29. ANKEBÛT SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

29/1. Elif Lâm Mîm.

29/2. İnsanlar, (yalnız) "iman ettik" demekle (serbest) bırakılacaklarını ve (çeşitli şekillerde) imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?

29/3. Yemin olsun, biz (şanı yüce Allah), onlardan önceki (ümmet)leri de imtihan etmiştik. Allah, (imanlarında) doğru olanları mutlaka bilir, (imanlarında) yalancı (olan)ları da mutlaka bilir. (Kim selâmet ve refah zamanlarında şükreder, belâ zamanlarında sabrederse, o, sâdıklardandır. Kim iyi günlerinde şımarır, belâ zamanlarında şikâyet ederse, o, yalancılardandır “Medârik”.)

29/4. Yoksa kötülük yapanlar (şirk, ma’siyet ve günah işleyenler), bizden kaçıp (cezadan) kurtulacak (ve cennet nimetlerine kavuşacak)larını mı sandılar. Ne kötü (karar ile) hüküm veriyorlar!

29/5. Her kim (Âhiret’te) Allah'(ın cennet ihsanın)a kavuşmayı umarsa, bilsin ki, Allah'ın tayin ettiği o vakit, elbette gelecektir. O (Allah), semi’dir (kullarının sözlerini hakkıyla işitendir), alîmdir (onların itikad ve işlerini hakkıyla bilendir).

29/6. Her kim (savaşa katılarak veya nefsiyle) cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. (Çünkü bunun sevabı kendisine verilecektir.) Şüphesiz Allah, âlemlere muhtaç değildir. (Çünkü yüce Allah’ın, insanların, cinlerin ve meleklerin hiçbir ibâdet ve tâatine ihtiyacı yoktur. Sadece merhametinden dolayı, kullarının menfaati için onları mükellef kılmıştır “Celâleyn ve Beydâvî”.)

29/7. Îman edip (İslam’a göre) salih amel işleyenlerin kötülüklerini şüphe yok ki, (küfrü, imanla; ma’siyet ve günahları da tâatlerle) elbette örteceğiz. Onları (Mü’minleri) işledikleri (salih amelleri)nin daha güzeliyle (on kat ve daha fazla sevapla) mükâfatlandıracağız.

29/8. Biz, insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, (ilâhlığı) hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi, bana ortak koşman (ve putlara tapman) için zorlarlarsa, o takdirde onlara itaat etme. (İman eden, şirk koşan, ana babasına itâat ve isyan eden, hepiniz kabirlerinden kalkarak hesap vermek üzere) dönüşünüz ancak bana olacaktır. O zaman ben de (hayır ve şer) yaptıklarınızı(n karşılığı olan ceza ve mükâfatı) size haber vereceğim.

29/9. Îman edip (namaz, oruç, zekât ve cihad gibi dinin emrettiği şekilde) salih amel işleyenler var ya, biz onları, (Kıyamet günü) mutlaka salihler (peygamberler ve velilerle birlikte Allah’ın huzurunda toplar ve cennet’e gidecekler) arasına katarız.

29/10. İnsanlardan öyleleri vardır ki, "Allah'a iman ettik" derler. Fakat (o münâfıklar,) Allah uğrunda (dinin emrettiği konuda) bir ezaya uğratılınca (bir eza ve cefa ile karşılaşınca), insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah'ın azabı gibi sayarlar (görürler). Yemin olsun, Rabbinden (Mü’minlere) bir yardım (zafer ve ganimet) gelecek olsa, (o münafıklar) mutlaka "Biz de sizinle beraberdik." derler. (Her şeyi bilen) Allah, herkesin (Mü’min, kâfir ve münafıkın) kalbinde olan (ihlâs, küfür ve nifak)ı en iyi bilen değil midir?

29/11. Allah, elbette kendisine (ihlâsla) îman edenleri de bilir ve elbette (kalbinde küfür ve nifak taşıyan) münafıkları da bilir.

29/12. O kâfirler, îman edenlere: "Yolumuza uyun (Muhammed’in dinini bırakıp atalarımızın üzerinde olduğu dine, putlara tapmaya dönün); sizin günahlarınızı yüklenelim." derler. Hâlbuki onlar, onların (mü’minlerin) günahlarından hiçbir şey yüklenecek değildirler. Şüphesiz onlar (Münafıklar), kesinlikle yalancıdırlar.

29/13. Yemin olsun, onlar (kâfirler), (Kıyamet günü) mutlaka kendi (günah) yüklerini ve kendi yükleriyle beraber (küfre ve dalâlete saptırdıkları) nice (kişilerin) ağır yükleri(ni, günahlarını) yükleneceklerdir (Nahl, 25). Uydurmakta oldukları (bâtıl) şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.

29/14. Yemin olsun, biz, (Hazret-i) Nûh'u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik. O da dokuz yüz elli sene onların arasında kaldı. Sonunda onlar (kavmi), (isyan,) zulüm (ve peygamberime hakaret)lerini sürdürürlerken tûfan (her yeri kaplayan su) kendilerini yakalayıverdi.

29/15. Biz de onu (Peygamberim Nûh'u) ve gemi ashâbını (mü’min evlâdını ve kendisine tâbi olanları) kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret kıldık. (Gemide 80 kişi idiler. 78 de denilmiştir. Yarısı erkek ve yarısı kadın 10 kişi oldukları da nakledilmiştir “Beydâvî”.)

29/16. (Kulum) İbrahim'i de (peygamber olarak gönderdik). Hani o, kavmine şöyle demişti: "Allah'a ibadet (kulluk) edin, O'n(a (isyan)dan ve (karşı gelmekten) korkun. Eğer (hayrı, şerri) bilir (bunları birbirinden ayırır ve hayır yönünde hareket eder)seniz, bu (putlara tapmayı terketme) sizin için en hayırlı(sı)dır."

29/17. (Peygamberim İbrahim kavmine devamla şöyle dedi:) Siz Allah'ı bırakıp bir takım putlara tapıyorsunuz ve (onları ilâh ve şefaatçı kabul etmekle) yalan uyduruyorsunuz. Şüphesiz Allah,'tan başka ibâdet ettikleriniz (putlar) sizin için rızık vermeye sahip (kadir) değildirler. Öyleyse rızkı, Allah katında arayın. O’na ibâdet edin. O’na şükredin. (Kıyamet günü kabirlerinizden kalkıp hesap vermek üzere) yalnız O’na (Allah’a) döndürüleceksiniz.

29/18. (Peygamberim İbrahim kavmine devamla şöyle dedi:) "Eğer siz (benim bildirdiklerimi) yalanlarsanız (bana değil, kendinize zarar vermiş olursunuz), bilin ki, sizden önceki ümmetler de (peygamberlerini) yalanlamışlardı (fakat onların hepsi, helâk oldular). Peygambere düşen, (Allah’tan aldığı vahyi) apaçık tebliğ (bildirmek)den başka bir şey değildir."

29/19. Onlar (kâfirler), Allah (şu kâinatta/evrende)  yaratmaya nasıl başladığını (her şeyi yoktan nasıl var ettiğini), sonra onu (yaratmayı) (bitki ve benzerlerinde nasıl) tekrarladığını (iâde ettiğini, öldürüp dirilttiğini,) (insanları da öldükten sonra böyle dirilteceğini) görmedi (bilmedi)ler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır (zor değildir). (Ayetin bu son kısmı, “mecazî”dir. Kolay ve zor ifadeleri, kullar içindir. Yüce Allah’a “hakikat” olarak isnad edilmez. O, bir şeye “ol” dedi mi, o şey, anında olur “Yâsîn, 82”.)

29/20. (Resûlüm,) de ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da (Allah’ın) yaratmaya nasıl başladığına (önceki kavimleri var ettiğine ve nasıl öldürdüğüne bir) bakın. Sonra Allah, (Kıyamet başlayınca aynı şekilde) sonraki yaratmayı (kabirlerden insanların dirilişini, kalkışını) da (öyle) yapacaktır. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla kâdirdir."

29/21. O (Allah), dilediğine (hastalık, sıkıntı, darlık vermek suretiyle dünyada) azap eder ve dilediğine (sağlık, refah, genişlik vermek suretiyle dünyada “Enbiya, 35”) merhamet eder. (Bu âyette, şiddet ve darlık, “azap”la; refah ve genişlik “rahmet”le “kinaye” olarak ifade buyrulmuştur “Mâturîdî”.) Siz (Kıyamet’te kabirlerinizden kalkıp hesap vermek üzere) ancak O'na (Allah’a) döndürüleceksiniz.

29/22. Siz, ne yerde (gizlenmekle) ne de gökte (yüksek kalelere sığınmakla Rabbinizi) âciz bırakacak değilsiniz (O’nun azabından kaçamazsınız). Sizin için (yerden çıkacak veya gökten inecek bir belâya karşı sizi koruyacak) Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

29/23. Allah'ın âyetlerini (gönderdiği kitapları, mu’cizeleri, birliğini gösteren delilleri) ve O'na kavuşmayı (öldükten sonra dirilmeyi) inkâr edenler yok mu, işte onlar, benim rahmetim (cennetim)den ümidini kesmişlerdir. (Çünkü onlar, kendilerine sonsuz azap edeceğimi bilmektedirler.) İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.

29/24. (Allahü teâlâ Hazret-i İbrâhim'in kıssasına devamla buyurdu ki: Putlara tapan) kavminin cevabı: "Onu öldürün veya yakın" demekten ibaret oldu. Allah da onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda (Hazret-i İbrâhim’i ateşten kurtarmasında) iman eden (yüce Allah'ın vahdaniyetini ve kudretini tasdik eden) bir toplum için (büyük bir ateşin çok çok kısa bir zamanda bir bahçeye dönüşmesinde “Celâleyn”) ibretler vardır.

29/25. (Hazret-i İbrahim,) onlara (kavmine) dedi ki: "Sırf aranızdaki dünya hayatına mahsus bir sevgi (menfaat, ikbal ve makam) uğruna, Allah'ı bırakıp (canlı ve cansız) birtakım putlar(ı ilâh) edindiniz (Bakara, 265). Sonra kıyamet gününde birbirinizi inkâr edecek ve kiminiz kiminize (tâbiler, önderlerine) lânet edeceklerdir (Zuhruf, 67). Barınağınız (yer) cehennem olacaktır. (Sizi azaptan kurtaracak) yardımcılarınız da olmayacaktır."

29/26. Bunun üzerine (mübarek kulum) Lût, ona (amcası İbrahim'e) îman etti. (Hazret-i Lût’a daha sonra peygamberlik verildi.) (Peygamberim) İbrahim: "Ben, Rabbime (gitmemi emrettiği yere) hicret edeceğim. (İbrahim aleyhisselâm, kavmini terkedip önce Kûfe/Kevsa’dan Harran’a, daha sonra Filistin bölgesine - Şam’a - hicret etti “Beydâvî”. Her peygamberin bir hicreti, Hazret-i İbrâhim’in ise, iki hicreti bulunmaktadır. Yolculuğu sırasında ona eşi Sâre ile yeğeni Lût aleyhisselâm refakat etti “Medârik”.) Şüphesiz O, azîzdir (her şeye gâlibtir), hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir)” dedi.

29/27. Ona (Peygamberim İbrahim'e İsmâil'den sonra dünyaya gelen oğulları) İshak'ı ve Ya’kûb'u bahşettik. (Ya’kûb’un diğer bir adı İsrâil’dir. Onun neslinden gelenlere "İsrâil oğulları" denir.) Onun (Hazret-i İbrâhim’ın) soyundan gelenlere peygamberlik (soyundan bin nebî gelmiştir “Semerkandî”) ve kitab (Tevrat, İncil, Zebûr ve Kur’an) verdik. Ayrıca ona dünyada (zamanı geçtiği hâlde çocuk vermek, temiz zürriyet ihsan etmek, peygamberliği onlarda devam ettirmek, milletleri ona nisbet etmek, zamanın sonuna kadar ona övgü olarak salât ve selâm etmek ile “Beydâvî”) mükâfatını verdik. Şüphesiz o, Ahiret’te de sâlih kimselerdendir.

29/28. (Resûlüm,) (Peygamberim) Lût'u da (hatırla ki, onu da peygamber olarak gönderdik). Hani o, kavmine şöyle demişti: "Gerçekten siz, sizden önce dünyada hiçbir toplumun yapmadığı (erkek erkek cinsel) bir sapıklığı işliyorsunuz."

29/29. "Siz (kadınları nikâh etmek yerine) hâlâ (cinsel olarak) erkeklere yanaşacak, (yolcuları ta’ciz edecek, öldürecek, mallarını alacak veya erkeklere giderek, “livata” yaparak nesillerin) yolu(nu) kapayacak ve toplantılarınızda (müstehcen sözlerle) bu münkeri (ahlâksız fiili, alenen/açıktan) yapacak mısınız?" Kavminin cevabı: "Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi (devamlı korkuttuğun) Allah'ın azabını bize getir!” demeden ibaret oldu.

29/30. (Peygamberim Lût:) "Ey Rabbim! Şu müfsid (cinsel sapıklıkla toplum düzenini bozan) kavme karşı bana yardım et!" dedi (ve duası kabul oldu).

29/31. Elçi (melek)lerimiz İbrahim'e (oğlu İshak’ın doğacağı ve ondan da Ya’kûb’un dünyaya geleceği ile ilgili) müjdeyi getirdikleri zaman, (Melekler:) "Biz, bu (Lût’un) memleket (Sodom) halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın ahalisi zâlim (kâfir, âsî) kimselerdir." dediler.

29/32. (Peygamberim İbrahim:) "Ama orada (yeğenim peygamber) Lût var." dedi. Onlar (Melekler:) "Orada kimin bulunduğunu biz en iyi bilenlerdeniz. (Bunu ona Cebrâil aleyhisselâm söyledi “Semerkandî”.) Biz, onu (Lût’u) ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı hâriç. O (kâfirlerden olduğu için) geride (azapta), kalanlardan oldu.” dediler.

29/33. Elçi (melek)lerimiz (Peygamberim) Lût'a geldikleri zaman, Lût, onlar için tasalandı ve onlar hakkında (onlara bir zarar gelecek diye korktu) içi sıkıldı. (Çünkü melekler, güzel yüzlü insan şeklinde gelmişlerdi. Halkı onlara bir terbiyesizlik yapacaklar diye korktu.) (Bunu gören) elçi (melek)ler ona (Lût’a): "Korkma, üzülme. (Biz, yüce Allah’ın göndediği melekleriz. Onlar bize birşey yapamazlar.) Biz, seni ve aileni (o cinsel sapık kavminden) kurtaracağız. Ancak karın hâriç. (Çünkü) o, (kâfir olduğu için) geride (azapta), kalanlardan oldu.” dediler.

29/34. Şüphesiz biz, (Lût’u peygamber olarak gönderdiğimiz) bu memleket (Sodom) halkı üzerine, fasıklık (Allah’a isyan edip cinsel sapıklık/livâta) ettiklerinden dolayı gökten (üzerlerine) bir azap (taş) indireceğiz.

29/35. Yemin olsun biz, aklını (doğru şekilde) kullanacak bir kavim (topluluk) için orada (Lût kavminin helâk edildiği ve harabeye çevrildiği Sodom bölgesinde) ibret alınacak apaçık (siyah akan sular gibi) bir delil bıraktık.

29/36. Medyen (ahâlisine) de kardeşleri Şu'ayb'ı (peygamber olarak gönderdik). (Peygamberim)  Şu'ayb onlara: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin (Allah’tan korkun, rızasına uygun amel işleyin ki,) Ahiret günü (rahmeti)ne (kavuşmayı) ümit edin ve yeryüzünde fesatçılar olarak (ölçü ve tartıda hile yaparak) bozgunculuk etmeyin." dedi.

29/37. (Peygamberim Şuayb’ın) kavmi, onu yalanladı. (Peygamberliğini kabul etmediler ve isyan ettiler.) Bu yüzden onları (o müthiş) deprem yakaladı (kalpleri yerinden fırlayacak halde korktular) da yurtlarında (bulundukları yerlerde) diz üstü çöke kaldılar (ve o şekilde can verdiler).

29/38. Âd (kavmini çok şiddetli rüzgârla) ve Semûd’u da (çok şiddetli ses/gürültü ile) helâk ettik. (Âd kavmine Hûd aleyhisselâm ve Semûd kavmine de Hazret-i Sâlih’i peygamber olarak gönderdik. Her iki kavim de peygamberlerini yalanladıkları ve isyan ettikleri için helâk edildiler.) Onların (Hacer ve Yemen’de isyanları sebebiyle nasıl helâk edildikleri ve) meskenleri(nin nasıl harap oldukları) sizin için meydana çıkmıştır (siz onları açıkça görmektesiniz).  Şeytan (tekinde bulunarak), onlara (peygambere itâati, kötü; isyana âit) amellerini süslü (iyi) göstermiştir. (Onlar da Şeytan’ın hilesine aldanarak iradelerini isyandan yana kullanmışlardır.) Bu durumda (Şeytan’ın telkinleri) onları doğru yol (olan hak)dan çevirmiştir. Hâlbuki onlar, (kendilerini akıllı ve) basîretli kimseler (zannederler)di.

29/39. (Hazret-i Mûsa’nın ümmeti’nden ve akrabasından olduğu hâlde zenginliğine güvenerek Allah’a isyan eden) Kârun'u (Kasas, 76), (ilâhlık iddia eden) Fir’avun'u (Nâziât, 24) ve (Mûsa aleyhisselâm dönemi Fir’avun sarayında yetkili âsî kişisi) Hâmân'ı (Kasas, 6,8,38) da helâk ettik. Yemin olsun, (Peygamberim) Mûsa kendilerine apaçık (yed ve asâ gibi) mu’cizeler getirmişti, fakat onlar, yeryüzünde kibirlilik tasladı (ve Hazret-i Mûsa’ya karşı gelerek Alllah’a isyanda bulundu)lar, ama (bizim azabımızı) geçip kurtulamadılar. (Hepsi helâk oldu.)

29/40. (Kârun, Fir’avun, Hâmân ve benzerleri,) bunların her birini kendi günahları yüzünden yakaladık (helâk ettik). Onlardan taş yağmuruna tuttuklarımız var (Hazret-i Lût kavmi gibi). Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var (Medyen halkı ve Semûd kavmi gibi). Onlardan yerin dibine geçirdiklerimiz var (Kârun gibi). Onlardan suda boğduklarımız var (Hazret-i Nûh kavmi, Fir’avun ve kavmi gibi). (Yüce) Allah, onlara (helâk ettiklerine) zulmediyor (suçsuz yere azap ediyor) değildi, fakat onlar, (peygamberlerini yalanladıklarından ve Allah’a isyan ettiklerinden dolayı) kendilerine zulmediyor (ve kötü âkıbetlerini hazırlıyor)lardı.

29/41. Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, (kendine bir ev edinen) örümceğin durumu gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü (dayanıksız ve zayıfı), örümcek evidir. (Putları, Fir’avun ve Nemrut gibi insanları ilâh edinenler ve onlara tapınanlar,) keşke (bunların Ahiret’te hiçbir fayda sağlayamayacaklarını, kimseye şefâat edemeyeceklerini bir) bilselerdi (elbette Allahtan başka ilâh ve dostlar edinmezlerdi)!

29/42. Şüphesiz Allah, onların (Allah’tan başka ilâh edinenlerin), O’dan başka taptıkları şeyleri(n ne kadar zayıf ve âciz olduklarını çok iyi) biliyor. O, azîzdir (âsî olana ceza verendir; mutlak galiptir, mülkünde sınırsız güç sahibidir), hakîmdir (tasarrufunda hikmet sahibidir).

29/43. İşte biz, bu (Kur’an-ı Kerim) misalleri(ni), insanlar (düşünüp ibret almaları ve iman etmeleri) için getiriyoruz. Fakat onları ancak (aklını çalıştırıp) ilim sahibi olanlar (Mü’minler) anlarlar.

(Çünkü düşünmeyen, aklını çalıştırmayanlar, bir nevi sağır, dilsiz ve kör gibidir. “Onların kalpleri vardır, hissetmezler; gözleri vardır görmezler; kulakları vardır işitmezler, işte onlar, hayvanlar gibidir, belki daha da aşağıdırlar – A’râf, 179 - “. Kâfirler, böyledir.

Mü’min, ilim sahibidir. En büyük ilim, Allah’a imandır. Müfessirlerin açıklamalarına göre, bu âyetteki “âlim” öğrenim görmüş ve belli ilimleri tahsil etmiş kişi değildir.

Hadis-i şerifte buyruluyor: Âlim - ilim sahibi - odur ki, Allah'ı bilir - O’na iman eder -, O’na itâatle amel eder ve gazabından sakınır - yasaklarından uzak durur -. “Beydâvî; Kurtubî; Heysemî, Müsned, Edep 837”. Burada âlimle anlatılmak istenen, Salih Mü’min’in tâ kendisidir.)

29/44. Allah, gökleri ve yeri (ve içindekilerini boş ve faydasız değil (Sad, 27),) hak olarak (hepsini bir gaye ve hikmet üzere) yaratmıştır. (Bütün mecûdatın var edilmesinde O’nun kudret ve birliğine âit işâretler ve aklî deliller bulunmaktadır.) Şüphesiz bun(lar)da mü'minler için (imanlarını kuvvetlendirecek çeşitli) ibret(ler) vardır.

29/45. (Resûlüm,) Kitap (Kur’an)dan sana vahyolunanı (Allah'a yaklaşmak, lâfızlarını ezberlemek ve manalarını keşfetmek için) oku. (Beş vakit) namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı fahşadan (dinen ve aklen çirkin ve kötü sayılan söz ve fiillerden) ve münkerden (ma’siyetten, günahtan) uzaklaştırır. Allah'ı zikretmek, elbette (ibâdet ve tâatlar içinde) en büyüktür. (Namaz; tekbir, hamd, kelâmüllah, rukû’ secde, tehıyye gibi bütün zikirleri kendinde bulunduran bir ibadettir.) Allah, (hayır ve şer olarak) yaptıklarınızı bilir (Ahiret’te de buna göre amellerinizin karşılığı verilecektir).

21

29/46. Kitap ehli (Yahudi ve Hristiyanlar) ile - içlerinden (Hazret-i Peygamber’le ilgili delilleri kabul etmeyen, böylece kendilerine ve Müslümanlara) zulmeden (kâfir)ler hariç - ancak en güzel bir şekilde mücadele edin ve (onlara) şöyle deyin: "Biz, bize indirilen (Kur’ân-ı Hakîm)e de, size indirilen (ilâhî Tevrat ve İncil)e de iman ettik. Bizim ilâhımız ve sizin ilâhınız “bir”dir (O da ortağı, oğlu, kızı, dengi ve benzeri olmayan Allah’tır). Biz sadece O'na teslim olmuş kimseleriz (Müslümanlarız)."

29/47. (Resûlüm,) işte böylece (senden önceki Resûllere gönderdiğimiz gibi) biz sana da Kitab (Kur’an)ı indirdik. Kendilerine kitap verdiğimiz (Abdullah b. Selâm ve benzerleri gibi) ona (Kur’an’a) iman ederler. Şunlar (Ehl-i Kitap Araplar)dan da ona iman edenler vardır. Ayetlerimizi ancak (Peygamberim Muhammed aleyhisselâm’a ve Kur’an’a inanmayan) kâfirler, inkâr ederler.

29/48. (Resûlüm,) sen bundan (Kur’an indirilmeden) önce hiçbir kitap okumaz ve onu elinle yazmazdın. (Eğer “ümmî” olmayıp okuma-yazman olsaydı) o takdirde bâtıl peşinde koşan (Müşrik, Yahûdi ve Hristiyan)lar, şüpheye düşerlerdi. (Ehl-i Kitap, senin hakkında: “Kitaplarımızda gelecek son peygamberin “ümmî” olduğu yazdığı hâlde bu, okuma yazma biliyor, belki de onu eskilerin kitaplarından öğrendi.” derlerdi “Celâleyn, Beydâvî ve Semerkandî”.)

29/49. Hayır, o (Kur’an, hem belâgat yönünden mu’cizedir “Bakara,23; İsrâ,88”, hem de), kendilerine ilim verilen (Mü’min)lerin kalplerinde (ezberlenmiş) apaçık âyetlerdir. (Onu kalplerden silmeye, bu suretle tahrifine kimsenin gücü yetmez.) (Bu iki özellik – mu’cize ve ezberlenme – diğer semâvî kitapların hiçbirinde yoktur. Onlar, sadece yazılı metinlerdir “Medârik”.) Bizim âyetlerimizi (mu’cize deliller meydana çıktıktan sonra) ancak zâlim (inadına küfürde kalan kâfir)ler inkâr ederler.

29/50. (Kâfirler:) "Ona (Peygamberim için) Rabbinden (asâ, yed gibi) mu’cizeler indirilmeli değilmiydi?" dediler. (Resûlüm,) de ki: "Mu’cizeler, ancak Allah katındadır (O, istediğini indirir. Sizin teklifiniz, benim elimde değildir) ve ben, ancak (bana vahyolunanı tebliğ eden ve bu vahye inanmayanların cehenneme gideceklerini bildiren) apaçık bir nezîrim (uyarıcı peygamberim)."

29/51. (Resûlüm,) onlara (kâfirlere) okunan Kitab’ı (Kur’an’ı) sana indirmiş olmamız, onlara yetmedi (onların âcizliğini göstermedi) mi (“Bakara,23; İsrâ,88” ki, hâlâ senden mu’cize istiyorlar? Kur’an’ın belâgat mu’cizesi, diğerleri gibi gösterildikten sonra kaybolup giden değil, süreklidir.) Şüphesiz onda (Kur’an’da) iman eden bir toplum için (dünya ve âhirette) bir rahmet ve bir öğüt (hatırlatma) vardır.

29/52. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Benimle sizin aranızda (peygamber olduğuma dair) şahit olarak Allah yeter. (Çünkü) O, göklerde ve yerde olanları(n hepsini) bilir. Bâtıla (Allah’tan başka ilâh olduğuna) inanıp Allah'ı inkâr edenler var ya, işte onlar (hidayet ve iman karşılığında dalâlet ve küfrü satın alanlar), asıl (cehennem azabında) hüsrana (ziyana) uğrayanlardır."

29/53. (Resûlüm, kâfirler) senden (üzerimize taş yağdır diyerek) azabın acele gelmesini istiyorlar. (Yüce Allah’ın takdir ettiği) belli bir süre olmasaydı, azap onlara mutlaka (acele) gelirdi. (Fakat) o, farkında değillerken, onlara ansızın mutlaka gelecektir.

29/54. (Resûlüm, kâfirler) senden (üzerimize taş yağdır diyerek ısrarla) azabın acele gelmesini istiyorlar. Şüphesiz cehennem (azabı), kâfirleri elbette kuşatıcıdır (kuşatacaktır).

29/55. (Resûlüm, kâfirler senden acele azabın gelmesini istiyorlar.) Hâlbuki o gün (Kıyamet’te) azap onları üstlerinden ve ayaklarının altından mutlaka kuşatacaktır. (Her şeye kâdir) Allah, onlara: "(Dünyada) yapmakta olduklarınızın (küfür ve isyanlarınızın) cezasını tadın (çekin)." diyecektir.

29/56. Ey îman eden kullarım! (Eğer dinî emirleri yapma konusunda kâfirler tarafından bazı zorluk ve engellerle karşılaşırsanız) şüphesiz benim arzım (yeryüzü) geniştir (dini rahat ve ihlâsla yaşayacağınız bir yere hicret edin). (Fakat nerede olursanız olun) ancak bana ibadet edin (sakın ibadeti terketmeyin “Râzî”).

29/57. Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır. Sonra bize (şânı yüce Allah’a) döndürülecek (amellerinize göre mükâfat veya ceza görecek)siniz. (İnsan, dünya’da ne kadar çok kalırsa kalsın, sonunda mutlaka yurdundan ve sediklerinden ayrılacaktır. Onun için Ahiret’e hazırlanın!)

29/58. Îman edip (namaz, oruç, zekât ve cihad gibi) salih amel işleyen (Mü’min)ler (var ya), onları (ağaçların) altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Salih) amel işleyen (Mü’min)lerin mükâfatı ne güzeldir!

29/59. Onlar ki, (dinlerini açıktan yaşabilmek için çeşitli baskı, eziyet, aşağılanma, mobing, sürgün ve hicrete) sabreden ve (rızık endişesine kapılmadan) yalnız Rablerine tevekkül eden  (Mü’min)lerdir.

29/60. Nice canlı (yaratık) vardır ki, rızkını (yanında) taşımaz (zayıftır, sabah olunca yiyeceği yanında değildir). Onları da sizi de Allah rızıklarıyor. (Eğer bir yere hicret etmek zorunda kalırsanız, geçiminizden kormayın.) O, semî’ (her şeyi işiten)dir, alîm (her şeyi bilen)dir.

29/61. (Resûlüm,) yemin olsun, eğer onlara (o kâfirlere): "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?" diye soracak olsan, mutlaka, "Allah" diyeceklerdir. O hâlde (haktan) nasıl döndürülüyor (Allah’ın birliğini ve senin peygamberliğini kabul etmiyor)lar?

29/62. Allah, (bir imtihan olsun diye) kullarından dilediğine rızkı genişletir (bol verir, zengin kılar) ve (dilediğinin rızkını) kısar (daraltır, fakir kılar). Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Yüce Allah, çeşitli hikmetler gereği, bazılarının rızkını genişletir, bazılarının da daraltır. Mülkün sahibi O’dur. Hatta genişletmenin veya daraltmanın ardından rızkı daralan ve genişleyen de olur. Dünya imtihan yeridir.)

29/63. (Resûlüm,) yemin olsun, eğer onlara (o kâfirlere): Gökten su (yağmur) indirip onunla yeryüzüne, ölümünün sonra hayat veren kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. (O hâlde niçin Allah’a ortak koşuyorsunuz? Onlara:) “Allah’a hamd olsun” de. (Seni bu gibi dalâletten koruduğu için Allah’a hamdet!) Fakat onların çoğu (hem Allah’a inanma, hem de O’na ortak koşma yönünde tenâkuza/çelişkiye düştüklerini bir türlü) anlamazlar.

29/64. Bu dünya hayatı, ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. (Dünya; küfür, haram, isyan ve İslam’ın yasakladığı ve kerih gördüğü her şeydir. Bu durumda yüce Allah’tan uzaklaştıran her şey, dünya olmaktadır “İmâm-ı Rabbânî”. Onun için dünya, kâfirin cennetidir “Râzî”. İman, ibadet ve tâatler ise, Ahiret içindir. Mü’min, küfrü reddedip Ahiret’ten olan imana sarılır ve ibadete yönelir.) Ahiret yurdu, işte (yüce Allah’ın râzı olduğu ve ölümü olmayan) gerçek hayat odur. Keşke (dünyanın fâni, geçici, Ahiret’in ise, bâkî, devamlı olduğunu bir) bilseler (dünyayı Ahiret’e tercih etmezler)di.

(Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi “Tirmizî, Zühd 13; İbn Mâce, Zühd 3”.)

29/65. Gemiye bindikleri (veya bir binada oldukları) zaman (fırtınaya veya depreme yakalanınca kurtulmak için) dini Allah'a hâs kılarak (ihlâslı Mü’minler gibi “Allah” diyerek) O'nu çağırırlar. (Fakat yüce Allah) onları kurtarıp karaya (selâmete) çıkardığı zaman da, bir de bakarsın ki, (Allah'ı unuturlar, İslâm’a sırt çevirirler, çeşitli nesne ve kişileri ilâh edinerek) ortak koşarlar.

29/66. (Allah’a ve İslam’a yüz çevirenler) kendilerine verdiğimiz (çeşitli nimetler)e karşı nankörlük etsinler (Allah’tan geldiğini unutsunlar) ve bir süre zevk ve safa içinde yaşasınlar bakalım! Fakat (bunlar,) ileride (azapla karşılaşınca, ne kadar yanıldıklarını anlayacak ve İslam’ın “hak” olduğunu) bilecekler.

29/67. Görmediler (bilmediler) mi (ki,) etraflarından insanlar kaçırılıp (esir alınıp) götürülürken (hatta bazıları öldürülürken), biz, onlar için (Mekke şehrini yağma, tecavüz, öldürülme ve esir alınmaktan) güvenli (dokunulmaz ve mukaddes) bir harem kıldık. Onlar hâlâ (Allah’tan başka ilâhlar edinerek) bâtıla inanıyorlar da Allah'ın (Muhammed aleyhisselâm ile gönderdiği İslam) nimetini inkâr mı ediyorlar?

29/68. Allah'a karşı (“ortağı vardır” diyerek) yalan söyleyen (iftira eden) yahut kendisine hak (peygamber ve Kur’an) geldiğinde (onu) yalanlayandan daha zâlim kimdir? O kâfirlere Cehennemde yer mi yok? (Elbette kâfirler cehenneme gireceklerdir.)

29/69. Bizim uğrumuzda (nefsiyle, şeytanla ve din düşmanlarıyla dinim İslam için ihlasla) cihad edenler var ya, biz onları mutlaka (cennete götüren) yollarımıza (sırat-ı müstakîme) hidayet edeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka Muhsinlerle (salih amel işleyenlerle dünyada yardımıyla, Ahiret’te de rahmet ve mağfiretiyle) beraberdir.

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿