6

 Şüphe yok ki, kâfir olanları uyarsan da uyarmasan da birdir; îman etmezler.

"İnnellezine keferu” hâs kullarını ve seçkin evliyalarını onları hidâyet ve kurtuluşa ehil kılacak sıfatlarıyla zikredince, arkasından onlara hidâyetin fayda vermeyeceği ve âyet ve uyarıların kâr etmeyeceği azgın ve ifritlerden bahsetti. Bunların kıssalarını mü'minlerin kıssalarına atfetmedi; hâlbuki:

"Şüphesiz iyiler cennettedir; kötüler de cehennemdedir” (İnfitar: 13,14) âyetlerinde atfetmiştir; çünkü ikisinin maksatları farklıdır. Zira birincisi kitabı zikretmek ve durumunu açıklamak için sevk edilmiştir; ötekisi İse inatlarını açıklamak ve sapıklığa bocalamasına atılmalarını şerh etmek için sevk edilmiştir.

"Înne” fiile benzeyen harflerdendir; bunlar; harflerinin sayısında, feth üzere mebni olmada, isimlerden ayrılmamada, manalarını vermede ve özellikle iki isme dahil olmada geçişli fiile benzerler. Bunun içindir ki, fiilin fer'î amelini yaparlar; o da birinci cüzü nasb etmek ve ötekisini ref etmektir. Bundan maksat fer'î amelde ona katıldığını bildirmektir.

Kûfe dil bilginleri: Haber bu harfler dahil olmadan önce haber olarak Merfû' idi; o bunlar dahil olduktan sonra da durmaktadır ve ref'i icap eden de budur; çünkü eski hâli devam ettirmek lâzımdır. Harf bunu ortadan kaldıramaz, derler. Buna şöyle cevap verilmiştir: Haber olmanın merfuluğu gerekli kılmasının şartı tecerrüttür (âmilden soyut olmaktır). Çünkü bu durum kâne'nin haberinde gerçekleşmemektedir. Kâne girmekle ortadan kalkmıştır; böylece harfin amel etmesi kendini göstermiştir.

Onun (harfin) faydası ise nisbeti te'kit edip pekiştirmektir. Bunun içindir ki, hemen kasemden sonra ve cevapların başında getirilir. Ve şüphe durumunda zikredilir; Meselâ Zülkarneyn kıssasında (gerçekten biz ona yeryüzünde imkân verdik) (Kehf: 83, 84) âyetlerinde olduğu gibi. Şu da öyledir (Mûsa: Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinden gönderilen bir peygamberim, dedi) (Araf: 7). Müberrid şöyle demiştir: Abdullahi kaimün sözün, onun ayakta durmasını haber vermektedir. İnne abdallahi kaimün ise onun ayakta olup olmadığını sorana cevaptır. İnne abdallahi lekaimün ise onun ayakta olduğunu inkâr edene cevaptır.

Mevsûlun mâ'rife olması (innellezine) ya ahit içindir ki, bundan maksat da belli kişilerdir; Meselâ Ebû Leheb, Ebû Cehil, Velid bin Muğire ve Yahûdî hahamları gibi.

Yahut da cins içindir ki, küfre kesin karar verenleri ve diğerlerim içine alır. Israrcı olmayanları ise müsnedünileyh ile tahsis edilmişlerdir.

Küfr lügatte nimeti örtmektir, aslı feth ile kefr'dir, o da kapatmaktır. Ziraatla uğraşana ve geceye kâfir, çiçeğin çanağına da kâfur, denilmiştir. Şerâitte ise Peygamberin getirdiği zorunlu olarak bilineni inkâr etmektir. Kalensüve (şapka, fötr) giymek, bele zünnar kuşanmak ve benzerleri niçin küfür sayılmıştır; çünkü onlar da inkârı gösterir. Zira Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i tasdik eden kimse ona açıktan cesaret edemez. Yoksa bunlar bizzat küfür değildir.

Mu'tezile Kur'ân'da mâzi siygasıyla geçmesini onun hâdis (sonradan) olduğuna delil saymışlardır. Çünkü bu, haber verilen şeyin daha önce geçmesini gerekli kılar. Buna şöyle cevap verilmiştir: O kelâma taallukun iktizasıdır, onun hadis olması ise kelâmın da hadis olmasını gerektirmez, meselâ ilimde olduğu gibi.

"Sevâün aleyhim eenzertehüm emlem tünzirhüm". İnne'nin haberidir. Sevâün de isimdir, istiva manasınadır. Sonradan mastar gibi sıfat olarak kullanılmıştır. Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye (sevâin) gelin” (Âl-i İmran: 64). "Sevâün aleyhim” inne'nin haberi olarak merfû’dur, arkası da onun fâili olarak merfû’dur. Sanki şöyle denilmiştir: İnnellezine keferu müstevin aleyhim inzarüke ve ademuhu (kâfirleri korkutman da korkutmaman da onlara birdir).

Ya damaba'di'nin haberi olarak merfû’dur. O zaman mana: İnzarüke ve ademuhu siyyani aleyhim şeklinde olur.

Fiile haber vermek tipik fiil olarak câiz değildir. Ama fiil ıtlak edilir de ondan lâfız yahut geniş tutularak zımnen anlaşılan hades murat edilirse o, izafette ve isnatta isim gibidir. Meselâ şuralarda olduğu gibi: (Onlara: îman edin denildiği zaman) (Bakara: 13) ve "yevme yenfa'us-sâdıkıyne sıdkuhum” (Maide: 119). Şu atasözü de öyledir:

 (Muaydi'yi duyman görmenden daha hayırlıdır).

Burada mastardan fiile geçilmesi yenilemeyi akla getirmesi içindir. Başına hemze ile em'in getirilmesi de istiva manasını te'kit ve tesbit ettiği için güzel olmuştur. Çünkü o ikisi istivanın hatırı için istifham manasından soyutlanmışlardır. Nitekim nida harfi de sırf tahsis ifade etmesi için "Allahümmağfir lena eyyetühel isâbetükavlinde münadanın talebinden soyutlanmıştır.

İnzar korkutmaktır, onunla Allah'ın azabından korkutmak istenilmiştir. Onunla yetinilip müjdeden bahsedilmemiştir; çünkü bu kalbe daha çok etki ve nefse de daha çok tesir eder; şu açıdan ki, zararı def etmek yararı temin etmekten daha önemlidir. Bu onlara tesir etmiyorsa müjde hiç etmeyecektir.

İki hemzeyi koruyarak eenzertehüm şeklinde okunmuştur, ikincisini elifle hemze arasında belli belirsiz ederek de okunmuştur. Onu elife kalb etmek ise hatadır, çünkü harekeli hemze elife kalb olmaz. Bir de o arkadan sâkin harf gelmemesine rağmen iki sakinin cem'ine götürür. İki hemzenin arasına gerçek elif koymakla ve onu araya sokup ikincisini belli belirsiz yapmakla da okunmuştur. İstifhamı hazf edip harekesini bir öncesine atmakla da okunmuştur (bunlar ancak bir tecvid ustasından talim edilerek okunur).

"La yü'minun” yukarıda kapalı olarak geçen eşitliği açıklayan bir cümledir, iraptan mahalli yoktur.

Ya da (hüm zamirini) te'kit eden hâl’dir ya da ondan bedeldir.

Yahut da inne'nin haberidir, ondan önceki cümle de (îman etmeyecekleri) hükmünün illetidir.

Takat getirilmeyecek şeylerin de teklif edileceğini iddia edenler bu âyeti delil getirmişlerdir. Çünkü Allahü teâlâ îman etmeyeceklerini haber verdiği hâlde îman etmelerini emretmiştir. Eğer îman ederlerse onun haberi yalan olur; îmanları îman etmeyeceklerine dâir îmanı da içine alacağından iki zıt birleşmiş olur. Gerçek şudur ki, imkânsızı teklif etmek her ne kadar aklen câiz ise de gerçekte böyle bir şey lmamıştır. Zira hükümlerde maksat aranmaz, hele emri yerine getirmede hiç aranmaz. Ancak araştırıldığı takdirde böyle bir şeyin olmadığı görülür. Bir şeyin olacağını veya olmayacağını haber vermek Allah'ın ona gücünün yetmeyeceğini göstermez; Meselâ Allahü teâlâ’nın kendi yaptığını yahut kulun irâdesiyle yaptığını haber vermesi gibi.

Kâr etmeyeceğini bildiği hâlde uyarmanın faydası, onlara karşı delil getirmiş olmak ve Peygamber'e tebliğ faziletini vermektir. Bunun içindir ki: Onlara eşittir, demiş de, sana eşittir, dememiştir. Nitekim putperestlere de:

"Onlara seslenseniz de sussanız da birdir” (Araf: 193) buyurmuştur.

Âyette gâipten haber verme de vardır, eğer ism-i mevsûlla belli şahıslar kastedilirse. Bu da mu'cizedir (onlar îman etmezler, dedi, ölünceye kadar da îman etmediler).

6 ﴿