1Hamd o Allah’a mahsustur ki, kulu Muhammed’e (aleyhisselâma) Kur’ân’ı indirdi, onun mâna ve lâfzında bir çarpıklık yapmadı. 2Dosdoğru olarak kendi katından imansızlıkları şiddetli bir azap ile korkutmak ve sâlih ameller işliyen mü'minlere güzel bir ecir (cennet) olduğunu müjdelemek için yaptı. 3Ebediyyen orada (cennet’de) kalacaklardır. 4Bir de “Allah çocuk edindi” diyenleri (azabla) korkutmak için yapmıştır. 5Allah çocuk edindiğine dair ne kendilerinin bir ilmi vardır, ne de (taklid ettikleri) babalarının. Ağızlarından çıkan o söz ne büyük!... Onlar, ancak yalan söylüyorlar. 6Şimdi bu Kur’ân’a îman etmezlerse, belki arkalarından esef ederek kendini üzeceksin. 7Biz, yeryüzünde olan şeyleri, yer halkına bir süs yaptık ki, insanların hangisi daha güzel bir amelde bulunacağını imtihan edelim. 8Şu da muhakkak ki, biz, yeryüzünde olan şeyleri (süsleri) kupkuru bir toprak yaparız. 9Yoksa, (ey Resûlüm), uzun zaman mağarada uykuda kalan Kehf ve Rakîm ashâbı, bizim mûcizelerimizden şaşılacak bir şey oldular mı sandın? (Kehf: Geniş mağaraya denir. Rakîm: uykuya dalanların köy adı ve köpeklerinin adıdır. Bir rivâyette de uykuda kalanların adlarının yazılı bulunduğu kitabın ismidir). 10Hatırla ki, o vakit, o genç yiğitler mağaraya sığındılar da şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Bize, tarafından bir rahmet ihsan buyur ve işimizden bize bir başarı hazırla.” 11Bunun üzerine, nice seneler mağarada üzerlerine uyku bıraktık ve kendilerini (üç yüz dokuz yıl) uyuttuk. 12Sonra onları uyandırdık ki, (mü'min ve kâfir) iki topluluğun hangisi, onların mağarada bekledikleri müddeti daha iyi hesap etmiştir, fiilen bilelim. 13Biz, sana, onların haberlerini doğru olarak anlatalım: Gerçekten bunlar, Rablerine îman eden birkaç gençlerdi. Biz de onların hidâyetlerini (sebatlarını) artırmıştık. 14(Padişah Dekyanos kâfirin huzurunda putlara tapmayı terkeden bu yiğitler), ayağa kalkıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; asla ondan başkasına ilâh deyip tapmayız, o takdirde muhakkak saçma söylemiş oluruz. 15Şu bizim kavmimiz, Allah’dan başka ilâh’lar edindiler. Bunlara ibâdet etmek lâzım geldiğine dair açık bir delil getirselerdi ya! Artık bir yalan uydurup Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir?” dedikleri zaman, kalplerine sebat verdik. 16(Yiğitlerden biri, diğer arkadaşlarına şöyle demişti): “ Madem ki siz, kavminizden ve onların Allah’dan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve size, işinizde bir kolaylık hazırlasın.” 17(Ey Resûlüm, bir baksaydın) görürdün ki, güneş doğduğu zaman, mağaranın sağ tarafına yönelir (ışınları onlara zarar vermez); battığı zaman da, onları sol taraftan terkederdi, Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu, Allah’ın mûcizelerindendir. Allah’ın hidâyet ettiği kimse, o, doğru yol üzeredir. Şaşırttığı kimse için de, asla doğru yolu gösterici bir yardımcı bulamazsın. 18Bir de onları, (gözleri açık olduğu için) uyanık kimseler sanırsın, Hâlbuki onlar uykudalardır. Biz onları, (yanları incinmesin diye) sağa ve sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın giriş yerinde iki kolunu uzatıp yatmaktaydı. Eğer durumlarını göreydin, (heybetlerinden ötürü) muhakkak kendilerinden (ürküp) döner kaçardın ve onlardan, içine korku dolardı. 19Onları bir mûcize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini (kudretimizle) uyandırdık da, içlerinden bir sözcü şöyle dedi: “ Ne kadar durup kaldınız?” (Cevaben): “ Bir gün yahut bir günün bir kısmı kadar eğleştik.” dediler. Bir kısmı da: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz, birinizi, bu gümüş paranızla şehre (Tarsus’a) gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temizse ondan size bir rızık getirsin; hem çok kurnaz davransın da asla sizi hiç kimseye sezdirmesin” dediler. 20Çünkü şehir halkı, sizi, ellerine geçirirlerse, muhakkak sizi taşla öldürürler, yahut zorla dinlerine döndürürler. Bu takdirde ebediyyen kurtulamazsınız... 21Böylece, insanları onların hallerine muttali kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyâmetin vukuunda hiç şüphe olmadığını bilsinler. Çünkü (daha önce, dirilmenin ruh ve cesedle veya yalnız ruhla olacağı hususunda) dinlerinin emrini aralarında tartışıyorlardı. (Allah, mağaradaki bu yiğitleri öldürünce, kâfirler) şöyle dediler: “ Üstlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onların hallerini daha iyi bilir.” Sözlerinde üstün gelen mü'minler: “ Mutlaka yanlarında bir Mescid edineceğiz.” dediler (ve mağaranın kapısı önünde namaz kılmak için bir Mescid yaptılar). 22(Ehl-i kitap, Hazret-i Peygamber aleyhisselâmın huzurunda): “ Yiğitlerin sayısı üçtür, dördüncüleri de köpekleridir.” diyecekler; “Sayıları beştir, altıncıları da köpekleridir.” diyecekler ve gayb için zanda bulunacaklar. (Mü'minler de): “bunlar yedi kimsedir, sekizincileri köpekleridir.” diyecekler. Ey Resûlüm, sen, onlara de ki “Rabbim, bunların sayısını daha iyi bilendir; kendilerini ancak pek az kimseler bilir. Artık bunlar hakkında zahiri bir münakaşadan başka bir münakaşa yapma (işi derinleştirmeden Kur’ân’da vahyolunanla iktifa et) ve bunlara dair ehl-i kitaptan kimseye bir şey sorma.” 23Hiç bir şey hakkında da: “ Ben, bunu, muhakkak yarın yaparım.” söyleme. 24Ancak sözünü, Allah’ın dilemesine bağlıyarak (Allah dilerse yapacağım) söyle. (İnşaallah demeyi) unuttuğun zaman Allah’ı an ve şöyle de: “Olur ki Rabbim, beni, bundan daha yakın bir zamanda dosdoğru bir muvaffakiyete ulaştırır.” 25Onlar, mağaralarında üç yüz sene kaldılar ve buna dokuz yıl daha kattılar. 26De ki: “Allah, ne kadar durduklarını daha iyi bilir; göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na mahsustur. O, öyle güzel görür, öyle güzel işitir ki!... Bütün gökler ve yer halkına, O’ndan başka hiç bir veli yoktur. O, hiç kimseyi, hükmünde ortak yapmaz?” 27Rabbinin kitabından sana ne vahy olunduysa onu oku. O’nun sözlerini değiştirebilecek (bir kuvvet) yoktur. Sen de, ondan başka asla bir sığınak bulamazsın. 28Sabah ve akşam Allah’ın rızasını dileyerek Rablerine dua eden kimselerle beraber nefsini sabırlı tut; dünya hayatının süsünü arzu edip de gözlerini onlardan (o Rablerine dua edenlerden) başkasına (dünya ehline) çevirme. Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz kimseye itâat etme ki, o, keyfinin ardına düşmüş ve işi de, haddini aşmak olmuştur. 29(Ey Rasulüm), de ki: “ Kur’ân Rabbinizden gelen bir hakdır. Artık dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun. Çünkü biz, zâlimler için böyle bir ateş hazırladık ki, onun kalın duvarları kendilerini kuşatmaktadır.” Onlar, susuzluktan imdad istedikçe, erimiş maden tortusu gibi kaynar su ile imdad edilirler ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena içkidir ve o ateş de ne kötü konuklama yeridir!... 30Gerçekten îman edip sâlih âmeller işleyenlere gelince: Şüphe yok ki, biz, öyle güzel bir âmel işleyenin mükâfatını zayi etmeyiz. 31Böyledirler, onlara, meskenlerinin altından nehirler akar, Adn cennetleri var. Orada altın bileziklerden süslenecekler, ince ve kalın dîba’dan yeşil elbise giyecekler, koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklardır. O cennet, ne güzel mükâfat ve ne güzel dayanak!... 32Kâfirlere ve mü'minlere (şu) iki adamın hâlini misâl getir: Birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz ve her iki bağın da etrafını hurmalarla donatmışız, ikisinin arasında da bir ekinlik yapmışız. 33İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiç bir şeyi noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız. 34Bu adamın başkaca geliri de var. Bundan dolayı (Bu kâfir dönerek mü'min) arkadaşına şöyle dedi: “ Ben, malca senden daha zenginim, toplulukça da senden daha kuvvetliyim.” 35O kâfir, nefsine zulmeder olduğu hâlde bağına girdi; dedi ki:” - Bu bağın helâk olacağını ebediyyen zannetmiyorum. 36Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Böyle olmakla beraber, eğer Rabbime döndürülürsem, muhakkak bundan daha hayırlı bir âkıbet bulurum. 37(Mü'min olan) arkadaşı ona hitap ederek şöyle dedi: “ seni (aslen) topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün bir adam kılığına getiren Allah’ı inkâr mi ettin? 38(Sen inanmıyorsun), fakat ben îman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam.” 39Kendi bağına girdiğin zaman; “ Bu Allah’dandır, benim kuvvetimle değil, Allah’ın kuvveti ile olmuştur” deseydin ya!... Eğer beni, malca ve evlâtça kendinden az görüyorsan, 40Olur ki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir; seninkinin üzerine de gökten bir âfet indiriverir de yalçın bir toprak oluverir. 41yahut bağının suyu çekiliverir de bir daha onu aramakla bulamazsın. 42Nihâyet o kâfirin bütün serveti helâk edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masrafa karşı, avuçlarını oğuşturmaya durdu. Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı. “Ah ne olaydım! Rabbime hiç bir ortak koşmamış olaydım.” diyordu. 43Allah’dan gayri, kendisine yardım edecek bir topluluğu da yoktu, Allah’ın intikamından kendi nefsini de kurtaramadı. 44İşte bu hâlde, yardım ve hâkimiyyet, hak olan Allah’a mahsustur. O, mükâfatça da hayırlıdır, âkıbetçe de hayırlıdır. 45(Ey Resûlüm), onlara (Mekke halkına) dünya hayatının hâlini şöyle temsil yap: (Dünya varlığı), gökten indirdiğimiz bir yağmura benzer ki, onunla arzın bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihâyet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgârlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedir bulunuyor. 46(O öğünüp durdukları) mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan sâlih âmeller ise, Rabbinin katında sevabca da hayırlıdır, emelce de hayırlıdır. 47O kıyâmet gününü hatırla ki, dağları yürüteceğiz ve arzı çırılçıplak göreceksin. İnsanları, hesap yerine toplamışız da onlardan hiç bir kimse bırakmamışız. 48Onlar, saf halinde Rabbine arzedilmişlerdir. (Sonra onlara şöyle denir): Yemin olsun ki, sizi ilk önce yarattığımız gibi (çıplak olarak) bize geldiniz. Fakat, size kıyâmet için yaptığımız vaadi yerine getirmiyeceğiz, sanmıştınız; değil mi? 49Amel defterleri (ellerine) konmuştur. Artık o mücrimleri göreceksin ki, (defterlerinde yazılı) günahlardan korkmuşlar ve şöyle diyorlar; “Eyvah bize! Bu deftere ne olmuş, (günahlarımızdan) küçük büyük bırakmayıp hepsini toplamış!” Onlar, bütün yaptıklarını (defterlerinde) hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin, hiç kimseye zulmetmez. 50Yine hatırla o vakti ki, biz meleklere: “ Âdem için secde edin.” Demiştik de hemen secde ettiler; yalnız İblis, cinden idi de Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi (ey insanoğulları), beni bırakıp da İblis’i ve ona bağlıları kendinize dostlar edinir misiniz ki, onların hepsi size düşmandır. (Bunu yapmak), zâlimler için ne fena bir değişmedir!... 51Ben (Azîmü’ş-şân) İblis ve yaranını, ne göklerle yerin yaradılışında, ne de kendilerinin yaradılışında şâhid tutmadım ve hiç bir zaman (insanları) sapıtanları yardımcı edinmiş değilim. 52O kıyâmet günü Allah kâfirlere şöyle diyecek: “ Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye zannettiğiniz putlarınızı çağırın.” Hemen çağırmış olurlar, yakarırlar, fakat onlara cevap vermemiş bulunurlar. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir vadi kurarız. 53Günahkârlar, ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır; fakat ondan savuşacak bir yer bulamamışlardır. 54Celâlim hakkı için biz, bu Kur’ân’da insanlara (muhtaç oldukları) her çeşit misali açık olarak verdik. İnsan ise, bâtıl ile düşmanlık ve münakaşa etmekte her şeyden fazladır. 55İnsanlara Peygamber ve Kur’ân geldiği zaman, onları îman etmekten ve Rablerine mağfiret dilemekten alıkoyan, ancak kendilerine evvelkilerin sünnetinin (helâk edilenlerin ibret sahnesinin) gelmesini veya Âhiret azabının ansızın gözgöre gelip çatmasını beklemek olmuştur. 56Hâlbuki biz, peygamberleri ancak (îman edenleri cennetle) müjdeleyici ve (kâfirleri cehennem’le) korkutucu olmak üzere göndeririz. Küfredenler ise, hakkı (Kur’ân’ı), bâtıl ile kaydırıp gidermek için mücâdele ediyorlar. Âyetlerimizi ve korkutuldukları azabı da eğlence yerine tuttular. 57Rabbisi âyetleriyle nasihat edilip de, onlardan yüz çeviren ve daha önce yaptığı günahları unutan kimseden daha zalim kim olabilir? Biz, onların kalpleri üzerine, Kur’ân’ı (gerçeği) anlamalarına engel bir takım perdeler çektik ve kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları doğru yola dâvet etsen de, bu hâlde, ebediyyen hidâyete gelmezler. 58Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer Allah, onları, yaptıkları günahlar yüzünden yakalayıverecek olsaydı, haklarında azabı hemen verirdi. Fakat onlar için vaad edilen bir azap vakti vardır ki, o geldiği zaman, Allah’ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar. 59İşte geçmiş zamanlardaki memleketleri!... Onların halkını, yaptıkları zulüm sebebiyle helâk ettik ve bunların helâkleri için de belirli bir vakit tayin eyledik. 60Bir vakit Mûsa, hizmetinde bulunan gencine şöyle demişti: “ İki denizin birleştiği yere (Boğaza) varıncaya kadar (Hızır aleyhisselâma kavuşmak için) gideceğim, yahut senelerce gideceğim.” 61Bunun üzerine, ikisi de iki deniz kavşağına varınca (tuzlanmış olarak getirdikleri ve canlandığı zaman Hızır ile buluşmuş olacakları) balıklarını unuttular. (Allah’ın vaadı ve izniyle balık canlanmış ve) denizde bir deliğe doğru yolunu tutmuştu. 62İki deniz kavşağını geçtikleri zaman, Mûsa, genç arkadaşına: “Kuşluk yemeğimizi getir, gerçekten biz bu yolculuğumuzdan yorgun düştük.” dedi. 63Genç arkadaş (Yûşa), Mûsâ’ya şöyle dedi: “ Gördün mü, (balığı canlı olarak bulmakla vaadedildiğimiz yerdeki) kayaya sığındığımız vakit, doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O tuhaf bir şekilde denizdeki yolunu tutmuştu.” 64Mûsa: “ İşte aradığımız bu idi.” dedi. Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler. 65Nihâyet kullarımızdan bir kul (olan Hızır’ı) buldular ki, biz ona, katımızdan bir vahy vermiş ve tarafımızdan (gayblara dair özel) bir ilim öğretmiştik. 66Mûsâ, Hızır’a: “Sana öğretilen ilimden bana öğretmek şartı ile sana uyayım mı?” dedi. 67Hızır dedi ki: “ Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin. 68İç yüzünü bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin? 69Mûsâ: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir işine karşı gelmiyeceğim.” dedi. 70Hızır dedi ki: “ O hâlde bana tâbi olacaksan, kendisinden ben bir söz açmadıkça, bana hiç bir şeyden sorma.” 71Böylece kalkıp gittiler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman, Hızır, gemiyi (bir balta ile delip) yaraladı. Mûsa, ona şöyle dedi: “ Geminin içindekileri boğasın diye mi onu deldin? Doğrusu çok (şaşılacak) büyük bir iş yaptın!” 72Hızır: “Sen, benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi. 73Mûsa dedi ki: “ Beni, unuttuğum şeyle muahaze etme ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.” 74Yine gittiler. Nihâyet bir oğlana rastgeldikleri vakit, tuttu Hızır bunu öldürüverdi. Mûsâ dedi ki: “ Tertemiz (günah işlememiş) bir kimseyi, bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha!... Doğrusu görülmemiş bir şey yaptın.” 75Hızır dedi ki: “Sen, benimle asla sabredemezsin, demedim mi sana?” 76Mûsa şöyle dedi: “ Eğer bundan sonra bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Doğrusu tarafımdan (yapılacak) son özre ulaştın.” 77Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir memleket halkına vardılar ki, ora halkından yemek istedikleri hâlde, kendilerini misafir etmekten çekinmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır onu hemen doğrultuverdi. (Mûsa, ona) dedi ki: “İsteseydin, bu işine karşı bir ücret (ekmek parası) alırdın.” 78Hızır şöyle dedi: “İşte bu itiraz, seninle benim aramın ayrılmasına sebep olmuştur. Sana, o sabredemeğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim: 79Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım yoksullarındı. Ben, o gemiyi kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) ötelerinde, her sağlam gemiyi zorla alan bir padişah vardı. 80Oğlana gelince; onun ebeveyni mü'min kimselerdi. Bunun için oğlanın bunları azgınlık ve küfür ile sarmasından sakındık da, 81İstedik ki, onların Rabbi bu oğlanın yerine, kendilerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin. 82Duvara gelince, duvar şehirde iki yetim oğlanındı. Duvarın altında, bu oğlanlar için saklı bir define vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Onun için Rabbin diledi ki, ikisi de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinden bir merhamet idi. Ben, bunları kendi görüşümle yapmadım (Allah’ın emriyle yaptım). İşte senin sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.” 83Ey Resûlüm, bir de sana Zü’l-Karneyn’den (haber) soruyorlar, (müşrikler seni imtihan etmek için). De ki: “ Size ondan bir haber anlatacağım: 84Gerçekten biz, Zül’-Karneyn’i (Rûm hükümdarı İskender’i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona (gayesine ulaşmak için) istediği her şeyden bir vasıta (sebep) verdik. 85O da (batıya ulaşmak için) bir yol tuttu. 86Nihâyet güneşin battığı yere (okyanus kıyısına) vardığı zaman, güneşi, (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz şöyle hitap buyurduk: “ Ey Zül’-Karneyn! Ya (îman etmiyenlere) azap edersin veya haklarında bir güzellik muamelesi yaparsın.” 87Zül’-Karneyn dedi ki: “ Kim zulmederse (Allah’ı inkâr ederse), muhakkak ona azap edeceğiz. Sonra Rabbine döndürülür de Allah onu görülmedik bir azâbla cezalandırır. 88Amma her kim de îman edip iyi bir iş yaparsa, bunu da mükafat olarak en güzel akıbet (cennet) vardır ve ona emirlerimizden kolayını söyliyeceğiz (zorluk göstermiyeceğiz).” 89Sonra Zül’-Karneyn (Doğuya doğru) bir yol tuttu. 90Nihâyet güneşin doğduğu yere (uzak şarka) vardığı zaman güneşi, öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara, güneşten kendilerini koruyacak bir siper (ev veya elbise gibi bir barınak) yapmamıştık. 91İşte Zü’l-karneyn’in kudret ve saltanatı böyleydi. Hâlbuki onun yanında (asker ve harp vasıtaları gibi daha) neler vardı ki, biz, tamamını ilmimizle kuşatmışızdır. 92Sonra da (güneyden kuzeye doğru üçüncü) bir yol tuttu. 93Nihâyet (sed yaptırmış olduğu Ermenistan ve Azerbaycan’daki) iki dağ arasına vardığı zaman, bu dağların önünde bir kavim buldu ki, söz anlamıyacak durumda idiler (lisan bilmiyorlardı). 94(Tercümanları vasıtasıyla) şöyle dediler: “Ey Zü’l-Karneyn (İki kabile olan) Ye’cüc ve Me’cüc bu yerde fesad çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi versek?” 95Zü’l-Karneyn dedi ki: “ Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar, (sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Haydin, bedenî kuvvetle bana yardım edin de, sizinle onların arasına bir engel yapayım. 96Bana demir pikleri getirin, (dağların) tam iki ucu denkleştiği vakit körükleyin” dedi. Nihâyet demiri bir ateş hâline koyduğu vakit: “Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim.” dedi. 97Artık onu (seddi), ne aşabildiler, ne de delebildiler. 98Zü’l-Karneyn dedi ki: “ Bu sed, Rabbimden (kullarına bir nimet ve) rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyâmet günü yaklaştığı) zaman onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.” 99(Ye’cüc ve Me’cüc’un veya pek kalabalık insanların çıkacağı) o gün, onları, birbiri içinde dalgalanır hale bırakmışızdır; Sûr’a üfürülmüştür. Artık hepsini hesap için toplamışızdır. 100Cehennem’i de o kıyâmet günü, kâfirlere açık olarak göstermişizdir. 101Onlar, kâfirlerdir ki, gözleri beni hatırlatan âyetlerimden bir perde içinde idi ve (kelâmımı) işitmeğe de tahammül edemiyorlardı. 102O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı (melekleri ve Îsa’yı) kendilerine dost edineceklerini mi sandılar? Biz, cehennemi o kâfirlere bir konukluk hazırladık. 103(Ey Resûlüm), de ki: “Size, yaptıkları iş bakımından (Âhirette) en çok ziyana uğrayanları haber vereyim mi? 104Onlar, o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşuna gitmiştir; Hâlbuki güzel bir iş yaptıklarını sanıyorlardı. 105Bunlar, işte o kimselerdir ki, Rab’lerinin âyetlerini ve ona (hesap için) kavuşmayı inkâr etmişlerdi de (hayır diye) yaptıkları bütün ameller boşa çıkmış oldu. Artık onlar, için kıyâmet günü, hiç bir terazi tutmayız (çünkü amelleri boşa gitmiştir, tartılacak makbul şeyleri kalmamıştır). 106İşte durumları böyle, onların cezaları cehennemdir. Çünkü küfretmişler ve benim âyetlerimle, peygamberlerimi eğlenceye almışlardı (onlarla istihza ediyorlardı). 107İman edip sâlih amel işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri bir konukluk olmuştur. 108İçlerinde ebedî olarak kalırlar, oradan ayrılmak da istemezler. 109(Kur’ân-ı Kerimin beyanına göre, size pek az ilim verildi, diyen yahutilere, ey Resûlüm) de ki: “ Eğer Rabbimin kelimeleri (ni yazmak) için bütün denizler mürekkep olsa, muhakkak ki Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi, bir o kadar daha yardımcı getirsek bile...” 110De ki: “ Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Yalnız İlâhınız bir tek ilâh’dır, diye bana vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse sâlih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin.” | |||
|
﴾ 0 ﴿