38. SÂD SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

38/1. Sâd. O çok şerefli Kur'ân'a yemin olsun!

38/2. (Kur’ân’ı inkâr eden) o kâfirler, (onda kusur bulduklarından değil,) aksine kibir ve (dinde)  ayrılık içinde (olduklarından onu inkâr etmekte)dirler.

38/3. Biz onlardan (Kur’ân’ı inkâr edenlerden) önce nice nesilleri helâk ettik. (Kendilerine azap inince çığlıklar atarak) feryat ettiler, ama artık (yalvararak ve tevbe ederek) kaçma (ve kurtulma) zamanı değildi.

38/4. Kâfirler, kendilerine içlerinden (îman etmeyenlerin azap göreceklerini ve öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu bildiren) bir münzir (peygamber) gelmesine (Allah’ın “bir” olduğuna îman da’vetine) şaştılar ve şöyle dediler: "Bu, yalancı bir sihirbazdır."

38/5. (Kâfirler dediler ki, bu peygamber olduğunu iddia eden kişi, eskiden beri bizim tapa-geldiğimiz) "ilâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu, çok tuhaf bir şey (ve kabul edilebilir bir teklif değil, dediler)."

38/6. (Mekke Müşrikleri Ebû Tâlib’in evinde toplanmış ve Resûl-i Ekrem’i de da’vet etmişlerdi. Bu toplantıda Hazret-i Peygamber aleyhisselâm, Müşriklere “Allah’tan başka ilâh yoktur, deyiniz” teklifinde bulunmuştu.) Onlardan önde gelenler (birbirlerine): “Haydi yürüyün, ilâhlarınıza (putlarınıza tapmaya) devam edin. Şüphesiz sizden istenen budur!”  diyerek (meclisten) ayrılıp gittiler.

38/7. (Meclisi terkeden kâfirler, devam ederek:) “Biz bunu  (ilâhın tek olduğunu) son din (İsâ “aleyhisselâm”ın dinin)de işitmedik, Bu uydurmadan başka bir şey değidir dediler (dediler).

38/8. (Müşrikler:) Aramızdan zikir (Kur’ân), ona (Muhammed “aleyhisselâm”a) mı indirildi!” (dediler). Şüphesiz o kâfirler, benim zikrim (olan Kur’ân-ı Hakîm)den şüphe içindedirler. Şüphesiz onlar, benim henüz azabımı tadmadılar.

38/9. (Mekkeli kâfirler, kendi görüşlerine göre yetim gördükleri Muhammmed “aleyhisselâm”a peygamberliğin verilişini acayip ve tuhaf karşılamışlardı.) Yoksa azîz (sınırsız üstün güç sahibi) (ve) vehhâb (istediği her şeyi dilediğine bağışlayıcı) olan Rabbinin rahmet hazineleri (nübüvvet’in kime verileceğine dair “hazîne” anahtarları) onların yanında mıdır?

38/10. Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı (yönetim ve tasarrufu) onların mıdır?  (Risaletin kime verileceği ve vahyin kime geleceğini onlar mı kararlaştıracaklar?) Öyle ise sebeplere yapışarak (Arş’a) yükselsinler (ve vahyi/nibüvveti istedikleri kişilere indirsinler bakalım! Bu âyette kâfirlerle istihza/alay vardır “Beydâvî”.)

38/11. (Hazret-i Peygamberi ve Müslümanları öldürmek için tuzaklar kuran ve planlar yapan o kâfirler, yakında) şurada (Bedir mevkiinde) bozguna uğratılacak derme çatma bir ordudur.

38/12. Onlardan (Mekke kâfirlerinden) önce Nûh kavmi, Âd kavmi ve kazıklar sahibi (temelleri sağlam kazıklarla tahkim edilmiş binalar yaptıran) Fir’avun, (peygamberlerini) yalanlamışlardı.

38/13. (Mekke kâfirlerinden önce) Semûd (kavmi), Lût kavmi ve Eyke halkı da (Peygamberlerini yalanlamışlardı). İşte onlar da (peygamberlerine karşı birleşmiş) hiziplerdi (gruplardı).

38/14. (O hiziplerin/kavimlerin) hepsi, peygamberleri yalanladılar. Bu yüzden (onları) cezalandırmam hak oldu.

38/15. Bunlar da (Kurân’ı reddeden Müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri çevrilişi olmayan bir sayha (korkunç bir çığlık “Kıyamet nefhası”) bekliyorlar.

38/16. Müşrikler (alay ederek) şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce (bize) amel defterimizi hemen ver!"

38/17. (Resûlüm,) onların (kâfirlerin) söylediklerine sabret. (İbâdetinde) kuvvet sahibi kulumuz (ve Peygamber’im) Dâvûd'u hatırla. (Günaşırı oruç tutar, gecenin yarısını ibâdetle geçirir, üçte birinde uyur ve altıda birinde yine kalkıp ibâdet ederdi.) O, Allah'a (zikir ve tâatıyla) çok yönelen bir kimse idi.

38/18. Şüphesiz biz (şân-ı yüce Allah), dağları onun (Peygamber’im Dâvud’un) emrine boyun eğer kıldık. (Dağlar) akşamleyin ve kuşluk vakti onunla beraber (onun tesbihi ile kendi lisanlarıyla) tesbih ederlerdi.

38/19. (Her yönden gelip) toplanan kuşları da (onun emrine vermiştik). (Dağlar ve kuşlardan) her biri, ona (Hazret-i Dâvud’a) yönelmekte idi (onunla beraber yüce Allah’ı tesbih ederlerdi). (Hak teâlâ, Dâvud aleyhisselâm’a ihsan ettiği güzel ve gür sesi, kimseye vermemiştir. O, Zebûr’u okurken bütün vahşî hayvanlar etrafında toplanır, boyunlarını eğerek O’nu dinlerlerdi “Şehzâde”.)

38/20. Biz (Peygamber’im) Davud'un mülkünü (hükümranlığını heybetli kılmakla, zaferle ve ordu çokluğuyla) kuvvetlendirdi, ona hikmet (peygamberlik, kâmil ilim) ve faslü’l-hıtâb (hakkı batıldan ayırmakla davaları karara bağlama veya güzel ve açık konuşma kabiliyeti) verdik.

38/21. (Resûlüm,) sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar, (kapıdan girmelerine izin verilmediği için) duvarı aşarak ma’bede girmişlerdi.

(Hazret-i Dâvud, zamanını dörde ayırmıştı: Bir gün ibâdet için; bir gün dâvalara bakmak ve hükümet etmek için; bir gün kendi özel işleri için ve bir gün de vaaz ve nasihat için.

Rivayete göre, Hak teâlâ, Hazret-i Dâvud’a insan suretinde iki melek gönderdi. Bunlar, Hazret-i Dâvud'un yanına girmek istediler O gün davaların görüldüğü gün olmadığı için, muhafızlar izin vermediler. Onlar da kıpıdan değil, duvarlara tîmanarak ma’bede ve ibâdet etmekte olan Hazret-i Dâvud’un bulunduğu yere geldiler. Ancak bu iki kişinin “melek” olmadığını söyleyen Müfessirler de vardır. Fakat çoğu Müfessirler, bunların, “melek” oldukları görüşündedirler “Beydâvî, Medârik ve Râzî”.)

38/22. Hani (o iki kişi, Hazret-i) Dâvûd'un yanına girmişlerdi. (Peygamberim) Dâvûd, (izinsiz girip birden yanında peyda olan) onlardan korkmuştu. Onlar, "korkma! biz, birbirine hasım iki davacıyız. Birimiz diğerine haksızlık etti. Aramızda hak ile (adâletle) hükmet. Haksızlık etme ve bizi hak (sevaplı ve adaletli) yola ilet" dediler.

38/23. (İçlerinden biri şöyle dedi:) "Bu benim kardeşimdir (ortağımdır). Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken 'onu da bana ver' dedi ve tartışmada beni bastırdı (onunla baş edemedim)." (Buradaki “na’ce”, dişi koyun demektir ve “kadın”dan kinayedir “Beydâvî”.)

38/24. (Dâvud aleyhisselâm) dedi ki: "Yemin olsun, o kişi, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiş (haksızlık etmiş)tir. Zaten ortaklar (mallarını birbirine katanlar)dan çoğu, birbirine haksızlık ederler. Ancak îman edip salih ameller işleyenler müstesnadır ki, onlar da pek azdır." (Bunun üzerine insan şeklinde gelen o iki melek, kendi suretlerinde semaya yükselirken “kendi aleyhinde karar verdi” dediler. Bunu duyan Hazret-i Dâvud, hadisenin farkına vardı ve hata ettiğini “zellede bulunduğunu” anladı.) (Peygamberim) Dâvud, (bununla) bizim kendisini imtihan ettiğimizi (ona bir belâ vereceğimizi) sandı ve hemen Rabbinden istiğfar (bağışlanma) diledi, eğilerek secdeye kapandı ve (tevbe ile bize) yöneldi.

(O zamanki şeriate göre 99 hanımı olan Hazret-i Dâvud, bir kadınla daha evlenip - kendisinin halifesi olacak - erkek bir çocuğunun olmasını istemiştir. O hanımdan da ileride peygamber olacak Süleyman aleyhisselâm doğmuştur. Peygamberler “aleyhisselâm”, vahiy ve ilhamla hareket ederler. Hiçbir zaman nefsî hareket etmezler. Onlar, halkın takbih ettiği, kötü gördüğü, çirkin bildiği işler yapmaz ve asla günah işlemezler. Ancak bazan “evlâyı terketmek” suretiyle hata/zelle işleyebilirler. Bu durumda ikaz edilirler/uyarılırlar. O zaman da onlar, hemen tevbe ve istiğfarda bulunurlar. Bu husus, Hazret-i Âdem, Yûnus ve Yûsuf “aleyhimü’s-selâm” gibi peygamberlerde açıkça görülmektedir.

Hazret-i Dâvud da son evliliğinde nişanlı bir kadına tâlip olduğundan mı, yoksa karşına gelen davacılardan her ikisini dinlemeden birinin sözüne göre hemen hüküm verdiğinden mi veya başka bir sebeple hata/zelle işlemiştir. Ancak Müfessirler, Hazret-i Dâvud’un hangi fiilinin “zelle” olduğu konusunda ittifak etmemişlerdir. Bununla beraber, Beydâvî ve Razî, ilgili âyetlerin tefsirlerinde, Dâvud peygamber’e çirkin isnatlar yapıldığını, hakkında rivayetler uydurulduğunu, hatta iftira edildiğini beyan etmişlerdir. “O Peygamber, bu kötü isnatlardan beridir, uzaktır.” kaydını koymuşlardır.)

38/25. Biz de ondan (Hazret-i Dâvud’dan) bunu (istiğfara sebep olan “zelle”sini) bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için (zaman ve mekândan uzak) bir yakınlık ve (Ahiret’te) dönüp geleceği güzel bir yer (cennet) vardır.

38/26. Ona dedik ki: "Ey Dâvud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife (peygamber ve hükümdar) yaptık. İnsanlar arasında hak ile (Allah’ın hükümleriyle, adaletle ve her iki tarafı dinleyerek) hüküm ver. (Adaleti zedeleyen ve haksızlığı sonuçlandıran hareketlerden uzak dur) heva ve hevese uyma, yoksa bu seni Allah'ın yolundan (hakkı gösteren delillerden) saptırır (uzaklaştırır). Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar yok mu, onlara hesap gününü unuttuklarından dolayı pek şiddetli bir azap vardır."

38/27. Biz (şanı yüce Allah,) göğü, yeri ve ikisi arasındakileri bâtıl (hikmetsiz, boş yere) yaratmadık (Oyun için de yaratılmadı “Enbiyâ,16”). Bu (boşuna yaratılma iddiası) kâfirlerin zannı (ba’si/ölümden sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr ettiklerinden dolayı)dır. Artık o kâfirlerin (Cehennem) ateşinden vay hâline!

38/28. Yoksa biz, îman edip de (namaz, oruç, zekât, zikir ve cihad gibi) salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi (bir) mi tutarız? Yoksa takva sahiplerini (haram işlemekten uzak duranları), (her türlü kötülüğü yapan) kâfirler gibi (eşit) mi kılarız? (Hayır, Mü’minleri cennet’le mükâfatlandıracağız, kâfirleri de cehennem’le cezalandıracağız.)

38/29. (Resûlüm,) sana (bu) mübarek Kitab (Kur'ân’)ı indirdik ki, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye.

38/30. (Peygamber’im) Dâvûd'a (oğlu) Süleyman'ı ihsan ettik. O (Peygamber’im Süleyman) ne güzel kuldu! Şüphesiz o, (Allah'a tesbih, zikir ve tevbe ile) çok yönelen (rucû’ eden)di.

38/31. Hani ona (öğleden sonra) akşama doğru safin (bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağının üzerinde duran saf kan) koşu atları arz olunmuştu.

38/32. (Peygamber’im Süleyman:) Gerçekten ben, hayır (at) sevgisini Rabbimin zikrinden (ikindi namazına yada o vakitteki ibâdetime bedel) istedim (de Rabbime ibâdetten uzak kaldım) dedi. Nihayet (güneş) perde ile (gecenin başlamasıyla dağın arkasında) kayboldu.

38/33. (Peygamber’im Süleyman:) "Onları (atları) bana geri getirin." dedi. (Bu atlar - bir rivayete göre - bin civarında idi. Atlar gelince de) bacaklarını ve boyunlarını kesmeye (onları kurban etmeye veya okşamaya) başladı (Beydâvî, Medârik, Kurtubî, Râzî ve diğerleri).

38/34. Yemin olsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tevbe edip bize yöneldi. (Buradaki “ceset” mecazîdir, gerçek ceset değildir. Bu cesetle başka bir şey ifade edilmektedir. Bütün mecazî ifadeler böyledir. Onlar, “kördür”, deniliyor, beden gözleri kör değil, îman etmedikleri için kalp gözleri kastediliyor. Ancak “ceset”i mecaz olarak değil, “hakikat” olarak alan Müfessir de vardır “Beydâvî”.

Hazret-i Süleyman, bir hata/zellesinden dolayı pişman olmuş ve tevbe ederek Allah’a yönelmiştir.)

38/35. (Peygamber’im) Süleyman: "Ey Rabbim! Beni affet (hatamı/zellemi bağışla). Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (idaresi: Hükümdarlık) ver! Şüphesiz sen (yüceler yücesi ihsan sahibisin,) muhakkak ki sen, vehhâbsın (çok lütufkâr, istediğini istediğine verensin!)" dedi. (Bu ve 34. âyetin tefsirinde Hazret-i Süleyman’ın hatası/zellesi ile ilgili peygamberlik sıfatlarına yakışmayacak bazı rivayet ve hikâyeler anlatılmaktadır. Ancak Müctehid Müfessirler, bunları ihtiyatla karşılıyor, bazılarını da reddediyorlar “Medarik ve Râzî”.)

38/36. Biz de rüzgârı onun (Peygamber’im Süleyman’ın) emrine verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif (insana ferahlık vererek) eserdi.

38/37. Şeytanları da (Peygamber’im Süleyman’ın emrine verdik). (Onlardan) her biri  (acaip binalar inşa eden) bina ustası ve (denizden inci çıkaran) dalgıç (idi). (Şeytanlar kavramına cinler de dahildir “Râzî”.)

38/38. (O şeytanlardan) diğerlerini de demir halkalara (zincirlere) bağlı olarak (Peygamber’im Süleyman’ın emrine verdik).

38/39. (Peygamber’im Süleyman’a) işte bu (mülk, hükümdarlık ve geniş imkân) bizim sana ihsanımızdır. Artık sen (onu, istediğine) hesapsızca ver yahut verme (bu konuda sana vebal ve günah yoktur)" dedik.

38/40. Şüphesiz bizim katımızda onun (Peygamber’im Süleyman) bir kurbiyeti (manevî yakınlığı) ve (cennete kavuşma gibi) güzel bir geleceği vardır.

38/41. (Resûlüm,) kulumuz (ve peygamberim) Eyyûb'u da an. Hani o, Rabbine, "Şeytan bana bir yorgunluk (hastalık) ve azap (üzüntü) dokundurdu." diye seslenmişti. (Eyyüb aleyhisselâm, edebe aykırı olmaması için, hastalık ve üzüntüsünü Şeytan’a isnat etti. Hâlbuki hastalığı da üzüntüyü de veren/yaratan, Allahü teâlâ’dır “Celâleyn ve Beydâvî”. Müfessirler, Hazret-i Eyyûb ile ilgili peygamberlik sıfatlarına yakışmayan rivayetleri reddetmektedirler “Razî”.)

38/42. (Biz de peygamberim Eyyûb'e:) "Ayağını yere vur! (dedik. O da vurdu. Biri sıcak, diğeri soğuk olmak üzere iki pnar kaynadı.) İşte yıkanacak (sıcak) ve (işte) içecek soğuk (su, diye vahyettik.)"

38

(O şeytanlardan) diğerlerini de demir halkalara (zincirlere) bağlı olarak (Peygamber’im Süleyman’ın emrine verdik).

39

(Peygamber’im Süleyman’a) işte bu (mülk, hükümdarlık ve geniş imkân) bizim sana ihsanımızdır. Artık sen (onu, istediğine) hesapsızca ver yahut verme (bu konuda sana vebal ve günah yoktur)" dedik.

40

Şüphesiz bizim katımızda onun (Peygamber’im Süleyman) bir kurbiyeti (manevî yakınlığı) ve (cennete kavuşma gibi) güzel bir geleceği vardır.

41

(Resûlüm,) kulumuz (ve peygamberim) Eyyûb'u da an. Hani o, Rabbine, "Şeytan bana bir yorgunluk (hastalık) ve azap (üzüntü) dokundurdu." diye seslenmişti. (Eyyüb aleyhisselâm, edebe aykırı olmaması için, hastalık ve üzüntüsünü Şeytan’a isnat etti. Hâlbuki hastalığı da üzüntüyü de veren/yaratan, Allahü teâlâ’dır “Celâleyn ve Beydâvî”. Müfessirler, Hazret-i Eyyûb ile ilgili peygamberlik sıfatlarına yakışmayan rivayetleri reddetmektedirler “Razî”.)

42

(Biz de peygamberim Eyyûb'e:) "Ayağını yere vur! (dedik. O da vurdu. Biri sıcak, diğeri soğuk olmak üzere iki pınar kaynadı.) İşte yıkanacak (sıcak) ve (işte) içecek (tatlı) soğuk (su, diye vahyettik.)"

38/43. Biz ona (Peygamberim Eyyûb'e) tarafımızdan bir rahmet ve (sabrını örnek alan) akıl sahiplerine bir hatırlatma (ve ibret) olmak üzere (etrafa dağılan) ailesini (biraraya topladık veya ölen çocuklarını dirilttik). Onlarla (mal, mülk ve çocuklarıyla) beraber (ona) bir o kadarını da bahşettik. (Böylece mal, mülk ve çocukları, eskisinin iki katı oldu.)

38/44. (Peygamberim Eyyûb’e) şöyle dedik: "Eline (ottan) bir demet sap al da onunla vur ve yeminini bozma." (Eyyûb aleyhisselâm, bir olaydan dolayı karısına yüz sopa vuracağına yemin etmişti. Allahü teâlâ, ona yeminini bozmaması için bu şekilde bir çözüm vahyetti.) Hakikaten biz (Peygamberim) Eyyûb'u (mal, mülk ve ailesiyle ilgili imtihanlarda çok) sabırlı bulduk. (O,) ne güzel kuldu! O, (bize) çok yönelen (iltica eden)di.

38/45. (Resûlüm, tâatte) kuvvetli ve (dinde) basiretli (peygamber) kullarımız(dan Hazret-i) İbrahim'i, İshâk'ı ve Ya’kûb'u (aleyhimü’s-selâm) da an.

38/46. Şüphesiz biz onları (peygamber kullarımızı), (Ahiret) yurdu(nu devamlı) hatırlamalarıyla temizleyip ihlâslı kimseler kıldık.

38/47. Hiç şüphe yok ki, onlar (peygamber kullarımız), bizim katımızda (kendi soylarından risaletle “peygamberlikle”) seçilmiş hayırlı kimselerdendir.

38/48. (Resûlüm, peygamberlerimden Hazret-i) İsmâil, el-Yesa' ve Zülkifl'i de an. (Alimlerden bir kısmı, “Hazret-i Zülkifl, peygamber değil, veli mübarek bir zâttır.” demişlerdir.) Hepsi, hayırlı (iyi) kimselerdendir. (İsrâîl oğullarından yüz peygamber, öldürülmek korkusu ile Hazret-i Zülkifl’e sığınmış, o da - her türlü yeme, içme ve giyim ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle - onlara kol ve kanat germiştir “Beydâvî ve Semerkandî”.)

38/49. (Peygamberler hakkında zikredilen) bu (şeref ve övgüler,) bir hatırlatmadır. Şüphesiz (haram gibi İslam dini’nin yasakladığı şeylerden uzak duran) müttakîler için elbette güzel bir gelecek vardır (ki, o da:)

38/50. Kapıları kendilerine (müttakîlere) açılmış olan Adn cennetleri(dir).

38/51. Onlar (müttakîler) orada (Adn cenneti’nde) koltuklara yaslanmış olarak pek çok meyve ve içecek isterler.

38/52. (Cennet’te Müttakîlerin) yanlarında gözlerini kendilerinden ayırmayan (hepsi) aynı yaşta (kocaları gibi 33 yaşında) güzel eşler vardır.

38/53. İşte bu (zikredilen cennet ve nimetler,) hesap günü için siz (Müttakîler)e (mükâfat olarak) va’d olunmaktadır.

38/54. İşte bu (zikredilenler,) bizim (Müttakîler’e verdiğimiz) rızkımızdır ki, o asla (bitip) tükenmez.

38/55. Bu (zikredilen cennet ve nimetler, ancak  Mü'minler içindir.) Fakat (kâfir olan) azgınlar için (ise), çok kötü bir dönüş yeri (cehennem) vardır.

38/56. Cehennem (ki,) oraya (kâfir olan azgınlar,) girerler. Ne kötü yataktır o! (Orası, ne kötü dönüş yeridir!)

38/57. İşte bu (azâp, kâfirler için hazırlanmıştır) ki, onu tatsınlar, (o da) kaynar su ve (cehennemdekilerin bedenlerinden akan) irindir.

38/58. (Cehennemde o kaynar su ve irin azap) şeklinden başka (daha) çeşit çeşit (azaplar da) vardır.

38/59. (Dünyada küfürde ve İslam’ı inkârda önder  ve yönetici olanlara şöyle denir:) "İşte şunlar (- ki, dünyada size tâbi olmuşlardı -) sizinle beraber (cehenneme) girecek bir grup!  (Kâfirlikte önder olanlar, kendilerine tâbi olanlara şu bedduada bulunurlar:) Onlara rahat ve huzur olmasın! (Onlar, rahat yüzü görmesinler!) Şüphesiz onlar (bize tâbi olduklarından değil, küfrü kendi irâdeleriyle seçtiklerinden dolayı) cehenneme gireceklerdir."

38/60. (Dünya’da İslam’ı kabul etmeyen liderlerin arkasından gidenler, önderlerine:) "Hayır (asıl) size rahat ve huzur olmasın! (Sizler, rahat yüzü görmeyin!)) Bu cehennemi bizim önümüze siz sürdünüz. (Bizim bu ateşe girmemize siz sebep oldunuz. Burası,) ne kötü durak (karargâhtır)!" derler.

38/61. (Cehennem’dekiler birbirlerine bedduaya devam ederek) şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim getirdiyse, (Kur’ân’ı, İslam’ı ve Peygamberin söylediklerini kim aşağılamış ve hükümleri çağdışı demişse, cehennemde) onun azabını bir kat daha artır."

38/62. (Dünya’da İslâm’ı inkâr eden, çağdışı ilân eden önder ve yöneticiler) şöyle derler: "Dünyada kendilerini (aşağıladığımız ve) kötü saydığımız adamları (kişileri) acaba (bu Cehennem’de) neden göremiyoruz?"

38/63. "(Kâfirlikte önder olanlar, küçük gördükleri ve tahkir ettikleri Mü’minlerle ilgili olarak yine şöyle derler:) Biz (dünya’da) onları(n îman, ibâdet ve Kur’ân’larını) alaya (ve eğlenceye) alırdık.  (Şu anda o kişileri cehennem’de göremiyoruz.) Yoksa gözler, onlardan başka tarafa mı kaydı?" (Yoksa onları gözden mi kaçırdık?)

38/64. Şüphesiz bu, cehennem ehlinin birbirleriyle çekişmesi (şikâyet ve bedduaları) kesin bir hakikattir (mutlaka gerçekleşecektir).

38/65. (Resûlüm,) de ki: "Ben ancak (îman etmeyenlerin cehennem’e gideceklerini ve yüce Allah’ın âsilere azabı olduğunu bildiren) bir münzir (korkutucu bir peygamber)im. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, (O, ortağı, eşi ve benzeri olmayan) vâhiddir (tek bir ilâhtır). (O Allah,) kahhârdır (her şeye hâkimdir ve yenilmeyen bir gâliptir)."

38/66. "O (Allah), göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi (yaratıcısı, idârecisi ve nizam vericisi)dir. Azizdir (sınırsız güç sahibidir), gaffârdır (tevbe eden Mü’minlerin günahlarını ve istediğinin istediği günahını bağışlayandır)."

38/67. (Resûlüm,) de ki: "(Âlemlerin rabbinin kelâmı olan) bu (Kur'ân veya Allahü teâlâ’nın “bir” olduğu yahut Âdem aleyhisselâm’ın yaratılışı), büyük bir haberdir."

38/68. "(Fakat) siz ise, ondan (Allah’a îmandan) yüz çeviriyorsunuz."

38/69. “Mele-i e’lâ’nın (en yüksek makamdaki Melekler topluluğu’nun) aralarında (Hazret-i Âdem’in halife olarak yaratılacağı ile ilgili) yaptıkları konuşmalar hakkında benim hiçbir bilgim yoktu." (Bütün bu gayb bilgilerini bana Rabbim bildirdi.)

38/70. "Bana ancak, benim apaçık bir nezîr (îman etmeyenlerin azâp göreceklerini bildirmekle görevli bir Resûl) olduğum vahyediliyor."

38/71. Hani (bir zamanlar), Rabbin Meleklere şöyle demişti: "Muhakkak ben çamurdan bir insan (Âdem) yaratacağım."

38/72. "Onu(n “Âdem” yaratılışını) tamamlayıp içine ruhumdan üflediğim zaman, (Meleklere) derhal ona (ibâdet için değil, saygı ve selâm için) secdeye kapanın!" (dedik “Bakara,34/Beydâvî ve Semerkandî”.)

38/73. Bunun üzerine bütün Melekler birlikte (Hazret-i Âdem’e saygı ve selâm için) secdeye gittiler.

38/74. Ancak (cinlerden olan “Kehf, 50” ve Melekler’in arasında bulunan) İblis, (secde etmedi). O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

38/75. (Yüce) Allah: "Ey İblis! İki elimle yarattığım (Âdem aleyhisselâm’)a (saygı için) secde etmekten seni ne men etti (hangi şey engelledi)? Kibirlilik mi gösterdin, yoksa (hak etmediğin) üstünlüklere mi sahip oldun?" dedi. (Ayetteki “iki elimle yarattım” mecazî bir ifadedir. Yüce Allah, bu ifade ile sınırsız kudretini göstermiştir “Beydâvî”. Ancak Müfessirler, “yed/el” kelimesinin “kudret” veya “nimet” ile tefsir edilerek manasının sınırlandırılmasının doğru olmayacağını beyan ederler “Râzî”. İnsanlarda da “el, yüz ve nefis” gibi organ ve özellikler vardır, ama bunların mahiyet ve görevleri sınırlıdır. Allahü teâlâ’nın sıfatlarının ihtiva ettiği anlam ise sınırsızdır. Onun için yüce Allah’ın bütün sıfatlarına ve mecazî olarak ifade buyrulan “yed, vech ve nefis” gibi kelâmî lâfızlarına teşbihe/benzetmeye kaçmadan inanmak ve kullanmak en doğru yoldur.

İsa aleyhisselâm, babasız yaratıldığı gibi, Hazret-i Âdem de, ana ve baba gibi bir vasıta olmadan yaratılmıştır. Çocukluk dönemini yaşamamıştır. Bâtıl tefsircilerin iddia ettikleri gibi yaratılmasında bir evrim de yoktur.)

38/76. (Yüce Allah’ın emrine karşı gelen) İblis, "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise (kuru) çamur (şekillenmiş balçık “Hıcr, 33”))dan yarattın" dedi “A’râf, 12”. (Böylece, fasit bir mantık yürüterek, ilâhî rahmetten uzaklaşmış ve Allah’ın lânetine uğramıştır “Nisâ, 118”.)

38/77. (Yüce) Allah, (emrini dinlemeyen İblis’e) şöyle dedi: "O takdirde çık oradan (cennetten), çünkü sen kovuldun (ilâhî rahmetten uzaklaştırıldın)."

38/78. "Şüphesiz benim lânetim (dünyada rahmetim ve dinimden uzak tutuşum, Âhiret’te de cennet’ten mahrum bırakışım “Mâturîdî”) ceza gününe (Kıyamet’e) kadar senin üzerinedir."

38/79. (Allah’ın lânetine uğrayan) İblis: "Ey Rabbim! O hâlde bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver." dedi.

38/80. (Allahü teâlâ, İblis’e:) “Haydi sen, (Kıyamet’e kadar) süre (mühlet) verilenlerdensin” buyurdu.

38/81. (Allahü teâlâ, İblis’e: “Sen,) belli bir vakte (Kıyamet’e) kadar (mühlet verilenlerdensin.” buyurdu).

38/82. (İblis) dedi ki: Senin izzet (ve şerefi)ne yemin olsun ki, mutlaka onların (kullarının) hepsini azdıracağım.

38/83. (İblis dedi ki: Senin izzet ve şerefine yemin olsun ki, mutlaka onların) içlerinden ihlâs sahipleri (Mü’min) kulların dışında (hepsini azdıracağım).

38/84. (Şeytan’ın: “İhlâs sahibi Mü’min kulların hâriç” sözüne karşılık, yüce) Allah, buyurdu ki: "İşte bu haktır (doğrudur. Çünkü: “Benim - Mü’min - kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin yoktur “Hıcr,42”. Allahü teâlâ’nın bir ism-i şerifi de “hak”tır “Nûr, 25”.) Ben de “hakk”ı söylerim:"

38/85. "Yemin olsun, cehennemi seninle (ve senin cinsinden olanlarla) ve onlardan (insanlardan) sana uyanların hepsiyle dolduracağım."

38/86. (Resûlüm,) de ki: "Ben (Peygamber olarak tebliğ görevinden dolayı) buna karş sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ben kendiliğinden (hareket eden ve verilmeyen bir görevle) yükümlülük (sorumluluk) altına girenlerden de değilim." (Ben, bir resûl olarak Allahü teâlâ’nın bana vahyettiği İslâm’ı size tebliği ediyorum.)

38/87. (Bütün insanlara ve cinlere gönderilmiş olan, hükümleri zaman ve mekânla sınırlı olmayan ve her türlü bilgisi tamamen gerçek ve doğru olan) "bu (Kur'ân), âlemler için ancak bir zikir (insanlara îman, ibâdet ve diğer kulluk görevlerini yapmaları konusunda ilâhî bir hatırlama ve rehber)dir."

38/88. "Bir süre (ölümden ve ikinci dirilişten) sonra onun (Kur’ân-ı Hakîm’in) haberlerinin (Kıyamet günü ne kadar doğru olduğunu) mutlaka bilecek (ve göreceksiniz)."

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿