1Yâsin. 2Hikmet sahibi Kur’ân hakkı için, 3Muhakkak ki sen (Ey Resûlüm, tarafımızdan elçi olarak kullarıma) gönderilen peygamberlerdensin. 4Doğru bir yol, (İslâm dîni) üzerindesin. 5Kur’ân, Azîz, Rahîm olan Allah’ın indirdiği bir kitabdır. 6Babaları (Allah’ın azabı ile) korkutulmamış bir kavmi (Kureyşi) korkutasın diye gönderildin. Çünkü onlar habersiz gâfillerdir. 7Şüphesiz çoğunun üzerine azap gerçekleşmiştir. (Çünkü îmanı istemiyecekleri, Allah tarafından biliniyor) artık onlar îman etmezler. 8Çünkü biz, o kâfirlerin boyunlarına bağlar geçirmişiz ki, bunlar çenelerine dayanmıştır da başları yukarı kalkık bulunuyorlar. (Artık hak tarafına başlarını çeviripte boyun eğmezler.) 9Biz onların önlerine (Âhiret işlerine) bir engel, arkalarına (dünya işlerine) bir engel çekip kendilerini sarmışız da artık onlar (hakkı) göndermezler. 10Sen onları korkutsan da, korkutmasan da onlarca birdir; îman etmezler. 11Sen ancak Kur’ân’a tâbi olan, onunla amel eden ve görmediği Rahmân’a içten saygı besliyen kimseyi sakındırırsın. İşte onu hem bir mağfiretle (dünyadaki günahlarının bağışlanmasıyla), hem de iyi mükâfatla (cennetle) müjdele. 12Gerçekten biz, ölüleri diriltiriz; (ölümlerinden önce iyi ve kötü) ileri gönderdikleri amelleri ve (öldükten sonra) geri bıraktıkları (iyi ve kötü) eserleri yazarız. Biz her şeyi İmâm-ı Mübîn’de= Levh-i Mahfûz’da yazıp saymışızdır. 13(Ey Resûlüm), Mekke halkına, o şehir halkının (Antakya’lıların) hâlini misal göster. Hani oraya (Allah’ın emriyle Hazret-i Îsa’nın gönderdiği) resûl (peygamber veya havârî)ler gelmişti. 14O vakit kendilerine iki peygamber göndermiştik de bunları tekzip etmişlerdi. Biz de bir üçüncü peygamber ile bu ikisini takviye etmiştik. (Bu üç peygamber varıp Antakya halkına) şöyle demişlerdi: “ Gerçekten biz, size gönderilmiş peygamberleriz.” 15Onlar dediler ki: “ Siz, ancak bizim gibi bir insansınız (bize bir üstünlüğünüz yok), hem Rahmân= Allah bir şey (kitap) indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.” 16(Peygamberler/Havârîler onlara şöyle) dediler: “ Rabbimiz biliyor ki, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. 17Bize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.” 18(Onlar, Peygamberlere/Havârîlere) dediler ki: “ Doğrusu biz, sizinle uğursuzluğa uğradık. Eğer (bu sözünüzden) vaz geçmezseniz, muhakkak sizi taşla öldürürüz ve her hâlde size bizden çok acıklı bir azap dokunur.” 19(Peygamberler/Havârîler) dediler ki: “ Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Nasihat verildi diye mi (bunu uğursuzluğa yoruyorsunuz ve bizi tehdit ediyorsunuz)? Hayır siz, haddi aşmış bir kavimsiniz.” 20(O esnada, Peygamberlerin/Havârîlerin geldiğini haber alan ve Allah’a ibâdet etmekte olan) bir adam (Habîbü’n-Neccâr), şehrin tâ ucundan koşarak geldi (ve şöyle) dedi: “ Ey kavmim, uyun bu gönderilenlere; 21Uyun sizden bir ücret istemiyen kimselere ki, onlar hidâyet üzeredirler... 22Hem bana ne oldu ki, beni yaratana ibâdet etmiyeyim? Hepiniz de döndürülüp O’na götürüleceksiniz. 23Hiç ben O’ndan başka tanrılar edinir miyim? Eğer O Rahmân (Allah) bana bir keder murad ederse, o ilâhların şefaatı bana hiç bir fayda vermez ve onlar beni kurtaramazlar. 24Şüphe yok ki, o takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum. 25Haberiniz olsun ki, ben, Rabbinize îman getirdim; gelin beni dinleyin.” 26(Onun nasihatlarına rağmen, kavmi onu öldürdüler. Ruhuna hitaben şöyle) denildi; “ Haydi, gir cennete!” (Cevap olarak ruhu şöyle) dedi: “ Ah! Ne olurdu, kavmim bilselerdi: 27"Rabbimin beni bağışladığını, beni cennetle ikram edilenlerden kıldığını...” 28(Habîbü’n-Neccâr’ın, kavmi tarafından) öldürülmesinden sonra kavminin üzerine (azap olarak) gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. 29O (helâk edilişlerine sebep) yalnız bir sayha (Cebrâîl’in sesi) oldu; hemen sönüverdiler (ölüp gittiler). 30Yazıklar olsun o kullara ki, ne zaman kendilerine bir peygamber gelse, muhakkak onu alaya alırlardı. 31Onlar (Mekke kâfirleri) görmediler mi ki, kendilerinden evvel ne kadar nesiller helâk etmişiz; onlar (öldükten sonra) hiç dönüp onlara gelmiyorlar. 32(Ümmetlerin) hepsi muhakkak toplanıp huzurumuza getirileceklerdir. 33Hem ölü (kurumuş) arz, (kudretimize ve ölüleri dirilttiğimize delâlet eden) bir alâmettir onlara: Biz ona (yağmur sebebiyle) hayat verdik; ondan daneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar. 34Biz o arzda hurmalıklardan, üzüm bağlarından çeşitli bahçeler yaptık; içlerinde gözeler kaynattık (nehirler akıttık). 35(Bu sayılanlardan her birinin) mahsûlünden ve kendi ellerinin yetiştirdiklerinden yesinler diye... Hâlâ şükretmiyecekler mi? 36Arzın bitirdiklerinden, kendi evlâdlarından ve daha bilmiyecekleri şeylerden, bütün (erkek ve dişi türlerden ibaret) çiftleri yaratan Allah, çok yücedir. 37Gece de (kudretimize delâlet eden) bir alâmettir onlara: Ondan gündüzü soyar çıkarırız. Bir de bakarlar ki, karanlığa dalmışlardır. 38Güneş de (bir alâmettir): Kendi mihveri etrafında muayyen bir vakit için hareket ediyor. Bu Azîz = her şeye gâlib olan, Alîm= her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. 39Ayın da seyrine menziller (miktarlar) takdir ettik. Nihâyet kurumuş eski hurma dalının yay şeklini alır. 40Ne güneşin aya yetişmesi mümkün olur, ne de gece gündüzü geçer. Hepsi (güneş, ay ve yıldızlar ayrı ayrı) bir felekte yüzerler, devirlerini tamamlarlar. 41İnsanlar için (kudretimize delâlet eden) bir alâmet de (ticarete gönderdikleri) evlâdlarını dolu gemide taşımamız; 42Ve kendilerine bunun gibi, binecekleri şeyler (türlü vasıtalar) yaratmamızdır. 43Dilersek onları (denizde) boğarız da, o takdirde kendilerine ne bir imdatçı vardır, ne de onlar kurtarılırlar. 44Ancak tarafımızdan bir rahmet ve mukadder ecele kadar yaşayış onları kurtarır. 45Onlara (o Mekke halkına Peygamber tarafından): “Önünüzdeki Âhiret işinden ve arkanızdaki dünya felâketlerinden korkun ki, merhamet olunasınız.” denildiği zaman (yüz çevirdiler). 46Kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet (mûcize) gelse, muhakkak ondan yüz çeviregeldiler. 47Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın.” denildiği zaman, o kâfir olanlar, îman edenlere şöyle dediler: “ O kimseye biz mi yedireceğiz ki, Allah dileseydi ona yiyeceğini verirdi? Siz (Allah’ın iradesine aykırı teklifte bulunmakla) ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.” 48(Yine Mekke kâfirleri şöyle) diyorlar: “ Bu kıyâmetin vaadi ne zaman, eğer doğru söyleyenlerseniz?” 49Onların beklediği sadece bir sayhadır (Sûr’a ilk üfürülüştür) ki, onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir. 50O zaman bir vasiyyet (söz) bile yapamazlar, ailelerine de (çarşı ve sokaklardan) dönemezler. 51(Bir de ikinci defa) Sûr’a üfürülmüştür. Ne baksınlar, kabirlerden Rablerine doğru akın ediyorlar! 52“Eyvah başımıza gelenlere!...Kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? İşte bu, O Rahmân’ın vaad buyurduğu (kıyâmet)...Doğru imiş, o gönderilen peygamberler.” derler. 53Başka değil, sadece bir tek sayha (Sûr’a son bir üfürülüş) olmuş. Derhal hepsi toplanmış, (hesap için) huzurumuza gelmişlerdir. 54Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmez. Sadece yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. 55Gerçekten cennetlik olanlar, bugün (kıyâmette) pek güzel bir meşguliyet içinde zevklenmektedirler. 56Kendileri ve zevceleri, ağaçların gölgeleri altında süslü koltuklar üzerine kurulub yaslanmışlardır. 57Onlara orada (cennetde) çeşitli meyve var; hem onlara istedikleri her şey var... 58Allah tarafından (melekler vasıtasıyla) bir söz olarak onlara “Selâm” vardır. 59(Mü'minler bir araya toplanıb cennete götürülürken, Allah mücrimlere şöyle buyurur:” - Ey Günahkârlar! Bugün mü'minlerden ayrılın; أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ 60Şeytana itâat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye size öğüd vermedim mi? Ey Âdem oğulları!... وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ 61Bir de bana ibâdet edin, doğru yol budur (diye emretmedim mi)?” 62Böyle iken içinizden bir çok kimseleri şeytan yoldan çıkardı. O vakit neye düşünür akıl eder olmadınız? 63İşte bu, (dünyada) korkutula geldiğiniz cehennemdir. 64Bugün girin oraya, onu inkâr ettiğiniz için. 65Bugün onların ağızlarını mühürleriz de elleri, ne yapıyor idiyseler bize söyler ve ayakları şahidlik eder. 66Eğer dileseydik, o kâfirlerin (hakkı görmiyen dalâlet) gözlerini silme kör ederdik de (onlar akıllarını başlarına alarak) hak yola (imana) koşar, yarış ederlerdi. Fakat şimdi onlar nasıl görecekler (hakkı anlayacaklar)?... 67Bir de dileseydik, kılıklarını oldukları yerde çirkin bir şekle çevirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne dönebilirlerdi. 68Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu tersine çeviriyoruz (kuvvetini düşürüyoruz). Hâlâ anlamıyorlar mı (Allah’ın kudretini anlayıb doğru yola gelmiyecekler mi)? 69Biz O’na (Peygambere) şiir öğretmedik, O’na yaraşmaz da... O kitap, sade bir öğüddür ve (haramla helâlı) açıklayan bir Kur’ân’dır. 70Aklı olanı korkutmak, kâfirlere de azap gerçekleşmek için... 71(Şunu da o Mekke halkı) görmediler mi: Biz, onlar için, kudretimizin meydana getirdiklerinden bir takım davarlar yaratmışız da, onlara sahip bulunuyorlar. 72O hayvanları, kendi menfaatlerine bağlı kıldık da, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar. 73Onlarda daha bir çok menfaatleri ve türlü içecekleri (sütler) var. Hâlâ şükretmiyecekler mi? 74Onlar, tuttular Allah’dan başka bir takım ilâhlar (putlar) edindiler; umuyorlar ki, (putlar tarafından) yardım olunacaklar. 75Putların kendilerine yardıma güçleri yetmez. Onlar ise putlara karşı itâata hazır askerlerdir. 76O hâlde (Ey Resûlüm), o kâfirlerin sözü, (tekzibi) seni mahzun etmesin. Biz, onların (içlerinde) gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz. 77O (inkârcı) insan görmedi mi: Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi de aşikâr bir mücâdeleci kesiliverdi. 78(Nutfeden) yaratılışını unutarak bize bir de misal getirdi: “ Bu kemikleri kim diriltir, onlar çürüyüp dağılmışken?” dedi. 79(Ey Resûlüm), de ki: “Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı tamamiyle bilir.” 80O (Allah) ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan yakıb duruyorsunuz. 81Gökleri ve yeri yaratan (Allah) onlar gibisini yaratmağa gücü yetmez mi? Elbette buna gücü yeter. O, her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir. 82Allah’ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece “ol” demektir; o oluverir. 83O hâlde her şeyin mülkiyet ve tasarrufu kudret elinde olan Allah ne yücedir!... (Öldükten sonra hep) O’na döndürülüb götürüleceksiniz. | |||
|
﴾ 0 ﴿