2 / BAKARA SÛRESİ

Medîne'de inmiştir. 286 âyettir.

1

 Elif, Lâm. Mîm.

Elif, Lâm. Mîm. Bu ve bunun gibi sûre başlarındaki hece harfleri isimlerdir; sahipleri de kelimeleri oluşturan harflerdir. Çünkü isim tarifine girer ve isme arız ve mahsus olan tarif, tenkir, cemi, tasgîr vb. şeyler buna gelir. İmâm Hâlil ile Ebû Ali (el Farisî) bunu açıkça ifade etmişlerdir.

İbn Mes'ud radıyallahü anh rivâyetinde aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz'in:

"Kim Allah'ın kitabından bir harf okursa, onun için on sevap vardır; her sevap da on katınadır.” Ben, elif lâm mim bir harftir, demiyorum; fakat "elif bir harftir, lâm bir harftir, mim de bir harftirhadisindeki harften maksat terminolojideki harf değildir. Çünkü terminolojideki harf örfe göredir ve yeni bir tariftir. Burada hadiste ise lügat manası kastedilmiştir. Belki de ona delâlet ettiği şeyin ismini vermiştir.

Onların isim sahipleri de kelimeleri oluşturan harfler olduğu için başlarına bunlar geçirilmiştir ki, ilk kulağa çarpan isim sahipleri olsun istenilmiştir. Elif’in yerine istiare yoluyla hemze kullanılmıştır; çünkü onunla başlamak mümkün değildir.

Bunlar başlarına amiller geçmedikçe boştur ve irabı yoktur; çünkü irabı icap ve iktiza eden şey yoktur. Ancak bunlar onu kabul edebilir ve iraha da maruzdur. Çünkü aslen mebni olana benzememektedir. Bunun içindir ki, iki sâkin cem edilerek sad ve kaf denilmiş; eyne ve haulai gibi muamele edilmemiştir.

Sonra bunların isim sahipleri de kelâmın öğesi ve onu oluşturan maddeler olduğu için sûre bunlardan bazıları ile başlatıldı. Burada Kur'ân'ın meydan okuduğu kimseye şu mesaj verilmek istenmekte ve dikkati çekilmektedir: Onlara okunan şeyin aslı da manzum bir kelâmdır, o da kendi kelâmlarını oluşturan şeylerden oluşmuştur. Eğer o, Allah'tan başkasından olsa idi birbirlerine yardım etmelerine ve fesahatlarının kuvvetli olmasına rağmen benzerini getirmekten aciz olmazlardı.

Bir de sûrelerin bununla başlatılması kulaklarına mu'cize olan bir şeyin çarpması içindi. Çünkü harflerin isimlerini söylemek yazı yazan ve ders gören kimseye mahsustur. Ama yazarlara karışmamış ümmi bir kimseden böyle bir şeyin olması uzak bir ihtimaldir ve yazma, okuma gibi harikulade bir şeydir.

Hele bunu yaparken öyle bir şeyi göz önüne almıştır ki, onda üstün zekalı ve sanatkâr kimseler aciz kalır. Şöyle ki, o bu başlangıç harflerinde on dört isim (harf) getirmiştir. Bunlar alfabenin yarısıdır, eğer elif kendi başına bir harf sayılmazsa. Bunu da yirmi dokuz sûrede kullanmıştır ki, elif kendi başına bir sayılırsa tam alfabenin sayısı kadar olur.

Bunlardan mehmuse harflerden yani telâffuz edildiği zaman mahreçte aralık kalıp nefesin aktığı harflerden yarısını yani ha, he, sad, sin ve kâfi zikretti. Kalan yarısı da mechure'lerdendir, onları da len yaktaa emer harfleri toplamıştır. Ecedte tabakake'de toplanan şiddetli sekiz harften de dördünü kullanmıştır ki, onlar da ekateke lâfzı toplar (elif, kaf, , kâf). Diğerleri de rehavet harflerindendir ki, bunları hums alâ nabra harfleri toplar. Itbak denen sad, dad, , harflerinden de yarısını kullanmıştır. Kalan infitah harflerinden de yarısını kullanmıştır. Kutbced dediğimiz mahreçleri sarsılan harflerden yarıdan azını kullanmıştır. İki liyn (yumuşak) harften de ye'yi kullanmıştır, çünkü onun ağırlığı daha azdır. İstila denen ve telâffuz edilirken dilin üst damağa doğru kalkmasını temin eden harflerden de yandan azını kullanmıştır. Kalan inhifad harflerinden de yarısını kullanmıştır. Sîbeveyh'in dediği ve İbn Cinnî'nin tercihi üzere on bir bedel harflerinden - ki, onları da ehadün taveytü minha lâfızları toplar - bunlardan da yaygın ve meşhur olan altısını kullanmıştır ki, onları da ehetameyn lâfzı toplar. Bazıları da başka yedi harf ziyade etmişlerdir ki, bunlar da useylal'daki lâm, sad ile Sırât ve zirat'taki sad ile sin'dir, ecdaf taki fe'dir, ean'deki ayndır, suruğuddelv'deki peltek se'dir, basmüke'deki be'dir. Böylece hepsi on sekiz oldu. Bunlardan da dokuzunu zikretti; altı zikri geçenlerle lâm, sad ve ayn'dır. Kendi misli ile idgam edilip de yakınlarına idgam edilmeyenlere gelince bunlar da on beştir: Hemze, he, ayn, sad, ti, mim, ye, hı, ğayn, dad, fe, , şin, ze, vavdır, bunların da yarıdan azını zikretti. Her ikisinde idgam edilenlerden de ki, bunlar da kalan on üçtür, onların da yarıdan çoğunu zikretti: Ha, kaf, kâf, ra, sin, lâm, nûn'dan ibarettir, çünkü idgamda hafiflik ve fesahat vardır. Mahreçleri yakın olanlara idgam edilmeyip de onlara mahreçleri yakm olanların idgam edilenlerden - ki, bunlar da ze, sin ve fe'dir - yarısını zikretti. Telâffuz ederken dilin kaydığı ve rübbe müneffelin lâfızlarının topladığı ha, hı, ayn, ğayn, he ve hemze boğaz harflerinden - ki, bunlar da kelâmda çok kullanılır - bunların da üçte ikisini zikretti.

Mezid binaları da yedi harfliyi geçmediği için, elyevme tensahu lâfızlarının topladığı on harften buna dikkat çekmek için yedisini zikretti.

Eğer kelimeleri ve terkiplerini iyi araştırırsan her cinsten terk edilen harflerin daha az olduğunu görürsün.

Sonra bunları tekil, ikili, üçlü, dörtlü ve beşli olarak zikretti, bunu da kendisiyle meydan okunan Kur'ân'ın asılları tek, iki ve daha çok harften oluştuğunu göstermek için yaptı. Üç sûrede de üç tek harflileri zikretti. Çünkü bunlar üç kısım olan isim, fiil ve harfte de bulunur. Dört tane de ikili zikretti; çünkü bunlar da hazifsiz olarak harfte bulunur, Meselâ bel gibi. Fiilde de hazini olarak bulunur, Meselâ kul gibi. İsimde hazifsiz olarak bulunur, Meselâ men gibi ve hazini olarak bulunur, Meselâ dem gibi. Bunlar da dokuz sûrede bulunur, çünkü üç kısımdan her birinde üç çeşidi bulunur. Meselâ isimlerde men, iz ve zu gibi. Fiillerde kul, bi' ve haf gibi. Harflerde de en, min ve müz gibi, bu sonuncusunu harficer sayanlara göredir. Üç tane üçlü zikretti, çünkü bunlar üç kısımda da gelir, bunları da on üç sûrede zikretti. Bununla da kullanılan bina asıllarının on üç olduğuna dikkat çekmek istedi. Bunlardan on'u isimler, üç'ü fiiller içindir. İkişer de dörtlü ve beşli zikretti, bundan da maksat her birinin aslı olduğuna vurgu yapmaktır. Meselâ Cafer ve sefercel gibi; mülhak olarak da kırded ve cehanfel gibi.

Belki de bu harfler bu sûrelerin başlarına böyle serpiştirilmiş ve bütün alfabe verilmemiştir. Kaldı ki, bunlarda meydan okuma tekrar edilmiş, yeniden dikkat çekilmiş ve mübalağaya kaçılmıştır.

Mana da şöyledir: Kendisiyle meydan okunan Kur'ân bu harflerin cinsindendir veya bunlardan telif edilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Bunlar sûrelerin isimleridir. Çoğu da buna muvafakat etmişlerdir. Bunlarla isimlendirilmesi bunların terkipleri belli kelimeler olmasından dolayıdır. Eğer Allahü teâlâ'dan vahiy olmasa idi, karşı koyma güçleri sıfırlanmazdı. Buna da şöyle delil getirilmiştir: Eğer bunlar anlaşılır olmasa idi, bunlarla hitap anlamsız şeylerle hitap gibi ve Arab'a zenci diliyle hitap etmek gibi olurdu. Kur'ân'ın tamamı da açık olmaz ve onunla meydan okumak mümkün olmazdı. Eğer anlaşılır olsa idi, ya başlarında bulunduğu sûrelerin lâkapları olması murat edilecekti ya da bunların dışındakiler murat edilecekti.

İkincisi bâtıldır; çünkü ya murat edilen Arap dilinde karşılığı olan bir şey lurdu - hâlbuki böyle olmadığı açıktır - ya da başka bir şey olurdu. Bu ise bâtıldır. Çünkü Kur'ân onların diliyle inmiştir. Zira Allahü teâlâ "Açık Arap lisanıyla” (Şuarâ': 195) buyurmuştur. O zaman onların dilinde olmayan bir şeye yüklenmez.

Şöyle de denilemez: Neden bu harfler sözün bittiğini ve başka birinin başladığını gösteren zâit şeyler olmasın? Nitekim Kutrub böyle demiştir?

Ya da kendilerinden kısaltılan kelimelere işâret olmasın? Meselâ şairin şu mısraında olduğu gibi:

Ona, dur, dedim; o da: kaf (duruyorum) dedi.

Nitekim İbn Abbâs radıyallahü anhuma'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Elif Allah'ın âlâ'ıdır (nimetleridir), lâm onun lütfüdür, mim de onun mülküdür. Ondan şöyle de rivâyet edilmiştir: Elif lâm ra, Mîm ve nûn hepsi er - Rahmân eder. Ondan şöyle de rivâyet edilmiştir: Elif Allah'tan, Lâm Cebrâîl'den, mim de Muhammed'dendir. Yani Kur'ân Allah'tan Cebrâîl'in diliyle Muhammed'e indirilmiştir. Allah'ın selamı o ikisinin üzerine olsun.

Ya da bu harfler cümmel (ebced) hesabıyla milletlerin sürelerini ve ecellerini göstermektedir (demek neden câiz olmasın)? Nitekim Ebû'l - Aliye de böyle demiş ve Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'dan gelen rivâyeti almıştır: Yahûdîler ona geldiler, o da onlara elif lâm mim Bakara sûresini okudu. Onlar da:

"Yetmiş bir yıl sürecek bir dine nasıl gireriz?” dediler. Bunun üzerine Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem gülümsedi; onlar da: Başka var mı, dediler? O da: Elif lâm mim sad ve elif lâm ra; elif lâm mim ra, dedi. Onlar da: Kafamızı karıştırdın; hangisini alacağımızı bilmiyoruz, dediler.

Çünkü Efendimizin onlara bu sıra ile okuması ve onların çıkardığı manayı onaylaması, bunu delil olarak gösterir. Gerçi bu delil Arap dilinde yok ise de ancak halk arasında meşhur olması onu Arapçalaşmış kelimeler gibi yapmıştır. Meselâ mişkât, sicil ve kıstas gibi.

Ya da "bunlar kasem (yemin) manası taşıyan kelimelere delâlet eden tek tek harflerdir?” niçin denilmesin? Çünkü bunlar Allah'ın isimlerini sade olarak göstermektedir ve onlarla hitap edilmiştir?

Böyle denilemez; çünkü onların, sûrelerin isimleri olduğunu söylemek, bizi onların Arap dilinde olmadığını söylemeye götürür. Zira bir şeye üç veya daha çok isim vermek onlara göre hoş bir şey değildir. Ayrıca bu, isimle müsemmanın birleşmesine ve parçanın bütünden geri kalmasına götürür. Çünkü isim rütbe olarak isim sâhibinden gerilemiş olur.

Zâit olduklarını da söyleyemeyiz; çünkü bunların sözün bittiğini göstermek üzere zâit olması onlara göre bilinmeyen bir şeydir. Bunlar sûrelerin başıdır, demek de pek doğru olmaz; çünkü başka şeyler de bunu (söz başını) gösterir. Söz başı olmaları onların bir mana ifade etmeyecek şekilde zâit olmasını da gerektirmez.

Bunlar belli kelimelerin kısaltmalarıdır da denilemez; o şiirdeki kısaltmaya gelince o şazdır, kural dışıdır. İbn Abbâs’ın sözü ise bu harflerin isimlerin kaynağı, isimlerin başı olduğuna dikkat çekmek ve güzel misal vermek içindir. Baksanıza, bir harfi farklı kelimelerden getirmiştir. Bu durumda onları başkalarıyla değil de bu manalarla tefsir etmek ve onlara hâstır, demek mümkün değildir. Çünkü bunu ne lafzen ne de manen doğrulayacak bir şey yoktur.

Bunların ebced hesabıyla milletlerin sürelerini gösterdiğini söylemek de doğru değildir; hadiste de buna delil yoktur. Çünkü Efendimizin onlara gülmesi cahilliklerinden olabilir.

Yemin harfleridir, demek de doğru değildir; gerçi bu imkânsız da değildir; ancak delilsiz şekilde birçok kelimenin takdir edilmesine zorlar.

Üç isim verilmesinin câiz olmaması da onlar balbek örneğinde olduğu gibi tek isim kılındığı zaman câiz değildir. Ama sayı isimleri gibi ayrı ayrı ortaya atıldığı zaman böyle değildir. Sîbeveyh'in cümle ile ve şiirden bir beyit ile bir grup tek harflerden oluşan isimleri eşit sayması da sana delil olarak yeter.

İsimle müsemmanın birleşmesinin câiz olmamasına da şöyle cevap verilir: Müsemma Sûrenin toplamıdır, isim ise onun cüzüdür. Bu durumda birleşme olmaz.

Parçanın bütünden geri kalacağım söylemek de doğru değildir; çünkü parça zâtı itibarı ile öncedir, isim olma itibarı ile sonradır; iki taraf farklı olduğu için devir (kısır döngü) lâzım gelmez.

Bu harflerin manası üzerindeki birinci görüş gerçeğe daha yakındır, Kur'ân'ın lâtifelerine daha uygundur, o zaman başka manalara geçmekten ve bir koyucunun başka başka manalara koymasından uzak kalınmış olur. Çünkü öyle olursa özel isimdeki espri kaybedilmiş olur.

Şöyle de denilmiştir: Bu harfler Allahü teâlâ'nın isimleridir, Hazret-i Ali kerremallahu veçhe'nin: Ey Kâf Ha Ya Ayn; ya Hamim Ayn Sin Kaf, demesi de buna delildir. Ancak bunlardan: Ey bunları indiren demek istemesi de muhtemeldir.

Şöyle de denilmiştir: Elif boğazın en alt kısmından çıkar, orası mahreçlerin başlangıcıdır, lâm dilin ucundan çıkar o da ortasıdır, mim de dudaktan çıkar ki, o da sonudur. Bunları toplaması şunun içindir: Kulun sözünün başı, ortası ve sonu Allahü teâlâ’nın zikri olmalıdır.

Şöyle de denilmiştir: Bunlar Allahü teâlâ’nın kendine sakladığı ilimdir. Dört Hâlife'den ve diğer ashap'tan buna yakın şeyler rivâyet edilmiştir. Belki de onlar, bunlar Allah ile Resûlü arasındaki rumuz olduğunu kastetmişlerdir; bu da başkaları bunları bilmez demek değildir. Çünkü faydasız şeyle hitap etmek akla uzaktır.

Eğer bunları Allahü teâlâ’nın yahut Kur'ân'ın veyahut sûrelerin ismi kılarsan iraptan mahalli olur. Ya mübteda veya haber olmak üzere merfudür ya da kasem fiilini takdir etmekle mensûbtur, tıpkı: Allahe leefalenne kelâmında olduğu gibi.

Ya da başka fiille mensûbtur, Meselâ üzkür (yâd et, hatırla) gibi.

Ya da mukadder kasem harfi ile mecrûrdur.

O zaman lafzen irap alır; müfret olanlarda veya hamim gibi ona benzeyenlerde hikâye irabı alır. Hikâye irabı ancak bunun (lâfzı'mn) dışında kalanlarda olur. Bunu da inşallah ileride genişçe anlatacağız.

Eğer onları manalarında bırakır da bu harflerden oluşmuş manasına alırsan yukarıda geçtiği gibi mübteda ya da haber olarak Merfû' olur. Eğer onları yemin kabul edersen onlardan her kelime: Allah'a leefalenne'de olduğu gibi iki lügat üzere mensûb ya da mecrûr olur. Mukadder fiil ile kasem cümlesi olur.

Eğer onları kelimelerin parçası veya tembih edâtı yerine konulmuş sesler sayarsan, iraptan mahalli olmaz; Meselâyeni başlayan cümleler ve arka arkaya sıralanan (terkibe girmeyen) müfretler gibi. O zaman bunların üzerinde vakf-1 tam ile durulur, arkadan gelene ihtiyacı yok kabul edilir.

Bunlardan hiçbiri Kûfelilerin dışındakilere göre âyet değildir. Ama onlara göre çeşitli yerlerdeki elif lâm mim'ler, elif lâm mim sad'lar, kâf ha ya ayn sad, ta sin mim, ta sin, ya sin ve Mîm'ler birer âyettir, Mîm ayn sin kaf da iki âyettir. Diğerleri âyet değildir. Bu da kıyas dışıdır, akılla bilinmez, nakille bilinir.

1 ﴿