43. ZUHRÛF SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

43/1. Hâ Mîm.

43/2. (Hidayet ve dalâleti, hak ve bâtılı, helâl ve haramı ve insanların ihtiyaç duyduğu her şeyi) açıklayan (bu) kitap (Kur’ân)a yemin olsun.

43/3. Şüphesiz biz onu (Kitab’ı,) (düşünüp) anlamanız için Arapça bir Kur'ân kıldık.

43/4. Şüphesiz o (Kur’ân), katımızdaki ana kitapta (Levh-ı Mahfuz'da) mevcuttur, (o,) aliyydir (ilâhî kitaplar içinde çok yüce ve mu’ciz “beliğ ve fasıh”dir), hakîmdir (başkası onu nesh edemeyecek şekilde muhkem ve hikmetlerle doludur).

43/5. (Ey îman etmeyi radderen kâfirler!) Siz (şirk koşarak) haddi aşan bir kavim (topluluk) oldunuz diye, sizi Zikir'le (Kur'ân'la) uyarmaktan (kâfirlerin cehenneme gideceğini bildirmekten ve haram ile helâli açıklamaktan) vaz mı geçelim? (Böylece emir ve yasaklardan kurtulayacağınızı düşünüyorsanız, bu çok yanlıştır. Şunu iyi bilin ki, Mü’minler’in cennete, kâfirlerin de cehhennem’e gidecekleri, muhakkaktır.)

43/6. Hâlbuki (seni bir peygamber olarak gönderdiğimiz gibi) daha önceki toplumlara da (hak ne bâtılı birbirinden ayımaları ve hidayet yolunu tutmaları için) nice peygamberler göndermiştik.

43/7. (O kavimler,) kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı. (Resûlüm, seni küçük gören ve sana hakaret edenlere karşı sabırlı ol!)

43/8. Fakat biz, kuvvet bakımından onlardan (senin kavminden) daha güçlü olanları helâk ettik. Evvelkilerin (küfür ve isyanda bulunanların helâklarına dair Kur’ân’da) misal(ler)i geçti!

43/9. Yemin olsun, onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Mutlaka onları (mülkünde) azîz (sınırsız güç sahibi ve) alîm (mahlûkatının gizli açık her şeyini bilen Allah) yarattı" diyeceklerdir.

43/10. O (Allah ki:) yeryüzünü size (yaşamanız ve karar kılmanız için) beşik yapan ve istediğiniz yere gidesiniz (veya yolunuzu bulasınız yahut Allah’ın nimetini bilesiniz) diye orada size yollar var edendir.

43/11. O (Allah ki:) gökten bir ölçüye (ihtiyacınıza) göre su indiren (yağmur yağdıran)dır. Biz onunla ölü (bitkisi olmayan kuru) araziyi canlandırdık. İşte siz de böyle (diriltilerek kabirlerinizden) çıkarılacaksınız.

43/12. O (Allah ki:) (Hayvan, bitki ve diğerlerinden) bütün sınıfları (tatlı, ekşi, beyaz, siyah, erkek, dişi gibi türleri) yarattı ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan (denizde ve karada üzerine) bineceğiniz şeyler halketti. (Suya kaldırma kuvveti ve binek hayvanlarına insan ve yük taşıma özelliği verdi.)

43/13. (Binek hayvanlarının) sırtlarına binin ve üzerlerine yerleştikten sonra Rabbinizin nimetini anarak: "Bunu bizim hizmetimize (emrimize) veren (Allah, her türlü noksanlıktan,) münezzehtir (uzaktır). Yoksa biz buna (ne kadar kendimizi zorlasak, yüce Allah’ın bize bahşettiği nimetleri karşısında hakkıyla şükürden âciz olduğumuzu idrak edemezdik. Eğer rabbimiz bize îman nimetini lütfetmeseydi, biz acizliğimizi anlama ve bu nimetlere kavuşma konusunda) güç yetiremezdik.” diyesiniz.

(Hadi-i şerifte buyrulmuştur:

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, ayağını üzengiye, koyduğu zaman "Bismillah!" derdi. Hayvanın sırtına yerleşince de şunu okurdu: "El-hamdü li’l-lâhi alâ külli hâl. Sübhane'llezi sehhare lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehü mukrinîn ve innâ ilâ rabbinâ le-münkalibûn / Her hâlü kârda Allah'a hamdolsun! Bunu bizim hizmetimize veren Allah'ın şânı yücedir; yoksa – nimetleri yaratıp bize ihsan etmeseydi - biz buna güç yetiremezdik ve şüphesiz biz, - sonunda - mutlaka Rabbimize döneceğiz “Ebu’s-suûd Efendi ve Kurtubî".)

43/14. “Şüphesiz biz (Ahiret’te) Rabbimize elbette döneceğiz”

43/15. (Kâfirler: "Melekler, Allah'ın kızlarıdır" demek suretiyle yüce Allah’ın) kullarından bir kısmını O'nun parçası saydılar. (Çünkü her çocuk, babasının bir parçasıdır. Hâlbuki melekler, Allah’ın kullarıdır.) Şüphesiz (bu inançta olan bir) insan, (küfrü) açık bir nankördür (kâfirdir).

43/16. Yoksa, (Allah,) yarattıklarından kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı?

43/17. Onlardan (müşriklerden) biri, Rahman'a isnad ettiği (kız çocuğu) ile müjdelendiği (doğum haberi geldiği) zaman, (hiddetlenerek) öfkesinden yüzü simsiyah kesilir.

43/18. Süs içerisinde (narin bir biçimde) yetiştirilen ve (hasımlarıyla) mücadelede açık olmayan (özellikleri gereği tartışma ve kavgaya girmek istemeyen kızlar)ı mı (Allah’ın çocuğu yaptılar)?

43/19. Onlar (müşrikler), Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. (Kâfirler,) onların yaratılışına şahit mi oldular (ki, bu iddiada bulunuyorlar)? Onların (yalan ve iftira) şahitlikleri yazılacak ve (Ahiret’te bundan dolayı) sorguya çekilecek (ve azap görecek)lerdir.

43/20. (Kâfirler,) "Eğer Rahman dileseydi, biz onlara (meleklere) tapmazdık" dediler. (Bu sözleriyle Allah’a iftira ettiler. Hâlbuki yüce Allah, küfürden râzı değildir.) Bu konuda hiçbir (delil ve) bilgileri yoktur.  Onlar, ancak yalan söylüyor (ve bühtanda bulunuyor)lar.

43/21. Yoksa (o kâfirler,) bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyor (onu mu mesned gösteriyor)lar?

43/22. Hayır (bunların hiç biri değil)! Onlar (putları ilâh edinen o kâfirler:) "Şüphesiz biz babalarımızı bir din (puta taparlık) üzerinde bulduk ve şüphe yok ki, biz onların izinde gidiyoruz." dediler.

43/23. İşte böyle (aynı senin kavminin dediği gibi Resûlüm,) biz senden önce hiçbir memlekete (Allah’ın “bir”liğini, gönderdiği dinin hak olduğunu ve bu dine inanmayanların cehenneme gideceklerini bildiren) bir nezîr (peygamber) göndermedik ki, oranın zenginlikle şımaran kişileri: "Şüphesiz biz babalarımızı bir din (putperestlik) üzerinde bulduk. Şüphe yok ki, biz de onların izinde gitmekteyiz." demiş olmasınlar.

43/24. (O peygamberlerden her biri, Allah’ın “bir”liğini kabul etmeyen kavmine:) "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz (din)den (dalâletten uzaklaştıran) daha doğrusunu (hak dinin gösterdiği hidayeti) getirmiş olsam da mı?" (beni dinlemeyeceksiniz) dedi. Onlar: "Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi (tek ilâh esasına dayanan dini) inkâr ediyoruz." dediler.

43/25. Bunun üzerine biz (şânı yüce Allah,) onlardan (peygamberlerini tekzip edenlerden) intikam aldık (onları cezalandırdık). (Peygamberlerim ile gönderdiğim tevhid dinini) yalanlayanların sonu, bak nasıl oldu? (Dünyada helâk oldukları gibi Ahiret’te de sonsuz azapta kalacaklardır.)

43/26. Hani (Peygamber’im) İbrahim, babasına (atası Âzer’e “bkz. Mümtehıne, 4”) ve kavmine şöyle demişti: "Şüphesiz ben sizin (ilâh olarak putlara) taptıklarınızdan uzağım."

43/27. ("Ben) ancak O, beni yaratan (Allah’)a (ibâdet ederim). Şüphesiz O, beni hidayete erdirecek (hidayette sabit kılacak)tır."

43/28. (Peygamber’im İbrahim) onu (“lâ ilâhe illâllah”ı), ardından gelecek (nesil)lere bâkî (kalıcı) bir kelime kıldı ki, onlar, (“tevhîd” dinine) dönsünler diye.

43/29. Şüphesiz ben onları (müşrikleri) ve atalarını, kendilerine hak (olan Kur'ân) ve (onu delil ve mu’cizelerle) açıklayan bir peygamber gelinceye kadar (dünya nimetlerinden) faydalandırdım. (Fakat verilen nimetlere aldanan kâfirler, nefis ve şeytanın telkinlerine uyarak “tevhîd”e dönmediler.)

43/30. Fakat kendilerine Hak (Kur’ân) gelince: "Bu bir sihirdir (büyüdür), biz onu kesinlikle inkâr ediyoruz" dediler.

43/31. (Kâfirler:) "Bu Kur'ân, iki şehrin (Mekke ve Taif’in) birinden büyük (Velîd b. Mugîre ve Urve b. Mes’ûd gibi zengin ve itibarlı) bir adama indirilmeli değil miydi?" dediler. (Muhammed aleyhisselâm’ı yetim ve fakir görmüşlerdi. Allah katında asıl büyüklüğün ne olduğunu bilmiyorlardı.)

43/32. Rabbinin rahmetini (vereceği “risalet”ini) onlar (müşrikler) mi bölüştürüyorlar? (Müşrikler, Muhammed aleyhisselâm’a verilen “nübüvveti/peygamberliği” kendilerine göre uygun bulmamış ve yakıştıramamışlardı. Zengin ve mütegallibe kimselere verilmesini lâyık görmüşlerdi.) Dünya hayatında onların geçimliklerini (rızıklarını) aralarında biz taksim ettik. Onlardan bazısını bazısına (zengin fakir, âlim cahil, âmir memur, patron işçi gibi) derecelerle üstün (ve muhtaç) kıldık ki, biri, diğerine iş gördürebilsin. Rabbinin rahmeti (peygamberlik, İslam, cennet gibi nimetleri), onların (dünyada) biriktirdikleri (mal, mülk, para gibi) şeylerden daha hayırlıdır.

43/33. Eğer insanlar (kâfirlere verdiğimiz nimetlere bakıp ve onlara özenip küfürde) bir tek ümmet hâline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman'ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıkacakları merdivenler yapardık.

43/34. Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (gümüşten) yapardık. (Bu 33 ve 34. âyetlerde anlatılanları kâfire vermekle, Mü'minin küfre dönme tehlikesi olmasaydı, elbette bunları kâfirlere verirdik. Çünkü dünyanın ve zinetlerinin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur “Kehf, 46”/“Celâleyn”.)

43/35. (O kâfirleri) altın ziynetler(e boğardık). Bütün bunlar (33, 34 ve 35. âyetlerde anlatılanlar), sadece dünya hayatının (geçici) meta’ı (mal, mülk ve zinetleri)dir. Rabbinin katında (makbul ve kıymetli olanlar ise, insanın) âhiret(te kurtuluşunu sağlayacak olan îman ve salih amellere sahip olmasıdır “Kehf, 46”. Bu durumda cennet,) Müttakîler (namaz, oruç, zekât gibi farzları yapan ve haramlardan uzak duranlar) içindir.

43/36. Kim, Rahman'ın zikri'ni (Resûlüllah’ın sunduğu Kur’ân ve İslâm’ı) görmezlikten gelir (o zikr’e yüz çevirir)se, biz (de) onun başına bir şeytan musallat ederiz (sararız). Artık o, onun (yanından) ayrılmaz (ona dâima kötülükler telkin eden) arkadaşı olur.

43/37. Şüphesiz onlar (şeytanlar), onları (İslam’dan yüz çevirenleri), (Resûlüllah’ın tebliğ ettiği ve açıkladığı hidayet) yol(un)dan saptırırlar. (Bu durumda) onlar (İslam Şer’ati’ni beğenmeyenler), (hâlâ) doğru yolda (hak üzere) olduklarını sanırlar.

43/38. Sonunda (Kıyamet günü) bize geldiğinde (İslam Şer’ati’ni beğenmeyen kişi, Şeytan’a:) "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! (Sen benim için) ne kötü arkadaşmışsın!" der.

43/39. (Yüce Allah,) onlara (Şeytan’ın telkinlerine uyanlara:) "(Niye suçu Şeytan’a atıyorsunuz.) bugün (bu şekilde bir temenni “38. âyet”) size asla fayda vermez. Çünkü (dünyada İslam Şeri’ati’ni tezyif ve tahkir ederek sizler kendinize) zulmettiniz. Sizler (Şeytan ve İslam’a yüz çevirenler, hepiniz) azapta ortaksınız." (denir.)

43/40. (Resûlüm, “hakk”a kulaklarını tıkayan) sağırlara sen mi duyuracaksın yahut (hak olan İslam’ı görmeyen) körleri ve açık bir dalâlet (küfür) içinde olanları sen mi hidayete (yüce Allah’ın razı olduğu yola) erdireceksin? (Çünkü onlar, kendi iradeleriyle kalplerini ve gözlerini îmana kapamışlardır. Resûlüm, onlar îman etmiyorlar diye, neredeyse kendini helâk edeceksin “Şuara, 3”.)

43/41. Eğer (o kâfirlere vereceğimiz azabı sana göstermeden) seni (bu dünyadan) alır götürürsek, şüphesiz biz onlardan (dünya ve âhirette azapla) intikam alırız.

43/42. Yahut onlara (kâfirlere) va’dettiğimiz azabı (yaptığımız tehdidi) sana (dünyada) gösteririz ki, biz elbette onlara (azap etmeye) kâdiriz.

43/43. Öyle ise (Resûlüm) sana (Kur’ân’dan) vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen sırât-ı müstakîm (eğriliği olmayan doğru bir yol) üzeresin.

43/44. Şüphesiz o (Kur'ân), senin ve kavmin (ümmetin) için bir zikir (şeref)tir, ileride on(a uyup uymamak, bilgi ve hükümlerine inanıp inanmamak)dan hesaba çekileceksiniz.

43/45. (Resûlüm) senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz(in ümmetlerine, ehl-i kitab’a ve bunların din âlimlerin)e sor: Rahman'dan başka ibâdet edilecek ilâhlar var etmiş (ve bunlara tapınmayı emretmiş) miyiz? (Elbette hayır! Peygamber aleyhissalâm, bu konuda zerre şüphe etmemiş ve kimseye de sormamıştır “Semerkandî”.)

43/46. Yemin olsun, biz (şân-ı yüce Allah), (Peygamber’im) Mûsa'yı (asâ ve yed-i beydâ gibi) mu’cizelerimizle Fir’avun’a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de o: "Şüphesiz ben, âlemlerin Rabbinin peygamberiyim." demişti. (Fakat onlar, inanmadılar.)

43/47. (Peygaamber’im Mûsa, asâ ve yed-i beydâ gibi) mu’cizelerimizi (A’râf, 133) kendilerine getirince, bir de bakmışsın, (onlarla alay ediyor ve) o mu’cizelere gülüyorlar!

43/48. Onlara (Fir’avun ve ileri gelen adamlarına) gösterdiğimiz her bir mu’cize (A’râf, 133), diğerlerinden daha büyüktü. (İnkârlarından doğru yola) dönsünler diye, onları (kıtlık, tûfan/sel baskını ve çekirge gibi felâketlerle) azaba uğrattık.

43/49. (Fir’avun ve ileri gelen adamları azabı görünce:) "Ey sihirbaz (Mûsa)! Bizim için Rabbine dua et. (Hidâyete erenden azâbı kaldıracağına dâir ) sana verdiği söz hakkı için (bizden azabı kaldırsın). Çünkü biz artık hidayete erdirilmiş  (sana îman etmiş ve Allah’ı “bir”lemiş) olacağız.”  dediler.

43/50. Fakat biz (peygamberim Mûsa’nın duasını kabul ederek) onlardan azabı kaldırınca, (ne var ki,) hemen (îman edeceklerine dâir) verdikleri sözlerden dönüverdiler.

43/51. Fir’avun (îman etmekten vazgeçti, büyüklüğünü ve rubûbiyetini “Nâziât, 24” hatırlatarak), kavmine seslendi (ve) dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler (nil nehrini besleyen dört kol nehir) de benim altımdan (köşklerimin altından) akıyor (değil mi?) Hâlâ (büyüklüğümü) görmüyor musunuz?"

43/52. "Yoksa ben, şu zavallı ve neredeyse maksadını anlatamayacak (durumda olan) o adam (Mûsa)dan daha hayırlı değil miyim?"

43/53. "(Fir’avun devam ederek dedi ki: Eğer Mûsa peygamber ise ve doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?"

43/54. (Fir’avun,) kavmini küçümsedi (itaatsizliğe ve isyana tahrik etti, kışkırttı). Onlar da (Mûsa’yı yalanlama konusunda) ona itaat ettiler. Çünkü onlar, (kâfir ve isyankâr) bir fâsıklar topluluğu idiler.

43/55. Onlar, bizi bu şekilde (peygamberim Mûsa’yı tekzip ederek ve isyanda ileri giderek) gazaplandırınca biz de onlardan intikam aldık (onları cezalandırdık), hepsini suda boğduk (geride kimse kalmadı).

43/56. Onları (Fir’avun ve ona tâbi olanları), sonrakiler (azâbı hak eden kâfirler) için (kötü) bir geçmiş ve (ibret alınması gereken) bir misal (kıssa) kıldık.

43/57. Meryem oğlu (İsa), bir örnek olarak anlatılınca, kavmin (“Sizler ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennemin odunusunuz” - Enbiya, 98 - âyeti inince,  Müşrikler: “Demek ki, bizden önce de Allah’tan başkasına tapınılmış” diyerek ve bunu kendi inançlarını destekleyen bir delil zannına kapılarak “Celâleyn”) hemen sevinç çığlıkları atmaya başlıyorlardı.

43/58. (Müşrikler, Peygamber aleyhisselâm’ı susturmak için:) "Bizim ilâhlarımız (melekler ve putlar) mı hayırlı, yoksa (örnek verilen) İsa mı?" dediler. (Resûlüm,) bunu sadece seninle tartışmak için ortaya attılar. Şüphesiz onlar (Müşrikler), kavgacı bir toplumdur.

43/59. (Peygamberim) İsa, sadece, kendisine nimet (nübüvvet/peygamberlik) verdiğimiz ve İsrâiloğulları'na örnek kıldığımız bir kuldur. (O, ilâh ve ilâhın bir parçası/oğlu değildir.)

43/60. Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde size halef olacak (yerinize geçecek) melekler yaratırdık.

(Allahü teâlâ, nasıl kulu ve peygamberi İsa’yı babasız yaratmışsa, ondan daha şaşılacak varlıkları yaratmaya kâdirdir. Melekler de insanlar gibi mümkün varlıklardır, doğrudan yaratılmaları câiz olduğu gibi doğum yolu ile yaratılmaları da câizdir. Fakat Hak teâlâ onları anası-babası olmadan - doğrudan - yaratmayı dilemiştir. Bu açık konu çok olduğu hâlde Hristiyanlar, niçin İsa’yı bir kul ve peygamber olarak değil de, bir oğul ilâh olarak tanıyor ve onu Allah’a nispet ediyorlar? “Beydâvî”.)

43/61. Şüphesiz o (İsa), Kıyamet için bir ilimdir. (İsa aleyhisselâm’ın nüzûlü/inişi, Kıyamet’in yaklaştığının alâmetlerindendir “Beydâvî”. Meryem oğlu İsa, semadan inecektir “Buhârî, Buyû’ 102; Müslim, Fiten 23; Îman 73; Tirmizî, Fiten 62; Ebû Dâvud, Melâhim 14; İbn Mâce, Fiten 33”) Artık onun (öldükten sonra dirilme ve Kıyamet) hakkında asla şüphe etmeyin. (Resûlüm onlara de ki:) bana tâbi olun (itâat edin), (size emretmekte olduğum) bu, müstakîm (doğru) bir yoldur.

43/62. Sakın şeytan sizi (İslam’ın açıkladığı müstakîm) yoldan çevirmesin. Çünkü o, sizin için açık bir düşmandır. (Daima kötülüğü telkin eder.)

43/63. (Peygamberim) İsa, apaçık beyyinâtı (ölüleri diriltmesi, hastaları iyileştirmesi “Al-i İmrân, 49” gibi âyetlerle İncil Şeri’ati’ni) getirdiği zaman şöyle demişti: "Ben size hikmeti (nübüvveti) getirdim ve (din konusunda) hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. (Mûsa Şeri’ati’nde “size haram edilen bazı şeyleri, helâl etmek için geldim” “Al-i İmrân, 50”) Öyle ise, Allah'tan korkun (Allah’ı “bir” bilin ve şirkten uzak durun) ve (tebliğ etttiğim şeylerde) bana itâat edin."

43/64. Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibâdet (ve kulluk) edin, işte bu (İslam dini’nin açıkladığı) müstakîm (doğru) bir yoldur.

43/65. (Hazret-i İsa’dan) sonra (Hristiyanlar,) aralarından çıkan hizipler (fırkalar ile), ayrılığa düştüler. (“Hazret-i İsa’ya, ilâhtır, Allah’ın oğludur ve üçün üçüncüsüdür.” dediler Mâide, 72 ve 73; Tevbe, 30). Acıklı bir günün (Kıyamet’in) azâbından o (küfürleri sebebiyle kendilerine) zulmeden (kâfir)lerin vay hâline!

43/66. Onlar (o kâfirler) ancak, Kıyamet gününün kendilerine farkında olmadıkları bir zamanda (gâfil, dünya işleriyle meşgul ve onu inkâr etmekte iken) ansızın gelmesini mi bekliyorlar?

43/67. O gün (Kıyamet’te), Müttakîler (şirkten, küfürden, haram işlemekten uzak duran ve Allah için tâatte Mü’min kardeşlerini sevenler) dışında, (dünyada günahlarda) dost (olan)lar, (Ahiret’te) birbirine düşman olurlar.

43/68. Ey (Allah için tâatte birbirleriyle dost olan, Allah’ın emirlerini yapan ve yasaklarında uzak duran Müttakî) kullarım, bugün (Kıyamet’te) size korku yoktur. Sizler mahzun da olmayacaksınız (üzülmeyeceksiniz).

43/69. (O Müttakî kullarım) ki, onlar, âyetlerimize îman etmiş ve (gönderdiğim peygambere tam tâbi olarak) müslüman olmuşlardı.

43/70. (Mü’min kullarım, haydi, sürur ve ikrama nâil olarak) "siz ve zevceleriniz (hanımlarınız) sevinç ve neş’e içinde cennete giriniz."

43/71. (Cennet’te) onlar (Mü’minler) için altın tepsiler (ve tabaklarda çeşitli nefis yiyecekler) ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz (Mü’minler) orada ebedî (sonsuz) olarak kalacaksınız.

43/72. İşte bu cennet, (dünyada îman edip salih) amel işleyenlerinize karşılık olarak size mîras verilmiştir.

43/73. Orada (cennet’te) sizin (Mü’minler) için pek çok (ve çeşitli nefis) meyveler vardır. (Dilediğinizde) onlardan (istediğinizi) yersiniz.

43/74. Şüphesiz mücrimler (kâfirler) cehennem azabında devamlı (ölmeden ve bir an kesilmeden sonsuz) kalacaklardır.

43/75. (Kâfirlerin cehennemdeki) azapları (az da olsa) hafifletilmeyecektir. Onlar, azap içinde (Allah’ın rahmetinden) ümitsizdirler. (Çünkü Ahiret’te Allah’ın rahmeti, sadece Mü’minler üzerinedir. )

43/76. Biz (kâfirleri günahları olmadan cehennem’e atarak) onlara zulmetmedik. Fakat onlar, (îman etmedikleri ve gönderdiğim peygambere yüz çevirdiklerinden dolayı) kendileri zâlimlerin ta kendileri idiler.

43/77. (Kâfirler, şiddeli azap karşısında görevli meleğe şöyle seslenirler:) "Ey Mâlik! (Ne olur, rica et!) Rabbin bizim işimizi bitirsin (öldürsün de bu azaptan kurtulalım)." O da (bin sene sonra cevap verir “Celâleyn”): "Siz hep böyle kalacaksınız." der.

43/78. Yemin olsun, biz size (peygamber göndermek ve kitap indirmekle) “hakk”ı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyor (ve onu inkâr ediyor)sunuz.

43/79. Yoksa (Dâru’l-Nedve’de toplanarak Rasûlüllah’ı öldürmekle ilgili) bir işe kesin karar mı verdiler? Şüphesiz biz de (şân-ı yüce Allah, onları cezalandırma ve helâk etme konusunda) kararlıyız. (Orada ölüm fermanına “evet” diyenlerin hepsi, Bedir’de öldürülmüştür.)

43/80. Yoksa onların (kâfirlerin,) bizim (kendi aralarında  kararlaştırdıkları) sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır (hepsini işitiyoruz), yanlarındaki elçilerimiz (hafaza/kirâmen kâtibîn melekleri, zaten her yaptıklarını) yazmaktadırlar.

43/81. (Resûlüm,) de ki: "(Sübhanallah!) Eğer Rahmân'ın bir çocuğu olsaydı, ona ibâdet edenlerin ilki ben olurdum." (Yahûdiler, Uzeyr; Hristiyanlar da İsa, “Allah’ın oğludur” demişlerdi “Tevbe, 30”.)

43/82. "(Sübhânallah!) Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın (da) Rabbi olan Allah, onların vasıflandırmalarından münezzehtir (uzaktır).

43/83. (Resûlüm,) bırak onları, (azapla) tehdit edildikleri (Kıyamet) gün(ün)e kavuşuncaya kadar, (batıl inançlarına) dalsınlar ve (dünya hayatında) oynaya dursunlar.

43/84. O (Allah), gökte (ibâdet edilen tek) ilâhtır, yerde de (ibâdet edilen tek) ilâhtır. O, hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir), alîmdir (gizli açık her şeyi bilendir).

43/85. Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin mülk (ve tasarrufu) kendisine ait olan Allah, yücedir! (Kıyamet’in kopacağı) Sâ’at’i (vaktini) bilmek de yalnız O'nun katındadır ve (yaptıklarınızın karşılığını almak içiin) O'na (Allah’a) döndürüleceksiniz.

43/86. O'nu (Allah’ı) bırakıp (şefaat ümidiyle) taptıkları şeyler, (asla) şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler (Hazret-i İsa, Uzeyr, Melâike, Allah’ın “bir”liğini kabul eden ve tevhid inancına ihlâsla bağlı olanlar) müstesna (bunlar da ancak Allah’ın izniyle îman sahibi olanlara “Mü’minlere” şefaat edebileceklerdir. Ahiret’te şefaat Mü’minler arasında olur. Kâfirin kâfire şefaati söz konusu olmadığı gibi, bir Mü’min, bir kâfire asla şefaatte bulunmayacaktır).

(“Ahiret’te, peygamberler, âlimler ve şehidler, şefaat edeceklerdir” İbn Mâce, Zühd 37.)

43/87. (Resûlüm,) yemin olsun, onlara (Müşriklere) kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, "Allah" derler. O hâlde nasıl oluyor da (Allah’a ibâdetten başkasına) döndürülüyorlar?

43/88. Onun (Peygamberimin), "Ya Rabbi!" demesi hakkı için, muhakkak ki, onlar (kâfirler), îman etmeyen bir kavimdir (topluluktur).

43/89. Şimdilik sen onlardan yüz çevir (davetten vazgeç, onları kendi hâllerine bırak) ve "selâm” (silâha sarılma yok “Beydâvî”) de. (“Selâm” Mü’minleredir, kâfirlere değildir “Mâturîdî”) Çünkü (o kâfirler) pek yakında (küfürde ısrar etmekle ne kadar yanlış yolda olduklarını) bilecek (ve görecek)lerdir. (Bu âyet, cihad “Tevbe, 5” âyetiyle neshedilmiştir.)

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿