20

27. NEML SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

27/1. Tâ-Sîn. Bunlar, Kur'ân'ın ve (hidayeti, dalâleti, haram ve helâlı) açıklayan (bu) Kitab’ın âyetleridir.

27/2. (O Kur’ân, dalâletten kurtaran ve onu tasdik eden) Mü'minleri (cennetle) müjdeleyen ve (sırât-ı müstakîm olan doğru yola) hidayet eyleyen (bir rehber)dir.

27/3. O (Mü’min) kimseler ki, namazı dosdoğru (erkânına riâyet ederek) kılarlar, zekâtı verirler ve onlar Ahiret’e (ölünden sonraki sonsuz hayata, hesaba, sırata, cennet  ve cehenneme) kesin olarak inanırlar.

27/4. Şüphesiz, biz Ahiret hayatına inanmayanların (iradelerini küfürden yana kullandıklarından dolayı) işlerini kendilerine güzel gösterdik, bu yüzden onlar, (ne yapacakllarını, neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu bilemez ve) bocalayıp dururlar.

27/5. Onlar öyle kimselerdir ki, (dünyada) en şiddetli azap (öldürülme ve esir alınma “Bedirde başlarına geldi”) onlara mahsustur. Onlar, Ahiret’te de (sevap ve kurtuluştan mahrum olarak) en çok ziyana uğrayanlardır.

27/6. (Resûlüm,) şüphesiz bu Kur'ân sana, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi), alîm (herşeyi hakkıyla bilen Allah) tarafından verilmektedir.

27/7. Hani (Peygamberim) Mûsa, ailesine: "Ben hakikaten (uzakta) bir ateş gördüm, ondan size bir haber, yahut (soğuktan) ısınasınız diye bir kor ateş getireceğim." demişti (Tâ-Hâ, 10 vd.).

27/8. (Peygamberim Mûsa) oraya varınca ona (şöyle) seslenildi: "O ateşin yanında (peygamberim Mûsa) ve onun çevresinde bulunanlar (Melekler) mübarek kılınmıştır (Kasas, 30)! Âlemlerin Rabbi olan Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir (uzaktır)."

27/9. "Ey Mûsa! Şüphe yok ki, ben azîz (mutlak gâlip, sınırsız güç sahibi), hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) Allah'ım."

27/10. (Ey Mûsa!) "Asânı (değneğini) at." (O da attı.) Onu yılan gibi hareket ettiğini görünce, (korktu ve) dönüp arkasına bakmadan gitti. (Allah, şöyle nida etti:) "Ey Mûsa, korkma! Benim huzurumda peygamberler (emniyettedirler) korkmazlar."

27/11. "Ancak kim (günah işleyerek kendine) zulmeder, sonra da (yaptığı) kötülükten sonra (onu) iyiliğe değiştirirse (tevbe ederse), bilsin ki, şüphesiz ben (şânı yüce Allah) gafûrdur (günahları çok affeder), rahîmdir (Mü’minlere çok merhamet eder.)"

27/12. (Ey Mûsa!) "Elini yakana (koynuna) sok (Tâ-Hâ, 22),  kusursuz olarak bembeyaz (parıl parıl) çıksın.  (Bu da) Fir’avun’a ve onun kavmine (göstereceğin) dokuz mu’cize (İsrâ, 101) içindedir. Çünkü onlar (Fir’avun ve ona tâbi olanlar) fâsık (âsî ve kâfir) bir kavimdir."

27/13. Nitekim onlara (Fir’avun ve ona tâbi olanlara) açıkça görünen âyetlerimiz (Peygamberim Mûsa’nın mu’cizeleri) gelince: "Bu apaçık bir sihirdir." dediler.

27/14. Kendileri de onların (mu’cizelerin) hak olduğunu (ve Allah’tan geldiğini) kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zâlimliklerinden ve büyüklük taslamalarından dolayı onları (o mu’cizeleri ve peygamberim Mûsa’yı) inkâr ettiler. Fakat (Resûlüm, o) müfsidlerin (Allah’a ve peygambere isyan edenlerin) sonunun nasıl olduğuna, bir bak!" (Dünyada hepsi suda boğularak helâk oldu “Şuarâ, 66; Yûnus, 90”. Ahiret’te de hepsi cehennem’de yanacaktır .)

27/15. Yemin olsun, biz (peygamberlerim) Dâvûd'a (zırh yapma) ve (oğlu) Süleyman'a (insanlar arasında hüküm verme, kuşlarla konuşma ve daha başka konularda) ilim verdik. (Allah’a şükretmek için) onlar: "Hamd, bizi mü'min kullarının birçoğundan (ilim verilmeyenlerden) üstün kılan Allah'a mahsustur." dediler.

27/16. (Peygamberim) Süleyman, (19 kardeş içinden ancak o, peygamberlik, ilim ve mülk/hükümdarlık bakımından babası) Dâvud'a vâris oldu ve (şöyle dedi:) "Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (peygamberlik, mülk, cinleri istihdam etme ve rüzgâra hükmetme gibi nasip) verildi. Şüphesiz bu, apaçık (yüce Allah’tan) bir lütuftur." dedi.

27/17. (Peygamberim) Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen ordusu (yolculuğa çıkmak üzere huzurunda) toplandı. (Bunlar, Süleyman aleyhisselâm’a verilen mu’cizelerdendi.) Hepsi birarada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu.

27/18. Nihayet (ordu,) karınca vadisine geldiklerinde, bir karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin." dedi.

27/19. (Peygamberim Süleyman,) onun (karıncanın) bu sözüne tebessüm ederek (gülümseyerek) dedi ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmemi ve razı olacağın sâlih ameller işlememi bana ilham eyle ve beni rahmetinle (cennete giren) salih kullarının arasına kat!"

27/20. (Peygamberim Süleyman,) kuşları gözden geçirdi (teftiş etti) ve şöyle dedi: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?"

27/21. "Bana (mazeretini gösteren) açık bir delil getirmedikçe, (başkalarına ibret olsun diye) kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, veya boğazlayacağım."

27/22. Derken (Hüdhüd) çok geçmeden (hemen huzuruna) geldi. (Hazret-i Süleyman onu bağışladı ve ona gecikme sebebini sordu.) O da şöyle dedi: "(Ya Hazret!) Senin bilmediğin (vâkıf olamadığın) bir şey öğrendim. (Bu âyette Süleyman aleyhisselâm’a birçok ilim verilmesine rağmen, en aşağı yaratıkları arasında bile onun kavrayamayacağı şeyleri kavrayan birinin olabileceği ve nefsini hor görmesi konusunda bir hatırlatma vardır “Beydâvî”.) Sebe' (Yemendeki bir şehir)den sana sağlam (ve kesin) bir haber getirdim."

27/23. "Gerçekten ben, onlara (Sebe halkına) hükümdarlık eden, kendisine her şeyden (bir pay) verilmiş bir kadın (Belkîs binti Şerâhîl b. Mâlik b. Reyyân) gördüm. Onun (altın, gümüş gibi mücevherlerle kaplı çok) büyük bir tahtı var."

27/24. "Onu (Belkîs’i) ve kavmini, Allah'ı bırakıp güneşe secde ederlerken buldum (gördüm). (Peygamberlerin tebliğ ettikleri tevhid dini İslâm’ı terketmişler. Bu durumda iradelerini küfürden yana kullandıklarından) şeytan (da) onlara (bâtıl) amellerini süsleyip onları (hak) yoldan çevirmiş. Bu yüzden onlar, hidayeti (Allah’tan başka ilâh olmadığını bildiren tevhid dinini) bulamıyorlar."

27/25. "Göklerde ve yerde gizli olanı (yağmur, bitkiler, ağaçlar, hazineler ve benzerlerini) meydana çıkaran ve (kalplerinizde) gizlediğiniz ve (dillerinizle) açığa vurduğunuz her şeyi bilen Allah'a secde etmesinler diye (şeytan onları yoldan çıkarmış.)"

27/26. (Azamet sahibi yüce) Allah, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. (Belkîs’in sarayı ne ki, O Allah, esas) büyük Arş'ın Rabbidir.

27/27. (Peygamberim Süleyman,) Hüdhüd'e şöyle dedi: "(Bakalım,) doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz."

27/28. (Hüdhüd'e dedi ki:) "Benim şu mektubumu götür, onlara (Belkîs ve kavmine) bırak, sonra da yanlarından ayrıl (biraz uzaklaş) da bak, ne cevap verecekler (birbirlerine ne diyecekller)!

27/29. (Sebe’ melikesi Belkîs) dedi ki: "Ey ileri gelenler! Hakikaten bana çok önemli bir mektup bırakıldı."

27/30. "Şüphesiz o (mektup), Süleyman'dan (gelmiştir). "Şüphesiz o, bismillâhirrahmânirrahîm/Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle (başlamakta)dır.

27/31. (O mektupta:) “Bana karşı baş kaldırmayın ve Müslümanlar olarak (teslimiyet göstererek) bana gelin.” (denilmektedir).

27/32. (Belkîs dedi:) "Ey ileri gelenler! (Karşılaştığım) bu işim (durumum) hakkında (“ne yapmam gerekir?”) bana görüş bildirin. Siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işe kesin karar vermem."

27/33. (Ordu komutanları Belkîs’e:) "Biz (mühimmat ve her bakımından) güçlüyüz (aynı zamanda hazırlıklıyız) ve (cesaret ve yiğitlikte de) şiddetli savaşçılarız. Emir, senindir.  Artık ne emredeceğine sen karar ver? (Savaş veya barış konusunda biz itâate hazırız.)” dediler.

27/34. (Belkîs) şöyle dedi: "Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı (yakıp yıkarak) harap ederler ve halkının ileri gelenlerini zelil (hor ve hakir) hâle getirirler. İşte onlar da böyle yaparlar."

27/35. (Belkîs dedi ki:) "Ben onlara bir hediye (hediyeler)  gönderip, elçilerin ne (haber) ile döneceklerine bakacağım." (Belkîs, Hazret-i Süleyman'a 500 erkek ve 500 kadın hizmetçi, beş yüz tane altından kerpiç, mücevherlerle süslenmiş bir taç, misk-i anber ve başka çeşit hediyeleri bir mektupla birlikte elçi ile gönderdi. Hüdhüd, bu haberi ulaştırmak üzere hemen Süleyman aleyhisselâm'a geldi. Daha Belkîs’in hediyeleri gelmeden altın ve gümüşten bir alan ve duvar inşa ettirdi. Alanın sağında ve solunda cinlerin çocukları ile birlikte kara ve deniz hayvanlarının en güzellerinin getirilmesini emretti “Celâleyn”.)

27/36. (Elçilerin sözcüsü, peygamberim) Süleyman'ın huzuruna gelince, (Hazret-i) Süleyman ona şöyle dedi: "Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Hâlbuki Allah'ın bana verdiği (peygamberlik, saltanat ve diğer nimetler), size verdiği (dünya zinetleri)nden (çok) daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle (ben değil,) ancak siz sevinirsiniz."

27/37. (Ey elçilerin reisi!) Sen (getirdiğiniz hediyelerle birlikte) "onlara (Belkîs ve halkına) dön. Yemin olsun, biz onlara, karşı koyamayacakları (insan, cin ve şeytanlardan meydana gelen “Semerkandî” bir) orduyla gelecek ve onları oradan hor ve hakîr (aşağılanmış ve küçük düşürülmüş) olarak çıkaracağız."

(Belkîs, bu haberi alınca, adamlarına şöyle dedi: “O bir peygamberdir, ona karşı güç yetiremeyiz.” dedi. Sonra da tahtını yedi evin sonuncusuna koydu, kapıları kilitledi. Onu, korumaları için muhafızlara emanet etti. Sonra Süleyman “aleyhisselâm”a: “Neye davet ettiğini bilmek için sana geliyorum.” diye haber gönderdi. 12 bin kişiyle birlikte ona gitti. Belkîs, Hazret-i Süleyman’a bir fersah “5-6 km.” uzaklıktaki bir yere ulaşınca, Süleyman aleyhisselâm “Medârik” gelen âyette ileri gelenlere şöyle emir verdi:)

27/38. (Peygamberim) Süleyman: "Ey ileri gelenler! Onlar (Belkîs ve beraberinde gelenler) Müslüman olarak bana gelmeden önce, hanginiz onun (Belkîs’in) tahtını bana getirebilir?” dedi. (Çünkü Müslüman olduktan sonra, o kimsenin malının kendisine helâl olmayacağını biliyordu “Medârik”.)

27/39. (Hazret-i Süleyman, cinlere, şeytanlara ve kuşlara hükmediyor, onlara talimatlar verip iş yaptırıyordu. Bu ona verilen bir mu’cize idi. Süleyman aleyhisselâm: “Bana kim Belkîs’in tahtını getirebilir?” deyince:) Cinlerden bir ifrit: "Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Şüphesiz benim buna gücüm yeter ve elbette güvenilir biriyim" dedi. (İfrit, kötü, azgın ve ismi Zekvan olan bir cindir.)

27/40. (Ancak Hazret-i Süleyman, Belkîs’in tahtının daha kısa zamanda getirilmesini istedi. Bunun üzerine) yanında Kitaptan bir ilim bulunan (veziri olan ve ism-i a’zam duasını bilen Asaf b. Berhıya isminde) bir kişi: "Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm." dedi. (Hazret-i) Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: "Bu, Rabbimin lütfundandır. Şükür mü, yoksa (nimete) nankörlük mü edeceğim diye beni denemek içindir. Kim (Allah’a) şükrederse, ancak (sevabı) kendisi içindir. Kim de nankörlük ederse (şükrü terkederse, bilsin ki) şüphesiz Rabbim ganîdir (sınırsız zengindir ve onun şükrüne ihtiyacı yoktur), kerîmdir (cömerttir, şükreden kullarına kerem sahibidir)."

27/41. (Hazret-i Süleyman:) "(Belkîs’in) tahtını tanınmaz hâle getirin. Bakalım tanıyacak (doğruyu bulacak) mı, yoksa tanımayan (doğruyu bulamayan)lardan mı olacak?" dedi.

27/42. (Belkîs) gelince (kendisine): "Senin tahtın böyle mi?" denildi. (Bu soruyla aklı ölçülmek istendi.) O da: "Sanki o! (“Tam odur” demedi, bir yanılma payı bıraktı. Bu da aklının tam ve onun zeki olduğunu gösterir. Devam ederek) zaten daha önce (Allah’ın bir olduğu, Süleyman’ın peygamberliğiyle birlikte mu’cizeleri konusunda) bize bilgi verilmişti ve biz (bunlara) teslimiyet göster(erek boyun eğ)miştik." dedi.

27/43. (O zamana kadar) Allah'tan başka taptığı şeyler ona (Belkîs’in tevhid dinine girerek Müslüman olmasına) engel olmuştu. Çünkü o, (güneşe tapan) kâfir bir kavimden idi.

27/44. Ona (Belkîs’e) "köşke gir" denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve paçalarını sıvadı. Süleyman (aleyhisselâm), ona: "Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür." dedi.

(Belkîs:) "Ey Rabbim! Şüphesiz ben (güneşe taparak) nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum (puta tapmayı terkederek ve şirkten tevbe ederek tam Müslüman oldum)." dedi.

27/45. Yemin olsun biz, "Allah'a ibâdet edin" diye Semûd kavmine, kardeşleri (aynı kavimden) Salih'i peygamber olarak göndermiştik.  Birden onlar (îman eden ve küfredenler olarak) birbirleriyle çekişen iki gruba ayrıldılar.

27/46. (Peygamberim) Salih, onlara: "Ey kavmim! Niçin iyilik (âfiyet ve rahmet)ten önce kötülüğün (belâ ve cezanın) acele gelmesini istiyorsunuz? Merhamet edilmeniz için Allah'tan mağfiret (af) dileseniz (ve tevbe etseniz) olmaz mı?" dedi.

27/47. Onlar (Salih’in kavmi): "Sen ve beraberindeki (Mü’min)ler yüzünden uğursuzluğa uğradık (yağmurumuz kesildi ve kıtlıkla karşı karşıya kaldık)." dediler. (Peygamberim) Salih: "Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelen musibet ve kötülüklerin sebebi,) Allah katındandır (O’nun takdiri ve emridir. Çünkü hayrı ve şerri/kötülüğü yaratan yüce Allah’tır.) Esasen siz, (hayır ve şerle) imtihan edilmekte olan bir kavimsiniz." dedi.

27/48. (Semûd kavminin bulunduğu Hıcr adındaki) şehirde (en zenginlerinden fitne çıkaran) dokuz kişi vardı. Bunlar, yeryüzünde (kötülük işleyerek) fesat çıkarıyor ve ıslâha çalışmıyor (Allah’a itâat etmiyor ve iyiliğe yanaşmıyor)lardı.

27/49. (Fitne çıkaran dokuz kişi) Allah adına yemin ederek birbirlerine şöyle dediler: "Mutlaka onu (Sâlih’i) ve (Müslüman olan) ailesini geceleyin öldüreceğiz, sonra (şayet bize sorarlarsa) velisine: Biz onun ailesinin öldürülüşüne şahit olmadık (orada değildik). Biz kesinlikle doğru söyleyenleriz, diyeceğiz."

27/50. Onlar (dokuz fitneci kişi, peygamberim Salih ve âilesine) bir tuzak kurdular. Biz de (şânı yüce Allah da) onlar farkında olmadan onlara bir tuzak kurduk. (“Allah’ın tuzak kurması” mecazî bir ifadedir. “Yüce Allah onları cezalandırdı.” manasındadır.)

27/51. (Resûlüm,) işte bak, (peygamberim Salih ve âilesine kurdukları) tuzaklarının sonucu nasıl oldu? Biz onları (kâfir fitneci dokuz kşiyi) ve (îman etmeyen ve isyanda direnen) kavimlerini (sayha/çığlıkla veya gökten yağan taşlarla) hepsini helâk ettik.

27/52. İşte (Semûd kavminin) zulümleri (Allah’a küfür ve isyanları) yüzünden çökmüş ıssız kalmış (harabeye dönmüş) evleri! (Çünkü sahipleri helâk edilmişlerdir.) Şüphesiz bunda (onların helâk edilişinde) (kudretimizi) bilen bir kavim için (ders alınması gereken) bir ibret vardır.

27/53. (Ancak peygamberim Salih ile birlikte) îman edip de (şirk ve diğer günahlardan) sakınanları (helâk edilmekten) kurtardık.

27/54. Lût'u da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani o, kavmine şöyle demişti: "Göz göre göre, fahşa fiili (“livâta” olan o çirkin işi) mi yapacaksınız?"

27/55. (Ey kavmim,) "siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi gidiyorsunuz? Siz hakikaten ne yaptığını bilmeyen (iyiyi kötüyü birbirinden ayıramıyan) bir toplumsunuz."

20

27/56. Buna karşı (Lût) kavminin cevabı ancak şunu söylemek oldu: "Lût'un ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, (bizim bu livâta fiilimizi murdar sayan, ondan uzaklaşan ve) temizlikte direnen insanlardır."

27/57. Biz de onu (Peygamberim Lût’u) ve ailesini (azaptan) kurtardık. Ancak karısı hâriç. (Çünkü o, îman etmemiş ve inanç bakımından kâfirlerle birlikte olmuştur.) Onun geride kalanlardan (küfründen dolayı âsilerle birlikte helâk) olmasını takdir ettik.

27/58. Onların (âsi olan Lût kavmi) üzerine yağmur (gibi taş) yağdırdık. (“Peygamberlerin tebliğini inkâr edenler, mutlaka azapla cezalandırılır” şeklinde) uyarılanların (taş) yağmuru ne kötüdür! (Şuarâ, 173)

27/59. (Resûlüm,) de ki: (Geçmişteki kâfir milletlerin helâk olması üzerine) "Allah’a hamd olsun. Selâm, onun seçtiği (risalet/nübüvvet verdiği) kullarına (olsun)." Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştukları (ilâhlar) mı? (Bu ilâhlarda hiçbir hayrın olmadığı çok açıktır. O zaman bu son cümle, kâfirleri susturmak, onlarla alay etmek ve beyinsizliklerini ortaya koymak içindir. Çünkü Müşriklerin taptıkları ile her hayrın başı olan Allah arasında bir denge, bir benzerlik ve bir eşitlik asla söz konusu değildir. Mukayese/karşılaştırma da yapılamaz. Onlar, yüce Allah’ın bu beyan ile ilzam edilmekte ve alaya alınmaktadırlar “Beydâvî ve Medârik”. Bu husus, 60, 62, 63 ve 64. âyetlerde tekrarlanmaktadır.)

27/60. (O taptıkları ilâhlar mı hayırlıdır,) yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gökten size su indiren (yüce Allah) mı? Biz o su ile güzelliklere sahip bahçeler yarattık ki, onunla sizin bir ağacını bitirmek bile mümkün değildir (ona gücünüz yetmez). Allah ile beraber (O’na yardım eden bir) ilâh mı var? Hayır (yok), onlar (öyle) bir topluluktur ki, (putlara taparak) haktan sapıyor (O’na ortak koşuyor)lar.

27/61. (O taptıkları ilâhlar mı hayırlıdır,) yoksa yeryüzünü karar kılma (elverişli yerleşim) yeri yapan, içinde (yer altında ve üstünde) nehirler akıtan, onun için sabit dağlar yaratan ve iki denizin arasına (tatlı ile tuzlu suyun karışmasına) bir engel koyan (Allah) (hayırlı)? Allah ile beraber (O’na yardım eden bir) ilâh mı var? Hayır (yok, fakat), onların (kâfirlerin) çoğu (bunu) bilmezler.

27/62. (O taptıkları ilâhlar mı hayırlıdır,) yoksa darda (zorda) kalana dua ettiği zaman icabet eden, (başa gelen) kötülüğü kaldıran ve sizi yeryüzünün halifeleri (öncekilerin yerinde sizi tasarruflu) kılan (Allah)(hayırlı)? Allah ile beraber (O’na yardım eden bir) ilâh mı var? (Allah’ın nimetlerini) ne kadar az düşünüyorsunuz!

27/63. (O taptıkları ilâhlar mı hayırlıdır,) yoksa karanın ve denizin karanlıklarında size (gece yıldızlar ile gündüz de yerdeki işaretler ile) yolunuzu gösteren ve rahmetinin (yağmurunun) önünden rüzgârları bir müjdeci olarak gönderen (Allah)(hayırlı)? Allah ile beraber (O’na yardım eden bir) ilâh mı var? Allah, onların (kâfirlerin) ortak koştuklarından yücedir.

27/64. (O taptıkları ilâhlar mı hayırlıdır,) yoksa, ilk yaratmaya (rahimlerde bir damla su ile) başlayan, sonra onu (öldükten sonra diriltme ile) tekrar eden ve sizi gökten (yağdırdığı yağmur) ve yerden (bitirdiği bitkilerle) rızıklandıran (Allah)(hayırlı)? Allah ile beraber (O’na yardım eden bir) ilâh mı var? (Resûlüm,) de ki, "Eğer (bu anlatılanlardan birini yapan benimle birlikte bir ilâhın var olduğunda) doğru söyleyenlerden iseniz, (o takdirde) getirin delilinizi!"

27/65. (Resûlüm, müşrikler sana Kıyamet’in ne zaman kopacağını soruyorlar.) Dki: "Göklerde ve yerde (Melekler ve insanlardan hiçbiri) gaybı bilemez, ancak Allah bilir. Onlar (senin peygamberliğini inkâr eden o kâfirler) öldükten sonra ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.”

27/66. Hayır, onların (kâfirlerin) Ahiret (gününün gerçekleşeceği) hakkındaki bilgileri (peygamberler vasıtasıyla) peş peşe gelmiş (kendilerine ulaştırılmış ve sona ermiş)tir (“Beydâvî”). Fakat onlar, (hâlâ) bu konuda şüphe içindedirler. Hakikatte onlar, ahiret (gerçeğini görmek)ten yana kördürler.

27/67. (Öldükten sonra dirilmeye inanmayan) o küfredenler dediler ki: "Biz ve babalarımız toprak olduğu zaman mı, gerçekten bizler mi (kabirlerimizden diriltilip) çıkarılacağız?"

27/68. (Kâfirler devam ederek dediler ki:) "Yemin olsun, bu tehdit, bize ve daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, eskilerin (boş söz ve yalan) masallarından başka bir şey değildir."

27/69. (Resûlüm, Ahiret’e inanmayan o kâfirlere) de ki: "Yeryüzünde dolaşın da Mücrimlerin (peygamberleri yalanlayan o günahkârların) âkıbetinin nice olduğunu bir görün." (Dünyada nasıl helâk olmuşlardır. Ahiret’teki azapları ise, cehennem’de sonsuz kalmaktır.)

27/70. (Resûlüm,) onlar(ın sana sıkıntı verdiklerine ve tâbi olmadıkların)a üzülme. (Sana karşı) kurdukları tuzaklardan dolayı da sıkıntıya düşme (endişeye kapılma. Çünkü Allahü teâlâ, onların hilelerinden seni koruyacaktır).

27/71. Onlar (kâfirler), (Müslümanlarla karşı alay edercesine:) "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu va’d (edilen azap), ne zaman (gelecek)?" diyorlar.

27/72. (Resûlüm, o kâfirlere) de ki: "Belki de acele gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bir kısmı size çok yaklaşmıştır." (O, Bedir savaşıdır. Asıl azap, ölümden sonra gelecektir.)

27/73. (Resûlüm,) şüphesiz senin Rabbin insanlara karşı (isyan edenlerin cezalarını geciktirdiği için) lütuf sahibidir. Ancak onların çoğu, (verilen nimetlerin kadrini/değerini bilmediklerinden) şükretmezler.

27/74. (Resûlüm,) şüphesiz senin Rabbin, onların (sana karşı) kalplerinin gizlediği şeyi (düşmanlığı) da, (küfür ve şirkten dilleriyle) açığa vurduklarını da bilir.

27/75. Gökte ve yerde gâib (insanlar için gizli bulunan) hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta (Levh-ı Mahfûz’da) olmasın. (Her şey Levh-ı Mahfûz’da mevcuttur. Bunlardan biri de kâfirlerin azaba uğratılmalarıdır.)

27/76. Şüphesiz bu Kur'ân, (Hazret-i Peygamber zamanında bulunan) İsrâil oğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu (ihtilâfı kaldıracak şekilde) açıklıyor. (Kur’ân âyetlerini dinleseler, yüce Allah’ı insana benzetmez, Uzeyr ve Mesih’i ilâh edinmezler.)

27/77. Şüphesiz o (Kur’ân), elbette mü'minler için (dalâletten/ittikadî sapıklıktan kurtaran) bir hidayet ve (azaptan kurtaran) bir rahmettir.

27/78. (Resûlüm,) şüphesiz senin Rabbin, onların (İsrâil oğulları) arasında (hak olan) hükmünü (Kıyamet gününde adaletle) verecektir. O (Allah), azîzdir (sınırsız güç sahibidir), alimdir (gizli açık herşeyi bilendir).

27/79. (Resûlüm,) o hâlde Allah'a tevekkül et (O’na güven. Düşmanlarına aldırma). Çünkü sen, apaçık bir hak (İslâm dini) üzeresin. (Haklı olanın Allah'ın hıfz ve himayesine güvenmesi hakkıdır.)

27/80. Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. (Hayatta olan kâfirler, kalplerini küfürle öldürmüşlerdir. Onlar, ölüdürler. Ölüye İslam tebliği yapılmaz, kaldı ki, bu da’vet, ollara fayda da vermez. Çünkü öldükten sonra pişmanlık, tevbe, îman kabul edilmez ve geçersizdir “Mâturîdî, Râzî ve Semerkandî”.) (Kulaklarını İslâm’a tıkayan) sağırlara da - arkalarına dönüp kaçtıkları zaman - (Allah’tan gelen) da’veti  (vahyi) işittiremezsin (Rûm, 52-53).

27/81. (Resûlüm, küfür ve isyanla beden gözlerini değil, kalp gözlerini hakka kapatan) körleri, dalâlet (olan küfür)den vazgeçirip hidayet (olan İslam’ı kabul)e getiremezsin. Ancak (vahyimizi) âyetlerimize îman edip de Müslüman olanlara duyurabilirsin.

27/82. (Kıyamet’in kopacağına dair) o söz (yeniden dirilme ve azap) başlarına geldiği (Kıyamet çok yaklaştığı) zaman, onlar için yerden (Mescid-i Haram bölgesinden) kendilerine bir Dâbbe (canlı dört ayaklı hayvan suretinde acâip bir yaratık) çıkarırız. (Yanında Hazret-i Mûsa'nın asâsı ile Hazret-i Süleyman'ın mührü olacaktır. Her ikisine salât ve selâm olsun. Asâ ile mü'minin alnına vuracak, yüzü beyaz olacak, mühürle de kâfirin burnuna vuracak, yüzü simsiyah olacaktır “Beydâvî”. Hayvan türünden olmasına rağmen insan gibi konuşur.) O (Dâbbe), onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını (kâfir olduklarını, insanların anlayacağı bir dille) söyler. (Dâbbe çıktıktan sonra, tevbe ve îman kabul olmaz. Çünkü îman, “gayb”îdir. Artık büyük alâmetler zuhur etmiştir.

Hadis-i Şerif’lerde buyruldu: On büyük alâmet vuku’ bulmadıkça Kıyamet kopmayacaktır:

1. Güneşin batı tarafından doğması (Buhârî, Fiten 26; Müslim, Fiten 25; Tevbe 31), 2. Deccal (Buhârî, Fiten 28; Müslim, Fiten 20 ve 23), 3. Duhân (Duhân, 10-12; Müslim, Fiten 13 ve 25), 4. Dâbbe (Neml, 82; Müslim, Fiten 25), 5. Ye'cûc ile Me'cûc (Enbiyâ’ 93-94; Buhârî, Fiten 29), 6. Îsa b. Meryem'in (gökten inip meydana) çıkması (Buhârî, Buyû’ 102; Müslim, Îman 73; Fiten 23), 7. biri doğuda, 8. biri batıda ve 9. biri Arap yarımadasında olmak üzere üç Husuf (arz'ın çökmesi) ve 10. Ebyene'nin Aden memleketinin en uzak yerinden çıkıp insanları Mahşer (yerin)e sevkeden öyle bir ateş (Buhârî, Fiten 25) ki, insanlar geceleyince o da onlarla beraber geceler ve insanlar öğle vakti uyuyunca o da onlarla beraber uyur  “İbn Mâce, Fiten 28; Müslim, Fiten 13”.)

27/83. O gün (Kıyamet’te), her (dinî) ümmet içinden âyetlerimizi yalanlayanları bir cemâat hâlinde toplarız. Onlar (bir araya getirilip) tutuklanarak (topluca hesap yerine) sevk edilirler.

27/84. (Hesap yerine topluca) geldiklerinde (Allah) şöyle der: "Siz benim (peygamberime inen) âyetlerimi, ilmen kavramadan (tasdik veya reddi düşünmeden ve ne olduğunu anlamadan), onları yalanladınız mı? Yoksa (bundan başka) yaptığınız neydi?” (Ayetlerimi hemen red mi ediyordunuz? Bu âyette kâfirleri tevbih/azarlama vardır.)

27/85. (Ayetlerimi tekzip ederek kendilerine) zulmettiklerinden (küfür ve yalanlarından) dolayı (va’dedilen) o söz (azap) tepelerine iner de artık (hiçbir özür ileri süremez ve) konuşamazlar.

27/86. Onlar (kâfirler) görmüyor (ibret almıyor)lar mı ki, biz geceyi içinde dinlensinler diye, gündüzü de (çalışsınlar diye) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda îman eden bir kavim için elbette (Allah’ın kudretini gösteren) deliller vardır.

27/87. (Resûlüm,) o günü hatırla ki, (İsrâfîl aleyhisselâm tarafından) Sûr'a üfürülür, Allah'ın diledikleri (Cebrâîl, Azrâîl, Mîkâîl, İsrâfîl “aleyhimüsselâm”, şehidler ve diğer Allah’ın diledikleri “Beydâvî”) dışında göklerde ve yerde bulunanların hepsi korkuya kapılır (ve bayılır)lar (ölürler). (İkinci defa Sûr’a üfürüldükten sonra “Zümer, 68”, bütün ölüler dirilip kabirlerinden ayağa kalkarlar ve) hepsi de boyunlarını bükmüş olarak O'na (mahşer yerine Rabbinin huzuruna) gelirler. (Bazı Müfessirler, bu nefha/üfürmenin üç defa olduğunu söylemişlerdir: Korku, ölüm ve dirilme “Semerkandî”.)

27/88. (Sûr’a üfürüldüğü vakit) sen dağları görür, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar, (rüzgârın önündeki) bulutların hareketi gibi (hızlı bir şekilde) hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O (Allah), yaptıklarınızdan (fiillerinizin her yönünden) hakkıyla haberdardır.

27/89. Kim, (Kıyamet günü) hasene (îman ve itâat) ile gelirse, ona bundan dolayı (çok güzel) bir hayır (cennet) vardır. Onlar (iyilikle gelenler), o gün korkudan (azaba uğramaktan) emindirler.

27/90. Kimler de seyyi’e (küfür ve isyan) ile gelirlerse, yüzüstü ateşe atılırlar. (Onlara), "ancak (dünyada) yaptıklarınız (küfür başta olmak üzere günahlarınız)ın karşılığını görüyorsunuz." (denilir.)

27/91. (Resûlüm, de ki:) Ben ancak bu beldenin (Mekke şehrinin) Rabbine ibâdet etmekle emrolundum. O (Allah) ki, burasını haram (mukaddes, mübarek ve emin/güvenilir bir yer) kılmış (ve orada kan dökülmesini, zulüm yapılmasını, avlanılmasını, ağaçların sökülmesini ve her türlü kötü fiili yasaklamış)tır. Her şey, (yaratma ve mülk bakımından) O’nundur. Ben (Rabbimiz tarafından) Müslüman'lardan olmamla emrolundum.

27/92. (Ben Rabbimiz tarafından Müslüman'lardan olmamla hidayet ve irşad kaynağı) Kur'ân'ı okumamla (emrolundum)." Artık kim (îman için İslam’ın gösterdiği doğru yol) hidayeti bulursa, yalnız kendisi için doğruyu (ilâhî hakikat ve kurtuluşu) bulmuş olur. Kim de (hidayetten dalâlete/küfre) saparsa, (Resûlüm) de ki: "Ben ancak (küfür yoluna sapanların Ahiret’te cehennem’e gireceklerini bildiren) inzâr edicilerden (peygamberlerden biriy)im."

27/93. (Resûlüm,) de ki: "Hamd, (beni hidayete erdiren ve bana peygamberlik nimetini ihsan eden) Allah'a mahsustur. (Ey kâfirler,) O (Allah), âyetlerini (Bedir savaşı, Dâbbetü’l-arz, ayın yarılması, dumanın çıkması gibi “Beydâvî ve Medârik”) size gösterecek, siz de onları (azap dahil yalanlamakta olduklarınızın hak olduğunu görecek ve ileride) tanıyacaksınız. (Fakat bu tanıma, size bir fayda sağlamıyacaktır. Çünkü o zaman da Ahiret’te olmuş olacaksınız.) Rabbin, yaptıklarınızdan gâfil (habersiz) değildir. (Azabınızın gecikmesini, sakın onu bilmediği için zannetmeyin.)"

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿