22O Rabb ki, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina yaptı. Gökten bir su indirdi de onunla meyvelerden sizin için rızık çıkardı. Öyleyse bilip dururken Allah'a eşler koşmayın. (O ki, yeryüzünü size bir döşek yaptı) (Rebbeküm’ün) ikinci sıfatıdır yahut mensûb veya Merfû' metihtir yahut mübteda’dır, haberi de felatec'alu'dur. Ceale ef'al-i âmme'dendir, üç yönü vardır; sâra ve tafika manasına gelir, mef'ûl almaz, şu beyitte olduğu gibi: Süheyl oğullarının genç develeri kalabalık Sürüdedir ve otlakları yakındır. Evcede manasına gelir ve bir mef'ûl alır, "cealez zulümati ven-nur” (En'âm: 1) âyetinde olduğu gibi. Sayyere (değiştirmek) manasına gelir ve iki mef'ûl alır, "ceale lekümül arda firaşen” (Bakara:22) kavlinde olduğu gibi. Değiştirmek bazen eylemle olur, bazen sözle bazen de akitle (bağıtla) olur. Yeri döşek yapmasının manası şudur: Bazı taraflarını sudan uzak yapmıştır, hâlbuki suyun karakteri yeri kuşatmaktır. Ve onu yani yeri orta sertlikte ve lâtif (hoş) olarak yaratmıştır, böylelikle serili döşek gibi üzerinde oturmaya ve uyumaya elverişli olmuştur. Bu da onun düz olmasını gerektirmez, çünkü küre hacmi büyük olunca düz olmasına mani teşkil etmez. (Göğü de bir bina yaptı) üzerinize kubbe gibi çattı. Sema (gök) cins ismidir, teke de çoğa da denir, Meselâ dirhem ve dinar gibi. Semae'nin çoğulu olduğu da söylenmiştir. Bina mastardır, yapı manasınadır, ister ev ister dam ister kubbe isterse çadır gibi olsun. Bena ale imreetihi de bundan gelir, çünkü evlenirken geline yeni bir çadır kurarlardı. "Ve enzele minessami maen feahrece bihi mines semerati rizkan leküm” ceale'nin üzerine ma’tûftur. Meyvelerin çıkması Allah'ın dilemesi iledir, ancak toprakla karışan su çıkmasına sebep ve onun için madde (asıl) olmuştur, tıpkı meninin canlı için madde olması gibi. Bunu da o ikisinden oluşan maddeye meyvelerin şekillerini ve tatlarını vermekle yaptı. Ya da suya aktif bir kuvvet, toprağa da pasif bir kuvvet vermekle yaptı ki, bu ikisinin birleşmesinden çeşitli meyveler çıktı. O (Allah) eşyayı sebepsiz ve maddesiz de icat etmeye kâdirdir, nitekim sebeplerin ve maddelerin zâtını yaratmıştır, ancak onları hikmeti gereği yavaş yavaş hâlden hâle geçerek yaratmasında öyle sanatlar ve hikmetler vardır ki, bunlar basireti olanlara ibretler ve büyük kudreti karşısında hayranlık verir ki, bunlar bir seferde yapmasında bulunmaz. İlk min edâtı ibtida (başlangıç) içindir, ister semadan bulut murat edilsin, çünkü üstündeki her şey semadır isterse gök (çark) murat edilsin. Çünkü yağmur gökten başlar buluta gelir, ondan da yere varır, nitekim bunlar açıkça görülmektedir. Ya da yağmur gökteki bazı sebeplerle oluşur ki, bunlar yerin derinliklerindeki rutubeti hava boşluğuna taşır, ondan da yağmur getiren bulut oluşur. İkinci min de parça bildiren edattır, delili de "onunla meyveler çıkardık” kavli ile iki nekire lâfızların yani maen ile rizkan lâfızlarının onu kuşatmış olmasıdır. Sanki şöyle buyurmuştur: Gökten biraz su indirdik, onunla biraz meyveler çıkardık ki, size azıcık rızık olsun. Gerçek de bunu göstermektedir; çünkü gökten suyun hepsini indirmemiştir, bütün meyveleri çıkarmamıştır ve bütün azıkları da meyve yapmamıştır. Ya da min açıklama edatıdır, rizkan da merzuk manasına mef uldür: Enfaktü mined derahimi elfen (bir dirhem harcadım) sözündeki gibi. Neden essemerat diye mâ'rife getirdi, hâlbuki burası çoğul yeridir, çünkü meyvelerden erdeket semeretü bustanihi (bahçesinin meyvesi yetişti) sözündeki kalabalık meyve kastedilmiştir. Tekil olarak mines semereti okuyanın kırâati da bunu destekler ya da (azlık ve çokluk bildiren) cemiler birbirinin yerine kullanılır, Meselâ: "Nice bahçeler ve pınarlar bıraktılar” (Dukan: 25) ve "Üç kuru'“ (Bakara: 228) âyetlerinde olduğu gibi (çoklukken azlık yerinde kullanılmıştır). Ya da elif lâmlı olduğu için azlık sınırından çıkmıştır. Leküm de rizkan'ın sıfatıdır, eğer ondan merzuk manası kastedilirse ve mef'ûlunleh'tir, eğer ondan mastar kastedilirse. O zaman rizkan iyyaküm demek olur. (Allah'a eşler koşmayın). U'budu'ya bağlıdır, nehiydir ona ma’tûftur ya da nefiydir, gizli in ile mensûbtur, onun cevabıdır ya da lealle'ye mütealliktir, o zaman tec'alu lâfzı "lealli ebluğul esbabe esbabes semavati” (Ğafîr: 36, 37) ayetindeki gibi mensûb olur. Bu durumda ettalia altı isme katılmış olur, çünkü bunlar gayri mucep kelâmda ortaktırlar. Mana da: Allah'a eşler koşmayın, şeklinde olur. Ya da bu cümle ceale leküm lâfzına mütealliktir, eğer yeni cümle başı kabul edilirse. O zaman nehiy olur ve lâ tecalu lâfzı murat edilerek haber düşer. Fe de sebep içindir, mübtedâ'da şart manası bulunduğu için getirilmiştir. Mana da şöyledir: Sizi bu değerli nimetler ve büyük âyetlerle kuşatan zata şirk koşmanız yaraşmaz. Nid de rekabet eden eş (denk) manasınadır, Cerir şöyle demiştir: Teym'i bana denk mi sayıyorsunuz? Teymler soylu kimseye denk olmaz. Nedde nududen deyiminden gelir ki, ürkmek manasınadır. Nadettür recüle de muhalefet etmektir. Zât itibarı ile muhalefet edene denilmiştir, nitekim kâdir ve kıymet itibarı ile muhalefet edene de denir. Neden müşriklerin Allah'tan başka taptıkları şeylere "eşler, ortaklar” denilmiştir, hâlbuki onların ne zatında ortak olduğunu ne de fiillerinde ona muhalefet ettiğini iddia etmemişlerdi? Zira Onlar Allah'a ibâdeti terk edip de onlara ilâhlar adını verince, bunların hâli Allah'tan gelecek belâyı def edeceğine ve onlara Allah'ın istemediği hayrı vereceğine inanan kimselerin hâline benzedi. Eş koşulmayacak birine eş koştukları için de onlarla alay etti ve onları ayıpladı. Bunun içindir ki, Cahiliye muvahhidi Zeyd bin Nüfeyl şöyle demiştir: Bir tek Rabbe mi itâat edeyim yoksa bin Rabbe mi İşler taksim edildiği zaman? Lat ile Uzza'yı, ikisini de terk ettim, Basireti olan adam da böyle yapar. (Siz bilip dururken). Felâ tec'alu'nûn zamirinden hâl’dir, ta'lemune'nin mef'ûlü de atılmıştır, Mana da şöyledir: Sizler ilim adamları ve ileri görüş sahipleri olduğunuz hâlde eğer azıcık düşünse idiniz, aklınız sizi bu mümkün şeyleri var eden, varlığı zorunlu, yüce ve mahluklara benzemeyen bir zata götürürdü. Ya da ta'lemun'un mef'ûlü mukadderdir, o da kimsenin ona denk olmaması ve onun yaptığım yapamamasıdır. Şu âyet de öyledir: "Ortaklarınızdan bunlardan bir şey yapan var mı?” (Rum: 40). Buna göre bundan maksat azarlama ve kınamadır, hükmü kayıtlamak ve ona hasr etmek değildir. Zira cahille âlim teklifte eşittir. Bil ki, iki Âyetin esprisi, Allah'a ibâdeti emretmektir, ona şirk koşmaktan men etmektir ve illet ve gerekçesine işâret etmektir. Bunun açıklaması da şöyledir: Allah ibâdet emrini Rabb sıfatına dayadı, bundan da onun illet olduğunu andırmak istedi. Sonra da Rabliğini şöyle açıkladı; çünkü o onların yaratıcısıdır ve yaşamlarında onları taşıyacak, gölgelendirecek, yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaç duydukları şeylerin yaratıcısıdır. Zira Âyette geçen semere yiyecek ve rızıktan daha geniştir, rızık da yiyecek ve içecekten daha kapsamlıdır. Sonra ondan başkasının güç yetiremeyeceği bu şeyler Allahü teâlâ’nın birliğine şâhit olduğu için ona şirk koşma yasağını buna dayandırdı. Belki de Cenab-ı Allah zahirin göstermesiyle ve sözün de o konuda olmasıyla insanın yaratılışına, ona bol bol verdiği mana ve sıfatlara temsil yolu ile işâret etmiştir. Meselâ bedeni yere, nefsi göğe ve aklı suya benzetmiştir. Ona taşacak şekilde verdiği bilimsel faziletleri ve meydana gelen nazariyeleri duyular için aklı kullanmaya benzetmiştir. Ruhsal ve bedensel kuvvetlerin sarmaş dolaş olmasını da irâde sâhibi yaratıcının kudretiyle aktif semâvî ve pasif yerel güçlerin birleşmesinden doğan meyveye benzetmiştir. Çünkü her Âyetin bir dışı ve bir içi vardır, her ucun da bir çıkacak ve bakacak yeri vardır. |
﴾ 22 ﴿