1Tâ, Sîn, Mîm. 2Bu sûredeki âyetler, haram ile helâli açıklayan Kur’ân’ın âyetleridir. 3Biz sana Mûsa ve Fir'avun’un mühim haberlerinden, îman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacağız. 4Çünkü Fir'avun o yerde (Mısır’da) baş kaldırmış ve ahâlisini parçalara bölüp kendisine bağlamıştı. Onlardan bir topluluğu ezmek istiyerek oğullarını boğazlatıyor, kadınlarını diri bırakıyordu. (Bu zulme uğrayanlar İsrâil oğullarıdır. Çünkü bir kâhin, Fir'avun’a: İsrâil oğullarından erkek bir çocuk dünyaya gelecek ve saltanatını yok edecek, demişti). Şüphesiz o fesadçılardandı. 5Biz de istiyorduk ki, o yerde ezilmekte olanlara lütûf yapalım, onları hayırda önderler yapalım ve kendilerini (Fir'avun’un yerine Mısır’da) mirasçılar kılalım. 6Bir de o ezilmekte olan İsrâil oğullarına Mısır ve Şam’da kuvvet ve üstünlük verelim de hem Fir'avun’a, hem (veziri) Hâmân’a ve ordularına, onlardan (Mûsa ve İsrâil oğullarından) korktukları şeyi (helâklerini) gösterelim. 7Mûsa’nın anasına şöyle ilham ettik: “ Bu çocuğu (Mûsa’yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman, onu denize (Nil nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılığından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız. 8Bunun üzerine (Mûsa bir müddet emzirilip Nil nehrine atıldıktan sonra), Fir'avun’un adamları onu bulup aldılar. Çünkü, ileride kendilerine bir düşman ve bir üzüntü olacaktı. Şüphesiz Fir'avun, (veziri) Hâmân ve askerleri hep günahkârdılar. 9Fir'avun’un hanımı (çocuğu görünce kocasına) dedi ki: “Göz bebeği, bana ve sana! Onu öldürmeyin, olur ki bize faydası dokunur, yahut kendisini çocuk ediniriz.” Onlar işin farkında değillerdi (helâklerinin bu çocuk yüzünden olacağını bilmiyorlardı). 10Mûsa’nın anasının kalbi, evlâd derdinden başka her şeyden boş olarak sabahladı. Eğer vaadimizi tasdik edenlerden olması için kalbine sabır vermeseydik, az kalsın onu açığa vuracaktı (bu çocuk benimdir, diyecekti). 11(Mûsa nehire atıldıktan sonra) Mûsa’nın annesi, Mûsa’nın kızkardeşine dedi ki: “ Onun izini tâkip et.” O da uzaktan gözetledi, onlar farkında değillerdi. 12Biz daha evvel (annesi gelmeden) bütün emzikçi kadınların sütünü ona haram etmiştik (kimsenin sütünü emmiyordu). Bunun üzerine Mûsa’nın kızkardeşi, Fir'avun ailesine şöyle dedi:”- Sizin için onun bakımını yapacak ve ona noksanlık yapmıyacak bir ev halkını size göstereyim mi?” 13İşte böylece onu annesine geri verdik ki, gözü aydın olsun, kederlenmesin ve Allah’ın vaadinin şüphe götürmez hak olduğunu bilsin. Fakat (Mısır halkının) çoğu bunu bilmezler. 14Mûsa, tam kemâl çağına erip de dengini bulunca, biz ona peygamberlik ve ilim verdik. İşte güzel iş yapanlara böyle mükâfat veririz. 15Mûsa, halkının meşgul bulunduğu bir zamanda şehire (Mısır’a) girdi de, orada birbirleriyle döğüşen iki adam buldu. Biri kendi taraftarlarından, diğeri de düşmanlarından. Taraftarlarından olan adam, düşmanı olan kimseye karşı, kendisinden (Mûsa’dan) yardım istedi. Bunun üzerine Mûsa ona bir yumruk atıp onu öldürdü. Mûsa dedi ki:”- Bu şeytanın işindendir. O, gerçekten şaşırtıcı açık bir düşmandır.” 16(Mûsa yaptığına pişman olarak Allah’dan afv diledi ve şöyle) dedi: “ Ey Rabbim! Doğrusu ben nefsime (o kişiyi öldürmekle) yazık ettim. Benim günahımı bağışla!” Bunun üzerine Allah da onu bağışladı. Çünkü O, Gafûr’dur= çok bağışlayıcıdır, Rahîm’dir= çok merhametlidir. 17(Yine Mûsa şöyle) dedi:” - Ey Rabbim! Bana olan bu ihsanın (beni bağışlamanın) hakkı için, artık suçlulara hiç bir zaman yardımcı olmıyacağım.” 18Böylece (Kıptî’yi öldürdüğü) şehirde (yakalanmasından) korkarak sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım istiyen (adam yine başka bir Kıptî’ye karşı) ondan yardım istiyor! Mûsa, ona şöyle dedi: “ Muhakkak sen, besbelli bir azgınsın.” 19Vakta ki Mûsa, hem kendisine, hem de kendisinden yardım istiyene düşman olanı (bu ikinci Kıptî’yi) yakalamak istedi, (yardım istiyen adam, daha önce kendisine Mûsa tarafından azgın diye hitap edildiğinden, Mûsa kendisini yakalayacak zannederek) şöyle dedi: “ Ey Mûsa! Dün bir adamı öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Ara buluculardan olmayı arzu etmiyorsun da yeryüzünde bir zorba mı olmak istiyorsun?” 20Şehrin öte başından koşarak bir adam geldi. Şöyle dedi: “ Ey Mûsa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için hakkında müzakere yapıyorlar. Hemen çık git, muhakkak ki ben senin iyiliğini istiyenlerdenim.” 21Mûsa korkarak ve sağı solu gözetliyerek hemen şehirden çıktı; şöyle dedi: “ Ey Rabbim! Beni bu zâlimler kavminden kurtar.” 22Mûsa Medyen (şehrine) doğru yönelince dedi ki: “ Umarım, Rabbim bana doğru yolu gösterir (de Medyen’e giderim).” 23Medyen suyuna varınca, kuyunun başında hayvanlarını sulayan bir küme insan buldu. Onların aşağısında da, (suya doğru içmek için zorlayan hayvanları) engellemekte olan iki kadın gördü. (Onlara) dedi ki: “ Haliniz nedir?” Onlar şöyle cevap verdiler: “ - Çobanlar davarlarına su içirip dönmedikçe biz (hayvanlarımıza) su veremeyiz. Babamız da yaşı çok büyük bir ihtiyardır, (biz onun için çıkıyoruz).” 24Bunun üzerine Mûsa, onların davarlarını suvardı. Sonra gölgeye çekilip şöyle dedi: “ Ey Rabbim, doğrusu ben, bana hayırdan (yemekten) ne indirirsen, ona muhtacım (karnım aç bulunuyor). 25Derken, o iki kadından biri utançla yürüyerek Mûsa’ya geldi. De di ki: “ Bize su çekiverdiğinin ücretini sana ödemek için, babam seni çağırıyor.” Bunun üzerine Mûsa o ihtiyar adama varınca ve Fir'avun’dan kaçış hâdisesini ona anlatınca, Mûsa’ya şöyle dedi: “ Korkma, zâlimler kavminden kurtuldun.” 26O iki kadından biri dedi ki: “ Babacığım! Onu (davarları otlatmak için) ücretle tut. Çünkü tuttuğun ücretlilerin en hayırlısı o, güvenilir, güçlü adamdır.” 27(İhtiyar adam, Mûsa’ya şöyle) dedi: “ Bana sekiz yıl ücretle çalışmak üzere, şu iki kızımın birini sana nikâh etmek istiyorum. Eğer (hizmet yaparak) on seneyi tamamlarsan, bu da senden (bir fazlalık). Bununla beraber seni zorlamak istemiyorum. İnşallah, beni dürüst kimselerden bulacaksın.” 28(Mûsa şöyle) dedi: “ Bu söylediğin söz, benimle senin aranda (gözetilecek bir husus)...Bu iki müddetten (sekiz ve on yıldan) hangisini ödersem, demek bana karşı düşmanlık yok. Allah da dediğimize şâhittir.” 29Mûsa, (on senelik hizmet) müddetini bitirince ve (evlenmiş olduğu) ailesiyle (Mısır tarafına) yola çıkınca Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine dedi ki, siz durun. Ben bir ateş gördüm; umarım ki, oradan (şaşırdığımız yolu gösterecek) size bir haber getiririm, yahut o ateşten bir parça (kor); belki ateş yakar ısınırsınız. 30Nihâyet oraya varınca, bereketli yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından şöyle nida edildi (çağrıldı): “ Ey Mûsa! Gerçekten ben, alemlerin Rabbi olan Allah’ım. 31Ve Asâ’nı (elinden yere) bırak.” (Asâ’yı bıraktıktan sonra) onu, çevik bir yılan gibi hareket ediyor görünce dönüp kaçtı, ona bakmadı bile. (Mûsa’ya şöyle dendi): “ Ey Mûsa! Yüzünü dön ve korkma, çünkü sen emniyyette olanlardansın. 32Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz (ışık veren güneş gibi) çıkacaktır. Ellerini de koltuklarının altına koy, sendeki korku gidecektir. İşte bunlar (Asâ’nın yılan olması, elin embeyaz güneş gibi çıkması), Rabbinden iki mûcizedir ki, (seni onlarla) Fir'avun’a ve kavmine gönderdik, çünkü onlar fâsık (kâfir) bir kavim oldular.” 33Mûsa dedi ki: “ Rabbim, ben onlardan bir adam öldürdüm, korkarım hemen beni öldürürler. 34Kardeşim Hârûn, lisan bakımından benden daha düzgündür o. Bunun için, beni tasdik eder bir yardımcı olmak üzre beraberimde onu peygamber gönder. Doğrusu ben, beni tekzib edeceklerinden korkuyorum.” 35(Allah şöyle) buyurdu: “Seni, kardeşinle takviye edeceğiz ve size bir üstünlük vereceğiz ki, onlar size erişemiyecekler (sizi öldüremiyecekler). Mûcizelerimizle gidin, siz ve size bağlı olanlar gâlib geleceksiniz.” 36Vakta ki Mûsa, açık mûcizelerimizle onlara vardı, dediler ki: “ Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir; biz evvelki atalarımızdan dahi, bunu (bu peygamberlik davasını yahut sihri) işitmedik.” 37Mûsa şöyle dedi: “ Allah katından kimin hidâyet (Peygamberlik) getirdiğini ve yurdun akıbeti (Cennet), kimin olacağını Rabbim daha iyi bilendir. Doğrusu zâlimler, (Allah’ın azabından) kurtulamazlar.” 38Fir'avun dedi ki: “ Ey millet! Ben sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Haydi, bana çamurdan kerpiç pişir, ey Hâmân!... Sonra bana bir kule yap, olur ki ben, yukarı çıkar, Mûsa’nın ilâhına bakarım. Doğrusu ben, Mûsa’yı yalancılardan sanıyorum. 39O Fir'avun ve askerleri, yeryüzünde (Mısır’da) hakları olmıyarak büyüklük tasladılar ve zannettiler ki, bize döndürülmiyecekler. 40Biz de hem Firavunu, hem askerlerini yakaladık da onları denize atıverdik. Ey Resûlüm, şimdi bak ki, zâlimlerin akıbeti nasıl olmuştur!... 41Biz, onları, ateşe (küfür ve şirke) çağıran öncüler yaptık. Kıyâmet gününde ise yardım olunmazlar. 42Hem kendilerine, bu dünyada, arkalarından bir lânet yağdırmaktayız, hem de kıyâmet gününde onlar yüzleri çirkin olanlardandırlar. 43Azametim hakkı için, biz evvelki nesilleri helâk edişimizden sonra, Mûsa’ya Tevrât’ı verdik ki, insanların kalpleri için aydınlıklarla bir hidâyet ve rahmet olsun. Olur ki, düşünür de îman ederler. 44(Ey Resûlüm), biz Mûsa’ya (Fir'avun’a gitmesine dair) o emri vahy ettiğimiz zaman sen Tûr dağının yakasında değildin (orada bulunmuyordun). Şahidlerden de değildin. 45Fakat biz, Mûsa’dan sonra bir çok ümmetler yarattık da onların üzerine ömür uzadı (her şey çöktü). Sen Medyen halkı içinde durmuş da âyetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş de değilsin. Ancak biz seni peygamber olarak gönderdik (ve bunları sana öğrettik). 46Mûsa’ya nida ettiğimiz vakit de Tûr dağının yanında değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin (de bu haberleri biliyorsun). Tâ ki, senden evvel kendilerine bir peygamber gelmemiş olan bir kavmi (Kur’ân’la) korkutasın. Olur ki nasihat kabul ederler. 47(Ey Resûlüm, eğer Kureyş kavmine) yaptıkları inkâr ve isyan yüzünden (kıyâmet günü) başlarına bir azap geldiği zaman: “ Ey Rabbimiz, bize bir peygamber göndereydin de âyetlerine uyub mü'minlerden olsaydık ya.” diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik. (Biz ancak onların özrünü kesmek için seni gönderdik). 48Fakat, şimdi onlara tarafımızdan hak (Kur’ân’la peygamber) gelince: “ Mûsa’ya verilenler (mûcizeler), aynen ona verilse ya!” dediler. Ya bundan evvel Mûsa’ya verileni (Tevrât’ı ve mûcizelerini) inkâr etmediler mi? (Mekke kâfirleri, Tevrât ve Kur’ân için): “ İki sihir birbirine destek oldu.” dediler. Bir de: “ Biz hepsini inkâr ediciyiz.” söylediler. 49(Ey Resûlüm onlara) de ki: “Eğer doğru söyliyen kimselerseniz, bu ikisinden (Mûsa’ya indirilen Tevrât’dan ve bana indirilen Kur’ân’dan) daha doğru bir kitap getirin Allah tarafından da, ben ona uyayım!... 50Yine senin davetini kabul etmezlerse, artık bil ki, onlar sırf kendi nefis arzuları peşinde gidiyorlar. Hâlbuki Allah,’dan doğru bir delil olmaksızın yalnız kendi nefis arzusu peşinde gidenlerden (şirk, küfür ve putlara ibâdet edenlerden) daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allah, (havalarına düşkünlükle uyub nefislerine yazık eden) zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez. 51Gerçekten o kâfirlere, Kur’ân âyetlerini, birbiri ardınca inzal ve beyan ettik ki, ibret alıp îman etsinler. 52Kur’ân’dan evvel kendilerine kitap verdiklerimiz (Abdullah ibni Selâm ve arkadaşları gibi kimseler), Kur’ân’a îman ediyorlar. 53Onlara Kur’ân okunduğu zaman: “ Biz buna îman ettik. Şübhesiz bu, Rabbimiz tarafından inzal edilen hak kelâmdır. Doğrusu biz, Kur’ân bize okunmadan önce de müslüman olmuş kimselerdik.” dediler. 54İşte bunlara, (hem kendi kitablarına, hem de Kur’ân’a îman hususunda gösterdikleri sebat ve eziyetlere) sabırlarından dolayı mükâfatları iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayra harcarlar. 55Çirkin söz işittikleri zaman da ondan yüz çevirirler ve şöyle derler: “ Bizim amellerimiz (Allah’a ibâdetlerimiz) bize ve sizin amelleriniz (putlara ibâdetleriniz) size aiddir. Bizden emîn olabilirsiniz, size sövmeyiz. Biz cahilleri arayıb onlarla arkadaş olmayız.” 56(Ey Resûlüm), şüphesiz sen, her sevdiğine hidâyet veremezsin (onu İslâm’a sokamazsın, ancak tebliğ yaparsın.) Fakat Allah, dilediği kimseye hidâyet verir ve hidâyete kavuşacak olanları, O, daha iyi bilir. 57(Kureyş’liler) dediler ki: “ (Doğrusun amma), eğer biz doğru yola (dinine) uyar, seninle beraber olursak yerimizden (Mekke’den) kovuluruz.” Tarafımızdan bir rızık olarak, onları, çeşitli bir çok mahsüllerin gelip toplanacağı emîn bir Harem’de (içinde Beytullah olan hürmete değer bir yerde) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu (bunların Allah katından bir rızık olduğunu) bilmezler. 58Biz (böyle) geçimi ile şımarıb azmış nice memleket halkını helâk ettik. İşte meskenleri, (seyahatlerinizde gördüğünüz harabeye dönmüş evleri) ki, kendilerinden sonra pek azı iskân edilmiştir!... Varis olan (bâkî kalan ve hakikî mutasarrıf bulunan) da ancak biz olduk. 59Senin Rabbin şehirlerin (merkezine) en büyüğüne, halkı üzerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe, o memleketler halkını helâk edici değildir. Biz ahâlisi zalim (kâfir) olan memleketlerden başkasını helâk edici değiliz. 60Size (dünya vasıtalarından) verilen şey, (kısa) dünya hayatının istifadesi ve onun süsüdür. Allah katında olan (sevab ve cennet) ise, hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır, (dünya nimetleri gibi sona ermez). Artık (bâkînin faniden daha hayırlı olduğunu anlayıb) akıllanmıyacak mısınız? 61Kendisine (cennet gibi) güzel bir vaidde biz bulunub da, kıyâmette ona kavuşan kimse, hiç geçici dünya hayatının zevkini kendisine taddırdığımız kimse gibi olur mu ki, sonra da kıyâmet günü, ateşe hazırlananlardan olacaktır? 62Kıyâmet gününde (Allah o müşriklere) nida edip şöyle buyuracaktır: “ Nerede, kendilerini ortaklarım diye zannettikleriniz?” 63Üzerlerine azap vacib olanlar şöyle diyecektir:” - Ey Rabbimiz! İşte şu düşükler, azdırdığımız kimseler. Biz nasıl azmışsak onları da öyle azdırdık, (hak yoldan çıkardık). Onların seçtiği küfürden beri olup sana döndük. Aslında onlar bize tapmıyorlardı (ancak hevalarına uyuyorlardı).” 64Müşriklere şöyle denecek: “ (azaptan kurtulmanız için) yalvarın bakalım ortaklarınıza (putlarınıza).” Onlar da yalvaracaklar, fakat kendilerine karşılık vermiyecekler, (hiç bir yardımda bulunamıyacaklardır. Öncüler ve düşükler hepsi) azabı göreceklerdir. Önceden onlar hakkı kabul edip hidâyete ereydiler ya!... 65O kıyâmet günü Allah kâfirlere nida edip şöyle buyuracaktır: “ Size gönderilen peygamberlere (davetlerine karşı) ne cevab verdiniz?” 66Artık o gün, cevap vermek onlara kapanmıştır, birbirlerine de (verilecek cevabı veya beyan edilecek özrü) soramazlar. 67Fakat küfürden tevbe edip de îman eden ve sâlih amel işliyen kimse, zafere kavuşanlardan olmayı umabilir. 68Rabbin dilediğini yaratır ve seçer (istediğini peygamber yapar, Mekke’li elebaşların istediği olamaz). İrade (dilemede) serbestlik onların değil; (ancak Allah’ındır). Allah (bir kimsenin kendisi üzerine irade sahibi olmasından) münezzehtir ve onların ortak koştukları şeylerden yücedir. 69(Allah’ın peygamberine besledikleri kinden) kalplerinin ne sakladığını ve ne açıkladıklarını Rabbin hep bilir. 70O, öyle Allah’dır ki, kendisinden başka hiç bir İlâh yoktur. Dünyada ve Âhirette hamd O’na mahsustur ve (her şeyde geçerli) hüküm de O’nundur. Nihâyet döndürülüb O’na götürüleceksiniz. 71(Ey Resûlüm, Mekke halkına) de ki: “ Eğer Allah kıyâmete kadar devamlı olarak geceyi üzerinize (karanlık) bıraksa, Allah’dan başka, size bir aydınlık getirecek ilâh kimdir, (ey kâfirler topluluğu) ne dersiniz? Hâlâ dinleyip kabul etmiyecek misiniz?” 72De ki: “Eğer Allah kıyâmet gününe kadar, devamlı olarak gündüzü üzerinize bırakacak olsa, Allah’dan başka, size içinde dinleneceğiniz bir geceyi getirecek ilâh kimdir, ne dersiniz? (Üzerinde bulunduğunuz hatayı) halâ görmiyecek misiniz?” 73O’nun rahmetindendir ki, sizin için geceyi ve gündüzü yaratmış, içinde istirahat edesiniz ve fazlından (rızkını) arayasınız diye... Olur ki (gece ile gündüzde bulunan Allah’ın nimetlerine) şükredersiniz. 74Kıyâmet gününde onlara (müşriklere, Allah) nida edip şöyle buyuracak: “ Nerede, kendilerini ortaklarım diye zannettikleriniz?” 75(O gün) her ümmetten (peygamberlerini) birer şahid çıkaracağız da: “ (Ey peygamberleri yalanlıyan ümmetler, yolunuzun hak olduğuna ve ortaklarım bulunduğuna dair) delilinizi getirin.” diyeceğiz. O vakit (her ümmet), hak Allah’ın olduğunu bilecektir ve uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıb kaybolacaktır. 76Gerçekten Karûn, Mûsa’nın kavminden idi de onlara karşı azgınlık etmişti. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir toplulukla (zorla) taşınıyordu. O vakit (Mûsa’nın) kavmi, ona şöyle demişti: “ Gururlanıb şımarma, Çünkü Allah, (dünya malı ile) şımaranları sevmez. 77Allah’ın sana verdiği mal ile Âhiret yurdunu, (cenneti) iste, (servetini hayır yoluna harca). Dünyadan nashibini de unutma, (ihtiyacın kadar sakla). Allah, sana ihsan ettiği gibi, sen de (Allah’ın kullarına) ihsan et. Yeryüzünde fesad arama; Çünkü Allah, fesad çıkaranları sevmez.” 78Karûn dediki: “ Bana bu mal, ancak bendeki ilim sayesinde verildi.” Allah’ın, ondan evvel, geçmiş asırlar halkı içinden kuvvetçe ondan daha şiddetli, mal ve etrafça daha çok, nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Mücrimler günahlarından da sorulmaz. (Allah günahlarını bilir de cehenneme atılırlar). 79(Derken bir gün Karûn) zînet ve ihtişamı içinde kavmine karşı çıktı. Dünya hayatını arzu edenler: “ Keşki Karûn’a verilen mal gibi, bizim de olsa! O, gerçekten büyük bir bahtiyardır.” dediler. 80Kendilerine (Âhiret ahvali hakkında) ilim verilenler de şöyle dedi: “ (Ey Karûn gibi, dünyayı istiyenler), yazıklar olsun size! İman edip sâlih amel işliyen için, Allah’ın (cennetteki) sevabı daha hayırlıdır. Ona (cennete ve sevaba ise) ancak ibâdet üzerine sabredenler kavuşur.” 81Nihâyet Karûn’u, hem de sarayı ile yere geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek bir cemâatı yoktu onun. Allah’ın azabından kendini kurtarıcılardan da olmadı. 82Dün onun mal ve saltanatını temenni edenler, şöyle demeğe başladılar: “ Vay, demek ki, Allah dilediği kimsenin rızkını genişletiyor ve daraltıyor. Eğer Allah bize lütuf etmeseydi, bizi de batırmıştı! Vay, demek ki hakikat şu: Kâfirler asla kurtulmıyacak!...” 83Şu Âhiret yurdunu (cenneti) biz, yeryüzünde ne bir zulüm, ne de bir fesad istemiyen kimselere veririz. İyi akıbet (cennet, Allah’ın razı olmadığı şeylerden) sakınanlarındır. 84Kim hasene (sâlih amel) ile gelirse, ona, ondan daha hayırlısı (bir mükâfat) vardır. Kim de günahla gelirse, artık o kötülükleri yapanlar ancak yaptıklarıyla cezalanır, (cezaları kötülükleri kadar olur). 85Muhakkak ki Kur’ân’ı sana inzâl eden (Allah), seni (Âhirete göçmeden önce, hicret ederek içinden çıktığın) Mekke’ye geri çevirecektir. (Ey Resûlüm), de ki: Rabbim, hidâyetle gelen kimseyi ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir. 86(Ey Resûlüm) Kur’ân’ın sana vahy olunacağını ummuyordun; ancak Rabbinden bir rahmet (olarak sana indirildi). O hâlde sakın kâfirlere yardımcı olma... 87Sana indirildikten sonra, sakın Allah’ın âyetlerinden, (onları okuyup gereği üzre amel etmekten) seni çevirmesinler. Rabbine (ibâdete) çağır ve kat’iyyen müşriklerden olma... 88Allah ile beraber başka bir ilâha ibâdet etme. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur!... O’nun zatından başka her şey yokluğa mahkumdur. (Geçerli) hüküm ancak O’nundur ve (öldükten sonra) hep O’na döndürüleceksiniz. | |||
|
﴾ 0 ﴿