2Bu o kitaptır ki, onda şüphe yoktur. Müttekiler için rehberdir. "Zalikel kitab” (bu o kitaptır). Zâlike elif lâm mim'e işarettir, eğer bu harflerden oluşmuş denilir veya sûre veya Kur'ân ile tefsir edilirse. (Zâlike ile uzağa işâret edilmesi şunun içindir) çünkü kelâm olarak söylenip de geçince veya gönderenden gönderilene ulaşınca, uzaklaşmış oldu, onun için uzak edâtı olan Zâlike ile işâret edildi. Müzekker olması da elif lâm mim'den sûre kastedildiği takdirde, kitap lâfzının müzekker olmasındandır. Çünkü kitap onun haberidir yahut da sıfatıdır. Ya da Zâlike kitaba işarettir, o da sıfatı olur. Ondan maksat da: "Şüphesiz sana ağır bir söz indireceğiz” (Müzzemmil: 5) âyetinde veya daha önce indirilen kitaplarda va'dedilen kitaptır. O (kitap) mastardır, mübalağa için onunla mef'ûl (mektup) isimlendirilmiştir. Şöyle de denilmiştir: O, fial veznindedir, mef'ûl için bina edilmiştir, libas'ta olduğu gibi (melbus). Sonra da yazılmayan lâfız için kullanıldı, çünkü o da yazılacak cinsindendir. Ketb maddesinin aslı cem etmek (bir araya getirmek) içindir. Süvari birliğine ketıbe denilmesi de bundandır. "Onda şüphe yoktur". Manası: O kadar açık ve delili o kadar parlaktır ki, akıllı kimse ona iyice baktıktan sonra onun icaz derecesine varacak şekilde vahiy olduğunda şüphe etmez, demektir, yoksa hiç kimse ondan şüphe etmez, demek değildir. Baksanıza, Allahü teâlâ: "Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe içinde iseniz” (Bakara: 23) buyurmuştur. O, böylece onlardan şüpheyi uzaklaştırmış değildir; bilâkis onlara bunu izale edecek yolu göstermiştir. O da onun bir bölümüne karşı koymak için var güçleriyle çalışmalarıdır. Sonunda bunu yapamayınca da gerçek onlara şüphe ve tereddüde yer kalmayacak şekilde görünür. Şöyle de denilmiştir: Onda müttekıler için şüphe yoktur. Hüden, fihi'deki mecrûr zamirden hâl’dir, âmili de menfiye sıfat olan zarftır. Reyb aslında mastardır, rabini eşşey'ü'den gelir ki, sende şüphe hasıl olmaktır. Reyb (şüphe) nefsin endişelenip sarsılmasıdır. Şüphe de onunla isimlendirilmiştir; çünkü o da nefsi sarsar ve huzurunu kaçırır. Hadiste: Seni şüphelendireni bırak, şüphelendirmeye bak; çünkü tereddüt şüphedir, doğruluk huzurdur, denilmiştir. Reybüzzeman da bundan gelir ki, zamanın musibetleridir. "Müttekıler için rehberdir". Onları hakka götürür. Hûda aslında mastardır, tıpkı sûra ve tüka gibi. Şöyle de denilmiştir: Hûda istenen şeye yol göstermektir, çünkü o dalâletin zıddıdır, Meselâ şu Âyetteki gibi: "Elbette sen ya hidâyet ya da dalâlet (sapıklık) üzerindesin” (Sebe': 24). Bir de ancak istenen şeye ulaşana, hidâyete erdi, denilir. Onun müttekılere hâs olması onunla hidâyete erenlerin onlar olması ve Allah’ın onu delil kılmasıyla ondan istifade edenlerin onlar olmasındandır. Gerçi kelime anlamı ile kâfir veya Müslüman herkes için hidâyettir. Bu itibarla da Allahü teâlâ: "insanlar için hidâyettir” (Bakara: 185) buyurmuştur. Ya da şundan dolayıdır: Ondan ancak aklını çalıştıran, onu âyetleri düşünmede, mu'cizelere bakmada ve verilen haberleri tanımada kullanan istifade eder. Çünkü o sıhhati korumak için uygun gıda gibidir. Sıhhat olmadıkça o bir fayda sağlamaz. Şu âyet de buna göredir: "Kur'ân'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz; zâlimlerin ise ancak ziyanını artırır” (İsra: 82). Ondaki mücmel ve müteşabih âyetler onun değerini azaltmaz; çünkü onlardan da murat edilen kısmen anlaşılmaktadır. Muttaki ism-i faildir, kahu fetteka kökünden gelir. Vikaye korumaktır. O şerîatta ise kendini âhirette zarar verecek şeylerden çeken kimsedir. Bunun da üç derecesi vardır: Birincisi, şirkten uzak durarak kendini ebedî azaptan korumaktır. Şu âyet de bundandır: "Onları takva kelimesinden ayırmadı” (Feth:26). İkincisi, yapma ve terk etme gibi (aktif ve pasif) her türlü günaha götüren şeylerden uzak durmaktır. Hatta bazılarına göre buna küçük günahlar da dahildir. Şerîatta takva denince akla gelen budur. "Eğer kentler halkı îman edip takva gösterselerdi” (Araf: 96) ayetinden de bu kastedilmiştir. Üçüncüsü, sırrını haktan meşgul eden şeyden uzak tutup kendini bütün varlığıyla ona vermektir. Gerçek ve Allah,ü teâlâ’nın: "Allah'tan hakkı ile korkun” (Al-i İmran: 102) ayetinden istenen takva da budur. Burada müttekıler için sözü bu üç manaya da kullanılmıştır. Bil ki, Âyetin üç türlü iraba ihtimali vardır; elif lâm mim Kur'ân'ın veya Sûrenin veyahut onlardan (bu harflerden) oluşan bir şeyin ismi olarak mübteda olur, Zâlike de haberi olur. Her ne kadar onlardan oluşanlardan özel bir durumu olsa da böyledir. Asıl olan daha özelin genele yüklenmemesidir. Zâlike haberdir, çünkü ondan kastedilen mükemmel telif edilmiş, telifinde fesahatin en yüksek derecelerine ve belagatın en yüce mertebelerine varan kitap murat edilmiştir. Kitap da onun sıfatıdır. Elif lâm mim mahzûf mübtedanın haberi, Zâlike de ikinci haber veyahut bedel olur, kitap da sıfatı olur. Reybe meşhur kırâata göre mebnidir, çünkü mahallen mensûb bir manayı içine almaktadır, o da inne gibi amel eden cinsi nefiy manasında kullanılan lâ’nın ismidir. Zira nefiy olarak onun zıddıdır, hep isimlerin başında bulunur. Ebuşşa'sa'nın kırâatında ise leyse manasına kullanılan lâ'nın haberidir, merfû’dur, takdim edilmemiştir. Ama "lâ fîha ğavlün” (Saffat:47) âyetinde haber takdim edilmiştir. Çünkü burada Kur'ân'da olduğu gibi diğer kitaplardan da şüphenin kalktığı kastedilmemiştir. Müttakiyn kelimesi ise haberidir. Hüden de hâl olarak mensûbtur. Yahut da haber mahzûftur, Meselâ lâ dayra örneğinde olduğu gibi. Bunun içindir ki, reybe üzerinde vakfedilir. Böylece fihi de nekire olduğu için mukaddem haber olur. Takdiri de, lâ reybe fîh, fihi hüden olur. Zâlike mübteda, kitap da haberi olabilir, Mana da şöyledir: Bu öyle mükemmel bir kitaptır ki, kitap ismini hak eder. Yahut kitap sıfat olur, arkası da haberi olur, cümle de elif lâm mim'in haberi olur. Yahut elif lâm mim mahzûf mübtedanın haberi olur. En iyisi şöyle demektir: Bunlar dört cümledir, birbiriyle uyumludur, arkadaki önden geçeni pekiştirir. Bunun içindir ki, aralarına atıf edâtı girmemiştir. Bu durumda elif lâm mim bir cümledir, meydan okunan Kur'ân da kendi konuşmalarında geçen harflerden oluşmuştur. Zâlikel kitab ikinci cümledir, meydan okunan tarafı açıklamaktadır. Lâ reybe fîh de üçüncü cümledir, onun gayet mükemmel olduğuna şahitlik eder. Sonra da onda şüphe olmamakla mükemmelliği tescil edilmiştir, zira hak ve yakinden daha üstün bir kemal yoktur. Hüden lilmüttakiyn de şüphenin onun yanına yaklaşmayacak şekilde hak olduğunu gösteren dördüncü cümledir. Çünkü o mü'minler için hidâyet kaynağıdır. Ya da bunlardan her biri delilin medlula bağlı olduğu gibi birbirine bağlıdır. Bunun açıklaması da şöyledir: Önce onun kendi konuşmaları cinsinden bir kelâm olduğu hâlde onun benzerini getirmekten aciz kaldıklarını bildirince bundan onun gayet mükemmel bir kitap olduğu sonucu çıktı. Bundan da şüphenin ona yaklaşamayacağı lâzım geldi. Böyle olan da kesin şekilde müttekıler için hidâyettir. Bunlardan her birinde ince bir nükte vardır; Birincisinde hazif ve illeti göstermekle beraber remiz vardır. İkincisinde marifeliğin azameti vardır. Üçüncüsünde bâtılı akla getirme korkusundan zarf tehir edilmiştir. Dördüncüsünde hazif ve aynı zamanda mübalağa için mastarla niteleme vardır. Hüden'in nekire olması ta'zîm içindir. hidâyetin müttekılere tahsis edilmesi de sonuç itibarı iledir. Takvaya yaklaşânın da müttaki sayılması icaz ve şânını yüceltmek içindir. |
﴾ 2 ﴿