26. ŞUAR SÛRESİRahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 26/1. Tâ Sîn Mîm. 26/2. Bunlar, apaçık (hakkı bâtıldan ayıran) Kitab'ın âyetleridir. 26/3. (Ey Resûlüm! Kavmin,) Mü'min olmuyorlar diye (üzüntüden) âdeta kendini helâk edeceksin! 26/4. Eğer biz (şânı yüce Allah,) dilesek, onlara (îmanı mecbur edecek) gökten bir âyet (“mu’cize” veya zorlayıcı bir “belâ”) indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar. 26/5. Kendilerine Rahmân (olan Allah’)dan yeni bir öğüt (âyetler) gelse, muhakkak ondan yüz çevirirler. 26/6. Onlar (Allah'ın âyetlerini “Kur’ân’ı”) yalanladılar, fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri (sonuçları, dünyada veya Ahiret’te) başlarına gelecektir. 26/7. Onlar (âyetlerimizi yalanlayanlar), yeryüzüne bakmadılar mı, orada her güzel çiftten (her sınıf bitkiden) nice (faydalı) bitkiler yetiştirdik. 26/8. Şüphesiz bunlarda (bitki çiftlerinin her birinde, onu yetiştiren Allah’ın kudretinin kemâline, ilim ve hikmetinin sınırsız olduğuna ve rahmetinin son derece genişliğine delâlet eden, küfürden vazgeçip îman etmelerini gerektiren “Ebussuûd Efendi”) bir âyet (delil) vardır, (fakat) onların çoğu mü’min olmadılar. 26/9. (Resûlüm) şüphesiz senin Rabbin, azîzdir (üstün, yenilmeyen bir güç sahibidir), rahîmdir (çok merhametlidir). 26/10. (Ey Resûlüm! Kavmine anlat:) Hani (bir zamanlar) Rabbin, (Peygamberi) Mûsa'ya: "O zâlimler kavmine git” diye seslendi. 26/11. (Ey Resûlüm! Kavmine anlat: Hani Rabbin, Peygamberi Mûsa'ya: Zâlimler topluluğuna) Fir’avun'un kavmine (git! Hâlâ başlarına geleceklerden) korunmayacaklar mı?" (diye seslendi.) 26/12. (Peygamberim) Mûsa, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum." 26/13. (Peygamberim Mûsa ya Rabbî!) "Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, (kardeşim) Hârûn'a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap, dedi)." 26/14. (Mûsa aleyhisselâm:) "Bir de onlara (Fir’avun ve adamlarına) karşı ben (bir Kıpti'yi öldürdüğüm için) suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım." (dedi.) 26/15. (Yüce Allah, Peygamberi Mûsa’ya) dedi ki: "Hayır, (korkma!) İkiniz de mu’cizelerimizle gidin. Çünkü biz (şânı yüce Allah,) sizinle beraberiz, (her şeyi bilmekte, görmekte ve) işitmekteyiz." 26/16. (Ey Mûsa ve Hârun!) "Fir’avun’a gidin ve deyin: "Şüphesiz biz, âlemlerin Rabbinin Peygamber(ler)iyiz", 26/17. (Mûsa ve Hârun peygamberler Fir’avun’a dedi:) "İsrâil oğullarını bizimle beraber gönder. (Onları serbest bırak da bizimle birlikte Şâm'a gitsinler.)" 26/18. Fir’avun, (Peygamerim Mûsa’ya) şöyle dedi: "Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını (30 yılını) aramızda geçirdin. (Hazret-i Mûsa, sonra Medyen’e gitti. Orada 10 yıl kaldı. Sonra da’vet için Mısır’a döndü. Orada 30 yıl daha kaldı. Fir’avun boğulduktan sonra da 50 yıl yaşadı “Beydâvî”.)" 26/19. (Fir’avun:) "(Böyle iken) sen yaptığın o işi yaptın (bir Kıptî’yi öldürdün). Sen (nimete ve yardıma karşı) nankörlerdensin." (dedi.) 26/20. (Peygamberim) Mûsa, şöyle dedi: "Ben onu (Kıptî’nin ölümüne sebep olan o davranışı), o vakit (peygamberlik “nübüvvet” görevim gelmeden önce düşünmeden ve teşebbüsün nereye varacağını) “bilmezler”den olarak yaptım. (Onu terbiye etmek istemiştim “Beydâvî”. Hazret-i Mûsa, bir gün adamlarından birinin, Fir’avun’ın adamlarından biri ile kavga ettiğini gördü. Adamlarından olan o kişi, Hazret-i Mûsa’dan yardım istedi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa da yardıma gitt. Karşı taraftaki kişiyi bir yumrukta yere serdi ve adam öldü. Ancak Hazret-i Mûsa, çok kötü bir iş yaptığını anladı. İstiğfar etti, Allah’a afvı için yalvardı. Hak teâlâ da onu afvetti. Bkz. Kasas,15-16.) " 26/21. (Peygamberim Mûsa, Fir’avun’a dedi ki: Adamın ölümüne sebep olduğum ve) "sizden korktuğum için (o olaydan sonra) hemen aranızdan firar ettim (Medyen’e gittim). Nihayet, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı." 26/22. (Peygamberim Mûsa, Fir’avun’a dedi ki:) "O (“Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin ‘Ayet, 18’.” şeklinde) başıma kaktığın “nimet”, (esasında) İsrâil oğullarını “köle” yapman(ın bir sonucu olarak ortaya çıkmış)dır." (Çünkü Fir’avun, İsrâil oğullarının erkek çocuklarının öldürülmesini emretmiş, Hazret-i Mûsa'nın annesi de çocuğunu ölümden kurtarmak için onu bir sepet içinde Nil nehrine bırakmıştı. Fir’avun ailesi onu görüp saraya getirmiş ve Mûsa bebek orada Fir’avun’ın himayesinde yetişmişti (Bkz. Bakara, 49; Kasas, 7-12). Eğer Fir’avun, İsrâil oğullarına köle muamelesi yaparak onların erkek çocuklarını öldürüyor olmasaydı, Mûsa da Fir’avun’ın himayesine girmeyecek ve "nimet" diye öne sürülen bu durum olmayacaktı. Kısaca, Fir’avun Mûsa'ya bir “nimet”te bulunmamış, aslında ona, dolayısıyla kavmine zulmetmiştir.) 26/23. Fir’avun (Hazre-i Mûsa’ya:) "’Âlemlerin Rabbi’ (dediğin) nedir?" dedi. 26/24. (Peygamberim) Mûsa: "O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin (yaratıcısıdır,) Rabbidir. Eğer gerçekten düşünüp kesin bir bilgiye sahip olursanız (îman edersiniz)." (dedi.) 26/25. Fir’avun, etrafındakilere (kavminin ileri gelenlerine, ben Mûsa’ya "Âlemlerin Rabbi”nin kim olduğunu sordum, o bana fiillerinden bahsetti. Soruya uygun düşmeyen verdiği cevabı) "duyuyor musunuz?" dedi. 26/26. (Peygamberim) Mûsa: "O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir" dedi. 26/27. Fir’avun (kavminin ileri gelenlerine:), "Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir." dedi. 26/28. (Peygamberim) Mûsa, "O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin (yaratıcısıdır,) Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız, (bir tek ona îman edersiniz.)" dedi. 26/29. Fir’avun (Peygamberim Mûsa’ya:), "Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, yemin olsun seni (ölümden beter) zindana atılanlardan ederim." dedi. 26/30. (Peygamberim) Mûsa: "Sana apaçık bir şey (peygamber olduğuma dair bir mu’cize) getirmiş olsam da mı?" dedi. 26/31. Fir’avun (Peygamberim Mûsa’ya): “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi getir (bakalım)." dedi. 26/32. Bunun üzerine (Peygamberim) Mûsa, asasını attı, bir de ne görsünler, o apaçık bir ejderha (kocaman bir yılan)! 26/33. (Peygamberim Mûsa) elini (koynundan) çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz (nur saçan bir el)dir (bk. A’râf,108). 26/34. Fir’avun (Hazret-i Mûsa’nın mu’cizelerini görünce), çevresindeki ileri gelenlere, "Şüphesiz bu, (sihir ilmini) çok iyi bilen bir sihirbazdır." dedi. 26/35. (Fir’avun, etrafındaki ileri gelen adamlarına: Mûsa) "Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan (vatanınızdan) çıkarmak istiyor. (Bu konuda) Ne dersiniz?" 26/36. (Fir’avun’un ileri gelen adamları) dediler ki: "Onu ve kardeşini (Mûsa ve Hârûn’u) alıkoy (beklet). Şehirlere de (usta sihirbazları bulacak ve biraraya getirecek) toplayıcılar gönder." 26/37. "Sana bütün en yenekli sihirbazları getirsinler." 26/38. Böylece (en yetenekli) sihirbazlar, belli bir günün belli bir vaktinde bir araya getirildiler. 26/39. İnsanlara (halka) da "Siz de toplanır mısınız?" denildi. 26/40. (Fir’avun’un adamları:) "Umarız, üstün gelirlerse, sihirbazlara uyarız" (dediler). 26/41. Sihirbazlar gelince, Fir’avun’a, "Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?" dediler. 26/42. Fir’avun (sihirbazlara cevap olarak:), "Evet (size mükâfat verilecektir). Hem o zaman siz gerçekten (bana en) yakın (gözde) kimselerden olacaksınız." dedi. 26/43. (Her iki taraf büyük bir meydanda karşı karşıya geldiler. Peygamberim) Mûsa onlara: "(Haydi) atacağınız şeyleri (önce sizler) atın (maharetinizi gösterin)" dedi. 26/44. Bunun üzerine onlar (sihirbazlar), iplerini ve değneklerini attılar ve (atarken) "Fir’avun'un izzeti (ve şerefi) hakkı için elbette bizler, üstün geleceğiz." dediler. 26/45. (Peygamberim) Mûsa da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa, onların uydurdukları (yılan şeklinde görünen sihir takımları)nı yutuyor. 26/46. Bunun üzerine sihirbazlar (hiç tereddüt etmeden) hemen (Âlemlerin Rabbi için) secdeye kapandılar. 26/47. (Sihirbazlar:) "Âlemlerin Rabbine îman ettik." dediler. 26/48. (Sihirbazlar:) "Mûsa'nın ve Hârûn'un Rabbi'ne (îman ettik.” dediler). 26/49. (Fir’avun:) "Ben size izin vermeden ona (Mûsa’ya) mı îman ettiniz? Şüphesiz o, size sihri öğreten büyüğünüzdür (ustanızdır. Ancak her şeyi öğretmemiş ki, size galip geldi). Yakında (benden size gelecek olan cezayı görecek,) bileceksiniz. Yemin olsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım." dedi. 26/50. (Sihirbazlar şöyle) dediler: "Zararı yok, (îmanlı olmak önemlidir. Öldükten sonra) mutlaka Rabbimize döneceğiz. (O’nun huzurunda toplanacağız.)" 26/51. "(Fir’avun’ın adamları içinde) biz (sihirbazlar, Mûsa’nın tebliğ ettiği dini kabul eden) ilk mü'minler olduğumuz için, Rabbimizin, hatalarımızı (şirk ve sihir günahlarımızı) bağışlayacağını kuvvetle umuyoruz." 26/52. Biz (Peygamberim) Mûsa'ya: "(Mü’min) kullarımı (İsrâil oğullarını) geceleyin yola çıkar, muhakkak ki, (Fir’avun ve ordusu tarafından) takip edileceksiniz." diye vahyettik. 26/53. Fir’avun da (İsrâil oğullarının gittiğini duyunca) şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. 26/54. (Fir’avun ve adamları:) "Bunlar (Mûsa’ya îman eden İsrâîl oğulları) pek az ve önemsiz bir topluluktur." (dediler.) 26/55. (Fir’avun:) "Şüphesiz onlar (Mûsa ve taraftarları) bizi kızdırıyorlar." (dedi.) 26/56. (Fir’avun:) "Biz, şüphe yok ki, (her bakımdan hazırlıklı ve) tedbirli bir topluluğuz." (dedi.) 26/57. Böylece biz onları (Fir’avun’u ve kavmini), (Peygamberim Mûsa ve kavmini takip etmek için) bostanlar(ın)dan (bahçelerinden), pınar (baş)lar(ın)dan çıkardık. 26/58. (Böylece biz Fir’avun’u ve kavmini, Peygamberim Mûsa ve kavmini takip etmek için bahçelerinden, pınar başlarından), hazineler(in)den ve o güzel yer(lerin)den (çıkardık). 26/59. İşte (bizim “şânı yüce Allah”, Fir’avun ve kavmini yurtlarından çıkarışımız) böyle (oldu.) (Fir’avun'u ve kavmini suda boğduktan sonra) İsrâiloğullarını onlara mirasçı kıldık. 26/60. (Fir’avun ve adamları) gün doğarken onları (İsrâil oğullarını) takibe koyuldular. 26/61. İki topluluk birbirini görünce, (Peygamberim) Mûsa'nın arkadaşları, "Gerçekten biz yakalandık. (Düşmanımız bize yetişti, helâk olacağız.)" dedi(ler). 26/62. (Peygamberim) Mûsa: "Hayır! (Bize asla yetişemeyeceklerdir.) Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir." dedi. 26/63. Bunun üzerine (Peygamberim) Mûsa'ya: "‘Asa’n ile denize vur!" diye vahyettik. (Deniz) o anda (on iki parçaya) yarıldı. Her parçası, koca bir dağ gibiydi. 26/64. Ötekileri (Fir’avun ve kavmini) de oraya yaklaştırdık (denizde açılan yollara girdiler). 26/65. (Peygamberim) Mûsa'yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık (selâmete çıkardık). 26/66. Sonra ötekileri (Fir’avun ve kavmini) suda boğduk. 26/67. Şüphesiz bunda (Fir’avun ve kavmini suda boğmamızda) bir ibret vardır (ders alınması gerekir). Ama çoğu îman etmiş değildirler. (Fir’avun'un hanımı Hazret-i Âsiye, Fir’avun ailesinin mü'mini Hızkîl “Hırbîl” ve Hazret-i Yûsuf “aleyhisselâm”ın nâşını gösteren Meyrem binti Nâmusa'dan başka kimse îman etmedi “Celâleyn”.) 26/68. Şüphesiz ki, senin Rabbin elbette azîz (mutlak güç sahibi)dir, çok merhametlidir. 26/69. (Ey Resûlüm!) Onlara (Mekke ehline “insanlara”) (Peygamberim) İbrahîm'in haberini de oku (haber ver). 26/70. Hani o, babasına (kendisini yetiştiren, büyüten amcası Âzer’e) ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" demişti. (Bu soruyu sorması, taptıkları şeylerin ibâdeti hak etmediğini göstermek içindir “Beydâvî”.) (Müfesirler, Hazret-i İbrahîm’in “babası Âzer” ifadesiyle ilgili farklı tefsirlerde bulunmuşlardır. 1) Babası, Târuh’tur. Âzer lâkabıdır. 2) Âzer, put ismidir. 3) Âzer, amcasıdır. Babası, Târuh’tur. Araplarda amcaya “baba” da denilmektedir. Bk. Bakara,133. “Mazherî-Râzî-Elmalılı”) 26/71. (Kavmi:) "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz." demişlerdi. 26/72. (Hazret-i) İbrahim, dedi ki: "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?" 26/73. (Hazret-i İbrahim:) "Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?" (diye sordu.) 26/74. (Kavmi:) "Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk" dediler. 26/75. (Hazret-i İbrahim:) Gördünüz (düşündünüz) mü (siz ve eski atalarınız) neye tapıyorsunuz? dedi. (Siz ve eski atalarınızın neye taptığınızı hiç düşündünüz mü?) 26/76. (Hazret-i İbrahim: Gördünüz “düşündünüz” mü,) siz ve eski atalarınız (neye tapıyorsunuz? dedi.) (Siz ve eski atalarınızın neye taptığınızı hiç düşündünüz mü?) 26/77. (Hazret-i İbrahim:) "Şüphesiz onlar (taptığınız putlar) benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi (olan Allah, benim) dostumdur. (Ben O’na ibâdet ederim.)" (dedi.) 26/78. (Hazret-i İbrahim:) "O (Allah), beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir." (dedi.) 26/79. (Hazret-i İbrahim:) "O (Allah), bana yediren ve içirendir." (dedi.) 26/80. (Hazret-i İbrahim:) "Hastalandığımda da O (Allah), bana şifa verir." (dedi.) 26/81. (Hazret-i İbrahim:) "O (Allah), beni öldürecek ve sonra (Ahiret’te) beni diriltecektir." (dedi.) 26/82. (Hazret-i İbrahim:) "O (Allah), din (hesap ve ceza) gününde, hatalarımı (günahlarımı) bağışlayacağını umduğumdur." (dedi.) 26/83. (Hazret-i İbrahim:) "Rabbim! Bana bir hikmet (peygamberlik) bahşet ve beni salih kullarının (cennette peygamberlerinin) arasına kat." (dedi.) 26/84. (Hazret-i İbrahim: Benden sonra Kıyâmet gününe kadar gelecek olan) sonrakiler arasında beni doğrulukla anılanlardan eyle." (dedi.) 26/85. (Hazret-i İbrahim:) "Beni Naîm (nimeti bol) cennetinin varislerinden eyle." (dedi.) 26/86. (Hazret-i İbrahim:) "Babamı (baba dediğim Âzer amcamı) da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır." (dedi.) 26/87. (Hazret-i İbrahim:) "(Kulların kabirlerinden) kaldırılacakları (diriltilecekleri) gün beni utandırma!" (dedi.) 26/88. (Hazret-i İbrahim:) "O (Kıyâmet) gün(ü) ki, ne mal (mülk, makam ve unvan) fayda verir, ne de oğullar!" (dedi.) 26/89. (Hazret-i İbrahim:) "Ancak Allah'a selîm (küfür, isyan gibi âfetlerden temiz ve ihlaslı) bir kalp ile gelen hâriç." (dedi.) 26/90. Cennet, Müttakîlere (takva sâhipleri ki, dinin emirlerini yapan ve yasaklarından kaçan Müslümanlara) yaklaştırıldı (yaklaştırılacaktır). 26/91. Cehennem de azgınlara (kâfirlere) apaçık gösterilmiştir. 26/92. (Cehennemlik) onlara: "İbâdet ettikleriniz (o ilâhlar, putlar) nerede?” denilir. 26/93. Allah'tan başka (taptığınız o putlar ve şefâatçı olduklarına inandığınız o ilâhlar nerede?). Size yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu? 26/94. Artık onlar (putlar, ilâhlar) da o azgın (küfürde bulunan)lar da onun (cehennemin) içine yüzü koyun atılmışlardır (atılacaklardır). 26/95. İblis'in orduları (insan ve cin şeytanları) da hepsi (cehenneme atılacaklardır). 26/96. Orada (cehennemde) onlar (kâfirler), (taptıkları putlarıyla veya ilâh edindikleriyle) çekişerek şöyle derler: 26/97. (Cehennemlikler birbirlerine:) "Allah'a yemin olsun! Biz gerçekten apaçık bir dalâlet (küfür ve sapıklık) içindeymişiz." (derler.) 26/98. "Çünkü sizi (putları, ilâhları), âlemlerin Rabbi (olan Allah) ile bir tutuyorduk." 26/99. "Bizi (hidayet ve îmandan) ancak (önder kabul ettiğimiz siz) Mücrimler (suçlular) saptırdı(nız)." 26/100. "Şimdi artık bizim için (bu gün) şefaatçilerimiz yok." (Mü'minlerin, melekler ve peygamberlerden şefaatçileri vardır.) 26/101. (Bu gün bizim için) "yakın (candan) bir dost(umuz) da yok." 26/102. "Keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş olsa da (orada Allah’a îman ederek, ibâdet ve tâatte bulunarak) Mü'minlerden olsak." 26/103. Elbet bunda (Hazret-i İbrâhîm ve kavminin haberlerinde) bir ibret vardır. Onların çoğu, îman edenlerden olmadı. 26/104. (Resûlüm) şüphesiz senin Rabbin, azîzdir (mutlak galiptir, onları hemen cezalandırmaya kâdirdir), çok merhametlidir (o kavmin soylarından îman edenler çıksın diye onlara süre tanımaktadır “Beydâvî”). 26/105. Nûh'un kavmi de (gönderilen) Peygamberleri yalanladı. (Nûh’un kavmi, Nûh aleyhisselâm’ı yalanlayınca, gönderilen bütün peygamberleri yalanlamış oldular. Çünkü bütün peygamberler, aynı “tevhîd”i bildirmişlerdir.) 26/106. Bir zamanlar kardeşleri Nûh (aleyhisselâm), onlara (kavmine) şöyle demişti: "(Allah'ı bırakıp başkalarına tapmaktan) korkmaz mısınız?" (Hazret-i Nûh, aynı kavimden Peygamber gönderildiği için, onların kardeşleri olmaktadır.) 26/107. "Şüphesiz ben size gönderilmiş emîn (güvenilir) bir peygamberim." (Her Peygamber, peygamber olduğunu içinde bulunduğu kavme, topluluğa açıklamakla yükümlüdür.) 26/108. (Ey kavmim:) "Artık Allah'tan korkun (putlara tapmayın) ve (emrettiğim ve yasakladığım konularda) bana itâat edin (sözümü dinleyin)." 26/109. "Buna karşılık (peygamberlik görevimi yaptığımdan dolayı) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbi olan (Allah')a aittir." 26/110. "O hâlde (ey kavmim:) "Artık Allah'tan korkun (putlara tapmayın) ve (emrettiğim ve yasakladığım konularda) bana itâat edin (sözümü dinleyin)." 26/111. (Kavmi) dediler ki: "Sana hep bayağı (sosyal mevki/statü itibariyle düşük, itibarsız ve fakir) kimseler uymuş iken, biz sana îman eder miyiz?" 26/112. (Peygamberim) Nûh, şöyle dedi: "Onların yaptıkları (hangi maksatla bana îman edip tâbi oldukları) hakında benim bilgim yok. (Ancak biz zahire/görünüşe bakarız. Onlar, Mü’min olmuşlardır.)" 26/113. (Peygamberim Nûh:) "Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Eğer bir anlayabilseniz (o îman eden fakirleri ayıplamazdınız)!" (dedi.) 26/114. (Peygamberim Nûh:) "Ben (o fakir) Mü'minleri (etrafimdan) kovacak değilim." (dedi.) 26/115. (Peygamberim Nûh:) "Ben ancak apaçık bir nezirim (Mükellefleri küfür ve isyandan korkutmak için gönderilmiş bir peygamberim. Onlar da ister eşraftan, isterse sıradan kimseler olsun, farketmez. Zenginlerin arkama düşmeleri için fakirleri etrafımdan uzaklaştıracak değilim)." (dedi.) 26/116. (Kavmi) dediler ki: "Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!" 26/117. (Peygamberim Nûh:) Şöyle dedi: "Rabbim! Şüphesiz kavmim beni yalanladı." 26/118. (Peygamberim Nûh:) "Artık benimle onların arasını aç (hükmünü ver, ya Rabbî!). Beni ve benimle birlikte olan Mü'minleri (azaptan ve kâfirlerin eziyetlerinden) kurtar." (dedi.) 26/119. Biz de onu (Peygamberim Nûh’u) ve beraberindekileri (insan, hayvan ve kuşlarla) dolu (yüklü) geminin içinde (taşıyıp) kurtardık. 26/120. Sonra geride kalanları (îman etmeyenleri) suda boğduk. 26/121. Şüphesiz bunda (Peygamberim Nûh ve kavminin haberlerinde) bir ibret vardır. Onların çoğu, îman edenlerden olmadı. 26/122. Şüphesiz senin Rabbin azîzdir (mutlak gâliptir, kâdirdir. İnkârda ısrar edenleri hor ve hakir kılarak cezalandırandır.), çok merhametli olandır. (Îman edenleri de yardım ve ihsanıyla nimetlendirendir.) 26/123. (Peygamberim Hûd’un) Âd kavmi de peygamberleri yalanladı. 26/124. Bir zamanlar kardeşleri Hûd (aleyhisselâm), onlara (kavmine) şöyle demişti: "(Allah'ı bırakıp başkalarına tapmaktan) korkmaz mısınız?" (Hazret-i Hûd, aynı kavimden Peygamber gönderildiği için, onların kardeşleri olmaktadır.) 26/125. "Şüphesiz ben size gönderilmiş emîn (güvenilir) bir peygamberim." (Her Peygamber, peygamber olduğunu içinde bulunduğu kavme, topluluğa açıklamakla yükümlüdür.) 26/126. (Peygamberim Hûd, ey kavmim!) "Artık Allah'tan korkun (putlara tapmayın) ve (emrettiğim ve yasakladığım konularda) bana itâat edin (sözümü dinleyin)." (dedi.) 26/127. (Peygamberim Hûd dedi:) "Buna karşılık (peygamberlik görevimi yaptığımdan dolayı) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbi olan (Allah')a aittir." 26/128. (Peygamberim Hûd dedi:) "Siz her yüksek yere bir “alâmet bina” yapıp (onlarla övünüyor ve gelip geçenlerle) eğleniyor musunuz?" 26/129. (Peygamberim Hûd dedi:) "Ebedî yaşama ümidiyle (köşkler, saraylar ve müstahkem kaleler gibi) sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?" 26/130. (Peygamberim Hûd dedi:) (Birini dövmek veya öldürmek için) "tutup yakaladığınız zaman, zorbaca (merhametsizce) yakalarsınız. (Mazlumları merhametsizce döver ve öldürürsünüz.)” 26/131. (Peygamberim Hûd dedi:) "Artık Allah'tan korkun (isyan etmeyin) ve (Allah’a îman ederek ve sözümü dinleyerek) bana itâat edin." 26/132. (Peygamberim Hûd dedi:) “Size bildiğiniz şeyleri (nimetleri) ihsan eden (Allah’a karşı gelmek)den korkun.” 26/133. (Peygamberim Hûd dedi:) “(Size bildiğiniz nimetleri,) hayvanları ve oğulları ihsan eden (Allah’a karşı gelmekten korkun).” 26/134. (Peygamberim Hûd dedi:) “(Size bildiğiniz nimetleri, hayvanları, oğulları,) bahçeleri ve pınarları (ihsan eden Allah’a karşı gelmekten korkun).” 26/135. (Peygamberim Hûd dedi:) "Çünkü ben, sizin için (dünya ve âhirette) büyük bir günün azabından korkuyorum." 26/136. (Kavmi) dediler ki: (Ey Hûd!) "Sen ister va’az (öğüt) ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir." 26/137. (Hûd kavmi:) "Bu (din adına söylediklerin), öncekilerin söylentilerinden (yalan ve uydurmalarından) başka bir şey değildir." (“Öldükten sonra dirilme, Ahiret ve hesaba biz inanmıyoruz”, dediler.) 26/138. (Hûd kavmi:) "Biz azaba uğratılacak da değiliz." (dediler.) 26/139. Böylece onlar (kavmi,) (Peygamberim) Hûd'u (ve bildirdiği vahyi) yalanladılar. Biz de bu yüzden onları (soğuk bir kasırga ile) helâk ettik. Şüphesiz bunda (Hazret-i Hûd ve kavminin haberlerinde) bir ibret vardır. Onların çoğu, îman edenlerden olmadı. 26/140. Şüphesiz senin Rabbin azîzdir (mutlak gâliptir, kâdirdir. İnkârda ısrar edenleri hor ve hakir kılarak cezalandırandır.), çok merhametli olandır. (Îman edenleri de yardım ve ihsanıyla nimetlendirendir.) 26/141. (Peygamberim Salih’in) Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı. 26/142. Bir zamanlar kardeşleri Salih (aleyhisselâm), onlara (kavmine) şöyle demişti: "(Allah'ı bırakıp başkalarına tapmaktan) korkmaz mısınız?" (Hazret-i Salih, aynı kavimden Peygamber gönderildiği için, onların kardeşleri olmaktadır.) 26/143. "Şüphesiz ben size gönderilmiş emîn (güvenilir) bir peygamberim." (Her Peygamber, peygamber olduğunu içinde bulunduğu kavme, topluluğa açıklamakla yükümlüdür.) 26/144. (Ey kavmim:) "Artık Allah'tan korkun (putlara tapmayın) ve (emrettiğim ve yasakladığım konularda) bana itâat edin (sözümü dinleyin)." 26/145. "Buna karşılık (peygamberlik görevimi yaptığımdan dolayı) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbi olan (Allah')a aittir." 26/146. “Siz burada (bahçelerde, pınarlarda, ekinlerde ve yumuşak tomurcuklu hurmalıklarda) güven içinde bırakılacak mısınız?” (Bunlar böyle uzun müddet devam edecek, bunları gönderen ve yaratan Allah’a karşı bir vazifeniz, şükrünüz ve îmanınızın olmayacağını mı sanıyorsunuz?) 26/147. “(Siz burada) bahçelerde, pınarlarda, (ekinlerde ve yumuşak tomurcuklu hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?” Bunlar böyle uzun müddet devam edecek, bunları gönderen ve yaratan Allah’a karşı bir vazifeniz, şükrünüz ve îmanınızın olmayacağını mı sanıyorsunuz?) 26/148. “(Siz burada bahçelerde, pınarlarda,) ekinlerde ve yumuşak tomurcuklu hurmalıklarda (güven içinde bırakılacak mısınız?” Bunlar böyle uzun müddet devam edecek, bunları gönderen ve yaratan Allah’a karşı bir vazifeniz, şükrünüz ve îmanınızın olmayacağını mı sanıyorsunuz?) 26/149. "Bir de dağlardan ustalıkla (neşe içinde) evler yontuyorsunuz." 26/150. (Ey kavmim:) “Artık Allah'tan korkun (putlara tapmayın) ve (emrettiğim ve yasakladığım hususlarda) bana itâat edin (sözümü dinleyin)." 26/151. “O müsriflerin (fesat çıkaran Müşriklerin, özellikle deveyi boğazlayan dokuz kişinin) emrine itâat etmeyin.” 26/152. “Onlar ki, yeryüzünde fesat (isyan ederek bozgunculuk) çıkarırlar, (Allah’a itâat etmek suretiyle) ıslahat yapmazlar.” 26/153. (Kavmi, Salih peygamber’e) dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin." 26/154. (Kavmi, Salih peygamber’e:) “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mu’cize getir.” (dedi.) 26/155. (Peygamberim Salih) şöyle dedi: "İşte bir dişi deve (mu’cizesi)! Onun (belli bir gün) su içme sırası (hakkı) var, sizin de belli bir gün su içme sıranız (hakkınız) vardır." 26/156. (Peygamberim Salih) "Sakın ona bir kötülük dokundurmayın (Ona fenalık yapmayın, onu öldürmeyin). Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar." (dedi.) 26/157. (Salih aleyhisselâm, kavmini “mu’cize olan deveye bir kötülük yapılmaması” konusunda uyardığı hâlde) onu (deveyi) kestiler, fakat (azabı gördükleri zaman) pişman oldular, (ancak bu pişmanlık, onlara fayda vermedi.) 26/158. Böylece onları (Semûd kavmini) azap yakaladı. (Salih aleyhisselâm’a tâbi olanların dışında, âsilerin hepsi “şiddetli bir sarsıntı”yla helâk oldu.) Şüphesiz bunda (Hazret-i Salih ve kavminin haberlerinde) bir ibret vardır. Onların çoğu, îman edenlerden olmadı. 26/159. Şüphesiz senin Rabbin azîzdir (mutlak gâliptir, kâdirdir. İnkârda ısrar edenleri hor ve hakir kılarak cezalandırandır.), çok merhametli olandır. (Îman edenleri de yardım ve ihsanıyla nimetlendirendir.) 26/160. Lût'un kavmi de gönderilen peygamberleri yalanladı. 26/161. Bir zamanlar kardeşleri Lût (aleyhisselâm), onlara (kavmine) şöyle demişti: "(Allah'ı bırakıp başkalarına tapmaktan) korkmaz mısınız?" (Hazret-i Lût, aynı kavimden Peygamber gönderildiği için, onların kardeşleri olmaktadır.) 26/162. "Şüphesiz ben size gönderilmiş emîn (güvenilir) bir peygamberim." (Her Peygamber, peygamber olduğunu içinde bulunduğu kavme, topluluğa açıklamakla yükümlüdür.) 26/163. (Ey kavmim:) "Artık Allah'tan korkun (putlara tapmayın) ve (emrettiğim ve yasakladığım konularda) bana itâat edin (sözümü dinleyin)." 26/164. "Buna karşılık (peygamberlik görevimi yaptığımdan dolayı) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbi olan (Allah')a aittir." 26/165. “Âlemlerden (insanlardan) erkeklere mi gidiyorsunuz?” (Kadınların çokluğuna rağmen onlarla nikâhlanacağınız yerde, erkeklerle mi ilişkiye giriyorsunuz? Bu çirkin fiili mi tercih ediyorsunuz?) 26/166. "Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? (Onlarla livâta mı yapıyorsunuz?) Siz gerçekten (bu çirkin fiille) haddi aşan (ahlâksız) bir topluluksunuz." 26/167. (Kavmi) dediler ki: "Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen mutlaka (şehirden) çıkarılanlardan olacaksın!" 26/168. (Peygamberim) Lût, şöyle dedi: "Şüphesiz ben sizin yaptığınız bu çirkin (ahlâksız) işe kızanlardanım." 26/169. "Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları (bu) çirkin (ahlâksız) işten kurtar." 26/170. Biz de onu ve (kendisine îman eden) ailesini(n) tamamını kurtardık. 26/171. Ancak geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kendi karısı ve îman etmeyen oğlu) hariç (bütün ailesini kurtardık). 26/172. Sonra diğerlerini(n hepsini) helâk ettik. 26/173. Onların üzerine yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Allah’a ve peygamberine âsi olanların başlarına gelecek azap konusunda) uyarılanların yağmuru ne kadar da kötü oldu! (Bk. Neml, 58.) 26/174. Şüphesiz bunda (Peygamberim Lût ve kavminin haberlerinde) bir ibret vardır. Onların çoğu, îman edenlerden olmadı. 26/175. Şüphesiz senin Rabbin azîzdir (mutlak gâliptir, kâdirdir. İnkârda ısrar edenleri hor ve hakir kılarak cezalandırandır.), çok merhametli olandır. (Îman edenleri de yardım ve ihsanıyla nimetlendirendir.) 26/176. (Kızıl denizin kuzey doğu topraklarında yaşamış olan) Eyke halkı da peygamberleri yalanladı. 26/177. Hani (Peygamberim) Şu'ayb, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten kormaz mısınız?" 26/178. "Şüphesiz ben size gönderilmiş emîn (güvenilir) bir peygamberim." (Her Peygamber, peygamber olduğunu içinde bulunduğu kavme, topluluğa açıklamakla yükümlüdür.) 26/179. (Ey kavmim:) "Artık Allah'tan korkun (putlara tapmayın) ve (emrettiğim ve yasakladığım konularda) bana itâat edin (sözümü dinleyin)." 26/180. "Buna karşılık (peygamberlik görevimi yaptığımdan dolayı) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbi olan (Allah')a aittir." 26/181. "Ölçüyü tam yapın. Eksiltenlerden olmayın." (Eksik tartarak, insanların haklarını üzerinize geçirmeyin.) 26/182. "Doğru terazi ile tartın." 26/183. "İnsanların eşya (mal ve hak)larını kısmayın (eksiltmeyin). Yeryüzünde (öldürmek, yağmalamak ve yol kesmek suretiyle) fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın." 26/184. "Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah)dan korkun." 26/185. Onlar (kavmi, Peygamberim Şuayb’e ) şöyle dediler: "Sen ancak büyülenmişlerden birisin." 26/186. (Kavmi, Peygamberim Şuayb’e:) "Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan biri olduğunu sanıyoruz." (dedi.) 26/187. (Kavmi, Peygamberim Şuayb’e:) "Eğer (davanda) doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür." (dedi.) 26/188. (Peygamberim Şu'ayb:) "Rabbim, yaptıklarınızı (size bildirdiğim hak olan “hidayet yolu”nu tekzîp etmenize karşı vereceği azabı) en iyi bilendir" dedi. 26/189. Onlar (kavmi) Şu'ayb'ı yalanladılar. Derken “gölge günü”nün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi. (Azap şöyle oldu: Üzerlerine yedi gün bir sıcak dalgası geldi, öyle ki, ırmaklar kaynadı/buharlaştı. Sonunda onlara bir bulut gönderildi. Serinlemek için altında toplandılar. Sonra üzerlerine ateş yağdırıldı ve îman etmeyenlerin hepsi helâk oldu “Beydâvî”.) 26/190. Şüphesiz bunda (Peygamberim Şuayb ve kavminin haberlerinde) bir ibret vardır. Onların çoğu, îman edenlerden olmadı. 26/191. Şüphesiz senin Rabbin azîzdir (mutlak gâliptir, kâdirdir. İnkârda ısrar edenleri hor ve hakir kılarak cezalandırandır.), çok merhametli olandır. (Îman edenleri de yardım ve ihsanıyla nimetlendirendir.) 26/192. Şüphesiz bu (kıssalarla ilgili âyetleri de içine alan Kur'ân), âlemlerin Rabbinin indirdiğidir (O’nun tarafından indirilmiştir). (Bu âyetler, kıssaların hak olduğunu ve Peygamber aleyhisselâm’ın hiç kimseden duymadığı ve dinlemediği hâlde bir mu’cize olarak geçmiş kavimlerden haber verdiğini göstermektedir “Beydâvî”.) 26/193. Onu (Kur’ân’ı) “emîn (güvenilir) Rûh” (Cerâîl aleyhisselâm) indirdi. 26/194. (Resûlüm, o Kur’ân’ı) senin kalbine, inzâr edicilerden (îman ve itâat etmeyenleri Allah’ın azabıyla korkutanlardan) olman için (indirdi). 26/195. (Yüce Allah, Kur’ân’ı Cibril-i Emin vasıtasıyla manası) açık (senin ve kavminin konuştuğu) Arapça bir dille (indirdi). 26/196. Şüphesiz bu (Kur'ân'ın nâzil olacağı “indirileceği”) öncekilerin kitaplarında da vardı. 26/197. İsrâiloğulları âlimlerinin onu (kitaplarında zikri geçen Kur'ân'ı) bilmesi, onlar (Mekkeli müşrikler) için bir delil değil midir? 26/198. Eğer onu (Kur’ân’ı) Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik (inat ve kibirlerinden dolayı, o kâfirler yine îman etmezlerdi.) 26/199. (Eğer Kur’ân’ı Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve) onu kendilerine okusaydı (inat ve kibirlerinden dolayı, o kâfirler) yine de ona îman etmezlerdi. 26/200. İşte böylece biz onu (küfrü, Kur'ân'ı yalanlamayı) Mücrimlerin (Allah’a ve Peygamber’e inanmayanların) kalbine soktuk. (Çünkü onlar, “akıl ve iradeleri”ni îman ve hidayetten yana değil, küfür ve dalâletten yana kullandılar. Yüce Allah da onların tercih ve yönelmelerini yarattı.) 26/201. (Allah’a ve Peygamber’e îman etmeyenler, dünya ve âhirette) acıklı azâbı görmedikçe (görünceye kadar), ona (Peygamber aleyhisselâm’a ve Kur’ân’a) îman etmezler. 26/202. İşte o (azap), onlara (Allah’a ve Peygamber’e îman etmeyenlere) farkında olmadan ansızın gelir. 26/203. (Kâfirler, ansızın gelen o azabı görünce, acaba) bize süre (dünyaya tekrar dönme ve îman etme imkânı) verilir mi, derler? 26/204. (Kâfirler,) bizim azabımızın çabuk gelmesini mi istiyorlar? 26/205. (Ey Resûlüm!) Gördün mü (bildin/bilmektesin ki,) biz onları (tekrar) yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak, 26/206. Sonra da kendilerine (o îman etmeyenlere) tehdit edildikleri şey (azap) gelse, 26/207. (Dünyada) faydalandırıldıkları (mal, zenginlik, rütbe ve makam gibi) şeyler, onlara (îman etmedikleri için) fayda sağlamazdı. 26/208. Biz, hiçbir memleketi (halkını) inzâr edici (peygamber, elçi)ler göndermedikçe helâk etmedik. 26/209. (Biz, hiçbir memleket halkını) öğüt vermek üzere (peygamber göndermedikçe, helâk etmedik). Biz zâlim değiliz. 26/210. Onu (Kur'ân'ı) şeytanlar indirmemiştir. 26/211. Zaten bu (Kur’ân’ı inzâl etme/indirme) onların (şeytanların) yapacağı bir iş değildir, buna güçleri de yetmez. 26/212. Çünkü onlar (şeytanlar,) (vahyi) işitmekten (melekleri dinlemekten) uzaklaştırılmışlardır (bk. Saffât,8-9). 26/213. O hâlde (Resûlüm) sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azâba uğratılanlardan olursun! (Bu emir, Peygamber aleyhisselâm’ın şahsında Mü’minler’edir.) 26/214. (Resûlüm, önce) en yakın akrabanı (İslam’a davet et. Gelmeyenleri azâp ile) korkut (uyar). 26/215. (Resûlüm,) Mü'minlerden sana tâbi olan (uyan)lara kanatlarını indir (yumuşak davran). 26/216. Eğer (İslam’ı tebliğ ettiğinde) sana isyan eder (karşı gelir)lerse, "şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım" de. 26/217. Azîz (mutlak, yenilmeyen gâlib), rahîm (çok merhametli) (olan Allah’)a tevekkül et (güvenip dayan). (O Allah, düşmanlarını cezalandırır ve dostlarına yardım eder. Sana isyan eden ve diğerlerin şerlerinden seni korur.) 26/218. O (her şeyi gören ve bilen Allah) seni (gece namaza veya insanlara cemaatle namaz kıldırmaya) kalktığın zaman görür. 26/219. (Yüce Allah,) secde edenler (namaz kılanlar) arasında (gece teheccüde kalkan Ashabının evlerinin önünden geçerken “arı vızıltısı” gibi zikir seslerini işitmek için “Beydâvî” veya onu Peygamber olarak çıkartıncaya kadar Âdem, Nûh ve İbrahim aleyhimü’s-selâm gibi atalarının sulblerinde “Kurtubî”) dolaşmanı da (görür ve bilir.) (Hadis-i Şerif’te buyrulmuştur: Rükûnuzu ve secdenizi tam yapın. Allah'a yemin ederim ki, şüphesiz önümde sizi gördüğüm gibi, - Allah’ın vahiy ve ilhamıyla - arkamda iken de öyle görüyorum. Buhâri, Salât, 40; Müslim, Salât, 28) 26/220. Şüphesiz O (Allah), her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. 26/221. (Resûlüm, Kur’ân’ı şeytanların sana inzâl ettiğini/indirdiğini söyleyen o kâfirlere de ki:) Şeytanların (esasında) kime ineceğini size haber vereyim mi? 26/222. Onlar (şeytanlar), (kâhin, iftiracı ve facir gibi) her günahkâr yalancı üzerine inerler. 26/223. Onlar (günahkâr yalancı kâhinler), (şeytanlara) kulak verirler. (Şeytanların telkinlerine bir çok hayaller de katarlar.) Onların çoğu, (iftiracı ve) yalancıdırlar. (Şeytanların kulak hırsızlığı için bk. Hıcr,17-18). (Bu âyetlerde “222-223”, Resûl-i Ekrem’e “kâhindir” deyen kâfirlere cevap vardır.) 26/224. (Peygamber aleyhisselâm’ı ve Müslümanları hicveden, kötüleyen kâfir) şairler(e gelince), onlara da azgın (kâfir cin ve insan şeytan)lar(ı) tâbi olurlar. 26/225. (Resûlüm, o kâfirler, senin “şâir” olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki) görmedin mi onlar (şâirler), her vâdide (her alanda, doğru yanlış her konuda konuşurlar, övmede-yermede sınır tanımazlar ve ne yapacağını bilmeyen şaşkınlar gibi) başıboş dolaşırlar. (Resûlüm, sen şair değilsin. Bir peygamber olarak, heva, heves ve duygusallıktan uzak, ancak sana vahy olunan hakkı tebliğ edersin/etmektesin.) 26/226. (Resûlüm, Kur'ân'ı ve İslâm'ı kötülemeye çalışan o müşrik şairler,) yapmadıkları şeyleri de söylerler. 26/227. (Resûlüm,) ancak (şairlerden) îman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok zikreden ve (Müslüman oldukları için hicivle) zulme uğratıldıktan sonra (hicvetmek suretiyle kâfirlerden) öçlerini alanlar müstesnadır. (O şairlerin önde gelenleri şunlardır: Abdullah b. Revâha, Hassân b. Sâbit, Kâ'b b. Züheyr ve Kâ'b b. Mâlik radıyallahü anhüm.) (Hicivleriyle Müslümanlara) zulmedenler, (öldükten sonra) hangi akıbete (azaba) uğrayacaklarını göreceklerdir. (Şiirle ilgili bazı hadis-i şerifler şöyledir: Şüphe yok ki, bazı şiirler, hikmettir. Buhârî, Edeb, 90; Tirmizî, Edeb, 69; İbn Mâce, Edeb, 41. Şüphesiz – bazı - sözde sihir/tesir gücü vardır. Buhârî, Tıbb, 51. Yâ Hassân, onları - İslam’ı ve Müslümanları kötüleyenleri - hicvet! Şunu bilmelisin ki, Cibrîl seninle beraberdir, senin sözlerin kılıçtan daha tesirlidir. Buhârî, Bed’ü’l-halk, 6, Megâzî, 30; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 153, 157. Allah'ım! Onu - Hassân'ı - Rûhu'l-Kuds/Cibrîl ile te'yîd et! Buhârî, Bed’ü’l-halk, 91. Şüphesiz mü’min, kılıcı ile/asker olarak ve diliyle/söz ve kalemiyle cihad eder. Müsned) 15785 III, 456(. Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle -söz ve kalemlerinizle - cihad edin. Ebû Dâvûd, Cihâd, 18.) | |||
|
﴾ 0 ﴿