1Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar sapasağlam ve hikmetle dolu Kur’ân’ın âyetleridir. 2İnsanlar arasında bir er’e (Peygambere): “ İnsanları Allah’ın azâbı ile korkut ve îman edenleri de, Rableri katında yüksek dereceleri olmakla müjdele” diye vahy etmemiz, insanlar için şaşılacak şey mi oldu ki, kâfirler: “ Her hâlde bu, açık bir sihirbazdır.” dediler. 3Rabbiniz o Allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş’ı istilâ edip her şeyi hükmü altına aldı. Bütün işleri O idare ediyor. O’nun izni olmadıkça hiç bir şefaatçi yok. İşte bu vasıflara sahip olan Allah, Rabbinizdir. O hâlde ona ibâdet edin. Artık ibret almak için düşünmez misiniz? 4Hepinizin dönüp varışı ancak Allah’adır. Allah’ın vaadi gerçektir. Varlıkları önce O diriltir. Sonra îman edip sâlih ameller işliyenleri, adaletle mükâfatlandırmak için, onları geri çevirir. Kâfirlere ise, küfrettiklerinden dolayı, kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır. 5O Allah’dır ki, güneşi bir ışık ve ayı da bir nûr yaptı (büyüyüp küçülen) miktarlar ve ölçüler tayin buyurdu, ki senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz. Allah, bunları ancak hak ve hikmet olarak yarattı. Allah, anlayacak bir topluluk için âyetlerini açıkça beyan ediyor. 6Elbette gece ile gündüzün, (büyüyüp küçülerek) arka arkaya gelmek sûretiyle değişip durmasında, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bütün varlıklarda, Allah’dan korkan bir kavim için büyük deliller ve ibretler vardır; (hepsi Allah’ın kudret ve varlığına, kemal sıfatlarına delâlet ederler.) 7Öldükten sonra huzurumuzda hesap vereceklerini ummayıp da, dünya hayatına razı ve onunla emniyet içinde olanlar, bir de (eşsiz bir ilâh olduğumuzu isbat eden bunca) delillerimizden gâfil bulunanlar... 8İşte bunların, elde ettikleri kötü ameller sebebiyle varacakları yer, cehennem ateşidir. 9Fakat îman edip sâlih âmeller işleyen kimseleri, Rableri, îmanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akar nimeti bol cennet’lere hidâyet buyurur. 10Bunların, cennette duaları: “ Allah’ım! Seni tesbih ve tenzîh ederiz” sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep SELÂM’dır. Dualarının sonu ise: “Bütün hamdler âlemlerin Rabbine mahsustur”, gerçeğidir. 11Eğer Allah, insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, fenalığı da hemen acele olarak verseydi, muhakkak ecelleri son bulur biterdi. Fakat karşımıza çıkıp hesap vermeyi ummayanları, azgınlıklarında bırakırız, körü körüne giderler. 12İnsana (hastalık gibi) bir sıkıntı dokunduğu zaman, gerek yan yatarken, gerek otururken, gerek ayakta iken, bize dua eder durur. Fakat ondan sıkıntısını giderdiğimiz zaman, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize dua etmemiş gibi geçer gider. (eski sapıklığına devam eder). İşte o haddi aşan müşriklere, yaptıkları ameller, böyle süslü gösterilmektedir. 13Andolsun, biz, senden önceki devirlerdekileri, kendilerine Peygamberleri mûcizelerle geldikleri hâlde, zulmettikleri ve imana gelmedikleri vakit helâk ettik. İşte mücrim kavimleri, biz böyle cezalandırırız. 14Sonra, onların arkasından, sizi arzda halifeler yaptık ki, bakalım nasıl ameller işliyeceksiniz? 15Böyle iken, âyetlerimiz, müşriklere birer açık delil olarak okunduğu zaman, karşımızda hesap vermeyi ummayanlar: “ Bundan başka bir KUR’ÂN getir veya bunu değiştir” dediler. Sen de ki: “ Onu kendiliğimden değiştirmekliğim, benim için mümkün değil. Ben, ancak bana vahyolunana uyarım. Ben, Rabbime isyan edersem, gerçekten büyük bir günün (kıyâmetin) azabından korkarım.” 16De ki: “ eğer Allah dileseydi, ben KUR’ÂN’ı size okumazdım ve hiç bir sûretle Allah onu size bildirmezdi. Bilirsiniz ki, ben içinizde bundan önce (kırk yıl kadar) bir ömür durdum (okuyup yazdığım bir şey yoktur). Artık Kur’ân’ın kendi tarafımdan olmadığını (sırf Allah’ın vahyi bulunduğunu) düşünmez misiniz? 17Artık Allah’a bir yalan iftira eden veya onun âyetlerine yalan diyenden daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki, mücrimler kurtulamazlar. 18Allah’ı bırakıp kendilerine ne bir zarar, ne de bir menfaat vermeyecek şeylere (putlara) tapıyorlar ve bir de: “Bu putlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır.” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber vereceksiniz?” Haşa, Allah, onların ortak koştukları her şeyden çok uzakatır, çok yücedir. 19İnsanlar ilk önce, yalnız tek bir ümmetti (aynı dîne bağlıydılar) Sonra ayrılığa düştüler (bir çok batıl dinlere ayrıldılar.) Eğer Rabbinden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı (cezaları âhirete bırakılmamış olaydı), o ihtilâf edip durdukları şeylerde şimdiye kadar aralarında hüküm verilmiş bitmişti; (hemen üzerlerine azap inerdi). 20Bir de Müşrikler: “ Peygambere, Rabbi tarafından (Kur’ân’dan) başka bir âyet (azap mûcizesi) indirilse ya!” diyorlar. Sen de ki: “Gayb, ancak Allah’a mahsustur. O hâlde azabı bekleyin, ben de sizinle beraber bekliyenlerdenim. 21İnsanlara dokunan bir sıkıntı ve geçim darlığından sonra, kendilerine bir rahmet (bolluk) taddırdığımız zaman da âyetlerimize dil uzatır ve Peygambere hile yapmağa koşarlar. De ki: “ Allah’ın, hîlenize ceza verişi çok daha çabuktur”. Gerçekten elçilerimiz (Meleklerimiz) de kurduğunuz kötü fikirleri yazıyorlar. 22Sizi karada (çeşitli vasıtalar üzerinde ) ve denizde (gemilerde) gezdiren O’dur. Hattâ siz gemide olduğunuz zaman, güzel bir rüzgârla, o gemi içindekilerle giderken, onlar ferahlanırlar. Derken bir fırtına çıkarak her taraftan dalgalar kendilerine gelince ve kuşatıldıklarını anlayınca, Allah’ın dininde hâlis ve samimi olarak Allah’a şöyle dua ederler: “Yemin ederiz ki, eğer bizi, bundan kurtarırsan muhakkak şükreden kullarından oluruz.” 23Fakat, Allah, onları selâmete çıkarınca, bakarsın ki, yeryüzünde yine haksız yere azgınlıklarda bulunuyorlar. Ey insanlar! sizin azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. O kıymetsiz dünya hayatının biraz zevkini sürersiniz, sonra döner bize gelirsiniz. Biz de bütün yaptıklarınızı size haber veririz. 24Menfaat ve aldatma bakımından bu dünya hayatının hâli, gökten indirdiğimiz bir yağmura benzer. Öyle ki, bu yağmurla, gerek insanların, gerekse hayvanların yiyeceği ürün ve bitkiler yetişip birbirine karışmıştır. Nihâyet arz bütün güzelliğini takınıp süslendiği ve sahipleri de bu mahsulü toplamaya ve ondan faydalanmaya kendilerini kadir zannettikleri bir sırada, geceleyin ve gündüzün ona emrimiz (âfatımız) gelivermiştir. Sanki dün yerinde bir şey yokmuş gibi, onu kökünden biçmiş yok etmiştir. İşte düşünecek bir kavim için âyetleri böyle açıklarız. 25Allah, cennet evine çağırır ve dilediği kimseyi doğru yola iletir. 26İman edip güzel bir amel işleyenlere cennet ve bir de Allah’ın Cemalini görmek var. Onların yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne de bir zillet... İşte bunlar cennetliktirler, kendileri orada ebedî olarak kalıcıdırlar. 27Kötülükleri kazananlara gelince: Bir kötülüğün cezası, misliyledir. (Bir kötülüğe, karşılığı olan bir ceza var. Hâlbuki bir iyiliğe, on katından yedi yüze ve daha ziyadeye kadar mükâfat vardır.) Onları bir zillet kaplar. Allah’dan kendilerini kurtaracak yoktur. Sanki yüzleri, gece parçalarından kaplanmış kapkaranlık... İşte bunlar da ateşliktirler, o cehennem ateşinde ebedî olarak kalıcıdırlar. 28O gün, mahşerde, insanların hepsini bir araya toplayacağız. Sonra müşriklere şöyle diyeceğiz: “ Siz ve Allah’a eş yaptığınız ortaklarınız (putlarınız) durun yerinizde... “Artık mü'minlerle aralarını tamamen açmışızdır. Ortakları olan putlar, Allah tarafından dile gelip kendilerine şöyle diyeceklerdir: “ Siz, dünyada bize tapmıyordunuz (Şeytan'ın ardı sıra gidiyordunuz). 29(Putlar devam ederek derler:) "Şimdi sizinle bizim aramızda şâhid olarak Allah yeter. Ey müşrikler, sizin ibâdetinizden, bizim aslâ haberimiz yoktu. (Çünkü biz, işitmez, görmez ve duymazdık.)” 30Orada herkes, geçmişte yaptığı iyi ve kötü şeylerin imtihanını verecektir. Artık hepsi, hak mevlâları Allah’a döndürülmüşlerdir ve müşriklerin Allah’a eş uydurdukları putlar da kendilerinden kaybolmuş gitmiş bulunacaktır. 31(Resûlüm) de ki: “Size gökten ve yerden kim rızk veriyor? O kulaklara ve gözlere (onların idrakine) kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim idâre ediyor? “ Hemen diyecekler ki “Allah” De ki: “ O hâlde Allah’dan sakınmaz mısınız? “ 32İşte bu işleri yapan Allah’dır; gerçek Rabbinizdir. Hakdan sonra da sapıklıktan başka ne vardır? O hâlde (Bu açık delillerden sonra îmandan) nasıl çevrilirsiniz? 33Öyle büsbütün haktan çıkmış inatçı fâsıklara Rabbinin hükmü şöyle vâcib oldu: “ onlar, artık imana gelmezler.” 34De ki: “Allah’a eş tuttuğunuz ortaklarınızdan (putlarınızdan) halkı ilkin yaratacak, onları öldürdükten sonra yine diriltecek var mı? “ (Susan müşriklere cevaben) de ki: “ Allah, ilkin halkı yaratır; öldürdükten sonra da yine o diriltir. Artık doğru yoldan nasıl çevriliyorsunuz?” 35(Ey Resûlüm), de ki: “Ortaklarınızdan hak yolu gösterebilecek var mı? “ (cevap veremiyen müşriklere) de ki: “ Allah, ancak hak yolu gösterir ve ona iletir. O hâlde, hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa kendisine hidâyet olunmadıkça tek başına doğru yolu bulamıyan (putunuz) mu? Öyle ise, ne oluyorsunuz, nasıl bâtıl hüküm veriyorsunuz (uyulmaya lâyık olmayan putlara uyuyorsunuz?)” 36Kâfirlerin çoğu, sırf kuru bir zan ardında gider. Fakat zan, gerçekten hiç bir şey ifade etmez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını tamamen bilmektedir. 37Bu KUR’ÂN Allah’ındır, ondan başkasına nisbet edilemez. Ancak o, önündekini (daha önce inidirlen kitabları) tasdik edici ve kitabın hükümlerini açıklayıcı âlemlerin Rabbinden indirilmiştir; bunda hiç şüphe yoktur. 38Yoksa KUR’ÂN’ı, Peygamber mi uydurdu diyorlar? Resûlüm, de ki: “ O hâlde, iddianızda sâdık kimselerseniz, O’nun gibi bir sûre yapın, getirin ve Allah’dan başka gücünüzün yettiği (edîb, beliğ) kim varsa onları da yardıma çağırın.” 39Hayır, o kâfirler, ilmini kavrayamadıkları Kur’ân’ı yalanladılar ve kendilerine, hakikat ve inceliği hakkında bir anlayış da gelmedi. Onlardan önce gelen ümmetler de Peygamberlerini, işte böyle yalanlamışlardı. Amma bak, zâlimlerin âkibeti nasıl oldu!... 40Kâfirlerden Kur’ân’a inanacak da var, îman etmiyecek de var. Rabbin müfsidleri çok iyi bilendir. 41Eğer seni tekzibde ısrar ederlerse, de ki: “ Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Siz, benim yapacağımdan berisiniz, ben de sizin yapacağınızdan beriyim.” 42İçlerinden seni, (okuduğun Kur’ân’ı ve hükümlerini) dinlemeğe gelenler de var. Fakat, akılları da yokken sağırlara sen mi duyuracaksın? 43İçlerinden sana bakanlar (Peygamberliğine delâlet eden mûcizeleri gördükleri hâlde îman etmiyenler) de var. Fakat anlayış gözleri de yokken körlere sen mi hidâyet edeceksin? 44Şüphesiz Allah, insanlara zerrece zulmetmez. Fakat insanlar kendilerine zulmederler. 45Sanki (dünyada ve kabirlerinde) gündüzün bir saatinden başka durmamışlar gibi, Allah hepsini mahşere sevkedeceği gün, aralarında tanışacaklardır. Allah’ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edip de hidâyet yolunu tutmamış olanlar, muhakkak en büyük ziyana uğramışlardır. 46Kâfirlere vâdettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek, yahut onlara azap edişten önce seni (Âhirete) alsak da, sonunda onların dönüşü bizedir. Sonra Allah, onların yapacakları şeylere de şâhiddir. 47Her ümmet için bir Peygamber vardır. Onların her birine Peygamberi geldiği zaman, onu yalanladılar da aralarında adaletle hüküm verildi (azaba uğratıldılar). Onlar, zulmedilmediler (cezalarını çektiler.) 48Kâfirler, alay yollu şöyle derler: “Eğer sadık kimselerseniz, bu azabın veya kıyâmetin vâdi ne zaman?” 49(Ey Resûlüm), de ki: “ Ben kendi kendime, Allah’ın dilediğinden başka, ne bir menfaate, ne de bir zarara sahip olamam.” Her ümmetin helâki için muayyen bir vakit (ecel) vardır. Artık bu ecel geldiği vakit, bir an geri de kalamazlar, ileride gidemezler. 50De ki: “ Bana haber verin: Allah’ın azabı, geceleyin yatarken veya gündüzün meşguliyetinde size gelip çatarsa (ne yaparsınız?) artık onu, günahkârların acele olarak istemelerine sebep nedir? 51Bu azap vâkı olduktan sonra mı Allah’a îman edeceksiniz? O vakit size: “Şimdi mi îman ediyorsunuz?” denecek. Hâlbuki siz alay ederek, bu azabın acele gelmesini isteyip duruyordunuz. 52Sonra o zulmedenlere: “ Ebedî azabı tadın” denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başka bir sebeple cezalandırılacak değilsiniz. 53“O azap, bir gerçek mi?” diye senden sorarlar. De ki: “ Evet, Rabbime yemin ederim ki, O, muhakkak bir gerçektir. Siz bundan yakayı kurtaramazsınız.” 54Küfre varmakla zulmeden her nefis, eğer bütün yeryüzündekine sahip olsaydı, azabı gördükleri vakit, hepsi pişmanlığı açığa vurarak kendini kurtarmak için onu mahakkak feda ederdi. Fakat kendilerine zulüm yapılmaksızın, aralarında adaletle (günahları kadar azabla) hüküm verilmesi takdir edilmiştir. 55Biliniz ki, göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Biliniz ki, Gerçekten Allah,’ın vâdi haktır; fakat kâfirlerin çoğu bunu bilmezler. 56Allah hem diriltir, hem öldürür. Hep döndürülüp ona götürüleceksiniz. 57Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, kalplerdeki şüphelere bir şifa ve mü'minler için bir hidâyet ve rahmet olan Kur’ân geldi. 58De ki: “ Allah’ın ihsaniyle ve rahmetiyle, ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların toplamakta olduklarından (dünya menfaatından) daha hayırlıdır. 59(Ey Resûlüm), müşriklere de ki: “Allah sizin için rızık olarak hangi şeyleri indirdi de, siz ondan bir haram ve bir halâl yaptınız, bana haber verin. “ De ki: “ Size Allah mı izin verdi (de böyle yaptınız), yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? 60Allah’a yalan uyduranların (kendiliklerinden haram ve helâl diyenlerin) kıyâmetteki zanları nedir (azap edilmeyeceklerini mi zannediyorlar)? Şüphe yok ki Allah (akıl verip kitap indirmekle) insanlara karşı ihsan sahibidir. Fakat insanların çoğu bu nimetlere şükretmezler. 61(Ey Resûlüm), sen herhangi bir işde bulunsan, Kur’ân’dan her ne okusan, sen ve ümmetin herhangi bir amel yapsanız, siz ona dalıp dururken, muhakkak biz üzerinizde şâhid bulunuruz. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinizden gizli kalmaz; ne bundan daha küçük, ne de daha büyük... Ancak bunların hepsi LEVH-İ MAHFUZ’da yazılıdır. 62Biliniz ki, Allah’ın velileri (şerîata tam olarak bağlı kulları) için hiç bir korku yoktur ve onlar mahzunda olmıyacaklardır. 63Veliler, o kimselerdir ki, Allah’a îman edip emirlerine aykırı hareket etmekten sakınırlar. 64Onlar için dünya hayatında da (Kur’ân’ın ve Peygamberin haberleriyle), Âhirette de (cennet’le) müjdeler vardır. Allah’ın kelimelerinde (verdiği sözlerde) asla bir değişme yoktur. İşte bu (cennetle müjdelenme), en büyük kurtuluştur. 65Ey Resûlüm, kâfirlerin (tekzib ve sana dil uzatmalarına dair) sözleri seni üzmesin. Muhakkak ki izzet (üstünlük), hep Allah’ındır. Allah (onların bütün söylediklerini) işiticidir, taşıdıkları niyyetlerin hepsini bilicidir. 66Biliniz ki, göklerde (meleklerden) kim var, yerde (insan ve Cinlerden) kim varsa, hep Allah’ındır. Allah’dan başkasına tapanlar dahi, gerçekte Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Ancak zanna (zayıf bir ihtimale) tâbi oluyorlar ve yalandan başka bir şey söylemiyorlar. 67O Allah’dır ki, içinde rahat edesiniz diye geceyi, çalışasınız diye gündüzü aydınlık olarak, sizin için yarattı. Elbette bunda, Kur’ân’ı dinleyecekler için bir çok ibretler vardır. 68Kâfirler: “ Allah çocuk edindi”, dediler. Hâşa, Allah bundan münezzehtir. O, bir şeye muhtaç değildir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Ey kâfiler, (Allah’ın çocuk edindiğine dair) elinizde hiç bir delil yoktur. Siz, Allah’a karşı, ilimle isbat edemiyeceğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? 69(Ey Resûlüm), de ki: “ Allah’a karşı yalan uyduranlar, elbette kurtulamıyacaklardır. 70Allah’a iftira edenlerin dünyadaki zevkleri pek az... Nihâyet dönüşleri bizedir. Sonra, küfür üzere bulunduklarından, kendilerine çok şiddetli bir azap taddıracağız. 71Ey Resûlüm, Mekke kâfirlerine Nûh’un haberini oku. Bir vakit kavmine şöyle demişti: “ Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum, Allah’ın âyetleriyle ihtar edip öğüd verişim, size ağır geliyorsa, bilin ki sizin hilenizden Allah’a tevekkül etmişim. Artık siz ve ortaklarınız toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın. Sonra yapacağınız iş, size bir musibet olmasın (vaya bana yapacağınızı aşıkâre yapın). Sonra mühlet vermiyerek, istediğiniz şeyi bana yapın. 72Eğer davetimizden yüz çevirirseniz, ben de dâvetim için sizden bir ücret istemedim ki... Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir ve ben, onun birliğine ve emirlerine boyun eğen müslümanlardan olmakla emrolundum.” 73Bunun üzerine yine Nûh’u tekzîp ettiler. Biz de onu ve beraberindeki mü'minleri gemide selâmete çıkardık ve bunları yeryüzünün halifeleri yaptık. Âyetlerimizi tekzip edenleri ise, suda boğduk. İşte bak, azabla korkutulup yola gelmiyenlerin sonu nasıl olmuştur!... 74Sonra Nûh’un arkasından bir çok Peygamberleri kavimlerine gönderdik, onlara açık mûcizeler getirdiler. Fakat önceden yaptıkları tekzibden ötürü, bir türlü inanmak istemediler. İşte biz, hududu aşanların kalpleri üzerine böyle mühür basarız. (artık îman edemezler). 75Bu Peygamberlerden sonra, Mûsa ile Hârûn’u, Fir'avun ve cemâatine mûcizelerimizle gönderdik. Kibirlenerek îman etmediler ve günahkâr bir kavim oldular. 76Tarafımızdan kendilerine mûcize geldiği vakit, “ - Muhakkak bu açık bir sihirdir.” dediler. 77Mûsa, onlara şöyle dedi: “ Size mûcize gelince böyle mi diyorsunuz? Bu sihir mi? Sihirbazlar dünya ve âhirette felâh bulamazlar.” 78Onlar, Mûsa ile Hârûn’a! “Sen, bizi babalarımızdan bulduğumuz yol üzerinden çevirmek için mi geldin? Yeryüzünde saltanat ikinize ait mi olacak? Biz, ikinize de îman etmeyiz” dediler. 79Fir'avun: “ Ne kadar bilgiç sihirbaz varsa hepsini bana getirin.” dedi. 80Nihâyet sihirbazlar toplanıp geldiği zaman, Mûsa onlara: “ Ne ortaya atacaksanız, siz atın” dedi. 81Onlar hünerlerini ortaya atınca, Mûsa kendilerine şöyle dedi: “ Bu sizin yaptığınız şey sihirdir; muhakkak ki Allah, onu boşa çıkaracaktır. Şüphesiz Allah, müfsidlerin işini düzeltmez. 82Günahkârlar hoşlanmasalar da, Allah emir ve hükümleriyle hakkı gerçekleştirir. 83Sonunda, Fir'avun ve etrafındakilerin belâsı korkusundan, Mûsa’ya kavminden ancak bir zürriyet îman etti. Çünkü Fir'avun o yerde (Mısır’da) çok üstün idi ve pek aşırı giden taşkınlardandı. 84Mûsa da kavmine şöyle dedi: “ Ey kavmim! Siz, Gerçekten Allah,’a îman ettinizse ve onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş müslimlerseniz, artık Allah’a tevekkül edin.” 85Onlar da dediler ki; “Biz, ancak Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi, o zâlim kavmin fitnesine düşürme; 86Ve bizi, rahmetinle o kâfir kavimden kurtar.” 87Biz ise, Mûsa’ya ve kardeşine şöyle vahyettik: “ Kavminiz için Mısır’da bir takım evler hazırlayın ve evlerinizi namazgâh yapın. Namazı gereği üzre kılın. Hem de (Ey Mûsa) mü'minleri cennetle müjdele?” 88Mûsa şöyle dua etti: “Ey Rabbimiz! Sen Fir'avun’a ve etrafındakilere dünya hayatında giyecek bir çok süs eşyası ve mallar verdin; ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, mallarını mahvet ve kalplerini şiddetle sık ki, o acıklı azabı görmedikçe îman etmiyecekler.” 89Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “ ikinizin duası kabul olundu. Siz yine doğru yolunuzda devam edin ve Allah’ın vâdini bilmiyenlerin yoluna uymayın.” 90İsrâîloğullarını denizden (sâlimen karşı tarafa) geçirdik. Fir'avun, hemen askerleriyle zulüm ve saldırganlık yaparak arkalarına düştü. Nihâyet denizde boğulmaya başlayınca şöyle dedi: “İman ettim, gerçekten İsrâil oğullarının îman ettiğinden (Allah’dan) başka hiç bir ilâh yoktur. Ben de O’na teslim olanlardanım.” 91Şimdi mi (elinden bütün kuvvet ve imkân gittikten sonra mı) îman ediyorsun? Hâlbuki sen, bundan önce isyan etmiş ve dâima müfsidlerden olmuştun. 92Biz de bugün, seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkandan geleceklere bir ibret olasın. Bununla beraber insanlardan bir çoğu, âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler. 93Gerçekten İsrâil oğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve kendilerini hoş nimetlerle rızıklandırdık. Nihâyet ayrılığa düşmeleri de kendilerine ilim (Tevrât’daki âhir zaman peygamberine ait vasıflar) geldikten sonra oldu. Şüphe yok ki o ayrılığa düştükleri şeylerde (dinî emirler hakkında), Rabbin, kıyâmet günü hükmünü verecektir. 94Ey Resûlüm, eğer sana indirdiğimiz kıssa ve haberlerden bilfarz şüphe edecek olursan, senden evvel kitap (Tevrât) okuyanlara sor; (o kitabda da bu haberler vardır). Yemin olsun ki, onlar hak ve doğru olarak Rabbin tarafından sana geldi. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma. 95Sakın Allah’ın âyetlerini tekzib edenlerden olma. Sonra hüsrana düşenlerden olursun. 96Şüphesiz aleyhlerinde (küfürleri hakkında) Rabbinin takdiri gerçekleşmiş olanlar, imana gelmezler. 97Onlara bütün mûcizeler gelse bile; tâ acıklı azabı görecekleri ana kadar... 98Azap inmeden önce, îman edip de bu îmanları kendilerine fayda vermiş bir memleket halkı bulunsaydı ya! Ancak YÛNUS’un kavmi îman edince, dünya hayatındaki o perişanlık azabını kendilerinden kaldırdık ve onları bir müddete kadar faydalandırdık. 99Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, hepsi toptan îman ederlerdi. O hâlde, mü'min olsunlar diye, insanları (Allah dilemediği hâlde, ey Peygamber) sen mi zorlayacaksın? 100Allah’ın izni olmadıkça, hiç bir kimsenin îman etmesi mümkün değildir. Bir de Allah, akıllarını iyi kullanmıyanlara azap verir. 101De ki: “ Bakın, göklerde ve yerde neler var! “ Fakat, bunca âyetler (alâmetler) ve azabla korkutmalar, îman etmiyecek bir kavme fayda vermez. 102Müşrikler, ancak kendilerinden önce gelip geçmiş olanların günleri gibi, (acıklı) bir gün bekliyorlar. De ki: “ Bekleyin, ben de sizinle beraber bekliyenlerdenim.” 103Sonra kâfirlere azap inince, Peygamberlerimizi ve Onlara îman edenleri kurtarıyorduk. İşte böylece, mü'minleri de, üzerimizde bir hak olarak, (müşrikler azap çektiği zaman), kurtaracağız. 104(Ey Resûlüm) de ki: “ Ey İnsanlar! Eğer benim dinimde herhangi bir şüphede iseniz (hak olduğunda şüphe ediyorsanız, sizin şüphenizden ötürü) bilin ki ben, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Ancak sizi öldürecek olan Allah’a ibâdet ederim ve bana, mü'minlerden olmaklığım emredilmiştir. 105Bir de, yüzünü tevhîd dinine döndür ve sakın müşriklerden olma. 106Ayrıca, Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ne de zarar veremiyecek şeylere tapma. Böyle yaptığın takdirde, şüphesiz ki nefsine zulmedenlerden olursun”, diye (bana) emredilmiştir. 107Eğer Allah, sana bir keder dokunduracak olursa, onu Allah’dan başka giderecek yoktur ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da onun ihsanını geri çevirecek yoktur. Allah, ihsan ve fazlını kullarından dilediğine nasib eder. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir. 108Resûlüm, şöyle de: “ Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur’ân ve Peygamber) geldi. Artık hidâyeti kabul eden, kendi nefsi için kabul etmiş olur ve sapıklığa düşen ve kendi aleyhine (zararına) sapmış olur. Ben de sizin üzerinize vekil değilim.” 109Sana ne vahyolunuyorsa, ona uy ve Allah zafer hükmünü verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır. | |||
|
﴾ 0 ﴿