36. YÂSÎN SÛRESİMekke’de inmiştir. 83 âyettir. Sûre, ismini ilk âyette geçen "Yâsîn" kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca îman etmeyenlerin durumu, eski ümmetlerden misaller, güneş ve ay sistemleri, Kıyâmet hâlleri, cennet ve cehennem gibi âhiret hayatı ile ilgili konular anlatılmaktadır. Hadis-i şeriflerde buyruldu: Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ân’ın kalbi de Yâsîn’dir. Kim bu sûreyi okursa, Cenâb-ı Hak o kimseye, Kur’ân-ı Kerîm’i on kere okumuş sevabını verir. Bk. Tirmizî, Kur’ân’ın Fazîleti 7, (3129); Dârimî, Fedâilü’l- Kur’ân 27. Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz (Bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24 (3123); İbn Mâce, Cenâiz, 4.) Kim babasının veya anasının veya bunlardan birisinin kabrini Cuma günü ziyaret ederek orada Yâsin sûresini okursa, Allah, kabir sahibini bağışlar. (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 6/468.) "Yasin, Kur'ân'ın kalbidir. Onu bir kimse okur ve Allah'tan âhiret saadeti dilerse, Allah onu mağfiret buyurur. Yâsin'i ölülerinizin üzerine okuyunuz." (Müsned, 5/26.) “Ehl-i Sünnet ve cemaate göre, bir insan namaz, oruç, Kur’ân okumak, zikir, hac gibi işlediği güzel amellerinin sevabını başkasına hediye edebilir mi? Evet, hediye edebilir. (bk. Fethu’l-kadîr, 6/132; el-Bahru’r-Raik,7/379; Reddu’l-Muhtar, 2/263.) Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 36/1. Yâsîn. (Bununla Allahü teâlâ’nın neyi murâdettiği bilinmemektedir.) 36/2. Çok hikmetli olan Kur’ân’a yemin olsun ki: 36/3. Muhakkak ki sen (tarafımızdan) gönderilmiş resûllerden (peygamberlerden)sin. 36/4. (Resûlüm, sen) sırât-ı müstakîm (tevhîd ve İslâm dininin gösterdiği istikâmet/doğruluk) üzerindesin. 36/5. (Kur’ân,) azîz (kendisini inkâr edenleri cezalandıran) (ve) rahîm (kendisine itâat edenlere çok merhametli) (olan Allah’ın) indirdiği (bir Kitap’tır). 36/6. (O Kitap, fetret devrinde) babaları (yakın ataları) korkutulmamış (hak dine îman etmemenin cezası bildirilmemiş), bu yüzden (îman ve hidâyetten habersiz,) gaflet içinde kalmış bir kavmi (Kureyş’i) korkutman (âhirette başlarına gelecekleri ve acıklı azâbı haber vermen) için (indirilmiştir). 36/7. Yemin olsun ki, onlar (gönderdiğim hak din İslam’a inanmıyor, küfürde kalmaya devam ediyorlar. Onlar)ın çoğuna o söz (“Cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağım ‘Secde,13’” kelâmı) hak oldu. Artık onlar (küfrü terk etmedikleri müddetçe) îman etmezler. 36/8. Şüphe yok ki biz, (İslâm’ı kabul etmeyip küfürlerinde ısrar eden ve taşkınlık yaparak Peygamber “aleyhisselâm”ı yaralamak veya öldürmek isteyen) o kâfirlerin boyunlarına çenelerine kadar varan (gözle görülmeyen) demir halkalar koyduk. Onun için başlarını kaldırmış hâldedirler. (Artık hak tarafına başlarını çevirip de boyun eğmezler.) 36/9. Biz onların hem önlerinden (küfürlerinden dolayı dünyada dine ait hükümleri anlamaya engel) bir sed, hem de arkalarından (öldükten sonra dirilişi görmelerine engel) bir sed çektik. (Soy, sop ve itibar sarhoşluğu içinde dünyanın çekiciliğine, yakın arkadaşlarının küfür ve yalanlarına aldanarak, kibir ve gurura kapıldılar.) Gözlerini de (gözle görülemeyecek şekilde) perdeledik (Böylece onları salıverdik). Artık onlar (küfür, inat ve gururları sebebiyle hakkı) görmezler. 36/10. (Ey Resûlüm, şüphe yok ki, tebliğ etmiş olduğun İslâm’ı kabul etmeyip şirkte ısrar eden Ebû Cehil, Ebû Leheb ve arkadaşları gibi kâfirleri, îmansızlığın cezası olan azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir, (İslâm’a karşı gözlerini yumdukları ve kulaklarını tıkadıkları için) îman etmezler. 36/11. (Ey Resûlüm,) sen ancak o zikre (Kuran’a) uyan (îman edip sâlih amel işleyen) ve görmediği hâlde Rahmân (olan Allah’ın azâbın)’dan saygı duyarak korkan(lar)ı (emirlerimi yapmak ve yasaklarımdan uzak durmakla) inzâr edecek (korkutup sakındıracak)sın. İşte sen onu (o kimseyi), hem bir mağfiret (dünyada günahlarının bağışlanması), hem de çok şerefli bir mükâfât (cennet) ile müjdele. 36/12. Şüphesiz, ölüleri ancak biz (kabirlerinden kaldırarak hesap için) diriltiriz. Onların (dünyada hayır ve şer olarak bütün) işledikdiklerini ve (bıraktıkları) eserleri biz yazarız. (Zaten) biz, her şeyi İmâm-ı Mübîn (Levh-i Mahfûz)’da saymışız (her şeyi apaçık ayrı ayrı zaptetmiş, toplamışız)dır. 36/13. (Ey Resûlüm), Mekke halkına, o (putlara tapan) şehir halkının (Antakyalıların) hâlini misal olarak ver. Hani oraya (Allah’ın emriyle Hazret-i Îsa’nın gönderdiği) resûl (elçi/havâri)ler gelmişti. 36/14. O vakit kendilerine (önce) iki resûl (elçi/havâri: Termân ile Tâlûs’u veya havâri Yahyâ ile Yûnus’u) göndermiştik de onları yalanlamışlardı. (Bu iki elçi: Putlara tapmamalarını, Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Allah’ın bir olduğunu söylemiş ve onları tevhîde, hak dine davet etmişlerdi. Fakat oranın halkı bu iki elçiyi dinlememişler, dövmüşler ve hapse atmışlardı.) Biz de bir üçüncü elçi (Şem’ûn) ile bu ikisini kuvvetlendirmiştik. (Bu üç elçi, Antakya halkına:) “Hakikaten biz size (Allah tarafından) gönderilmiş (O’nun dinini tebliğ eden) elçileriz.” demişlerdi. 36/15. (Halk, elçilere:) “Siz ancak bizim gibi birer insansınız (bize bir üstünlüğünüz yok). Hem Rahmân (olan Allah,) hiçbir şey (kitap ve risâlet) indirmemiştir. Siz, gerçekten yalan söylüyorsunuz.” demişlerdi. (Hâlbuki o havâriler, peygamberlerin mu’cizeleriyle kuvvetlendirilmişti.) 36/16. (Elçiler, halka:) “Rabbimiz biliyor: Şek ve şüphe yok ki, biz size gönderilmiş elçileriz. 36/17. Bize düşen, (Allah’ın bize bildirdiklerini) açık bir şekilde (size) tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” demişlerdi. 36/18. (Halk, elçilere:) “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. (Siz gelince yağmurlarımız kesildi.) Eğer (bu dine davetinizden) vazgeçmezseniz, muhakkak sizi taşla öldürürüz ve mutlaka size bizden çok acıklı bir azap dokunur (size işkenceli ölüm cezası verilir).” demişlerdi. 36/19. (Elçiler, halka:) “Uğursuzluğunuz kendi (kâfirliği)nizdendir. Size öğüt verildi (nasihat edildi, hak söylendi) diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Hayır (yanlış düşünüyorsunuz). Siz, müsrif (şirk koşmak ve hakkı kabul etmemekle aşırı giden) bir milletsiniz.” demişlerdi. 36/20. (Böylece halkın elçileri yalanladığı bir sırada onlara nasihat etmek için) şehrin ta öbür ucundan koşarak (daha önce bu elçilere îman etmiş) bir adam (Habîbü’n-Neccâr) gelmiş ve “Ey kavmim! (Allah tarafından) gönderilen (bu) elçilere tâbi olun. (Dediklerini kabul edin.” demişti. (Habîbü’n-Neccâr:) 36/21. “(Ey kavmim! Tekrar söylüyorum. Tebliğ vazifesini yaptıklarından dolayı) sizden bir ücret istemeyen (bu elçi)lere uyun. (Çünkü) onlar, hidâyete ermiş (doğru yolda olan) kimselerdir.” (deyince, halk: “Vay, sen de mi onların dinindensin?” demişlerdi.) 36/22. (Habîbü’n-Neccâr da şöyle cevap vermişti:) “(Elbette onların dinindenim.) Beni yaratana niçin ibâdet etmeyeyim? Siz de (öldükten sonra diriltilecek ve) O’na döndürüleceksiniz (O’nun huzurunda hesap vererek inkâr ettiğinizden dolayı cezalandırılacaksınız.)” 36/23. (Habîbü’n-Neccâr, devam ederek dedi:) “(Hiç ben) O’nu (Allah’ı) bırakıp da (o putları) ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân (olan Allah) bana bir zarar vermek isterse, o ilâhların şefâati (yardımı ne olabilir? Onlar) bana (hiçbir) fayda vermez ve beni (zarardan) kurtaramazlar.” 36/24. (Habîbü’n-Neccâr, dedi:) “Şüphesiz (sizin inandığınız o putları, ilâhlar edinmiş olsam,) o takdirde (ben) apaçık bir dalâlet içinde (hak yoldan ayrılmışlardan) olurum.” 36/25. (Habîbü’n-Neccâr:) “Şüphesiz ben (sizi, bizi yaratan ve tek olan) Rabbinize îman ettim. (Gelin) beni dinleyin (de bu elçilere uyun).” diye cevap verdi. (Bunun üzerine kavmi onu çok feci şekilde öldürdü veya işkence sonucunda öldürülmeden önce Hak teâlâ onu diri olarak semâya kaldırdı.) 36/26. (Habîbü’n-Neccâr, ruhunu teslim ederken veya diri olarak cennete girerken kendisine:) “Haydi, gir cennete!” denilince, dedi ki: “Ah, keşke kavmim (küfürden tevbe edip kurtuluşun îmanda olduğunu) bir bilseydi!” 36/27. (Habîbü’n-Neccâr:) “Rabbimin (ne sebeple) beni bağışladığını ve beni (cennetle) ikrâm edilenlerden kıldığını!” (ah, kavmim bir bilseydi, dedi.) 2336/28. “Biz ondan (Habîbü’n-Neccâr’ın öldürülmesinden veya semâya yükseltilmesinden) sonra kavmini (helâk etmek için) üzerlerine gökten bir (melek) ordu(su) indirmedik. Zaten indirecek de değildik.” 36/29. (Onların cezası) sadece bir sayhadan (çığlıktan/Cebrâîl “aleyhisselâm”ın sesinden) ibaret oldu. Hepsi bir anda sönüvermiş (ölmüş) oldular. (Hararetle yanan bir ateşin bir anda söndüğü gibi hareketsiz kaldılar.) 36/30. Yazıklar olsun (peygamberlerini yalanlayıp da helâk olan) o kullara ki, kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, muhakkak onu alaya alıyorlardı. 36/31. (“Sen peygamber değilsin.” diyen o Mekkeli kâfirler,) kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve onların kendilerine geri dönmediklerini görmediler (bilmediler) mi? 36/32. Onların hepsi (yaratılanların tamamı) (kıyâmet gününde diriltildikten sonra mahşer yerinde) mutlaka toplanıp huzurumuza getirilecekler. 36/33. (Öldükten sonra tekrar dirilme için) onlara (şu) bir âyettir (delildir): Ölü yeri (kuru toprağı yağmurla) diriltir ve oradan tane(ler/hububat) çıkarırız. İşte onlar, bunlardan yerler. 36/34. Biz orada (yeryüzünde) hurma bahçeleri ve üzüm bağları yarattık. Oralarda birçok pınar(dan su)lar fışkırttık. 36/35. (O bağ ve bahçelerin) ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıkları (ve yetiştirdikleri)nden yesinler diye, (bunları yarattı). (Bunca nimeti yaratan ve gönderen Allahü teâlâya) hâlâ şükretmiyecekler mi? 36/36. Yerin (her çeşit bitki olarak) bitirdiklerinden, (erkek ve dişi olarak) kendilerinden ve daha bilmediklerinden (bilemedikleri âlemlerdeki varlıklardan) bütün çiftleri (türleri veya erkekleri ve dişileri) yaratan Allah, münezzehtir (her türlü noksanlıklardan uzak ve kâmil sıfatlarla sıfatlanmıştır). 36/37. Gece de onlar için (yüce Allah’ın birliğine, kudretine ve ulûhiyetine delâlet eden) bir âyettir (delildir). Gündüzü ondan soyup alırız (güneşi ufkun altına indiririz), bir de bakarlar ki, karanlığa gömülmüşler. 36/38. Güneş de (bir âyet/delildir ki,) kendi müstekarrı (istikrar bulacağı/duracağı bir yer/zaman) için (yörüngesinde) akıp gitmektedir. Bu, azîz (her şeye gâlip, kâdir) (ve) alîm (her şeyi bilen) Allah’n bir takdiri (kâinata/evrene koyduğu bir kanun)dur. (Not: Bir zamanlar insanlar, güneşin, dünyanın çevresinde döndüğüne inanıyorlardı. Bilimin ilerlemesiyle ortaya çıkan teorilere (güneş sistemi teorisine) göre, bu kanaat değişmiş, gezegenlerle birlikte dünyanın ve yıldızların güneşin etrafında döndüğü keşfedilmiştir. Bu durumda güneş sabit olmaktadır. Hâlbuki bugünkü bilimsel çalışmalara göre, sadece güneş değil, bütün yıldız ve gezegenlerin - ki, önceden sabit oldukları kabul ediliyordu - bir yöne doğru akıp gittiği belirlenmiştir. Kısaca daha önce sabit oldukları sanılan gezegenlerin saniyede 10 veya 100 mil hızla hareket ettikleri tespit edilmiştir. Astronomi bilginlerine göre güneş bütün sistemiyle birlikte saniyede 20 km. hızla hareket etmektedir. Bk. Britanica Ansiklopedisi, Yıldız ve Güneş mad.) 36/39. Ay için de birtakım menziller (konaklar, duraklar) tayin ettik. (İlk günlerde hilâl şeklinde olan ay,) sonunda (dolaşa dolaşa) eski (kuru) hurma dalı gibi (sarı ve kavisli) bir hâle döner. (Ayın durumu her gün değişmekte ve ilk günler hilâl iken, 14. gün bedir/dolunay hâlini almaktadır. Daha sonra yavaş yavaş küçülerek eski şekline dönmektedir. Bu durum yaratıldığı günden beri böyle devam etmektedir. Dolayısıyla insanoğlu, ayın hangi gün, nasıl bir şekil aldığını hesap edebilmektedir. Bk. Râzî ve Elmalılı.) 36/40. (Kendi sistemleri içinde hareket ederken) ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. (Kâinattaki/evrendeki sistemlerin hiç birinde bir karışıklık görülmez.) Hepsi de (güneş, ay ve yıldızlar) bir(er) felekte (ayrı bir yörüngede) yüzer (döner)ler. 36/41. Onlar (Mekkeliler/bütün insanlar) için (kudretimize delâlet eden) bir (başka) âyet (delil) de (gemilerin denizde yüzüşüdür.) Zürriyetlerini (nesillerini veya “nutfetun emşâc/döllenmiş yumurta”larını yahut ataları olan babalarını, dedelerini ve onların soyundan Kıyâmet’e kadar gelecek olan çocuklarını) dopdolu gemi(ler)de taşımamız(dır.) (Müfessirler bu âyette geçen “zürriyet” kelimesini: 1. Kendi (Mekkelilerin) soylarından gelen nesiller, 2. Kadınlar. (Rahimlerdeki “nutfetun emşâc/döllenmiş yumurta”ların emniyetle taşınması, yüklü gemilere benzetilmiştir.) 3. Nuh “aleyhisselâm”ın gemisinde taşınan babaları, dedeleri ve onların soyundan Kıyâmet’e kadar gelecek olan çocukları ile açıklamışlardır. Bk. Kurtubî, Râzî ve Beydâvî.) 36/42. Yine kendileri için bunun (yüklü geminin bir âyet/delil olduğu) gibi (kara hayvanlarının gemisi durumunda olan develer veya atlar yahut küçük gemiler gibi) binecekleri şeyleri yaratmış olmamız (da ayrı bir âyet/delil)dir. (Yukarıdaki iki âyet-i kerîmede, gemiye binenlerin boğulmaktan kurtuldukları ve selâmete kavuştukları veya Nuh “aleyhisselâm”ın kavminden onu yalanlayanların helâk oldukları, fakat îman edenlerin kurtuldukları gibi, müşriklerin de îman etmeleri hâlinde kurtulacakları, Hazret-i Peygamber’i yalanlamaları durumunda ise helâk olacakları benzetme yoluyla anlatılmaktadır. Eğer buradaki gemi, mecâzî anlamda kullanılmışsa, bu gemi İslâmiyettir. Bk. Râzî.) 36/43. (Yüce Allah’ın irâdesini inkâr edip tabiattaki olayların kendiliğinden olduğuna inananlar, gemi veya başka bir araca binerek ölümden kaçabileceklerini düşünebilirler. Fakat batmayacağına çok güvendikleri gemilerinde bile olsalar, şiddetli bir fırtınaya yakalanarak veya bir kaya yahut bir buz dağına çarparak gemileri alabora olabilir, parçalanabilir.) Eğer dilersek onları (denizde) boğarız. O zaman onların ne imdadına koşan olur, ne de onlar kurtulabilirler. 36/44. Ancak tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırma (takdir ve irâde)miz (onları kurtarır). 36/45. Durum böyle iken onlara (o Mekke halkına Hazret-i Peygamber tarafndan): “Önünüzdekinden (âhiretten, geleceğinizden, ölümden ve âhiret azâbından) ve arkanızdakinden (dünyadan, geçmişinizden, ömrünüzü nasıl geçirdiğinizden ve işlemiş olduğunuz günahlardan) korkun (ve îman edin) ki size rahmet edilsin!” denildiği zaman (aldırmazlar). 36/46. Onlara (ne zaman) Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelse, muhakkak ondan yüz çeviricidirler (ona inanmazlar). 36/47. Onlara: “Allah’ın size verdiği rızıktan (mallardan) (fakirlere de) infâk edin (verin)” denilince, o kâfirler (alaylı bir tarzda) îman edenlere: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Şüphesiz siz apaçık bir dalâlet (saşkınlık) içindesiniz” derler. 36/48. (Mekkeli kâfirler yine alaylı bir tarzda:) “(Ey mü’minler,) eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, (öldükten sonra tekrar dirilmeyle ilgili) bu va’d (kıyâmet) ne zaman? derler. 36/49. (Resûlüm söyle:) Onlar, birbirleriyle çekişip dururken (ve normal günlük işlerine devam ederlerken) kendilerini ansızın yakalayacak olan tek bir sayhayı (İsrâfîl “aleyhisselâm”ın ilk nefhasını, Sûr’a ilk üfürüşünü, o müthiş sesi) bekliyorlar. 36/50. Artık o zaman, ne bir vasiyet yapabilirler, ne de (çarşı ve iş yerlerinden) ailelerine dönebilirler. 36/51. (İkinci defa) Sûr’a üfürülünce, bakarsın ki onlar, kabirlerinden (kalkıp) Rablerine koşarak gelirler. 36/52. (İşte o zaman:) “Eyvah başımıza gelenlere! Bizi kabrimizden (uyuduğumuz yerden) kim kaldırdı? Rahmân (olan Allah)’ın vâdettiği şey budur. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!” derler. (Yukarıdaki âyette son iki cümlenin Melekler veya Mü’minler tarafından söylendiğini ifade eden müfessirler de bulunmaktadır. Bk. Beydâvî, Celâleyn ve Râzî. Kâfirler, cehennemi ve cehennemdeki o şiddetli azapları görünce, kabirlerindeki azaplar onlara çok hafif, hatta uyku hâlindeki kâbus gibi gelir. Birinci defa Sûr’a üfürüldüğü zaman, kabirdekilerin azâbı kaldırılır ve ikinci üfürülüşe kadar bir uykuya dalarlar. İki Sûr arasında kırk yıllık bir süre vardır. İşte: “Eyvah başımıza gelenlere! Bizi kabrimizden (uyuduğumuz yerden) kim kaldırdı? şeklindeki sözlerini bundan dolayı söylerler. Bk. Kurtubî.) 36/53. (Böylece) o (son) nefha (üfürme), tek bir sayha (müthiş bir çığlık)tan başka birşey değildir. Bunun üzerine onların hepsi, hemen (hesap için) huzurumuza getirilmiş olurlar. 36/54. Artk o (Kıyâmet) gün(ünde) (mü’min ve kâfir) hiç kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Siz (kâfir)ler ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. 36/55. Şüphe yok ki o gün (âhirette) cennet ashâbı (cennetlik olanlar), (cehennemliklerin içinde bulundukları korkulu hâllerden uzak) çeşitli nimetlerle meşgul olarak zevk ve safa içindedirler. 36/56. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde tahtlara kurulup yaslanmışlardır. 36/57. Orada (cennette) onlar için her çeşit meyve ve istedikleri her şey vardır. 36/58. (Onlara) Rahîm (hidâyet ve iyilikler ihsan ederek mü’minlere rahmet eden) Rab(lerin)den bir de sözlü “selâm” vardır. (Cennet ehli nimetler içerisinde bulundukları bir sırada onlara bir nûr görünür. Başlarını kaldırınca bir de ne görsünler, şanı yüce Allah, (zamandan, mekândan, cisim ve her türlü şekilden berî, uzak olarak) üstlerinde ve: “Ey cennet ehli, es-selâmu aleyküm” diye buyurur. İşte yüce Allah’ın: “Rahîm olan Rab’den bir de sözlü selâm vardır.” âyeti bunu anlatmaktadır. Azîz ve cemîl olan Allahü teâlâ onlara, onlar da O’na bakarlar. O anda her şeyi unuturlar ve hiçbir nimete dönüp bakmazlar. Nihayet Hak teâlâ onların gözlerinden gizlenince, O’nun nuru ve bereketi bulundukları yerde bâkî kalır (İbn Mâce, Zühd 35 [189]; Deylemî, el-Firdevs, II, 14). Nitekim âyet-i kerîme’de buyrulmuştur: Îman edip güzel amel (iş) yapanlara hüsnâ (cennet) ve bir de ziyâde (Allah’ın cemâlini görmek) vardır “Yûnus,26”. Bk. Kurtubî.) 36/59. (Mü’minlerin bir araya toplanıp cennete götürülmeleri emredildiğinde, Allahü teâlâ mücrimlere şöyle hitap edecektir:) “Ey mücrimler (kâfirler ve ehl-i hevâ/bid’at itikâdında olan günahkârlar), bugün (mü’minlerden) ayrılın! (O gün kâfirler de birbirinden ayrılacaklardır. Yahûdiler, Hristiyanlar, Mecûsîler, Sâbiîler, puta tapanlar ve diğerleri, hepsi ayrı ayrı fırkalar hâlinde olacaklardır. Her bir fırkanın cehennem ateşinde bir evi olacak ve o evin kapısı da kapatılacaktır. (Kâfirler) orada sonsuz olarak kalacaklar ve bir fırka diğerini asla göremeyecektir. Bk. Kurtubî.) 36/60. (Allahü teâlâ şöyle buyuracak:) Ey Âdem oğulları! Ben size (peygamberlerim vâsıtasıyla) “Şeytan’a (ve şeytanın yoluna çağıranlara “Nahl,86-88” ve kötülük telkin eden nefislerinize “İbrâhîm,22”) itâat etmeyin, o(nlar) sizin için apaçık bir düşmandır.” demedim mi? 36/61. Bir de bana ibâdet edin. İşte sırât-ı müstakîm (hak yol, peygamberlerin gösterdikleri yol) budur!” (diye emretmedim mi?) 36/62. (Böyle iken) yemin olsun ki, o (Şeytan, şeytanın yoluna çağıranlar “Nahl,86-88” ve kötülük telkin eden nefisleriniz “Yûsuf,53”) sizden nice nesilleri saptırmıştı. (Dünyada bulunduğunuz) o vakit, (âhireti ve hesabı) hiç düşünmüyor muydunuz? 36/63. İşte bu, (dünyada) size vâdedilen (şiddetli azaplarıyla korkutulduğunuz) “cehennem”dir! 36/64. (Allah’ı ve peygamberlerin tebliğ etmiş olduğu dini) inkâr ederek (ve çeşitli vesilelerle onunla alay ederek “A’râf,51”) küfrettiğinizden dolayı bugün girin oraya (o cehenneme)! 36/65. İşte o gün (“Biz müşrik olmadık. En’âm,23” diyerek yalan söylediklerinden dolayı o kâfirlerin) ağızlarını mühürleriz. (Artık inkâr edemezler. Onun için) bizimle elleri (ve diğer uzuvları “Fussılet,20-21”) konuşur, ayakları da işledikleri (küfürleri)ne şahitlik eder. 36/66. Eğer dileseydik, (o kâfirlerin hakkı görmeyen) gözlerini tamamen kör ederdik de yolda koşuşup dururlardı. Fakat (o hâlde) nasıl görebilirlerdi? 36/67. Eğer dileseydik, onları oldukları yerde döndürürdük (şekillerini taş ve cansız cisimlere veya hayvanlara çevirerek kuvvetlerini alırdık) da ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri! 36/68. (Biz, insanlardan) kimi(ni), uzun ömürlü kılarsak, onun yaratılışını baş aşağı çeviriyoruz. (Görüldüğü gibi gücü yavaş yavaş azalır, zayıflar ve yaşlanır.) (Bu konuda) akıllarını çalıştırmazlar (yüce Allah’ın kudretini ve kâinatın/evrenin idâresinde koyduğu kanunları anlamazlar) mı? 36/69. (Kâfirlerin “Muhammed şâir ve onun getirdiği de şiirdir” sözü, yalandan başka bir şey değildir. Çünkü) biz ona şiir öğretmedik, zaten ona gerekmez (yakışmaz) da. O(nun tebliğ etmiş olduğu kitap, Allah’tan gelmiş), bir zikir (öğüt) ve (haramla helâlı ve daha nice hakikatleri) açıklayan bir Kur’ân’dır. 36/70. (O Kur’ân-ı Mübîn, Peygamberim Muhammed “aleyhisselâm”a:) Diri (akıllı veya mü’min) olanları korkutup uyarsın ve (akıllarını çalıştırmayan ve kalplerini Kur’ân’ın ışıklarına kapatarak öldürmüş olan) kâfirlere de o (azap) söz(ü) hak olsun diye (indirilmiştir). 36/71. (O Mekke halkı şunu da) görmediler (bilmediler) mi ki, biz, kudretimizin eseri olmak üzere onlar için (deve, sığır ve koyun gibi) nice hayvanlar yarattık. Onlar, bu hayvanlara sâhip olmaktadırlar. 36/72. Onları kendilerine boyun eğdirdik (onların emrine verdik). Onlardan bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını da besin olarak yerler. 36/73. O hayvanlarda onlar için (yünleri, tüyleri, kılları, etleri ve yağları gibi) nice faydalar ve (özellikle) içilecek (süt)ler vardır. Hâlâ (îman ederek) şükretmeyecekler mi? 36/74. Onlar, (bütün bu nimetleri veren Allah’a îman edecekleri yerde) tuttular kendilerine yardımı (ve şefâati) dokunur diye, Allah’tan başka birtakım (putları) ilâhlar edindiler. 36/75. Hâlbuki (o ilâh edindikleri) putların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri, putlar için (dünyada nöbet tutarak koruyuculuk yaptıkları gibi âhirette de cehennem ateşinde) yardıma hazır askerlerdir. (Allahü teâlâ Kıyâmet gününde insanları tek bir düzlükte bir araya getirecek. Sonra âlemlerin Rabbi onlara şöyle hitap edecek: “Dikkat edin, her bir insan (dünyada iken) neye ibâdet ediyorsa, onun arkasından gitsin!” Böylece haç sâhibi olanlara (haça tapanlara) haçları, sûrete (resim ve heykele) tapanlara sûretleri, ateşe tapanlara ateşleri müşahhas olarak (canlı, olduğu gibi) gösterilecek. Onlar da (dünyada iken) ibâdet ettiklerinin peşinden gidecekler. Geriye müslümanlar kalacak... (Tirmizî, Cennetin Özellikleri, 20. Bk. Kurtubî.) 36/76. O hâlde (Resûlüm), o kâfirlerin (“Sen peygamber değilsin.” gibi) sözleri, seni mahzun etmesin. Biz, onların (içlerinde) gizledikleri (fitneleri)ni de, açığa vurdukları (şirk ve inkârları)nı da biliyoruz. (Zamanı gelince biz onların cezasını vereceğiz.) 36/77. (O Allah’ı inkâr eden) insan (Ubeyy ibn Halef veya Âs b. Vâil yahut Abdullah b. Ubeyy), bizim kendisini nasıl bir nutfe (sperm) (sonra alâka ve mudğa dönemlerin)den (geçirerek) yarattığımızı görmedi (bilmedi) mi ki, şimdi apaçık bir hasım (düşman) kesildi? 36/78. (Sonra) kendi yaratılışını unutarak (tutuyor kendi aklınca:) “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyerek, bize misal vermeye kalkıyor? 36/79. (Ey Resûlüm,) de ki: “Onları ilk defa yaratan (kim ise o) diriltecektir. Çünkü O (Allah), her çeşit yaratmayı (öncesiyle, sonrasıyla, bütünüyle, en küçük parçası ve terkibiyle) en iyi bilendir (ve O, sonsuz kudret sâhibidir). 36/80. O (Allah) ki, size yeşil ağaçtan (Merh ve Afâr ağaçlarından veya misvak ağacının dışındaki bütün ağaçlardan) bir ateş yaptı da şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. (Bu âyeti-i kerîmede odun, ateş ve su üçlüsünün bir araya getirildiği anlatılmaktadır. Bu durumda ateş odunu yakmadığı gibi, su da ateşi söndürmemektedir. Zıtların bir arada bulunamayacağına dair kanunu koyan Hak teâlâ’dır. Fakat yüce Allah, dilerse bunu değiştirir. (Hatta petrol oluşumunda olduğu gibi başka kalıp ve formüller içinde çok girift madde ve olaylar da yaratır. Bir insanın bir saç telinde onun bütün DNA özelliklerini toplar.) Çünkü O’nun yüce irâde, kudret ve yaratmasında bir sınır yoktur. Bk. Celâleyn, Kurtubî ve Bağdâdî.) 36/81. Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini (“haşr”ı inkâr edenleri) yaratmaya (öldükten sonra diriltmeye) kâdir olmaz mı? Elbette olur. Çünkü O, her şeyi yaratandır (ve) her şeyi hakkıyla bilendir. (Milyonlarca cins ve türdeki canlıyı içinde barındıran, güneşin ışığı ve ısısı ile yaşayan, hacmi ve oluşumu hakkında çok sınırlı bilgiye sâhip olduğumuz yeryüzü, evrendeki yıldızlar sisteminin çok küçük bir parçasıdır. Güneş, içinde bulunduğu galâkside 100 milyon yıldızdan biridir. Evrende birçok galâksiler bulunmaktadır. Astronomi bilginleri ellerindeki kapasitesi sınırlı teleskoplarla 100 milyon galâksi tespit etmişlerdir. Bizim galâksimizle, yani dünyamızla onu izleyen galâksi arasında, 750 bin ışık yılı uzaklık vardır. Bir ışık yılı, 26 milyar mil olarak hesaplanmıştır. Bk. Astr. Kitapları) 36/82. (Yüce Allah) bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri sadece, o şeye “Ol” demektir. O da hemen oluverir. 36/83. Her şeyin mülk ve tasarrufu kendi yedinde (kudretinde) olan Allah, (her türlü noksan sıfattan) münezzehtir (berîdir, uzaktır ve Hak teâlâ’nın şânı çok yücedir). Siz de (hepiniz, öldükten sonra hesap vermek üzere) ancak O’na döndürülecek (ve huzuruna getirilecek)siniz. | |||
|
﴾ 0 ﴿