42Hani siz vadinin yakın kenarında, onlar uzak kenarında idiniz ve kervan da sizden aşağıda idi. Eğer sözleşse idiniz, belirtilen yerde elbette ihtilâf ederdiniz. Ancak Allah böyle yaptı ki, yapılması gereken bir işi yerine getirsin, helâk olan delille helâk olsun ve yaşayan da delille yaşasın. Şüphesiz Allah, elbette hakkıyla işiten, her şeyi bilendir. "İz entüm biludvetid dünya” bu "yevmel Furkân"dan bedeldir. Udve üç hareke ile (idve ve adve) dere kenarıdır. Bu üçü ile de okunmuştur. Meşhur olan zamme ve kesredir. O da İbn Kesîr, Ebû Amr ve Ya'kûb kırâatidir. "Vehüm biluvetil kusva” onlar Medîne'nin uzak kenarında idiler, kusva aksa'nın müennesidir. Kıyası isimle sıfatı ayırmak için vâv'ın ye'ye kalbi idi, Meselâ dünya ve ulya gibi; o ise aslı üzere geldi, kaved gibi (vâv elife kalp olunmamıştır). Bu, kusya'dan daha çok kullanılır, "verrekbü” yani kervan veya muhafızları (sizden aşağıdadır) bulunduğunuz mekândan daha aşağıdadır, yani sahildedir. Esfele zarf olarak mensûbtur, haber yerine düşmüştür. Cümle ise kendinden önceki zarftan hâl’dir. Faydası da; düşmanın gücünü, korumalardan yararlandığını, onun için savaşa istekli olduklarını ve yerlerini bırakmamaya kararlı olduklarını, bütün gayretlerini sarf edeceklerini, Müslümanların durumunun zayıf olduğunu, onların durumlarının karışık olup normalde galibiyeti uzak görmelerini gözler önüne sermek içindir. İşte iki grubun merkezlerini zikretmesi bunun içindir. Çünkü Medîne tarafına düşen kıyı yumuşak idi, ayak batıyordu, ancak zorlukla yürünüyordu. O tarafta su da yoktu. Uzak (Öteki) taraf ise öyle değildi. "Eğer sözleşse idiniz belirtilen yerde ihtilâf ederdiniz” kavli de öyledir. Yani eğer siz ve onlar savaş için sözleşse idiniz de sonra hâlinizi ve onların hâlini öğrense idiniz, onlardan çekindiğiniz ve zaferden ümidinizi kestiğiniz için belirtilen yerde elbette ihtilâf ederdiniz. İşte durumu anlatmanın bir faydası da şunu gerçekten bilmeleri içindi ki, tesadüfen elde ettikleri fetih Allah'ın işinden ve harikulade bir şeyden başkası değildir. Bu da îmanları ve şükürleri artması içindi. "Ancak” sizi sözleşmediğiniz hâlde bu durumda birleştirdi ki, "Allah yapılması gereken bir işi yerine getirsin". O da dostlarına yardım etmek ve düşmanlarını kahretmektir. (Helâk olan delille helâk olsun ve yaşayan da delille yaşasın) bu da ondan (liyakdıye'den...) bedeldir ya da "mef'ulen” kavline mütealliktir. Mana da şöyledir: Ölen gözüyle gördüğü delilden ölsün, yaşayan da müşahede ettiği kanıttan yaşasın ki, ileri süreceği bir delili ve mazereti olmasın. Çünkü Bedir olayı açık mu'cizelerden biridir. Ya da inkâr edenin inkârı ve îman edenin îmanı açık delil sonucu sadır olsun. Burada helâk ve hayat istiare yolu ile küfür ve İslâm için kullanılmıştır. Helâk olandan ve yaşayandan maksat helake ve hayata yaklaşan demektir ya da hâli Allah'ın ilim ve takdirinde böyle olan demektir. Lâm'ın fethi ile "liyehleke” de okunmuştur. İbn Kesîr, Nâfi', Ebû Bekir ve Ya'kûb muzariini dikkate alarak idgamsız "men hayiye” okumuşlardır. "Şüphesiz Allah, elbette hakkıyla işiten, her şeyi bilendir” inkâr edenin inkâr ve azabını, îman edenin de îman ve sevabını bilendir. Belki de iki sıfatın (işitme ve bilmenin) birleştirilmesi iki durumun (îman ve küfrün) de söze ve itikada dayanmasındandır. |
﴾ 42 ﴿