1Hâ, mîm. 2Bu Kur’ân Rahmân, Rahîm tarafından indirilmedir. 3Bir kitaptır ki, âyetleri, Arabca bir Kur’ân olmak üzere anlayacak olan bir kavme açıklanmıştır; 4Hem (cenneti) müjdeleyici, hem (ateşten) korkutucu olarak... Fakat onların (Mekke kâfirlerinin) çoğu, (Kur’ân’dan) yüz çevirdiler. Artık onlar dinleyip hakkı kabul etmezler. 5(Ey Resûlüm, sana) onlar şöyle dediler: “ Senin bizi dâvet ettiğin Kur’ân’dan kalplerimiz örtüler içindedir (dediğini anlamıyoruz). Kulaklarımızda da bir ağırlık var ve bizimle senin aranda bir perde mevcuttur. O hâlde sen dinin üzere çalış, biz de dinimiz üzere çalışacağız.” 6(Ey Resûlüm), de ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım, yalnız bana şöyle vahyediliyor: Sizin İlâhınız ancak bir İlâh’dır. Onun için (şirkten tevbe edip ihlâs ile) hep O’na teveccüh edin, mağfiretini isteyin. O müşriklere de azap olsun!... 7O müşrikler ki, zekâtı vermezler ve onlar Âhireti de inkâr ederler... 8Muhakkak ki îman edip de sâlih ameller işliyenler için kesilmiyen bir mükâfat var. 9(Ey Resûlüm), deki: “Arzı iki günde yaratanı, siz mi inkâr edeceksiniz ve O’na eşler koşup duracaksınız? O, bütün âlemlerin Rabbidir.” 10Allah, o arz üzerinde sabit dağlar ve bereketler yarattı. Arzda bulunanların rızkını da takdir etti; (arzın, içindekilerle beraber kaç günde yaratıldığını) soranlar için tam dört günde... 11Sonra (Allah), buhar halinde olan göğü yaratmayı kasd etti de ona ve arza: “İkiniz de istiyerek veya istemiyerek gelin meydana çıkın.” dedi. Onlar da: “Biz istiyerek geldik.” dediler. (Allah’ın emrine boyun eğdiler). 12Böylece gökleri, yedi kat gök olarak iki günde yarattı: (Arzın yaratılışı gün, içindekilerin gün, göklerin gün ki, altı gün eder). Bir de her gök ehline (meleklerine, orada olacak hadiselerin) emrini vahy etti. Biz dünya göğünü de kandillerle (yıldızlarla) donattık, onu (afetlerden) koruduk. İşte bu, Azîz, Alîm olan Allah’ın takdiridir. 13(Ey Resûlüm, bu beyandan sonra Mekke kâfirleri Allah’a ve Peygamberine îman etmekten yine) yüz çevirirlerse, de ki: “ Sizi, Âd ve Semûd’un şiddetli azabı gibi bir azabla korkutuyorum.” 14Âd ve Semûd kavmine, Allah’dan başkasına tapmayın diye, her taraftan peygamberler geldiği vakit, onlar şöyle dediler: “ Eğer Rabbimiz dileseydi, muhakkak melekler indirirdi, (siz ise bizim gibi insanlarsınız, peygamber olamazsınız). Onun için biz sizinle gönderilen şeylere inanmayız.” 15Sonra Âd kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve şöyle dediler: “Bizden daha kuvvetli kim var?” Onlar, kendilerinden daha kuvvetli olduğunu anlamadılar mı, (bunu düşünmediler mi?) Fakat onlar, âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı. 16Biz de, perişanlık azabını dünya hayatında kendilerine taddıralım diye, uğursuz günlerde üzerlerine kavurucu bir rüzgâr (kasırga) gönderdik. Elbette Âhiret azabı (dünyadakinden) daha şiddetlidir, daha perişan düşürücüdür. Hem de onlar, (Allah’ın azabından) kurtarılmıyacaklardır. 17Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü hidâyete tercih ettiler. Onun için, kazandıkları günah yüzünden kendilerini, o şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. 18(Peygamberleri Sâlih’e) îman edip de (küfürden) sakınanları ise kurtardık. 19Allah düşmanlarının toplanıb ateşe götürülecekleri gün (kıyâmette) onlar, ilk gelenden itibaren sonuncu gelinceye kadar bekletilirler. 20Nihâyet ateşe geldikleri zaman, onlar (dünyada) ne yapıyordu iseler, kulakları, gözleri ve derileri hep aleyhlerine şahidlik edecektir. 21O kâfirler, derilerine (azalarına): “Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?” derler. Onlar (cevab olarak): “Bizi, her şeyi söyleten Allah söyletti. Sizi ilk defa O yarattı, (öldükten sonra da) yine O’na götürülüyorsunuz. 22Kulaklarınız, gözleriniz ve derileriniz aleyhinize şahidlik eder diye sakınmamıştınız ve muhakkak zannetmiştiniz ki, Allah, yaptıklarınızdan bir çoğunu bilmez. 23İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi helâke düşürdü ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.” 24Artık sabredebilirlerse, ateş kendilerine bir meskendir. Eğer dünyaya dönmeyi isterlerse, artık dünyaya dönecek olanlardan değillerdir. 25Biz onlara, (o Mekke müşriklerine) bir takım (şeytanlardan ibaret) dostlar musallat kıldık da bunlar, onlara, hem önlerindeki Âhiret işini, hem arkalarındaki dünya işini süsleyi vermişlerdir. Cin ve insanladan kendilerinden önce geçmiş (ve kâfir olmuş) ümmetlerle beraber bunlara da azap vaadi gerçekleşmiştir. Çünkü onlar kendilerine yazık etmişlerdi. 26Bir de o kâfir olanlar: “ Bu Kur’ân’ı dinlemeyin ve ona bozgunculuk edin; olur ki üstün gelirsiniz.” dediler. 27İşte bunun içindir ki, biz de o kâfirlere şiddetli bir azap taddıracağız ve kendilerini yaptıkları amellerin en kötüsü ile cezalandıracağız. 28İşte bu, Allah düşmanlarının cezasıdır, ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinin cezası olarak onlara, orada ebedîlik yurdu vardır. 29O kâfir olanlar (cehennemde) şöyle diyecektir: “ Ey Rabbimiz! Cin ve insanlardan bizi yoldan çıkaran şeytanları bize göster de onları ayaklarımız altına alalım, en aşağı düşenlerden olsunlar.” 30Gerçekten: “ Rabbimiz Allah’dır.” deyib de sonra sebat gösterenler (ve sâlih amel işliyenler var ya), onların üzerine (ölüm anında veya dehşet halinde): “ Korkmayın, mahzun olmayın. Vaad olunduğunuz cennetle neşelenin.” diye melekler inecektir. 31(Ve melekler şöyle diyecektir): “ Biz, hem dünya hayatında, hem de Âhirette sizin dostlarınızız. Size, bu Âhirette nefislerinizin hoşlanacağı (nimetler) var, hem size burada ne isterseniz var; 32Gafûr, Rahîm olan Allah’dan konukluk bir ikram olarak...” 33“ Ben gerçek müslümanlardanım.” deyib sâlih amel işleyerek Allah’a (ibâdete) çağıran kimseden daha güzel sözlü kim var? 34Hem iyilikle kötülük müsavi olmaz. Sen kötülüğü, en güzel olan iyi hareketle önle. O vakit bakarsın ki, seninle arasında bir düşmanlık bulunan, yakın bir dost gibi olmuştur. 35İyilikle, kötülüğü önleme hasletine ancak sabredenler kavuşturulur. Buna (cennetde) büyük mükâfatı olan ancak kavuşturulur. 36Eğer seni şeytandan bir dürtüş dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın; çünkü O’dur ancak işiten, bilen... 37Gece, gündüz, güneş ve ay hep O’nun (kudret ve azametine delâlet eden) alâmetlerindendir. Siz güneşe ve aya secde etmeyin de onları yaratan Allah’a secde edin; eğer O’na ibâdet etmek istiyorsanız. (Dikkat! Secde âyetidir.) 38Eğer Allah’a ibâdet etmekten çekinir kibrederlerse, bilsinler ki, Rabbinin katında bulunan melekler hiç usanmıyacak gece ve gündüz O’nu tesbih ederler. 39Allah’ın kudretine delâlet eden alâmetlerden biri de şudur ki, sen yeryüzünü kurumuş görürsün. Fakat üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman, harekete geçer ve kabarır (canlanır ve yeşerir). Yeryüzüne hayat veren, elbette ölüleri de dirilticidir. Çünkü O, her şeye kadîrdir. 40Âyetlerimiz hususunda hakdan ayrılanlar (inkâra düşenler), muhakkak bize gizli kalmazlar, (bütün yaptıklarınızı biliriz). O hâlde ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü (azaptan) emîn olarak gelecek olan mı? Artık dilediğinizi yapın; çünkü O, bütün yaptıklarınızı görendir. 41Kendilerine Kur’ân geldiği vakit, onu inkâr edenler, (azaba uğratılacaklardır). Muhakkak ki, o çok şerefli bir kitabdır. 42Ona ne önünden ne ardından (asla) bâtıl yaklaşamaz. O, Hamîd, herkes tarafından öğülen; Hakîm, hikmet sahibi olan Allah’dan indirilmedir. 43(Ey Resûlüm), sana, senden önceki peygamberlere söylenen küfür ve tekzibden başka bir şey söylenmiyor. Şüphe yok ki senin Rabbin, hem bir merhamet sahibidir, hem de acıklı bir azap sahibi... 44Eğer biz, onu, yabancı bir dilden Kur’ân yapaydık, muhakkak şöyle diyeceklerdi: “ Âyetleri açıklansaydı ya! Arab’a yabancı dil mi?” (Ey Resûlüm, onlara) de ki: “ O Kur’ân, îman edenlere hidâyet ve şifadır. İman etmiyenlerin ise, kulaklarında bir ağırlık var. Kur’ân onlara karşı bir körlük ve şübhedir. Onlar, uzak bir yerden çağrılanlar gibidir; (hakkı duymazlar ve kabul etmezler)”. 45Celâlim hakkı için, biz Mûsa’ya Tevrât’ı verdik de (Kur’ân’da ihtilâfa düşüldüğü gibi) onda da ihtilâf edildi (hakdır, bâtıldır sözleri edildi). Eğer (azabın tehirine dair) Rabbinden bir hüküm geçmiş olmasaydı, aralarında iş bitiriliverirdi, (hemen o kâfirler helâk ediliverirlerdi). Muhakkak ki o kâfirler, Kur’ân’dan endişe veren bir şüphe içindedirler. 46Kim sâlih amel işlerse, (sevabı) kendine; kim de kötülük ederse, (cezası) yine kendinedir. Yoksa Rabbin, asla kullara zulmedici değildir. 47(Vaktini kimse bilemiyeceği) kıyâmetin ilmi Allah’a havale edilir. Hem O’nun ilmi olmadıkca meyvelerden hiç biri tomurcuklarından çıkmaz, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah, müşriklere: “ Nerede imiş ortaklarım?” diye nida edeceği gün, şöyle diyeceklerdir: “ Sana arz ederek bildiririz ki, bizden (sana ortak bulunduğuna) şahidlik edecek bir kimse yoktur.” 48Önceden ibâdet edip durdukları putlar, kendilerinden kaybolup gideceklerdir ve onlar kendilerine hiç bir kaçamak kalmadığını anlıyacaklardır. 49(Kâfir olan) insan, hayır (mal, evlâd, zenginlik ve sıhhat) istemekten usanmaz da, kendisine bir darlık dokunuverirse, hemen ümidi keser, ye’se düşer. 50Eğer ona dokunan bir sıkıntıdan sonra, tarafımızdan kendisine bir rahmet taddırırsak, mutlak şöyle der: “Bu benim hakkım, kıyâmetin kopacağını zannetmiyorum. (Eğer müslümanların dediği gibi) Rabbime döndürülecek olursam, muhakkak benim için O’nun katında iyi halden en güzeli (cennet) var.” Fakat biz, o kâfir olanlara ne yaptıklarını haber vereceğiz ve onlara muhakkak şiddetli bir azap taddıracağız. 51Biz insana nimet verdiğimiz vakit, şükretmekten yüz çevirir ve yan büküb uzaklaşır. Kendisine darlık dokunuverdi mi, artık geniş geniş duaya dalar. 52(Ey Resûlüm), de ki: “ Söyleyin bakayım, (ey kâfirler), eğer o Kur’ân, Allah tarafından olup da sonra siz onu inkâr etmişseniz, hakdan çok uzak bir ayrılığa düşenden daha şaşkın kim olur?” 53İleride biz o Mekke halkına, hem yeryüzü etrafında, hem bizzat nefislerinde âyetlerimizi (kudretimizin alâmetlerini) öyle göstereceğiz ki, nihâyet Peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır. Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi? 54Dikkat et! O kâfirler, Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler. Dikkat et, Allah her şeyi (ilmi ve kudreti ile) kuşatandır. | |||
|
﴾ 0 ﴿