ve şanı yücedir). Hiç şüphesiz O, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Hazret-i Peygamber, bir gece Ka’be'nin çevresinde iken Cebrâil aleyhisselâm gelmiş, onu “Burak” adlı bir “binit”e bindirerek, önce Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya, sonra oradan da göklere yükseltmiş "Sidretü'l-Müntehâ" denilen en üst makama ulaştırmıştır. Peygamber aleyhisselâm, bu makamı da geçerek Cenab-ı Hakk'ın mekândan münezzeh olan huzuruna erişmiştir. İsrâ ve Mi’râç mu’cizesi, tabiat kanunları dışında ve Ahiret şartları içinde ruh ve beden birlikte gerçekleşmiştir. Bunu aklî ve fizikî ölçüler dahilinde anlamak mümkün değildir. Rüyada veya ruhen olmamıştır. Mescid-i Aksa da göklerde değildir.)

17/2. (Peygamberim) Mûsa'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik ve onu, "Benden (şânı yüce Zât’ımdan) başkasını vekil edinmeyin (Rab edinerek güven duymayın)" diyerek, İsrâiloğullarına bir (hidayet) rehber(i) yaptık.

17/3. (Ey) kendilerini (Hazret-i) Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! (Sakın benden başka Rab edinmeyin!) Şüphesiz o (Nûh), çok şükreden bir kuldu.

17/4. Biz, Kitap'ta (Tevrat'ta) İsrâiloğullarına, "Yeryüzünde muhakkak iki defa fesat çıkaracaksınız (Birincisi, Eşi’yâ’/ Şa’yâ’ aleyhisselâm’ı öldürmeleri ve kendilerini Allah'ın gazabıyla uyaran Hazret-i Ermiyâ’yı hapsetmeleridir. İkincisi de, Hazret-i Zekeriyyâ ile Yahya aleyhisselâm’ı öldürmeleri ve Hazret-i Îsâ’yı da öldürmeye teşebbüs etmeleridir “Beydâvî”.) ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz" diye vahyettik (bildirdik).

17/5. Nihayet bu ikiden (bozgunculuktan) ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım (şer, zâlim) kullarımızı (Bâbil hükümdarı Buhtunnasr’ı vaya Amâlika kralı Câlut’u yahut Musul hükümdarı Sencârîb’i) gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. (Evlerinizin en mahrem yerlerini aradılar. Büyüklerinizi öldürdüler, küçüklerinizi esir ettiler, Tevrat'ı değiştirdiler ve Mescid-i Aksâ’yı tahrip ettiler.) (İsrâiloğulları'nın, yeryüzündeki cinayet ve fesatlarından dolayı) bu, yerine gelmesi gereken bir va'd(-i ilâhi) idi (Bk. Beydâvî ve Kurtubî).

17/6. (Tevbe edip fesatçılıktan vaz geçtikten) sonra onlara (zâlim istilâcılara) karşı size (İsrâiloğullarına) tekrar devlet (ve gâlibiyet) verdik. Mallar ve oğullarla sizi güçlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.

17/7. İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize (yapmış olursunuz). Artık diğer fesadınızın zamanı gelince, (bir kısmınızı öldürmek, bir kısmınızı da esir etmek suretiyle) yüzünüzü kara etsinler (yüzlerinize yansıyacak şekilde sizleri mahzun etsinler). Daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis'e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye. (Nitekim onlar ikinci defa da Hazret-i Yahya aleyhisselâm'ı öldürmek suretiyle fesat çıkardılar. Bunun üzerine yüce Allah üzerlerine Bühtunnasr'ı musallat etti. Onlardan binlerce insanı öldürdü, nesillerini esir etti ve Beytül-Makdis'i tahrip etti.)

17/8. (Ey Yahûdi toplumu! Tevbe ederseniz) Muhakkak Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz (fesat çıkarırsanız), biz de (cezaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yapmışızdır.

17/9. Şüphesiz bu Kur’ân, insanları en doğruya (en âdil yola) hidayet eder (iletir) ve sâlih ameller işleyen Mü'minlere de, kendileri için şüphesiz büyük bir mükâfat (cennet) olduğunu müjdeler.

17/10. Şüphesiz (bu Kur’ân,) Âhirete îman etmeyenlere de, acıklı bir azap hazırladığımızı (haber verir).

17/11. İnsan, hayra dua eder gibi (kendisi ve ailesi aleyhine) şerre dua eder (Her hangi bir sebeple öfkelendiği veya sıkıldığı zaman kendisine, ailesine, malına beddua eder). İnsan çok acelecidir (Her hatıra geleni, sonunu düşünmeden, hemen yapan bir karaktere sahiptir).

17/12. Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki âyet (alâmet) yaptık. Rabbinizden bir lütuf istemeniz, yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabını bilmeniz için gece alâmetini (dinlenmeniz için kamer/ay ile) silik (sönük) ve gündüz alâmetini (çalışıp kazanmanız için güneş ile) aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.

17/13. Her insanın amelini boynuna astık. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap (amel defteri) çıkaracağız.

17/14. (Kıyamet günü kişiye) "oku kitabını (amel defteri)! Bugün hesap görücü olarak (dünyada işlediklerini değerlendirme bakımından) nefsin sana yeter" denilecektir.

17/15. Kim hidayeti (doğru yolu) bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur, kim de dalâlete düşmüşse (kendi iradesiyle hidayetten sapmışsa) kendi aleyhine sapmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günahını yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edici değiliz. (Müfessirlerin çoğu, “peygamber göndermedikçe kimseye azap edici değiliz” âyetideki azabın, “dünyada azap etmeyiz, helâk etmeyiz” şeklinde açıklamışlardır (Bk. Beydâvî, Medârik, Ebussuûd Efendi, Râzî, Kurtubî, Mâturîdî, Taberî ve diğerler). (Bu tefsirlerde ve diğer Ehl-i Sünnet kaynaklarında “fetret ehli”nin “cennete gireceği”ne dair bir ifade yer almamaktadır. Vahhâbî ve Selefiyye kaynaklarında “necât/kurtuluş” kavramı, “cennet”le açıklansa da bu konuda naklî bir delil olmadığından Cumhur ulema, “ehl-i fetret, cennete gidecektir” ifadesini kullanmamıştır.)

17/16. Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (Peygamberlerinin diliyle itâat etmelerini) emrederiz. Onlar orada (itâati reddederler ve) kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki (azapla ilgili) hükmümüz gerçekleşir ve oranın altını üstüne getiririz.

17/17. (Peygamberim) Nuh'tan sonra da (isyanları sebebiyle) nice nesilleri (Âd ve Semûd kavimleri gibi) helâk ettik. Kullarının (açık ve gizli bütün) günahlarını hakkıyla bilici ve görücü olarak Rabbin yeter.

17/18. Kim (Ahireti unutur ve yüce Allah ile Peygamberi’nin emirlerini dinlemez ya da o emirleri menfaati için kullanarak ) bu geçici (dünya)yı isterse, istediğimiz kimse için ona orada (dünyada) dilediğimizi çarçabuk veririz. Sonra da ona cehennemi mekân yaparız. O, buraya (cehenneme) kınanmış ve (Allah'ın rahmetinden) kovulmuş olarak girer.

17/19. Kim de (ihlaslı bir) mü'min olarak (Peygamberin tebliğlerine göre farzları yapar ve haramlardan uzak durarak) ahireti ister ve çalışmasını da onun için (Ahiret’teki hesabı düşünerek) yaparsa, işte bunların çalışmaları makbüldür.

17/20. Rabbinin lütfundan (dünyada rızk olarak) her birine, hem onlara (Mü’min olanlara), hem de bunlara (kâfir olanlara) veririz. Rabbinin lütfu (hiç kimseye) yasaklanmış değildir.

17/21. (Ey Resûlüm!) Bak nasıl, onların kimini kimine (rızk ve makam bakımından) üstün kıldık. Elbette Ahiret’teki dereceler (dünyaya göre) daha büyüktür, fazıletler (üstünlükler) de daha büyüktür. (Çünkü oradaki farklılık, cennette dereceler, “yukarıya doğrudur”; cehennemde de derekeler, “aşağıya doğrudur”. Âhiret dereceleri arasındaki üstünlükler, dünya dereceleri arasındaki üstünlüğe oranla, âhiretin dünyaya oranı gibidir. Gözün görmediği ve hayalin erişemediği bir nimet veya makam, bu dünyada nasıl anlatılabilir?)

17/22. (Ey Resûlüm! İnsanlara bildir:) Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme(yin), yoksa kınanmış ve yalnızlığa itilmiş olarak kalırsın(ız). (Bu durumda melekler ve mü'minler, o kişiyi kınar, Allah’ın yardımından da mahrum kalır.)

17/23. (Ey Resûlüm!) Rabbin, kendisinden başkasına asla ibâdet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında yaşlılığa erişirlerse (yardıma ve bakıma muhtaç hâle gelirlerse), sakın onlara (yapılan hizmetten dolayı bıkkınlık ve usanma geldiğinde) "öf!" (aman) bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle.

17/24. Onlara (ana babana) merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: "(Ey) Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara (ana babama) merhamet et."

17/25. Rabbiniz, içinizde olanı (ana ve babalarınıza karşı nasıl niyyet beslediğinizi) en iyi bilendir. Eğer siz sâlih (iyi) kişiler olursanız, şunu bilin ki, Allah (günahın ardından hemen) tevbe edenleri çok bağışlayıcıdır.

17/26. Akrabaya (sıla-i rahim yaparak ve mahrem ve fakir olurlarsa, nafakalarını vererek), yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber (malını, Allah'a itâatin dışındaki yerlere harcamak suretiyle) saçıp savurma (israf etme).

17/27. Şüphesiz (malını) saçıp savuranlar, (âyetlerle bildirilen hükümlere uymadıklarından) şeytanların kardeşleri (dostları ve tâbileri) olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiş (emrini dinlememiş)tir.

17/28. (Yoksul sahâbîler, Hazret-i Peygamber’in yardımı ile geçinirlerdi. Resûlüllah bazen onlara verecek bir şey bulamadığı zaman, çok üzülür, mahcubiyetinden dolayı yüzünü başka tarafa çevirerek yoluna devam ederdi.) (Ey Resûlüm!) Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti (rızkı) beklerken (yoksul akraba, fakir ve yolda kalmışlara yardım edecek bir şey bulamadığın durumda) onlardan yüz çevirecek olursan, onlara (Allahü teâlâ, lütfü kereminden bize de, size de rızık versin gibi ) yumuşak söz söyle(mek suretiyle dua et ve onların gönüllerini al!).

17/29. (Ey Resûlüm!) Elini boynuna bağlama (eli sıkı olma/cimrilik etme), onu büsbütün de açma (israf etme)! Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın. (Allah katında ve insanların yanında israf ve idaresizlikle zor durumda kalırsın. Onun için orta yolda ol.)

17/30. Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı genişletir (bol bol verir) ve (dilediğine) kısar. Çünkü O, şüphesiz kullarından (her işlerinden) haberdardır ve onları görmektedir (Onların herşeyini bilir ve görür).

17/31. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı (diri diri toprağa gömmek suretiyle veya başka bir sebeple) öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek, şüphesiz büyük bir günahtır (suçtur).

17/32. Zinaya (yol açabilecek her türlü söz ve davranışlara) yaklaşmayın. Çünkü (şeri’atin yasakladığı) o (fiil), son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.

17/33. (Şeri’atın öngördüğü kısas gibi) haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun (mirasçı olan) velisine (kâtilden katlin gereğini almakla veya kâtili kısas etmekle) yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru (şeri’atte açıklanan) ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine (dünyada kısas hakkı, âhirette de sevap verilmekle) yardım edilmiştir.

17/34. Rüştüne erişinceye (ergenlik çağına gelinceye) kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde (malını koruyup çoğaltarak) yaklaşın. Verdiğiniz sözü (Allah’a karşı yemin ve adak gibi ahdinizi veya insanlar arasındaki sözleşmelerinizi) yerine getirin. Çünkü söz (veren, verdiği sözden cayarsa, Kıyamet günü) sorumludur.

17/35. Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu (ticaretiniz için) en hayırlıdır, sonuç bakımından da en güzeldir.

17/36. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalp, bunların hepsi, ondan (yaptığından) sorumludur. (Hakkında hiçbir bilgin olmayan bir konu hakkında bir şey söyleme! Sırf içtihadı iptal etmek için bir ayete dayanarak içtihadı reddetmek, sahih değildir. Çünkü içtihad da bir tür ilimdir. Kanun koyucu Allah, “zann-ı gâlib”i ilim değerinde ikâme etmiş “bk. Mümtehıne,10” ve tıpkı şâhitliklerde olduğu gibi bununla amel edilmesini emretmiştir. Anlattığımız ölçü çerçevesinde bize göre “haber-i vâhid” ile amel etmek/iş yapmak câizdir “Medârik”.)

17/37. Yeryüzünde böbürlenerek (kibir ve azametle) yürüme. Çünkü sen, Yer’i asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.

17/38. Bütün bu sayılanların kötü olanları (22. âyetten 37. âyete kadar olanlar), Rabbinin katında sevimsiz (yasak) şeylerdir. (Bu yasak fiiller, 25 maddede toplanır. İbn Abbâs radıyallahü anhüma, “Bunlar, Mûsa aleyhisselâm’ın levhalarında yazılı idi” buyurmuştur “Beydâvî”.)

17/39. (Ey Resûlüm! İşte) bunlar, Rabbinin (Ümmetine açıklamak üzere) sana vahyettiği bazı hikmetler (öğütler)dir. (Ümmetine bildir:) Allah ile birlikte başka ilâh edinme(yin). Sonra kınanmış ve (Allah'ın rahmetinden) kovulmuş olarak cehenneme atılırsın(ız).

17/40. (Resûlüm! Müşrikler, “Melekler Allah’ın kızlarıdır” diyorlar. Sübhanallah! Onlara bildir:) Rabbiniz erkek çocukları size seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten siz, (vebâli) çok büyük bir söz söylüyorsunuz.

17/41. Yemin olsun biz, Kur'ân'da düşünüp öğüt alsınlar diye (geçmiş kavim kıssalarını, mükâfat ve azapları) değişik şekillerde açıkladık. Fakat bu (âyetler), onların (inkârcıların) ancak (haktan) kaçışlarını (yüz çevirmelerini) artırıyor.

17/42. (Resûlüm!) De ki: "Eğer onların (Müşriklerin) iddia ettikleri gibi, Allah'la beraber (başka) ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar (Allah’ın kudretini ve kendilerinin aczini düşünerek ona itâat eder ve) Arş'ın sahibine ulaşmak (veya kendi hâkimiyetlerini sağlamak ve ona üstün gelebilmek) için elbette bir yol ararlardı.

17/43. Sübhanallah (yüce Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir, uzaktır) ve onların (Müşriklerin) söylediklerinden büyük bir yücelikle yücedir. (O Allah, vardır, birdir, sameddir “hiçbir şeye muhtaç değildir”, doğmamıştır, doğurmamıştır, dengi ve benzeri yoktur, ezelîdir, ebedîdir, varlığı kendindendir ve her varlığı o yaratmıştır.)

17/44. Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar (melekler, insanlar, cinler ve diğer varlıklar) Allah'ı tesbih ederler. Hiçbir varlık yoktur ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin (“sübhânallahi ve bi-hamdihi” demesin). Fakat siz onların tesbihlerini (dillerini bilmediğiniz için) anlamazsınız. Şüphesiz O, halîm'dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), (günahları) çok bağışlayıcıdır.

17/45. (Ey Resûlüm! Sen) Kur'ân okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. (O kâfirler, kendilerine okunduğunu anlayamazlar. Bu durumda seni koruma altına alırız ve kimse de sana bir şey yapamaz.)

17/46. (O kâfirler, iradelerini Putperestlik yönünde kullandıklarından dolayı) onu (Kur'ân'ı) anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Sen Kur'ân'da (yanında putlar olmadan) Rabbinin vahdaniyetini (tek olduğunu ilân ederek) andığın zaman ürkerek (nefret duyarak) arkalarına dönüp kaçarlar (Bk.En’âm,25).

17/47. (Resûlüm,) onlar (putları ma’but edinenler) seni (Kur’ân okurken) dinlerlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zâlimlerin, "Siz ancak büyülenmiş (ve cinnet geçiren) bir adama uyuyorsunuz" dediklerini, biz çok iyi biliyoruz.

17/48. (Resûlüm) bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar (Sana “şâirdir, sâhirdir/büyücüdür ve mecnûndur” dediler). Bu durumda (tebliğ ettiğin İslam’ı reddederek Hak’tan) saptılar (irade ve tercihlerini Putperestlik tarafında kullandılar). Artık (bu küfür inancıyla hidayet) yolu(nu) bulamazlar.

17/49. (İradelerini o “put düzeni”nden yana koyup Ahiret’i inkâr edenler) dediler ki: Biz, kemik ve toz-toprak yığını olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi yepyeni bir yaratılışla diriltileceğiz?”

17/50. (Resûlüm) de ki: (“Yeniden dirilme” konusunda şüpheniz mi var?) İster taş olun, ister demir (farketmez)!

17/51. (Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler! Kendilerine göre bunun imkânsız olduğunu düşünerek çeşitli deliller ileri sürerler.) "Yahut gönlünüzce büyük kabul ettiğiniz (aklınızca tasarladığınız ve diriltilmesini imkânsız gördüğünüz) başka bir yaratık olun, (öldürülecek ve diriltileceksiniz.)" Diyecekler ki: "Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?" (Resûlüm) de ki: "Sizi ilk defa yaratan." Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir tarzda) sallayacaklar ve "Ne zamanmış o" diyecekler. (Resûlüm) de ki: "Yakında olması muhakkak!"

17/52. O gün (İsrâfil aleyhisselâm, Sûr’a üflemesiyle herkes kabirlerinden kalkacak ve yüce Allah, hesaba çekmek için) sizi çağıracaktır. Siz de O'na hamd ederek (emrine) hemen uyacaksınız. (Kıyametin dehşetinden kabirlerinizde) pek az kaldığınızı sanacaksınız.

17/53. (Resûlüm, Mü’min) kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler (bk.Furkân,63). Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır (bk.Fâtır,6).

17/54. (O Müşriklere söyleyeceğin en güzel cümle şudur:) “Rabbiniz sizi en iyi bilir. Dilerse (îman ettiğiniz ve günahlarınıza tevbe ettiğiniz takdirde) size merhamet eder, dilerse (Kur’ân âyetlerini kabul etmediğinizden dolayı size) azap eder”. (Resûlüm, senin görevin tebliğdir. Onların îman etmemesinden sen sorumlu değilsin.) Seni onlara vekil olarak da göndermedik. (Bu âyet, Tevbe,5 ile nesh edilmiştir “Celâleyn”.)

17/55. (Resûlüm,) Rabbin göklerde ve yerde kim varsa (hepsini) en iyi bilendir. Yemin olsun, peygamberlerin bir kısmını bir kısmına (fazıletçe) üstün kıldık. (”Kelîmullah“ı Hazret-i Mûsa’ya; “halilullah”ı Hazret-i İbrâhîm’e ve Mi’râcı da Muhammed aleyhisselâm’a tahsis ettiğimiz gibi.) (Peygamberim) Dâvûd'a da (kitap) Zebûr'u verdik.

17/56. (Resûlüm,) de ki: "Onu (Allah’ı) bırakıp da (ilâh) sandıklarınızı (Melekleri, Mesîh’i ve Uzeyr’i) çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler."

17/57. Onların (küfredenlerin) (Allah’ı bırakıp ilâh diye) yalvardıkları o varlıklar, "hangimiz daha yakın olacağız" diye Rablerine vesile ararlar. O'nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Şüphesiz Rabbinin azabı sakınılacak (kokunç) bir azaptır. (Herkesin hatta peygamberlerin ve meleklerin bile ondan korkması gerekir “Beydâvî”.)

17/58. Ne kadar memleket (halkı) varsa biz hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edeceğiz, ya da (kıtal/terör, hastalık, sel, korku, yangın gibi) şiddetli bir azapla (belâ ile) cezalandıracağız (bk.Semerkandî). İşte bu, Kitap'ta (Levh-i Mahfûz'da) yazılmıştır. (bk.Ra’d,39; Burûc,22).

17/59. (Resûlüm, Kureyş kavminin îman etmek için istediği) o mu’cizeleri göndermekten bizi alıkoyan yoktur. Ancak bu mu’cizeleri, önceki ümmetler yalanladılar (îman etmediler. Biz de onları helâk ettik. Şayet Kureyş’e gönderecek olsak, mu'cizeleri yalanladıkları takdirde helâk olacaklardır. Hâlbuki bizim hükmümüz, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”in görevini tamamlayıncaya kadar onlara mühlet vermektir “Celâleyn”.) Biz, Semûd’a, açık bir mu’cize olarak o dişi deveyi verdik, fakat onlar ona zulmettiler (onu öldürdüler. Biz de onları helâk ettik “bk.A’râf,73”. Hâlbuki biz, o mu’cizeleri, ancak (kullarımıza Ahiret’teki azabı hatırlatarak) korkutmak (neticede Mü’minler olarak dünyadan ayrılmaları ve cennete kavuşmaları) için göndeririz.

17/60. (Resûlüm! Hatırla ki,) vaktiyle sana "Muhakkak Rabbin (ilim ve kudretiyle) insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana (İsrâ’ ve Mi’raç gecesinde ayân beyân) gösterdiğimiz o rü’yayı (beden gözüyle gördüğün Ahiret âlemiyle ilgili hakikatleri) ve Kur'ân'da lânetlenmiş (bulunan o cehennemdeki zakkûm) ağacı(nı), insanlar için bir fitne (imtihan) yaptık. (Çünkü insanlardan bazıları İsrâ’ ve Mi’rac’ı, bazıları da zakkûm ağacını inkâr etmişlerdi.) Biz onları (Ahiret’te karşılaşacakları azapla) korkutuyoruz. Fakat (bütün) bunlar, ancak onların (Ahiret’e inanmayanların) büyük (taşkınlığını ve) azgınlığını artırıyor.

17/61. (Resûlüm! Hatırla ki,) bir vakit meleklere, "Âdem için secde edin (saygı ile eğilin) demiştik. Onlar da hemen secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmemişti (ve) "Ben, çamurdan yarattığın kimseye secde eder miyim?” demişti.

17/62. Yine (İblis) demişti ki: "Benden şerefli (üstün) kıldığın şuna bir bak! Yemin olsun, eğer beni Kıyamet’e kadar ertelersen (yaşatırsan), onun soyunu, pek azı dışında (azdırarak) kendime bağlayacağım."

17/63. Allah (da) şöyle dedi: "(Defol) git." Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz cehennem tam bir karşılık olarak hepinizin cezası(nı çektiği yer) olacaktır."

17/64. "(Ey İblis, şunu iyi bil ki,) onlardan (insanlardan) gücünün yettiği kimseleri (kötülüğe sürükleyen) sesinle (şarkı ve çalgı aletlerinle) şaşırt (onların ayağını kaydır). Atlılarınla ve piyadelerinle (saldırıya geçerek) onların üzerine yürü. (Onları harama sevkederek) mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara (bâtıl ve yalan) vaadlerde bulun." Hâlbuki şeytan onlara (insanlara bâtıl ve yalanları süsleyerek) aldatmadan başka bir şey va'detmez.

17/65. (Ey İblis,) "şüphesiz, benim (ihlâslı Mü’min) kullarım üzerinde (onları dalâlete sevketme konusunda) senin hiçbir hâkimiyetin (gücün ve tesirin) olmayacaktır. (Mü’min kullarım, senin şerrinden sığınarak) “vekil olarak Rabbin (bana) yeter!” (derler.)

17/66. Rabbiniz odur ki, (ticaret yaparak) lütfundan (rızık ve nasip) arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütendir. Şüphesiz O, size çok merhametlidir.

17/67. Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda (boğulma durumunda) bütün taptıklarınız (o putlar, sizi yüzüstü bırakıp) kaybolur. (O durumda siz, ancak Allah’tan yardım istersiniz.) Fakat (o Allah,) sizi kurtarıp karaya çıkarınca da (O’nun teklif ettiği “Tevhid”i kabul etmekten) yüz çevirirsiniz. Zaten insan, (Allah’ın verdiği nimetlere karşı) çok nankördür.

17/68. (Ey Allah’a isyan edenler! Denizdeki sıkıntıyı atlatıp karaya ulaştınız. Fakat sizi selâmete ulaştıran Allah’ı unuttunuz. Şimdi Kârun gibi) karada sizi yere geçirmesinden, yahut üzerinize taşlar savuran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz? Sonra da (sizi koruyacak) kendinize bir vekil de bulamazsınız.

17/69. (Ey Allah’a isyan edenler!) Yahut sizi tekrar oraya (denize) döndürüp üstünüze şiddetli bir fırtına göndererek küfrünüz (hakkı kabul etmemeniz) sebebiyle sizi suda boğmasından emin mi oldunuz? Sonra sizin için bize karşı onun öcünü alacak (veya o zaman bize karşı sizi izleyip koruyacak) birini bulamazsınız.

17/70. Yemin olsun, biz insanoğlunu (akıl, irade, ilim, konuşma ve yazma kabiliyeti vermekle) şerefli kıldık. Onları karada (yarattığımız bazı binek hayvanlarla) ve denizde (suya “kaldırma kuvveti” vererek gemilerle) taşıdık. Onları (çeşitli tat ve lezzetleri olan) en güzel ve temiz şeylerle rızıklandırdık. Böylece onları (insan cinsini) yarattıklarımızın birçoğundan (hayvan, cin ve şeytan türlerinden) üstün kıldık.

17/71. Bütün insanları kendi imamlarıyla (uydukları peygamberleriyle veya izledikleri önderleriyle yahut amel defterleriyle) birlikte çağıracağımız (Kıyamet) günü(nü hatırla). (O gün) her kime kitabı (amel defteri) sağından verilirse, işte onlar, kitaplarını (dünyada işledikleri iyi amelleri bir bir görür ve sevinçle) okurlar ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.

17/72. Kim burada (dünyada) kör olursa (gönderilen Peygamber’e isyan ederek gözlerini ve kalbini Hakk’a kapatırsa), o, Ahiret’te de kördür (Kurtuluş yolunu bulamaz. Hidayetin nerede olduğunu anlar, fakat pişmanlığı fayda vermez). (Bu durumda) o, yolca (dünyadakinden) daha da sapıktır (bk.Tâhâ,124).

17/73. (Sakîf kabilesi, Hazret-i Peygamber’den namaz, zekât ve öşür gibi dinî hükümleri kendi menfaatlerine uygun olarak değiştirmesi talebinde bulundular. Bunun üzerine bu âyet, nâzil oldu. Resûlüm,) onlar (Müşrikler), sana vahyettiğimizden başkasını bize iftira etmen için seni az kalsın fitneye düşüreceklerdi. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.

17/74. (Resûlüm,) eğer biz sana sebat vermeseydik (seni hak üzere sabit kılmasaydık, Müşrikler öyle hilelerle geldiler ki,) az kalsın onlara biraz meyledecektin. (Ancak biz seni koruduk. Hazret-i Peygamber, onların davetine icabeti, aklından bile geçirmedi. Çünkü bütün Peygamberler, Allahü teâlâ’nın koruması altındadır.)

17/75. İşte o zaman (şayet meyletmiş olsaydın) sana, hayatın da, ölümün de (azabını) kat kat tattırırdık. (Dünyada ve âhirette senin dışındakilere uygulanan azâbın iki katını sana verirdik.) Sonra bize karşı kendine (azabı önleyecek) bir yardımcı bulamazdın.

17/76. (Ey Resûlüm!) Neredeyse o yerden (Mekke'den veya Medine’den) çıkarmak için (düşmanlıklarıyla) seni rahatsız edeceklerdi. Eğer bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı. (Nitekim, Hicretten bir yıl sonra Bedir’de helâk edildiler “Beydâvî”. Diğer bir tefsir: Bu âyet, Yahûdiler hakkında inmiştir. Yahûdiler, Medine’de Hazret-i Peygamber’i kıskanmışlar ve onun aleyhinde çalışmaya başlamışlardı. Resûlüllah’ın Şam’a hicret etmesini istiyorlardı. Bunun üzerine Resûlüllah, Yahûdi Kurayza oğullarını savaşla tesirsiz hâle getirdi. Bir müddet sonra da Nadîr oğullarını sürgüne gönderdi “Celâleyn”.)

17/77. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki sünnet (âdet ve kanun) böyledir. (Resûlüm,) sen bizim sünnetimizde (insan ve kâinat/evren ile ilgili âdet, kural ve kanunlarımızda) hiçbir değişiklik bulamazsın. (O kanun da şudur: Gönderilen peygamberi yurdundan çıkaranlar, mutlaka cezalandırılır.)

17/78. Güneşin zevâlinden (öğle vaktinde Batı'ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde) namaz kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı(nda gece ve gündüz melekleri hazır bulundukları için) şâhitlidir.

17/79. (Ey Resûlüm!) Gecenin bir kısmında (uyanarak) sana mahsus (farz namazlara ilâve) nâfile (bir namaz) olmak üzere teheccüd kıl. (Bu teheccüd, sana farzdır. Böylece) Rabbinin seni (Ahiret’te şefâat makamı olan) Makam-ı Mahmûd'a ulaştırması muhakkaktır.

17/80. (Resûlüm,) de ki: "Rabbim! Beni doğruluk girişiyle (selâmet içinde “kabr”e veya Medine’ye yahut namaza) girmemi sağla. Beni doğruluk çıkışıyla (selâmet içinde “kabir”den veya Mekke’den yahut namazdan) çıkmamı sağla. Katından (kâfirlere karşı galip gelebilmem için) bana yardımcı bir kuvvet ihsan eyle."

17/81. (Resûlüm,) de ki: "Hak (İslâm) geldi, bâtıl (şirk ve küfür düzeni) yok oldu. Şüphesiz bâtıl, (yıkılmaya ve) yok olmaya mahkûmdur." (Mekke’nin fethinde Kâ’be’de bulunan 360 put kırılarak o makaddes mekân temizlenmiştir.)

17/82. Biz Kur'ân'dan (âyetlerle) öyle şeyler (hakikatler) indiriyoruz ki, (onların) her biri Mü'minler için şifa ve rahmettir. (Bu Kur’ân) zâlimlerin (kâfirlerin) ise, ancak zararını (küfür ve sapkınlığını) artırır. (Kur’ân-ı Kerim, muhtevasına îman edip onu anlayan Mü’minlerin, şüphe ve evham hastalıklarına şifa, dinlerini kuvvetlendirmek ve nefislerini ıslah etmek için de ilâhî ilâçtır “Ebussuûd Efendi”.)

17/83. Biz insana (sağlık, bolluk, makam ve rütbe gibi) nimet verdiğimiz zaman, (Allah’ı anmaktan) yüz çevirir, (kibir) ve (gurura kapılarak “Hak”tan) uzaklaşır. Kendisine şer (kötülük, fakirlik, zarar, felâket ve musîbet ) dokununca da ümitsizliğe düşer.

17/84. (Resûlüm,) de ki: "Herkes kendi yapısına (hidayet ve dalâlet yolunu tercih etmelerine göre) uygun işler yapar. Bu durumda Rabbiniz, en doğru yolda (hidayette) olanı en iyi bilir."

17/85. (Resûlüm, bir de) sana (bedene canlılık veren ve onu yöneten) “ruh”(un hakikatın)dan soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir. (Mahiyetini Allah’tan başka kimsenin bilmediği işlerindendir. Onun için onu insan idraki kavrayamaz. Ancak kalpler, onunla hayat bulur.) (Bu konuda) size pek az ilim verilmiştir."

17/86. Yemin olsun, dilersek biz sana vahyettiğimizi (Kur’ân’ı hâfıza ve mushaflardan silmek suretiyle) tamamen ortadan kaldırırız, sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir vekil (yardım edecek bir kişi) de bulamazsın. (Kıyamet’e yakın, Kur’ân, kalplerden ve Mushaflardan silinecektir “Kurtubî”.)

17/87. Ancak Rabbin'den bir rahmet olarak böyle yapmadık (Kur’ân’ı kaldırmayıp bâkî kıldık). Çünkü (Resûlüm,) O'nun sana olan lütfu (ve keremi) büyüktür. (Hem sana Kur’ân’ı indirdi, hem de şefâat makamı olan Makâm-ı Mahmûd'u ve diğer faziletleri ihsan etti.)

17/88. (Resûlüm,) de ki: "Yemin olsun, insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, (belâgatta, nazım güzelliğinde ve mana mükemmelliğinde) onun benzerini getiremezler."

17/89. Yemin olsun, biz bu Kur'ân'da insanlara her çeşit misali (haram, helâl, hudûd, müjde ve korkutma konularını) çeşitli şekillerde açıkladık. Fakat insanların çoğu kâfirlikten başka bir şeyi kabul etmediler.

17/90. (Kur’ân’ın belâgat ve azameti karşısında âciz kalan Müşrikler, Peygamber’ime şöyle) dediler: (Mekke’de) yerden bize bir pınar akıtmadıkça sana asla inanmayız!

17/91. (Müşrikler, Peygamber’ime dediler ki:) Yahut hurmalık ve üzümlükten senin bir bahçen olmalıdır ve içinden de şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.

17/92. (Müşrikler, Peygamber’ime dediler ki:) Yahut iddia ettiğin gibi, semayı parça parça (azap olarak) üzerimize düşürmelisin veya (doğru söylediğini göstermek için) Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin.

17/93. (Müşrikler, Peygamber’ime dediler ki:) Yahut “altın”dan bir evin olmalı, yahut semâya çıkmalısın, bize, (senin peygamberliğini gösteren) okuyacağımız bir kitap indirmedikçe, göğe çıktığına da asla inanmayız.

(Resûlüm) de ki: “Rabbimi (bütün noksanlıklardan) tenzîh ederim (uzaklaştırırım). Ben, ancak diğer insanlar gibi bir insanım (melek değilim), diğer peygamberler gibi de bir Peygamberim.”

17/94. İnsanlara hidayet (Peygamberim ile Kur'ân) geldikten sonra onların (Müşriklerin) îman etmelerine ancak, "Allah, bir “beşer”i mi peygamber olarak gönderdi?" demeleri engel olmuştur.

17/95. (Resûlüm) de ki: "Eğer yeryüzünde, (insanlar gibi) yerleşip yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten “melek bir peygamber” indirirdik."

17/96. (Resûlüm, o Müşriklere) de ki: "Benimle sizin aranızda (Peygamber olarak tebliğde bulunduğuma ve sizin de beni yalanladığınıza) şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarının (bütün hâllerini) hakkıyla bilendir, hakkıyla görendir."

17/97. Allah, kimi (peygamberini tasdik ettiği için) hidayete (hak olan doğru yola) erdirirse, işte o, hidayeti (doğru yolu) bulmuştur. Kimi de (peygamberini inkâr ettiği için) saptırırsa, böyleleri için O'nun dışında (o kişiye yardım edecek) asla dostlar bulamazsın. Onları (Allah’a ve Peygamber’e isyan edenleri) kıyamet günü körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüzüstü haşredeceğiz. (Çünkü onlar, dünyada iken, hak olan İslâm’ı, görmez, duymaz ve söylemezlerdi. Mahşerde de gözlerini aydınlık edecek, kulaklarına hoş gelecek ve sevinçlerini dile getirecek bir şey bulunmaz “Beydâvî”.) (Bu münkirlerin) varacakları yer cehennemdir. Her ne zaman cehennemin ateşi yavaşlarsa, biz onun alevini (derilerini ve etleri yenileyerek) artırırız.

17/98. (Öldükten sonra dirilmeyi ve Ahiret’i inkâr edenlerin) bu (cehenneme atılmaları), onların cezasıdır. Çünkü onlar, âyetlerimizi inkâr ettiler ve "Biz mi, bir yığın kemik ve toz toprak olduktan sonra, yeniden bir yaratılışla mı, diriltilecekmişiz?" dediler.

17/99. Onlar (Ahiret hayatını inkâr edenler), gökleri ve yeri yaratan Allah'ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu görmedi (bilmedi)ler mi? Allah onlar için, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bir ecel (ölüm zamanı) belirlemiştir. Fakat o zâlimler, kâfirlikten başka bir şeyi kabul etmediler.

17/100. (Ey Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Eğer siz (rızık ve yağmur gibi) Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla elinizi çok sıkı tutardınız (cimrilik ederdiniz). Zaten insan, eli çok sıkıdır (cimridir)."

17/101. Yemin olsun, biz (Peygamberim) Mûsa'ya apaçık dokuz mu’cize verdik. (Resûlüm,) İsrâiloğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsa onlara gelmiş ve Fir’avun da ona: "Ey Mûsa! Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum." demişti.

(Hazret-i Mûsa’ya verilen 9 mu’cize:

1) Asâ “Tâhâ,20”, 2) Yed-i beydâ’ “Tâhâ,22”; Neml,12; Şuarâ,32-38; 60-66”, 3) Kıtlık “A’raf,130”, 4) Tûr dağının İsrâiloğullarının üzerine kaldırılması “Bakara,63”, 5) Tûfan “A'raf,133”, 6) Çekirge âfeti “A'raf,133”, 7) Buğday güvesi âfeti “A'raf,133”, 8) Kurbağa âfeti “A'raf,133”, 9) Kan âfeti “A'raf,133”.)

17/102. (Peygamberim) Mûsa da (Fir’avun’a:) "İyi biliyorsun ki, bunları ancak, göklerin ve yerin Rabbi (olan Allah,) apaçık delil (mu’cize)ler olarak indirmiştir. Ey Fir’avun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi olarak görüyorum." demişti.

17/103. Bunun üzerine Fir’avun (işkence etmek ve öldürmek suretiyle) o yerden (Mısır’dan) onların (Hazret-i Mûsa ve İsrâil oğullarının) kökünü kazımak istedi. Biz de onu (Fir’avun’u) ve beraberindekilerinin hepsini suda boğduk.

17/104. Bunun ardından İsrâil oğullarına şöyle dedik: "(Fir’avun’un sizi Mısır’dan çıkarmak istediği) o topraklarda oturun, ahiret va'di (Kıyamet) gelince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz (sonra da iyi ve kötü amel durumlarınıza göre sizi ayıracağız)."

17/105. Biz onu (Kur'ân'ı Meleklerin gözetiminde) hak olarak indirdik ve o (Kur’ân) da (Peygamberime şeytanların karıştırmasından korunmuş olarak) hak ile indi. Seni de ancak müjdeci (itâat edene sevabı müjdeleyen) ve uyarıcı (isyan edeni azapla korkutan) olarak gönderdik.

17/106. (Resûlüm,) biz Kur'ân'ı, insanlara dura dura (ağır ağır, tane tane) okuyasın (böylece hafızalara kolayca yerleşsin ve anlaşılsın) diye âyet âyet ayırdık ve onu tedricen (azar azar yirmi sene gibi bir zaman diliminde) indirdik.

17/107. (Resûlüm, senin Peygamberliğini kabul etmeyen kâfirlere) de ki: "Ona (yüce Allah’ın gönderdiği Kur’ân’a) ister inanın, ister inanmayın. (Bu husus, o Allah’ın ne kemalâtını artırır, ne de O’na bir noksanlık verir.) Şüphesiz, daha önce (kendilerine kitap verilen “ehl-i kitap”tan îman eden ve) kendilerine ilim verilenler, (kitaplarında Muhammed aleyhisselâm’ın geleceğini bildiren âyetler) kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar (hamd ve şükürlerini dile getirirlerdi)."

17/108. (“Ehl-i kitap”tan îman eden ve Muhammed aleyhisselâm’ın geleceğine inanan o ilim sahipleri:) "Rabbimizin şanı yücedir. O, bütün noksanlıklardan münezzehtir (uzaktır). Şüphesiz (Muhammed aleyhisselâm gönderilip ona Kur’ân indirildiğine şâhid olan Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibiler) Rabbimizin va'di muhakkak yerine getirilmiştir." derler “Semerkandî”.

17/109. Onlar (Mü’minler) ağlayarak yüzüstü yere (secdeye) kapanırlar. Bu da onların (Allah’a karşı) huşûunu (tevâzu ve kalplerinin yumuşamasını) artırır.

17/110. (Resûlüm, kâfirlerin “Muhammed bizi iki ilâha tapmaktan men ederken, kendisi ‘Allah’ ve ‘Rahman’a dua ediyor” sözlerine karşılık) de ki: "(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet el-esmâü’l-husnâ (en güzel isimler) O'nundur." (Yüce Allah’ın isimleri sonsuzdur. Ancak İslâm şeriatında 99 ism-i şerifi bildirilmiştir.) (Resûlüm,) namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut. (Bu durumda Fıkıh’ta: Sabah, Akşam ve Yatsı namazlarında cehrî/açık, Öyle ve İkindi’de hafî/gizli okuma esas oldu.)

17/111. (Ey Resûlüm!) Hamd, "çocuk edinmeyen, mülk(ün)de ortağı olmayan, zillet ve acze düşüp de yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah'a mahsustur!" O'nu tekbir ile yücelt, büyüklükle de an.

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿