34

Hani meleklere; "Âdem'e secde edin” demiştik de onlar da, İblis hariç secde etmişlerdi. O ise diretti, kibir tasladı ve kâfirlerden oldu.

 (Hani meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik). Onlara isimleri haber verip de bilmediklerini öğretince, Allah ona secde etmelerini emretti; bu da üstünlüğünü kabul etmek, hakkını vermek ve o dedikleri şeyden dolayı özür dilemek içindi.

Şöyle de denilmiştir: Bunu onlara Âdem'in yaratılışını tesviye etmeden (tamamlamadan) önce emretti, çünkü Allahü teâlâ:

"Onu tesviye edip de ona ruhumdan üfürünce ona secdeye kapanın” (Hicr: 29, Sad: 72) buyurmuştur. Bu da onları imtihan etmek ve Âdem'in üstünlüğünü göstermek içindi.

Atıf harfi zarfı (ve iz kulna lilMelâiketis cudu kavlini) zarfa (veiz kâle rabbüke lilMelâiketi) ye atfeder, eğer onu (geçen zarfı) gizli bir fiille nasb edersen. Yoksa onu onda âmil olarak takdir edilen şeyle (Kâlû ile) geçen cümleye atfeder, belki de kıssayı tümüyle öteki kıssaya atfeder. Bu da onlara karşı saydığı dördüncü nimettir. Secde aslında huzurla birlikte zület göstermektir. Şâir şöyle demiştir:

Orada tepelerin atların ayaklarına secde ettiğini görürsün.

Başka bir şâir de şöyle demiştir:

Kadınlar deveye: Leyla için secde et, dediler; o da secde etti.

Yani deveye başını eğ, Leyla binsin, demek istediler.

Şerîatte ise secde ibâdet kasdı ile alnı yere koymaktır, emredilen secde de budur. Şer'i manasına gelince, gerçekte secde edilen Allahü teâlâ'dır, Âdem secdeleri için kıble yapılmıştır. Bu da şânım yüceltmek içindir.

Ya da Âdem secdenin vâcip olması için sebep kılınmıştır. Sanki Allahü teâlâ onu eşsiz şeylere hatta bütün varlıklara örnek olarak ve rûhânî ve cismani alemde bulunanlara bir nüsha, melekler için de kendilerine takdir edilen kemalata ulaşmak için bir araç, Âdem'le aralarındaki mertebe ve derece farklarının açığa çıkması için bir temas noktası olarak yaratınca, onda gördükleri büyük kudrete ve parlak âyetlere baş eğmek ve onun aracılığı ile kendilerine verdiği nimetlere şükretmek için ona secdeyi emretti. LüMelâiketi'deki lâm Hassan radıyallahü anh'in şu sözündeki lâm gibidir:

O kıblenize ilk namaz kılan ve insanların

Kur'ân ve sünneti en iyi tanıyanı değil midir?

Burada lâm ilâ manasına kullanılmıştır.

Ya da şu Âyetteki lâm gibidir:

"Namazı güneşin kayması vaktinde (zevalde) kıl” (Isra: 87). (Lâm burada da vakit manasına kullanılmıştır).

(Meleklerin) secdesinin lügat manasına gelince o da Âdem'e armağan olarak ve ta'zîm etmek için eğilmeleridir, tıpkı Yûsuf'un kardeşlerinin ona secde etmeleri gibi.

Ya da secdenin diğer lügat manası, meleklerin âdemoğullarmın geçimlerini temin eden ve kemalatlarını tamamlayan şeyin meydana gelmesi için çalışarak zillet gösterip itâat etmektir.

Secde etmekle memur olanlar meleklerin tamamı mıdır yoksa bir kısmı mıdır, bu da yukarıda geçmiştir.

"Onlar da İblis hariç secde etmişlerdi". İblis kibir taslayarak Rabbine ibâdette Âdem'i aracı olarak kabul etmekten yahut onu ta'zîm edip selamlamaktan veyahut ona hizmet edip kendisi için hayır ve iyilik getirecek şeye çalışmaktan imtina etti. İbâ isteyerek kabul etmemektir, tekebbür de bir adamın kendini başkasından daha büyük görmesidir. İstikbar da yalandan kendini büyük göstermeye çabalamaktır.

"Ve kâfirlerden idi". Yani Allah'ın ilminde böyle idi, yahut onlardan oldu, çünkü Allah'ın Âdem'e secde emrini çirkin bulmuştu. Zira ondan daha üstün olduğuna inanıyordu. Üstün olandan da asta boyun eğmesini ve onu aracı olarak kabul etmesini istemek hoş bir şey değildir. Nitekim:

"Ben ondan daha hayırlıyım” (Sad: 76) sözü de bunu akla getirir; bunu da "Elimle yarattığıma secde etmekten seni ne men etti? Kibir mi tasladın yoksa kendini yüksek görenlerden mi oldun?” (Sad: 75) sözüne cevap olarak söylemişti. (Yalnız vacibi terk etmesiyle kâfir olmadı, emri beğenmediği için kâfir oldu).

Âyet, Âdem'in, kendine secde etmeleri emredilen meleklerden bir yönden de olsa üstün olduğunu ve İblis'in de meleklerden olduğunu gösterir. Aksi takdirde emir onu kapsamaz ve onlardan istisna edilmesi de doğru olmaz.

"İblis hariç, o cinlerden idi” (Kehf:50) ayetiyle buna itiraz edilemez; çünkü onun fiilen cinlerden, tür olarak da meleklerden olması câizdir. Bir de İbn Abbâs şöyle rivâyet etmiştir: Meleklerden öyle bir tür vardır ki, onlar doğum yoluyla çoğalırlar, onlara cin denir, İblis de onlardandır. Onun meleklerden olmadığını iddia eden kimse: Cinnî idi, meleklerin arasında yetişti, etrafında binlerce melek olduğu için onlardan sayıldı, diyebilir.

Yahut da cin de meleklerle birlikte secde etmekle memur olanlardan idi, ancak melekler zikredilince ona ihtiyaç kalmadı. Zira büyüklerin bir kimseye baş eğmek ve onu aracı tutmakla memur oldukları bilinince, bundan küçüklerin de o şeyle memur oldukları anlaşılır.

Fesecedu'daki çoğul zamiri iki bölüme râcidir, sanki: Secde ile memur olanlar secde ettiler, ancak İblis hariç.

Âyet şunu da gösterir ki, melekler genellikle masum olmakla beraber içlerinde masum olmayanlar da vardır. Nitekim insanlarda da masum olanlar bulunmakla beraber genellikle masum değildirler.

Belki meleklerden öyle bir bölüm vardır ki, şeytana bizzat muhâlif değildirler, ancak onlara bazı arızi sebeplerle ve sıfatlarla muhâliftirler; Meselâ insanların ve cinlerin içinde iyilerin de kötülerin de bulunması gibi. İblis de İbn Abbâs'ın dediği gibi bunlardan idi. Bunun içindir ki, hâlinin değişmesi ve yerinden aşağı düşmesi kabul edilmiştir. Nitekim yüce Allah:

"Ancak İblis hariç, cinlerden idi, Rabbinin emri dışına çıktı” (Kehf: 50) ayetiyle buna işâret etmiştir.

Bu nasıl olur ki, melekler nurdan, cinler de nardan (ateşten) yaratılmıştır - çünkü Hazret-i Âişe radıyallahü anha, Efendimiz aleyhisselâm'dan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Melekler nurdan yaratıldı, cinler de yalın ateşten yaratıldı - denilemez. Çünkü bu hadis benim dediğimin temsili gibidir. Zira nurdan maksat ışık saçan cevherdir, nar da öyledir, ancak onun ışığı bulanıktır, dumanla karışıktır, ondan uzak durulması istenmiştir, çünkü çok sıcak ve yakıcıdır. Islah edilir, ışığı süzülürse o da mahza (sırf) nûr olur. Ne zaman bu hâli bozulursa terü taze olarak ilk hâline döner. Gittikçe düşer, sonunda nûru söner, geriye sadece duman kalır. Bu görüş doğruya daha yakın ve uygundur, çünkü nasları birleştirmiştir. Allah en iyi bilir.

Âyetten istifade edilen bazı şeyler de şunlardır: Kibir taslamak çirkindir, insanı küfre götürebilir. Allah'ın emri tutulmalı, sırrını anlamak için derine dalmamalıdır. Emir vücup içindir, Allahü teâlâ’nın kâfir olarak öleceğini bildiği kimse o hâl itibarı ile mü'min ise de gerçek kafirdir, çünkü mühim olan sonuçtur. Şeyhimiz Ebû'l - Hasen el - Eş'arî rahmetüllahi aleyh'in muvafat (ölünceye kadar) dediği tabir bunu ifade etmektedir.

34 ﴿