25/45. (Resûlüm,) Rabbinin (dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesiyle gündüzleri meydana gelen) gölgeyi (uzundan kısaya ve kısadan uzuna doğru) nasıl uzattığını (yaydığını) görmedin mi? (Hitap, Hazret-i Peygamber’in şahsında bütün ümmetedir.) Dileseydi (dünyayı döndürmez,) onu (gölgeyi) sâkin (devamlı sâbit) kılardı. Sonra (namaz vakitlerinin bilinmesi için “Semerkandî”) biz güneşi, gölgeye delil kıldık (uzalttık ve kısattık. Böylece vakitler meydana geldi). (Güneş olmasaydı, gölge olmaz ve nur olmasaydı, zulmet/karanlık bilinmezdi. Her şey zıddı ile bilinir/kâimdir.

Ancak Müfessirler bu âyetteki kelimeleri, sözlük anlamları dışında tefsir etmişlerdir. Şöyle ki:

Buradaki “zıll/gölge”, şafağın söküşünden güneşin doğuşuna kadar olan bir zaman dilimindeki “havanın/gökyüzünün özelliği/aydınlığı”dır. Bu zaman zarfında havanın/gökyüzünün, ne zifiri/koyu karanlığı, ne de güneşin yakıcı sıcaklığı vardır. Ayetteki “gölge”den murat budur! “Beydâvî, Nesefî, Semerkandî gibi bir çok müfessir”. Bu husus, Vâkı’a sûresi 30. âyetinde cennet tasvir edilirken “zıllin memdûd/yayılmış - uzayıp giden – gölge” şeklinde buyrulmaktadır. Bu gölge, cennet ağaçların sağladığı gölge değildir. Bu, dünyada bilinenden farklı, hava/gökyüzü ile ilgili güzel ve hoş bir nimet/aydınlık olarak yaratılacaktır “Râzî, Vâkı’a, 30. Âyet”. Cennet’te güneş de yoktur, karanlık da yoktur “Medârik”, orada – tahayyülümüzün erişemiyeceği – nurlar/aydınlık vardır “Semerkandî”.)  

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

45 ﴿