37. SÂFFÂT SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

37/1. Yemin olsun, o saf bağlayıp duranlara (Meleklere),

37/2. O (bulutları) sevk ve idare edenlere (Meleklere) (veya Peygamberlere yahut Alimlere),

37/3. O zikr (Kur’ân) okuyanlara.

37/4. Şüphesiz sizin ilâhınız bir tek ilâhtır.

37/5. O (Allah,) göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Güneşin (mevsimlere göre) doğduğu (ve battığı) yerlerin de Rabbidir (Bk.Rahmân,17).

37/6. Biz (şânı yüce Allah), en yakın göğü, yıldızlar zinetiyle süsledik (donattık).

37/7. (O semâyı/göğü) itâatten çıkan her şeytandan koruduk.

37/8. Onlar (şeytanlar,) (ileri gelen) yüce (melekler) topluluğunun kelâmını (kulak verip) dinleyemezler ve her taraftan kendilerine (şihâp yıldızları) atılır.

37/9. Onlar (şeytanlar,) (dinleme yapmak içiin çıktıkları semâdan) kovulurlar. Onlar için (Ahiret’te) sürekli bir azap da vardır.

37/10. Ancak onlardan (Meleklerden) söz kapan (şeytanlar) olursa, onu da (yok etmek için) delip geçen bir şihâp (alev) takip eder.

37/11. (Ey Peygamberim!) Şimdi sen onlara (öldükten sonra dirilmeye inanmayanlara) sor: "Kendilerini (öldükten sonra) yaratmak mı daha zordur, yoksa (diğer) yarattıklarımız (melekler, yedi kat gökler, yer ve aralarındaki varlıklar) mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. (Onların yaratılışı, zayıftır.)” (Göklerle yerin yaratılması, yemin olsun ki, insanların yaratılışından daha büyüktür “Mu'min,57”; Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü mü? “Nâziât,27”)

37/12. Hayır, (ey Resûlüm) sen (onların Ahiret’i yalanlamalarına) şaştın, onlar ise (senin bu hayretinle) alay ederler.

37/13. Onlara (Kur’ân’la) öğüt verildiği zaman da (düşünüp) öğüt almazlar.

37/14. (O kâfirler, Ahiret hayatının olacağına dair) bir mu’cize gördükleri zaman, onu alaya alırlar.

37/15. (O kâfirler, bir mu’cizeye şâhit olduklarında) bu bir büyüden başka bir şey değildir, dediler.

37/16. (O kâfirler,) “gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?” (dediler.)

37/17. (O kâfirler,) "önceden gelip geçmiş atalarımız da mı (diriltilecektir?”, dediler.)

37/18. (Ey Resûlüm,) de ki: "Evet, hem de siz aşağılanmış (hor ve hakir) olarak (diriltileceksiniz)."

37/19. (İkinci nefha “Sûr’a üfürüş”de) o (diriliş,) ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki, onlar (diriltilmiş ve hazır) beklemektedirler.

37/20. (O kâfirler,) şöyle derler: "Vah bize (mahvolduk)! Bu (hesap ve) ceza günüdür."

37/21. (O kâfirlere:)"İşte bu, yalanlamakta olduğunuz (amellerinizin kaşılıklarının verileceği) hüküm verme günüdür!" (denilir).

37/22. (Yüce Allah, meleklere şöyle buyurur:) “O zâlimleri (kâfir olanları), (küfür yolunda beraber oldukları) arkadaşlarını ve Allah’dan başka taptıkları putları, hepsini bir araya toplayın.

37/23. (Yüce Allah, meleklere şöyle buyurur:) Allah’tan başka (putlara ve Fir’avun misali insanlara tapanların hepsini toplayıp) götürün onları cehennem yoluna (Sırat köprüsüne doğru).

37/24. (Yüce Allah, meleklere şöyle buyurur:) Onları (Allah’tan başka ilah edinenleri) durdurun (göz altında tutun), çünkü onlar, sorguya çekileceklerdir.

37/25. (Allah’a ve Peygamber’e îman etmeyip putları ve insanları ilah edinenlere:) Size ne oldu da birbirinize yardım etmiyorsunuz? (Dünyada iken birbirinize çok güveniyordunuz, denilir).

37/26. Hayır, onlar (puta tapanlar ve insanları put/ilah edinenler) bugün (zelil olarak) boyun eğmiş (teslim olmuş kişi)lerdir. (Burada iradelerini kullanamazlar. Dünyada verdiğimiz akıl, güç, kuvvet ve irade ile Allah’a isyan ediyor, İslam’a ve Müslümanlara meydan okuyorlardı. Hesap gününü hiç düşünmüyorlardı.)

37/27. Onlar (kendilerini inkâra sürükleyen önderler ile onların izinden gitmiş olanlar)dan bir kısmı diğer bir kısma döner (bizim bu duruma düşmemize siz sebep oldunuz diyerek) birbirlerini (suçlar ve) sorgularlar.

37/28. (Kâfirlerin izinden gidenler, önderlerine) şöyle derler: "Siz bize sağdan (en çok inandığımız ve güvendiğimiz konuları söyleyerek) gelirdiniz (Siz bize hak ve doğru yol üzerinde olduğunuza yemin ettiğiniz için size inandık ve peşinizden gittik.)

37/29. (Küfürde önder olanlar, kendilerinin izinden gidenlere şöyle) derler: "Hayır, siz zaten mü'min kimseler değildiniz. (Îman etmediğiniz için bizi önder kabul ettiniz. Îmansızlık suçunu niye bize yüklüyorsunuz?)"

37/30. (Küfürde önder olanlar, kendilerinin izinden gidenlere şöyle derler:) "Bizim, sizin (hür iradeniz) üzerinizde hiçbir hâkimiyetimiz yoktu. (İradenizi Allah’ın dinine karşı kullandınız.) Zaten siz (îmansızlığı seçen) azgın bir kavim (kişiler) idiniz." (Bk. Ebussuûd Efendi)

37/31. (Küfürde önder olanlar şöyle derler:) "Artık Rabbimizin sözü (dünyada bize söylenen azap hükmü) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz (hepimiz hak ettiğimiz cezayı) mutlaka tadacağız."

37/32. "(Doğrusunu söyleyecek olursak) evet, biz (küfürde önderler olarak Allah’ın dinine karşı) sizi (izimizden gelenlere Hakk’ı bâtıl göstererek) saptırdık. Çünkü biz de (Allah’a, Peygamber’ine ve Ahiret’e inanmayan haktan sapmış) azgın kişilerdik."

37/33. Artık onlar (küfürde önderlik edenler ve onların izinden gidenler, dünyada Allah’a isyan ve azgınlıkta ortak oldukları gibi) o gün azapta (da) ortaktırlar.

37/34. İşte biz suçlulara (Allah’ı bırakıp putlara tapanlara) böyle yaparız.

37/35. Çünkü onlar, kendilerine kelime-i tevhid “Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur” söylendiği zaman (inanmayıp) büyüklük taslıyorlardı.

37/36. "Biz, deli bir şair için ilâhlarımızı (putlarımızı) mı terk edeceğiz?” diyorlardı.

37/37. (O kâfirler, Peygamber’ime şâir ve deli demişlerdi.) Hayır (öyle değil). O, hakkı (Kur’ân’ı) getirmiş ve (önceki bütün) peygamberleri de tasdik etmiştir.

37/38. Şüphesiz siz (putları ilâh edinenler,) elem dolu (o acı) azabı mutlaka tadacaksınız.

37/39. Siz (kâfirler,) ancak işlediklerinizin karşılığı (bir ceza) ile cezalandırılırsınız.

37/40. Ancak “Allah'ın halis kulları” (olan Mü’minlere verilecek mükâfat) başka. (Onlar, kat kat mükâfata kavuşacaklardır.)

37/41. İşte onlar (Mü’minler) için, (cennette sabah ve akşam olmak üzere müstesna özelliklerde) belli bir rızık vardır.

37/42. (Mü’minler için cennette özellikleri belli bir rızık ve) türlü türlü (çok leziz) meyveler (vardır). Onlar (yüce Allah tarafından kendilerine) ikram edilmişlerdir.

37/43. (Mü’minler,) Naîm cennetlerindedirler.

37/44. (Mü’minler, cennette) koltuklar üzerinde karşılıklı olarak (otururlar).

37/45. (Cennette Mü’minlerin) etrafında akan kaynaktan (şarap doldurulmuş) bir kadehle dolaşılır. (Ancak cennet şarabı, dünya şarabının aksine içenleri sarhoş etmez.)

37/46. (Cennette Mü’minlerin etrafında akan kaynaktan) beyaz (şarap doldurulmuş ve) içenlere lezzet veren (bir kadehle dolaşılır).

37/47. Onda (cennet şarabında) baş döndürme özelliği yoktur. Onlar (Mü’minler,) onu içmekle sarhoş da olmazlar.

37/48. (Cennette Mü’minlerin) yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri (ceylan) gözlü eşler vardır.

37/49. Sanki onlar (o eşler,) saklanmış (tüylerle örtülü, bembeyaz ve gün yüzü görmemiş) yumurtalardır. (Sanki onlar, sedefler içine yerleştirilmiş incilerdir.)

37/50. Derken (cennet ehli) birbirlerine dönüp sorarlar.

37/51. İçlerinden biri der ki: "Benim (dünyada öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden) bir arkadaşım vardı."

37/52. "Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?" derdi. (Ahiret hayatına inandığım için beni kınardı.)

37/53. (O arkadaşım:) "Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?" (derdi.)

37/54. (Cennette) konuşan o kimse, yanındakilere, "Bakar mısınız, (o Ahiret hayatını inkâr edenin) hâli ne oldu?" der.

37/55. Kendisi de bakar ve onu (Ahiret hayatını inkâr eden arkadaşını) cehennemin ortasında görür. (Bu gün kamera ve online sistemiyle binlerce km. uzaklıktaki kişi görüldüğü ve onunla konuşulduğu gibi. Ancak Ahiret’te bu sisteme de gerek kalmadan cennet ve cehennem ehli, birbirlerini görür ve konuşurlar. Bk. A’raf,44 - 50)

37/56. Ona (cehennemdeki arkadaşına) şöyle der: "Allah'a yemin olsun, neredeyse beni de helâk edecektin (cehenneme sürükleyecektin)."

37/57. "Rabbimin (hidayet, îman, merhamet ve ihsan) nimeti olmasaydı, mutlaka ben de (seninle beraber cehennemde) şu anda orada olacaktım."

37/58. (Sonra cennette bulunan, cennetteki arkadaşlarına döner ve şöyle der: Ey cennet ehli!) Biz bir daha ölmeyecek değil miyiz? (Dünyadaki ilk ölümümüzden başka bir daha ölecek değiliz.) (Bk. Semerkandî)

37/59. (Yine cennet ehline şöyle der:) Ancak ilk ölümümüz hariç. Biz azâp görmeyecek de değil miyiz? (Biz azâba uğratılacak da değiliz.) (Bk. Semerkandî)

37/60. Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere kavuşmak) büyük bir kurtuluşun ta kendisidir.

37/61. Artık çalışanlar, bunun için (böyle ebedî saadet olan bir kurtuluşa ermek gayesiyle) çalışsınlar!

37/62. Ziyafet olarak bu mu (cennette misli görülmemiş leziz nimetler mi) hayırlı, yoksa (cehennemdeki) zakkûm ağacı(nın acı meyvaları) mı?

37/63. Şüphesiz biz onu (zakkûm ağacını) kâfirler için bir fitne (imtihan) kıldık. (Kâfirler, Allah’ın sonsuz kudretini düşünmeden, “cehennemde ağaç olur mu, ateş onu yakar” diyerek alay etmişlerdi.)

37/64. O (zakkûm), cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.

37/65. Onun (zakkûmun) meyveleri sanki şeytan (çok çirkin ve yeleleri olan yılan)ların başlarıdır. (Bk.Beydâvî)

37/66. Onlar (cehennemlikler) ondan (zakkûm ağacından veya meyvelerinden) yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır. (Ancak bu zakkûm, çok sıcaktır. Karınlarını yakar. Uzun müddet su verilmez.)

37/67. (Zakkûm ağacından yedikten) sonra onlar (cehennemlikler) için bunun üstüne kaynar su (ve irin) karışımı bir içecek vardır (verilir). (Bk. Beydâvî)

37/68. Sonra onların (cehennemliklerin) dönüşleri (yine) mutlaka cehennemdir. (Cehennemliklere, zakkûm ve kaynar su verilmesi, Cehennem’e girmeden öncedir. Ancak bu, bir nevi bir “ikram”a benzese de onlar için bir azaptır “Beydâvî”. Cehennemde olanlar da su içmek için “hamîm/kaynar su”ya gelirler, sonra tekrar “Cahîm/ateş”e geri döndürülürler “Kurtubî”.)

37/69. Çünkü onlar (cehennemlikler,) babalarını (atalarını dünyada hak yoldan ayrılmış) sapık kimseler olarak buldular.

37/70. Kendileri (cehennemdekiler) de onların (batıl yol üzerinde olan atalarının) izinden koşa koşa gidiyorlardı. (Gönderdiğim hakka davet eden Peygamberim’e değil, akıllarını kullanmadan batıl üzerinde olan atalarına tâbi oluyorlardı.)

37/71. Yemin olsun, onlar (küfre saplananlar)dan önce, evvelki (eski ümmet)lerin çoğu da (hak yoldan) sapmıştı.

37/72. Yemin olsun, biz onlara (eski ümmetlere) de (hakkı kabul etmeyenlerin Ahiret’te azaba uğrayacaklarını söyleyen) korkutucular (peygamberler) göndermiştik.

37/73. (Ey resulüm!) Bak, (o eski ümmetlerden Allah’a ve Peygamberlere îman etmeyip batılda kalan) uyarılanların (kâfirlerin) sonu nasıl oldu! (Hepsi helâk oldu.)

37/74. Ancak Allah'ın ihlâslı (Mü’min) kulları başka. (Onlar, helâk olmadı.)

37/75. Yemin olsun, (Peygamberim) Nûh bize (îman etmeyen kavmi için bed)dua edip seslenmişti. Biz (de duasını kabul edip îman etmeyenlerin hepsini suda boğarak helâk ettik. Allah’a ve Peygamber’e isyan etmek neymiş bilsinler,) ne güzel cevap vermiştik! (Bk. Nûh, 26-28)

37/76. (Ancak) onu (Peygamberim Nûh’u) ve (îman etmiş) ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

37/77. Onun (Peygamberim Nûh’un) neslini yeryüzünde devamlı kalanlar kıldık. (Nûh (aleyhisselâm)'ın üç oğlu vardı. Bunlardan Sâm, Arapların, İranlıların ve Romalıların atası; Hâm, Sudanlıların atası; Yâsef ise Türklerin, Hazar (Tatar Türkleri), Ye'cûc ile Me'cûc ve orada bulunan kavmin atasıdır “Celâleyn”.)

37/78. Sonradan gelenler arasında ona (Peygamberim Nûh’a Kıyâmet’e kadar büyük bir saygı ve güzel bir ün) bıraktık.

37/79. Âlemler içinde (Peygamberim) Nûh'a selâm olsun! (Allahü teâlâ, Nûh aleyhisselâm’a selâmı, melekler, insanlar ve cinler arasında sâbit ve devamlı kılmıştır “Medârik”. )

37/80. İşte biz (şanı yüce Allah,) Muhsinleri (dine uygun iyi ve faydalı işler yapanları) böyle mükâfatlandırırız. (Hazret-i Nuh'un, duasını en güzel şekilde kabul etmek, zürriyetini kalıcı kılmak, güzel hatıratını sürekli kılmak ve kıyamete kadar bütün âlemlerin ona selâm vermesi gibi ihsanda kemâle ermiş olanların hepsini böyle kâmil bir mükâfatla mükâfatlandırırız. “Ebussuûd Efendi”)

37/81. Çünkü o (Peygamberim Nûh) bizim mü'min kullarımızdandı.

37/82. Sonra biz (şânı yüce Allah,) (Peygamberim Nûh’a îman edenlerin dışında) diğerlerini (kâfirlerin hepsini) suda boğduk.

37/83. Şüphesiz (Peygamberim) İbrahim de O'nun (Hazret-i Nûh’un) taraftarlarından (îmanda ve şeriatın aslında aynı milletten) idi.

37/84. O zaman (Hazret-i İbrâhim), Rabbine temiz (hâlis) bir kalple gelmişti.

37/85. Hani babasına (atası, amcası Âzer’e) (*) ve kavmine şöyle demişti: "Siz neye (putlara) tapıyorsunuz?"

(*) Tefsir kitaplarında Hazret-i İbrâhim’in babası ile ilgili şu bilgi verilmektedir:

Hazret-i İbrahim’in basının adı Târuh idi. Âzer, amcasıydı. Araplarda “eb/baba” amca için de kullanılırdı. Âzer, kâfirdi. Puta tapıyordu. Bu konuda kadim tefsirlerde geniş bilgi vardır.

Bk. En’âm sûresi,74’üncü âyetin tefsiri için:

1) Babasının adı Târuh idi: Taberî, Beydâvî, Medârik/Nesefî, Mazherî, Râzî, Semerkandî.

2) Âzer,”put” ismidir: Dürru’l-Me’sûr, Taberî.

3) Âzer, amcasının adı idi: Mazherî, Râzî.

37/86. "(Yüce) Allah'ı bırakıp da (ibâdet etmek için) birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?"

37/87. "O hâlde, (siz putlara taparken ibâdet edilmeye yegâne lâyık olan) âlemlerin Rabbi (Allah) hakkında ne düşünüyorsunuz?" (O’nun sizi cezasız bırakacağını mı zannediyorsunuz? )

37/88. Derken (Hazret-i İbrâhim) yıldızlara bir bakış baktı,

37/89. (Kralları Hazret-i İbrâhim’e “Yarın bizim bayramımızdır. Bizimle birlikte bayrama çık” diye haber gönderdi. O da doğmakta olan bir yıldıza baktı ve “Bu yıldız ben hasta olacağım vakit doğar” Galiba) "Ben hastayım" dedi.

37/90. Bunun üzerine (haber getirenler, hastalık kapmamak için) arkalarını dönüp (bayram yerine gitmek üzere) ondan uzaklaştılar. (Hazret-i İbrahim, kavminin tapmakta oldukları putların fayda ya da zarar veremeyeceklerini göstermek için yalnız kalıp putları kırmak istiyordu. Yıldızlara bakarak "Ben hastayım" demişti “Beydâvî”.)

37/91. (Hazret-i İbrahim,) onların putlarına gizlice gitti ve şöyle dedi: (Şu yanınızda bulunan yemekleri) "yemez misiniz?"

37/92. (Putlara) "Ne diye konuşmuyorsunuz?" (dedi.)

37/93. Derken (Hazret-i İbrahim, o putların) üzerlerine gizlice yürüyüp sağ eliyle onlara (güçlü) bir darbe indirdi.

37/94. (Bayram yerinden döndükten sonra putlarının kırıldığını gören kavmi telaş içinde) koşarak ona (bayram yerine gelmeyen Hazret-i İbrahim’e) yöneldi. (Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? “Enbiya,56” dediler.)

37/95. (Hazret-i İbrahim, kavmine) şöyle dedi: "Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?"

37/96. "Hâlbuki (mutlak kudret sahibi Allah,) sizi ve yaptıklarınız (putlar)ı O yaratmıştır."

37/97. (Kavmi:) "Onun için bir bina yapın (içinde ateş yakın,) sonra onu (Hazret-i İbrahim’i) alevli ateşe atın" dediler.

37/98. Böylece ona (Hazret-i İbrahim’e) bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları (kavmini) en alçak kimseler kıldık. (Peygamber’im İbrahim ateşe atılınca "Hasbiyallahü ve ni'me'l-vekil/Bana Allah yeter, O ne güzel vekildir!" dedi. Biz de: Ey ateş! İbrâhîm’e karşı serin ve selâmet ol, dedik “Enbiya,69”. Böylece onu sâlimen ateşten koruduk.)

37/99. (Peygamber’im İbrahim:) "Ben (bu küfür diyarı “Bâbil”den ayrılarak) Rabbime (O'nun emrettiği yere “Beyt-i Makdis”e Şam topraklarına) gideceğim. O, beni hidayete kavuşturacaktır (bana doğru yolu gösterecektir)", dedi.

37/100. (Peygamber’im İbrahim:) Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk ihsan et, (diye dua etti.)

37/101. Biz de ona (Peygamber’im İbrahim’e) halîm (uysal) bir oğul (İsmâil’i) müjdeledik.

37/102. (Çocuk İsmâil,) Onunla (babasıyla) birlikte koşup yürüyecek (on üç) yaşa gelince (babası) İbrahim ona, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.

37/103. Böylece ikisi de (baba-oğul Allah’ın emrine) teslim oldular. (Peygamberim) İbrâhîm, onu (boğazlamak için) alnı üzerine yatırdı. (Bıçağı boğazına sürttü. Fakat bıçak kesmedi. Herşeye kâdir olan Allah, o anda bıçağın kesme özelliğini almıştı.)

37/104. (Peygamberim İbrâhîm, oğlu İsmail’i boğazlamak için alnı üzerine yatırıp bıçağı da sürtünce:) Ona şöyle seslendik: "Ey İbrahim!"

37/105. "Gerçekten sen rüyana sâdık kaldın. (Boğazlama emrini yerine getirdin. Fakat biz, bıçağa “kesme!” dedik.) Şüphesiz biz, Muhsinleri (dine uygun iyi ve faydalı işler yapanları) böyle mükâfatlandırırız."

37/106. "Şüphesiz bu, çok açık bir belâ (imtihan)dır."

37/107. Biz (şânı yüce Allah), (Peygamberim İbrahim'e “boğazlama”ya bedel olarak) büyük bir kurbanlık vererek onu (oğlu İsmail'i) kurtardık. (Hazret-i İbrâhîm, o esnada Cibrîl aleyhisselâm’ın “Cennet”ten getirdiği bir koçu tekbir getirerek kurban etti.)

37/108. Ona (Peygamberim İbrahim’e) sonradan gelen (peygamberler ve ümmet)ler arasında (güzel bir nâm/ün) bıraktık.

37/109. (Peygamberim) İbrahim'e selâm olsun.

37/110. İşte biz (şanı yüce Allah,) Muhsinleri (dine uygun iyi ve faydalı işler yapanları) böyle mükâfatlandırırız.

37/111. Çünkü o (Peygamberim İbrahim), bizim Mü'min kullarımızdandı.

37/112. Biz onu (Hazret-i İbrahim’i) salihlerden bir peygamber olmak üzere (Peygamberliği takdir edilmiş olan oğlu) İshak ile müjdeledik.

37/113. Biz onu (Hazret-i İbrahim’i) ve İshak'ı (din ve dünya bakımından) bereketli kıldık. Her ikisinin neslinde Muhsin (Mü’min, itâat eden) de var, açıkça kendine zulmeden (kâfir, isyan eden) de var.

37/114. Yemin olsun, biz (Peygamberlerim) Mûsa'ya ve Hârûn'a da lütufta bulunduk (Peygamberlik, dinî ve dünyevî iyilikler verdik).

37/115. Onları ve kavimlerini (İsrâil oğullarını) o büyük sıkıntıdan (suda boğulmaktan veya Fir’avun’ın zulümlerinden) kurtardık.

37/116. Onlara (Hazret-i Mûsa'ya, Hârun'a ve kavimlerine) yardım ettik de onlar, galip gelenler oldular.

37/117. Biz her ikisine (Mûsa ve Hârun aleyhime’s-selâm’a helâl ve haramı) açıklayan Kitâb'ı (Tevrât'ı) verdik.

37/118. Onları sırat-ı müstakîm’e (gösterdiğim doğru yola) ilettik.

37/119. Onlara (Hazret-i Mûsa ve Hârûn’a) sonradan gelen (peygamberler ve ümmet)ler arasında (güzel bir nâm/ün) bıraktık.

37/120. (Peygamberlerim) Mûsa ve Hârûn’a selâm olsun.

37/121. İşte biz (şanı yüce Allah,) Muhsinleri (dine uygun iyi ve faydalı işler yapanları) böyle mükâfatlandırırız.

37/122. Çünkü her ikisi (Peygamberlerim Mûsa ve Hârûn), bizim Mü'min kullarımızdandı.

37/123. Şüphesiz İlyâs da peygamberlerdendi.

37/124. (Hatırla) o zaman kavmine şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?"

37/125. O en güzel yaratanı bırakıp da Ba’l (isimli put)a mı tapıyorsunuz? (“Ba’l” putuna tapanlar, Şam diyarındaki “Ba'le-Bekke” ahâlisindendirler. Ayetteki “ahsene’l-hâlikîn” ifadesini Müfessirler, “yaratıcıların en güzeli” değil, “en güzel yaratıcı” olarak tefsir etmişlerdir. Çünkü insanlar, yaparlar, yaratamazlar “Kurtubî”. Bir çok Müfessir de “hâlikîn” kelimesinin “sâni’în/yapıcılar” anlamında olduğunu kaydetmişlerdir. Ayetteki “halk”, mecâzîdir/kendi anlamında değildir. “Mâtürîdî”.)

37/126. (Herşeye kâdir) Allah, sizin de Rabbinizdir, evvelki atalarınızın da Rabbidir.

37/127. Onu (Peygamberim İlyâs’ı) yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürüleceklerdir. (Hazret-i İlyâs, Benî İsrâil’e gönderilen peygamberlerdendir. Şâm ve Ba’lebek civârında yaşadı. İnsanlara Hazret-i Mûsa’nın tebliğ ettiği “dini/şeriati” yaymakla vazifelendirilmişti.)

37/128. (Peygamberim İlyâs’ı kavmi yalanladılar.) Ancak Allah'ın ihlâslı (Mü’min) kulları müstesna (onlar yalanlamadılar).

37/129. Biz ona (Hazret-i İlyâs’a) sonradan gelen (peygamberler ve ümmet)ler arasında (güzel bir nâm/ün) bıraktık.

37/130. (Peygamberim) İlyâsîn’e (İlyâs’a) selâm olsun.

37/131. İşte biz (şanı yüce Allah,) Muhsinleri (dine uygun iyi ve faydalı işler yapanları) böyle mükâfatlandırırız.

37/132. Çünkü o (Peygamberlerim İlyâs), bizim Mü'min kullarımızdandı.

37/133. Şüphesiz (Hazret-i) Lût da (gönderdiğimiz) peygamberlerdendi.

37/134. (Hatırla) ki, hem onu, hem de ehlinin (ailesinin) hepsini kurtarmıştık.

37/135. Ancak (azapta) kalanlar arasında yaşlı bir kadın (kâfir olan zevcesi/eşi) dışında (hepsini kurtarmıştık).

37/136. Sonra da diğerlerini (kâfir olanları) helâk (yok) ettik.

37/137. Elbette siz, sabahleyin onlara (Şam ticaretine çıkarken harabeye dönmüş yurtlarına) uğrarsınız. (Çünkü Sodom kenti o yolun üzerindedir.)

37/138. (Lût kavminden îman etmeyenleri helâk ettik. Şehirlerini harabeye çevirdik. Onların yanından gündüz) gece (sabah-akşam geçiyorsunuz. İsyan edenleri nasıl cezalandırdığımızı görüyorsunuz.) Artık aklınızı kullanmaz (ibret almaz) mısınız?

37/139. Şüphesiz (Hazret-i) Yûnus da (gönderdiğimiz) peygamberlerdendi. (Musul yakınlarındaki Nineve “Ninova” ahâlisine gönderilen peygamberdir. Hazret-i Yûnus kendisini balık yuttuğu için, “Zü’n-nûn” ve “Sâhib-i Hût” lâkaplarıyla anılır.)

37/140. (Hatırla) ki, o (Yûnus peygamber, itâat etmeyen ve isyan eden kavmine kızdığından dolayı “Allah’ın emri gelmeden” onları isyanlarıyla başbaşa bıraktı ve oradan) ayrılarak (Akdeniz’de) yüklü bir gemiye bindi.

37/141. (Hazret-i Yûnus, gemiye bindi, fakat gemi, durdu. Bunun üzerine gemiciler: “Burada efendisinden kaçan bir köle var. Kur’a çekelim” dediler.) Kur'a çekti ve kaybedenlerden oldu. (O da “kaçan benim” diyerek kendini denize attı.)

37/142. Böylece Yûnus (peygamber), kendini kınamış bir hâlde iken onu balık yuttu.

37/143. Eğer (Peygamberim Yûnus, yüce Zât’ımın ismini) çok tesbih edenlerden olmasaydı (insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. Onun tesbîhi: “Lâilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn/ Senden başka hiç bir ilâh yoktur, seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum.” diye dua etmişti “Enbiyâ’,87”.) (Sıkıntıya düşmüş ve başı belâya giren bir müslüman “bu dua”yı okursa, Allahü teâlâ mutlaka onun duasını kabul buyurur “Tirmizî, Deavât 81”.)

37/144. Elbette (Peygamberim Yûnus, çok tesbih edenlerden olmasaydı) insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.

37/145. Derken biz onu (Peygamberim Yûnus’u) hasta bir hâlde ağaçsız, açık bir yere (sahile) attık.

37/146. Üzerine (gölge vermesi için) geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. (Çoğunluk onun kabak olduğunu söyler. Onu yaprakları ile kapattı, sineklerin konmasına mani oldu; çünkü sinek ona konmaz. Şu da buna delâlet eder: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e: Siz kabağı çok seviyorsunuz, dediler. O da: Evet, o, kardeşim Yûnus'un ağacıdır, dedi. Onun incir veya muz olduğu da söylenmiştir. Dalları ile gölgelendi, meyvesinden de orucunu açtı.)

37/147. Biz onu (Hazret-i Yûnus’u) yüz bin yahut daha fazla insana (Musul’da Ninova halkına) peygamber olarak gönderdik.

37/148. Nihayet onlar (Musul’da Ninova halkı) îman ettiler. Biz de onları (ecellerinin sona ereceği) bir müddete kadar geçindirdik (yaşattık).

37/149. (Ey Resûlüm!) Onlara (“Melekler, Allah’ın kızlarıdır” diyen o kâfirlere) sor: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı?

37/150. Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da onlar (kâfirler, buna) şâhid mi oldular (ki, “Meleklerin dişi olduğunu” söylüyorlar)? (Onlar, bizzat Allah'ın kulları olan Melekleri dişi kabul ettiler. Acaba kendileri onların yaratılışlarına şahit mi oldular? “Zuhruf,19”.)

37/151. Haberin olsun ki, onlar (Allah’a iftira atan o kâfirler,) uydurmalarından dolayı şöyle derler:

37/152. "Allah, doğurdu (çocuk sâhibi oldu)" diyorlar. Onlar, elbette yalan söylüyorlar.

37/153. (Yoksa her türlü kusur ve noksanlıktan münezzeh “uzak” olan) Allah, kızları erkeklere tercih mi etti? (Kâfirler, neye dayanarak bunu söylüyorlar?)

37/154. (Ey Allah’a iftira eden kâfirler!) Ne oluyor size? Nasıl (böyle fâsit) hüküm veriyorsunuz?

37/155. (Yüce Allah’ın çocuğu olmasının muhal/imkansız olduğunu) hiç düşünmüyor (aklınızı çalıştırmıyor) musunuz?

37/156. Yoksa sizin (Meleklerin, Allah'ın kızları olduğuna dair) açık bir deliliniz mi var?

37/157. Eğer doğru söylüyosanız (o zaman) getirin (içinde deliller bulunan) kitabınızı!

37/158. (Kâfirler, yüce) Allah ile cinler arasında bir nesep (soy bağlantısı) uydurdular. Yemin olsun ki, cinler(den bu iftirayı yapanların) da muhakkak Allah'ın huzuruna getirileceklerini (ve cehenneme atılacaklarını) bildiler (bilmektedirler).

37/159. (Yüce) Allah, onların (Müşriklerin, “Allah'ın çocuğu vardır” şeklinde) isnat ettiklerinden uzaktır, yücedir.

37/160. Ancak Allah'ın ihlâslı (Mü’min) kulları bunlar gibi değildir. (Onlar, böyle küfür sözler söylemezler.)

37/161. (Ey Müşrikler!) Ne siz, ne de tapmakta olduğunuz putlar (hiçbiriniz, Allah’a karşı insanları azdırıp Cehennem’e girecek olandan başkasını, ifsat edemezsiniz.)

37/162. (Ey Müşrikler!) Ne siz, ne de tapmakta olduğunuz putlar) Allah’a karşı (insanları) azdırıp (Cehennem’e girecek olandan başkasını) ifsat edemezsiniz.

37/163. (Ey Müşrikler! Ne siz, ne de tapmakta olduğunuz putlar, hiçbiriniz Allah’a karşı insanları azdırıp) Cehennem’e girecek olandan başkasını (ifsat edemezsiniz).

37/164. (Melekler, kendilerine tapanları reddetmek için şöyle derler:) "Bizim her birimizin (başta yüce Allah’ı tesbih olmak üzere belli bir kulluk görevi ve bu göreve ait) bilinen bir makamı vardır."

37/165. "Şüphesiz biz (Melekler, verilen emir ve tâatı yerine getirmek üzere namaz düzeninde kimi ayakta, kimi rükûda, kimi secdede saf) saf duranlarız."

37/166. "Şüphesiz biz (Melekler, yüce Allah'ı “sübhânellah” diyerek noksan sıfatlardan tenzih ve) tesbih edenleriz."

37/167. (Hazret-i Peygamber gelmeden önce Müşrikler) şöyle diyorlardı:

37/168. “Eğer yanımızda evvelkilerin (Tevrat ve İncil gibi kitaplarından) bir zikir (kitap) olsaydı.

37/169. Elbette biz (ibâdet ve tâatte bulunarak) Allah’ın ihlâs sahibi kullarından olurduk.”

37/170. Fakat (semâvî kitapların özü ve en şereflisi Kur’ân gelince) onu inkâr ettiler. Yakında (o Müşrikler, sonlarının ne olacağını) bilecekler.

37/171. Yemin olsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:

37/172. "Onlara (Peygamberlerime) mutlaka yardım edilecektir."

37/173. "Şüphesiz ordularımız (Mü’minler, kâfirlere karşı) galip geleceklerdir." (Onlar, muzaffer olacaklardır. Dünyada zafere ulaşamayan Mü’minler de mutlaka Ahiret’te galip geleceklerdir.)

37/174. O hâlde (ey Resûlüm,) bir süreye (“Bedir” veya Mekke’nin fethine) kadar onlardan (kâfirlerden) yüz çevir. (Onların sözlerine aldırış etme, sabret.) (Bu âyet, cihat emri gelmeden önceki âyet-i kerimelerdendir “Kurtubî”.)

37/175. (Ey Resûlüm!) Gör onları (kâfirleri), yakında onlar (azâbımızı, inkârlarının cezâlarını mutlaka) görecekler.

37/176. Yoksa onlar (kâfirler,) azabımızı acele mi istiyorlar? (Çünkü kâfirler, “o söylenen azap ne zaman gelecek?” diye alay ediyorlardı.)

37/177. Fakat azabımız onların yurtlarına (bölgesine) indiğinde, (gelecek tehlikelere karşı) korkutulmuş (uyarılmış) olanların sabahı ne kötü olur (olacak)!

37/178. (Ey Resûlüm!) Bir süreye kadar onlardan (o kâfirlerden) yüz çevir (onları kendi hallerine bırak).

37/179. (Ey Resûlüm! Ayetlerle alay eden o kâfirlerin) gör (hâlini!). Onlar, yakında (azabı) göreceklerdir.

37/180. Senin Rabbin her türlü noksanlıktan münezzehtir (uzaktır). Senin Rabbin izzet (kudret ve şeref) sahibidir, onların (kâfirlerin) isnat etmekte oldukları vasıflardan berîdir, yücedir.

37/181. Selâm olsun gönderilen (bütün) Peygamberlere!

37/182. Hamd, âlemlerin Rabbi olan (yüce) Allah'a mahsustur.

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿