94. İNŞİRÂH SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

94/1. (Ey Resûlüm), senin (hakka yalvarman ve halkı davet etmen için,) göğsünü (kâfirlerin zâtına ve Müslümanlara yönelik işkence ve eziyetlerin sebep olduğu keder ve üzüntünü kaldırmak veya toplumun Müslümanlara karşı uyguladığı tecrît ve yalnızlığa mahkûm etme politikasından kaynaklanan sıkıntını gidermek yahut vahyi alırken çektiğin güçlüğü hafifletmek veyahut mi’râc gecesinde kalbini çıkarıp yıkamak ve içine îman, ilim, hikmet ve marifet koymak suretiyle) açıp genişletmedik mi?

(Konu ile ilgili âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

Allah kimi hidâyete erdirmek isterse (kim irâdesini İslâm’dan yana kullanır, hidâyet yolunu seçerse), onun göğsünü İslâm'a açar (hidâyetini yaratıp İslâm nûru ile kalbine genişlik verir). Kimi de saptırmak isterse (kim irâdesini İslâm’a karşı kullanır, küfür yolunu seçerse), onun da (küfrünü yaratır ve) kalbini daraltıp sıkıştırır. (En'âm, 6/125).

Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı (İslâm nûru ile kalbine genişlik verdiği) kimse, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? (İslâm’a karşı geldiklerinden dolayı kalbini mühürlediği kişi gibi olabilir mi?) Zümer 39/22.)

94/2. Senin (belini büken) yükünü (veya günahını) üzerinden almadık mı?

94/3. O (yük veya günah) ki, sırtına ağır gelmişti

(Müfessirler 94/2 âyetinde geçen “vizr” kelimesine şu manaları vermişlerdir:

1. Yük.

a. Nübüvvet öncesinde nâil olduğu nimetlere nasıl şükredeceğini bilememenin verdiği sıkıntı, yük.

Peygamber “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm”, peygamberlik gelmeden önce o mükemmel aklıyla, Allahü teâlâ'nın, kendisine büyük nimetler verdiğini düşünüyordu. Kendisini yoktan var ettiğini, hayat, akıl ve benzeri nimetler verdiğini görüyordu. Allah'ın verdiği bu nimetler karşısında beli bükülecek derecede utanıyor ve O’na itâatin ne şekilde olacağını bilemiyordu. Fakat ne zaman ki, kendisine vahiy ve peygamberlik gelip de, Rabbine nasıl ibâdet etmesi gerektiğini öğrenince, utancı azaldı ve sırtındaki yük hafifledi. Çünkü insanın, bir nimete, bir iyiliğe karşılık hizmette bulunduğu zaman rahatladığı görülür. Bk. Râzî.

b. Câhiliyye devrinin ağırlıkları.

c. Tebliğ zamanına kadar olan risâlet yükü (Bk. Râzî ve Kurtubî).

2. Günah.

Peygamber “aleyhisselâm”ın üzerinde peygamberlikten önceki döneme ait câhiliyye hâlleri vardı. O bunlardan çok rahatsızlık duyuyordu. Her ne kadar Hazret-i Peygamber, o dönemde dahi bir puta ve heykele asla ibâdet etmemişse de, kavminin yaptığı pek çok işi yapmıştı. İbn Abbâs, Katâde, Hasen ve Dahhâk şöyle demişlerdir: “Peygamber aleyhisselâmın kendisine ağır gelen bir takım günahları (zelle veya en uygun olanını yapmama gibi hataları) vardı. İşte Allah, bütün bu günahları (hataları) ona bağışladı.”

Bu durumda âyet, “Biz, câhiliyye dönemine âit günahlarının (hatalarının) ağırlığını üzerinden kaldırdık.” şeklinde olmaktadır. Nitekim âyet-i kerimede:

(Ey Resûlüm,) böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar.” (Feth 48/2) buyrulmuştur.

Ancak çoğu müfessirler, 94/2 (İnşirâh sûresinin ikinci) âyetinde geçen “vizr”i, günah ile değil de yük ile açıklamayı birinci derecede tercih olarak almışlardır. Bk. Beydâvî, Râzî, Kurtubî ve Z. Mesîr.

Peygamberlik dönemi ile ilgili olarak da âlimler şöyle demektedirler:

Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem”in her sözü, vahiy ile değildi. “O, hevâdan (arzusuna göre) konuşmaz. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahiy iledir (Necm,3-4) meâlindeki âyet-i kerîmeler, Kur’ân-ı Kerîm içindir. Her sözü, vahiy ile olsaydı, bazı sözlerine Allahü teâlâ yanlış demezdi. Nitekim: “Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmeden önce, niçin onlara izin verdin (Tevbe 9/43)?” âyetiyle hatâ ettiği, fakat bu hatâsının af edildiği bildirilmektedir. Çünkü bir Peygamberin yanlış yolda kalması câiz değildir. Yanıldığı vahy ile hemen bildirilir. Bk. A. Fârûkî, M. II/96.)

94/4. Senin şânını (nübüvvetle, sana yapılan itâatin bana yapılacağını bildirmekle, mü'minlere salevât getirmeyi emretmekle, ismini kendi ismimle beraber ezan, ikâmet, teşehhüd, hutbe ve diğer yerlerde zikretmekle) yükseltmedik mi?

94/5. Muhakkak (gönül darlığının, belini büken yükün, kavminin hakkı kabul etmeyişi ile zâtına ve Müslümanlara yapılan ezaların verdiği her) zorlukla beraber (göğsünü genişletmek, yükünü almak, hidâyet ve tâatte başarılı kılmak gibi) bir kolaylık vardır.

94/6. Evet, muhakkak zorlukla (darlık ve sıkıntıyla) beraber bir kolaylık (genişlik ve zenginlik) vardır.

(Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Ömer b. el-Hattâb “radıyallahü anh”a yazdığı mektubunda kalabalık Bizans ordusundan ve onlardan korktuğundan söz etmişti. Hazret-i Ömer ona şunları yazdı: “Bir mü'min bir zorluk ve sıkıntı ile karşılaşacak olursa, mutlaka ondan sonra yüce Allah, ona bir kurtuluş takdir eder ve hiçbir zaman bir zorluk, iki kolaylığı yenemez. (Hâkim, Müstedrek, II, 575) Yüce Allah bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: Ey îman edenler! Sabredin, sabır yarışı yapın (düşmanlarınızdan daha sabırlı olun) ve ribâtta (savaşa hazır durumda, nöbette) bulunun. Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz (Âl-i İmrân, 3/200)).”

Dünya hayatında mü’minlerin karşı karşıya kaldığı zorluklarla birlikte âhirette de bir kolaylık vardır. Bazen dünyadaki kolaylık ile âhiretteki kolaylık bir arada bulunabilir.

Dünya hayatına dâir bütün bu lütuf ve ihsanlar, her ne kadar Peygamber “aleyhisselâm”a mahsus ise de, bunun kapsamına yüce Allah dilediği takdirde ümmetinden diledikleri de girer (Kurtubî).

Âyetteki iki kolaylık ile, dünya kolaylığı (beldelerin kolayca fethedilişi) ve âhiret kolaylığı (cennet mükâfâtının elde edilişi) kastedilmiştir. Delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, “(Ey Resûlüm, münâfıklara) söyle ki: Siz bizde iki güzelliğin (zafer ve şehitliğin) birinden başkasını mı gözetiyorsunuz? (Tevbe 9/52) âyetidir ki, bu iki güzel şey, zafer kazanmanın güzelliği ile, ölüm hâlinde cennet mükâfâtının elde edilmesidir. Bk. Râzî.)

94/7. O hâlde (tebliğden veya savaştan yahut namazdan veyahut dünya işlerinden) boş kaldın mı, yine kalk (hemen dua ile veya farz namazla yahut gece namazı ile veyahut başka dünya işiyle) yorul.

94/8. (Her işinde) ancak Rabbine rağbet et (O'na yönel ve O’na yalvar).

 

Meâl-i Şerîf (Ehl-i Sünnet Alimleri: Beydâvî, Celâleyn, Nesefî, Semerkandî...)

 

0 ﴿