1Elif, Lâm, Mîm. 2Allah O Allah’dır ki, kendinden başka hiç bir ilâh yoktur! Ezelî ve ebedî hayat ile bâkîdir, zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup bütün varlıklar onunla kâimdir. 3Allahü teâlâ Kur’ân’ı, önündeki kitapları da tasdîk edici olarak hak ile sana indirdi. Daha önce de insanlara hidâyet için Tevrât’ı ve İncîl’i indirmişti. Bir de hakkı bâtıldan ayıran kitaplar indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler (var ya), muhakkak onlara şiddetli bir azap vardır. Allah Azîz’dir, intikam sahibidir. 4Allahü teâlâ Kur’ân’ı, önündeki kitapları da tasdîk edici olarak hak ile sana indirdi. Daha önce de insanlara hidâyet için Tevrât’ı ve İncîl’i indirmişti. Bir de hakkı bâtıldan ayıran kitaplar indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler (var ya), muhakkak onlara şiddetli bir azap vardır. Allah Azîz’dir, intikam sahibidir. 5Yerde ve gökte hiç bir şey kat’iyyen Allah’a gizli kalmaz. 6Rahîmlerde dilediği gibi sizi şekillendiren O’dur. Ondan başka bir ilâh yoktur. O, mülkünde gâliptir, işlerinde hikmet sahibidir. 7Sana Kur’ânı indiren O’dur. Bunun bir kısım âyetleri açık ve kesindir. Bunlar Kur’ân’ın esasıdır. Diğer bir kısım âyetler de vardır ki, (onların mânası sizce anlaşılmaz) müteşâbihtirler. (1) İşte, kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te’viline gitmek için Kur’ân’ın müteşâbih âyetlerine uyarlar. Hâlbuki, o müteşabihin te’vilini yalnız Allah bilir. İlimde kökleşmiş ve metin olmuş kimseler ise: “ Biz ona (manâsı anlaşılmıyan müteşabihe) inandık; açık ve kapalı bütün âyetler Rabbimiz tarafındandır”, derler. Bunları ancak akılları tam olanlar iyice düşünür. (1) Müteşâbih: Kasd olunan mânayı bilmek, mümkün olmayan Kur’ân-ı kerîmdeki âyetlere denir. Müteşâbih iki nevidir: Lâfzı müteşâbih olan âyet ki, bundan hiç bir mâna anaşılmaz. Sûrelerin evvelinde bulunan Sâd, Tâ-hâ gibi (Mukatta'a) harfler. Anlamı müteşâbih olan âyet ki, zâhiri mânasını kasdetmek muhâldır. Allah’ın "el"i, onların elleri üstündedir. Bu âyet-i kerîmeye böyle mâna vermek muhâldır. Çünkü, Allah’ın "el"i olamaz. Ancak, el ya kudret ile te'vîl edilir, ya da Allah tarafından murad edilen mânaya bırakılır. 8Rabbimiz! Bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi saptırma; katından bize bir rahmet ihsan et! Şüphesiz ki sen, çok çok bağışlayansın. 9Rabbimiz! Muhakkak ki sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah, va’dinden dönmez. 10Şu (mal ve evlâtlarıyla öğünen ve peygamberin mal ve evlâdı yoktur, diye dil uzatan) kâfirler var ya! Muhakkak ki onlardan ne malları, ne de evlâdları, Allah’dan gelecek hiç bir azâbı geri çeviremez ve işte onlar, cehennemde ateşin çırasıdırlar. 11O kâfirlerin Râsûlüllah’ı tekzipleri, tıpkı Fir'avun hânedânının ve onlardan öncekilerin tutumu gibidir. Onlar, bizim âyetlerimizi yalanladılar da Allah, yaptıkları günahlar sebebiyle kendilerini enseledi. Allah’ın azâbı çok şiddetlidir. 12Ey Resûlüm, o kâfir olan Yahûdî’lere de ki; “Siz muhakkak mağlûp olacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz. O cehennem ne kötü bir yerdir!... 13(Bedir savaşında) karşılaşan iki birlik hakkında, size muhakkak bir alâmet (Peygamberin doğruluğuna bir nişâne) olmuştur. Bir birlik (ki mü’minler), Allah yolunda çarpışıyordu; diğeri de kâfirdi. Mü’minler kâfirleri gözgöre kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediğine yardımı ile zafer verir. Şüphesiz bunda (azı çoğa üstün getirmekte) anlayış sahibi olanlar için kesin bir ibret vardır. 14İnsanlara, kadınlar, oğullar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlar, yaylıma salınmış (güzel) atlar, davarlar ve ekinlerden yana nefsin isteklerine muhabbet, süslenip bezendi. Fakat bunlar, dünya hayatının geçici menfaatıdır. Hâlbuki sonuç güzelliği Allah katındadır. 15Râsûlüm, de ki; “ Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?” O, nefisleri imrendiren süslerden korunanlar için, Rableri katında, ağaçları altından ırmaklar akan cennetler var; onlar orada devamlı kalacaklardır ve yine orada pâk tertemiz zevceler ile en büyük nimet olan Allah rızâsı vardır. Allah, kullarının hal ve işlerini hakkıyle görücüdür. 16O takva sahipleri yalvararak: “ Ey Rabbimiz, biz îman ve itâat ettik, bizim günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru derler. 17O takva sahipleri, taât ve musibetlere sabreden (söz, iş ve niyyetlerinde) sadâkat gösteren, Allah’a itâat eden. Allah yolunda mallarını harcayan, seherlerde Allah’dan mağfiret isteyen ve namaz kılanlardır. 18Allah, kendinden başka ibâdete müstahak bir varlık olmadığını delillerle açıkladı. Meleklerle, ilim sahibleri de adâlet ve hak üzere durarak buna îman ettiler. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O, tevhîd getirmiyenlere gâliptir; hüküm ve hikmet sahibidir. 19Şüphesiz Allah, katında makbul olan din, İslâmdır. Kendilerine kitap verilen Hristiyan ve Yahûdiler hakikati bildikten sonra, aralarındaki ihtirasdan dolayı, İslâm dîni hakkında ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, onun cezasını vermekte çok çabuk hesap görücüdür. 20Ey Resûlüm, din işinde Yahûdî ve Hristiyanlar seninle münakaşaya kalkışırlarsa şöyle de: “ Ben, bana bağlı olanlarla birlikte kendimi Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlerl Arap müşriklerine de söyle: “ Siz İslâmı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâmı kabul ederlerse muhakkak doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse artık sana düşen (vazife) ancak tebliğdir. Allah, kullarının tasdiklerini de, inkârlarını da hakkıyle görücüdür. 21Allah’ın âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar arasında insaf ve adâletle emredenleri ezip yok edenler var ya! İşte onları çok acıklı bir azap ile müjdele... 22İşte bunlar, o kimselerdir ki, dünya ve Âhirette yaptıkları ameller boşa çıkmıştır. Onların azâbına engel olacak hiçbir yardımcıları da yoktur. 23Tevrât’dan kendilerine bir miktar nasip verilenleri görmez misin ki, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına dâvet olunuyorlar da sonra onlardan bir zümre, o Tevrât’ın hükmüne arkasını çeviriyor. Onlar böyle hakikatlerden yüz çevirmeyi âdet edinenlerdir. (Bu âyet-i kerîme, zina eden iki Yahûdî hakkında nâzil olmuştur: Hazret-i Peygamber Efendimizin hakemliğine mürâcaat etmişler ve Rasûlü Ekrem aleyhisselâm Tevrât ahkâmına göre recmedilmelerine “taşlanarak öldürülmelerine” hüküm verince kızmışlar ve Tevrât’ın hükmünü tanımıyarak çekip gitmişlerdi.) 24Bu yüz çevirişlerinin sebebi şudur: Çünkü onlar, sayılı birkaç günden başka bize asla ateş dokunmaz demektedirler. Onların (din namına) uydurmakta oldukları yalanları da, kendilerini dinlerinde aldatmaktadır. 25Onları geleceğinde şüphe olmıyan kıyâmet günü için topladığımız ve kendilerine hiç zulüm edilmiyerek herkese dünyada kazandığı tamamen ödendiği vakit halleri nasıl olacak? 26Resûlüm, şöyle de: “ Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen, dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini Azîz edersin, dilediğini de zelil edersin; hayır, yalnız senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin. 27Geceyi gündüze sokarsın, (geceler kısalıp gündüzler uzar) ve gündüzü geceye sokarsın (da gündüzler kısalıp geceler uzar.) Ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın; dilediğine de sayısız rızık verirsin. 28Mü'minler, mü'minlerden ayrılıp kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa artık Allah’dan ilişiği kesilmiş olur. Meğer ki, onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış bulunasınız. (Bu takdirde zararlarından korunmak için görünüşte dostluk yapabilirsiniz.) Allah size kendinden korkmanızı emrediyor. Nihâyet dönüş Allah’adır. 29İçinizdeki kâfir dostluğunu gizleseniz de, açıklasanız da Allah onu bilir, diye söyle. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini O bilir ve Allah her şeye hakkıyle kâdirdir. 30Kıyâmet gününde herkes, dünyada hayır ve kötülükten yaptığı şeyi hazır bulacak ve ister ki, o kötülüklerle arasında uzak bir mesafe bulunsaydı. Yine Allahü Tealâ size kendinden korkmanızı emreder. Allah kullarına karşı çok raûf, pek merhametli ve şefkatlidir. 31(Resûlüm), şöyle de: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira Allah, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” 32Yine de ki: “ Allah’a ve Peygambere itâat edin.” Eğer yüz çevirirlerse, Şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez. 33Gerçekten Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrâhîm hânedânını ve İmrân ailesini âlemler üzerine seçkin kıldı (soylarını peygamber yaptı.) 34Bu Peygamberlerin hepsi de birbirinden gelme tek zürriyettir. Allah semî’dir= her şeyi işitir, Alîm’dir= her şeyi bilir. 35(Îsa’nın büyükannesi olan) İmran’ın zevcesi şöyle demişti: “ Ey Rabbim, karnımdakini dünya meşguliyetlerinden beri olarak sana adadım. Böylece adağımı kabul buyur. Muhakkak ki sen, benim adadığımı hakkıyla işitici ve niyyetimin ne olduğunu kemâliyle bilicisin.” 36İmran’ın zevcesi (Hanne) çocuk doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bildiği hâlde:”- Ey Rabbim, onu kız doğurdum. (Mâbede hizmet için) erkek, kız gibi değildir. Bununla beraber, ben onun adını (Allah’ın kulu mânasına) Meryem koydum. İşte ben onu ve zürriyetini koğulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum” dedi. 37Bunun üzerine Rabbi, Meryem’i güzel bir kabul ile kabul buyurdu ve onu iyi bir şekilde yetiştirdi ve (eniştesi) Zekeriyya peygamberi de ona kefil (himayesine memur) kıldı. Zekeriyya ne zaman Meryemin bulunduğu mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. “Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?” dedi. O da: “ Bu Allah tarafından, şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır” dedi. 38Zekeriyya (aleyhisselâm) orada yiyecekleri görünce Rabbine şöyle dua etti: “ Ey Rabbim, bana senin katından bir pâk ve mübarek çocuk ihsan et; muhakkak ki sen duâyı hakkıyle kabul edicisin.” 39Bunun üzerine, Zekeriyya (aleyhisselâm) mihrab’da namaz kılmağa durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi; “ Haberin olsun, Allah sana Yahya adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah’dan gelen bir kelimeyi (Hazret-i Îsa’yı) tasdik edecek, kavminin efendisi olacak, nefsine hâkim bulunacak ve sâlihlerden bir peygamber olacaktır.” 40Zekeriyya dedi ki: “ Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmışken ve karım da kısırken benim bir oğlum nasıl olabilir?” Allah şöyle buyurdu: “ öyledir, (amma) Allah ne dilerse onu yapar.” 41Zekeriyya (aleyhisselâm): “ Ey Rabbim, zevcemin hamlinden haberdar olabileceğim bir nişan ve alâmeti bana ver.” dedi. Allah şöyle buyurdu: “ Senin (anlıyabileceğin) alâmet ve nişan, insanlara üç gün (el, baş ve göz işaretinde bulunup) söz söyleyememendir. Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam sabah tesbih et.” 42Hatırla ki, bir vakit melekler şöyle demişti: “Ey Meryem, hakikaten Allah, seni ibâdetle seçkin kıldı; seni pâk ve tertemiz büyüttü ve seni âlemlerin kadınları üzerine seçti. 43Ey Meryem! Rabbine ibâdete devam et, secdeye kapan ve rükû edenlerle beraber rükû’ yap. (namaz kılanlarla namaz kıl). “ 44İşte bu Meryem, Zekeriyya ve Yahya (aleyhisselâm) kıssaları, sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Ey Resûlüm, yoksa Meryemi hangisi himayesine alacak diye, Tevrât yazdıkları kalemleriyle kur’a atarlarken, sen onların yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında bulunmuyordun. 45Melekler: “Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyle (bir emirle yaratılacak çocuğu) sana müjdeliyor; ismi, Meryem’in oğlu Mesîh Îsa’dır. Dünyada da Âhirette de şanı yücedir, hem de Allah’a yakın olanlardan...” demişti. 46Ve yine, hem beşikte iken, hem de yetişkinken insanlara söz söyliyecek olduğunu ve salihlerden bulunduğunu sana Allah müjdeliyor. 47Meryem: “ Ey Rabbim, bana bir insan dokunmamışken nerden benim bir çocuğum olabilir?” dedi. Allah şöyle buyurdu: “ Doğrudur, sana bir kimse dokunmamıştır, fakat Allahü Tealâ dilediğini yaratır ve O, bir şeyi murad edince ona sadece “ol” der, o hemen oluverir.” 48Allah ona (Hazret-i Îsa’ya) yazı yazmayı, hikmeti, Tevrât’ı ve İncîl’i öğretecek. 49O’nu İsrâil oğullarına peygamber olarak gönderecek ve onlara şöyle diyecektir; “ Cidden, ben Rabbinizden bir mûcize ile geldim. Ben, size çamurdan kuş biçiminde bir taslak yapar ona üfürürüm, Allah’ın izniyle hemen bir kuş oluverir. Yine Allah’ın izniyle anadan doğma körü ve abraşı da iyi ederim, ölüleri diriltirim; evlerinizde ne yiyor ve ne biriktiriyorsanız size haber veririm. Elbette bu mûcizelerde size (peygamberliğimi isbat eden) deliller ve alâmetler vardır, eğer îman ederseniz... 50Hem önümdekini (Tevrât’ı) tasdik edici olarak, hem de size haram edilen içyağı ve deve eti gibi bazı şeyleri size helâl kılmak için geldim ve size peygamberliğimi tasdik eden bir mûcize getirdim. Artık Allah’dan korkun ve bana itâat edin. 51Şüphe yok ki Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse, ona ibâdet edin. İşte bu doğru yoldur.” 52Vaktaki Îsa Yahûdî’lerden küfrü hissedip anladı, şöyle dedi:”- Allah yolunda bana yardım edecekler kimdir?” Havarîler= Îsa’ya bağlılar, şöyle dediler: “ Biziz, Allah dininin yardımcıları, Allah’a îman ettik ve sen şâhit ol ki, biz gerçek müslümanlarız.” 53Ey Rabbimiz, indirdiğin İncîl’e îman ettik ve peygamberin Îsa’ya tâbi olduk. Artık bizi, birliğini ve peygamberlerini tasdik eden şâhitlerle beraber yaz.” 54Yahûdiler, (Îsâ’yı öldürmek için) hileye saptılar. Allah’da (Îsa’yı göğe kaldırıp kendilerinden, Îsa’ya benziyen birini hilekârlarına öldürtmekle onlara) hile yaptı, ceza verdi. Allah fenalığa karşı ceza verenlerin en kuvvetlisidir. 55O vakit Allah şöyle buyurdu: “ Ey İsâ! Şüphe yok ki seni, (ecelin bitince) öldüreceğim, seni bana yükselteceğim, seni küfredenlerin içinden tertemiz kurtaracağım ve sana bağlı olanları, kıyâmet gününe kadar küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz de yalnız banadır. O vakit ihtilâf ettiğiniz şeyler hakkında aranızdaki hükmü ben vereceğim. 56O kâfir olanlara gelince, ben onları dünyada da, Âhirette de en şiddetli bir azap ile cezalandıracağım ve onları azâptan kurtarmak için yardım edicilerden hiç kimse yoktur. 57Fakat îman edip sâlih ameller işliyenlere gelince: Allah onların mükâfatlarını tamamen ödeyecektir. Allahü Tealâ zâlimleri sevmez. 58Geçmiş peygamberlere âit bu hükümleri âyetlerden ve hikmet dolu Kur’ân’dan Cebrâil vasıtasıyla biz sana okuyoruz. 59Muhakkak ki Îsa’nın babasız dünyaya geliş hâli de, Allah katında Âdem’in hâli gibidir. Allah, Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “insan ol” dedi. O da, hemen insan oluverdi. 60Îsa hakkında sana verilen haber gerçektir. Artık şüphecilerden olma. 61Îsâ (aleyhisselâm’ın) Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna dâir sana ilim geldikten sonra onun hakkında kim seninle münakaşaya kalkışırsa şöyle de: “ Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, bizleri ve sizleri çağıralım; sonra hepimiz dua edip yalvaralım da Allah’ın lânetini yalancıların üzerine okuyalım.” 62Bu anlatılanlar, muhakkak ki doğru ve hak olan haberlerdir ve Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur. Şüphesiz o Allah, her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir. 63Eğer îman etmekten yüz çevirirlerse, elbette Allah o fesatçıları hakkıyle bilendir (ve cezalarını verendir.). 64(Râsûlüm), de ki: “ Ey kitap ehli (olan Hristiyan ve Yahûdî’ler)! Bizimle sizin aranızda müsavî bir kelimeye gelin. Şöyle ki: Allah’dan başkasına tapmayalım, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rab’lar edinmiyelim”. Eğer kitap ehli bu kelimeden yüz çevirirlerse, (o hâlde) şöyle deyin: “ Şâhid olun, biz gerçek müslümanlarız. (Bu âyet-i kerîme, Yahûdiler: İbrâhîm Yahûdî’dir ve biz onun dinine bağlıyız, demeleri üzerine nâzil olmuştur.) 65Ey ehl-i kitap (Hristiyanlar ve yahutîler)! Herbiriniz kendi yanlış inancına göre, İbrâhîm bizim dinimiz üzeredir, diyerek neye çekişip duruyorsunuz. Gerek İncîl, gerek Tevrât ancak ondan sonra indirildi. Hal böyle iken, artık, bizim dinimizde idi, diye iddianızın bâtıl olduğunu anlamaz mısınız? 66İşte siz, o kimselersiniz ki, hakkında biraz bilgi sahibi olduğunuz şeyde (kitabınızda olan âhir zaman Peygamberine âit vasıflarda) niçin münakaşa ettiniz; ya hiç bir bilginiz olmayan şeyde (İbrâhîm’in dîni hakkında) niçin münakaşa edersiniz? Allah hakikati bilir; Hâlbuki siz bilmezsiniz. 67İbrâhîm ne bir Yahûdî, ne de bir Hristiyandı. Fakat Allah’ı bir tanıyan gerçek bir müslümandı ve müşriklerden de değildi. 68Gerekten İbrâhîm aleyhisselâm’a insanların en yakını, zamanında ona bağlı olanlarla şu Peygamber (Hazret-i Muhammed aleyhisselâm) ve ona îman edenlerdir (mü'minlerdir). Allah mü'minlerin yardımcısıdır. 69Yahûdî’lerden bir topluluk, sizi şaşırtıp dinlerine çevirmek istediler. Hâlbuki onlar, kendilerinden başkasını şaşırtıp saptıramazlar. Bunun farkında bile değillerdir. 70Ey ehli kitap (Hristiyan ve Yahûdî’ler!) İncîl ve Tevrât’ta Peygamberin vasfını görüp bilirken niçin Kur’ân’ı ve Peygamberi inkâr ediyorsunuz? 71Ey kitaplılar (Hristiyanlar ve Yahûdiler) Niçin hakkı bâtıl ile karıştırıp örtüyor ve (Muhammed aleyhisselâm'ın hak peygamber olduğunu bildiğiniz hâlde) gerçeği gizliyorsunuz? 72yahutîlerden bir topluluk diğerlerine şöyle dedi: “ Mü'minlere indirilen Kur’ân’a, gündüzün evvelinde inanın ve sonunda inkâr edin (ki mü'minler şüpheye düşer de) olur ki, dinlerinden dönerler. 73Ve kendi dininize bağlı olanlardan başkasına inanmayın: (Ey Resûlüm onlara) de ki, doğru yol Allah’ın yoludur, İslâm dinidir; -ve size verilen kitabın benzeri, hiç kimseye verilmediğine, yahut mü'minlerin Rabbiniz huzurunda size üstün geleceklerine îman etmeyin.” De ki: Şüphesiz fazilet ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediği kimseye verir ve Allah rahmeti bol olandır, her şeyi hakkıyla bilendir. 74Allah dilediği kimseye rahmetiyle imtiyaz verir (Peygamberlik veya İslâm dinini bahşeder). Allah, çok büyük ihsan sahibidir. 75Kitap ehlinden öylesi vardır ki, kendisine bir yük altın emânet etsen onu (noksansız olarak) sana öder. Öylesi de vardır ki, ona emânet olarak bir altın versen, sen üzerine ayak direyip ısrar etmedikçe onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onlar derler ki, câhil Arapların malını almakta bize günah ve sorumluluk yoktur. Onlar bile bile Allah’a karaşı yalan söylerler. 76Hayır, öyle inandıkları gibi değil, kim ahdini ve emânetini yerine getirir, Allah’dan korkarsa, şüphe yok ki, Allah takva sahiplerini sever. 77Fakat, Allah’ın ahdini (kitaplarındaki peygambere îman sözünü) ve kendi yeminlerini birkaç paraya satan kimseler (var ya!) işte onların Âhirette hiç bir nasîbi yoktur. Allah onlara kelâmiyle hitap etmiyecek ve kıyâmet günü onlara merhamet nazarıyla bakmıyacak ve kendilerini temize çıkarmıyacaktır. Onlar için çok acıklı bir azap vardır. 78Kitap ehlinden bir gürûh da vardır, dillerini kitaba doğru eğer bükerler ki, siz, o tahrif ettiklerini kitaptan sanasınız. Hâlbuki o, kitaptan değildir. Bir de: “ Bu Allah katındandır” derler; Hâlbuki o, Allah katından değildir. Allah nâmına bile bile yalan söylerler. 79Beşerden hiç kimseye yakışmaz ki, Allah ona kitap versin, anlayış versin, peygamberlik versin de sonra insanlara şöyle desin; “ Allah’ı bırakıp bana kul olun”. Fakat öğretmekte ve ders alıp vermekte olduğunuz kitap sayesinde, bildiği ile amel eden âlimlerden olun der. 80Ve Meleklerle peygamberleri tanrılar edinmenizi de size asla emretmez. Artık siz müslüman olduktan sonra, size küfrü emreder mi? 81Hem Allah, vaktiyle Peygamberlerin mîsakını (bağlılık sözünü) şöyle almıştı: “ Celâlim hakkı için size kitap ve hikmetten verdim. Sonra size, beraberinizdekini tasdik eden bir Peygamber geldiğinde mutlaka ona îman edeceksiniz ve her hâlde ona yardımda bulunacaksınız; bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize alıp kabullendiniz mi?” buyurdu. Onlar: “İkrar ettik”, dediler. Allah şöyle buyurdu; “ Öyle ise birbirinize karşı şâhit olun, ben de sizinle beraber şâhitlerdenim.” 82Artık bu ikrardan sonra kim yüz çevirirse, işte onlar dinden çıkmış fâsıklardır. 83Onlar, Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde ne varsa hepsi ister istemez O’na boyun eğmiştir ve âhirette ona çevrilip götürüleceklerdir. 84(Ey Resûlüm), de ki: “ Biz Allah’a îman getirdik; bize indirilen Kur’ân-ı Kerim de; İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Ya'kûb’a ve oğullarına indirilenlere de; Mûsâ’ya, Îsa’ya ve peygamberlere Rablarından verilenlere de... Peygamberlerden hiç biri arasında (hak peygamber olduklarında) fark gözetmeyiz. Biz Allah’a boyun eğen müslimleriz.” 85Kim İslâmdan başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve Âhirette de o ebedî zarar çekenlerdendir. 86Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve Peygamberin hak olduğuna şehadet getirmişlerken (bu) îmanlarından sonra dinlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah nasıl hidâyete ulaştırır? Allah zâlimler topluluğunu (kavmini) hidâyete eriştirmez. 87İşte dinden çıkanlar (var ya), onların cezası şu: Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti gerçekten üzerlerindedir. 88Onlar ebedî olarak bu lânet ve azabın içindedirler. Kendilerinden ne azap hafifletilir, ne de onlara merhamet gözü ile bakılır. 89Ancak onun arkasından tevbe edip hallerini düzeltenler başka. Çünkü Allah, hakikaten günahları bağışlayan, çok merhamet edendir. 90Elbette îman ettikten sonra kâfir olanlar ve sonra küfürlerini artıranların (son nefeste) tevbeleri kabul olunmaz. İşte bunlar sapıklardır. 91Küfre dalmış ve kâfir oldukları hâlde ölüp gitmiş kimseler (var ya), bunların her biri kendini kurtarmak için dünya dolusu altın verecek olsa bile, asla hiç birinden kabul olunmaz. Bunların hakkı acıklı bir azâbdır ve kendilerine yardım edeceklerden de kimse yoktur. 92Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe, siz cennete eremezsiniz. Allah yolunda her ne harcarsanız muhakkak Allah onu bilendir. 93Tevrât indirilmeden önce (Ya'kûb’un nefsine haram kıldığından başka) yiyeceğin hepsi İsrâil oğullarına halâl idi. Sen onlara! “Eğer sadıklarsanız sahih Tevrât’ı getirin de onu güzelce okuyun” diye söyle. 94Artık bu delilden sonra helâl ve haram hakkında kim Allah’a karşı yalan söyleyip iftira ederse, işte onlar zâlimlerdir. 95Sen de ki: “(Helâl ve haramı haber vermekde) Allah doğru buyurmuştur. O hâlde (her dinden) İslâma yönelerek İbrâhîm’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” 96İnsanlar için konulan ilk mâbed, şüphesiz ki Mekke’de bulunan çok mübarek ve bütün âlemlere hidâyet olan Beyt’dir. 97Orada açık alâmetlerle İbrâhîm’in makâmı vardır. Kim oraya girerse taarruzdan emîn olur. Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten her kimsenin o Beyt’i haccetmesi, insanlar üzerinde Allah’ın hakkıdır, farzdır. Kim bu farzı tanımazsa, her hâlde Allah’ın ihtiyacı yok, O bütün âlemlerden müstağnidir. 98De ki: “ Ey ehl-i kitap! Niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Allah ise yaptıklarınızı görmektedir.” 99De ki: “ Ey ehl-i kitap! İslâmın hak din olduğunu bildiğiniz hâlde neden îman edenleri, Allah yolundan (iğriliğini istiyerek) çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.” 100Ey îman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir topluluğa uyarsanız, sizi imanınızdan sonra çevirirler, kâfir yaparlar. 101Size Allah’ın âyetleri (Kur’ân’ı) okunduğu ve içinizde Rasûlü bulunduğu hâlde nasıl küfredersiniz? Kim Allah’ın dinine sımsıkı tutunursa, o, muhakkak doğru bir yola iletilmiştir. 102Ey mü'minler! Gerçek takvâya yaraştığı gibi, Allah’dan korkup sakının ve her hâlde müslüman olarak can verin. 103Elbirlik Allah’ın dinine (şerîatına) sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıp dağılmayın. Allah’ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini düşünün ki, câhiliyet devrinde birbirinize düşmanlar iken o, sizin kalpleriniz arasında üflet (yakınlık ve sıcaklık) meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz. Hem siz ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da Allah, İslâmınız sebebiyle o ateşe (cehenneme) düşmekten sizi kurtardı. İşte Allah, size âyetlerini böylece açıklıyor ki, doğru yola eresiniz. 104İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir. 105Ey mü'minler, kendilerine açık deliller ve âyetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşen Hristiyan ve Yahûdî’ler gibi olmayın. İşte onlar için çok büyük bir azap vardır. 106Kıyâmet gününde bir takım yüzler ak ve bir takım yüzler de kara olacak. O vakit, yüzleri kara olanlara şöyle denecek: “İmanınızdan sonra küfrettiniz ha! İşte o küfürünüzün cezası olarak tadın azâbı...” 107Amma yüzleri ak olanlar, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar, orada (cennette) ebedî olarak kalacaklardır. 108Bunlar Allah’ın âyetleridir. Onları sana, hakkı yerine getirmek için vahy vasıtasıyla okuyoruz. Allahü teâlâ âlemlere zulüm murad etmez. 109Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ın yaratığıdır ve bütün işler Allah’a döndürülür (karşılık görür). 110(Ey Muhammed aleyhisselâm ümmeti) Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; İyiliği emreder, fenalıktan alıkorsunuz ve Allah’a imanınızda devam edersiniz. Eğer kitaplılar (Hristiyan ve Yahûdî’ler) da imana gelseydi, muhakkak haklarında hayırlı olurdu; içlerinden îman edenler varsa da, ekserisi gerçek dinden çıkmış fâsıklardır. 111(Ey müslümanlar) Yahûdiler size eziyyet vermekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşırlarsa arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra, kendilerine yardım da yapılmaz. 112Onlar (Yahûdî’ler) nerede bulunurlarsa boyunlarına zillet ve horluk takılmıştır. Meğer ki cizye vermek sûreti ile Allah’ın ve mü'minlerin barış ve emniyeti altına girmiş olsunlar. Onlar dönüp Allah’ın gazâbına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bunun sebebi şu: Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr etmişler, peygamberleri haksız yere öldürmüşlerdi; çünkü onlar, isyan etmişler ve aşırı gitmişlerdi. 113Ehl-i kitabın hepsi eşit değildir. Onlardan dosdoğru İslâm dîni üzere bulunan bir ümmet vardır ki, gece vakitleri Allah’ın âyetlerini okurlar ve onlar secdeye kapanırlar, namaz kılarlar. 114Allah’a ve Âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler ve kötülükten vaz geçirirler, hayır işlerinde de yarışırlar. İşte bu özellikleri taşıyanlar Allah katında salihlerdendir. 115Onlar hayra dâir ne işlerse onun mükâfatından asla mahrum edilmiyeceklerdir. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilendir. 116Kâfir olanlar (var ya!) onların ne malları, ne evlâdları kendilerini Allah’ın azâbından asla kurtaracak değildir. Onlar cehennemliktir ve orada ebedî olarak kalıcıdırlar. 117Bu dünya hayatında kâfirlerin yapmakta oldukları harcamaların hâli, bir rüzgârın hâline benzer ki, onda kavurucu bir soğuk var, nefislerine zulmeden bir kavmin ekinine düşmüş de onu mahvetmektedir. (İşte kâfirlerin harcamaları da böyledir, kendilerine hiç bir fayda vermez.) Onların harcamalarını boşa çıkarmakla, Allah kendilerine zulüm yapmadı. Fakat onlar, kendi nefislerine zulmettiler. 118Ey mü'minler! Din kardeşlerinizden başkasını (kâfir ve münâfıkları) dost edinmeyin: Onlar size fenalık yapmakta, fesad çıkarmakta kusur etmezler ve sıkıntaya girmenizi arzu ederler. Onların size karşı olan kin ve düşmanlıkları ağızlarından meydana dökülmüştür. Kalplerinde gizledikleri düşmanlık ise daha büyüktür. Onların düşmanlıklarına dâir âyetleri açıkladık, eğer düşünür ve anlarsanız... 119İşte siz (mü'minler) o kimselersiniz ki, kâfirleri seversiniz. Hâlbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitapların hepsine îman edersiniz. Onlar ise ancak sizinle karşılaştıkları zaman “İman ettik” derler. Tenhada başbaşa kaldıkları vakit ise, size olan kinlerinden ötürü parmaklarının uclarını ısırırlar. Resûlüm, de ki: “ Kininizle ölün, mahvolun”. Gerçekten Allah, kalplerin kin ve hasedlerini tamamıyla bilicidir. 120Size bir iyilik dokunursa onları üzer ve kederlendirir. Başınıza bir felâket gelirse, onunla ferahlanır ve sevinç duyarlar. Eğer siz, sabırlı olur da korunursanız, onların hileleri size hiç bir zarar veremez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını ilmi ile kuşatmıştır. 121(Ey Resûlüm), bir vakit erkenden Medine’deki ailenden çıkmış, savaş için mü'minleri elverişli yerlere yerleştiriyordun. Allah, sözlerinizi işitir ve niyyetlerinizi bilir. 122O zaman (Uhud savaşında ordunun sağ ve sol kanadını teşkil eden Seleme oğulları ile Harise oğullarından ibaret) içinizden iki birlik savaş korkusundan (münâfık Ubeyy’in kaçışına bakarak) geri dönmeğe niyyetlenmişti. Hâlbuki onların yardımcısı Allah idi. Mü'minler yalnız Allah’a güvenip dayanmalıdır. 123Bedir savaşında düşmana nisbetle daha az ve zayıf olduğunuz hâlde, Allah size kesin zaferi verdi. Allah’dan korkun (ve münâfıkların kaçışından kederlenmeyin) tâ ki şükretmiş olasınız. 124O vakit (Bedir’de) mü'minlere şöyle diyordun: “ Rabbiniz üç bin melek indirmekle size yardımda bulunması, yetişmez mi size?” 125Evet, eğer siz sabrederseniz ve Peygambere itâatsizlikten sakınırsanız, onlar da hemen üzerinize gelecek olurlarsa, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle (düşmana karşı) yardım edecektir. 126Bu yardımı Allah size, sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer, ancak Azîz ve Hakîm olan Allah’dandır. 127Böylece Allah, o kâfir olanlardan bir kolu kessin veya perişan etsin de, geri kalanlar keder ve ziyan içinde dönüp gitmiş olsunlar. 128Senin elinde (onları cezalandırmak veya affetmek hususunda) bir şey yok. Allahı, ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları zâlim bulundukları için azâblandırır. 129Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi Allah’ındır. Kullarından dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Allahü teâlâ çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. 130Ey îman edenler! Fâizi kat kat yemeyin. (1) Allah’dan korkun ki, Âhiret azâbından kurtulasınız. (1) Bu âyet-i kerîmede kat kat fâiz yemenin haram olduğu beyan buyurulmakla, kat kat olmıyan cüz’i bir fâizin yenebileceği mânası anlaşılmamalıdır. Zira, bu âyet-i kerîmeden sonra nâzil olan Bakara Sûresinin (275.) âyet-i kerîmesiyle mutlak olarak, fâizin azı ve çoğu haram kılınmıştır. 131Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun. 132Allah’a ve peygambere itâat edin ki, rahmete erdirilesiniz. 133Rabbinizin mağfiretine ve eni, göklerle yer kadar olan cennete koşuşun; o cennet takvâ sahipleri için hazırlanmıştır. 134(O takva sahipleri) Bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah da iyilik edenleri sever. 135Ve bir günâh işledikleri veya nefislerine zulüm ettikleri zaman Allah’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını istiyenler, (ki günahları Allah’dan başka kim bağışlayabilir?) hem de yaptıkları günaha bile bile ısrar etmemiş olanlar (var ya); 136İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Şu işleri yapanların mükâfatı ne de güzeldir!... 137Sizden önce bir takım vak’alar geçti. Onun için yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların âkibetleri nasıl olduğuna bakın. İbret alın. 138İşte Kur’ân-ı Kerimde olan bu kıssalar (vak’alar), bütün insanlar için hak sözü açıklamadır ve Allah’dan korkanlar için de bir öğüttür. 139Ey mü'minler, savaştan gevşemeyin ve Uhud bozgununa üzülmeyin. Hâliniz onlardan netice itibariyle çok yüksektir; eğer gerçekten (vâdimize) inanıyorsanız. 140Eğer size (Uhud’da) bir yara isabet etti ise, Bedir savaşında da kâfirler kavmine o kadar yara isabet etmişti. O sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında evirip çeviririz. Allah, savaş meydanında ihlâslı ve azimkâr mü'minleri diğerlerinden ayırd etmek ve sizden şehitler edinmek içindir (bu). Allah zâlimleri sevmez. 141Ve hem de Allah, îman edenleri tertemiz seçip kâfirleri mahvedeceği için... 142Yoksa Allah, içinizden mücâdele edenlerle sabredenleri hiç belirtmeden (ortaya çıkarmadan) cennete girivereceğinizi mi sandınız? 143Gerçekten siz, savaşa tutuşmazdan önce, ölüp şehid olmayı arzu etmiştiniz. Fakat işte onu gördüğünüz hâlde bakıp duruyorsunuz. (Bu âyet-i kerîme, Bedir savaşında bulunamayıp Medine’de kalanlar hakkında nâzil olmuştur. Bunlar, Bedir savaşında bulunup şehid olmayı arzu etmişlerdi. Fakat daha sonra Uhud savaşında bulundukları hâlde, çokları savaşa karşı ayak direyememişti). 144(Hazret-i) Muhammed (aleyhisselâm) ancak bir Peygamberdir. Ondan önce bir çok peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz (dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?) Kim ardına dönerse, elbette Allah’a hiç bir şeyle zarar verecek değil, fakat şükredip sabredenlere Allah muhakkak mükâfat verecektir. 145Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye ölmek yoktur. Ölüm, zamanı Allah’ın ilminde kararlaşmış bir yazıdır. Kim dünya menfaatını isterse kendisine ondan veririz ve kim de Âhiret savabını isterse, buna da ondan veririz. Şükredenlere ise muhakkak mükâfat vereceğiz. 146Nice Peygamberler vardı ki, beraberlerinde bir çok âlimler savaştı da Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı ümitsizliğe düşmediler, zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. 147O âlimlerin sözü sadece şuydu: “ Ey Rabbimiz! Bize günahlarımızı ve işlerimizde yaptığımız taşkınlıklarımızı bağışla. Savaşta ayaklarımızı diret ve kâfirler topluluğuna karşı bize zafer ver!” 148Nihâyet bu dua ve savaşlardaki direnmeleri sebebiyle Allah onlara hem dünya nimetini, hem de Âhiret sevabının güzelliğini (cenneti) verdi. Allah, güzel iş yapanları sever. 149Ey îman edenler! Eğer kâfirlere itâat edecek olursanız, sizi geriye, kendi dinlerine çevirirler de dünya ve Âhirette ziyana düşenlerin hâline dönersiniz. 150Şüphesiz Allah, sizin mevlânız ve yardımcınızdır ve o, yardım edenlerin en hayırlısıdır. 151Kâfirlerin kalplerine yakında korku düşüreceğiz, şu sebeple ki: Onlar, ibâdet edilmesi hususunda Allah’ın hiç bir delil ve hüccet indirmediği put gibi varlıkları, Allah’a ortak koşmuşlardı. Onların varacağı yer cehennemdir. O zâlimlerin yatağı ne de kötüdür!... 152Gerçekten Allah, size vaadini doğruladı. O sıra düşmanları öldürüyordunuz; tâ ki, o sevdiğiniz üstünlüğü Allah size gösterdi ve sonra isyan edip verilen emirde çekişerek yılgınlık ettiniz. İçinizden kimi (zafer sevinci ve ganimet arzusu ile) dünyası istiyor, kimi de cenk azmi ile Âhireti istiyordu. Sonra Allah sizi imtihan etmek için (müsibetlere karşı sabır ve metanetinizi denemek için) yardımını üzerinizden alıkoyup onları size gâlip getirdi. Bununla beraber sizi bağışladı da. Allah mü'minlere ihsan ve merhamet sahibidir. 153O vakit (Uhud savaşında) boyuna uzaklaşıyordunuz. Kimseye dönüp bakmıyordunuz. Hazret-i Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıp duruyordu. Bunun üzerine, Allah sizi keder üzerine kederle cezalandırdı. (Kederlerden biri mağlûbiyet ve diğeri Hazret-i Peygamberin ölmüş olduğuna dair yanlış haberin yayılmasıdır). Allah’ın sizi bağışlaması, ne elinizden giden zafere, ne de başınıza gelen musibete üzülmemeniz içindir. Allah, yaptıklarınızdan tamamiyle haberdardır. 154Sonra o kederin arkasından üzerinize Allah bir emniyet, bir uyku indirdi. Öyle ki, içinizden bir zümreyi (öz mü'minleri o uyku) sarıyordu. (Münâfıklardan ibaret) bir zümreyi de, nefisleri, can kaygısına düşürmüş, gözleri uyku tutmaz olmuştu; Allah’a karşı câhiliyet zannı gibi haksız bir zan besliyor ve; “ Bu zafer işinden bize ne?” diyorlardı. (Resûlüm), de ki: “ Bütün iş Allah’ındır.” Onlar, nefislerinde, sana açamadıkları bir şey gizliyorlar: “ İş elimizde olsa, zorla savaşa çıkarılmasaydık burada öldürülmezdik” diyorlardı. (Resûlüm) de ki: “ Evinizde de olsaydınız, üzerlerine ölüm yazılmış (takdir edilmiş) bulunanlar, yine dışarı çıkacak, düşüp kalacakları yerlere varacaklardı.” Allah, Uhud savaşındaki bu olayları, kalplerinizde olan ihlâs ve nifâkı meydana çıkarmak ve kalplerinizdeki niyyetleri pâk ve öz yapmak için başınıza getirdi. Allah, kalplerde olanı çok iyi bilir. 155Uhud savaşında iki ordu karşılaştığı gün içinizden arka çevirip geri dönenler (var ya!), hakikaten onları, Peygamberin emrine aykırı hareket etmeleri yüzünden, şeytan kaydırmak istedi. Bununla beraber (tevbe ettiklerinden) Allah onları bağışladı. Gerçekten Allah, çok bağışlayıcıdır, azâbı geciktiricidir. 156Ey îman edenler! Kardeşleri yeryüzünde dolaştığı veya bir savaşta bulundukları zaman, haklarında şöyle söyleyen kâfirler gibi olmayın: “ Bizim yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi.” Allah onların bu söz ve inançlarını kalplerinde bir keder ve hasret olsun diye bıraktı. Hâlbuki Allah, dilediğini yaşatır, dilediğini de öldürür. Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri bilendir. 157Andolsun, eğer siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlama ve merhamet etmesi, onların toplayacakları dünya menfaatından elbette daha hayırlıdır. 158And olsun, eğer ölür veya Allah yolunda öldürülürseniz, muhakkak ki Allah’ın huzurunda toplanacak, hesaba çekileceksiniz. 159Uhud savaşında sen, Allah’dan gelen bir merhamet sayesindedir ki, onlara (Ashâbına) yumuşak davrandın. Eğer sert, katı yürekli olsaydın, (onlara bu şekilde davransaydın) muhakkak onlar etrafından dağılıp gitmişlerdi. Artık onları bağışla ve kendilerine Allah’dan mağfiret dile. İş hususunda fikirlerini al (müşâvere et). Müşâvereden sonra da bir şeyi yapmağa karar verdin mi, artık Allah’a güven ve dayan. Gerçekten Allah, tevekkül edenleri sever. 160Eğer Allah size yardım ederse, size gâlip (üstün) gelecek yoktur ve eğer size yardımı terk ederse, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Mü'minler, sadece Allah’a güvenip tevekkül etmelidir. 161Bir peygamber için emânete (ganimet malına) hıyanet etmek olur şey değildir. Kim böyle hainlik ederse, kıyâmet günü, aşırdığı malı, boynunda taşıyarak getirir. Sonra da herkese kazandığı iyilik veya kötülüğün karşılığı ödenir ve hiç birine zulmedilmez. 162Allah’ın rızâsına uyarak hâinlik yapmaktan sakınan kimse, hiyanet ederek Allah’ın gazâbına uğrayan ve yatağı cehennem olan gibi midir? O, ne kötü dönüş yeridir!... 163O emîn kimseler, Allah katında derece derecedirler. Allah, emîn ve hâin kimselerin yaptıklarını hakkıyle görücüdür. 164Allah mü'minler üzerinde bol bol ihsanda bulundu. Çünkü onlara, kendi cinslerinden bir peygamber gönderdi ki, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyor, onları fena huy ve inançlardan temizliyor, onlara Kur’ân ve sünneti öğretiyor. Hâlbuki bundan önce açık bir sapıklık içinde idiler. 165Uhud savaşında size gelen musibet sonunda yetmiş kişi şehid olmasına karaşılık, daha önce Bedir savaşında kâfirlerden iki kat ki, yetmiş ölü ve yetmiş esir olmuşken, siz: “ Peygamber bizimle ve biz de müslüman iken bu musibet bize nereden geldi?”, dediniz. Onlara de ki: “ O, kendi tarafınızdandır, Peygambere itâat etmeyişinizdendir.” Şüphe yok ki, Allah her şeye hakkıyla kâdirdir. 166İki topluluğun (Mü'min ve müşriklerin Uhud savaşında) karşılaştığı gün, başınıza gelen musibet, Allah’ın izniyle olup mü'minlerin sebatını göstermek içindi. 167Bir de münâfıklık edenleri açığa vurmak içindi. Kendilerine: “Gelin, Allah yolunda savaşın yahut üzerine olan düşman saldırışını önleyin”, denildiği zaman şöyle cevap verdiler: “ Biz savaş yapmayı bilseydik elbette arkanızdan gelirdik.” Onlar, o gün îmandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmıyan şeyi söylüyorlardı. Allah onların gizlediği şeyi pek iyi bilir. 168Uhud gününde Medine’de oturup, savaşta ölen yakınları hakkında: “ Eğer bizi dinleselerdi ölmiyeceklerdi” diyen o münâfıklara şöyle söyle: “ Öyle ise, kendinizden ölümü geri çevirin, eğer sadıklardansanız.” 169Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Şüphesiz onlar Rableri katında diridirler, cennet meyvalarından rızıklanırlar. 170Onlar, Allah’ın kendilerine verdiği ihsandan (şehidlik rütbesinden) dolayı neş’eli haldedirler ve arkalarından kendilerine şehidlik rütbesi ile katılamıyan mücahidler hakkında şunu müjdelemek isterler: “ Onlara hiç bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmıyacaklardır.” 171Onlar, Allah’dan gelen bir nimet ve daha üstün bir ihsan sebebiyle sevinirler ve mü'minlerin mükâfatını Allah’ın zayi etmediği neş’esi içinde bulunurlar. 172Yaralandıktan sonra yine Allah’ın ve Peygamber’in çağrısına koşanlar ve hele onlardan iyilik edip fenalıktan sakınanlar için çok büyük bir mükâfat vardır. 173Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: “ Düşmanlarınız size karşı ordu hazırladı, o hâlde onlardan korkun.” dedi de bu söz onların imanını artırdı ve üstelik: “ Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir”, dediler. 174Sonra da kendilerine hiç bir keder dokunmaksızın Allah’dan bir nimet ve kazançla Bedir’den döndüler. Böylece Allah’ın rızasına uymuş bulundular. Allah, çok büyük bir lütuf ve ihsan sahibidir. (Uhud savaşından dönüşte Ebû Süfyan, daha önce yapılan Bedir savaşının intikamını almak maksadıyla Hazret-i Peygamber aleyhisselâm efendimize şöyle demişti: “ Bedir savaşının yıl dönümünde yine aynı yerde buluşalım ve savaşalım.” Peygamber Efendimiz; “İnşallah”, buyurmuştu. O gün gelince, Ebû Süfyan ordusu ile savaşa çıktı, fakat Allah kalbine bir korku vermekle Bedir mevkiine varamayıp geri döndüler. Müslümanlar Bedir’de düşmanı bekledilerse de onlarla karşılaşamadılar. Ancak, orada alış-veriş yaparak, bir hayli kâr ve ticaret yaptılar ve böylece selâmetle geri döndüler, Peygamberin emrini dinlediklerinden de Allah’ın rızâsına kavuştular. İşte, bu âyet-i kerîme, bu olay üzerine nâzil oldu. Bu sefere “Küçük Bedir Seferi” denir). 175(Ebû Süfyan sizin için ordu toplamıştır, diye) sizi kendi dostlarından korkutmakta olan o şeytandır. Siz, onlardan korkmayın da bana isyan etmekten korkun, eğer mü'minlerseniz. 176O küfürde yarışanlar, sana keder vermesin. Çünkü onlar, Allah’a asla bir zarar edebilecek değillerdir. Allah onlara Âhirette bir nasip vermemeyi diliyor. Onlar için çok acıklı bir azap vardır. 177İmana karşılık küfrü satın alanlar, Allah’a hiç bir şeyle zarar veremezler. Onlar için çok acıklı bir azap vardır. 178Bir de küfredenler, kendilerine ömür ve mühlet verişimizi, sakın kendileri için hayırlı sanmasın. Biz onları sırf günahlarını artırsınlar diye bırakıyoruz. Hem onlara, hor ve hakîr bırakan bir azap vardır. 179Ey münâfıklar, Allah mü'minleri, üzerinde bulunduğunuz şu iyi ile kötüyü karıştırıcı hâlde bırakacak değildir. Nihâyet pisi temizden ayıracaktır; Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, o gaybı (münâfıkları) Rasûllerinden dilediğine seçer bildirir. Onun için, Allah’a ve Peygamberlerine îman edin. Eğer îman eder ve sakınırsanız size çok büyük bir mükâfat vardır. 180Allah’ın, fazlından kendilerine verdiği şeye bahilik (cimrilik) edenler, hiç bir zaman onu kendilerine hayır sanmasınlar. Aksine bu, kendileri için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrası Allah’ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. 181“Allah fakirdir, biz zenginiz”, diyen Yahûdilerin sözünü elbette Allah işitmiştir. O söyledikleri sözü ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini (meleklere emrederek) yazacağız ve: “ Tadın o yakıcı ateşin azâbını”, diyeceğiz. 182Size bu azap, yaptığınız günahların karşılığıdır ve Allah kullarına zulmedici değildir. 183O Yahûdiler şöyle dediler: “ Gökten mûcize olarak gelecek ateşin yiyip tüketeceği bir kurban getirinceye kadar hiç bir Peygambere îman etmememizi Allah bize emretti.” (Rivâyet edildiğine göre İsrâil oğulları kurban eti yemezler ve kurban ettikleri hayvanın etini çatısız bir eve korlardı. Zamanın peygamberi orada dua yapardı. Halk da dışarda duanın kabulünü beklerdi. Gökten beyaz bir ateş gelip o kurbanı yakardı ve bu onun kabulüne bir alâmet sayılırdı). De ki:”- Size, benden önce bir çok peygamberler apaçık delillerle gelmiş ve o dediğinizi de elbet getirmişti. Ya, sadık kimseler idiyseniz niçin onları öldürdünüz? 184(Resûlüm), şimdi seni tekzip ettilerse (yalanladılarsa), senden önce o açık mûcizeleri, hikmetli sahifeleri ve nurlu kitabı getiren peygamberler de tekzip olundu. 185Her nefis ölümü tadacak ve ecirleriniz (mükâfatlarınız) ancak kıyâmet günü tamamlanacak. O vakit, kim ateşten uzaklaştırılır da Cennete konursa işte o muradına ermiştir. Yoksa dünya hayatı aldatıcı menfaattan başka bir şey değil... 186Andolsun ki, mallarınızın sarfı ve canlarınızın musibeti hakkında imtihan olunacaksınız. Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a eş koşanlardan da gerçekten bir çok incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer katlanır ve sakınırsanız işte bu, din işlerine olan metanet ve bağlılıktandır. 187Vaktiyle Allah, kendilerine kitap verilenlerden (âlimlerden) şöyle teminat almıştı: “ Celâlim hakkı için, kitabı, muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz.” Onlar ise o söz ve teminatı sırtlarının arkasına attılar. Böylece karşılığında biraz para aldılar. Bu ne kötdü alış veriştir!... 188O ettikleri fenalıklara sevinen ve yapmadıkları şeyde (hakka bağlanmamak hususunda) övünmeyi seven kimseleri de sakın azâbdan kurtulmuş bir yerde sanma, onlar için çok acıklı bir azap vardır. 189Göklerin ve yerin mülkü (bütün hazineleri) Allah’ındır. Allah her şeye hakkıyle kadirdir. 190Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, sağduyulu, akıl sahipleri için, Allah’ın varlığını, kudret ve azametini gösterir kesin deliller vardır. 191Sağ duyulular o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (dâima) Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Allah’ın varlığını isbat için iyice düşünürler ve şöyle derler: “Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen batıl şey yaratmaktan münezzehsin (berîsin). Artık bizi cehennem ateşinden koru. 192Ey Rabbimiz, gerçekten sen kimi ateşe sokarsan, şüphesiz onu hor ve perişan edersin. Orada zâlimlerin azâbını kaldıracak hiç bir yardımcıları da yoktur. 193Ey Rabbimiz, şüphesiz biz bir dâvetçi (Kur’ân veya âhir zaman peygamberini) işittik: Rabbinize îman edin, diye insanları îman etmeye dâvet ediyordu. Dinledik, hemen îman ettik. Ey Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört ve ruhlarımızı iyi kimselerle beraber al... 194Ey Rabbimiz, peygamberlerinin lisânı üzere bize vâdettiğin sevabı ver ve kıyâmet gününde bizi rüsvay etme. Şüphe yok ki sen vaadinden dönmezsin.” 195Nihâyet Rableri de onların dualarına şöyle icabet buyurdu: - Muhakkak ki ben, içinizden gerek erkek ve gerek dişi olsun hayır işleyen hiç kimsenin yaptığını zâyi etmem. Hep birbirinizdensiniz, din yönünden erkek ve dişiniz birdir. Dinlerini korumak için Mekke’den Medine’ye hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, dinim uğrunda işkenceye düşenlerin, savaşanların ve bu yolda öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim; onları altından nehirler akar cennetlere koyacağım. Bu lütuflar, onlara Allah katından mükâfattır ve sevabın da en güzeli Allah katındadır. 196O, Allah’ı tanımıyanların refah içinde diyar diyar dönüp dolaşmaları sakın seni (mü'minleri) aldatmasın... 197Kâfirlerin bu halleri çabuk kaybolan az bir zevktir. Sonra varacakları yer cehennem. O, ne kötü döşektir. 198Fakat Rablerinden korkanlar (var ya), onlar için altlarından ırmaklar akar cennetler var; orada ebedî olarak kalıcıdırlar, Allah tarafından hediyelerle konukludurlar. Allah’ın katındaki nimetler ise iyi kimseler için daha hayırlıdır. 199Şüphesiz kitap ehlinden (Hristiyan ve yahutilerden) kimi de vardır ki, hakka boyun eğer oldukları hâlde, Allah’a îman ettikleri gibi, size indirilen Kur’ân’a da, kendilerine gönderilen Tevrât ve İncîl’e de îman ederler, Allah’ın âyetlerini bir kaç paraya satıp dünya menfaatı elde etmezler. İşte bu mü'minlere, Rableri katında mükâfatları vardır. Gerçekten Allah, hesabını pek çabuk görür. 200Ey îman edenler; din uğrundaki eziyetlere sabredin ve düşmanlarınızla olan savaşlarda üstün gelmek için sabır yarışı yapın. Sınır boylarında cihad için nöbet bekleşin ve Allah’dan korkun ki, felâh bulasınız. | |||
|
﴾ 0 ﴿