1Elif, Lâm, Mim, Sâd. (Allah, lâtiftir, Meciddir, Sâdıktır.) 2Bu, bir Kitap ki, sana indirildi. (Ey Resûlüm) tebliğden ve kavminin tekzibi korkusundan ötürü, sakın yüreğinde bir sıkıntı olmasın ve onunla kâfirleri korkutup mü'minlere öğüt veresin... 3Rabbinizden size indirilen Kur’ân’a uyun (emirlerine ve hükümlerine bağlanın). Allah’dan başka dostlar edinip onlara uymayın. Siz ne az düşünüyorsunuz! 4Biz nice memleketler halkını helâk ettik ki, onlara azâbımız, gece yatarlarken, yahut gündüz istirahat ederlerken gelmişti. 5Azabımız kendilerine geldiği zaman, yalvarış ve itirafları ancak şu olmuştu: “ Gerçekten bizler zâlimlerdeniz.” 6Peygamber gönderilen ümmetlere, elbette (peygamberlere uyup amel etmelerinden ) soracağız, gönderilen peygamberlere de (tebliğden) muhakkak soracağız. 7Peygamberlerin tebliğlerini, ümmetlerin, itâat ve muhalefetlerini bildiğimiz hâlde, onlara (peygamberlere) haber veririz. Çünkü biz, onlardan (yaptıklarından ve söylediklerinden) habersiz ve gaip değildik. 8Kıyâmet gününde amellerin tartılması haktır. Kimin iyilikleri kötülüklerinden ağır gelirse, işte onlar, kurtulanlardır.” 9Kimin de tartıları hafif gelirse, işte bunlar da âyetlerimize zulmetmeleri sebebiyle kendilerine yazık edenlerdir. 10Andolsun ki, sizi, yeryüzünde yerleştirdik ve sizin için orada bir çok geçim imkânları hazırladık. Siz ne az şükrediyorsunuz!... 11Gerçekten ilk defa sizi (ruhlarınızı) yarattık, sonra size şekil verdik ve sonra da meleklere: “ Âdem’e (hürmet için) secde edin”, dedik. Hemen İblisten başka bütün melekler secde ettiler, o (iblis) secde edicilerden olmadı. 12Allah İblis’e “ Ben, sana secde ile emretmiş iken, seni, secde etmekten alıkoyan neydi?” buyurdu. İblis şöyle dedi: “ Ben Âdem’den hayırlıyım çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” 13Allâh Tealâ şöyle buyurdu: “ Hemen in oradan (cennetten), sana cennette kibirlenmek (kendini büyük görmek) gerekmez. Haydi çık, çünkü sen, hor ve bayağı kimselerdensin.” 14İblis: “Bana kıyâmete kadar ömür ve mühlet ver”, dedi. 15Allah da: “Sen mühlet verilenlerdensin”, buyurdu. 16İblis: “Öyle ise, beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, insanoğullarını saptırmak için, muhakkak sen,in doğru yoluna oturacağım vesvese verip pusu kuracağım. 17Sonra onlara, önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükrediciler bulmıyacaksın.” dedi. 18Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “ ayıblanmış ve rahmetimden koğulmuş olarak çık oradan. And olsun ki, onlardan her kim sana uyarsa, cehennemi hep sizden dolduracağım.” 19Ey Âdem! Sen, zevcenle birlikte cennette yerleş de, ikiniz dilediğiniz nimetlerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın ki, sonra zâlimlerden olursunuz. 20Nihâyet Şeytan, onların örtülü avret yerleri kendilerine açılmak için, onlara vesvese verip şöyle dedi: “Rabbiniz size bu ağacı, iki melek olacağınız, yahut devamlı (cennette) kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti.” 21Bir de onlara: “Muhakkak ki, ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim”, diye yemin etti. 22Böylece ikisini de aldatarak, onları mevkilerinden düşürdü. Ağacın meyvasını taddıkları zaman, ayıp yerleri kendilerine açılıverdi. Onlar da hemen cennet yapraklarından üst üste koymakla örtünmeğe başladılar. Rableri onlara şöyle nida etti: “ Ben, ikinize de bu ağacı yasak etmedim mi; şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” 23Âdem ve Havva: “ Ey Rabbimiz, kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ziyan edenlerden oluruz.” dediler. 24Allah onlara buyurdu: “ Bir kısmınız, bir kısmınıza düşman olarak ininiz. Yerde, sizin için bir zamana (ecelinizin sonuna) kadar yerleşip kalmak ve geçinmek var.” 25Allah buyurdu ki, orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan dirilip çıkarılacaksınız. 26Ey Âdem oğulları! Size çirkin (avret) yerlerinizi örtecek bir elbise ve bir de süs elbisesi indirdik. Fakat takva elbisesi, işte o, hepsinden daha hayırlıdır. Bu giyim eşyasını göndermek, Allah’ın ihsanına delâlet eden alâmetlerdendir. Gerektir ki, düşünür ve anlarlar. 27Ey Âdem oğulları: Çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, ebeveyninizin (Âdem ile Havva’nın) elbiselerini soyarak, Şeytan onları nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir belâ yapmasın. Çünkü şeytan ve kabilesi, sizi, kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden görürler. Biz, Şeytanları, îman etmiyeceklere dostlar yaptık. 28Bir edepsizlik (şirk üzre ve çıplak olarak Beytullah’ı tavaf) ettikleri zaman: “Atalarımızı böyle bulduk; bize, bunu Allah emretti” derler. Sen de ki, “ Allah edepsizliği emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atarsınız?” 29De ki, Rabbim adâleti emretti. Her secde yerinde (namazınızda) yüzünüzü kıble tarafına çevirin. Dinde Allah için ihlâslı kimseler olarak Allah’a ibâdet edin. İlkin sizi o yarattığı gibi, yine ona döneceksiniz. 30Allah bir kısmına hidâyet verdi ve bir kısmına da sapıklık inip yerleşti. Çünkü, Allah’ı bırakıp şeytanları dostlar edindiler. Bir de zannederler ki, kendileri hidâyettedirler. 31Ey Âdem oğulları! Her namazınızda süslü elbisenizi giyinin. Yeyin, için, israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez. 32De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı zineti (elbiseleri) temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş? De ki, bu zinet ve hoş rızık, dünya hayatında, îman edenler içindir (kâfirler de faydalanır). Fakat kıyâmet gününde yalnız mü'minlere aittir. Böylece âyetleri, bilen kimselere açıklıyoruz. 33De ki, Rabbim şunları haram etti. Bütün fuhşiyyatı (küfür ve nifâkı), açığını ve gizlisini, her türlü günahı, haksız isyanı ve Allah’a, hiç bir zaman bir bürhan indirmediği herhangi bir şeyi ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allah’a isnad etmenizi. 34Her ümmet için takdir edilen bir zaman (ecel) var. Müddetleri gelince bir an geri kalamazlar ve öne de geçmezler. 35Ey Âdem oğulları! Size içinizden peygamberler gelip âyetlerimi size anlattığı zaman, kim tekzibden sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku yoktur ve mahzun da olacak değillerdir. 36Âyetlerimizi yalanlıyanlara ve bunlara îmanı, kibirlerine yedirmiyenlere gelince; bunlar cehennemliktirler, onlar ebedî olarak orada kalıcıdırlar. 37Çünkü Allah,’a bir yalan uydurup atan veya onun âyetlerine yalan diyen kimseden daha zalim kim olabilir? Onlara kitaptan (kaderden) nasibleri erişecektir. Nihâyet elçilerimiz (göndereceğimiz melekler), canlarını almak üzere, onlara geldikleri zaman, şöyle diyecekler: “ Allah’ı bırakıp da tapındığınız putlarınız nerede? “ Onlar şöyle cevap verecekler: “ O putlar, bizi bırakıp kayboldular.” Onlar, kendi aleyhlerine, kâfir olduklarına şahidlik edeceklerdir. 38Allah, kıyâmette kâfirlere: “sizden önce insan ve cinden gelip geçen ümmetlerin bulunduğu ateşin içine girin”, buyuracaktır. Her ümmet girdikçe, kendini sapıtan daha önceki dindaşına lânet edecektir. Nihâyet hepsi cehennemde birbiriyle buluşup toplanınca, bağlılar (tabi olanlar) öncüleri için şöyle diyecek: “ Ey Rabbimiz, bizi sapıtanlar, işte bunlardır. Bunlara ateşten iki kat bir azap ver.” Allah; “Her birinize iki kat azap var, fakat bilmiyorsunuz.” buyurur. 39Önceki öncüler de sonrakilere; “ Sizin de bize karşı bir üstünlüğünüz olmadı. Artık kendi yaptığınızın cezası olan azabı tadın”, derler. 40Âyetlerimizi yalanlıyanlar ve onlara îman etmeyi kibirlerine yediremeyenler (var ya), onlara gök kapıları açılmaz (ruhları göğe yükselmez) ve deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar (hiç bir zaman) cennete giremezler. İşte biz, günahkârlara (müşriklere) böyle ceza veririz. 41Onlara, cehennem ateşinden bir döşek ve üzerinde de (yine ateşten) örtüler var. Biz zâlimleri böylece cezalandırırız. 42İman edip sâlih amel işleyenler (var ya) - ki biz herkese ancak gücünün yettiğini teklif ederiz- işte onlar, cennetliktirler, onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar. 43O cennet ehlinin kalplerinde olan hased ve kini çıkarırız. (Oturdukları yerlerin) altlarından ırmaklar akar (Haldeki yerlerini görünce) şöyle derler: “ Allah’a hamd olsun ki, bizi, hidâyeti ile buna kavuşturdu. Eğer Allah bize hidâyet vermeseydi, kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri, hakkı getirmişlerdir.” Onlara şöyle çağrılır: “ İşte amelleriniz sebebiyle mirasçı olarak kondurulduğunuz cennet, budur.” 44Bir de cennetlik olanlar cehennemliklere şöyle çağırırlar; “ Gerçekten biz, Rabbimizin bize vaad buyurduğu sevabı hak bulduk. Siz de Rabbinizin vaad buyurduğu cezayı hak buldunuz mu?” Onlar da: “ Evet, hak bulduk.” derler. Bunun üzerine, iki topluluk arasında bir çağırıcı (Hazret-i İsrâfil aleyhisselâm) şöyle nida eder (çağırır): “Allah’ın lâneti zâlimler üzerine olsun!” 45İnsanları Allah yolundan çevirenler ve yolu eğri (çarpık) bir hale getirmek isteyenler, işte onlar, âhireti inkâr edenlerdir. 46Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir sûr (perde) vardır. A’raf (cennet hisarı) üzerinde de bir takım insanlar (sevab ve günahları eşit olup en son cennete girecek olanlar) var ki, bunlar, cennetlik ve cehennemliklerden her birini çehreleriyle tanırlar ve henüz cennete giremeyip onu arzu eder oldukları hâlde, cennetliklere “Selâmün Aleyküm”, diye nida ederler. 47Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman da: “ Ey Rabbimiz! Bizi, zâlimler topluluğu ile beraber yapma.” derler. 48Yine A’raf ehli, (kâfirlerin elebaşlarından kara) simalarıyla tanıdıkları bir takım adamlara nida edip diyecekler ki: “ Gördünüz mü? topladığınız mallarla yârânınız, kibirle azametiniz, size hiç fayda vermedi.” 49A’raftakiler, kâfirlerin ileri gelenlerine fakir mü'minleri göstererek: “ Bunlar, mü'minlerin zayıfları değil midir ki, siz dünyada bunları tahkir edip onlar Allah’ın rahmetine erişemez (cennete giremez) ler diye yemin ediyordunuz?” derler. O anda fukaraya şöyle denir; “ Cennete girin. Size hiç bir korku yoktur ve siz mahzun da olacak değilsiniz.” 50Cehennemlikler, cennetliklere şöyle çağırır: “ Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın.” Onlar da: “ Şüphesiz Allah, bunları kâfirlere haram etti” derler. 51O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve bir oyun edinmişlerdi ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı; bunlar, şu güne kavuşmayı unuttukları ve âyetlerimizi inkâr ettikleri gibi, biz de bugün onları unutacağız. 52Andolsun, biz onlara (Mekke’lilere) bir kitap (Kur’ân) getirdik ki, îman edecek olan herhangi bir kavme, bir hidâyet ve rahmet (temel nizam) olsun. Onun için tam bir ilim üzere, onun hükümlerini ayrı ayrı beyan ettik. 53O kâfirler, Allah’ın mükâfat ve cezası gerçek midir? diye ancak beklerler, Kıyâmette bunların doğruluğu meydana çıkınca, daha önce dünyada onu unutanlar şöyle diyecekler: “ Gerçekten Rabbimizin Peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi şefaatçılardan hiç biri var mı ki, bize şefaatta bulunsunlar? Veya geri döndürülür müyüz ki, yaptığımız günahın gayri olan sevabı yapsak?” Gerçekten onlar, kendilerine yazık ve ziyan ettiler. Uydurmuş oldukları putlar da kendilerinden uzaklaşarak kaybolmuştur. 54Muhakkak Rabbiniz, o Allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arşı (kürsüyü ve dolayısıyla bütün varlıkları) istilâ etti (hükmü altına aldı). Allah, gündüzü gece ile örter ve sür’atle gece gündüzü, gündüz de geceyi kovalar. Güneşi, ay’ı ve yıldızları, Allah, emrine bağlı kıldı. Dikkat ediniz ki, hem yaratmak, hem de emretmek O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne kadar yücedir!... 55Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez. 56Yeryüzü (îman ve adaletle) düzeldikten sonra, orada (fenalık işlemekle) fesad çıkarmayın ve Allah’a hem korku, hem de istekle kulluk edin, duada bulunun. Muhakkak ki, iyilik yapanlara Allah’ın rahmeti pek yakındır. 57Yağmur rahmetinin önünde, rüzgârları müjdeci olarak gönderen O Allah’dır. Nihâyet bu rüzgârlar buhar ile yüklü ağır ağır bulutları kaldırıp yüklendiği zaman, bakarsın ki, biz onları ölmüş (kurumuş) memleketlere sevketmişizdir. Böylece, o bulutla, o yere su indiririz de, o su ile her çeşit meyveleri çıkarırız. İşte bu ölü araziden bitkileri (nebâtâtı) çıkardığımız gibi, ölüleri de böyle çıkaracağız (dirilteceğiz). Gerektir ki, düşünür ve ibret alırsınız. 58Toprağı verimli olan güzel bir memleketin nebâtı, Rabbinin izniyle çıkar (ve yetişir) fena ve verimsiz olan bir yerin nebâtı ise çıkmaz; çıkan da bir şeye yaramaz. İşte âyetleri, şükredecek bir kavim için böyle açıklarız. 59Andolsun, biz Nûh’u Peygamber (olarak kavmine) gönderdik de o, şöyle dedi: “ Ey kavmim! Allah’a ibâdet ve itâat edin. Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur. Ben, üzerinize gelecek çok büyük bir günün azâbından hakikaten korkuyorum.” 60Kavminin büyükleri, ona şöyle cevap verdiler: “ Biz, seni cidden apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz.” 61Bunun üzerine Nûh dedi ki: “ Ey kavmim! Bende hiç bir sapıklık yoktur; lâkin ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen bir Peygamberim. 62Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size öğüt veriyorum. Allah’dan gelen vahy ile, sizin bilemiyeceklerinizi biliyorum. 63Sizi küfür akıbetinden korkutmak için ve Allah’dan sakınmanız için, içinizden bir adam (Peygamber) vasıtasıyla Rabbinizden size bir ihtar geldiğine hayret mi ediyorsunuz? Olur ki, takvanız sebebiyle merhamet olunursunuz.” 64Bunun üzerine Nûh’u tekzip ettiler. Biz de Nûh’u ve kendisiyle bareber gemide bulunanları kurtardık ve âyetlerimizi yalanlıyanları (tufan ile) boğduk. Çünkü onlar, basiretleri körleşmiş bir kavim idiler. 65Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. O, şöyle dedi: “ Ey kavmim Allah’a ibâdet edin. Sizin O’ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur. Hâlâ (O’nun azabından) korkmıyacak mısınız.” 66Hûd’un kavminden küfre varan seçkin bir topluluk şöyle cevap verdi: “Gerçekten biz, seni, bir çılgınlık içinde görüyoruz ve seni, hakikaten yalancılardan sanıyoruz.” 67(Bunun üzerine Hûd) onlara şöyle dedi: “ Ey kavmim, bende çılgınlık ve akıl hafifliği yok; ancak ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim.” 68Size Rabbimin risâletlerini (emirlerini) tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir emîn bir öğütçüyüm. 69Sizi (Allah’ın azabıyla) korkutmak için, aranızdan bir adam vasıtasıyla, size Rabbinizden bir ihtar geldiğine inanmıyor da hayret mi ediyorsunuz? Düşünün ki Allah, sizi, Nûh kavminden sonra halifeler yaptı ve yaratılış bakımından size, onlardan ziyade boy ve güç verdi. O hâlde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtulabilesiniz. 70Hûd’a kavminin kâfirleri şöyle dediler: “ Sen, bize yalnız Allah’a ibâdet ve itâat etmemiz, bir de babalarımızın tapındıkları putları terk etmemiz için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi korkutup durduğun azabı başımıza getir bakalım.” 71Hûd, onlara şöyle dedi: “ Şüphesiz ki, Rabbinizden üzerinize bir azap ve bir gazap gerçekleşti. Sizin ve atalarınızın uydurduğu tanrılar hakkında, siz benimle mücâdele mi ediyorsunuz? Allah, onlara hiç bir âyet ve delil indirmedi. Artık azabın gelişini bekleyin, ben de sizinle beraber (onu) bekliyenlerdenim.” 72Nihâyet Hûd’u ve beraberindeki imân edenleri, rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi tekzip ederek îman etmemiş olanların kökünü kestik. 73Semûd (kavmine) de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik) O, Kavmine şöyle dedi: “Allah’a ibâdet ve itâat edin. Ondan başka hiç bir İlâhınız yoktur. İşte size, Rabbinizden açık bir mûcize geldi. Şu Allah’ın dişi devesi, size peygamberliğimi isbat eden bir mûcize ve alâmettir. Onu bırakın. Allah’ın arzında otlasın. Ona bir fenalıkla dokunmayın ki, sonra acıklı bir azaba uğrarsınız. 74Bir de düşünün ki, Allah, sizi Âd’dan sonra halifeler yaptı; yeryüzünde sizi yerleştirdi. Ovalarında kışlık köşkler ediniyor, dağlarında yazlık evler oyup yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini anın da, yeryüzünde fesad peşinde koşarak müfsidlik etmeyin. 75Sâlih’in kavminden imana gelmeyip kibirlenenler, içlerinden îman eden zayıflar için, alay yollu, şöyle dediler; “ Siz Sâlih’in hakikaten Rabbi tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğunu biliyor musunuz?” Onlar da: “ Biz, şüphesiz, onunla gönderilen her şeye îman edenleriz.” dediler. 76O kibirlenerek îman etmiyenler, “ - Doğrusu biz, o sizin îman ettiğiniz şeyi inkâr eden kâfirleriz.” dediler. 77Nihâyet o dişi deveyi öldürdüler. Rablerinin emrinden çıkıp isyan ettiler ve şöyle dediler: “ Ey Sâlih, sen, gerçek Peygamberlerdensen, bizi kendisiyle korkutmakta olduğun şeyi (azabı), bize getir bakalım.” 78Bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı ve evlerinde çöküp mahvoldular. 79Sâlih onlardan yüz çevirip şöyle dedi: “ Ey kavmim, ben size Rabbimin elçiliğini tamamen tebliğ ettim, size nasihat ettim, fakat siz öğüt verenleri sevmezsiniz.” 80Lût’u da (Peygamber) gönderdik. Bir vakit kavmine şöyle demişti: “ Sizden önce, âlemlerden hiç birinin yapmadığı rezaleti (oğlancılığı) mı yapıyorsunuz? 81Siz, kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Muhakkak ki, siz çok ileri giden azgın bir kavimsiniz. “ 82Lût’un bu sözüne karşı, kavminin (birbirlerine) cevabı: “Lût’u ve ona bağlı olanları memleketinizden çıkarın. Çünkü bunlar, eteklerini, erkeklere varmak hususunda çok temiz tutan insanlardır” demekten başka olmamıştır. 83Biz de Lût (aleyhisselâm) ile ailesini ve bağlılarını kurtardık; yalnız karısı, (gizli küfrü sebebiyle) yere geçenlerden oldu. 84Üzerlerine bir azap yağmuru yağdırdık. İşte bak, peygamberleri inkâr eden mücrimlerin sonu nasıl oldu!... 85Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb’i Peygamber gönderdik. Onlara şöyle dedi: “ Allah’a ibâdet ve itâat edin. Ondan başka hiç bir ilâhınız yoktur. İşte size Rabbiniz tarafından bir mûcize geldi. Artık ölçeği ve teraziyi tam tutun; insanların eşyasına haksızlık etmeyin; yeryüzünü, ıslâhından sonra bozmayın. Eğer bana inanırsanız, şu söylediklerim sizin için hayırlıdır.” 86Bir de her caddenin başına oturup Allah’a îman edenleri korkutarak Allah yolundan çevirmeyin ve yolun çarpıklığını arzu etmeyin. Düşünün ki, siz, vaktiyle pek azdınız. Böyle iken Allah sizi çoğalttı. Bir bakın ki, fesatçıların sonu nasıl oldu? 87Eğer içinizden bir kısmı, benimle gönderilen hakikate inanmış ve bir kısmı da inanmamış ise, Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” 88Şuayb’ın kavminden îman etmeyi kibirlerine yediremiyen ileri gelenler: “Yâ Şuayb; Seni ve beraberindeki îman edenleri muhakkak memleketimizden çıkaracağız veyahut bizim dinimize döneceksiniz.” dediler. Şuayb şöyle dedi: “ dininizi, istemediğimiz ve hoşlanmadığımız hâlde mi, (bizi geri çevireceksiniz?). 89Şüphesiz Allah, bizi dininizden kurtarmışken, sizin milletinize (dininize) dönecek olursak, bir yalan uydurarak Allah’a iftira etmişiz demektir. Dininize dönmemiz, bizim için mümkün değil, meğer ki Rabbimiz olan Allah dilemiş olsun. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz, yalnız Allah’a güvenmişiz. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında sen hak olanı hükmet. Sen hüküm verenlerin en hayırlısısın.” 90Kavminin öncü kâfirleri, diğerlerine şöyle dediler: “ Dininizi bırakıp Şuayb’a uyarsanız, yemin ederiz ki, bu takdirde çok büyük ziyan görenlerden olacaksınız.” 91Nihâyet onları, o korkunç zelzele (sarsıntı) yakalayıverdi. Böylece evlerinde çöküp helâk oldular. 92Şuayb’ı tekzip edenler, sanki evlerinde bir şenlik tutmamışlardı. Şuayb’ı yalanlıyanlardır ki, onlar ziyan görenler olmuşlardır. 93Şuayb helâk olan kavminden yüz çevirip dedi ki; “ Ey kavmim, şüphesiz ben size Rabbimin gönderdiği emirleri tebliğ ettim ve iyiliğinizi istedim. Şimdi kâfir olan bir topluluğa nasıl acırım?” 94Biz herhangi bir memlekete bir peygamber gönderdikse, önce halkını (peygamberlerini tanımadıklarından) şiddet ve zaruretle sıkmışız ki, yalvarıp yakarsınlar. 95Sonra bu sıkıntının yerine iyilik ve selâmet verdik. Derken çoğaldılar ve; “ Doğrusu atalarımıza da böyle sıkıntılı haller olmuş, sevinçli ve geniş haller de gelmiş” dediler. Tam o sırada, hatırlarından geçmezken, ansızın kendilerine azabla yakalayıverdik. 96Eğer o memleketlerin halkı, îman edip Allah’dan korkmuş olsaydılar, muhakkak ki üzerlerine yerden ve gökten bereketler açardık. Fakat onlar, peygamberleri yalanladılar da, kendilerini, yapmış oldukları küfür yüzünden azabla yakalayıverdik. 97O memleketlerin halkı (kâfirler), geceleyin uyurlarken, azabımızın kendilerine inivermesinden emîn mi oldular? 98Yine o memleketlerin halkı, gündüz ortasında oynayıp eğlenirlerken, azabımızın gelip çatmasından emîn mi oldular. 99Artık onlar, Allah’ın kendilerini ansızın yakalayıvermesinden emîn mi oldular? Allah’ın böyle ani baskınından ancak hüsrana düşen kimseler emîn olurlar. 100Yeryüzünün eski sahipleri azabla helâk olduktan sonra, yeryüzüne varis olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki, eğer biz dilemiş olsaydık, öncekiler gibi, bunlara da günahlarının cezasını verirdik. Fakat biz kalplerinin üzerlerini mühürleriz de, onlar, gerçeği işitmezler. 101İşte o memleketlerin durumu ki, ey Resûlüm, Biz sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun, O memleketlerin halkına, peygamberleri açık mûcizeler getirmişti. Öyle iken îman etmek istemediler. Çünkü ondan önce inkâr etmeyi âdet edinmişlerdi. Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler. 102Adı geçen ümmetlerin çoğunda verdikleri söze bağlılık bulmadık. Şu bir gerçek ki, onların çoğunu, itâatten çıkan kimseler bulduk. 103Sonra onların arkasından mûcizelerimizle Mûsa’yı Fir'avun’a ve topluluğuna gönderdik. Sonra o mûcizeleri inkâr edip kendilerine zulmettiler. Bak ki, o fesad çıkaranların âkıbeti nasıl oldu? 104Mûsa, şöyle dedi: “ Ey Fir'avun! Ben, âlemlerin Rabbi tarafından (sana) gönderilen bir Peygamberim. 105Bana gereken, Allah’a karşı hakdan başka bir şey söylememekliğimdir. Gerçekten ben size, rabbinizden bir mûcize ile geldim. Artık (köle edindiğin) İsrâîloğullarını benimle beraber (vatanları olan Şam’a) gönder.” 106(Fir'avun, Mûsa’ya şöyle) dedi: “ Eğer sen mû’cize getirdiysen ve sadık kimselerden isen onu (getir) göster.” 107Bunun üzerine Mûsa, asâsını yere bıraktı. Hemen o anda asâ, kocaman bir ejderha oluverdi. 108Bir de elini (koynundan) çıkardı ki, ne görsünler; seyredenlere, eli bembeyaz ışık saçıyor. 109Fir'avun’un kavminden başta gelenler dedi ki: “ Muhakkak bu, çok bilgiç bir sihirbazdır. 110Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor.” Fir'avun da: “ O hâlde, ne tedbir düşünüyorsunuz?” dedi. 111Onlar: “ Mûsa’yı ve kardeşini (Hârûn’u) alıkoy ve şehirlere toplayıcılar yolla: 112Ne kadar bilgiç sihirbazlar varsa, hepsini sana getirsinler.” dediler. 113Bütün sihirbazlar Fir'avun’a gelip şöyle dediler: “ Eğer biz üstün gelirsek, muhakkak bize mükâfat vardır, değil mi.” 114Fir'avun: “ Evet, şüphesiz ki, siz yakınlarımdan olacaksınız.” dedi. 115Sihirbazlar, Mûsa’ya şöyle dediler: “ Ey Mûsa! sen mi mârifetlerini ortaya atacaksın, yoksa biz mi atanlar olalım?” 116Mûsa, siz atın, dedi. Ne zaman ki hünerlerini ortaya döktüler, halkın gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Böylece büyük sihir getirmiş oldular. 117Biz de Mûsa’ya: “Asânı bırakıver” diye vahyettik. Bir de baktılar ki, asâ, onların bütün uydurduklarını yutuyor. 118Artık hak meydana çıktı ve onların bütün yaptıkları boşa gitti. 119İşte orada yenilmişler ve küçülerek geri dönmüşlerdi. 120Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar: 121“Biz Âlemlerin Rabbine, 122Mûsa ve Hârûn’un Rabbine îman ettik”, dediler. 123Fir'avun, onlara şöyle dedi: “ Ben, size izin vermeden, siz ona îman ettiniz ha! Şüphesiz bu bir hiledir ki, siz onu, şehirde (Mısır’da) anlaşıp kurmuşsunuz; yerli halkı bu şehirden çıkarmak (ve kendiniz yerleşmek) istiyorsunuz. O hâlde (başınıza ne geleceğini) yakında bilirsiniz. 124Muhakkak sûrette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra kat’iyyen topunuzu astıracağım.” 125Sihirbazlar, ona şöyle dediler: “ Doğrusu biz Rabbimize döneceğiz (bizi ölümle korkutamazsın). 126Senin bizden intikam almaya kalkışman ancak, Rabbimizin âyetleri gelince îman etmemizden ileri geliyor. Ey Rabbimiz! üzerimize sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür.” 127Fir'avun’un kavminden başta gelenler, Fir'avun’a şöyle dediler: “Mûsa’yı ve kavmini, fesadçılık yapmaları ve Mûsa’nın hem seni, hem de senin tanrılarını terketmesi için mi bu yerde bırakacaksın? “Fir'avun onlara şöyle cevap verdi: “ Daha önce onlara yaptığımız gibi, doğacak oğullarını öldürtürüz; yalnız kadınlarını sağ bırakırız (ki bize hizmet etsinler). Elbette yine, biz onların üzerine hâkim ve kahredicileriz.” 128Mûsa kavmine: “ Allah’dan yardım dileyin ve sabredin. Muhakkak ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonunda kurtuluş, Allah’dan korkanlar içindir.” dedi. 129Mûsa’ya îman edenler de: “ Sen bize Peygamber gelmeden önce de, bize Peygamber geldikten sonra da eziyet gördük.” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Umulur ki Rabbiniz, düşmanlarınızı helâk edecek ve sizi onlar yerine sahip kılacaktır da sizin nasıl hareket edeceğinize bakacaktır.” 130And olsun ki, biz, Fir'avun ailesini, düşünüp ibret alsınlar diye, tuttuk senelerce mahsul kıtlığı ve kuraklıkla kıvrandırdık. 131Fakat onlara (Fir'avun ailesine) iyilik ve bolluk geldiği zaman: “ Bu bizim hakkımızdır.” dediler. Başlarına bir fenalık geldiği zaman da, beraberindekilerin uğursuzluğuna yoruyorlardı. Dikkat edin! İyilik ve kötülüğü yaratmak ancak Allah’ın kudretiyledir. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler. 132Bir de: “sen bizi büyülemek için her ne mu’cize getirsen, asla sana inanacak değiliz, biz” dediler. 133Biz de, kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere, başlarına (sel felâketi) tufan, (ekinlerine) çekirge, haşerat, (evlerine) kurbağa ve (sularına) kan gönderdik. Yine de inad ettiler, kibirlendiler. Onlar öyle mücrimler gürûhu idiler. 134(Onların) üzerlerine o azap çökünce: “ Ey Mûsa! Bizim için, sana verdiği peygamberlik ahdi hürmetine, (Rabbine) duâ et. Eğer bizden bu azâbı kaldırırsan, yemin olsun ki, sana muhakkak îman edeceğiz ve İsrâîloğullarını da elbette seninle beraber göndereceğiz.” dediler. 135Vaktaki (azaba) erişecekleri bir müddete kadar üzerlerinden biz azabı kaldırdık, hemen yeminlerini bozdular. 136Biz de âyetlerimizi yalanladıkları ve onlara kulak asmayıp gâfil bulundukları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk. 137Fir'avun’un işkencesi altında kıvranan o kavmi de, arzın bereketlerle donattığımız doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Böylece, Rabbinin İsrâîl oğullarına olan o güzel vâdi, felâketlerle sabretmeleriyle tam yerine geldi. Fir'avun’un ve kavminin yapmakta oldukları sarayları ve yükseltmekte bulundukları binaları hep harap ettik. 138Biz, İsrâil oğullarını denizden geçirdik. Onlar, putlara ibâdet eden bir kavme uğradılar. (İçlerinde câhil olanlar şöyle) dediler: “ Ey Mûsa, bunların taptıkları tanrıları gibi, bize de bir ilâh yap.” Mûsâ, onlara dedi. “ Siz, bir topluluksunuz ki gerçekten cahillik ediyorsunuz. 139Çünkü şu gördüğünüz puta tapanların içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve yapmakta oldukları ameller de boşunadır.” 140Hiç dedi: ben size Allah’dan başka bir İlâh mı isterim? Hâlbuki o, sizi zamanınızın bütün halkı üzerine üstün kılmıştır. 141(Şu hikmete bakın ki), hani sizi Fir'avun ailesinden kurtarmıştık. Onlar ki size azâbın kötüsünü yüklüyorlardı. oğullarınızı öldürüyorlar, (kendilerine hizmet için) kadınlarınızı diri bırakıyorlardı. İşte bunda, size, Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan var. 142Biz, Mûsa’ya otuz gün (Oruç tutmasına karşılık kendisine Tevrât’ı vereceğimizi, yahut kendisiyle konuşacağımızı) vâdettik ve ona bir on (gün) daha ilâve ettik. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk gece (gün) olarak tamamlandı. Mûsa, kardeşi Hârûn’a şöyle dedi: “ Kavmimin içinde yerimi tut ve onların hallerini düzeltmeğe çalış da fesad çıkaranların yoluna gitme.” 143Mûsa, kendisiyle konuşacağımızı vâdettiğimiz vakitte gelince, Rabbi ona kelâmını (vasıtasız olarak) söyledi. (Mûsa) şöyle dedi: “ Rabbim! Cemâlini bana göster, sana bakayım.” Allah: “Beni hiç bir zaman göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durursa sen de beni görürsün.” buyurdu. Nihâyet Rabbi, o dağa tecelli edince, onu yer ile bir etti. Mûsa da bayılarak yere düştü. Sonra ayılınca şöyle dedi: “ Allah’ım! Seni tenzih ederim. (Dünyada seni görmeyi istemekten) tevbe ettim ve ben, mü’minlerin (buna inananların) ilkiyim.” 144(Allah şöyle) buyurdu: “ Ya Mûsa! Ben, (seni) peygamber göndermemle ve (seninle vasıtasız) kelâm etmemle seni asrının insanları üzerine seçtim. Şimdi şu sana verdiği emir ve yasakları al da şükredenlerden ol.” 145Biz Mûsa için Tevrât’ın Levhalarında her şeyden yazdık: Öğüdlere ve din hükümlerinin açıklanmasına ait her şeyi... Sonra: “ Bunları kuvvetle benimseyip al, kavmine de, o hükümlerin en sevablısını tutmalarını emret; (ibret için) ileride size o fasıkların (harap olan) yurdunu göstereceğim.” (dedik). 146Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, âyetlerimi anlamaktan (Kur’ân’ı kabulden) çevireceğim. Onlar (büyüklenenler), her mû’cizeyi görseler de ona inanmazlar, rüşd yolunu da görseler onu kendilerine yol edinmezler. Fakat sapıklık yolunu görürlerse, onu yol edinirler. İşte böyle hareket etmeleri, âyetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gâfil bulunmalarından dolayıdır. 147Hâlbuki, âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlıyanların bütün yaptıkları ameller boşa gitmiştir. Onlar, ancak kendi amellerinin cezasını çekeceklerdir. 148Tûr’a çıkan Mûsa’nın arkasından, geride kalan kavmi, süs eşyalarından bir buzağı heykeli yapıp onu ilâh edindiler, ki onun bir böğürmesi de vardı. Buzağının kendileriyle konuşamayacağını, onlara bir yol gösteremiyeceğini görmediler mi de onu ilâh edindiler? Böylece zâlimlerden oldular. 149Ne zaman ki, buzağıya taptıklarına kuvvetle pişman oldular ve kesin olarak sapmış bulunduklarını gördüler, şöyle dediler: “ Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa muhakkak biz, hüsranda kalanlardan olacağız. 150Mûsa, kavmine öfkeli ve kederli dönünce şöyle dedi: “ Ben ayrıldıktan sonra yerime geçtiniz de ne çirkin iş yaptınız! Rabbinizin emriyle dönüşüme sabretmeyip buzağı mı yaptınız?” Öfkesinden elindeki Tevrât levhalarını yere bıraktı ve kardeşi Hârûn’u başından (saç-sakalından) tutup kendine doğru çekmeğe başladı. Hârûn şöyle dedi: “ Ey anam oğlu (öz kardeşim), gerçekten bu kavim beni zayıf gördüler. Az kaldı ki beni öldüreceklerdi. Sen de bana düşmanları sevindirecek harekette bulunma böyle. Beni bu zâlimler topluluğu ile bir tutma.” 151Mûsa: “ Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine ithal et. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” dedi. 152Muhakkak ki buzağıyı ilâh edinenlere, Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında da bir horluk erişecektir. İşte biz, Allah’a iftira edenleri böyle cezalandırırız. 153O kötü amelleri işleyip de sonra arasından tevbekâr olarak îman edenlere gelince; doğrusu tevbe ve îmanlarından sonra, Rabbin muhakkak onları bağışlayıcıdır, merhamet edicidir. 154Mûsa’dan, öfke sönünce, levhaları aldı. Onların bir nüshasında; “ Rablerinden korkanlar için hidâyet ve mağfiret vardır.” yazılmıştı. 155Mûsa, buzağıya tapan arkadaşlarından ötürü özür dilemek üzere tayin ettiğimiz vakit için kavminden yetmiş adam seçti. Onları kuvvetli sarsıntı (zelzele) yakalayınca, Mûsa dedi ki! “ Ey Rabbim! Eğer dileseydin, bunları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki akılsızların yaptığı (günahlar) yüzünden bizi helâk mi edeceksin? Onların bu cahillikleri, ancak senin imtihan ve ihtiyarındır. Sen bu imtihanınla dilediğini sapıklığa bırakır, dilediğine hidâyet verirsin; sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın. 156Bize, hem bu dünyada bir iyilik, hem de âhirette bir iyilik ver. Gerçekten biz tevbe edip sana döndük. (Allah şöyle) buyurmuştur: “ Ben azabımı kullarımdan dilediğime isabet ettiririm. Rahmetim dünyada her şeyi kuşatmıştır (mü'mine de kâfire de şamildir). Fakat âhirette onu, küfürden sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize îman etmiş olanlara hâs kılacağım.” 157Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrât ve İncîl’de ismini yazılı buldukları ümmi Peygamber o Rasûle tâbi olurlar; o (Rasûl) kendilerine iyiliği emrediyor, onları fenalıktan alıkoyuyor; onlara (nefislerine) haram ettikleri temiz şeyleri halâl kılıyor, murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor, onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları indiriyor. Ve onlar ki, ona (Rasûle) îman ederler, kendisine tâzim ederler, ona yardım ederler ve kendisine indirilen (Kur’ân’a) tâbi olurlar, işte bunlar kurtulanlardır. 158(Resûlüm) de ki: “ Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gelen, Allah’ın Peygamberiyim. O Allah ki, yer ve göklerin tasarrufu O’nundur. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur, öldürür ve diriltir. Onun için hem Allah’a, hem de bütün kelimelerine îman getiren o ümmî Peygambere, Rasûlüne îman edin ve o peygambere uyun ki, doğru yolu bulasınız. 159Mûsa’nın kavminden, insanları doğru yola götürür ve hak ile adâlet yapar bir topluluk vardı. 160Biz, İsrâîloğullarını on iki kabileye, o kadar ümmete ayırdık. Mûsa’ya, Tih çölünde susayan kavmi kendisinden su istediği zaman: “ Asânı taşa vur” diye vahyettik. Vurunca, o taştan hemen on iki göze kaynayıp akmağa başladı. Her kabile, su alacağı yeri bildi ve belledi. Bulutu da üzerlerine gölgelik yaptık, kendilerine kudret helvasiyle bıldırcın indirdik. Onlara: “ size rızık olarak verdiğimiz en temizlerinden yeyin” dedik (fakat onlar nimetleri inkâr etmekle) bize zulmetmediler, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı. 161O vakit onlara (İsrâil oğullarına) şöyle denilmişti; “ Şu şehirde (Beytü’l-Makdis’de) yerleşin ve onun mahsüllerinden dilediğinizi yeyin; günahlarımızı bağışla, diye dua edin. O şehrin kapısından, Allah’a şükr için secde ederek girin ki, size suçlarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ileride ziyadesini vereceğiz.” 162Nihâyet içlerinden o zulmedenler (edecekleri duayı eğlenceye alarak) sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenden başka şekle koydular (Hıtta’yi Hınta= Bizi bağışla’yı buğday mânası hâline soktular.) Zulmü âdet edinmeleri sebebiyle, biz de üstlerine, gökten murdar bir azap indirdik. 163(Ey Resûlüm), o Yahûdî’lere, deniz kenarındaki kasaba halkının başına gelen felâketi sor. O vakit, yasak edildikleri cumartesi gününde balık avlamakla Allah’ın cumartesi yasağına tecavüz ediyorlardı. Çünkü ibâdet için tatil yaptıkları cumartesi günü, balıklar akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyordu. Cumartesi ta’tili yapmıyacakları gün ise, gelmiyordu. İşte biz, itâattan çıkmaları sebebiyle, onları böyle imtihan ediyorduk. 164İçlerinden bir ümmet: “ Niçin Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azâbla azâblandıracağı bir kavme nasihat ediyorsunuz?” dediği vakit, o öğüdü verenler şöyle dediler: “ Bizim nasihatımız, Rabbinizin yasağını (cumartesi balık avlamamayı) beyan etmek üzerimize vâcip olmakla, Allah katında ma’zûr tutulmamız içindir. Gerek ki, (avdan) sakınırlar.” 165Artık o avcılar, edilen nasihatleri unutunca, biz de kötülükten alıkoyanları kurtardık, zulmedenleri ise, çıkardıkları fesadlar yüzünden şiddetli bir azap ile yakaladık. 166Böylece onlar, kibirlenerek yasak edildikleri şeyi yapınca kendilerine: “ Hor ve zelîl maymunlar olun.” dedik. 167O vakit (ey Resûlüm), senin Rabbin yeminle şunu bildirdi: Muhakkak kıyâmet gününe kadar, yahutîler üzerine hep o kötü azâbı sürecek olan kimseyi gönderecektir. Gerçekten Rabbin cezayı çok çabuk verendir. Yine şüphe yok ki o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 168O Yahûdî’leri yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık; içlerinde sâlihleri (iyileri) de vardı, bunlardan aşağı (küfürde) olanlar da. Onları hem nimetle, hem de musibetle imtihan ettik ki, gerçeğe dönsünler. 169Nihâyet arkalarından bozuk bir toplum bunların yerine geçti ki, kitaba (Tevrât’a) vâris oldular: şu alçak dünya malını rüşvet olarak irtikâp ederler de, bir de: “Bize mağfiret olunacak.” derler. Karşı taraftan da kendilerine öyle bir mal gelse, onu da alırlar. Acaba Allah’a karşı, hakdan başka bir şey söylemiyeceklerine dair kendilerinden, o kitabın hükmü üzere, kuvvetli söz alınmadı mıydı? Ve o kitabın (Tevrât’ın) içindekini ders edinip okumadılar mı? Hâlbuki âhiret yurdu, Allah’dan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmıyacak mısınız? 170Kitaba sarılanlar (Kur’ân’ın hükümlerine göre amel edenler) ve namazı gereği üzere yerine getirenler var ya, o iyilik edenlerin mükâfatını biz hiç bir zaman zayi etmeyiz. 171Biz, bir vakit Tûr dağını söküp İsrâîloğullarının üzerine, gölgelik imiş gibi kaldırmıştık. Onlar, onu gerçekten üzerlerine düşecek sanmışlardı. Kendilerini bununla korkutup şöyle demiştik: “ Size verdiğimiz kitabı kuvvetle tutun ve içindeki emirlerle yasakları hatırlayın, düşünün. Olur ki, Allah’dan korkar, sakınırsınız. 172Hatırla ki, Rabbin, Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı şâhid tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye buyurduğu vakit onlar da; “ Evet, Rabbimizsin, şâhid olduk”, demişlerdi. Bu şâhid tuşumuzun sebebi, kıyâmet günü, bizim bundan haberimiz yoktu, dersiniz diyedir. 173yahut: “Doğrusu, atalarımız, önceden Allah’a ortak koşmuştu. Biz onlardan sonra gelen bir nesil bulunuyoruz. Şimdi o bâtıl yolu kuranların yaptıkları günahlarla bizi helâk mi edeceksin?” dersiniz. (İşte bunları dememeniz için sizi şahit tuttuk.) 174İşte biz, âyetleri böyle açıklarız. Olur ki, küfürden tevhîde dönerler. 175(Ey Resûlüm) Yahûdî’lere o kimsenin (İsrâîloğullarından bir âlimin) haberini oku ki, kendisine âyetlerimizi vermiştik de, o, bunları inkâr ederek îmandan çıkmıştı. Böylece şeytan onu arkasına takmış da azgınlardan olmuştu. 176Eğer dileseydik, o kimseyi, bu âyetlerle iyiler derecesine yükseltirdik. Fakat o, aşağılığa saplandı ve hevâsına uydu. İşte bunun hâli, o köpeğin hâline benzer ki, üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. (bayağılık ve ızdıraptan kurtulamaz.) Âyetlerimizi yalanlıyanların hâli işte böyledir. (Ey Resûlüm) sen hâdiseyi kâfirlere anlat. Olur ki gereği gibi düşünürler. 177Âyetlerimizi yalanlayıp ancak kendi nefislerine zulmeden topluluğun hâli ne kötüdür? 178Allah’ın hidâyet ettiği kimse, hak yola ulaşandır ve kimi de adâleti ile saptırırsa, işte bunlar, ziyana uğrayanlardır. 179Yemin olsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır; bu kalplerle gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır; onlarla görmezler (ibret almazlar). Kulakları vardır; onlarla nasihat dinlemezler. İşte bunlar, hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve şaşkındırlar. Gâfil olanlar da işte bunlardır. 180En güzel isimler (Esmâ-i Hüsna), Allah’ındır. O hâlde Allah’a bu isimlerle dua edin. Onun isimlerinde (Azîz’den, putları için Uzza kelimesini çıkararak) sapıklık edenleri terk edin. Yarın kıyâmette onlar, yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. 181Yine bizim yarattıklarımızdan bir ümmet de vardır ki, rehberlik ederler ve hak ile hüküm verirler. 182Biz, âyetlerimizi (Kur’ân’ı) yalanlıyanları, bilemiyecekleri yönden azar azar helâke yaklaştırırız. 183Bir de ben, onlara mühlet veririm, (istedikleri gibi yaşarlar). Fakat ihsan görünüşünde, helâk ve perişan edişim pek çetindir. 184Onlar düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Hazret-i Peygamber aleyhisselâmda) cinnetten bir eser yoktur; O ancak Allah’ın azâbını haber veren açık bir korkutucudur? 185Ve onlar, Allah’ın göklerde ve yerdeki mülkiyet ve tasarrufuna, Allah’ın yaratmış olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bu Kur’ân’dan sonra hangi söze îman edecekler? 186Kimi ki Allah doğru yoldan saptırır, artık onu yola getirecek kimse yoktur. Allah, onları azgınlıkları içinde bırakır, körü körüne yuvarlanır giderler. 187Ey Resûlüm, sana kıyâmetten soruyorlar: Ne zaman kopacak? De ki: “ onun ilmi, yalnız Rabbimin katındadır. Onu tam vaktinde, ancak O tecelli ettirecektir. O kıyâmet öyle büyük bir meseledir ki, göklerde ve yerde ona tahammül edecek hiç kimse yoktur. Size o, ancak ansızın gelecektir.” Gereği ile biliyormuşsun gibi, senden ısrarla onu sorarlar. Yine de ki: “ onun ilmi ancak Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” 188De ki: “ Ben Allah’ın dilediğinden başka, kendi kendime ne bir menfaatı kazanmağa, ne de bir zararı defetmeğe sahip değilim. Eğer ben gaybi bilseydim, (zarar ve tehlikelerden sakınıp) elbet daha çok hayır yapardım ve bana hiç bir fenalık dokunmazdı, (hiç yenilmez ve bir ihtiyaç içinde kalmazdım.) Ben ancak kâfirleri cehennemle korkutucu ve imân edecekleri cennetle müjdeleyici bir Peygamberim.” 189Sizi bir nefisten (Âdem’den) yaratan ve bu nefisten de, gönlü kendisine meyledip rahat etsin diye zevcesini (Havva’yı) yaratan O’dur. Âdem, eşiyle münasebette bulununca, zevcesi hafif bir yük yüklendi (hâmile oldu). Bir müddet bu hafiflikle geçti. Nihâyet gebeliği ağırlaşınca, her ikisi Rableri Allah’a şöyle dua ettiler; “Eğer bize Sâlih bir çocuk (teşekkülü tam olarak) verirsen yemin ederiz ki, şükreden kimselerden olacağız. 190Fakat (Allah) onlara, her şeyi tam bir çocuk verince, tuttular çocuğun ismi üzerinde sonradan insanlar Allah’a bir takım ortaklar koşmağa başladılar. (Abdullah ismini verecek yerde, şeytanın kandırmasıyla Abdu’l Hâris ismini verdiler; yahut Âdem aleyhisselâmın soyundan gelen çiftler, evlâdlarına Abdu’l-uzza, Abdu’l-menat ve Abdu’ş-Şems isimlerini vererek onları taptıkları putlara nisbet etmekle şirke vardılar.) Allah, onların koştukları şirkten münezzehtir. 191Bir şeyi yaratmağa gücü yetmiyen putları, Mekke müşrikleri Allah’a eş mi tutuyorlar? Hâlbuki onlar (putlar), bizzat mahlûk varlıklardır. 192Bu putlar, ne o tapınanlara, ne de kendi nefislerine yardım etmeğe güç yetiremezler. 193Eğer o putları (veya müşrikleri) doğru yola çağırırsanız, size uymazlar. İster onları dâvet edin, ister sükût edin birdir. 194Çünkü Allah,’dan başka taptıklarınız, sizin gibi kullardır. Eğer dâvanızda sadık iseniz; onları çağırın da size cevap versinler, (ihtiyaçlarınızı karşılasınlar bakalım) 195O putların yürüyecek ayakları, yoksa tutacak elleri, yoksa görecek gözleri, yoksa işitecek kulakları mı vardır? De ki: “ Haydi, çağırın ortaklarınızı! Sonra bana istediğiniz hîleyi kurun da elinizden gelirse, bana göz açtırmayın.” 196Çünkü size karşı benim yardımcım, Kur’ân’ı indiren Allah’dır ve o bütün salihlere de yardım eder. 197Sizin, Allah’dan başka taptıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendi nefislerine yardımları dokunur. 198Eğer müşrikleri (veya putları) doğru yola çağırırsanız, duymazlar ve onları görürsün ki, sana bakıyorlar; Hâlbuki onlar görmezler. 199Sen bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. 200Eğer şeytandan bir engel, seni, emrolunduğun şeyi yapmaktan çevirecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, (söylenenleri) hakkıyla işitendir, kalplerindekini tam bilendir. 201Allah’dan korkanlar, kendilerine Şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, Allah’ı ve azabını düşünürler; bir de hemen bakarsın ki, onları doğru yolu bulup Şeytan’ın vesvesesini atmışlardır bile. 202Kâfirlerin kardeşleri olan Şeytanlar, kâfirleri sapıklığa çekerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar. 203Onlara (Mekke halkına), istedikleri bir âyeti getirmesen, şöyle derler: “ Sen o âyeti hazırlayıp toplasaydın ya!” De ki: “ Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bütün bu Kur’ân âyetleri, Rabbinizden gelen hüccetlerdir ve îman edecek bir kavim için hidâyettir, rahmettir.” 204Kur’ân okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Olur ki, merhamet edilirsiniz. 205Sabah ve akşam, içinden yalvararak ve korkarak, aşikâreden (içten hafif) bir sesle Rabbini an (dua ve zikret). Gâfillerden olma. 206Gerçekten Rabbinin katında olanlar (rahmetine yakın melekler), Allah’a kulluk etmekten asla kibirlenmezler. Onu tenzih eder yüceltirler ve yalnız ona ibâdet için secde ederler. (Dikkat! Secde âyetidir.) | |||
|
﴾ 0 ﴿