1Bu, Allah’dan ve Rasûlünden, kendileriyle andlaşma yaptığınız (ve bu andlaşmayı bozmuş bulunan) müşriklere, kesin olarak münasebetlerin kesiliş bildirisidir: 2Ey müşrikler! Bundan böyle yeryüzünde dört ay serbestçe dolaşın. Şunu da biliniz ki, siz, Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz. Allah mutlaka kâfirleri (dünya ve âhirette) rüsvay edecektir. 3Bu hacc-ı ekber (farz olan hac) günü, Allah’dan ve Rasûlünden insanlara şöyle bir ilândır (bildiridir): Allah ve Rasûlü, artık müşriklerden ve andlaşmalardan kat’iyyen berîdir. Şâyet küfürden ve sözleşmeleri bozmaktan hemen tevbe ederseniz, o sizin için hayırlıdır. Yok yine yüz çevirirseniz, biliniz ki, Gerçekten Allah,’ı âciz bırakacak değilsiniz. Allah’a ve Peygambere îman etmiyenleri acıklı bir azap ile müjdele. 4Ancak muahede (sözleşme) yaptığınız müşriklerden sözleşme şartlarında size hiç bir noksanlık etmemiş ve aleyhinizde hiç kimseye yardım yapmamış olanlar müstesnâdır. Bu sadakat gösterenlere, sözleşme müddetleri bitinceye kadar ahidlerini tamamiyle yerine getirin. Çünkü Allah, haksızlıktan sakınanları sever. 5O haram olan aylar (Zilhicce, Muharrem, Safer, Rebiul’evvel) çıktığı zaman, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün; onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve onların geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler, namaz kılıp zekâtlarını verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah, Gafûr’dur, Rahîm’dir. 6Eğer (taarruza uğrayan) müşriklerden biri aman dilerse, ona aman ver, tâ ki Allah’ın kelâmını dinlesin. Sonra onu, emîn olduğu yere kadar, (İslâmı kabul etmemişse), selâmete ulaştır. Çünkü bunlar, gerçeği bilmez bir kavimdirler. 7O müşriklerin Allah katında ve Rasûlüllah yanında nasıl bir sözleşmesi olabilir? (Onlar sözleşmeyi bozarlar.) Ancak Mescid-i Harâmda muahede yaptığınız kimseler (Damîre ve Kinâne kabileleri) vardır ki, onlar müstesnâdır. Bunlar size karşı doğru durdukça (ahidlerini bozmadıkça) siz de onlara doğru harekette bulunun. Allah, şüphesiz ki hiyânetten sakınanları sever. 8Müşriklerle nasıl sözleşme olabilir ki, size galib gelseler hakkınızda ne bir yemîn, ne de bir sözleşme gözetmezler. Ağızları ile sizi râzı etmeğe çalışırlar, fakat kalpleri geri çekilir. Onların çoğu küfürde ısrar eden fasıklardır. 9Onlar, Allah’ın âyetlerini (Kur’ân’ı) az bir bahaya (nefis arzusuna karşılık) sattılar da, insanları Allah yolundan çevirdiler. Gerçekten, onların yaptıkları şeyler ne kötüdür!... 10Bir mü'min hakkında ne bir yemîn gözetirler, ne de bir zimmet (sözleşme). İşte bunlar mütecâvizlerdir. 11Artık tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse, dinde kardeşleriniz olurlar. Biz âyetleri, anlıyacak bir kavme açıklarız. 12Eğer sözleşmelerinden sonra yeminlerini bozar ve dininize taarruza kalkarlarsa, küfür öncülerini hemen öldürün. Çünkü onların yemînleri yoktur, olur ki vazgeçerler. 13Bir kavim ile savaşmaz mısınız ki, onlar yeminlerini bozdular ve Peygamberi (Mekke’den) çıkarmağa karar verdiler ve üstelik ilk önce size taarruza onlar başladılar. Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçek mü'minlerseniz, Allah, kendisinden korkmanıza daha ziyade lâyıktır. 14Onlarla muharebe edin ki, Allah, sizin ellerinizle kendilerini öldürsün ve böylece azap etsin; onları perişan etsin, size onlara karşı zafer versin ve mü'minler topluluğunun kalplerini ferahlandırsın; 15Ve müşriklerden eziyet çeken mü'minlerin kalplerindeki kîni gidersin. Allah, dilediği kimseye tevbe nasib eder. Allah Alîm’dir, Hakîmdir. 16Ey mü'minler, yoksa sizden cihad işi terk olunur mu zannedersiniz? ve yine Allah, içinizden ihlâsla mücâdele edenleri, ne Allah’dan, ne Rasûlünden, ne de mü'minerden başkasını dost edinmiyenleri, bilmediğini mi sandınız? Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. 17Müşriklerin küfürlerine kendileri şahid olurlarken, Allah’ın mescidlerini imar etmeye onların ehliyeti yoktur. Onların, hayır diye, bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar, ebedî olarak ateşte kalıcıdırlar. 18Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe îman eden, gereği üzre namazı kılan, zekâtı eren, Allah’dan başkasından korkmayan kimseler imar eder, onarır (yalnız bu kimselerin yaptıkları işler, Allah katında doğru ve makbul olur.) işte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır. 19Siz (müşriklerin) hacılara su dağıtma işi ile Mescid-i Harâm’ın imarını, Allah’a ve âhiret gününe îman edip de Allah yolunda cihad eden kimsenin işi gibi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olamazlar (Müşriklerin batıl işleri ile mü'minlerin müsbet âmelleri eşit değildir.) Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet ihsan etmez. 20İman edenler, hicret yapanlar, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlar, Allah katında daha büyük dereceye sahibdirler. İşte bunlar, dünya ve ahîret saâdetine kavuşanlardır. 21Rableri, onlara, kendinden bir rahmet ve rıza ile, içinde tükenmez nimet bulunan cennetleri müjdeler. 22Onlar, cennetlerde ebedî olarak kalıcıdırlar. Muhakkak ki, en büyük mükâfat Allah katındadır. 23Ey îman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz, îman üzerine küfrü tercih edip seviyorlarsa, onları dostlar edinmeyiniz. Sizden kim, onları veli (dost) edinirse, işte onlar, nefislerine zulmedenlerdir. 24Ey Resûlüm, o hicreti terk edenlere de ki: “ Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız, kazandığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler, size Allah ve Rasûlünden ve onun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez. 25Şüphe yok ki Allah, size bir çok savaş yerlerinde zafer verdi ve “HUNEYN” gününde size yardım etti. O vakit Huneyn’de çokluğunuz size güven vermişti de, bir faydası olmamıştı. Yeryüzü, o genişliği ile başınıza dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanızı dönmüştünüz. 26Sonra Allah, Rasûlünün ve mü'minlerin üzerine rahmetini indirdi, görmediğiniz (meleklerden) ordular indirdi de, küfredenleri azablandırdı. İşte bu, kâfirlerin cezasıdır. 27Bu savaştan sonra Allah, onlardan dilediğini tevbe ve İslâm ile Azîz kılar. Allah Gafûr’dur, Rahîmdir. 28Ey îman edenler! Müşrikler, ancak bir pisliktirler; artık bu yıllarından (hicretin dokuzuncu yılından) sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız. Allah sizi fazlından zenginleştirecektir inşaallah... Gerçekten Allah, Alîm’dir, Hâkim’dir. 29O kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve âhiret gününe inanmıyan, Allah’ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi haram tanımıyan ve hak dinini (İslâmı) din edinmiyen kimselerle; onlar hor ve küçülmüş oldukları hâlde kendi elleriyel (boyun eğerek) cizye verinceye kadar harb edin. 30Yahûdî’ler, “Üzeyr (aleyhisselâm) Allah’ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da “Mesîh (aleyhisselâm) Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarıyla uydurdukları sözleridir ki daha önce küfredenlerin (Melekler Allah’ın kızlarıdır, diyenlerin) sözlerine benziyor. Allah, onları kahretsin, hakdan batıla nasıl çevriliyorlar? 31Onlar, âlimlerini ve Rahiblerini, Allah’dan başka Rabler edindiler; Meryem’in oğlu Mesîh’i de. Hâlbuki onlar da, ancak bir olan Allah’a ibâdet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’dan başka hiç bir ilâh yok. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamamen münezzehtir. 32Onlar, Allah’ın nûrunu (Şerîatını) ağızlarıyla (sözleriyle) söndürmek istiyorlar. Fakat kâfirler hoşlanmasalar bile, Allah, muhakkak nûrunu tamamlamak diliyor. 33Peygamberini hidâyetle ve hak din ile, bütün dinlerin üzerine geçirmek için gönderen O’dur; İsterse müşrikler hoş görmesinler. 34Ey îman edenler! Gerçekten Yahûdî bilginlerinden ve Hristiyan râhiblerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler; bir de altını ve gümüşü biriktirerek saklayıp onları Allah yolunda harcamayan kimseler! İşte bunları acıklı bir azap ile müjdele... 35Kıyâmette, o biriktirilen altın ve gümüşlerin üzerleri cehennem ateşinde kızdırcak da, bu mal toplayanların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak ve onlara şöyle denecektir; “ İşte bu, nefisleriniz için kasalara tıkıp sakladıklarınız! Artık topladıklarınızın acısını tadın bakalım!...” 36Doğrusu, Allah, gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde, ayların sayısı, Allah katında on iki aydır. Onlardan dördü (Zilka'de, Zihicce, Muharrem, Recep) haram olanlardır. Bu ayların haram kılınışı (İbrâhîm’den gelen) doğru dinin hesabı ve hükmüdür. Onun için, bilhassa bu aylarda nefislerinize zulmetmeyin. Bununla beraber, müşrikler sizinle toptan harb ettikleri gibi, siz de onlarla toptan harb edin ve biliniz ki Allah, fenalıktan sakınanlarla beraberdir. 37Haram olan bir ayı geciktirmek (Muharremi geciktirip Safere bırakmak), ancak küfürde bir fazlalıktır ki, onunla kâfirler dalâlete düşürülürler. Allah’ın haram ettiği belirli ayların sayıları tamamen olsun diye onun yerini bir sene helâl, bir senede haram sayarlar. Böylece Allah’ın haram ettiği şeyi, onlar halâl yaparlar. Onlara, kötü âmelleri yaldızlanıp güzel gösterildi. Allah kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez. 38Ey îman edenler! Size ne oldu ki, size: “ Allah yolunda topluca savaşa çıkın, seferber olun.” dendiği zaman, yere ve meskenlerinize meyledip ağırlaştınız? Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat âhiretin yanında, dünya hayatının zevk ve faydası pek az bir şeydir. 39Eğer emrolunduğunuz bu savaşa topluca çıkmazsanız, Allah sizi çok acıklı bir azaba uğratır ve yerinize (itâat eden) başka bir kavim getirir. Siz de savaşa çıkmadığınızdan dolayı O’na zerrece zarar edemezsiniz. Allah her şeye kadirdir. 40Eğer siz, Peygambere yardım etmezseniz, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine eder. Hani Mekke kâfirleri onu Mekke’den çıkardıklarında, ikinin ikincisi (Peygamberin arkadaşı Hazret-i Ebû Bekir) ile (Sevr dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: “ Mahzun olma, zira Allah’ın yardımı bizimle beraberdir.” Nihâyet Allah Peygamberin (veya Ebû Bekirin) üzerine mânevi huzurunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla kuvvetlendirdi. Böylece küfredenlerin kelimesini (şirk dâvasını), en alçak etti. O, Allah’ın kelimesi tevhîd ise, en yüksek!... Allah, (her şeye) galibdir, hükmünde hikmet sahibidir. 41Ey mü'minler, gerek hafif (süvari), gerek ağırlıklı (piyade) olarak seferber olun ve mallarınızla, canlarınzla Allah yolunda muharebe edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için pek hayırlıdır. 42Eğer dâvet olundukları sefer, bir dünya menfaatı ve orta yollu bir sefer olsaydı, mutlaka senin arkana düşerlerdi. Fakat zahmetli ve yorucu mesafe (Tebük seferi) kendilerine (bâzı mü'minlere) uzak geldi. Bununla beraber; “ Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber sefere çıkardık.” deyip yakında Allah’a yemin edecekler. Böylece nefislerini helâke sürükleyeceklerdir. Allah biliyor ki, gerçekten onlar yalancıdırlar. 43Ey Yüce Peygamber! Allah senden hüznü gidersin; şu doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, neden beklemeyip onlara izin verdin? (bekleyip de, özründe sadık olanlarla yalancı bulunanları bileydin). 44Allah’a ve âhiret gününe îman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihad etmek hususunda senden izin istemezler. (hemen cihada koşarlar). Allah, takva sahiplerini pek iyi bilendir. 45Senden ancak izin istiyenler, Allah’a ve âhiret gününe îman etmiyenler, kalpleri şüpheye düşenlerdir. Onlar, şüpheleri içinde bocalayıp dururlar. 46Eğer o münâfıklar savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, davranmalarını kerih gördü de onları evlerinde alıkoydu ve kendilerine: “ Oturun, oturanlarla beraber” dendi. 47Eğer içinde (Sizinle birlikte savaşa) çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka bir faydaları olmayacak ve sizi fitneye uğratmak maksadıyla aralarınza saldıracaklardı. İçinizde de onları dinliyecekler vardı. Allah, zâlimleri çok iyi bilendir. 48Doğrusu bunlar, daha önce (Uhud savaşında) fitne çıkarmak istemişler ve sana türlü işler çevirmişlerdi. Nihâyet onlar istemedikleri hâlde, zafer geldi ve Allah’ın dîni üstün çıktı. 49O münâfıklardan kimi de şöyle diyecektir: “Bana izin ver, (bu savaştan geri kalayım), beni fitne ve isyana düşürme. “ Bilmiş ol ki fitneye onlar düşmüşlerdir. Şüphe yok ki, cehennem, kâfirleri kuşatıcıdır. 50Sana bir iyilik (ganimet ve zafer) gelirse, fenalarına gider ve eğer sana bir musibet gelirse derler ki, biz tedbirimizi önceden almıştık ve sana isabet eden musibetten dolayı sevine sevine döner giderler. 51De ki, “Bize Allah’ın takdir ettiğinden başkası ulaşmaz. O, bizim mevlâmızdır. Onun için mü'minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler. (O’na güvenip bağlansınlar). 52Münâfıklara şöyle de: “ Siz bize, ancak iki güzelliğin (zafer ile şehitliğin) birini gözetleyip bekliyorsunuz. Biz ise, Allah’ın kendi tarafından veya bizim elimizle size bir azap indirmesini gözetliyoruz. Haydi bekleyin durun, biz de sizinle beraber gözetleyeciyiz. “ 53Ey Resûlüm, münâfıklara de ki: “ İster gönül rızası ile ve ister rıza göstermiyerek harcayın, sizden asla harcadıklarınız kabul edilmiyecektir. Çünkü siz, bir fasıklar toplulğu oldunuz. 54Harcadıklarının, onlardan kabul edilişine engel ancak şudur: Allah’a, Peygambere küfretmeleridir. Namaza ancak tenbel tenbel geliyorlar verdiklerini de ancak istemiyerek veriyorlar. 55Ey Resûlüm, sakın onların ne malları, ne de evlâdları seni imrendirmesin. Allah, ancak onlar kâfir oldukları hâlde canlarının çıkmasını ve dünya hayatında bunlar sebebiyle kendilerine (münâfıklara) azap etmesini diliyor. 56Sizden olduklarına dair kesin olarak Allah’a yemin de ederler. Hâlbuki onlar, sizden değildirler. Fakat onlar, kâfirlere yapılan muamelenin kendilerine de yapılmasından korkmakla, sırf görünüşte müslüman olan bir kavimdirler. 57Eğer sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veya sokulacak bir delik bulsalardı, başlarını diker ve sizden uzak olmak için oraya doğru koşarlardı. 58Münâfıklardan bir kısmı, sadakaların (ganimetlerin) bölünmesini sana târiz ediyorlar (seni adâletsizlikle ithama kalkışıyorlar) Çünkü, o sadakalardan istedikleri şey kendilerine verilirse razı olurlar verilmezse hemen kızarlar. 59Ne olur, bunlar, Allah ve Rasûlü kendilerine ne verdiyse razı olaydılar da şöyle diyeydiler; “Bize Allah yeter, Allah bize fazlından yine verir, Rasûlü de... Biz, ancak Allah’a rağbet edicileriz.” 60Sadakalar (zekâtlar), Allah tarafından bir farz olarak ancak şunlar içindir: Fakirler, miskinler, zekât toplayıcıları, kalpleri müslümanlığa ısındırılmak istenenler, mükâteb köleler, borçlular, Allah yolundaki gâziler ve yolda kalmışlar. Allah Alîm’dir, Hakîm’dir. 61Yine münâfıklardan öyleleri vardır ki, Peygamberi inicitiyorlar ve: “ O, her söyleneni dinliyen bir kulaktır.” diyorlar. De ki: “ O, sizin için bir hayır kulağıdır; Allah’a da inanır, mü'minlere de... İman edenleriniz için bir rahmettir. Allah’ın Rasûlüne eziyet verenlere ise, acıklı bir azap vardır.” 62Ey mü'minler, münâfıklar, rızânızı kazanmak için: “ Biz münâfık değiliz, “ diye Allah’a yemin ederler. Eğer bunlar mü'min iseler, daha önce Allah’ı ve Rasûlünü razı etmeleri daha doğrudur. 63Şu gerçeği bilmiyorlar mı ki, kim Allah’a ve Rasûlüne karşı hududu aşarsa, içinde ebedî olarak kalmak üzere, ona cehennem ateşi vardır. İşte bu en büyük perişanlıktır. 64Münâfıklar, kalplerinde olan küfrü yüzlerine vuracak bir Sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler (hem de alay ederler). De ki: “ Eğlenin bakalım, Allah sizin o korktuğunuz şeyleri meydana çıkarıcıdır.” 65Ey Resûlüm. (Tebük seferine giderken seninle alay eden münâfıkların) eğer kendilerine, hakkımda niçin böyle dediniz? diye sorarsan; “Biz, ancak lâfa dalmış şakalaşıyorduk.” derler. De ki: “ Allah ile, âyetleriyle ve O’nun Peygamberi ile mi eğleniyordunuz?” 66Boşuna özür dilemeyin. Siz îman ettiğinizi söyledikten sonra, içinizdeki küfrü açığa vurdunuz. İçinizden bir kısmını bağışlasak bile, diğer bir kısmını, suçlarında ısrar ettiklerinden azabımıza uğratacağız. 67Münâfık erkeklerle münâfık kadınlar, birbirine benzerler. Onlar, kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoymaya çalışırlar. Ellerini sıkı tutarlar (hayır yapmazlar). Allah’ı (ona itâatı) unuttular, Allah da onları unuttu (hidâyetinden mahrum etti). Şüphesiz münâfıklar hep fasıktırlar. 68Allah, münâfık erkeklere, münâfık kadınlara ve bütün kâfirlere, içinde ebedî olarak kalmak üzere, cehennem ateşini vaad buyurdu. Bu azap onlara yeter. Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onlara devamlı bir azap vardır. 69Siz ey münâfıklar, kendinizden öncekiler gibisiniz. Üstelik onlar, kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlâd bakımından sizden daha çok idiler. Dünya hayatından nasîpleri kadar zevk sürmeğe bakmışlardı. İşte sizden öncekiler, nasibleriyle nasıl zevk sürmek istedilerse, siz de öyle kısmetinizle zevk sürmeğe baktınız; siz de o bataklığa dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünya ve âhirette, bütün amelleri boşa gitmiştir. İşte bunlar, hüsranda kalanlardır. 70Onlara, şu kendilerinden öncekilerin haberi gelmedi mi? Nûh kavminin Âd’ın, Semûd’un İbrâhîm kavminin, Medyen sahiblerinin ve Mu’tefikelerin (Lût kavminin)... Onlara, Peygamberleri mu’cizeler getirmişti (de inkârları yüzünden helâk olmuşlardı). Böylece Allah onlara zulmetmiş değildi. Fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 71Erkek ve dişi bütün mü’minler, birbirlerinin yardımcılarıdır: İyiliği emrederler, fenalıktan alıkoyarlar, namazı gereği üzre kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itâat ederler. İşte bunları, muhakkak sûrette Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah, Azîz’dir (Her şeye galibdir), Hakîm’dir (hükmünde hikmet sahibidir). 72Allah, mü'minlerin erkeğine ve dişisine, ağaçları altından ırmaklar akar cennetler vaad buyurdu, içlerinde ebedî olarak kalacaklar; hem Adn cennetlerinde güzel meskenler... Allah’ın bir rızası ise daha büyüktür. İşte bu, en büyük saâdettir. 73Ey yüce Peygamber! Kâfirlere karşı silâhla, münâfıklara delil ve hüccet getirerek muharebe et. Onlara karşı çetin ol. Onların barınağı cehennemdir ve O, ne kötü bir dönüş yeridir!.. 74Münâfıklar Allah’a yemin ediyorlar ki, (Peygamberle alay ve ona hakaret sözünü) söylemediler. And olsun ki, o küfür kelimesini söylediler ve İslâmı kabul ettiklerini açıkladıktan sonra da kâfir oldular ve muvaffak olamadıkları cinâyeti (Peygambere sûlikasdi) kurdular. Münâfıkların Peygambere ve mü'minlere kin beslemeleri, ancak Allah ile Rasûlünün onları ihsanından zenginleştirmiş olmasıdır. Bununla beraber eğer nifâklarından tevbe ederlerse, haklarında hayırlı olur. Şâyet yüz çevirirlerse; Allah, onları dünya ve âhirette acıklı bir azaba uğratır. Artık onların yeryüzünde ne bir dostu, ne de bir yardımcısı yoktur. 75Onlardan kimi de Allah’a şöyle kesin söz (ahd) vermişti: Eğer (Allah) bize lütuf ve kereminden ihsan ederse, muhakkak zekâtını vereceğiz, gerçekten sâlihlerden olacağız. 76Ne zamanki Allah, kereminden istediklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler. Zaten yan çizip duruyorlardı. 77Nihâyet Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söylemeği âdet edindikleri için, Allah da bu işlerinin sonunu, kalplerinde kıyâmet gününe kadar devam edecek bir nifâka çeviriverdi. 78Hâlâ (o münâfıklar) bilmediler mi ki, Allah, onların gizledikleri sırları da bilir, fısıltılarını da... Allah, bütün gaibleri kemâliyle bilendir. 79Sadakalar hakkında, zekâttan başka gönül rızası ile bağışlarda bulunanlara bir türlü, ancak güclerinin yettiğini bulup verenlere de bir türlü lâf atıp eğlenenler var ya, Allah onları maskaraya çevirecektir ve bir de onlar için acıklı bir azap vardır. 80Ey Resûlüm, o münâfıklar için, ister mağfiret dile veya mağfiret dileme. Onlar için yetmiş defa mağfiret istesen de, yine Allah, onları asla bağışlayacak değil... Bu mağfiretten mahrum edilişleri şundandır: Çünkü onlar, Allah’ı ve Rasûlünü tanımadılar, inkâr ettiler. Allah ise, öyle fasıklar topluluğuna hidâyet etmez. 81Tebük savaşına iştirak etmeyip geri kalan münâfıklar, Rasûlüllah’a muhalefet ederek oturup kalmalarıyla sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücâdele etmeyi çirkin gördüler ve; “ Bu sıcakta harbe çıkmayın” dediler. De ki: “ Cehennemin ateşi daha sıcaktır. Fakat gidecekleri yeri bilseler!...” 82Artık kazandıklarının cezası olarak az gülsünler ve çok ağlasınlar. 83Eğer Tebük savaşından sonra Allah, seni Medine’de kalan münâfıklardan bir kısmının yanına döndürür de başka bir savaşa çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “ Artık benimle beraber ebediyyen sefere çıkamazsınız, beraberimde olarak hiç bir düşmanla muharebe edemezsiniz. Çünkü ilk defa, oturup kalmayı arzu ettiniz. (Tebük seferine çıkmadınız). Şimdi de geri kalan kadın ve çocuklarla oturup kalın.” 84Münâfıklardan ölen hiç bir kimse üzerine, hiç bir zaman namaz kılma; kabri başında (gömülürken veya ziyaret için) durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve Rasûlünü tanımadılar ve kâfir olarak can verdiler. 85Onların ne malları, ne de evladları senin gözüne batmasın (bunlar hiç bir şey değil), Ancak Allah, onları dünyada bunlarla azablandırmayı ve kâfir oldukları hâlde canlarının çıkmasını murad ediyor. 86“Allah’a îman edin ve Rasûlünün maiyyetinde cihada gidin” diye bir süre indirildiği zaman, içlerinde servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve : “ Bırak bizi oturanlarla beraber olalım” dediler. 87Kadınlarla beraber olmaya razı oldular. Onların kalpleri üzerine nifâk damgası vuruldu. Artık onlar, cihaddaki saâdeti ve geri kalmaktaki şekaveti anlayamazlar. 88Fakat Peygamber ve onun beraberindeki mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler (savaştılar). İşte bütün hayırlar bunların...Ve asıl kurtuluşa erenler de, işte bunlardır. 89Allah, onlara (ağaçları) altlarından nehirler akan cennetler hazırladı; içlerinde ebedî olarak kalacaklar. İşte bu, en büyük saâdettir. 90Bedevilerden özür ileri sürenler, Tebük savaşından geri kalmak için kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve Rasûlüne yalan söyliyenler de (Yerlerinden kıpırdamayıp) oturdular. Şüphe yok ki, bunlardan kâfir olanlara çok acıklı bir azap isabet edecek. 91Allah’a ve Rasûlüne sadık kalmak (hiç bir fenalığa meyletmemek) şartiyle, ne zayıflara (ihtiyar, çocuk ve sakatlara) ne hastalara, ne de sarfedeceklerini bulamıyan fakirlere, savaştan geri kalmakta bir günah yoktur. İyilik edenleri ayıplamaya bir yol yoktur. Allah da Gafûr’dur, Rahîm’dir. 92Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa sevkedesin diye, sana geldikleri zaman (kendilerine): “Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum” demiştin. Bu uğurda sarf edecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kederlerinden gözleri yaş döke döke döndüler. 93Muahazeye yol, ancak o kimseleredir ki, zengin oldukları hâlde, savaştan geri kalmak için senden izin isterler. Bunlar, kadınlarla beraber olmağa razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık başlarına gelecek felâketi bilmezler. 94Savaştan geri dönüp münâfıkların yanına vardığınız zaman, onlar size özür dileyecekler. De ki: “ Boşuna özür dilemeyin, size inanmıyacağız. Allah bize durumunuzdan bir çok haberler verdi. Bundan böyle Allah ve Rasûlü, yaptıklarınızı görecektir. Sonra gaybı ve hazırı bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O vakit size, Allah, ne yapmış olduğunuzu haber verecektir.” 95Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerinden yüz çevirirsiniz (ayıplamıyasınız) diye, size karşı Allah’a yemin edecekler. Siz de onlardan yüz çevirin (kendilerini ayıplamayın.) Çünkü onlar murdardır. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de (barınakları) cehennem’dir. 96Kendilerinden razı olasınız diye, size yemin edecekler. Fakat siz, onlardan razı olsanız da asla Allah o fasıklar topluluğundan razı olmaz. 97Bedevî’ler, küfür ve nifâk bakımından daha şiddetlidirler. Bununla beraber, Allah’ın, Rasûlüne indirdiği hükümlerin sınırını bilmemeye daha lâyıktırlar. Allah her şeyi kemaliyle bilicidir, hükmünde hikmet sahibidir. 98Bedevî’lerden kimi vardır ki, Allah yolunda harcadığını ziyan sayar ve bundan kurtulmak için, size, inkılâp ve devrimlerin gelmesini bekler. O kötü devir kendi başlarına olsun. Allah, onların söylediklerini işitir, kalplerindekini bilir. 99Yine Bedevî’lerden öylesi de vardır ki, Allah’a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını, Allah katında (rahmetine) yakınlıklara ve Peygamberin dualarını kazanmıya vesile edinir. Bilin ki, harcamış oldukları şeyler, Allah’ın rahmetine yaklaşmaya kendileri için bir sebeptir. Allah, onları rahmetine (cennet’ine) koyacaktır. Çünkü Allah, Gafûr’dur, Rahîm’dir. 100İslâma ve dolayısiyle (cennete girişte) ileri geçerek birinciliği kazanan Muhacirler ve Ensar, bir de güzel âmellerle onların izinde giden mü'minler (var ya), Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’dan razı olmuşlardır. Allah, onlara, ağaçları altından ırmaklar akar cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedî olarak kalacaklardır. İşte bu, en büyük saâdettir. 101Çevrenizdeki Bedevî’lerden ve Medine halkından bir takım münâfıklar vardır ki, onlar, nifâk yapmaya alışmışlardır. Sen, onları bilmezsin, onları biz biliriz. Biz, onları iki defa (dünyada ve kabirde) azablandıracağız. Sonra da kıyâmette, büyük bir azaba (ateşe) atılırlar. 102Münâfıklardan diğer bir kısmı da, günahlarını itiraf ettiler ve (evvelce yapmış oldukları) iyi bir ameli, sonradan yaptıkları başka bir kötü (Nifâk) ile karıştırdılar. Olur ki Allah, onların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah, Gafûr’dur, Rahîm’dir. 103Onların mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temize çıkarmış (günahlarından kurtarmış), mallarına bereket vermiş olasın. Bir de onlara dua et; çünkü senin duan onlar için bir rahatlık ve huzurdur. Allah onların itiraflarını (senin de duanı) işitici, kalplerindeki pişmanlığı bilicidir. 104O tevbekârlar bilmediler mi ki, bizzat Allah kullarından tevbeyi kabul eder ve sadakaları alır. Gerçekten Allah, tevbeleri kabul edicidir, çok merhametlidir. 105De ki: “ Ey tevbekârlar, çalışın (İstediğinizi yapın)! Çünkü yaptıklarınızı Allah da, Rasûlü de, mü'minler de görecektir. Hepiniz mutlaka gaybı ve hazırı bilenin (Allah’ın) huzuruna çevrileceksiniz ve o zaman, ne yapmış olduğunuzu, O, size haber verecektir. 106O savaştan geri kalan diğer bir kısmı da, Allah’ın kaderi icabı tevbe etmekte gecikmişlerdi. Eğer günahlarında ısrar edip tevbe etmezlerse, Allah onlara azap eder; yok tevbekâr olursa, tevbelerini kabul eder. Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir. 107O kimseler ki, mü'minlerin arasını ayırmak için, küfürlerini kuvvetlendirmek için, zarar yapmak için ve daha önce Allah’a ve Rasûlüne karşı harb eden kimseye (öteden beri peygambere düşmanlık eden ve sonrada Şam’a kaçan ve münâfıklar tarafından tekrar kendilerine yardımcı olmak üzere geri gelmesi beklenen rahip Ebû Amir’a) yatak hazırlayıp onu beklemek için bir MESCİD edindiler: “ İyilikten başka bir şey murad etmedik”, diye yemin de edecekler. Fakat Allah şâhid ki, bunlar, gerçekten yalancıdırlar. (Fenalık için kurulan bu Mescid, Peygamberin emriyle yıktırılıp arsası çöplük yapıldı.) 108Ey Resûlüm, orada (Mescid-i Dırar’da) ebediyyen namaza durma. İlk günden beri temelleri takva üzerine kurulan MESCİD (Kuba mescidi) içerisinde namaza durmana daha lâyıktır. Orada, günahlardan ve pisliklerden temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever. 109O hâlde, dininin binasını, sağlam bir temel olan Allah korkusu ve rızası üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır; yoksa binasını çökecek bir yarın kenarına kurup da onunla beraber cehennem ateşine yuvarlanan mı? Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez. 110Onların yapmış bulundukları binaları, kalplerinde bir şüphe ve nifâk düğümü olarak kalacaktır. Meğer ki kalpleri, ölmek sûretiyle parçalanmış olsun. Allah Alîm’dir, Hâkim’dir. 111Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen mü'minlerin canlarını ve mallarını, Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır. onlara vaad olunan cennet hakdır ki, Tevrât’da, İncîl’de ve Kur’ân’da sabittir. Allah’dan ziyade ahdine vefa eden kimdir? O hâlde, yaptığınız bu hayırlı alış-verişten dolayı sevinin. İşte bu, çok büyük saâdettir. 112Şirk ve nifâktan tevbe edenler, Allah’a ihlâsla ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar rükû ve secde yapanlar (Namaz kılanlar), iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın şerîat hükümlerini koruyanlar (onları yerine getirenler var ya)! İşte böyle mü'minleri cennet ile müjdele... 113Müşriklerin cehennemlik oldukları (küfür üzere öldükleri) mü'minlere belli olduktan sonra-bunlar akraba bile olsalar- artık onlar için, ne Peygamberin, ne de mü'min olanların mağfiret dilemeleri yoktur. 114İbrâhîm’in, babası için mağfiret dilemesi ise, ancak ona önceden vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Fakat babasının Allah’a bir düşman olduğu, kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı (istiğfar etmedi). Gerçekten İbrâhîm (aleyhisselâm), çok ah çeken (ince duygulu), merhametli ve yumuşak ahlâklıydı. 115Allah bir kavmi hidâyete (İslâma) ulaştırdıktan sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine açıklamadıkça, onları sapıklıkla sorumlu tutacak değildir. Muhakkak ki, Allah her şeyi kemâliyle bilendir. 116Bütün göklerin ve yerin mülkü, Gerçekten Allah,’ındır; O’nundur. O hayat verir ve öldürür. Size Allah’dan başka ne bir veli vardır, ne de bir yardımcı... 117And olsun ki, Allah, Peygambere ve o güçlük saatinde (Tebuk savaşında çekilen sıkıntı ve mahrumiyet günlerinde) ona uyan Muhacir’lerle Ensar’a lütfetti; öyle ki, içlerinden bir kısmının kalpleri az daha eğilecek gibi olmuş iken, sonra onların tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü, O, raûftur, çok şefketli ve merhametlidir. 118(Tebük savaşından) geri kalan üç kişiyi (Ensar’dan Kâb İbni Mâlik, Hilâl İbni Ümeyye, Mürare İbni Rebî’i) de Allah bağışladı. Çünkü o derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliği ile onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıkmıştı ve Allah’dan kurtuluşun ancak Allah’a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Bundan sonra Allah onları tevbekâr olmaya muvaffak kılıp tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çok çok kabul edicidir, çok merhametlidir. 119Ey mü'minler! Allah’dan korkun (fenalıklardan sakının), îmanda ve sözünde doğru olanlarla beraber olun. 120Medine’lilere ve civarlarındaki çöl bedevilerine, Rasûlüllah’ın emrine aykırı hareket etmek (ve yaptığı savaştan geri kalmak) uygun olmadığı gibi, kendisinin bizzat katlandığı zahmetlere onların da katlanmaya rağbet etmemeleri yaraşmaz. Muhalefetin câiz olmayışının sebebi şudur: Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri kızdıracak bir yeri çiğnemeleri ve düşmana karşı bir muvaffakiyete erişmeleri yoktur ki, mukabilinde kendilerine sâlih bir amel yazılmış olmasın. Çünkü Allah, güzel amel edenlerin mükâfatını zâyi etmez. 121Onların Allah yolunda harcadıkları küçük ve büyük bir nafaka ve geçtikleri bir vadi olmaz ki, (bunun karşılığında) Allah, yapmakta olduklarından daha güzelini kendilerine vermek için hesaplarına yazılmış bulunmasın. 122Bununla beraber mü'minlerin hepsi toplanıp birden savaşa çıkmaları uygun değildir. Her kabileden büyük bir kısım savaşa gitmeli, onlardan bir kısmı da, din ilimlerini öğrenmek ve kabileleri savaştan kendilerine döndüğü zaman, onları Allah’ın azâbı ile korkutmak için, geri kalmalıdır. Olur ki, Allah’ın azâbından sakınırlar. 123Ey mü'minler! Önce, kâfirlerden size yakın bulunanlarla savaşın. Onlar, sizde, şiddet ve kuvvet bulsunlar. Biliniz ki, Allah, takva sahipleriyle beraberdir. 124Bir sûre indirildiği zaman, münâfıklar alay yollu birbirine; “ Bu sûre hanginizin imanını artırdı? “der. Fakat mü'minlere gelince; Her inen sûre, onların imanını artırmıştır ve onlar (Bundan) sevinip müjdeleşirler. 125Kalplerinde bir hastalık (küfür ve nifâk) olanların ise, bu sûreler, küfürlerine küfür kattı ve kâfir olarak ölüp gittiler. 126Münâfıklar, her yıl bir veya iki kere çeşitli belâlara çarpıldıklarını görmezler mi? Böyle iken, yine tevbe etmezler ve ibret almazlar. 127Münâfıkların kabahatını anlatan bir Sûre indirildiği zaman, birbirlerine bakıp: “Mü'minlerden sizi gören oluyor mu? “diye işaretleşirler. (Gören yoksa) hemen sıvışır giderler. Allah, onların kalplerini, îmanı kabulden çevirmiştir: Çünkü onlar, gerçeği anlamayan kimselerdir. 128Andolsun, size, içinizden bir Peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür; mü'minlere çok merhametlidir, onlara hayır diler. 129Ey Resûlüm, eğer senden yüz çevirirlerse (sana îman etmezler ve emirlerini dinlemezlerse) de ki: “ Bana Allah yeter, ondan başka hiç bir ilâh yoktur. Ben, ancak ona güvendim ve o büyük ARŞ’ın sâhibidir.” | |||
|
﴾ 0 ﴿