40Ey İsrâîl oğulları, size lütfettiğim nimetlerimi hatırlayın ve sözümü yerine getirin; ben de sizin sözünüzü yerine getireyim. Yalnız benden korkun. (Ey İsrâîl (İsraiyl) oğulları) yani Ya'kûb'un evlatları demektir. İbn (oğul) bina kökünden gelir, çünkü o babasının binasıdır. Bunun içindir ki, yapılan eşya da yapanını gösterir; Meselâ savaşın babası ve düşüncenin kızı denir. İsrâîl Ya'kûb aleyhisselâm’ın lâkabıdır, manası İbranice'de Allah'ın saf kulu demektir. Abdullah manasına geldiği de söylenmiştir. Ye atılarak İsrâîl, ikisi atılarak İsral ve hemzeyi ye'ye kalb ederek İsrayiyl de denilmiştir. (Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın). Yani onları düşünerek ve şükrünü eda ederek demektir. Nimeti onlara verilenle kayıtlaması şunun içindir, çünkü insan tabiatı itibarı ile kıskançtır. Allah'ın başkalarına verdiği nimeti görünce bu onu kıskançlığa, nankörlüğe ve kızgınlığa sürükler. Eğer Allah'ın kendine verdiği nimete bakarsa, bu onu nimeti sevmeye, hâline râzı olmaya ve şükre sevk eder. Şöyle de denilmiştir: Bundan atalarına verdiği nimeti murat etmiştir, Meselâ Fir'avn'den ve denizde boğulmaktan kurtarması, buzağıya tapmalarından affetmesi gibi. Bundan hayatta olanlara verdiği nimet de murat edilmiştir, denilmiştir, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'in zamanına yetişmeleri gibi. "Üzküru” iddekiru şeklinde de okunmuştur ki, aslı ifteilu (iztekirü) dur. Nimeti de vakf hâlinde ye'nin sükûnu (nimetiy) ve geçiş hâlinde de yenin atılmasıyla okunmuştur. Bu da mâ-kabli meksurye'yi harekelemeyenlerin mezhebidir. "Ve evfu bi ahdî” bana verdiğiniz sözü îman ve itâat ederek yerine getirin, "ben de size verdiğim sözü yerine getireyim” güzel sevap vererek. Ahd ahdi yapana da ahit yapılan şeye de muzâf olur. Belki de birincisi faile muzâftır, ikincisi de mef'ûle muzâftır. Çünkü Allahü teâlâ gözlerinin önüne deliller dikmek ve kitaplar indirmekle onlara ahd (vasiyet) etmiş ve iyiliklerine karşı onlara sevap va'detmiştir. Bu ikisi (îman ve sevap) için geniş bir alan vardır; şöyle ki, bizim göstereceğimiz vefanın ilki kelime-i şehâdet getirmektir, Allah’ınki de kanımızı ve canımızı kurtarmasıdır. Bizim göstereceğimiz son vefa da tevhid denizine dalarak başkasından öte kendimizden geçmektir, Allah'mki de bizi ebedî kavuşmaya nâil eylemesidir. İbn Abbâs radıyallahü anhuma'dan: Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'e tâbi olacağınız sözünü yerine getirin, ben de üzerinizdeki ağır yükleri kaldıracağıma verdiğim sözü yerine getireyim. Ve başkasının: Farzları yerine getirerek ve büyük günahları terk ederek vefa gösterin, ben de bağışlayarak ve sevap vererek size vefa göstereyim. Yahut doğru yola gitmekle vefa gösterin, ben de ikram ve ebedî nimetle vefa göstereyim gibi şeyler aradaki vasıtalara nazarandır (değişik misallerdir). Şöyle de denilmiştir: İki ahd de mef'ûlüne muzâftır, Mana da şöyledir: Siz bana îman etmek, taatime devam etmek gibi verdiğiniz sözü yerine getirin, ben de güzel sevap gibi size verdiğim sözü yerine getireyim. İki ahdin açıklaması Maide sûresinde "Yemin olsun ki, İsrâîl oğullarından sağlam söz almıştık... Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim...” (Maide: 11, 12) âyetlerinde gelecektir. Bu kelime şedde ile üveffi şeklinde de okunmuştur. (Yalnız benden korkun). Yaptığınız ve yapmadığınız şeylerde, özellikle verilen sözü bozmada. Bu kalıp tahsis ifade etmede (yalnız sana ibâdet ederiz) (Fâtiha: 5) ifadesinden daha kuvvetlidir. Çünkü bunda mef'ûlün tekrarıyla beraber kelâmın şart manasını içerdiğini gösteren ceza fe'si de vardır. Sanki şöyle denilmiştir: Eğer bir şeyden korkarsanız benden korkun. Rehbet sakınmakla beraber korkudur. Âyet vaadi ve tehdidi içermekte, şükrün ve ahde vefanın vâcip olduğunu ve mü'minin Allah'tan başka kimseden korkmaması gerektiğini göstermektedir. |
﴾ 40 ﴿