29O ki, yeryüzünde ne varsa, hepsini sizin için yaratmış, sonra da göğe yönelmiş; onları yedi kat olarak düzenlemiştir. O her şeyi hakkıyla bilir. "O ki, yeryüzünde ne varsa, hepsini sizin için yarattı". Bu da birinciye bağlı başka bir nimetin açıklamasıdır. Çünkü onları canlı ve güçlü yarattı, bunu da arka arkaya yaptı. Bu da yaşamlarını sürdürmeleri ve geçimlerini temin etmeleri için gerekli olan şeyleri yaratmasıdır. "Sizin için” ifadesinin manası sizin hatırınız ve dünyada yararlanmanız için demektir. Çünkü onları dolaylı veya direkt olarak bedenlerinizin menfaati için ve bunları delil getirerek ibret almak ve âhiret zevk ve acılarını tanımak için yarattı. Yoksa başka bir maksatla değil. Çünkü bir maksatla yapan kendini onunla tamamlar. Bunlar fiilin sonu ve neticesi olması bakımından maksada benzer. Bu da yararlı şeyleri mubah kılmasını gerektirir ve bazılarının geçici sebeplerle bazı kimselere tahsisini de men etmez (Meselâ satın alma gibi). Bu her şeyin herkes için olduğunu gösterir, yoksa her biri bunlardan her birini alır demek değildir. Mâ edâtı yerdeki her şeyi kaplar, yerin kendisini kaplamaz. Ancak yerden aşağı taraf manası anlaşılırsa öyle olur, Meselâ gökten de yukarı taraf manası anlaşılması gibi. Cemian da ikinci Mevsûldan hâl’dir. "Sonra göğe yöneldi". Kendi irâdesiyle ona yöneldi, demektir. İsteva ileyhi kessehmi (onu ok gibi hedef aldı) sözünden gelmektedir. Sağa sola sapmadan bir şeyi hedef almaktır. İstivanın aslı eşitlik istemektir. İtidale (dengeye) denilmesi de eşyaların eşit konulmasındandır. Onun (istivanın) denge için kullanılması mümkün değildir, çünkü o cisimlere hâs bir şeydir. Şöyle de denilmiştir: İsteva, istila etmek ve sahip olmaktır. Şâir şöyle demiştir: Bîşr Irak'ı istiva (istila) etti Kılıç çekmeden ve kan akıtmadan Birincisi kelimenin aslına, geçişlilik edâtı olan sıla'ya (ilâ'ya) ve fe ile temin edilen eşitliğe daha uygundur. Gökten maksat ya bu gördüğümüz yüksek cirimler (hacimli nesnelerdir ya da yukarı taraftır. Sümme edâtı ise belki de iki yaratmanın arasındaki farkı göstermek ve göğün yaratılışım yerin yaratılışına üstün kılmak içindir. Meselâ: "Sonra îman edenlerden oldu” (Beled: 17) kavli gibi. Sümme vakit bakımından sonra olması için değildir. Çünkü bu, Allahü teâlâ’nın: "Yeri de bundan sonra yaydı” (Naziat; 30) ayetine aykırıdır. Zira bu, ondaki şeylerin yaratılmasından önce yerin göklerin yaratılmasından ve tesviye edilmesinden sonra olduğunu gösterir. Ancak beriki Âyette ard lâfzını nasb edecek gizli bir fiil takdir ederek dehaha ile başlaman hariç. Ona da (fiile de) "eentüm eşeddü halkan” (Naziat: 27) âyeti işâret etmektir, Meselâ taarrefil arda ve tedebber emreha bade zalik (bundan sonra yeri tam ve durumunu düşün) gizli fiili gibi. Bu da zahire pek uymamaktadır. (Onları düzenledi). Doğrulttu ve eğrilik ve çatlaktan masun kıldı (korudu). Hünhe zamiri sema'ya râcidir, eğer sema cirimlerle (maddî cisim) tefsir edilirse. Çünkü sema cemidir yahut cemi manasındadır. Yoksa hünne zamiri müphemdir, arkasındaki onu tefsir etmektedir, Meselâ: Rübbehu recülen gibi. "Seb'a semavatin” zamirden bedeldir yahut temyizdir veyahut tefsirdir. Eğer: Gökbilimciler dokuz felek tespit ettiler, denilirse? Ben de şöyle derim: Onların dedikleri şüphelidir, eğer doğru bile olsa âyet bundan fazlasını reddetmiş değildir. Kaldı ki, onlara Arş ile Kürsi de ilave edilirse, ihtilâf kalmaz. "O her şeyi hakkıyla bilendir". Bunda illet bildirme vardır, sanki, bütün eşyanın aslım bildiği için yarattığı şeyleri böyle en mükemmel minval üzere ve en yararlı şekilde yaratmıştır, buyurmuştur. Bunda şuna da delil vardır: Kimin işi bu acayip tarzda ve bu ince tertipte olursa o her şeyi hakkıyla bilir. Çünkü işleri sağlam yapmak ve en güzel ve en yararlı şekilde ortaya koymak ancak bilen, hikmet sâhibi ve çok merhametli birinden düşünülebilir. Ve bunda (her şeyi bilir ifadesinde) akıllara gelen şu şüpheyi izale vardır: Bedenler dağıldıktan, parçalara ayrıldıktan ve kendilerine münasip şeylerle birleştikten (toprak ve hava olduktan) sonra her bedenin cüzleri hiçbir şeyi hariçte kalmamak ve kendinden olmayan hiçbir şey na ilave edilememek üzere nasıl birleşir de eskisi gibi tekrar edilebilir? Bunun bir benzeri de: "O her yaratmayı çok iyi bilir” (Yasin: 79) ayetidir. Bil ki, haşrin doğruluğu üç öncül üzerine dayanmıştır, bu iki Âyette de delil getirilmiştir: Birincisi şudur: Bedenlerin maddeleri toplanmaya ve hayata müsaittir. Bu delile "sizler ölüler idiniz de sizi diriltti, sonra da sizi öldürecek” (Bakara: 28) kavli işâret etmektedir. Çünkü ayrılma, birleşme, ölüm ve hayatın arka arkaya gelmesi bedenlerin bu gibi şeyleri bizzat kabul ettiğini gösterir. Bizzat olan şey de zeval ve değişime uğramaz. İkincisi ve üçüncüsü de şudur: Çünkü Allahü teâlâ bunları ve yerlerini bilmektedir, onları toplamaya ve diriltmeye kâdirdir. Bunları isbat yönüne şöyle işâret etmiştir: Allahü teâlâ onları başlatmaya ve yaratılışta onlardan daha büyük ve sanat değeri daha yüksek olanları da başlatmaya kâdir olduğuna göre bunları tekrar etmeye ve canlandırmaya haydi haydi kâdir olur. Ve Allah,ü teâlâ yarattığı şeyleri pürüzsüz, muhkem, dengeli olarak yaratmış, kullarının maslahatlarını gözetmiş ve ihtiyaçlarını görmüştür. Bu da ilminin sonsuzluğuna ve hikmetinin mükemmelliğine delildir. Onun kudreti büyük ve hikmeti incedir. Nâfi', Ebû Amr ve Kisâî fehüve ve vehüve gibi zamirleri adud'e benzeterek ortası sâkin olarak okumuşlardır. |
﴾ 29 ﴿