21Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Habbinize ibâdet edin ki, takvaa saahibi olasınız. "Ey insanlar, Rabbinize ibâdet edin". Mükelleflerin fırkalarım sayıp da özellerini ve işlerinin sonuçlarını zikredince, kalıp değiştirerek onlara hitap etti, bundan maksat da dinleyiciyi sarsmak, harekete geçirmek ve ibâdet işine önem vermektir. Onu büyütmek ve hitap zevki ile ibâdet külfetini azaltmaktır. "Ya” nida edatıdır, uzağa seslenmek için konulmuştur. Bazen uzak yerine konularak yakına da hitap edilir, bu da ya onun azametinden dolayı olur, Meselâ dua edenin: Ya Rabbi, ya Allah, demesi gibi. Hâlbuki Allah kuluna şahdamarından daha yakındır. Ya da seslendiği kimsenin gafletinden, kötü anlayışından dolayı böyle yapar. Yahut da dua edilene önem verdiği veyahut ona daha çok çevirmek için yapar. Ya edâtı, nida edilenle beraber tam cümle teşkil eder. Çünkü o, fiilin yerine geçmiştir. Eyyü ise elif lâm ile mâ'rife olana ulaşmak için konulmuştur. Çünkü o hâliyle başına ya'nın gelmesi imkansızdır. Aksi takdirde iki harf-i tarif birleşmiş olur. Çünkü ikisi de eşittir. Eyyü'ye münadanın hükmü verildi ve açıklayıcı sıfatı olarak nida ile kastedilen şeyin yerine konuldu. Aralarına tembih he'si sokuşturuldu, bu da te'kit içindir ve muzâfunileyhten hak ettiğini karşılamak içindir (eyyühüma ve eyyühüm gibi). Kur'ân-ı Kerîm'de bu tip nidanın çok olması, içinde te'kit türlerini barındırdığı içindir. Allahü teâlâ’nın, kullarına en etkili ve en beliğ tarzda nida ettiği şeyler bunu hak etmiştir; çünkü onlar büyük şeylerdir, fark edilmek onların hakkıdır, ancak insanların çoğu bundan gâfillerdir. Bu itibarla cemiler, cemi isimleri ve elif lâmla mâ'rife olanlar nida edilir. Çünkü bunlar geneldir, ahd için değildir. Bunlardan istisnanın doğru olması ve genellik ifade eden şeylerle te'kit edilmeleri de bunu gösterir. Meselâ Allahü teâlâ’nın "fesecedel Melâiketü küllühüm ecmeun” (Hicr: 30) âyeti gibi. Ashâbın bunların genelliği ile şayi ve yaygın olarak delil getirmeleri de bunu gösterir. (Ey insanlar) tabiri âyet inerken var olanları da sonradan olacakları da içine alır. Çünkü tevatüren sabittir ki, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem'in hitabı ve getirdiği hükümler her ikisini de içine almaktadır, kıyâmete kadar geçerlidir. Ancak belli delillerle istisna edilenler hariç. Alkame ile Hasen'den, ey insanlar, diye inen bütün âyetler Mekkî'dir ve, ey îman edenler, diye başlayanlar da Medeni'dir, diye gelen rivâyet, eğer Merfû' olarak sahih ise, bu çağrının kâfirlere hâs olduğunu da ibâdetle memur olduklarını da icap etmez. Çünkü emredilen şey ibâdete başlama ile gittikçe artırma ve ona devam etme arasında müşterektir. Binâenaleyh kâfirlerden istenen önce Allah'ı tanıma ve onu ikrar etmeden sonra ibâdete başlamaktır. Çünkü bir şey vâcip ise onu tamamlayan şeyler de vâciptir. Meselâ abdestsizlik nasıl namazın vâcip olmasına mani değilse, kafirlik de ibâdetin vâcip olmasına mani değildir. Aksine onu ortadan kaldırmak ve arkasından da onunla meşgul olmak vâciptir. Mü'minlerden istenen de bunu artırmaları ve üzerinde sebat etmeleridir. "Rabbinize” demesi de ibâdeti hak ettiren şeyin Rablik olduğunu göstermek içindir. (Sizi yaratan) bu da ta'zîm ve sebep bildirmek için dolaylı sıfattır. Kayıt olma ihtimali de vardır, hitap özellikle müşrikleredir, Rabb'ten de genel olarak hem gerçek Rabb hem de onların Rabb dedikleri şeyler kastedilirse. Yaratmak bir şeyi tasarlayarak ve düzgün şekilde icat etmektir. Aslı takdirdir, hafakan na'le denir ki, ayakkabı çiftini takdir edip birbiriyle kıyaslayarak eşit yapmaktır. (Sizden öncekileri de) bu da insandan zât veya zaman itibarı ile önce geçen bütün şeyleri içine alır (rûh, beden, atalar, yer ve gökler gibi). Halekaküm'deki mensûb zamire ma’tûftur. Cümle onların ikrarını dikkate alarak söylenmiştir, çünkü onlar bunu itiraf ediyorlardı, Meselâ şu Âyette olduğu gibi: "Yemin olsun ki, onlara, kendilerini kimin yarattığını sorsan: Elbette: Allah, derler” (Zuhruf: 87). "Yemin olsun ki, onlara, gökleri ve yeri kim yarattı, diye sorsan, elbette: Allah, derler” (Lokman: 25). Ya da az bir düşünme ile bunu bilme imkânları vardır. Men kableküm şeklinde de okunmuştur, bu da te'kit için birinci mevsûlle sılası arasına ikinci mevsûl sokuşturma ile olmuştur. Nitekim Şâir Cerir de böyle bir şey yapmıştır: Ya Teyme Teyme Adiyyin, lâ eba lekümu (Ey Teym Teym Adi oğulları, babasızlar!) Birinci Teym ile ona izafe edilen şey arasına bunu sokuşturmuştur. (Takvâa sâhibi olasınız diye). Bu da u'budû'daki zamirden hâl’dir, sanki şöyle buyurmuştur: Rabbinize ibâdet edin, Allahü teâlâ’nın komşuluğuna götüren hidâyet ve felahı kazanan müttekılerin yoluna gidesiniz diye. Böylece takvanın saliklerin son dereceleri olduğuna dikkat çekmiştir. O da Allahü teâlâ'dan başka her şeyden el çekerek Allah'a iltica etmektir. Şuna da dikkat çekmiştir ki, âbit kimse ibâdetinden gurur duymamalıdır, korku ile ümit arasında olmalıdır. Nitekim: "Rablerine korkarak ve ümit ederek dua ederler” (Secde: 16) buyurmuştur. "Yani rahmetini umar ve azabından korkarlar". (İsra:87) (Lealleküm tettekun) ya da halekamü'ün mef'ûlünden hâl’dir ve ona atfedilmiştir. Mana da şöyledir: O sizi ve sizden öncekileri takva gösterecek bir surette yarattı, çünkü ona götürecek birçok sebepler hazırlamıştır. Burada lâfız ve mana olarak genellikle muhatap kullanmıştır, bu da hepsini kastederek yapılmıştır. Şöyle de denilmiştir: Bu takva sizi yaratmasının sebebidir, nitekim Allahü teâlâ: "Cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etmeleri için yarattım” (Zariyat: 56) buyurmuştur. Bu ise zayıftır, çünkü lügat buna müsait değildir. Âyet şunu gösterir ki, Allahü teâlâ'yı bilmenin, birliğini anlamanın ve ibâdeti hak ettiğini öğrenmenin yolu, yaptıklarına bakmaktır ve işlerini delil getirmektir. Âyet şunu da göstermektedir ki, kul ona ibâdet etmekle sevabı hak etmez, çünkü sevap ona daha önce verdiği birçok nimetlere şükür olduğundan o, ücretini işten önce alan işçi gibi olmuştur. |
﴾ 21 ﴿