1Elif, Lâm, Râ. Bu bir kitabdır ki, âyetleri, en sağlam bir nazımla (söz dizisi ile) kuvvetlendirilmiştir. Sonra hikmet sâhibi, her şeyi bilen Allah tarafından, bu âyetler, hüküm ve öğütlerle açıklanmıştır. 2Öyle ki, Allah’dan başkasına ibâdet etmeyin. Ben, size, onun tarafından, cennetle müjdeleyen ve cehennemle korkutan, mürsel bir Peygamberim. 3Hem Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra O’na tevbe edin ki, size takdîr edilmiş belirli bir zamana (ölüme) kadar güzel bir şekilde yaşatsın ve iyi hareket sahibine, fazlından dünya ve Âhirette mükâfatını versin. Eğer îmandan yüz çevirirseniz, biliniz ki, ben, başınıza gelecek büyük bir günah azabından korkarım. 4Dönüşünüz ancak Allah’adır. O, her şeye kadîrdir. 5Haberiniz olsun ki, münâfıklar, Peygambere olan düşmanlıklarını gizlemek için, göğüslerini hakdan çevirirler, arkalarını dönerler. Evet amma, örtülerine bürünüp yatarlarken de Allah, onların neyi gizlediklerini bilir. Çünkü O, bütün kalplerin özünü bilendir. 6Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı ancak Allah’a aittir. Onların dünyadaki meskenlerini de bilir, yumurtalıklardaki yerlerini de... Bunların hepsi Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. 7Amel bakımından, en güzel kim olduğu hususunda, sizi imtihan etmek için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Bundan önce ARŞ’ı, su üstünde idi. (Yer ve gökler yaratılmadan önce hükümranlığı su üzerindeydi. Suyu daha evvel yaratmıştı). Böyle iken, eğer sen (Ey Resûlüm) desen ki: “Öldükten sonra muhakkak siz dirileceksiniz” kâfir olanlar mutlaka şöyle derler; “ Bu söylediğin apaçık bir aldatma ve bâtıldan başka bir şey değil...” 8Eğer ilerideki belirli bir müddete kadar kendilerinden azabı geciktirirsek, o vakit de muhakkak (alay tarzında) şöyle derler: “ Bu azabın inişini engelliyen nedir?” Bilsinler ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden çevrilecek değildir. O alay ettikleri azap da kendilerini sarmış bulunacaktır. 9İnsanoğluna, tarafımızdan bir rahmet (sıhhat ve zenginlik) tattırıp da sonra bunu çekip alıversek, şüphesiz ki o, Allah’ın ihsanından tamamen ümidini kesen, evvelki nimeti unutan nakör bir kimse olur. 10Fakat ona dokunan bir dertten sonra, kendisine bir nimet tattırırsak, “ Benden bütün fenalıklar gitti.” der ve şüphesiz sevinir, öğünür. 11Ancak her iki hâlde de sabredip sâlih amelleri işliyenler müstesnadır. İşte onlar için, bir mağfiret ve büyük bir sevap vardır. 12Şimdi sen (Ey Resulüm), müşrikler: “ ona bir hazine indirilseydi, yahut beraberinde bir melek gelseydi ya”, demelerinden ötürü göğsün daralacak, sana vahyolunanın bazısını terkedecek (söylemiyecek) hâle gelirsin. Fakat sen, ancak Allah’ın azabı ile korkutan bir peygambersin. Allah ise her şeye vekîldir. (Ona güven; O, müşriklerin cezasını verir.). 13Yoksa, Kur’ân’ı kendisi uydurdu mu, diyor müşrikler? O hâlde şöyle de: “ Haydin onun gibi uydurma on sûre getirin ve bunun için, Allah’dan başka gücünüzün yettiğini de çağırın. Eğer doğru söylüyorsanız, bunu yaparsınız.” 14Yok, eğer yardıma çağırdınız kimseler size (ey müşrikler) cevap veremedilerse, artık bilin ki, Kur’ân ancak Allah’ın ilmi ile indirilmiştir ve ondan başka ilâh yoktur. Artık müslüman oluyor musunuz?” 15Kim dünya hayatını ve onun gösterişli zevklerini isterse, biz onlara, amellerinin karşlığını tamamen öderiz (sıhhat, zenginlik ve zevkle yaşarlar). Bu hususta, onlara noksanlık yapılmaz. 16Bunlar, o kimselerdir ki, Âhirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Yaptıkları ameller boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur. 17Bir mü'min ki, Rabbi tarafından verilen açık bir delil (gerçek dâvasını isbat eden selim bir akıl) üzeredir ve bunu, Allah’dan bir şâhid olan Kur’ân, bir de Kur’ân’dan evvel kendisine uyulan ve büyük bir nimet bulunan Mûsa’nın kitabı (Tevrât) da teyîd ediyor; hiç o, sırf dünya hayatını istiyen asiler gibi olur mu? İşte bu vasıfta olanlar, Kur’ân’a îman ederler. Herhangi bir topluluk da Kur’ân’ı inkâr ederse, artık ateş, onun vaadedilen yeridir. Sen de, sakın bunda bir şüpheye düşme. Çünkü bu Kur’ân ve onun vaadi. Rabbin tarafından hakdır. Fakat insanların çoğu îman etmezler. 18Allah’a ortak veya çocuk isnad etmek sûretiyle O’na iftira edenden daha zalim kimdir? Bu zâlimler, Rablerine arz olunacaklar ve şahitler (melekler veya insanın kendi uzuvları) de şöyle diyecekler: “ Şunlar Rablerine karşı yalan söyliyenlerdir.” Haberiniz olsun, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir. 19Zâlimler ki, Allah yolundan çevirirler, onu eğriltmek isterler, bunlar âhireti inkâr edenlerdir. 20Bunlar, Allah dünyada kendilerine azap etmek istediği zaman, onu âciz bırakacak değillerdir. Kendilerini azaptan kurtaracak, Allah’dan başka hiç bir yardımcıları da yoktur. Onlara kat kat azap edilir. Çünkü dünyada, hakkı işitmeğe tahammül etmezler ve gerçeği göremezlerdi. 21İşte bunlar, kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Allah’a şefaatçi diye uydurdukları putlar da kendilerinden kaybolup gitmiştir. 22Elbette onlar, Âhirette en çok ziyan (perişanlık) çekenlerdir. 23Fakat îman edip sâlih amellerde bulunanlar ve huşû ile Rablerine itâat edenler (var ya), işte bunlar cennetliktirler, orada onlar ebedî kalıcıdırlar. 24Bu iki zümrenin (kâfirlerle mü'minlerin) hâli, kör ve sağır olanlarla, gören ve işiten kimselerin durumu gibidir. Hiç bunlar eşit olurlar mı? Artık düşünmez misiniz? 25Gerçekten biz Nûh’u, şöyle desin diye, kavmine gönderdik: “ Haberiniz olsun, ben, size azabın sebeblerini ve kurtuluşun yolunu açıklayan bir korkutucuyum; 26"Allah’dan başkasına ibâdet etmeyin. Doğrusu ben, size acıklı bir günün azabından (başınıza çöküvermesinden) korkuyorum.” 27Buna karşı, Nûh’un kavminden küfür öncüleri olanlar şöyle dediler: “ Biz, seni ancak bizim gibi bir insan görüyoruz ve sana bağlı olanları da ilk bakışta, en düşüklerimizden ibaret görüyoruz. Sizin, bize fazla bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz; hattâ sizi yalancılar sanıyoruz.” 28Nûh şöyle dedi: “Ey Kavmim! Söyleyin bakayım, fikriniz nedir? Eğer ben Rabbimden verilen açık bir burhan (mûcize) üzerinde isem (Bu benim Peygamberlik dâvamı doğruluyorsa), bir de Allah bana kendi katından bir Peygamberlik vermiş de, size, onu görecek göz verilmemişse, istemediğiniz hâlde onu size zorla mı kabul ettireceğiz? 29Ey Kavmim! peygamberliği tebliğ işinden dolayı sizden bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir ve ben îman edenleri (isteğiniz gibi) kovacak değilim. Elbette onlar Rablerine kavuşacaklar (eğer kendilerini kovarsam, beni ona şikâyet ederler). Ancak ben, sizi cahillik yapmakta olan bir topluluk görüyorum. 30Ey kavmim! (Etrafındakileri kov, biz sana îman ederiz, teklifiniz üzerine), ben onları kovarsam Allah’ın intikamından beni kim kurtarabilir? Hiç de düşünmez misiniz? 31Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır ve gaybı da bilirim, demiyorum. Ben bir meleğim de demiyorum. Gözlerinizin hor gördüğü mü'min kimseler hakkında, Allah onlara, hiç bir hayır vermez, de demem. Onların içlerindekini en iyi bilen Allah’dır. Ben, bunları söylediğim takdirde, zâlimlerden olmuş olurum.” 32Nûh’a cevap olarak şöyle dediler: “ Gerçekten bizimle mücâdele ettin. Bizimle olan mücâdelede çok ileri gittin. Eğer doğru söyleyenlerdensen, bizi korkutup durduğun azabı, haydi getir bakalım.” 33Nûh dedi ki: “ Dileyince, azabı, ancak Allah size getirir ve siz onu, azap etmekten âciz bırakacak değilsiniz. 34Eğer Allah, sizi saptırmayı (helâkinizi) murad ediyorsa, ben size nasîhat etmek istesem de benim nasîhatım size fayda vermez. O, Rabbinizdir ve nihâyet ona döndürüleceksiniz.” 35Yoksa Nûh’un kavmi: “ Bu vahyi Nûh uydurdu mu diyorlar? Ey Nûh, onlara de ki: “ Eğer onu uydurdumsa, günahı benim boynumadır. Ben ise, sizin bana yaptığınız iftira günahından beriyim. “ 36Nûh’a şöyle vahyolunmuştu: “ Haberin olsun, önceden îman edenlerden başka, kavminden hiç biri asla îman etmiyecek. O hâlde yaptıkları şeylerden (eziyet ve tekziplerden ) ötürü kederlenme. 37Nezaretimiz altında ve vahyimiz gereğince gemi yap. Hem o zulmedenler hakkında, azabın kendilerinden kaldırılması için, bana dua etme; çünkü onlar, suda boğulacaklardır. 38Nûh gemiyi yapıyordu. Kavminden her hangi bir topluluk yanından her geçtikçe, kendisiyle alay ediyordu. Nûh onlara: “ Eğer şimdi bizimle alay edip eğleniyorsanız, biz de (Allah’ın azabı size geldiği zaman), bizimle alay ettiğiniz gibi, sizinle alay edeceğiz. 39Artık pek yakında, perişan edecek azabın kime geleceğini ve devamlı bir azabın kimin başına konacağını bileceksiniz.” dedi. 40Nihâyet helâk etme emrimiz geldiği ve fırından su taşıp fışkırdığı (yahut geminin kazanı kaynadığı) vakit Nûh’a şöyle dedik: “Faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi olmak üzere ikişer tane çift ve üzerlerine boğulma emri takdir edilenler müstena, aile halkınla bir de îman edenleri gemiye yükle.” Zaten beraberinde îman edenler pek azdı. 41Nûh dedi ki: “ Her duruşunda ve gidişinde Allah’ın ismiyle (besmele getirmek üzere) binin gemiye (veya besmele getirerek gemiye binin. Onun gidişi de, duruşu da Allah’ın kudretiyledir). Gerçekten Rabbim Gafûr’dur, Rahîm’dir. “ 42Gemi, onları, dağlar gibi dalgalar içinde yüzüp götürüyordu. Nûh, gemiden ayrı bir yerde olan oğluna bağırdı: “ Ey oğulcağızım! Gel, bizimle beraber bin. Kâfirlerle birlikte olma.” 43O, (babasına) dedi ki: “ Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım.” Babası şöyle dedi: “ Bugün Allah’ın emrinden koruyacak yoktur. Meğer ki, Allah îman nasip etmekle rahmet buyursun.” Nihâyet, ikisinin arasına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu. 44Allah’ın emri olarak: “Ey arz, suyunu yut ve ey gök! Yağmuru tut.” denildi. Su çekildi ve iş bitirildi. Gemide CÛDİ dağı üzerinde kararlaştı ve : “Zâlimler helâk olsun.” denildi. 45Nûh Rabbine dua edip şöyle dedi: “ Ya Rab! elbette oğlum, benim ailemdendir. Senin vaadin hakdır, onu yerine getirirsin (Hâlbuki ailemi kurtaracağına dair vaadin vardı. Şimdi oğlumun durumu nedir?) Sen hâkimlerin hâkimisin.” 46Allah şöyle buyurdu: “Ey Nûh! O, senin ailenden değildir. Çünkü o, sâlih olmıyan bir amel sahibidir (kâfirdir). O hâlde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Seni, cahillerden olmaktan menederim.” 47Nûh, dedi ki: “ Ey Rabbim, bilmediğim şeyi, senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana düşenlerden olurum.” 48Şöyle denildi: “ Ey Nûh! Sana ve gemide seninle beraber bulunan mü'minlere (veya soylarına) bizden bir selâmet ve bereketlerle (gemiden) in. Onlardan bir takım kâfir ümmetler olacak ki, biz onları dünyada rızıklarla faydalandıracağız. Sonra da, âhirette kendilerine, bizden acıklı bir azap dokunacaktır. 49(Ey Resûlüm), işte bunlar gayb haberlerindendir. Sana bunları vahy ile bildiriyoruz. Bundan önce, onları ne sen bilirdin, ne kavmin... O hâlde sen de sabret. Şüphe yok ki, kurtuluş takva sahiplerinindir. 50Âd kavmine de (soyca) kardeşleri Hûd’u Peygamber gönderdik. Onlara dedi ki: “ Ey kavmim, Allah’a ibâdet edin. Sizin ondan başka hiç bir ilâhınız yoktur. Sizin ona ortak koşmanız, ancak bir yalan ve iftiradır. 51Ey kavmim! Peygamberliğimi tebliğe karşı sizden bir mükâfat istemiyorum. Benim mükâfatım, ancak beni yaradana aittir. Artık anlamıyacak mısınız? 52Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra ona tevbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi (neslinizi) çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ettiğiniz hâlde îmandan yüz çevirmeyin.” 53Onlar da dediler ki: “ Ey Hûd, sen bize açık bir mûcize getirmedin. Biz, senin sözünle tanrılarımızı terk etmeyiz ve biz sana inanmayız. 54(54-55) Ancak şunu söyleriz ki, ilâhlarımıza sövdüğünden onların bazısı, muhakkak sen,i bir fenalıkla (cinnet ve hezeyanla) çarpmıştır.” Hûd: “ İşte ben Allah’ı şâhid tutuyorum ve siz de şâhid olun ki, ben, Allah’dan başka ona koştuğunuz ortakların hiç birini tanımıyorum; onlardan beriyim. Artık hepiniz toplanın, bana istediğiniz tuzağı kurun, sonra bir an bile müsaade etmeyin. 55(54-55) Ancak şunu söyleriz ki, ilâhlarımıza sövdüğünden onların bazısı, muhakkak sen,i bir fenalıkla (cinnet ve hezeyanla) çarpmıştır.” Hûd: “ İşte ben Allah’ı şâhid tutuyorum ve siz de şâhid olun ki, ben, Allah’dan başka ona koştuğunuz ortakların hiç birini tanımıyorum; onlardan beriyim. Artık hepiniz toplanın, bana istediğiniz tuzağı kurun, sonra bir an bile müsaade etmeyin. 56Doğrusu, hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Hareket eden hiç bir yaratık yoktur ki, idare ve tasarrufu O'nun kudret elinde olmasın. Böyle olduğu hâlde benim Rabbim, asla haksız ve adaletsiz bir iş yapmaz, O, her şeyi hak üzere tedbîr eder, idare eder. 57Şimdi îmandan yüz çevirirseniz, tebliğde ileri gitmem. Ben size gönderilmiş olduğum tebliğ vazifemi işte yaptım. Rabbim, sizin yerinize diğer bir kavmi getirir de, siz O’na zerrece zarar edemezsiniz. Muhakkak ki Rabbim, her şey üzerinde, koruyucu ve gözetleyicidir.” 58Helâk emrimiz gelince, bizden bir rahmet olarak Hûd’u ve beraberindeki mü'minleri kurtardık; hem onları çok ağır bir azaptan kurtardık. 59İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler ve onun peygamberlerine isyan eylediler. Böylece başları bulunan, her inadcı zorbanın emrine uydu gittiler. 60Onlar, hem dünyada, hem Âhiret gününde bir lânete (ceza ve azaba) tabi tutuldular. Dikkat edin! Ad Kavmi, gerçekten Rabbini inkâr etti. Haberiniz olsun! Hûd’un kavmi âd, Allah’ın rahmetinden uzak kalmıştır. 61Semûd kavmine de (soyca) kardeşleri sâlih’i gönderdik. onlara de ki: “ Ey kavmim! Allah’a ibâdet edin. Sizin ondan başka hiç bir ilâhınız yoktur. Sizi topraktan o yarattı ve sizi orada imar yapmaya (ömür sürmeye) memur etti. O hâlde, ondan mağfiret isteyin. Sonra tevbe edip ona yönelin. Muhakkak ki Rabbim, mü'minlere rahmetiyle yakındır, duaları kabul edicidir.” 62Onlar: “Ey sâlih, sen bundan önce aramızda ümid edilen (güvenilen) bir kimse idin. Şimdi, babalarımızın taptığı şeylere (putlara) tapmaktan bizi vaz geçirmek mi istiyorsun? Doğrusu biz, senin bizi dâvet ettiğin Allah’a ibâdetten kuşkulandırıcı bir şüphe içindeyiz” dediler. 63Sâlih (onlara şöyle) dedi: “ ey kavmim, söyleyin bakayım, fikriniz nedir? Eğer ben, Rabbim tarafından açık bir mûcize üzerinde isem ve bana kendi katından bir peygamberlik vermişse, ben Allah’a isyan ettiğim takdirde, beni ondan kim kurtarabilir? Demek ki, siz bana ziyan ilâve etmekten başka hiç bir şey yapmıyacaksınız. 64Ey kavmim! İşte bu gördüğünüz, Allah’ın dişi devesi, size bir mûcizedir. Onu kendi hâline bırakın, Allah’ın arzından yayılsın otlasın. Ona fena bir maksadla el sürmeyin, sonra sizi peşin bir azap yakalar.” 65Nihâyet o devenin ayaklarını keserek onu öldürdüler. Bunun üzerine sâlih şöyle dedi: “ Memleketinizde üç gün daha yaşayadurun. İşte bu, yalan çıkarılamıyan bir vaaddir.” 66Azap emrimizin vakti gelince, Sâlih’i ve beraberinde îman etmiş olanları, tarafımızdan bir merhamet ile kurtardık; hem o günün rüsvaylığından da... Gerçekten senin Rabbin çok kuvvetlidir, her şeye galibdir. 67O zulmedenleri ise, korkunç gürültü yakalayıverdi de evlerinde çöküp helâk oldular. 68Sanki orada bir şenlik kurmamışlardı. Haberiniz olsun ki, Semûd kavmi, Rablerine küfrettiler. Biliniz ki, Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzak düşmüş, helâk olmuştur. 69Şanım hakkı için, (melek olan) elçilerimiz İbrâhîm’e müjde ile gelip “selâmün aleyk” dediler. O da onlara “aleykümü’s-Selâm” dedi ve hemen gidip (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi. 70İbrâhîm, ellerinin, getirilen bu yemeğe uzanmadığını görünce, onlardan ürktü ve içinde, kendilerinden bir nevi korku duydu. Onlar: “ Korkma, çünkü biz (yemez-içmez melekleriz. Azap için) lût kavmine gönderildik.” dediler. 71İbrâhîm’in hanımı hizmette bulunurken, bu söylenenleri duyunca güldü. Bunun üzerine, biz de ona İshâk’ı ve İshâk’ın arkasından da torunu Ya'kûb’u müjdeledik. 72(İbrâhim’in hanımı) şöyle dedi: “Vay başıma gelenler! Ben doğuracak mıyım? Ben ihtiyar bir kadın ve bu kocam da bir ihtiyar iken!... Doğrusu bu, çok şaşılacak bir şey!... 73(Melekler ona) dediler ki: “ Sen Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun, ehl-i beyt... Şüphe yok ki Allah nimet vermesiyle hamde lâyıktır, lütuf ve ihsanıyla yücedir.” 74İbrâhîm’den o korku gidince ve kendisine (bir çocuk doğacağına dair) müjde gelince, Lût kavmi hakkında (azap edilmeleri mevzuunda) elçilerimiz olan meleklerle mücâdeleye başladı (azabın kaldırılmasını istedi.) 75Çünkü İbrâhîm, hakikaten yumuşak huylu, bağrı yanık ve kendisini tamamen Allah’a teslim etmiş bir kimse idi. 76Melekler: -Ey İbrâhîm! Bu mücâdeleden vazgeç; çünkü Rabbinin emri geldi. Muhakkak sûrette onlara, geri çevrilmesi imkânsız bir azap gelecektir.” dediler. 77Elçi meleklerimiz, Lût’a varınca, (kavmi bu güzel kılıklı elçilere bir fenılık ederler diye) onlar yüzünden kederlendi ve göğsüne sıkıntı geldi. “Bu, çok zor bir gün” dedi. 78Lût’un kavmi koşarak kendisine gelmişlerdi ve bundan önce kötü işler (oğlancılık) yapıyorlardı. (misafirleri olan elçi meleklere bir fenalık yapmasınlar diye) Lût şöyle dedi: “ Ey Kavmim! İşte şunlar kızlarım (onları kendinize nikâh edin, elçilere dokunmayın.) Sizin için, onlar daha temizdir. Artık Allah’dan korkun, beni misafirlerim içinde rüsvay etmeyin. Hiç aranızda, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak, aklı başında bir adam yok mu?” 79Onlar dediler ki: “ Senin kızlarında hiç bir hakkımız olmadığını elbette bilmişsindir. Sen bizim ne istediğimizi (erkeklere varmak niyyetimizi) doğrusu bilirsin.” 80Lût; “ Keşke size karşı bir kuvvetim olsa, yahut sağlam bir topluluğa dayansam!” dedi. 81(Elçi melekler) şöyle dediler: “ Ey Lût!” Gerçekten biz, Rabbinin elçileriyiz, onlar asla sana dokunamazlar. Hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık git ve içinizden hiç biri geri kalmasın; ancak karın müstesna. Çünkü kavmine isabet edecek azap, ona da gelecektir. Onların helâk zamanı, sabah vaktidir. Sabah, yakın değil mi?” 82Onlara azap emrimiz gelince, o memleketin üstünü altına getirdik ve üzerlerine, arka arkaya ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık. 83Ki onlar, Rabbinin katında (hükmünde) azap için damgalanmışlardı. Bu taşlar, senin ümmetinin zâlimlerinden de uzak değildir. (Onların da başına yağar.) 84Medyen şehri halkına da kardeşleri Şuayb’i gönderdik. O, şöyle dedi: “ Ey Kavmim! Allah’a ibâdet edin. Sizin ondan başka hiç bir ilâhınız yoktur. Ölçeği ve tartıyı noksan yapmayın; ben sizi bir hayır ve bereket içinde görüyorum. Bununla beraber hileye devam ederseniz, ben, sizi kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum. 85Ey kavmim! Ölçekte ve tartıda adâleti yerine getirin. İnsanların mallarını eksiltmeyin ve yeryüzünde fesad çıkararak fenalık etmeyin. 86Eğer mü'minseniz, Allah’ın halâl olarak bırakıldığı kâr, sizin için daha hayırlıdır. Ben de sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.” 87Onlar dediler ki: “ Ey Şuayb! Babalarımızın taptıkları şeyleri terketmemizi, istemekten vazgeçmemizi, sana namazın mı emrediyor? Doğrusu sen, yumuşak huylusun, çok akıllısın. (Maşallah!... diyerek alay ettiler.)” 88Şuayb şöyle dedi: “Ey Kavmim! Söyleyin bakayım! Eğer ben, Rabbimden bir Peygamberlik üzerinde bulunuyorsam ve o, bana katından güzel bir rızık vermişse, ne yapmalıyım? Ben size aykırı hareket etmekle, sizi alıkoyduğum şeylere, kendim düşmek istemiyorum. Ben, ancak gücümün yettiği kadar islâh etmek istiyorum. Başarım da yalnız Allah’ın yardımı iledir. Sadece ona tevekkül ettim ve ona döneceğim. 89Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz, Nûh kavminin yahut Hûd kavminin veya sâlih kavminin başlarına gelenler gibi, sakın size bir musîbet getirmesin. Hele Lût kavmi, zaman ve yer bakımından sizden uzak değildir (onların başlarına gelenlerden ibret almaz mısınız.) 90Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, günahlardan tevbe edip ona sığının. Gerçekten benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevgilidir.” 91Onlar şöyle dediler: “Ey Şuayb! Biz, senin söylediklerinin çoğunu iyice anlamıyoruz ve seni de içimizde hakikaten zayıf (âciz) görüyoruz. Eğer aşiretin olmasaydı, muhakkak sen,i taşla öldürürdük. Senin bize karşı hiç bir üstünlüğün ve kıymetin yok; (ancak dinimize bağlı aşiretinin önemi vardır.)” 92Şuayb dedi ki: “ Ey kavmim! Benim aşiretim, size göre Allah’dan daha azîz midir ki, beni aşiretim için öldürmüyorsunuz da Allah’ı arkanıza atıp unutuyorsunuz? Şüphe yok ki benim Rabbimin ilmi, bütün yaptıklarınızı kuşatıcıdır. 93Ey kavmim! Bütün imkânlarınızla yapacağınızı yapın. Ben de vazifemi yapacağım. Yakında, kendisini perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu bileceksiniz. O azabı gözetleyin, ben de sizinle beraber gözetliyorum.” 94Azap emrimiz gelince, Şuayb’ı ve beraberinde îman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise, korkunç bir gürültü yakaladı da yurdlarında çöküp helâk oldular. 95Sanki orada hiç şenlik kurmamışlaradı. Bakın, Semûd kavmi nasıl helâk olduysa, Medyen halkı da öylece helâk olmuştur. 96(96-97) Şânım hakkı için, biz Mûsa’yı da Firavuna ve kavminin ileri gelenlerine mûcizelerimizle ve apaçık Asâ hüccetimizle gönderdik de, onlar, Fir'avun’un emrine uydular. Fir'avun’un emri ise hak değildi (sapıklıktı.). 97(96-97) Şânım hakkı için, biz Mûsa’yı da Firavuna ve kavminin ileri gelenlerine mûcizelerimizle ve apaçık Asâ hüccetimizle gönderdik de, onlar, Fir'avun’un emrine uydular. Fir'avun’un emri ise hak değildi (sapıklıktı.). 98Fir'avun, kıyâmet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe götürecektir. O varılan yer de, ne kötü bir yerdir!... 99Hem burada (dünyada), hem de kıyâmet gününde bir lânete uğratıldılar. Onlara verilen bu bahşiş ne kötü bir bahşiştir!... 100İşte bu, helâk olmuş memleketlerin haberlerindendir ki, onu sana anlatıyoruz. O memleketlerin bâzısının izi kalmıştır, bâzısı da ekin gibi biçilmiş yok olmuştur. 101Biz,onlara zulüm yapmadık, fakat onlar (küfre varmakla) kendilerine zulmettiler. Allah’dan başka taptıkları tanrıları, (Ey Resûlüm) Rabbinin emri geldiği zaman, kendilerine hiç bir fayda vermedi ve zararlarını artırmaktan başka bir şey yapmadı. 102İşte Rabbin, zulümkâr memleketleri çarptığı zaman, böyle yakalayıp çarpar. Şüphesiz onun cezalandırması çok acıklıdır, pek şiddetlidir. 103Bu haberlerde, Âhiret azabından korkanlar için muhakkak bir ibret vardır. O kıyâmet günü, bütün insanların bir arada toplanmış bulunacağı bir gündür. O, herkesin hazır olacağı bir gündür. 104Biz, o kıyâmet gününü ancak sayılı bir müddet için geriye bırakıyoruz. 105O gün gelince, Allah’ın izni olmadıkça, hiç kimse konuşamaz. Artık insanlardan bir kısmı muazzebdir; bir kısmı da bahtiyardır. 106Muazzeb olanlar, ateştedirler ki, onlar için orada feci bir inilti ve soluma vardır. 107(Âhiretin) gökleri ve yeri durdukça, onlar, cehennem’de ebedî olarak kalıcıdırlar, Ancak Rabbinin dilediği başka (dilediğinin azabını başka bir azaba çevirir veya azap çeken mü'minleri selâmete çıkarır, cennete kor.) Çünkü Rabbin, dilediğini, hemen noksansız yapar. 108Amma bahtiyar olanlar, cennetliktirler, Âhiretin gökleri ve yeri durdukça, onlar, cennette ebedî olarak kalıcıdırlar. Ancak Rabbinin (daha önce mü'minlerden bir kısım günahkârların azabını) dilediği müddet müstesna. Bu bitmez ve tükenmez bir lütûfdur. 109O hâlde, şu müşriklerin ibâdet ettikleri putların dalâlet olduğunda sakın şüphe etme. Onlar, ancak babalarının önceden ibâdet ettikleri gibi ibâdet ediyorlar. Biz de onların azaptan olan nasiplerini muhakkak noksansız vereceğiz. 110Yemin olsun ki, biz Mûsa’ya Tevrât’ı verdik de onun hakkında (bazısı inanıp, bâzısı inanmamak sûretiyle) ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden bir kelime (ilâhi bir takdîr) bulunup geçmiş olmasaydı, hemen aralarında hüküm verilmiş, cezaları görülmüştü. Gerçekten (Ey Resûlüm) senin milletinin kâfirleri de Kur’ân dan kuşkulandırıcı bir şüphe içindedirler. 111Muhakkak ki Rabbin, onların tümünün (îman edenlerle îman etmeyenlerin) amellerinin karşılığını verecektir, (mü'minleri cennete kâfirleri cehenneme koyacaktır); Çünkü Allah, onların yaptığı her şeyden tamamiyle haberdardır. 112Onun için sen, emrolunduğun şekilde, beraberinde tevbe edenlerle dosdoğru hareket et. Aşırı gitmeyin; Çünkü Allah, yaptıklarınızın hepsini kemaliyle görücüdür. 113Bir de zâlimlere (sevgi beslemek, yağcılık yapmak veya yaptıkları işlere rızâ göstermek sûretiyle) meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (Cehennemlik olursunuz). Allah’dan başka yardımcılarınız da yoktur; sonra azabından kurtarılamazsınız. 114Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindi vakitlerinde) ve geceye yakın üç vakitte (akşam, yatsı ve sabah vakitlerinde) gereği üzre namaz kıl. Şüphesiz bu hasenat (beş vakit namazın sevabı, küçük) günahları mahveder, Bu, ibretle düşünenlere bir nasihattır. 115(Ey Resûlüm, kavminin eziyetlerine ve ibâdete) sabret; Çünkü Allah, iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez. 116Şimdi, sizden önceki devirlerden geri kalan akıl sahipleri, yeryüzünde fesad çıkarmaktan (insanları) alıkoysalardı ya! Fakat onlardan kurtuluşa erdirdiğimiz kimseler pek azdır. Zulüm yapanlar ise, kendilerine verilen refahın (lüks saltanatının) ardına düştüler ve hep mücrim, günahkâr oldular. 117Memleketlerin halkı, zulümden berî bulundukları hâlde, Rabbin, asla o memleketleri zulümle helâk etmez. 118Eğer Rabbin dileseydi, bütün insanları tek bir dîne bağlı kılardı. Hâlbuki onlar çeşitli dinlere uyarak ihtilâf edip duracaklardır. 119Ancak Rabbinin rahmetiyle, hak din üzere anlaşıp ayrılmıyanlar müstesnadır. Allah, insanları bunun için (bir kısmının ihtilâfı ve bir kısmının hak din üzere bulunması için) yarattı ve Rabbinin meleklerine olan şu: “ And olsun, cehennemi tamamen insanlardan ve cinlerden dolduracağım”, sözü tamamen yerine geldi. 120Peygamberlerin haberlerinden kalbini kuvvetle tatmin edeceğimiz her haberi, sana hâdise olarak anlatıyoruz. Bu sûrede de sana hak, mü'minlere bir öğüt ve bir ihtar geldi. 121İman etmiyenlere (Ey Resûlüm) de ki; “ Bulunduğunuz hal üzere çalışın, biz de çalışıcılarız. 122Gözetleyin akıbetinizi, biz de bunu gözetleyiciyiz.” 123Göklerin ve yerin sırrı, Allah’ın ilmindedir. Bütün işler de ona döndürülür. O hâlde, yalnız O’na ibâdet et ve O’na tevekkül kıl. Senin Rabbin, yapmakta olduğunuz şeylerden gâfil değildir. | |||
|
﴾ 0 ﴿