7Nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil. "Nimet verdiklerinin yoluna” bu da birinci Sırâttan bedel-i küldür, âmili tekrar hükmündedir, çünkü nisbetten kastedilen O'dur. Faydası da Müslümanların yolunun en doğru yol olduğunu göstermektir. Çünkü onun tefsiri ve açıklaması gibi kılınmıştır. Sanki şu gayet açık olarak anlatılmak istenmektedir ki, doğru yol mü'minlerin yoludur. Şöyle de denilmiştir: Nimet verilenler peygamberlerdin Bunlar Mûsa ve Îsa'nın tahrif ve neshedilmeden önceki ümmetleridir. O ikisine salât ve selâm olsun. Bu "sırata men en'amte aleyhim” şeklinde de okunmuştur. Nimet vermek nimeti ulaştırmaktır. O da aslında insanın zevk duyacağı hâl’dir. Sonradan zevk duyulan nimete denilmiştir. Nimet yumuşaklık manasından gelir, Allah'ın nimetleri sayılamaz, nitekim Allahü teâlâ. "Allah'ın nimetini sayarsanız bitiremezsiniz” (îbrahim:34) buyurmuştur. Nimetler dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki bölümde toplanın Birincisi vehbî ve kesbî olmak üzere iki kısımdın Vehbî olan da iki kısımdır: Ruhanî olanı vardır ki, o da bedene rûh üfürme, onu akılla ve ona bağlı olan fehim, fikir ve konuşma gibi kuvvetlerle parlatmaktın Cismânî olan da bedenî, ondaki kuvvetleri ve ona sonradan verilen sağlık ve organların sağlamlığı gibi şeyleri yaratmaktır. Kesbî olan da nefsi rezilliklerden temizlemek, onu güzel ahlaklar ve üstün kabiliyetlerle süslemek; nefsi doğal pozisyonlar, beğenilen ziynetlerle süslemektir. Mevki ve mal kazanmaktır. Uhrevî nimetlerin ikincisi, onun kusurlarım bağışlamak, onu sonsuza kadar Allah'a yaklaştırılan meleklerle en yükseklere yerleştirmektir. Asıl murat edilen son kısımdır ve öteki kısma ulaşmasına vesile olandır. Gerisinde mü'minle kâfir ortaktır. "Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil". Bu da Ellezîne'den bedeldir, şu manaya ki, asıl nimete kavuşanlar gazap ve sapıklıktan kurtulanlardır. Ya da bu, onu açıklayan ve kayıt altına alan sıfattır, şu manaya ki, onlar mutlak nimet demek olan îman ile gazap ve sapıklıktan kurtulmayı birleştirenlerdir. Bu da (Ellezîne'den bedel olması da) ancak iki te'vilden biriyle olur: (Ya) mevsûl (Ellezîne) nekire yerine konulur, çünkü onunla belli biri kastedilmemiştir. Meselâ şu beyitte eliflamla belirtilen gibi: Bana söven adi adamın yanından geçiyorum (elleiym). Şu söz de öyledir: Senin gibi adamın yanından geçiyorum, bana saygı gösteriyor (errecül). Ya da "gayri” lâfzı izafetle mâ'rife kılınır. Çünkü tek zıddı olan şeye muzâf kılınmıştır, o da nimet verilendin O zaman harekenle sükûndan başka olması gibi anlaşılır (tek zıt akla gelir). İbn Kesîr onu mecrûr zamirden hâl olarak "'ğayre” şeklinde nasb ile okumuştur. Âmili de en'amte'dir. Ya da a'niy fiilini takdir etmekle veyahut istisna ilemıansup olur, eğer nimet her iki kısmı da içine alacak şekilde tefsir edilirse. Gazap intikâm almak istendiği zaman nefsin kabarmasıdır. Eğer Allahü teâlâ'ya nisbet edilirse (el - müntekim) bundan sonuç ve gaye kastedilir, nitekim bu yukarıda geçmiştir. "Aleyhim” de mahallen merfû’dur, çünkü naib-i faildir; birinci (aleyhim) ise öyle değildir. Lâ da ğayr'deki olumsuzluk manasını te'kit etmek için ziyade kılınmıştın Sanki "ne gazaba uğrayanların ne de sapanların yoluna değil” demek istenmiştir. Bunun içindir ki: Ene zeyden gayru daribin, cümlesi câiz görülmüştür, tıpkı, ene zeyden lâ daribün gibi. Ama "ene zeyden mislü daribin” câiz görülmemiştin "ve ğayriddallin” şeklinde de gayr ile okunmuştur. Dalâl doğru yoldan kasten veya yanlışlıkla sapmaktır. Sapıklık hakkında çok söylenecek söz vardır, İki ucu arasında çok farklılık vardır. Şöyle de denilmiştir: Gazaba uğrayanlar Yahûdîlerdir, çünkü Allahü teâlâ onların hakkında: "Allah ona lâ'net ve gazap etti” (Maide: 60) buyurmuştur. Sapanlar da Hıristiyanlardır denilmiştir. Çünkü Allahü teâlâ onların hakkında da: "Daha önce azdılar ve çoklarını da azdırdılar” (Maide: 77) buyurmuştur. Bu Merfû' hadis olarak da rivâyet edilmiştir. Eğer, gazaba uğrayanlar asilerdir, sapanlar da Allah'ı bilmeyenlerdir denilirse, izahı mümkündür. Çünkü nimete nâil olanlar bizzat hakkı bilenlerle hayırla amel edenlerdir. Bunun karşıtı, akıl ve amel kuvvetlerinden birini ihlal edendir. Ameli ihlal eden fasıktır, gazaba uğramıştır. Çünkü Allahü teâlâ kasten adam öldüren hakkında: "Allah ona gazap etmiştir” (Nisa: 93) buyurmuştur. İlmi ihlal eden de cahildir, sapıktır; çünkü Allahü teâlâ: "Haktan sonra ancak sapıklık vardır” (Yûnus: 32) buyurmuştur. Hemze ile "velada'liyn” şeklinde okunmuştur, bu da iki sakinin birleşmesinden çok kaçınanların lügatidir. (Amîn) bu da kabul et manasına isim-i fiildir. İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e bunun manasını sordum: "yap” demektir, dedi. Eyne edâtı gibi feth üzere mebni olmuştur; iki sakinin cem olması istenmemiştin Elifi med ile de kasr ile de gelmiştir. Şâir şöyle demiştir: Allah "âmin” diyen kuluna rahmet etsin. Biri de şöyle demiştir: "Emîne” (amin) Allah aramızı uzak etsin! Âmin ittifakla Kur'ân'dan değildir. Ancak sureyi onunla hatmetmek sünnettir. Çünkü aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: Cebrâîl bana Fâtiha'yı okumayı bitirdiğim zaman âmin dememi öğretti. Ve: O, yazıyı mühürlemek gibidir. Hazret-i Ali radıyallahü anh'in şu sözü de öyledir: Âmin âlemlerin Rabbinin mührüdür; onunla kulunun duasını mühürlemiştir. İmâm da onu der ve onu açıktan okunan namazlarda söyler. Çünkü Vail bin Hucr'dan rivâyet edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, "veladdâllîn” okuduğu zaman, âmin der ve sesini yükseltirdi. Ebû Hanîfe rahmetüllahi aleyh'ten ise demeyeceği rivâyet edilmiştir. Ondan meşhur olan onu gizli demektir. Nitekim bunu Abdullah bin Muğaffel ile Enes bin Mâlik rivâyet etmişlerdir. İmamın arkasındaki de onunla beraber âmin, der; çünkü aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: "İmâm âmin dediği zaman siz de deyin; çünkü melekler de amin derler. Kimin âmini meleklerinkine denk gelirse, Allah onun geçmiş günahını bağışlar". Ebû Hureyre'den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem: "Sana bir sûreden haber vereyim mi ki, ne Tevrat'ta ne İncil'de ne de Kur'ân'da onun gibisi indirilmemiştir, dedi? Ben de: Evet, ya Resûlallah, dedim. O da: Fâtiha süresidir; çünkü o, yedi ayetli bir sûredir ve bana verilen büyük Kur'ân'dır, dedi". İbn Abbâs da şöyle buyurmuştur: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem aramızda idi, birden ona melek geldi: Müjde, sana iki sûre verildi ki, senden önce hiçbir peygambere verilmedi; Fâtiha ile Bakara'nın son âyetleri. Kim onlardan bir harf okursa, mutlaka ona karşılığı verilir, dedi. Huzeyfe bin el - Yemân rivâyetinde de Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Bir topluma Allah kesin bir azâp gönderir; mektepteki çocuklarından biri "elhamdü lillahi rabbil alemin” okur; Allahü teâlâ da bunu duyar; onlardan azâbı kırk yıl kaldırır". |
﴾ 7 ﴿