21. ENBİYÂ SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

21/1. İnsanların (Ahiret’te) hesaba çekilmeleri yaklaştı (Kamer, 1). Fakat onlar, hâlâ gaflet içinde (öldükten sonra dirilme ve hesaba inanmaktan) yüz çevirmektedirler.

21/2. Onlara (kâfirlere) Rablerinden ne zaman yeni bir zikir (kendilerini gaflet ve cehalet uykusundan uyandıran bir âyet) gelse, onlar onu, oynayarak (alaya alarak, eğlenerek) dinlemişlerdir.

21/3. (O kâfirler, Allah’ın emrini bildiren âyetlerle alay ettiklerinden dolayı) kalpleri gaflettedir. (İmanı reddederek kendilerine) zulmeden (o kâfir)ler, (peygamber hakkında) gizlice (fısıltı hâlinde birbirleriyle) şöyle konuştular: "Bu da ancak sizin gibi (yiyen, içen, evlenen) bir insandır. Şimdi siz, göz göre göre sihre (büyüye) mi kapılacak (ona mı inanacak)sınız?"

21/4. (Peygamberim, kâfirlere) dedi ki: "Rabbim yerdeki ve gökteki (gizli açık) her sözü (duyar ve) bilir. (O’na gizli kalan hiçbir şey yoktur.) O, semi’dir (her fısıltıyı hakkıyla işitendir), alîm’dir (her şeyi hakkıyla bilendir)."

21/5. Onlar (kâfirler): "Hayır, (bu Kur’an âyetleri, peygamberin rüyada gördüğü) karma karışık (yalancı) rüyalardır. Hayır, (Kur’an, vahiy değildir. Peygamber) onu kendisi uydurmuştur. Hayır, o, (peygamber değil,) bir şairdir. (Söylediği de şiirdir.) Eğer böyle değilse, önceki peygamberlerin (asâ, yed, deve, ölüleri diriltme gibi mu’cizelerle) gönderildikleri gibi, o da bize (böyle) bir mu’cize getirsin." dediler.

21/6. Onlardan (Mekke müşriklerinden) önce (peygamberlerini yalanlamalarından dolayı) helâk ettiğimiz hiçbir memleket (halkı), îman etmedi; şimdi bunlar (senin kavminden yalanlayanlar) mı îman edecekler? (Hayır, onlar, küfürden dönmedikleri müddetçe, İslam’ı kabul etmeyecekler.)

21/7. (Resûlüm,) senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz (melek değil, senin gibi beşerden) bazı erkekleri peygamber olarak gönderdik. (Bu âyet, kâfirlerin “bu sizin gibi bir beşer/Enbiyâ,3” itirazlarına bir cevaptır. Resûlüm, Mekke halkına de ki,) eğer bilmiyorsanız (ehl-i kitab’ın) ilim sahiplerine sorun (ki, onlar, gönderilen peygamberlerin, melek değil, beşer olduklarını biliyorlar).

21/8. Biz, onları (peygamberleri), (melekler gibi) yemek yemez (ve içmez) bir beden yapısında yaratmadık. Onlar (bu dünyada “yemek yer ve sokaklarda gezerler/Furkân,7”) ölümsüz de değildirler.

21/9. Sonra onlara (peygamberlere), (kendileni ve onlara tâbi olan Mü’minleri kurtaracağımıza dâir) verdiğimiz va’di (sözü) yerine getirdik. Böylece hem onları, hem de dilediğimiz kimseleri (peygamberleri tasdik eden Mü’minleri) kurtardık. Müsrifleri (Müşrikleri, küfür ve isyanda bulunanları) ise helâk ettik. (Her müşrik, nefsini bâtıla hebâ ettiği için müsriftir “Begavî”.)

21/10. Yemin olsun, size öyle bir Kitap (Kurân) indirdik ki, sizin bütün zikriniz (dininiz ve dünyanız için muhtaç olduğunuz veya lehinize ve aleyhinize olan her şey) onda (var)dır. (Resûlüm, o Kitap sana ve kavmine büyük bir şereftir. Onun hakkını verme ve şükrünü eda etme konusunda hesaba çekileceksiniz “Zuhruf,44”.) Hâlâ aklınızı kullanmayacak (iman edip Müslüman olmayacak) mısınız?

21/11. Biz (halkı) zâlim (kâfir) olan nice memleketi (gönderdiğim peygamberlerimi yalanlayıp isyan ettiklerinden dolayı) kırıp geçirdik (helâk ettik) ve onlardan sonra nice başka topluluklar meydana getirdik.

21/12. Onlar (isyankâr topluluklar) azabımızı hissedince, hemen oradan (azap bölgesinden) süratle kaçmaya başladılar.

21/13. (Bazı melekler tarafından azabın geleceğinden korkan isyankâr topluluklara - istihza olarak/alay ederek - şöyle denildi): "Kaçmayın, o içinde bulunduğunuz refaha (zevk ve safaya) ve yurtlarınıza (geri) dönün. Çünkü (yakında imanı reddetmek, peygamberleri yalanlamak ve katletmek gibi günahlarınızdan) sorguya çekileceksiniz."

21/14. (Kâfirlerin azâbı görüp kurtuluş ümitleri kalmayınca:) "Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zâlim (şirk koşan ve peygamber ölldüren kâtil) kimseler idik." dediler. (Bu şekilde yanıldıklarını anladılar, ancak bu, onlara fayda vermedi.)

21/15. Biz o (puta tapa)nları biçilmiş (ekinler), sönmüş (ateşin kül)ler(i gibi ölüler) hâline getirinceye (son nefeslerini verene) kadar, onların bu feryatları devam etti.

21/16. Biz yeri, göğü ve arasında olan (varlık)ları oyun (ve eğlence) olsun diye yaratmadık. (Biz azîmüşşân, bunları, cin ve insanlar, bizim azamet ve kudretimizi anlasınlar, gönderdiğimiz peygamberlere itâat etsinler ve kul/mükellef olduklarının idraki içinde ibadet görevlerini yapsınlar diye yarattık.)

21/17. Eğer biz, bir lehv (çocuk, eğlence) edinmek isteseydik, (sizin aranızdan değil,) onu, kendi katımızdan (hûr-i îyn ve meleklerden) edinirdik. Yapacak olsaydık böyle yapardık. (Bu âyette Hristiyanların inancını red vardır. Çünkü onlar, “Hazret-i İsâ, Allah’ın oğludur” demişlerdir. Yüce Allah, bu isnattan/iftiradan münezzehtir/uzaktır, berîdir “Celâleyn ve Medârik”.)

21/18. Hayır, biz (şşânı yüce Allah), hakkı (imanı) bâtılın (küfrün) üzerine atarız da onun beynini parçalar (onu yok eder). Bir de bakarsın o, yok olup gitmiştir. (Ey kâfirler,) Allah'a karşı (eş ve çocuk gibi) yakıştırdığınız (yalan) sıfatlardan dolayı size yazıklar olsun (en şiddetli azap, size olsun)!

21/19. Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi O'nun (mahlûku)dur (ve O’nun mülkiyetindedir). O'nun katındaki (melek)ler, O'na ibâdet etmekten büyüklenmezler ve yorgunluk (ve bıkkınlık) da duymazlar.

21/20. (Yerde ve göklerde çeşitli görevlerde bulunan melekler,) hiç ara vermeksizin (bizim nefes almamız gibi) gece gündüz, (Allahü teâlâ’yı) tesbih (tenzih ve ta’zîm) ederler.

21/21. Yoksa (o müşrikler), yerden (çıkardıkları) birtakım (taş, altın ve gümüşü işleyerek yaptıkları putları) ilâhlar edindiler de (ölüleri) onlar mı diriltecekler?

21/22. Eğer o ikisinde (yerde ve gökte) Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, muhakkak ikisi(nin de düzeni) bozulurdu. O hâlde, Arş'ın Rabbi olan Allah, onların (müşriklerin) (ortak, eş ve çocuk edinme gibi her türlü küfür isnat ve) sıfatlandırmalarından münezzehtir (uzaktır, yücedir).

21/23. O (Allah), yaptığından (işlediğinden) sorumlu olmaz, (çünkü her şeyin yaratıcısı, idarecisi, hâkimi ve mâliki yalnız O’dur. O, “Rab”tır) fakat onlar, (mükellef varlıklar/insanlar, yaptıklarından) sorumludurlar. (Çünkü onlar, “kul”dur.)

21/24. Yoksa (müşrikler,) ondan (Allah’tan) başka ilâhlar mı edindiler? (Resûlüm) de ki: "Haydi (varsa aklî ve naklî) delilinizi getirin! İşte benimle beraber olanların (ümmetimin) kitabı (Kur’an) ve işte benden öncekilerin kitabı (Tevrat, İncil ve diğerleri! Bunların hiçbirinde “birden fazla ilâh olduğu”na dair bir söz yoktur). Hayır, onların çoğu hakkı bilmez (Kur’an’ı tasdik etmez)ler, bu sebeple (ondan) yüz çevirirler."

21/25. (Resûlüm,) senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona: "Benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet edin (beni “bir”leyin)!" diye vahyetmiş olmayalım.

21/26. (Müşrikler:) "Rahmân, çocuk edindi" dediler. O, bundan münezzehtir (uzaktır; O, yücedir). Hayır (Allah’ın kızları olarak inandıkları o Melekler, O’nun) mükerrem (değerli) kullarıdır (Yunus, 68; Nahl, 57).

21/27. (Melekler), O’ndan (Allah'tan) önce söz söylemezler ve onlar, yalnız O'nun emriyle hareket ederler.

21/28. (Yüce) Allah, onların önlerindekini ve arkalarındakini (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefâat etmezler ve hepsi O'nun (büyüklüğünün) korkusundan titrerler. (“Haşyet”, ta’zimden/büyük bilmekten ileri gelen bir korkudur “Beydâvî”.)

21/29. Onlardan (Melekler veya mükellef varlıklardan) her kim, (İblis gibi) "O’ndan (Allah'tan) başka ben de bir ilâhım!" derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. Zâlim (olan ve ilâhlık iddiasında bulunan o kâfir)leri işte biz böyle cezalandırırız.

21/30. O küfredenler, (yedi kat) gökler ile (yedi kat) yer bitişik hâlde iken, (gök, yağmur yağdırmaz ve yer, bitki bitirmezdi. Fakat) bizim onları ayırdığımızı (böylece gökten yağmur geldiğini ve yerin bitki bitirdiğini) ve (yeryüzünde hareket eden) her canlı şeyi (insan ve hayvanları) sudan (kendilerine âit farklı nutfeden/spermden) yarattığımızı (Medârik/Nûr,45) görmedi (bilmedi)ler mi? (Hayvanlardan “meni”den yaratılmayan da vardır. Ancak burada çoğunluk “bütün”ün yerine geçirilmiştir “Beydâvî”.) (Bunları gördükleri ve bildikleri hâlde,) hâlâ Allah’ın bir olduğunu kabul edip) iman etmeyecekler mi?

21/31. Yeryüzünde - onları (insanları) sarsmasın diye - sabit dağlar yerleştirdik ve (insanlar) maksatlarına ulaşsınlar diye orada (yerde ve dağlarda) geniş yollar açtık.

21/32. Gökyüzünü de (düşmekten) korunmuş (evlerde olduğu gibi) bir tavan yaptık. Onlar (kâfirler) ise oradaki (güneş, ay, yıldızlar gibi Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler.

21/33. O (Allah ki), geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Bunların her biri bir yörüngede yüzmektedir (dolaşmaktadır).

21/34. (Resûlüm, senin ölümünü bekleyen o kâfirler, bilsinler ki,) biz, senden önce de hiçbir beşere (dünyada) ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî mi kalacaklar (ölmeyecekler mi)?

21/35. Her nefis (her canlı dünyada) ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak (zenginlik, fakirlik, sağlık, hastalık gibi) hayır ve şer ile deniyoruz. Ancak (sonunda) bize döndürüleceksiniz. (Biz de Ahiret’te belâ ve nimetler karşısında sabır, şükür ve isyanınıza göre mükâfat veya ceza vereceğiz.)

21/36. (Resûlüm,) o küfredenler seni gördükleri zaman: "Sizin ilâhlarınızı diline dolayan (kötüleyen kişi) bu mu?", diyerek seni sürekli alaya alırlar. Hâlbuki onlar, Rahmân’ın Kitabını (tevhîdi açıklayan Kur’an-ı Hakim’i) inkâr edenlerin ta kendileridir.

21/37. (İnsanın tabiatında acelecilik vardır. Onun için sanki) insan aceleden (tez canlı olarak) yaratılmıştır (İsrâ, 11). Size yakında âyetlerimi (dünyadaki gazabımı ve Ahiret’teki ateş azâbımı) göstereceğim. Benden (azâbın gelmesini) acele istemeyin.

21/38. Bir de (kâfirler, Mü’minlere karşı:) "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu va’d (azapla tehdit) ne zaman (gerçekleşecek)?", derler.

21/39. O küfredenler, (Kıyamet günü) yüzlerinden ve sırtlarından (saran) ateşi def edemeyecekleri ve hiçbir yardım da görmeyecekleri zamanı bir bilselerdi (bu şekilde inkâr etmezler, alaya almazlar ve aceleci davranmazlardı. Fakat onların bu husustaki cehaleti, onu, hafife almalarının yegâne sebebidir “Medârik”.)

21/40. Şüphesiz o (tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelir ki, onları, şaşkına çevirir. Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter, ne de kendilerine mühlet verilir.

21/41. (Resûlüm,) yemin olsun, (seninle alay edildiği gibi) senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Fakat alay edenleri, o alaya aldıkları şey (azap) kuşatıverdi.

21/42. (Resûlüm,) de ki: "(Size azap edecek olsa) gece ve gündüz Rahmân (olan Allah’ın azabın)dan sizi kim koruyacak?" (Elbette hiç kimse koruyamaz.) Buna rağmen onlar, Rablerinin zikri (Kur’an-ı Kerim’i)nden yüz çeviricidirler. (Gaflet içinde hak ve hakikati görmüyorlar.)

21/43. Yoksa onların (kâfirlerin), biz(im azap emrimiz)e karşı kendilerini koruyacak ilâhları mı var? (O ilâh edindikleri,) kendi kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler. Onlar (kâfirler), bizden de yardım görmezler.

21/44. Evet, biz (bu dünyada) onları (kâfirleri) ve atalarını (nimetler vererek) yaşattık. Öyle ki, uzun süre yaşadılar (ve ölmeyeceklerini sandılar). Fakat (kâfirlere âit toprakların Müslümanlar tarafından fethedildiğini) görmüyorlar mı ki, biz (onların) topraklarını her taraftan azaltıyoruz. O hâlde, onlar (Peygamberimi ve göderdiğim Kur’an’ı red eden isyancılar) mı galip gelecekler (yoksa her şeye kâdir olan biz mi? “Begavî”. Şüphe yok ki, yüce Allah, azîz’dir, herşeye galiptir.)

21/45. (Resûlüm,) de ki: "Ben sizi ancak (kendiliğimden değil, Allah’tan gelen) vahy (Kur’an) ile uyarıyorum. (Ahiret’te başınıza gelecek tehlikeleri, azapları bildiriyorum.)" Fakat (küfrü kalplarine yerleştirip “hakk”a kulaklarını tıkayan) sağırlar, (İslam’a da’vet konusunda) uyarıldıkları zaman (bu) çağrıyı duymazlar (imanı red ederler).

21/46. Yemin olsun, onlara Rabbinin azabından az bir şey dokunsa, muhakkak: "Eyvah bize! Gerçekten biz (iman etmediğimiz ve Allah’a tâati terkettiğimiz için) zâlim kimselermişiz." diyeceklerdir.

21/47. Biz, Kıyamet günü adâlet terazileri kuracağız. Artık hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez (haksızlık yapılmaz). (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu (adalet terazisine) getiririz (koyarız). Hesap görücü olarak biz (her şeye kâdir ve) yeteriz.

21/48. Yemin olsun, biz Mûsa ile Hârûn'a, Müttakîler (Allah'a itâat edip karşı gelmekten sakınanlar) için (hak ile bâtılı, haram ile helâlı ayıran) Furkân'ı (Tevrat'ı), (zulmeti yok eden) bir ışık ve mev’ıza (öğüt) olarak verdik.

21/49. Onlar (Müttakîler) ki, Rablerinden gıyaben (yalnızken, tenhada) haşyet duyarlar (her an Rablerinin gözetimi altında olduklarını bilerek davranırlar). Onlar Kıyamet günün(ün azabından, dehşetin)den de korkarlar.

21/50. İşte bu (Kur'ân) da (Peygamberim Muhammed aleyhisselâm’a) indirdiğimiz mübarek (onda saâdet, günahların afvı, iman edenlerin kurtuluşu bulunan) bir zikirdir. Şimdi siz (kâfirler,) bunu mu inkâr ediyorsunuz?

21/51. Yemin olsun, biz (Hazret- Mûsa, Hârun ve Muhammed aleyhimü’s-selâm’dan yahut peygamber olmadan ya da bulûğa ermeden) daha önce İbrahim'e rüşdünü (doğruyu yanlıştan ayırma kâbiliyeti ve hidayet) verdik. Biz zaten onu(n buna ehil olduğunu) biliyorduk.

21/52. Hani o (kulum Hazret-i İbrahim), babasına (kendisini büyüten amcası Âzer’e) ve kavmine: "Sizin karşısına geçip taptığınız bu heykeller nedir?" (Niçin bunlara tapıyorsunuz?) demişti.

(En’âm sûresi 74. âyetin tefsirinde Müfesirler, Hazret-i İbrahîm’in “babası Âzer” ifadesiyle ilgili farklı tefsirlerde bulunmuşlardır. 1) Babası, Târuh’tur. Âzer lâkabıdır. 2) Âzer, put ismidir. 3) Âzer, amcasıdır. Babası, Târuh’tur. Araplarda amcaya “baba” da denilmektedir. Bk. Bakara, 133. “Taberî, Râzî, Mâturîdî, Mazherî ve Elmalılı”)

21/53. (Putlara tapanlar:) "Babalarımızı bunlara ibâdet ediyor bulduk." dediler.

21/54. (Hazret-i) İbrahim: "Yemin olsun, siz de, atalarınız da apaçık bir dalâlet (itikaden sapıklık) içindesiniz." dedi.

21/55. (Kavmi Hazret-i İbrahim’e:) "Bize hakkı (gerçeği) mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?" dediler.

21/56. (Hazret-i) İbrahim, dedi ki: "Hayır! (Ben sizinle eğlenmiyorum. İbadete lâyık) Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları (yoktan) yaratandır ve ben de buna (o yaratanın bir olduğuna) şahitlik edenlerdenim."

21/57. Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp (bayram günlerinizi kutlamaya) gittikten sonra, ben putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım (dedi). (Ancak bu sözü, kavminden gizli söylemiş, fakat biri işitmişti “Medârik”.)

21/58. (Hazret-i İbrahim, kavmi bayram günü eylenmeye gidince,) nihayet (eline bir balta alıp) onları (bütün putları) parça parça etti. Ancak büyük (put hâriç, ona dokunmadı.) Belki (kavmi) ona (büyük puta) müracaat ederler (de bir cevap alamayınca, putların ne kadar âciz olduklarını anlar ve bir akıl yürütme ile tek ilâh olan Allah’a inanırlar) diye, (baltayı büyük putun boynuna asmıştır).

21/59. Onlar (bayram şenliğinden dönen kavmi:) "Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zâlimlerden biridir." dediler.

21/60. (Onlardan bazıları diğerlerine:) "İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını (putlarımızın aleyhinde konuştuğunu) duyduk." dediler.

21/61. (Bazıları da:) "O hâlde onu hemen insanların gözü önüne (huzuruna) getirin. Belki (“işi yapan budur!” diye aleyhinde) şahitlik ederler" dediler.

21/62. (Hazret-i İbrahim halkın huzuruna getirilince:) "İlâhlarımıza bunu sen mi yaptın, ey İbrahim?" dediler.

21/63. (Hazret-i İbrahim) dedi ki: "Belki de bu işi onların şu (boynunda balta asılı) büyüğü yapmıştır. Hadi (vakit kaybetmeden bu işi kimin yaptığını) onlara (putlara) sorun (bakalım), eğer konuşabiliyorlarsa!

21/64. Bunun üzerine (puta tapanlar) birbirlerine dönüp (vicdan muhasebesi yaparak): "Hiç şüphesiz (konuşamayan varlıklara tapmanız sebebiyle) asıl zâlimler sizsiniz, siz!" dediler (ve karşılıklı olarak birbirlerini suçladılar).

21/65. Sonra eski küfür inanç ve eylemlerine döndüler ve: "Yemin olsun, bunların (putların) konuşmayacağını sen de pek âlâ bilirsin (ey İbrahim!"), dediler.

21/66. (Hazret-i İbrahim, şöyle) dedi: "Öyle ise siz, (hâlâ) Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve hiçbir zarar veremeyecek olan (put)lara mı tapacaksınız?"

21/67. "Yazıklar olsun, size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız (putlar)a da! Hâlâ (ne fayda, ne de zarar veremeyecek olan putlarınızın ibadete lâyık olmadıklarını bir türlü) anlamayacak mısınız?"

21/68. (İçlerinden bir kısmı:) "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın (ateşe atın) da ilâhlarınıza yardım edin" dediler.

(Puta tapanlar aldıkları karar gereği, Hazret-i İbrahim’i elleri ayakları bağlı olarak ateşe attılar.)

21/69. (Her şeye kâdir olan ve her şey O’nun emrinde olan yüce Allah, ateşe emretti:) "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve selâmet ol (dondurma, yakma ve korku verme)!" dedik.

(Puta tapanlar aldıkları karar üzerine Hazret-i İbrahim’i elleri ayakları bağlı olarak hazırladıkları ateşe mancınıkla attılar. O esnada Hazret-i Cebrâil geldi ve “bir isteğin var mı?” diye sordu. O da “senden yok” dedi. Devam ederek: “Allah’ım, benim hâlimi biliyor. Hasbiyallah ve ni’mel vekîl/Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir.” dedi. O büyük ateş mekânı, bir anda yemyeşil bir bahçe oldu. Yanan sadece bağladıkları ipler oldu. “Beydâvî, Medârik, Kurtubî ve diğerleri”. Hazret-i İbrahim’in Nemrut’u susturması: Bk. Bakara, 258).

21/70. Ona (Peygamberim İbrahim’e) böyle bir tuzak kurmak (zarar vermek) istediler. Fakat biz onları en çok hüsrana uğrayanlardan (zarar görenlerden) kıldık. (Yüce Allah, Nemrût ve kavmi üzerine sivri sinekleri gönderdi. Onlar, onların etlerini yediler, kanlarını içtiler. Bir sivrisinek de Nemrût'un beynine girdi ve onu öldürdü “Medârik”.)

21/71. Onu (Peygamberim İbrahim’i) (Irak’tan/Babil’den kardeşinin oğlu Hazret-i) Lût ile beraber (Nemrût ve kavminden) kurtarıp, âlemler için bereketli kıldığımız bir yere (Şâm bölgesine) ulaştırdık. (Hazret-i İbrahim, içinde Kudüs’ün de bulunduğu Filistin'e, Lût aleyhisselâm da buraya bir günlük mesafede bulunan Mü'tefike'ye/Lût gölü civarına yerleşti “Beydâvî, Râzî ve diğerleri”.)

21/72. Ona (Peygamberim İbrahim’e oğlu) İshak'ı ve ayrıca da (İshak’ın oğlu) Ya’kûb'u bağışladık ve her birini salih kimseler (peygamberler) yaptık.

21/73. Onları (peygamberleri) bizim emrimizle hidayeti (hak yolu) gösteren imamlar (rehberler) yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibâdet eden kimselerdi.

21/74. Biz, (Peygamberim) Lût'a da hüküm (hasımlar arasını hak ve adalet ile ayıracak hakimlik, peygamberlik, akıl, anlayış) ve (kendisi ile rabbi arasında olan veya hükmetme konusunda özel) ilim verdik ve onu (livata/homoseksüellik, yoldan geçenleri taşlama gibi) çirkin işler yapan bir memleketten (Sodom halkından) kurtardık. Şüphesiz onlar, (inanışlarıyla ve fiilleriyle) kötü bir toplum idiler, fasık (Allah'ın emrinden çıkan)lardı.

21/75. Onu (Peygamberim Lût’u,) (dünyada kötü kavminden kurtarmakla, Ahiret’te de cennet ile) rahmetimizin içine aldık. Şüphesiz o, salih kimselerden (peygamberlerden)di.

21/76. (Resûlüm,) (Peygamberim) Nûh'u da (hatırla). Hani o (peygamberlerim İbrâhîm ve Lût'dan) daha önce (kavmine: “Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimse bırakma/Nûh sûresi, 26“ diyerek) dua (beddua) etmişti. Biz de onun duasını kabul ederek, kendisini ve (gemisinde bulunan) ailesini o büyük sıkıntı (kavminin yalanlaması ve tufan)dan kurtarmıştık.

21/77. Âyetlerimizi yalanlayan kavm(in)e karşı ona (Peygamberim Nûh’a) yardım ettik (kendisini kavminin kötülüklerinden koruduk). Şüphesiz onlar, kötü (peygamberin imana da’vetini reddeden kâfir ve isyankâr) bir toplumdu. Bu yüzden biz de onları topyekûn suda boğduk.

21/78. (Resûlüm,) (Peygamberlerim) Dâvûd ile Süleyman'ı da (hatırla). Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.

(Halkın koyunları, gece vakti bir çiftçinin ekin tarlasına girmiş ve ekinlere (veya bağına) zarar vermişti. Bu durumda çiftçi, zarar talebi ile Hazret-i Dâvud’un huzurunda koyun sahibi aleyhine dâva açmıştı. Zararın kıymeti, koyunların kıymetine denk geldiğinden, Hazret-i Dâvud, koyunların ekin sahibine verilmesine hükmetti. Onbir yaşında olan oğlu Hazret-i Süleyman ise, ekin tarlasını, eski hâline gelinceye kadar koyun sahibine vermeyi ve bu müddet içerisinde koyunların sütünden, yavrularından ve yünlerinden istifade etmek üzere, koyunları da ekin sahibine vermeyi uygun görmüştü. Böylece her şey eski hâline gelince, herkes malını geri almalıdır, demişti. Dâvud aleyhisselâm da oğlunun bu hükmünü  beğendi “Beydâvî, Kurtubî, Râzî ve diğerleri”.)

21/79. Böylece bunu (bu fetvayı) (Peygamberim) Süleyman'a biz bildirmiş (ilham etmiş)tik. Zaten her birine (Hazret-Dâvud ile Hazret-i Süleyman’a) hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve (din işlerinde özel) ilim vermiştik. (Hazret-i) Dâvûd ile birlikte, Allah'ı tesbih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. (İnsanların taaccübüne gitse de “Medârik”) bunları yapan biz idik (biz yapmakta ve yaratmaktayız. Eğer dilersek, dağların ve kuşların tesbihini dilediğimize işittiririz “Mâturîdî”.)

(Ayet-i kerimelerde buyruluyor: Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbih etmektedir “Hadîd,1; Haşr,1; Saff,1”.

Yedi kat gök ile yer ve bunlarda bulunanlar, O'nu/Allah’ı tesbih ederler. - O'nu tenzih ederler - Mahlûkatdan hiç bir şey yoktur ki, O'na, hamd ederek tesbih etmesin. - “sübhanellahi ve bi-hamdihi” demesin - Fakat siz onların tesbihini anlamazsınız “İsrâ, 44”.)

Hadis-i şerifte buyruluyor: Yemin olsun ki, biz Rasûlüllah'ın yanında yemek yenirken yemeğin “tesbih”ini işitirdik (Buhârî, Menâkıb 26).

21/80. Bir de ona (Peygamberim Davud'a), sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun diye. Artık siz (peygamberi tasdik etmek suretiyle nimetlerime) şükredecek misiniz (şükrediniz!).

21/81. (Peygamberim) Süleyman'a da şiddetli esen rüzgârı (boyun eğdirerek emrine verdik ki,) onun emriyle içinde (su ve ağaçlarla) bereketler verdiğimiz yere (Şam bölgesine) eser giderdi. (Hazret-i Süleyman’ın emrine rüzgârı verdik: Onunla sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü de bir aylık yol alırdı “Sebe’, 12”.) Biz, her şeyi hakkıyla bileniz.

21/82. Bir de şeytanlar arasından, onun (peygamberim Süleyman) için (onun emrinde) dalgıçlık eden (ve denizden inciler/cevherler çıkaran) ve bundan başka (bina yapmak, şehirler kurmak gibi) işler yapanlar vardı. Biz onları (yaptıklarını bozmasınlar ve fesat çıkarmasınlar diye) gözetim altında tutuyorduk.

21/83. (Peygamberim) Eyyûb'u (ve onun sabrını) da (hatırla!). Hani o Rabbine, "Şüphesiz ki, bana (bir) dert dokundu (bu hastalık sebebiyle hâlsiz düştüm). (Ya Rabbî!) Sen merhametlilerin en merhametlisisin!" diye niyazda bulundu. (Hazret-i Eyyûb, hastalanmış ve namazı sağlıkla kılamayacak derecede zayıflamıştı. Malı telef oldu. Zevcesi dışında herkes kendisinden uzaklaşmıştı. Hastalığı 3, 7, 13 veya 18 sene sürmüştü. Ancak sonunda ibadetlerini sağlıklı bir şekilde yapamayacak duruma gelince, hastalığını yüce Allah’a arzetti “Celâleyn ve Beydâvî”. Bu niyaza karşılık, Allahü teâlâ şöyle buyurdu:

(Ey peygamberim Eyyûb!) Ayağını yere vur. Bu hem yıkanacak, hem içilecek soğuk bir sudur “Sâd, 42”.

Tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahipleri için bir ibret olarak (peygamberim) Eyyûb’a bütün ehlini, (malını) ve onlarla birlikte daha bir mislini bağışladık (ona geri verdik) “Sâd, 43”.

Bu su, Hazret-i Eyyûb için şifa kaynağı oldu “Kurtubî”).

21/84. Biz de onun (peygamberim Eyyûb’ün) duasını kabul edip kendisinde dert (hastalık, sıkıntı) namına ne varsa (hepsini) giderdik (ortadan kaldırdık). Tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için de bir ibret olmak üzere ona ailesini, (malını) ve onlarla beraber (ne varsa, hepsinin) bir mislini daha verdik.

21/85. (Peygamberlerimden Hazret-i İbrahim’in oğlu) İsmail'i, (Hazret-i Şît’in oğlu) İdris'i ve Zülkifl'i de hatırla. Bunların hepsi (Allah’a ibadet ve tâatte bulunan, tekliflerin zorluklarına ve belâlara karşı) sabredenlerdendi.  (Bazı Müfessirler, “Zülkifl, peygamber değil, veli bir kuldur”, demişlerdir.)

21/86. Onları da (sabreden peygamberlerimizi) rahmetimize aldık (onlara peygamberlik verdik veya onları Ahiret’te cennet nimetlerimize kavuşturduk). Şüphesiz onlar (fesat işlemekten korunmuş) salih kimselerdendi.

21/87. (Peygamberim balık sahib’i) Zünnûn (Yûnus’)'u da hatırla. Hani (imana gelmeyen ve isyan eden kavmine azabın geleceğini söyledikten sonra onlara) öfkeli olarak (oradan/Ninova’dan ayrılıp) gitmiş (hicret etmiş)ti. (Fakat kavmi, azabın üzerlerinde olduğunu görünce, Allah’a çok yalvardılar ve tevbe ettiler. Yüce Allah da onlardan bu azabı kaldırdı. Yûnus aleyhisselâm bu durumu, onların tevbe ettiklerini bilmediği için öfkeli ve hüzünlü olarak - Allah’tan daha hicret izni gelmeden - oradan ayrılmıştı. Bu izinsiz ayrılıştan dolayı) bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı (veya onu cezalandırmayacağımızı) sanmıştı. Nihayet (balığın karnında) karanlıklar içinde: "Ya Rabbî! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni (her türlü noksanlıklardan) tenzih ederim (uzak tutarım). Ben gerçekten (kendime) zulmedenlerden oldum." diye dua etti.

(Yûnus aleyhisselâm, Allahü teâlâ'nın henüz bir izni olmadan kavmini terkedip gitti ve bir gemiye bindi. Geminin yürümemesi veya batma tehlikesi geçirmesi gibi bir sebeple yolculardan birisinin denize atılması gerekti. Kura çektiler, kurada Hazret-i Yûnus çıktı ve denize atıldı. Denizde kendisini bir balık yuttu. Bir süre balığın karnında Allah'a dua eden Yûnus, sonra balık tarafından sahile çıkarıldı “Râzî”.)

21/88. Biz de (peygamberim Yûnus’un) duasını kabul ettik ve kendisini keder (ve üzüntü)den kurtardık. İşte biz (onu nasıl kurtardıysak, dua ve niyazda bulunan) mü'minleri (de her türlü sıkıntıdan) böyle kurtarırız.

21/89. (Peygamberim) Zekeriya'yı da hatırla. Hani o, Rabbine: "Rabbim! Beni tek başıma (evlâtsız) bırakma. Sen vârislerin en hayırlısısın (her şey öldükten sonra, tek bâkî kalacak sensin, ya Rabbî)!" diye dua etmişti. (Zekeriya aleyhisselâm, Allahü teâlâ’dan kendisine vâris olacak evlât istemişti.)

21/90. Biz de onun (peygamberim Zekeriyya’nın) duasını kabul ettik ve kendisine (çocuk olarak) Yahya'yı bağışladık (verdik). (Kısır olduğu hâlde) zecesini/eşini de kendisi için (doğurmaya) elverişli (ve güzel ahlâklı) kıldık. Onlar (ismi geçen bütün peygamberler), gerçekten hayır işlerinde (tâat ve ibadet konularında) yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar (emirleri yaparak ve yasaklardan kaçarak derin bir saygı içinde) bizden devamlı korkan kimselerdi.

21/91. Irzını (ve namusunu haramdan) korumuş olan onu (Hazret-i Meryem kulumuzu) da hatırla. Ruhumuz (Cebrâil aleyhisselâm’)dan ona üfle(mesini emret)dik. (Böylece o, İsa’ya hâmile kaldı). Kendisini de, oğlunu (İsâ’yı) da âlemlere (kudretimizi gösteren) bir delil (ibret) kıldık.

21/92. Şüphesiz bu (İslâm), tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininizdir, ki, o da İslam dini)dir. Ben de Rabbinizim. Onun için yalnız bana ibadet edin.

21/93. (Yahûdi ve Hristiyanlar) aralarında (din) işlerini parça parça ettiler (fırkalara ayrıldılar). Hepsi (Ahiret’te) ancak bize döneceklerdir (amel durumlarına göre onları cezalandıracağız).

21/94. O hâlde, kim mü'min olarak (namaz, oruç, zekât, cihad gibi) salih amellerden birini işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu(n her amelini hafaza meleklerine verdiğimiz emir vasıtasıyla) yazmaktayız.

21/95. (Dünyada azapla) helâk ettiğimiz bir memleket (halkın)ın (tekrar amelde bulunmaları ve tevbe etmeleri) haramdır (imkânsızdır. Çünkü) onlar (bir daha) geri dönemeyeceklerdir.

21/96. Nihayet (insan kavimlerinden) Ye'cûc ve Me'cûc'ün önü(ndeki sed, Kıyamet’e yakın) açıldığı zaman her tepeden (her taraftan) akın ederler (çıkarlar).

(Ye'cûc ve Me'cûc, Hazret-i Nûh’un oğlu Ya’fes’in soyundardırlar “Kehf, 94/Beydâvî”. Boyları çok kısa veya çok uzun şeklinde rivayetler vardır. Kıyamet’e yakın seddi aşacaklardır. Bu âyetle bu husus, beyan ediliyor.

Ye'cûc ve Me'cûc, Kıyamet’in 10 büyük alâmetinden biridir (Müslim, Fiten 13). Resûlüllah buyurdu: Bugün Ye'cûc ve Me'cûc'ün seddinde şunun gibi - baş parmağı ile şehâdet parmağını halka yaparak – bir delik açıldı. “Ya Resûlallah! İçimizde iyiler de olduğu hâlde – bu durumda - helâk olur muyuz?” diye soruldu. Cevaben: “Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet!” buyurdular (Buhârî, Fiten 29).

Bu seddi Zülkarneyn aleyhisselâm yapmıştır (bk. Kehf, 93 ilâ 99).

21/97. Gerçek va’d (Kıyamet’in kopması) yaklaşır, bir de bakarsın, (imanı, peygamberi ve ölümden sonra dirilmeyi) inkâr eden (kâfir)lerin gözleri (o günün şiddetiyle) dona-kalmıştır. "Eyvah bizlere (yazık oldu)! Muhakkak biz bundan (bugünün gerçekleşeceğinden) gafildik (inkâr etmiştik). Gerçekten biz (peygamberi ve Ahiret gününü inkâr ettiğimiz için) zâlim kimseler idik." derler.

21/98. Hiç şüphesiz siz (kâfirler) ve Allah'tan başka (ilâh edinerek) taptıklarınız (putlarınız, hepiniz) cehennemin odunusunuz. Siz (hep birlikte) oraya gireceksiniz.

21/99. Eğer onlar (taptığınız putlar, zannettiğiniz gibi) ilâh olsalardı, oraya (cehennem’e) girmezlerdi. Hâlbuki (tapanlar ile tapılanların) hepsi orada (cehennem’de) ebedî (sonsuz) kalacaklardır.

21/100. Onlar (Allah’tan başka ma’but edinenler) için orada (cehennem’de) derin bir inlemek vardır! Onlar orada (korku ve şiddetli azaptan) hiçbir şey işitmezler. (Onların konuşmaları da istenmez “Mü’minûn, 108”. Orada sağır, dilsiz ve kör olurlar ”Semerkandî”.)

21/101. (Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem: “Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız birlikte cehennem’in odunusunuz” 98. âyetini okuduğunda, Kureyş müşrikleri: “Yahûdîler Uzeyr'e, Hristiyanlar Îsa'ya ve bazıları da meleklere ibâdet etmiyorlar mı? Bu durumda Uzeyr, İsâ ve melekler, cehennemde mi olacaklar?” diyerek Resûlüllah’a itirazda bulunmuşlardı. “Bunu da sana sadece muhalefet etmek için misal getirdiler/Zuhruf, 58.” Bunun üzerine bu 101. âyet inmiştir:)

Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat (cennet) hazırlanmış olanlar (Hazret-i Uzeyr, Hazret-i İsâ ve Melekler) var ya, işte onlar, (itâatkâr kullarımızdır, kendilerine tapınılmasına rıza göstermemişler ve), cehennemden uzaklaştırılmışlardır.

21/102. Onlar (cennettekiler,) onun (cehennem’in az da olsa) sesini bile duymazlar. Canlarının çektiği (her çeşit nimet) içinde ebedî (sonsuz/dâimî) olarak kalırlar.

21/103. En büyük (cehennem’e götürülme) korku(su) dahi onları (cennet ehlini) tasalandırmaz ve melekler onları (kabirlerinden kalkarken veya cennet kapısında iken): "İşte bu, (dünyada) size va’d edilen (mutlu) gününüzdür!" diyerek karşılarlar.

21/104. O günü (hatırla) ki, yazılı kâğıt tomarlarını dürer gibi göğü/semayı dürüp toplarız. (Varlığı hiç yok iken) ilk yaratmaya başladığımız gibi - üzerimize aldığımız bir va’d olarak - (yok ettikten sonra da) onu (varlığı) tekrar iâde edeceğiz (yaratacağız). Biz bunu muhakkak yapacağız. (O gün yer, başka bir yere, gök de başka bir göke çevrilir. İnsanın derilerini de başka derilerle değiştiririz “İbrahim, 48”. Yer/yeryüzü, dağı, tepesi olmayacak şekilde dümdüz hâle getirilir. Bu da Kıyamet günü olacaktır.

Sizler Kıyamet günü mahşer yerine ilk yaratıldığınız gibi yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız “Buhârî, Enbiyâ, 11; Rikâk 45; Tirmizî, Kıyamet 3”.) Âişe vâlidemiz buyurdular:

- Ya Resûlallah! Bu durumda erkek ve kadınlar birbirlerine bakarlar (bakmazlar mı?)

- O günün şiddetinden onu akıllarına bile getiremezler (Buhârî, Rikâk 45).

21/105. Yemin olsun, Zikir'den (Tevrat'tan) sonra Zebûr'da da: "Yere muhakkak benim salih (iyi) kullarım mirasçı olacaktır." diye yazmıştık. (Zebûr’dan maksat, ilâhî kitapların hepsi, Zikir de Levh-ı Mahfûz'dur, denilmiştir “Beydâvî”.)

21/106. Şüphesiz bunda (Kur’an-ı Hakîm’de) (ihlâs ile) ibadet eden (beş vakit namazını kılan, orucunu tutan) bir toplum  (Muhammed aleyhisselâm’ın ümmeti) için (cennet’e kavuşturmada) tam bir yeterlik/ulaştırıcı özellik vardır.

21/107. (Ey Resûlüm!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (İslam’a iman ettikleri için dünya ve âhiret saadetine kavuşan Mü’minlere rahmettir. Kâfirlere de, yere batmaktan, suret değiştirmekten ve köklerini kazıyacak azaptan emin olmaları bakımından rahmettir “Beydâvî”.)

21/108. (Resûlüm,) de ki: "Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık siz (Müşrik)ler, Müslüman oluyor musunuz?” (Bütün hakikatler açıklandığı hâlde, hâlâ Müslüman olmayacak mısınız? Müslüman olunuz!)

21/109. (Resûlüm,) eğer (Müşrikler, İslam’ı kabul etmekten) yüz çevirirlerse, de ki: "(Bana emrolunanı, vahyedildiği gibi) siz(ler)e eşit olarak (aranızda ayırım yapmadan) bildirdim. Va’dolunan şey (Kıyamet’te karşılaşacağınız azap), yakın mı, yoksa uzak mı, bilmiyorum."

21/110. "Şüphesiz o (Allah), (İslam aleyhine olan) sözün açığa vurulanını da bilir, (kalplerinizde) gizlediğiniz (Müslümanlarla ilgili düşmanlık, kin ve nefretiniz)i de bilir."

21/111. "Bilmiyorum! Belki (size va’d olunan cezanın ertelenmesi,) sizin için bir fitnedir (imtihandır, istidractır) ve (azabınız artsın ve aleyhinize delil olsun diye) bir vakte (ölünceye) kadar (dünyada nimetlerle) faydalandırmadır."

21/112. (Resûlüm dedi:) "Ey Rabbim! (Benimle İslam’ı yalanlayanlar arasında) Hak ile (azabın acele gelmesi ve onlara şiddet uygulanması “Beydâvî” veya düşmanlara karşı Müslümanlara yardım hakkında) hüküm ver. (Nitekim Resûlüllah’ın duası kabul oldu. Bedir ve Uhud’da düşman hezimete uğratıldı.) (Ey kâfirler, bilin ki:) Bizim Rabbimiz, sizin (kötü ve iftira) vasıflandırmalarınıza karşı yardımı istenecek olan Rahmân (Allah)'dır." dedi.

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿