48. FETİH SÛRESİMedine döneminde inmiştir. 29 âyettir. Sûre, büyük bir zaferi anlattığı için Fetih ismini almıştır. Sûrede başlıca büyük bir fetihle ilgili olarak düşmanla karşılaşmak için sefere çıkan ordu, Hazret-i Peygamber’e bey’at edenler, bu orduya katılmayan bedevîler, sâdık bir rüya ve ashâb-ı kirâmın Tevrat ile İncil’de zikredilen vasıfları anlatılmaktadır. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle. 48/1. (Ey Resûlüm,) şüphesiz biz (Mekke'nin veya diğer beldelerin fethi yahut Mekke ve diğer fetihlere sebep olacak Hudeybiye barışı ile) sana açık bir fetih verdik. 48/2. (Bu fetih, yüce) Allah’ın senin geçmiş ve gelecek (peygamberlikten önce ve sonra) (“zelle” kabîlinden olan veya mü’minlerin) günahlarını bağışlaması, sana olan (dinini yayma konusundaki) nimetini (ve sonunda cennetini vererek) tamamlaması ve seni hidâyete kavuşturması (râzı olduğu dinde sâbit ve dâim kılması) içindir. 48/3 Böylece (yüce Allah) sana, azîz (kendisinde hiçbir zillet olmayan, çok şerefli) bir zaferle yardım edecektir. 48/4. O (Allah) ki, (dinin hükümleriyle) mü'minlerin imanlarını kat kat artırmaları için, kalplerine sekîne (huzur ve sükûnet) indirendir. Göklerin ve yerin orduları (melekler, cinler, insanlar ve diğerleri), Allah'ın (yarattığı ve emri altındaki varlıklar)dır. (Cenâb-ı Hak, düşmanlarını helâk etmeye kâdir olduğu hâlde cihâdı emrederek, mü'minlerin mükâfata kavuşmalarını dilemiştir.) (Yüce) Allah, alîmdir (açık ve gizli her şeyi hakkıyla bilen) (ve) (her şeyi yerli yerinde yapan ve her hükmü doğru olan bir) hakîmdir. 48/5. Mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî (sonsuz) kalacakları, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi için (cihâdı emretmiş)tir. İşte bu, Allah katında (sizin için) büyük bir kurtuluş ve seâdettir. 48/6. Bir de Allah hakkında (peygamberine ve mü'minlere yardım etmez ve zafer vermez diye) kötü zanda bulunan münâfık erkek ve kadınlar ile müşrik (Allah'a ortak koşan) erkek ve kadınlara azap etmesi içindir. (Mü'minler için bekledikleri) kötülük (felâket ve hezimet), onların başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, lânet etmiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir! 48/7. Göklerin ve yerin orduları (melekler, cinler, insanlar ve diğerleri), Allah'ın (yarattığı ve emri altında olduğu varlıklar)dır. (Bunların rahmet için olanları olduğu gibi, azap için olanları da vardır.) (Yüce) Allah, (mülkünde) azîz (mutlak kâdir)dir (ve) (yaptıklarında) hakîm (yegâne hüküm ve hikmet sâhibi)dir. 48/8. Şüphe yok ki, biz seni, (ilâhi vahyi tebliğ ettiğine dair kıyâmette ümmetin üzerinde) bir şâhit, (mü'minleri cennetle müjdeleyen) bir mübeşşir ve (iman etmeyen ve kötü amellerde bulunanları azap ile uyaran) bir nezîr olarak gönderdik. 48/9. Ki, sizler Allah'a ve resûlüne iman edesiniz, O'nu(n dinini) destekleyesiniz, O'nu büyük tanıyasınız ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz diye. 48/10. (Ey Resûlüm,) şüphesiz sana (Hudeybiye’de Rıdvân bey’ati ile) bey’at edenler, (ölünceye kadar emrine bağlılık göstereceklerine dair söz verenler) ancak Allah'a bey’at etmiş (söz vermiş) olurlar. Allah'n yedi (kuvvet ve yardmı veya lütuf ve nimeti), o bey’at edenlerin ellerinin (dine olan gayret ve yardımlarının) üstündedir. Onun için kim (verdiği sözden) dönerse, ancak kendi aleyhine dönmüş olur. (Bunun cezası kendine aittir.) Kim de Allah'a söz verdiği şeyi yerine getirirse, Allah da ona (kıyâmette) büyük bir mükâfat (cennet) verecektir. 48/11. (Ey Resûlüm, Kureyş’in taarruz edeceği ve Müslümanların yenileceği dişüncesine kapılarak Hudeybiye seferinden) geri kalan bazı bedevîler, yakında sana: "Mallarımız ve ailelerimiz, (seninle Hudeybiye seferine çıkmaktan) bizi alıkoydu. Onun için (özür diliyoruz,) bize (Allah’tan) mağfiret dile!" diyecekler. (Fakat onlar, bu özürlerinde yalancıdırlar.) Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söyleyecekler. (Ey Resûlüm, sen onlara) de ki: "Eğer Allah size bir zarar dilerse yahut size bir fayda murad ederse, artık O’nun dilemesinden sizi kim koruyabilir? Şüphe yok ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 48/12. (Ey Resûlüm, onlara de ki:) Aslında siz, (Hudeybiye seferinde) Peygamber ve Mü’minlerin (hezimete uğrayarak) bir daha ailelerine hiç dönmeyeceklerini sandınız. Bu zan da (size çok süslü ve isabetli gösterildi. Sonunda) kalplerinize (iyice) yerleşti. (Yüce Allah, Peygambere zafer vermez diye) kötü zanda bulundunuz. (Bu yüzden) helâke düşen bir topluluk oldunuz. 48/13. Kim, Allah'a ve Peygamberine iman etmezse, muhakkak (bilsin) ki, biz, kâfirlere kızgın bir ateş hazırlamışızdır. 48/14. Göklerin ve yerin mülkü (idâre ve tasarrufu) Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. (Ancak asla zulmetmez. Yüce) Allah, gafûr (çok bağışlayıcı)dır (ve) rahîm (çok merhametli)dir. 48/15. Siz (Hayber) ganimetleri(ni) almak için gittiğiniz zaman, o (Hudeybiye seferinden) geri kalmış olanlar: "Bırakın (müsâade edin, ganimetlerden pay alabilmemiz için) biz de arkanızdan gelelim." diyecekler. Onlar, (Hayber ganimetleri, sadace Hudeybiye seferine katılan mü'minlere verileceğine dair) Allah'ın kelâmını (va'dini), değiştirmek isteyecekler. De ki: "Siz, bizim arkamızdan asla gelmeyeceksiniz. Allah, bundan (Hudeybiye dönüşünden) önce hakkınızda böyle buyurdu.1" Onlar buna da şöyle diyecekler: "Hayır, siz bizi kıskanıyorsunuz." Bilâkis onlar, pek az şey dışında anlamazlar. (Onlar ancak dünya işlerini bilirler. Din işlerinden ise, çok az bir şey anlanlar, o da savaşı terk etmektir.) 1 Tevbe 9/83. 48/16. (Ey Resûlüm, Hudeybiye seferinden) geri kalan o Bedevîlere de ki: "Siz yakında çok çetin savaşçı bir millet (olan (Müseylemetü’l- Kezzâb taraftarı Hanîfe oğullarına veya Fars ve Romalılara yahut Hevâzin ve Sakîf kabilelerin)e karşı savaşa çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız yahut (onlar savaşmadan) müslüman olurlar. Eğer (onlarla savaşa çıkarak) itâat ederseniz, Allah size (dünyada ganimet, âhirette cennet olan) güzel bir mükâfat verir. Şayet bundan önce (Hudeybiye seferinde) yaptığınız gibi, savaştan dönerseniz, sizi acıklı bir azâba uğratır. 48/17. (Savaşa katılmama hususunda) âmaya (görme engelliye) sorumluluk yoktur, topala (ortopedik engelliye) sorumluluk yoktur, hastaya sorumluluk yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne itâat ederse, Allah, onu (ağaçları) altından nehirler akan cennetlere koyar. Kim de (Allah'a ve peygamberine itâatten) yüz çevirirse, onu acıklı bir azap ile cezalandırır. 48/18. (Yüce) Allah, (Hudeybiye'de) seninle ağacın altında bey’at ederlerken o mü’minlerden râzı oldu. Kalplerinde olan (doğruluk ve sadakat)i bildi. Üzerlerine sekîne (huzur ve güven) indirdi ve onlara yakın bir zafer (Hayber'in fethini) verdi. 48/19. (O mü’minleri) bir de ele geçirecekleri bir çok ganimetlerle mükâfatlandırdı. (Yüce) Allah, azîz (her şeye gâlip)tir (ve) hakîm (her şeyi yerli yerinde yapan ve her hükmü doğru olan)dır. 48/20. Allah size (kıyâmete kadar olacak fetihlerden) elde edeceğiniz (daha) bir çok ganimetler va’detmiştir. Bu (Hayber ganimeti)ni size hemen vermiş ve insanların (Hayberlilerin ve müttefikleri olan Esed ve Gatfân kabilelerinin veya Mekkelilerin) (savaş hususunda) ellerini sizden çekmiştir ki, (siz) mü’minlere bir âyet/ibret olsun ve sizi doğru bir yola çıkarsın (Allah'ın lütuf ve ihsanına olan güveninizi artırsın) diye. 48/21. (Size) başka (İran ve Romalılardan veya Hevâzin yahut diğer yerlerden alınacak ganimetler de va’detmiştir) ki henüz onları ele geçiremediniz, fakat Allah onları ilmiyle kuşatmış (mü’minler için takdir etmiş)tir. (Yüce) Allah, herşeye kâdirdir. 48/22. Eğer (Mekke) kâfirler(i Hudeybiye’de anlaşma yapmayıp) sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçacaklardı (hezimete uğrayıp perişan olacaklardı). Sonra bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı. 48/23. (Yüce) Allah'ın önceden gelip geçmiş (ümmetlere gönderdiği peygamberlerinin mutlaka gâlip gelmeleri1 ile ilgili) sünneti (âdeti, nizâm ve düzenliliği sağlayan kanunu) budur! (Yüce) Allah'ın (bütün kâinata/evrene koyduğu tabiî ve sosyal olaylarla ilgili) kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (Bu kanunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Mu’cizeler bu kuralın dışında gibi görünse de aslında bir bütün olan ilâhî nizâmın başka bir bölümüdür. Mu’cize, ister fizikî, ister ruhî olsun, varlık âlemindeki nizâmla, sistemle ilgili olan şifrenin değiştirilmesidir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır o da, şifreyi koyan ve değiştirenin aynı zât olmasıdır. Bu değişiklik, insanı acze düşürmek ve evrende görülen akla durgunluk veren milyarlarca sistemdeki düzenliliğin kendiliğinden değil de, onu dileyen ve yürürlüğe koyan tarafından her an değiştirilebileceğini insana göstermek, dolayısıyla insanın o sistemin bânîsi ve yaratıcısı olan Hak teâlâyı tanıması içindir.) 1Mücâdele 58/21. 48/24. O (Allah) ki, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde (veya Hudeybiyye’de) onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. (Çünkü onlardan 80 kişi sizi öldürmek için karargâhınızı kuşatmıştı. Fakat diri olarak yakalanmışlardı. Peygamber “aleyhisselâm” da onları bağışlayıp serbest bırakmıştı. Bu af, barışa sebep oldu ve birbirinizle savaşmanızı önledi.) (Yüce) Allah, (bütün) yaptıklarınızı (hakkıyla) görendir. 48/25. Onlar (Mekkeliler), o kimselerdir ki, (Peygamberi ve tebliğ ettiği İslâm’ı) inkâr ettiler. Sizi Mescid-i Harâm'(ı ziyaret)ten ve (hediye olarak hazırlanıp) bekletilmekte olan kurbanlıkları (kesim) yerine ulaş(tır)maktan alıkoydular. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız (Mekkeli kâfirler arasındaki) bir takım mü’min erkeklerle mü’min kadınları bilmeyerek (farkına varmadan) ezmek/çiğnemek suretiyle size bir vebal gelecek olmasaydı, (Allahü teâlâ, savaşı önlemez, elbette Mekke'nin fethi için size izin verirdi.) (Yüce) Allah'ın (fethi geciktirerek Mekke'deki mü’minleri koruması,) dilediği kimseyi rahmetine kavuşturmak içindir. Eğer onlar (Mekke’deki mü’minler, diğer mü’minler tarafından kâfirlerden seçilip) ayrılsalardı (tanınabilselerdi), onlardan (Mekkelilerden) kâfir olanlarını çok acıklı bir azâba çarptırırdık. 48/26. (Mekkeli) kâfirler, kalplerine taassubu (öfke ve kibri), câhiliyye (çağının) taassubunu yerleştirdiği bir sırada, (yüce) Allah da, Resûlünün ve Mü'minlerin üzerine sekînet (sebat, vakar, huzur ve sükûnet)i indirdi. Onları takva (lâ ilâhe illâllah veya bismillâhirrahmânirrahîm muhammedün rasûlüllah yahut sebat ve ahde vefa ) sözü üzerinde durdurdu. (Böylece gelecek sene dönmeleri şartıyla onlarla barış yaptılar. Kâfirler de câhiliyye taassubuna kapılmadılar.) Zaten onlar (mü'minler), buna (takvaya) çok lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyle bilendir. 48/27. (Peygamber aleyhisselâm, Hudeybiye seferine çıkmadan önce bir rüya görmüş ve emniyet içerisinde omre haccını ifa edeceklerini ashâb-ı kirâma bildirmişti. Fakat Mekke'nin fethi ertesi yıla kalınca, imanı zayıf bazı kimseler dedikoduya başlamışlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil olmuştur:) Yemin olsun ki (Yüce) Allah, peygamberinin gördüğü o rüyanın hak olduğunu tasdik etmiştir. (Ey mü’minler,) inşâallah (hepiniz) emniyet içinde (kiminiz) başlarınızı traş etmiş ve (kiminiz) saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a mutlaka gireceksiniz. (Yüce) Allah, sizin (barıştaki kazancınızı ve Mekke’ye girişinizin gecikmesindeki hikmeti) bilmediğinizi bildi de size, ondan önce, yakın bir zafer (Hayber fethini) verdi. 48/28. Peygamberini hidâyet (tevhid) ve hak din (İslâm) ile – onu (İslâm’ı) bütün dinlere üstün kılmak için - gönderen O'dur. (Buna) şâhit olarak Allah yeter. 48/29. (Abdulmuttalib oğlu Abdullah oğlu) Muhammed (aleyhisselâm), Allah'ın resûlü (peygamberi)dir. Onun (tebliğ etmiş olduğu dine inanarak) beraberinde bulunanlar (ashâb-ı kirâm), kâfirler(in bâtıl inançlarına, putlarına ve savaş durumunda onlar)a karşı çok şiddetli, kendi aralarında (İslâm ahlâkı kuralları çerçevesinde) gayet merhametlidirler. Onları, (namazda) rükû ve secde ederken görürsün. Onlar Allah'tan lütuf (cennet nimetini) ve rıza(sını) isterler. Yüzlerinde (çok namaz kılmalarından dolayı) secdelerin izinden nişanları vardır. (Bu nişanlar, bazı durumlarda dünyada görülebildiği gibi, asıl kıyâmet günü görülecektir. Nitekim âyet-i kerîmelerde: "O gün birtakım yüzler ağarır1" ve "Onların nurları, önleri sıra koşar.2” buyrulmaktadır.) Bu, onların (ashâb-ı kirâmın) (tahrif edilmemiş) Tevrât'taki vasıflarıdır. (Tahrif edilmemiş) İncil'deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ziraatçıların da hoşuna gider. (Ashâb-ı kirâm da bir filizin büyüyüp gelişmesi gibi, önceleri sayı bakımından çok azdılar, güçsüzdüler. Sonra gittikçe çoğalıp kuvvetlendiler ve her tarafa yayıldılar.) Onlarla (ilgili bu teşbih) kâfirleri öfkelendirmek (veya kâfirler öfkelendiği) için (Allahü teâlâ onları bu şekilde büyütüp geliştirmiş)tir. (Yüce) Allah, îman edip sâlih amel (beş vakit namaz başta olmak üzere Kitap, sünnet ve akla uygun iş)ler yapanlara, magfiret ve büyük bir mükâfat (cennet) va'd etmiştir. 1Âl-i Imrân, 106. 2Hadîd, 12. | |||
|
﴾ 0 ﴿