(Biz sana kıssaların en güzelini anlatacağız) kıssa anlatmanın en güzelini demektir, çünkü o görülmemiş bir üslûpla anlatılmıştır. Yahut en güzel kıssa demektir, çünkü içinde acayipler, hikmetler ve ibretler vardır. Kasas faal veznindedir, mef'ûl manasınadır; nakas ve seleb gibi. Kassa eserehudan türetilmiştir ki, iz sürmektir. "Bima evhayna” vahyetmemizle "bu Kur'ân'ı sana” yani sureyi demektir. Bunun "nekussu"nûn mef'ûlu olması da câizdir, o zaman ahsene mastar olarak mensûb olur. (Şüphesiz sen bundan önce gâfillerden idin) bu kıssadan, aklına gelmemişti, kulağına çalmamıştı. Bu da onun vahyedildiğinin gerekçesidir. "İn” de inne'den tahfif edilmiştir, lâm da bunu göstermek içindir. 4Hani, Yûsuf, babasına: Babacığım, şüphesiz ben on iki yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Onları bana secde ediyorlarken gördüm, demişti. "İz kâle yusufu” "ahsenel kasası"dan bedeldir, eğer mef'ûl kılınırsa bedel-i istimaldir ya da gizli (hatırla) lâfzı ile mensûbtur. Yûsuf İbranicedir, eğer Arapça olsa munsarif olurdu. Sin'in fethi (Yusef) ve kesri ile (Yusif) okunmuştur, Araplar dışarıdan aldıkları kelimeler üzerinde böyle oynarlar. Yoksa o meçhul kalıbı ile muzâri yahut asefe'den muzâri malum değildir. Çünkü meşhur rivâyet onun yabancı olduğuna şahitlik etmektedir. "Babasına” Ya'kûb bin İshak bin İbrâhîm'e. Aleyhisselâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: Asil oğlu asil oğlu asil oğlu Yûsuf'tur ki, Ya'kûb oğlu İshak oğlu İbrâhîm oğludur (üç göbek asilzadedir). "Ya ebeti” aslı ay ebîdir, ye'nin yerine tenis te'si getirilmiştir, çünkü ikisi de ziyadelikte eşittirler. Bunun içindir ki, İbn Kesîr, Ebû Amr ve Ya'kûb vakf hâlinde onu he'ye çevirmişlerdir. Kendine münasip bir harfin ivazı olduğu için meksûr okumuşlardır. Ancak İbn Âmir Kur'ân'ın her yerinde meftuh okumuştur, çünkü o, aslının harekesidir ya da o yaebeta idi, elif hazf edilmiş ve fetha kalmıştır. Neden yaebeta câiz olmuş da yaebetî olmamıştır? Çünkü sonuncusunda gidenle karşıtı bir aradadır. Zam ile (yaebetü) de okunmuştur ki, te ile müennes isimlerden kabul edilmiştir, ivaz durumuna itibar edilmemiştir. Aslı gibi sâkin (yaebet) okunmaması da sahih harf olup isim yerine konulmasındandır. O zaman hitap ke'si gibi harekelenmesi gerekmiştir. (Şüphesizben gördüm) bu rüyadandır, görmekten değildir, çünkü Allahü teâlâ: "Rüyanı anlatma” (Yûsuf; 5) ve "İşte daha önce gördüğüm rüyanın tabiri budur” (Yûsuf: 100) buyurmuştur. "On bir yıldızla ayı ve güneşi". Cabir'den rivâyete göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e bir Yahûdî geldi: Bana Yûsuf'un rüyasında gördüğü yıldızları söyle, dedi. Efendimiz sustu; Cebrâîl aleyhisselâm indi, bunları haber verdi. O da: Eğer sana haber verirsem Müslüman olur musun, dedi? O da evet, dedi. O da şöyle dedi: Cerriban, Târık, Zeyyal, Kabıs, Amudan, Talik, Mısbah, Daruh, Feru,ssab, Zülketfeyn. Yûsuf bunları ve güneşin ve ayın gökten indiğini, kendisine secde ettiğini gördü, dedi. Yahûdî de: Allah'a yemin ederim ki, isimleri bunlardır, dedi. "Bana secde ettiklerini gördüm” nasıl gördüğünü beyan eden söz başıdır. Tekrar yoktur. Onlara akıllı kalıbı kullanılması akıllı gibi hareket etmelerindendir. 5Dedi: Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurallar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır. (Ey oğulcuğum dedi) büneyye ibn'nin tasgiridir, şefkatinden veya yaşının küçüklüğünden böyle demiştir. Çünkü on iki yaşında idi. Hafs burada ve Saffat'ta ye'nin fethi ile (büneyye) okumuştur. "Rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra sana tuzak kurarlar” seni helâk etmek için hile yaparlar. Ya'kûb aleyhisselâm rüyadan Allahü teâlâ'nın onu peygamberlik için seçeceğini ve kardeşlerinin üzerine çıkaracağını anladı; o sebeple haset etmelerinden ve saldırmalarından korktu. Rü'ya rü'yet gibidir, ancak o uykuda görülen şeye mahsustur. Aralarında tenis tesi ile fark yapılmıştır, Meselâ kurbet ve kurba gibi. O (rüya) da hayal gücünün ufuklarından hiss-i müştereke (sağduyuya) inen suretin yansımasıdır. Bu da nefsin melekut ile temasından olur, çünkü aralarında ilişki vardır. Nefis beden idaresinden azıcık ayrıldığı zaman içindeki şeyleri orada meydana gelen manalardan en uygunu ile şekillendirir. Sonra da hayal gücü onu münasip bir görüntü ile aktarır, onu sağduyuya ulaştırır, o da görünür hâle gelir. Sonra eğer o mana ile münasebeti sıkı ise, öyle ki, aralarındaki fark küllî ve cüzî seviyesinde ise rüyanın tabire ihtiyacı kalmaz, yoksa kalır. Kendi başına mütaddi olan "kâde"nin lâm ile geçişli kılınması faale manasını içerdiği içindir. Te'kit için onunla geçişli kılınır. Bunun içindir ki, mastarla te'kit edilmiş ve: "Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır” kavli ile gerekçesi gösterilmiştir. Düşmanlığı meydandadır, nitekim Âdem aleyhisselâm ile Havva'ya da yapmıştı. Onları kandırmaktan ve onları kıskanmaktan geri durmaz, sonunda onları hileye götürür. 6Bunun gibi Rabbin seni seçecek, sana rüyaların tabirini öğretecek ve nimetini sana tamamlayacaktır. Nitekim daha önce de iki atan İbrâhîm ile İshak’a tamamlamıştı. Şüphesiz Rabbin ilim sâhibidir, hikmet sâhibidir. (Bunun gibi) yani seni bu nefsin şeref, onur ve kemaline delâlet eden rüya ile seçtiği gibi "Rabbin seni seçecektir” peygamberlik ve mülk için yahut büyük işler için. İctiba cebeytüş şey'e'den gelir ki, bir şeyi kendin için seçmektir. "Sana öğretecektir” teşbihten (Kezâlike'den) çıkmış yeni söz başıdır, sanki ve hüve yuallimüke denilmiştir. "Rüyaların tabirini” çünkü onlar da eğer doğru ise meleğin konuşmalarıdır ve yalan ise nefsin ve şeytanın konuşmalarıdır. Ya da sana karışık şeylerin yorumunu öğretecektir Meselâ Allahü teâlâ'nın kitaplarının, peygamberlerin sünnetlerinin ve hekimlerin kelâmlarının kapalı olanlarını açmayı öğretecektir. Ehadîs hadisi'in ism-i cemidir, ebâtü'in batılın ism-i cemi olduğu gibi. "Ve sana nimetini tamamlayacaktır” Peygamberlikle yani dünya nimetini âhiret nimetine bitiştirmekle. "Ve Ya'kûb hanedanına” bundan diğer çocuklarım murat ediyor, belki de yıldızların ışığı ile onların da peygamber olacakları çıkarılmıştır. "İki atana tamamladığı gibi” risalede. Şöyle denilmiştir: İbrâhîm'e Hâlil'lik ve ateşten kurtarma; İshak'a da kurban edilmekten kurtarılmak ve ona büyük bir koçla fidye verilmek gibi. "Daha önceden” yani senden önce ve bu vakitten önce. "İbrâhîm'le İshak'a” bu da ebeveyke'nin atıf beyanıdır. "Şüphesiz Rabbin ilim sâhibidir” kimi seçeceğini bilir, "hikmet sâhibidir” işleri gerektiği gibi yapar. 7Yemin olsun, Yûsuf'ta ve kardeşlerinde soranlar için ibretler vardır. "Yemin olsun, Yûsuf'ta ve kardeşlerinde” onların kıssalarında "ibretler vardır” Allah'ın kudret ve hikmetini yahut peygamberliğinin alametlerini gösteren deliller vardır. İbn Kesîr "âyetün” okumuştur. "Soranlar için” kıssalarından soranlar için. Kardeşlerinden maksat anneleri ayrı on kardeştir. Onlar da Yahuda, Rubil, Şemun, Lavi, Ribalun, Yeşcür, teyzesi kızından Diynedir, Ya'kûb önce bununla evlendi; ölünce kız kardeşi Rahil'le evlendi. Ondan da Bünyamin ile Yûsuf doğdu. Şöyle de denilmiştir: O ikisini birlikte aldı, çünkü o zaman iki kız kardeşi birleştirmek haram değildi. Dört de başka çocuk: Dan, Yağsali, Had ve Aşer, bunlar da Zelfe ve Belhe odalıklarından olmadır. 8Hani kardeşleri: Gerçekten Yûsuf ve kardeşi, babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz, bir topluluğuz. Şüphesiz babamız apaçık bir yanlışlık içindedir. "Hani kardeşleri: Gerçekten Yûsuf ve kardeşi” Bünyamin, onu özel olarak zikretmesi, öz kardeşi olmasındandır "Babamıza bizden daha sevgilidir” Ehabbu diye tekil söylemesi şunun içindir, çünkü ef'ale min kalıbında tekil, üstü, erkek ve dişi fark edilmez. Diğer iki şeklinde ise öyle değildir; çünkü fark eliflam'h olanda vâcip, muzâf olanda ise câizdir. "Biz bir topluluğuz” durum şu ki, biz güçlü bir grubuz; sevgiye, zayıf iki küçükten daha haklıyız. Usbe ve isabe on ve üstü topluluğa denir. Böyle denilmesi işlerin onlarla bağlanmasındandır. "Şüphesiz babamız apaçık bir yanlışlık içindedir". Rivâyete göre gerçekten çok sevgili idi, zira onda işaretler görmüştü. Kardeşleri onu kıskanıyorlardı. Yûsuf o rüyayı görünce ona karşı sevgisi daha da arttı; öyle ki, ona dayanamaz oldu. Onların da hasedi arttı, öyle ki, onları saldırmaya sürükledi. 9Yûsuf'u öldürün yahut onu bir yere atın ki, babanızın yüzü / teveccühü yalnız size kalsın; siz de sonradan iyi bir topluluk olursunuz, demişlerdi. "Yûsuf'u öldürün” "hani demişlerdi” sözünden sonra hikâye tarzında söylenmiştir. Sanki onlar bu işte ittifak etmişlerdi, ancak "Yûsuf'u öldürmeyin” diyen hariç. Onu Şemun yahut Dan'ın dediği, diğerlerinin ise râzı olduğu söylenmiştir. " Yahut onu öyle bir yere atın ki,” ardan diye nekireli olması meskun mahâlden uzak olmasındandır. İşte nekire ve kapalı olmasının manası budur. Bunun içindir ki, kapalı zarflar gibi mensûb olmuştur. "Babanızın yüzü / teveccühü yalnız size kalsın” bu da emrin cevabıdır. Mana da şöyledir: Babanız hep size kalsın, her şeyiyle size dönsün, sizden başkasına bakmasın, sevgisinde size kimse ortak olmasın. (Siz de sonradan olursunuz) "yahlu"ya atıfla meczumdur yahut gizli "en” ile mensûbtur. "Ondan sonra” Yûsuf'tan yahut işini bitirdikten yahut öldürüldükten veyahut kuyuya atıldıktan sonra olursunuz "iyi bir topluluk (iyi kimseler)". İşlediğiniz cinÂyetten Allah'a tevbe ederek yahut mazeret beyan ederek babanızla uzlaşırsınız yada dünya işlerinde iyi kimseler olursunuz. Çünkü babanızın teveccühü yalnız size kalır. 10İçlerinden bir sözcü: Yûsuf'u öldürmeyin; onu kuyunun dibine atın; kervanın biri onu alır. Eğer yapacaksanız, dedi. "İçlerinden bir sözcü dedi” Yahuda'yı kast ediyor, çünkü görüşü en güzel olan o idi. Bunun Rubil olduğu da söylenmiştir. "Yûsuf'u öldürmeyin” çünkü öldürmek büyük günahtır. "Onu kuyunun dibine atın” ona ğayabat denilmesi gözlerden kayıp olmasındandır. Nâfi' iki yerde cemi olarak "ğayabatil cübbi” okumuştur. Sanki o kuyunun gayabatları (farklı dipleri) varmış gibi. "Ğaybet” ve şedde ile "ğayyabat” da okunmuştur. “ (onu alsın) kervanın biri” ticaret için dolaşan bir kafile. "Eğer yapacaksanız” bana danıştığınızı yahut onu babasından ayırmayı. 11Dediler: Ey babamız, sana ne oluyor da Yûsuf’u bize güvenmiyorsun? Hâlbuki biz onun iyiliğini düşünenleriz. "Dediler: Ey babamız, sana ne oluyor da Yûsuf’u bize güvenmiyorsun?” neden onun için korkuyorsun? "Biz onun iyiüğini düşünüyoruz” ona şefkat gösteriyoruz, onun için hayır istiyoruz. Ona karşı kıskançlıklarını görünce onlara güvenmemişti; işte bu fikrinden caydırmak istediler. Meşhur kırâat işmâm ile idgamdır. Nâfi''den ise işmâmı terk ettiği rivâyet edilmiştir. İdgamı terk etmek ise şazdır, genel kurala aykırıdır. (Burada etmemeleri) çünkü misi harfler iki kelimeden oluşmuştur. Te'nin kesri ile "ti'menna” da okunmuştur. 12Onu yarın bizimle kıra gönder de bol bol yesin ve oynasın. Şüphesiz biz onun için elbette muhafızlarız. "Onu yarın bizimle kıra gönder” çöle gönder, (bol bol yesin) mevvelerden ve benzeri şeylerden. Bu da red'a'dan gelir ki, bolluk demektir, (oynasın) koşu yapmak ve ok atmakla. İbn Kesîr ayn'in kesri ile okumuş, onu irtea yertei'den kabul etmiştir. Nâfi' de bunda ve "yelibü"de kesre ve ye ile okumuştur. Kûfelilerle Ya'kûb da ye ve sükûn ile fiili Yûsuf’a isnat ederek (fâil yaparak) okumuşlardır. "Yürtiü” de okunmuştur ki, ertea maşiyetehu (davarını otlatmak) tan gelir. Aynelfi'lin kesri yertiü ve ref ile söz başı olarak "yelabu” da okunmuştur. "Biz onun için muhafızlarız” ona kötülükten koruruz. 13Ya'kûb dedi: Şüphesiz onu götürmeniz beni üzer ve ben siz gafilken onu kurt yemesinden korkarım. "Ya'kûb dedi: Şüphesiz onu götürmeniz beni üzer” çünkü ayrılığına dayanamam, ona sabredemem. "Ve onu kurt yemesinden korkarım” çünkü o toprakta çok kurt vardı. Şöyle de denilmiştir: Rüyasında Yûsuf'a bir kurdun saldırdığını gördü, ondan sakınırdı. İbn Kesîr aslına bakarak hemze ile (zi'b), Nâfi' de Kalun rivâyetinde böyle okumuştur. Ebû Amr vakf hâlinde; Âsım ile İbn Âmir de vakfen ve vaslen böyle okumuşlardır. Tezaebetir rihü deyiminden gelir ki, rüzgâr her taraftan esmektir. "Sizler ondan gâfiller iken” yeme ve oyunla meşgul olduğunuz yahut onu korumaya fazla önem vermediğiniz için. 14Kardeşleri: Yemin olsun ki, biz bir topluluk iken onu kurt yerse, o takdirde biz, elbette ziyan edenlerden oluruz, dediler. (Kardeşleri; Yemin olsun ki, biz bir topluluk iken onu kurt yerse) lâm kaseme hazırlık lamıdır, cevabı da "o takdirde biz, elbette ziyan edenleriz” kavlidir. Zayıf ve aldatılmış ya da ziyan etmeye lâyık olarak bilinmeye layıkız. "Ve nahnu"deki vâv da hâl içindir. 15Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya karar verince (bunu gerçekleştirdiler). Biz de ona: Yemin olsun ki, bu yaptıklarını farkında değillerken onlara haber vereceksin, diye vahyettik. "Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya karar verince” onu içine atmağa karar verince, demektir. Bu kuyu Beytülmukaddes'inkuyusudur yahut Ürdün toprağında bir kuyudur yahut Mısır ile Medyen arasında yahut Ya'kûb'un kaldığı yere üç fersah uzaklıkta bir kuyu idi. "Lemmâ"nın cevabı mahzûftur, ona eziyet ettiler demektir. Rivâyete göre onu kıra götürünce ona işkence etmeye ve vurmağa başladılar, neredeyse onu öldüreceklerdi. O da bağırıyor ve feryat ediyordu. Yahuda: Onu öldürmeyeceğinize bana söz vermiştiniz, dedi. Onu kuyuya getirdiler, içine sarkıttılar. Kenarından tuttu, bu sefer de ellerini bağladılar, gömleğini soydular. Çünkü ona kan bulaştırmak ve babalarını kandırmak istiyorlardı. O da: Kardeşlerim, gömleğimi bana verin, avret yerimi örteceğim, dedi. Onlar da: On bir yıldıza ve aya ve güneşe yalvar, seni giydirsinler ve sana can yoldaşı olsun, dediler. Yûsuf kuyunun yarısına ulaşınca, onu içine attılar. Kuyuda su vardı, içine düştü. Sonra içindeki bir kayaya gitti, kalktı, ağlamaya başladı. Cebrâîl vahiy getirdi, nitekim "biz de ona vahyettik” buyurmuştur. Yûsuf o zaman on yedi yaşında idi. Genç ergen olduğu da söylenmiştir, ona küçükken vahyedildi, tıpkı Yahya ile Îsa'ya o yaşlarda edildiği gibi. Kasas'ta şöyle denilmiştir: İbrâhîm aleyhisselâm ateşe atıldığı zaman elbisesi soyuldu; ona Cebrâîl cennet ipeklerinden bir elbise getirdi, ona giydirdi. İbrâhîm de onu İshak'a, İshak da Ya'kûb'a verdi, Ya'kûb da onu muska yapıp Yûsuf'un boynuna astı. Cebrâîl de onu çıkarıp Yûsuf'a giydirdi. "Yemin olsun onlara bu yaptıklarını haber vereceksin” bunu onlara anlatacaksın. "Onlar farkında değillerken". Senin Yûsuf olduğunu bilmeden. Çünkü o zaman şânın çok yücelmiş olacak; kafalarından silindiği ve aradan insanı ve hâlini değiştirecek uzun zaman geçtiği için fark edemeyeceklerdir. Bu da Mısırda onlara, zahire için geldikleri; onları tanıyıp da onların da tanımadığı zaman olacaktır. Onu rahatlatmak ve gönlünü hoş etmek için onu böyle müjdeledi. Şöyle de denilmiştir: "Farkında değillerken” kavli "evhayna"ya bağlıdır yani onlar farkında değillerken onu vahiy ile dinlendirdik demektir. 16Akşamleyin babalarına ağlayarak geldiler, (Akşamleyin babalarına geldiler) yani gündüzün sonunda, "uşeyyen” de okunmuştur ki, aşiyy'in tasgiridir. Zam ve kasr ile uşa da okunmuştur ki, a'şa'nın çoğulu olur yani ağlamaktan gözleri şişmiş vaziyette geldiler demektir. (Ağlayarak) rivâyete göre babaları ağlamalarını duyunca telaş etti ve: Oğullarım, niçin ağlıyorsunuz, Yûsuf nerede, dedi? 17Dediler: Ey babamız, biz gittik yarışıyorduk. Yûsuf'u eşyalarımızın yanında bıraktık; onu kurt yedi. Biz doğru söylesek de sen bize inanacak değilsin. Onlar da: "Ey babamız, biz gittik yarışıyorduk, dediler” koşu yapıyor yahut ok atma yarışı yapıyorduk. Bazen iftial ile tefaul bapları ortak olur, Meselâ intidal ve tenadul gibi. "Yûsuf'u eşyalarımızın yanında bıraktık; onu kurt yedi. Bize inanacak değilsin” bizi tasdik edecek değilsin "biz doğru söylesek de". Çünkü bizim hakkımızda kötü düşünüyor ve Yûsuf'u çok seviyorsun. 18Üzerinde yalan kan bulunan gömleğini getirdiler. Hayır, dedi, nefisleriniz size bir iş süslemiş. Artık benim işim güzelce sabretmektir. Bu anlattıklarınıza karşı ancak Allah'tan yardım istenir. (Üzerinde yalan kan bulunan gömleğini getirdiler). Bidemin kezib, zikezibin yani yalan kan bulaştırılmış demektir. Kezib mübalağa için mastarla sıfat da olabilir. Vâv'dan hâl olarak nasb ile de okunmuştur yani cau kazibine demektir. Noktasız dal ile kidbin de okunmuştur ki, eski yahut taze demektir. Şöyle de denilmiştir: Kizb'in aslı gençlerin tırnaklarında görülen beyazlıktır, gömleğe bulaştırılan kan ona benzetilmiştir. "Ve alâ karnisini” zarf olarak mahallen mensûbtur yani gömleğinin üzerinde demektir ya da kandan hâl’dir, eğer mecrûra takdimi câiz görülürse. Rivâyete göre Ya'kûb Yûsuf'un haberini duyunca feryat etti ve gömleğini istedi. Onu aldı, yüzüne sürdü, ağladı, öyle ki, yüzü gömleğin kam ile al kızıl oldu ve: Daha böyle akıllı kurt görmedim; oğlumu yemiş de gömleğini parçalamamış, dedi! Bunun içindir ki, "Hayır, nefisleriniz size bir iş süslemiş, dedi” yani nefisleriniz size büyük bir işi kolaylaştırmıştır. Sevvelet, sevle'den gelir ki, gevşemek demektir. "Fesabrun cemil” yani benim işim güzelce sabretmektir yahut güzel sabır en güzelidir. Hadiste şöyle denilmiştir: Güzel sabır içinde şikayet olmayandır, yani halka şikayet olmayandır. "Bu anlattıklarınıza karşı ancak Allah'tan yardım istenir” Yûsuf'un helâkine dâir anlattıklarınızı tahammüle. Bu suç eğer doğru ise onlar nebi olmadan önce idi. 19Bir kervan geldi. Sucularını gönderdiler. Kovasını kuyuya sarkıttı: Hey müjde, işte bir çocuk, dedi! Onu ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını pekiyi bilendir. (Bir kervan geldi) Medyen'den Mısır'a giden bir ticaret kafilesi geldi, bunlar kuyuya yakın bir yere konakladılar. Bu da kuyuya atılmasından üç gün sonra idi. "Sucularını gönderdiler” su temin eden sakalarını, ismi da Mâlik bin Zu'r el - Huzai idi "kovasını kuyuya sarkıttı” kuyuya saldı, su doldurmak için; Yûsuf ona tutundu. Onu görünce: "Hey müjde, işte bir çocuk, dedi!” kendine veya kervancılara müjde vermek için bağırdı. Sanki: Ey müjde gel, şimdi senin vaktindir, dedi! Büşra'nın bir arkadaşının ismi olduğu, Yûsuf'u kuyudan çıkarmak için yardıma çağırdığı da söylenmiştir. Kûfe'lilerin dışındakiler izafetle "ya büşraye” okumuşlardır. İdgam ile "ya büşreyye” de okunmuştur. Bu da lügattir, sükûn ile vakf niyetine büşray da okunmuştur. "Onu sakladılar” sucu yahut arkadaşları, diğer yolculardan. Şöyle de denilmiştir: Onun durumunu gizlediler, onlara: Bunu onların adına Mısır'da satmak üzere bize suyun sahipleri verdiler, dediler. Eserruhu'daki zamirin Yûsuf'un kardeşlerine gittiği de söylenmiştir. Çünkü Yahuda ona her gün yemek getiriyordu. O gün de geldi onu orada bulamadı. Kardeşlerine haber verdiler, onlar da yolculara geldiler: Bu bizim kölemizdir, kaçtı, dediler. Onlar da satın aldılar. Yûsuf da öldürürler korkusu ile sesini çıkarmadı. (Ticaret malı olarak) hâl olmak üzere mensûbtur yani onu ticari eşya olarak sakladılar. Bidaat bud'dan türemiştir, çünkü o da ticaret için ayrılan maldır. "Allah onların yaptıklarını pekiyi bilendir” sırları ona saklı değildir ya da Yûsuf un kardeşlerinin babalarına ve ona yaptığı saklı değildir. 20Onu düşük bir fiyata, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onda rağbetsiz idiler. (Onu sattılar) zamirin mercii hakkında iki görüş vardır ya da onu kardeşlerinden satın aldılar. "Düşük bir fiyata” çünkü sahte yahut eksik idi. "Derahime” semen'den bedeldir "sayılı” az demektir. Çünkü onlar bir okkaya kadar olanı tartarlar, aşağısını sayarlardı. Onun yirmi dirhem olduğu da söylenmiştir. On iki olduğuda söylenmiştir. "Onda idiler” Yûsuf hakkında "rağbetsiz” isteksiz idiler. Kânu'daki zamir kardeşlere giderse durum açıktır. Eğer yolculara giderse satanlar onlar idiler, rağbetsiz olmaları da bulmuş olmalarındandır. Buluntu bir şey değersiz olur, elinden alınmasından korkulur. Acele satmak ister. Eğer alıcılar ise, onlar da onun kaçkın olduğunu düşünmüşlerdir. "Fini” de "zahidine” mütealliktir, eğer lâm tarif için ise, eğer "ellezi” manasına ise o mahzûfa mütealliktir, onu da zahidin lâfzı açıklamaktadır. Çünkü sılanın müteallakı mevsûlün üzerine geçemez. 21Onu Mısır'dan satın alan, karısına: "Bunun yerine değer ver (ona iyi bak); umulur ki, bize faydası olur yahut onu evlât ediniriz, dedi. Böylece Yûsuf'u o yere yerleştirdik ki, ona rüyaların tabirini öğretelim. Allah işine hakimdir. Ancak insanların çoğu bilmezler. "Onu Mısır'dan satın alan dedi” o da Azîz'dir ki, Mısır hazinelerine bakardı. İsmi da Kıtfir yahut İtfir'dir. O günkü Kral da Reyyan bin Velid İmlikî idi. Yûsuf'a îman etmişti. Onun zamanında öldü. Şöyle de denilmiştir: Mûsa'nın Fir' avn'i dört yüz yıl yaşamıştır, delili de: "Yemin olsun ki, Yûsuf size daha önce mu'cizelerle gelmişti” (Ğafir: 34) ayetidir. Meşhur olan onun Yûsuf Fir'avn'nin evlatlarından olmasıdır. Âyet evlatlara babaların hâlleriyle hitap kabilindendir. Rivâyete göre Azîz onu on yedi yaşında satın aldı, evinde on üç yıl kaldı, Reyyan da onu otuz yaşında vezir edindi. Allah ona otuz üç yaşında ilim ve hikmet verdi. Yüz yirmi yaşında da vefat etti. Onu ikinci aldılar diyenler ne kadar fiyat verdiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Yirmi dinar, bir çift ayakkabı ve iki parça beyaz giysi. Ağırlığı kadar gümüş de denilmiştir. O kadar altın da denilmiştir. "Karısına” Rail yahut Zeliha "ona iyi bak” ona değer ver, mana da gözün üzerinde olsun, demektir. "Belki bize faydası dokunur” tarlalarımızda ve mallarımızda, işlerimizde ondan yararlanırız. "Ya da onu evlât ediniriz". Kendisi kısır idi, onda olgunluk emareleri görmüştü. Bunun içindir ki, şöyle denilmiştir: En ferasetli şu üç kimsedir: Mısır'ın Azîz'i, Şuayb'in: "Baba, Mûsa'yı işçi tut” (Kasas: 26) diyen kızı ve Hazret-i Ömer'i yerine Hâlife bırakan Hazret-i Ebû Bekir. "Böylece Yûsuf'u o yere yerleştirdik” yani onun sevgisini Azîz'in kalbine yerleştirdiğimiz gibi yahut onun konağına yerleştirdiğimiz gibi yahut onu kurtardığımız ve sevgisini Azîz'in kalbine düşürdüğümüz gibi onu Mısır'a yerleştirdik ki, "ona rüyaların tabirini öğretelim". Bu da gizli bir şeye atıftır takdiri şöyledir: Orada adaletle hüküm versin. Yani onu kurtarmada ve oraya yerleştirmedeki maksat; adalet yapması, halkın işlerini görmesi, Allah'ın kitabını ve hükümlerini öğretmesidir ya da olacak şeylere karşı insanları uyarması için rüyaların tabirini öğretmekti. Tâ ki, bunlara hazır olsun, onları zamanı gelmeden önce idare etmekle meşgul olsun, Meselâ kıtlık yıllarında olduğu gibi. "Allah işine hakimdir” onu hiçbir şey çeviremez ya da dilediği şeyde kimse onunla tartışamaz ya da Yûsuf'un işinde ki, kardeşleri ona bir şey istemiş, Allah da başka bir şey istemişti. Ancak onun dediği olur. "Fakat insanların çoğu bilmezler” bütün işlerin onun elinde olduğunu yahut ince hikmetini ve gizli lütuflarını. 22Yûsuf güçlü kuvvetli çağma varınca ona hikmet ve ilim verdik. Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız. "Yûsuf güçlü kuvvetli çağma erişince” beden ve kuvvetlerinin en güçlü çağma erişince demektir ki, o da otuz - kırk yaş arasıdır. Gençlik çağıdır ki, buluğla başlar denilmiştir, "ona hüküm verdik” hikmet verdik, o da amelle desteklenen ilimdir ya da insanlar arasında hüküm vermektir, "ve ilim” yani rüya tabiri ilmi. "Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız". Şuna dikkat çekilmektedir ki, Allahü teâlâ'nın ona bunları vermesi gençliğinin baharında işini güzel ve sağlam yapmasındandır. 23Onun (Yûsuf'un) evinde bulunduğu kadın, ondan murat almak istedi, kapıları sıkıca kapattı: "Haydi gel” dedi! O da: Allah'a sığınırım! Şüphesiz o, benim efendimdir. Konumumu güzel yaptı (bana iyi baktı). Şüphesiz zâlimler iflâh olmazlar, dedi. (Onun, evinde bulunduğu kadın, ondan murat almak istedi) ondan kendisiyle olmasını arzu etti. Bu, rade yerudu fiilinden gelir ki, bir şeyi istemek için gelip gitmektir, raid (gözcü) de bundandır. "Kapıları sıkıca kapattı” bunun yedi kapı olduğu söylenmiştir. Şedde teksir ya da sıkı kapatmak içindir. (Haydi gel, dedi) yani gel, çabuk ol yahut hazırladım, dedi. Heyte kelimesi her iki mülahazaya göre de ism-i fiildir, eyne gibi feth üzere mebnidir, lâm da açıklama içindir (sana söylüyorum) tıpkı: Sükyan lek kavlinde olduğu gibi. İbn Kesîr onu haysü'ye benzeterek zam ile (heytü) okumuştur. Nâfi' ile İbn Âmir de feth ile ve he'nin kesri ile iyta gibi hiyte okumuşlardır. Bu da lügattir. Ceyri gibi heyti de okunmuştur, ci'tü gibi "hi'tü” de okunmuştur ki, hae yehiü'den gelir, hazırlanmak manasınadır. "Heyi'tü” de okunmuştur ki, bu durumda lâm ona bağlı olur. "Allah'a sığınırım! Şüphesiz ki, efendim bana iyi baktı, dedi". Efendim Kıtfir bana iyi baktı, sana da bunu tenbih etti. Bunun mükâfatı ailesine hainlik etmem mi olmalıdır? "İnnehu” zamirinin Allahü teâlâ'ya râci olduğu da söylenmiştir ki, o benim yaradanımdır, beni efendime sevdirmekle bana iyilik etti; ben de ona isyan edemem, demektir. "Zâlimler iflâh olmazlar” iyiliği kötülükle karşılayanlar iflâh olmazlar. Zina edenler de denilmiştir; çünkü zina, zina eden için de karşı taraf için de zulümdür. 24Yemin olsun, o (kadın) ona (Yûsuf'a) niyet kurdu, o da, eğer Rabbinin delilini görmese idi, ona niyet kurmuştu. İşte biz böylece ondan kötülüğü ve fuhşu çevirelim, diye. Çünkü o, ihlâslı kullarımızd andır. (Yemin olsun, o, ona niyet kurdu) onunla birlikte olmak, o da onunla birlikte olmak istedi. Hemme bir şeyi kasdetmek ve ona azmetmektir. Hümam da bundan gelir ki, kasdettiğini yapan demektir. Yûsuf aleyhisselâm’ın kasdı doğal meyildir ve şehvet duygusu ile mücadeledir, yoksa isteme bağlı bir kasıt değildir. Çünkü birincisi teklife dahil değildir hatta kendisini öyle bir şeyden ve öyle bir durumdan çeken kimse Allah tarafından büyük mükâfatla ödüllendirilir. Meselâ: Eğer Allah'tan korkmasa idim onu öldürürdüm sözü gibi. "Eğer Rabbinin delilini görmese idi” zinanın çirkinliği ve sonucunun kötülüğü hakkındaki delilini görmese idi, kanının kaynamasından ve aşırı tahriklerden dolayı kadına katılırdı. "Ve hemme biha"nın "levla"nın cevabı olması câiz değildir. Çünkü o şart edâtı durumundadır, cevabı ondan önce gelemez. Bilâkis cevap mahzûftur, o da ortamdan anlaşılmaktır (lehaleteha gibi). Cebrâîl aleyhisselâm'ı gördüğü de söylenmiştir. Şöyle de denilmiştir: Ona Ya'kûb aleyhisselâm parmaklarım ağzına götürmüş bir vaziyette göründü. Kıtfir göründü de denilmiştir. Ey Yûsuf, sen peygamberler arasında yazılısın, beyinsizler gibi iş yapıyorsun diye bir ses duydu. (Bunun gibi) bu tesbit gibi onu ona sebat verdik yahut durum böyledir. "Ondan kötülüğü çevirelim diye” efendisine hainliği. "Ve fuhşu". "Çünkü o, ihlâslı kullarımızdandır” kendine itâat etmesi için Allah'ın ihlâslı kıldığı kullarındandır. İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir ve Ya'kûb eğer başında eliflam varsa Kur'ân'ın her yerinde lamın kesri ile (muhlisin) okumuşlardır ki, dinini Allah'a ihlâslı icra eden kimseler demektir. 25İkisi de kapıya koştular. Kadın, onun gömleğini arkadan yırttı. İkisi kapının yanında kadının efendisi ile karışılaştılar. Kadın: Ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan yahut acıklı bir azaptan başkası değildir, dedi. (İkisi de kapıya koştular) yani tesabeka ilel babi demektir, câr hazf edilmiştir, ya da fiile ibtidar (acele etmek, koşmak) manası verilmiştir. Şöyle ki, Yûsuf çıkmak için kaçtı, kadın da onu çıkmaktan men etmek için arkasından hızla koştu (gömleğini arkadan yırttı) onu arkasından çekti, gömleği yırtıldı. Kadd boyuna yırtılmaktır, katt da enine yırtmaktır. "İkisi kadının efendisi ile karşılaştılar” kadının kocasına tesadüf ettiler "kapının yanında. Kadın: Ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan yahut acıklı bir azaptan başkası değildir, dedi". Böylece kocasının yanında namusunu temize çıkarmak, Yûsuf'a karşı kıskandırmak ve ondan intikâm alması için kışkırtmak istedi. "Mâ cezaü"deki mâ nafîyedir yahut istifhamiyedir, mana da onun cezası zindandan başka nedir demektir? 26Yûsuf: O, benden murat almak istedi, dedi. Kadının ailesinden bir şâhit şahitlik etti: Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğrudur; o (erkek) yalancılardandır. "Yûsuf: O benden murat almak istedi, dedi” benimle olmak istedi. Bunu demesi kadının teklif ettiği zindan veya acıklı azâbı def etmek içindi. Eğer kadın yalan söylemese idi böyle demezdi. "Kadının ailesinden bir şâhit şahitlik etti". Amcasının oğlu olduğu söylenmiştir. Dayısının da denilmiştir. O beşikte yatan bir çocuktu. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle rivâyet edilmiştir; Küçükken ancak dört çocuk konuştu: Fir'avn'in kızının saçını tarayan kadının oğlu, Yûsuf'un şahidi, Rahip Cüreyc kıssasındaki çocuk ve Meryem oğlu Îsa, ona selâm olsun. Allahü teâlâ’nın onun yakınlarından birine şahitlik ettirmesi kadını daha çok bağlamak içindir. "Eğer gömleği önden yırtılmış ise kadın yalan söylüyor; o doğrulardandır". Çünkü onu kendinden uzaklaştırmak için gömleğini önden yırtınıştır ya da Yûsuf kadının arkasından koşmuş, ayağı eteğine takılarak önden yırtılmıştır. 27Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, o (kadın) yalan söylemiştir; o doğrulardandır, dedi. "Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, o doğrulardandır” çünkü bu da kadının Yûsuf'un arkasına düştüğünü ve elbisesini çekip yırttığını gösterir. Şart cümlesi de söylenen sözün hikâye tarzında olmasındandır ya da şahitlik eylemi konuşma sayılmıştır. Ona şahitlik denilmesi de aynı görevi gördüğü içindir. "İn” (istikbal) ile "kâne” (maziyi)yi birleştirmek öyle olduğunu bilme te'vili iledir. Bunun bir benzeri de şöyledir: Eğer bana iyilik edersen, ben de sana önceden iyilik etmiştim. Bunun manası da şöyledir: Eğer iyiliğini başıma kakıyorsan, ben de eski iyiliğimi senin başına kakarım. Zam ile "min kubulu” ve "min dübürü” de okunmuştur. Çünkü ikisi de izafetten kesilmiştir, tıpkı kablü ve badü gibi. Fetha ile okunmuşlardır ki, sanki iki cihete Âlem olduklarından gayri munsarif olmuşlardır. Aynel fiilin sükûnu ile (dübrin ve kublin) de okunmuştur. 28(Züleyha'nın kocası), onun (Yûsuf'un) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, "bu, siz kadınların fendidir. Şüphesiz sizin fendiniz büyüktür, dedi. "Gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce: Şüphesiz bu, dedi” yani senin "ailene kötülük etmek isteyenin cezası” sözün yahut kötülük veyahut bu durum "siz kadınların fendidir” hilenizdir. Hitap kadınadır yahut emsallerinedir veyahut diğer kadınlaradır. "Şüphesiz sizin fendiniz büyüktür” kadınların hilesi kalbe daha tez ulaşır ve nefse daha çok tesir eder. Bir de kadınlar açıktan yaparlar, şeytan ise gizlice vesvese ile yapar. "Yûsuf” nida harfinin hazf edilmesi, yakın olduğu ve sözü iyi anladığı içindir. 29Ey Yûsuf, sen bundan vazgeç; (ey Züleyha) sen de günahın için istiğfar et. Şüphesiz sen günahkârlardansın, dedi. "Sen bundan vazgeç” bunu sakla, kimseye söyleme. "Sen de günahın için istiğfar et” ey Rail. "Şüphesiz sen günahkârlardansın, dedi” Hatıîn hatıe'den gelir ki, kasten günah işlemektir. Müzekker kalıbı ise genelleme içindir. 30Şehirdeki kadınlar: Azîz'in karısı, delikanlısının (uşağının) nefsinden murat almak istiyor. Sevgi yüreğinin zarına işlemiş. Şüphesiz biz, onu elbette apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz, dediler. (Kadınlar dedi) nisvet kadınlar topluluğu için isimdir, dişiliği de bu itibarladır, hakiki değildir. Bunun içindir ki, fiilinden tenis alâmeti atılmıştır. Nûn'un zammı (nüsvetün) de onda lügattir. (Şehirde) "kâle"nin zarfıdır yani hikayeyi Mısır'a yaydılar demektir ya da kadınların sıfatıdır. Beş kadın idiler: Sekreterin karısı, sakinin karısı, aşçının karısı, zindan müdürünün karısı ve süvari birliği komutanının karısı. "Azîz'in karısı uşağından murat almak istiyor” kölesi ile birlikte olmak istiyor. Azîz Arap dilinde kraldır. Feta'mn aslı feteyün'dür, çünkü tesniyesi feteyandır, vâv'lı fütüvvet ise şazdır. (Sevgi yüreğinin zarına işlemiş) şeğaf kalbi bürüyen dış zarıdır yani sevgi kalbinin içine işlemiş demektir. Hubben de temyiz olarak mensûbtur, çünkü fiil ona isnat edilmemiştir. "Şeafeha” da okunmuştur ki, deveye katran sürüp yakmaktır. "Şüphesiz biz onu elbette bir sapıklık içinde görüyoruz” olgunluktan sapma ve doğrudan uzaklaşma içinde. 31Züleyha onların dedikodularını işitince, onlara haber gönderdi ve onlar için birer koltuk hazırladı ve her birine bir bıçak verdi: "Yûsuf, karşılarına çık!” dedi. Kadınlar onu görünce, ona büyük değer verdiler ve ellerini kesip, "haşa, Allah için bu, bir insan değildir. Bu, ancak çok şerefli bir melektir, dediler. (Züleyha onların gıybetlerini işitince) ona mekr (tuzak) demesi, kadınların onu gizlemelerindendir, nitekim hile yapan da hilesini gizler ya da Yûsuf'u kendilerine göstermesi için dediler yahut da Züleyha onlardan bunu gizlemelerini istediği hâlde ifşa etmelerindendir. "Onlara haber gönderdi” davet etmek için. Şöyle de denilmiştir: Kırk kadın çağırdı, içlerinde yukarıda zikri geçen beş kadın da vardı. "Onlara birer koltuk hazırladı” yani yaslanacakları şeyler demektir. "Her birine bir bıçak verdi” koltuklara yaslansınlar da Yûsuf onları ellerinde bıçaklarla görünce, afallasınlar, kendilerinden geçsinler, bıçaklar ellerinin üzerine düşsün de ellerini kessin. Onlar da diyecek bir şey bulamasınlar. Ya da Yûsuf kırk kadını ellerinde bıçaklarla görünce hilelerinden korksun. Şöyle de denilmiştir: Âyette geçen mütteke' yemektir yahut yemek meclisidir. Çünkü onlar yemek ve içmek için kibarlıklarından yaşlanırlardı. Bunun içindir ki, yaslanarak yemek men edilmiştir. Şâir Cemil şöyle demiştir: Bizler nimet içinde büyüdük, yaslanarak yedik Ve testilerden helâl şarap içtik. Şöyle de denilmiştir: Mütteke' bıçakla kesilen yemektir, sanki kesen kimse ona bıçakla yaslanır. Hemzenin hazfi ile mütteka da okunmuştur. Fethayı işba ederek (ağzı doldurarak) müntezâh gibi müttekâ' da okunmuştur. Mutken de okunmuştur ki, turunç demektir. Ya da kesilen bir şey verdi demektir, metekeş şey'e'den gelir ki, kesmektir. Metken de okunmuştur tekie yetkeü'den gelir, o da yaslanmak manasınadır. "Ve: Yûsuf, karşılarına çık, dedi! Kadınlar onu görünce, ona büyük değer verdiler” onu çok büyüttüler ve üstün güzelliğinden korktular. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem de: Yûsuf'u miraç gecesinde dolunay gibi gördüm, buyurmuştur. Yüzünün şavkı duvarlara vururdu, denilmiştir. Şöyle de denilmiştir: Ekberne hayız (adet) oldular demektir. Bu da ekeberetil mer'etü'den gelir ki, kadın adet olmaktır. Çünkü o zaman büyükler sınıfına girer. He de mastara râci zamirdir yahut Yûsuf aleyhisselâm'a râcidir, lâm da hazf edilmiştir yani hıdne lehu (şiddetli arzularından adet oldular) demektir. Nitekim Şâir Mütenebbi şöyle demiştir: Allah'tan kork, o cemali peçe ile ört, Eğer gösterirsen kafeslerinden çıkmayan kızlar adet görürler. "Ellerini kestiler” paniklerinden bıçaklarla ellerini kestiler. "Haşa Allah için, dediler” Allah'ı acizlik sıfatından tenzih etmek ve böyle bir güzellik yaratmaya gücü yettiği için şaşkınlıklarını belirtmek istediler. Aslı hâşâ'dır, nitekim Ebû Arar de vasi hâlinde öyle okumuştur. Vakf hâlinde de hafif olması için elifi atılmıştır. O istisnada tenzih manası ifade eden bir edattır. Lâm da beyan içindir, tıpkı: Sükyan lek kavlinde olduğu gibi. Lâm'sız olarak haşallah da okunmuştur ki, beraetullah demektir. Tenvinle "haşen lillah” da okunmuştur ki, mastar yerine konulmuştur. Şöyle de denilmiştir Hâşâ faale veznindedir, haşa'dan gelir ki, kenar ve taraf manasınadır. Haşa'nın fâili de Yûsuf'tur yani hakkında düşünülen şeylerden Allah'ın tarafına düştü demektir. (Bu bir insan değildir) çünkü insanlıkta böyle bir güzellik görülmemiştir. Bu da Hicaz lügatine göredir. Leyse gibi amel etmiştir, çünkü hâli nefyetmede onunla ortaklığı vardır. Temim lehçesine göre "beşerim” de okunmuştur. "Bişiran” da okunmuştur bu satın alınan bir köle değildir demektir. "Bu ancak çok değerli bir melektir” çünkü parlak cemali, üstün kemali ve sonsuz masumiyeti toplamak meleklere hâs bir şeydir ya da onun cemali insan cemalinin üzerindedir, onu ancak melek geçebilir. 32İşte kendisi hakkında beni kınadığınız (genç) budur! Yemin olsun, ben onun nefsinden murat almak istedim, çekindi. Yemin olsun, eğer kendisine emrettiğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve küçülenlerden olacaktır, dedi. "Züleyha: İşte kendisi hakkında beni kınadığınız (genç) budur, dedi". İşte gönlümü kaptırdığım Kenan'lı köle budur, doğru düşünüp de tasavvur etmediniz. Eğer onu gördüğünüz gibi tasavvur etseydiniz beni mazur görürdünüz. Ya da hakkında beni kınadığınız budur. Böylece "Zâlike” "Hâza” yerine konulmuştur. Bu da işâret edilen kimsenin şânını yüceltmek içindir. "Yemin olsun, ben onun nefsinden murat almak istedim, o ise çekindi” ismetini korumak istedi. Kadınların kendisini mazur gördüklerini anlayınca bunu ikrar etti ki, Yûsuf'u yumuşatmak için kendisine yardım etsinler. "Yemin olsun ki, eğer kendisine emrettiğimi yapmazsa” mâ amuru bihi demektir, böylece câr hazfedilmiştir, ya da emrimi yapmazsa demektir ki, gereğini yapmazsa anlammadır. O zaman zamir Yûsuf'a gider. "Mutlaka zindana atılacak ve küçülenlerden olacaktır” hor olacaktır. Bu da kesr ile sağire yasğaru suğran ve sağaran şeklinde çekilir. Sağir ise zam ile sağura'dan gelir, mastarı da sığar'dır. "Leyekunenne” de okunmuştur ki, Mushaf'ın hattına aykırıdır. Çünkü nûn onda elifle yazılmıştır, tıpkı lenesfean gibi. Bunda vakfın hükmü icra edilmiştir. Bu da nûn-i hafifede böyledir. Çünkü tenvine benzetilmiştir. 33Yûsuf da: Rabbim, zindan benim için onların beni davet ettikleri şeyden daha iyidir. Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meylederim ve Câhillerden olurum, dedi. "Yûsuf dedi: Rabbim, zindan benim için onların beni davet ettikleri şeyden daha iyidir” ona yaklaşmaktansa zindanı tercih ederim, çünkü onun akıbeti daha iyidir. Nefis bunu tercih eder ve ondan hoşlanmazsa da benim için daha iyidir. Daveti bütün kadınlara nispet etmesi onu Züleyha'ya karşı gelmekten korkutmaları ve ona uymayı hoş göstermeye çalışmalarındandır. Ya da onların da Yûsuf'u kendilerine davet etmelerindendir. Şöyle de denilmiştir: Zindan belasına duçar olması bu sözünden dolayıdır. Onun için en iyisi Allah'tan afiyet dilemek idi. Bunun içindir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Allah'tan sabır isteyeni reddetmiş ve afiyet istemesini söylemiştir. "Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen” bunu bana sevdirmen ve ismet üzerinde kalmam için bana güzel göstermenle (onlara meylederim) onların tarafına eğilirim yahut tabiatım ve şehvetimin gereği olarak onlara meylederim. Sabvet nefsin arzusu doğrultusuna gitmektir, saba (rüzgârı) da ondan gelir, çünkü nefisler ondan hoşlanır ve ona meyleder. "Asubbu” da okunmuştur ki, şevk manasına sahabetten gelir. "Câhillerden olurum” davet ettikleri şeyi yapmakla beyinsizlerden olurum. Çünkü hekim bir kimse çirkin bir şey yapmaz ya da bildikleri ile amel etmeyenlerden olurum. Çünkü onlarla Câhiller birdir. 34Rabbi de onun duasını kabul edip hilelerini ondan çevirdi. Çünkü o, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir. "Rabbi de duasını kabul etti” Allah onun "eğer onların hilelerini benden çevirmezsen” diye ettiği duayı kabul etti, "kadınların hilelerini ondan çevirdi” böylece onu masumiyet sıfatı üzerinde sâbit kıldı ve ona zindanın zorluklarına dayanma gücü verdi. O da zindanı isyan içeren zevke tercih etti. "Çünkü o, hakkıyla işitendir” kendine sığınanların duasını, "hakkıyla bilendir” hâllerini ve onları ıslah edecek şeyleri. 35Sonra deliller gördükten sonra akıllarına onu bir süreye kadar zindana atma fikri geldi. "Sonra deliller gördükten sonra akıllarına geldi” sonra Azîz ve ailesi Yûsuf'un suçsuzluğunu gösteren deliller gördükten sonra akıllarına geldi. O deliller de çocuğun şahitlik etmesi, gömleğin yırtılması, kadınların ellerini kesmesi ve Yûsuf'un onlara karşı namusunu koruması gibi şeylerdir. "Beda"nın fâili de gizlidir, onu "onu bir süreye kadar zindana atma akıllarına geldi” cümlesi tefsir etmektedir. Şöyle ki, Züleyha kocasını kandırdı, onu bir süreye kadar Yûsuf'u hapsetmeye ikna etti. Tâ ki, Yûsuf'un ne yapacağını görsün ya da insanlar onu suçlu zannetsinler. O da zindanda yedi yıl kaldı. Te ile (letescününnehu (onu hapse atanlarınız)) da okunmuştur. Biri saygı için Azîz'e böyle hitap etmiş yahut Azîz ve çevresi kastedilmiştir. Hüzeyl lehçesiyle hatta yerine atta da okunmuştur. 36Zindana onunla beraber iki genç girdi. Biri: Ben rüyamda kendimi şarap sıkarken görüyorum, dedi. Ötekisi de: Ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı; ondan kuşların yediğini görüyorum. Bize bunların tabirini haber ver. Şüphesiz biz, seni iyilik edenlerden görüyoruz, dedi. "Zindana onunla beraber iki genç girdi” yani Yûsuf girerken tesadüfen o anda iki kişi daha girdi. Bunlar Kral’ın sakisi ile aşçısı idi. Kralı zehirleme ithamı ile girmişlerdi. "Biri dedi” yani sâki "ben. rüyamda kendimi görüyorum” bu da geçmişin hikayesidir, "şarap sıkarken görüyorum” yani üzüm sıkarken demektir, ileride şarap olacağı mülahazası ile böyle buyurmuştur. "Ötekisi de dedi” yani aşçı "ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı; ondan kuşların yediğini görüyorum” gagaladığını görüyorum. "Bize bunların tabirini haber ver. Şüphesiz biz, seni iyilik edenlerden görüyoruz” rüya tabirini iyi bilenlerden yahut bilginlerden. Bunu demeleri şunun içindir; çünkü onun zindandakilere vaaz verdiğini ve rüyalarını tabir ettiğini görmüşlerdi. Ya da iyilik edenlerden demektir ki, eğer biliyorsan rüyamızı tabir etmekle bize iyilik et, dediler. 37Yûsuf dedi: Ne zaman size yiyeceğiniz bir yemek gelirse, mutlaka o gelmeden önce size onun yorumunu (ne olacağını) haber veririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben, Allah'a îman etmeyen ve âhireti de inkâr eden bir kavmin dinini terk ettim. "Yûsuf dedi: Ne zaman size yiyeceğiniz bir yemek gelirse, mutlaka o gelmeden önce size onun yorumunu haber veririm". Bana anlattığınız rüyanın tabirini yahut yemeğin çeşidini. Çünkü bu da müşkülü halletmeye benzer. Sanki sorularını cevaplamadan önce onları Allah'ın birliğine davet etmek ve onları doğru yola irşat etmek istiyor. Nitekim peygamberin ve hidâyet ve irşatta onların yolundan gidenlerin metodu böyledir. Önce onlara mu'cize olacak gâipten haberler verdi ki, davet ve tabirdeki doğruluğunu göstersin. "Size gelmeden önce, bu” yani bu yorum "Rabbimin bana öğrettiklerindendir” kahinlik veya müneccimlik türünden değildir. "Şüphesiz ben, Allah'a îman etmeyen ve âhireti de inkâr eden bir kavmin dinini terk ettim". Bu daha önce geçenin gerekçesidir, yani ben onların dinini terk ettiğim için bunları bana öğretti demektir. 38Ben, atalarım İbrâhîm, İshak ve Ya'kûb'un dinine uydum. Bizim için hiçbir şeyi Allah'a şirk koşmamız olmaz. Bu, bizim ve insanların üzerinde Allah'ın lütfündendir. Fakat insanların çoğu şükretmezler. "Ben, atalarım İbrâhîm, İshak ve Ya'kûb'un dinine uydum". Ya da davete hazırlık olmak ve peygamberlik evinden olduğunu açıklamak için yeni söz başıdır. Böyle yaptı ki, dinleme istekleri artsın ve ona daha çok güvensinler. Bunun içindir ki, tanınmayan kimsenin tanınmak ve bilgisinden istifade edilmek için kendini anlatması câiz görülmüştür. Zamirin tekrar edilmesi de özelliklerini göstermek ve âhireti İnkârlarını te'kit etmek içindir. "Bizim için olmaz” biz peygamberler için doğru değildir "hiçbir şeyi Allah'a şirk koşmamız” ne olursa olsun. "Bu” yani tevhid "bizim üzerimizde Allah'ın lütfündendir” vahiy ile "ve insanların” diğer insanları irşat etmek ve onlara sebat vermek için bizi göndermesi ile. "Fakat insanların çoğu” kendilerine peygamber gönderilen insanların çoğu "şükretmezler” bu lütfa; ondan yüz çevirirler, uyanmazlar ya da deliller getirmek ve âyetler indirmekle Allah'ın bizim ve onların üzerindeki lütfundandır. Fakat çokları onlara bakmazlar, onlardan sonuç çıkarmazlar, onları geçersiz kılarlar; tıpkı nimete nankörlük edip şükretmeyenler gibi. 39Ey zindan arkadaşlarım, dağınık ilâhlar mı daha hayırlıdır, yoksa bir tek kahredici Allah mı? (Ey zindan arkadaşlarım) ya sakineyhi yahut ya sahibeyye fihi demektir. Onları zindana nispet etmesi mecâzîdir, tıpkı: Ya sarikalleyleti ehled dari (ey ev halkını soyan gece hırsızı) sözü gibi. "Dağınık ilâhlar mı” sayıları çok, güçleri yok "hayırlıdır yoksa bir tek kahredici Allah mı?” kahhar başkasının denk olamayacağı ve karşı koyamayacağı demektir. 40Ondan başka ancak sizin ve atalarınızın ad verdiği ve haklarında Allah'ın bir delil indirmediği birtakım isimlere tapıyorsunuz. Hüküm yalnız Allah'ındır. Ancak kendisine ibâdet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler. "Ondan başka ancak ibâdet ediyorsunuz” ikisine ve dinlerinden olan Mısırlılara hitaptır, "ad verdiğiniz ve haklarında Allah'ın bir delil indirmediği isimlere” yani boş isimlere demektir. Sahiplerinin gerçek olduğuna delâlet edecek hiçbir şeyleri yoktur. Sanki siz soyut isimlere ibâdet ediyorsunuz. Mana da şöyledir: Sizler ilahlığı hak ettiklerine ne aklın ne naklin delâlet etmediği şeylere ilâh diyor, sonra da verdiğiniz isimlere göre onlara ibâdet ediyorsunuz. "Hüküm yalnız Allah'ındır” ibâdet hususunda, çünkü onu bizzat hak eden odur, zira o zâtı itibarı ile vâciptir, her şeyi var edendir, işine sahiptir. "Emretti” peygamberlerinin diliyle "ancak kendisine ibâdet edin diye” zaten deliller de bunu göstermektedir. "İşte dosdoğru din budur” hak din budur, sizler ise eğriyi doğrudan ayıramıyorsunuz. Bu da davette ve delil getirmede bir aşamadır. Onlara önce tevhidin çok İlâhcılığa üstün olduğunu hitap tarzıyla anlattı, sonra da ilâhlar diye adlandırdıkları ve ibâdet ettikleri şeylerin İlâhlığa hakları olmadığını delille ispat etti. Çünkü ibâdeti hak etmek ya doğrudan ya da dolaylı olur. Tarafların ikisi de onlarda yoktur. Sonra aklın ondan başkasını ve ilmin ondan ötesini kabul etmeyeceği gerçek hak ve doğru dini açıkladı. "Ancak insanların çoğu bilmezler” o sebeple cahillikleri içinde tökezleyip dururlar. 41Ey zindan arkadaşlarım, gelelim ikinizden birine; o, efendisine şarap içirecek. Diğerine gelince, o da asılacak. Kuşlar başından yiyecek. Fetva istediğiniz iş hükme bağlanmıştır. "Ey zindan arkadaşlarım, gelelim ikinizden birine” yani sakiye "o, efendisine şarap içirecek". Daha önce yaptığı gibi ve eski işine dönecektir. "Ötekisine gelince” bundan da aşçıyı kastediyor "o da asılacak. Kuşlar başından yiyecek". O ikisi: Biz yalan söyledik, dediler, o da: "Fetva istediğiniz iş hükme bağlanmıştır” dedi. Yani cevap istediğiniz şey kesin karara bağlanmıştır, o da sonucunuzdur. Bunun içindir ki, işi tekil kılmıştır. Çünkü onlar her ne kadar iki işte fetva istemişlerse de ancak başlarına gelen şeyin sonucunu öğrenmek istemişlerdir. 42Yûsuf o ikiden kurtulacağını kesin bildiği kimseye: "Efendinin yanında beni yâd et” dedi. Şeytan ona bunu efendisine bahsetmeyi unutturdu. Böylece Yûsuf zindanda birkaç yıl kaldı. "Yûsuf, o ikiden kurtulacağım kesin bildiği kimseye dedi". Burada zanneden Yûsuf'tur, eğer bunu vahiy ile söyledi ise, yoksa kurtulandır ki, o zaman da zan yakın ile te'vil edilir. "Efendinin yanında beni an". Efendinin yanında benden bahset ki, beni kurtarsın. "Şeytan ona bunu efendisine bahsetmeyi unutturdu” sakiye onu Kral'a bahsetmesini unutturdu. Zikri rabbe (efendiye) muzâf etmesi aralarındaki ilişkiden dolayıdır ya da zikre ihbari rabbihi demektir ya da Yûsuf'a Allah'ı zikretmek unutturuldu da o da başkasından yardım istedi demektir. Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem'in şu hadisi de bunu destekler: Allah kardeşim Yûsuf'a rahmet etsin, eğer: "Beni Efendinin yanında yâd et, demese idi zindanda beş yıldan sonra yedi yıl kalmazdı". Zorluklarda kullardan yardım istemek her ne kadar iyi ise de ancak peygamberlerin makamına yakışmaz. "Yûsuf zindanda birkaç yıl kaldı” burada geçen bıd' üç ilâ dokuz arasıdır, bad'dan gelir ki, kesmek demektir. 43Kral: Ben rüyamda şişman yedi inek görüyorum, onları yedi arık inek yiyor. Yedi de yeşil başak görüyorum, diğer kum (yedi) başak görüyorum. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabir ediyorsanız, rüyama açıklık getirin, dedi. "Kral dedi: Ben rüyamda şişman yedi inek görüyorum, onları yedi arık inek yiyor. Yedi de yeşil başak, diğer kuru yedi başak görüyorum". Yûsuf'a zindandan çıkma ışığı görününce Kral kuru bir nehir yatağından yedi şişman ineğin ve yedi de zayıf ineğin çıktığını ve zayıf ineklerin şişmanları yuttuğunu gördü. "Yedi de yeşil başak” artık taneye durmuş "diğer yedi de kuru” kurular yeşillere sarıldı, iyice etrafını bürüdü. Kuru başakların durumlarının anlatılmaması, ineklerde anlatılmasındandır. Sîman (şişman) sıfatının mümeyyez olan seb'a değil de mümeyyiz olan bakarat'a verilmesi temyizden maksadın sîman olmasındandır. İkinci seb'in ise icaf ile nitelenmesi, mevsûfu dikkate almadan onunla temyizin imkânsız olmasındandır. Çünkü o bakara cinsini açıklamak içindir. Kıyasa göre ucf denilmeli idi, çünkü o, acfa'nın çoğuludur, ancak sîmana benzetilmiştir, çünkü onun zıddıdır. "Ey ileri gelenler, rüyamı açıklayın” tabir edin "eğer rüya tabir ediyorsanız” eğer rüya tabirini biliyorsanız. O da hayaldeki suretlerden nefisteki benzer manalara intikal etmektir. Tabir de ubur'dan gelir ki, o da geçmektir. Abertür'ya ibareten tabiri abbertüha tabiren'den daha sağlamdır. Lirrü'ya'daki lâm da beyan ya da âmili takviye etmek içindir. Çünkü fiil mef’ûlündan geri kalınca zayıflamıştır; lâm ile takviye edilmiştir, tıpkı İsm-i fâ'ilde olduğu gibi. Ya da taburun lâfzı lâm ile geçişli kılman fiil manasına kullanılmıştır. Sanki: İnküntüm tentedibune liibaretir rü'ya denilmiştir. 44Onlar da: Bunlar karışık düşlerdir. Biz, böyle düşlerin tabirini bilmeyiz, dediler. "Onlar da: Bunlar karışık düşlerdir, dediler” yani bunlar çok karışık şeylerdir demektir. Adğas dığs’ın çoğuludur. Aslı karışık bitkilerden yapılan demettir. Yalan rüya için istiare edilmiştir. Çoğul yapmaları rüyanın tamamen bâtıl olduğunu bildirmek içindir. Çünkü fülanün yerkebul hayle (filanca kişi atlara biner) denir ki, aslında bir ata biner. Ya da içine farklı şeyleri almasındandır. "Biz böyle düşlerin tabirini bilmeyiz” ahlam demekle özellikle bâtıl düşleri murat ediyorlar yani bizde bunların tabiri yoktur, biz ancak sadık rüyaları tabir ederiz, demek istiyorlar. Sanki bu da tabir etmek için süre istemelerinin ikinci mukaddim esidir. 45O ikisinden kurtulan dedi ve bir zaman sonra hatırladı: Ben size onun yorumunu / tabirini bildireceğim; beni hemen gönderin. "O ikisinden kurtulan dedi” zindan arkadaşlarından ki, o da sakidir (bir zaman sonra hatırladı) yani epey bir zaman, daha açıkçası uzun bir zaman sonra Yûsuf'u hatırladı. Kesre ile immetin de okunmuştur ki, nimet demektir yani kurtuluş nimetinden sonra hatırladı. Emehin de okunmuştur ki, unutmaktır; emihe ye'mehü emehen şeklinde çekimi yapılır. Cümle de itiraziyedir, dediği söz de: "Ben size onun tabirini bildireceğim; beni hemen gönderin” kavlidir. Yani bilgisi olana yahut zindana demektir. 46Ey özü sözü doğru Yûsuf, bize yedi zayıf ineğin yediği yedi şişman inek ve yedi kuru başağın yediği diğer yedi başak hakkında açıklama yap. Belki insanlara dönerim de, umulur ki, tabirini bilirler, dedi. "Ey özü sözü doğru Yûsuf” yani Yûsuf'a gönderildi, geldi ve: Ey Yûsuf, dedi. Onu doğruluğun zirvesi olan sıddıklıkla nitelemesi, daha önce durumunu bilmesinden ve kendinin ve arkadaşının rüyasını doğru tabir etmesindendir. "Bize yedi ineğin yediği yedi şişman inek ve yedi kuru başağın yediği diğer yedi başak hakkında açıklama yap". Yani bu rüya hakkında demektir. "Belki insanlara dönerim” Kral ve yanındakilere ya da şehir halkına dönerim, çünkü zindanın şehirde olmadığı söylenmiştir, "belki bilirler” rüyanın tabirini yahut senin fazilet ve değerini. Neden bu iki hususta kesin konuşmadı, çünkü döneceğinden pek emin değildi, belki yolda öldürülürdü onlar da bilmeyebilirlerdi. 47O da şöyle dedi: Yedi yıl arka arkaya ekin ekersiniz. Biçtiklerinizi, yiyeceğiniz az bir miktar dışında başağının içinde bırakın. "O da şöyle dedi: yedi yıl arka arkaya ekersiniz” yani alıştığınız adet üzere, de'ben hâl olarak mensûbtur daibine demektir ya da gizli fiilinin mastarı ile mensûbtur ki, tedebune de'ben demektir. O zaman cümle hâl olur. Hafs fetha ile "deeben” okumuştur, ikisi de deebe filameli deyiminin mastarıdır. Şöyle de denilmiştir: Tezraune emirdir, mübalağa için haber kalıbında verilmiştir, çünkü "biçtiklerinizi başağında bırakın” buyurmuştur. Güve yememesi için. Bu da birinciye (emre) göre söz harici öğüttür. "Yiyeceğiniz az bir miktar dışında” o yıllarda. 48Sonra bunun ardından yedi zor / kurak yıl gelir; sakladığınız az bir miktarın dışında önceden biriktirdiklerini yer bitirir. "Sonra bunun ardından yedi zoryıl gelir; bunlar için sakladıklarınızı yer” yani halkı bu yıllar endişesiyle biriktirdiklerinizi yer. Mecaz olarak yemenin yıllara nispet edilmesi, rüya ile tabirinin birbirine uyması içindir. "Ancak sakladığınız az bir şey hariç” ekmek için kaldırdığınız tohumluk hariç. 49Sonra bunun ardından bir yıl gelir; insanlar bol yağmura kavuşur ve onda (şarap) sıkar (hayvan sağar) lar. "Sonra bunun ardından bir yıl gelir; insanlar bol yağmura kavuşur” yuğasu ğays'ten gelir ki, yağmur demektir ya da ğıvas'tan gelir ki, kıtlıktan kurtulmaktır, "onda sıkarlar” sıkılacak şeyleri Meselâ üzüm ve zeytin gibi, çünkü meyve bol olacaktır. Davar sağarlar da denilmiştir. Hamze ile Kisâî te ile (tasırun) okumuşlardır ki, soranların çoğu muhatap kabul edilmiştir. Meçhul siygası ile (yu'sarun) da okunmuştur ki, bu da asarahu'dan gelir ve kurtarmak manasınadır. Malum kalıbı ile olup da Allah onları kurtarır ve halk birbirini kurtarır demek de ihtimal dahilindedir. Ya da a'saratis sehabetü aleyhim (bulut yağmur yağdırdı) deyiminden gelir. O zaman harfi çerin hazfı ile müteaddi olmuş olur, ya da yasırun matar (yağmur) manasına alınmış olur. Bu da müjdedir; şişman inekleri ve yeşil başaklan bolluk yılları, zayıflarla kuru başaklan kıtlık yılları ile tabir ettikten ve zayıfların şişmanlan yutmalarını bolluk yıllarda toplananları kıtlık yıllarda yemekle te'vil ettikten sonra verdiği bir müjdedir. Belki de bunu vahiy ile bilmiştir ya da kıtlığın sonunda bolluğun geleceğinden ya da Allahü teâlâ’nın kullarına adetinin onları sıktıktan sonra rahatlatma üzerine olmasındandır. 50Kral: Onu bana getirin, dedi. Elçi ona gelince: Efendine dön; ona ellerini kesen kadınların durumunu sor, neydi? Şüphesiz efendim onların tuzaklarını pekiyi bilendir, dedi. "Kral: Onu bana getirin, dedi” elçi ona tabiri getirince, "elçi ona gelince” onu zindandan çıkarmak için "Yûsuf dedi: Efendine dön; ona ellerini kesen kadınların durumunu sor, dedi". Çıkmada acele etmemesi; kadınların sorguya çekilmelerini, kendi durumunun da gözden geçirilmesini istemesi, suçsuzluğunu göstermek ve zindana haksız yere atıldığını bildirmek; dolayısıyla onu kıskananların durumunu daha da kötüye götürmelerini önlemek içindir. Bunda töhmetten ve töhmet getirecek şeylerden uzak durmanın gereğine delil vardır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Eğer onun yerinde ben olsa ve zindanda o kadar kalsa idim, hemen soruya cevap verirdim, "kadınların durumu nedir, sor” deyip de durumlarını teftiş et, dememesi onu araştırmaya ve durumu kontrole teşvik etmek içindir. Kendisine o kadar kötülük eden hanımefendisinin durumuna temas etmemesi ise asaletinden ve edebe riayetindendir. Nûn'un zammı ile "nüsvetün” de okunmuştur. "Şüphesiz efendim onların tuzaklarını pekiyi bilmektedir” bana, hanımefendine itâat et, dedikleri zaman. Bunda kadınların tuzaklarının büyük olduğuna, Allah'ın ilminin şâhit getirileceğine, kendisine atılan iftiradan beri olduğuna ve kadınlara tuzaklarından dolayı tehdit olduğuna delil vardır. 51Kral: Yûsuf'un nefsinden murat almak istediginiz zaman sorununuz neydi, dedi? Onlar da: Haşa Allah için, biz onda bir kötülük görmedik, dediler. Azîz'in karısı: İşte şimdi hak meydana çıktı; onun nefsinden murat almak istedim. O, gerçekten doğru söyleyenlerdendir, dedi. (Kral kadınlara: Sorununuz neydi, dedi?) hatb sâhibine hitap edilmeyi hak eden meseledir. "Yûsuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman. Onlar da: Haşa Allah için, dediler” Allah'ı tenzih edip böylesi bir güzelliği yarattığı için kudretine şaşkınlıklarını dile getirdiler. "Biz onda bir kötülük” bir günah "görmedik, dediler". Azîz'in karısı: İşte şimdi hak meydana çıktı, dedi” hak sâbit olup istikrar kazandı. Bu da hashasal bairiü deyiminden gelir ki, deve çökmek için kendini yere atmaktır. Şâir şöyle demiştir: Deve çökmek için kendini som kayanın üzerine attı. Selma da üzerine binince onu alıp uzaklara götürdü. Ya da haşhaşa zahara manasınadır ki, hassa şa'rehu deyiminden gelir ki, saçını başının derisi görünecek şekilde kazıdı demektir. Meçhul kalıbı ile (hushısa) da okunmuştur. "Onun nefsinden ben murat almak istedim. O, gerçekten doğru söyleyenlerdendir"; "kadın benden murat almak istedi” (Yûsuf: 26) sözünde. 52Yûsuf da: Bu, benim ona gıyabında hiyanet etmediğimi ve Allah’ın da gerçekten hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmadığını bilmesi içindir, dedi. "Yûsuf da: Bu, Azîzin bilmesi içindir, dedi” elçi Yûsuf’a dönüp de ona kadınların durumunu anlatınca Yûsuf böyle dedi yani bu araştırma Azîz'in bilmesi içindir "ki, ben ona gıyabında hainlik etmedim” bilğaybi arkasından demektir, o da fâilden yahut mefuldan hâl’dir yani ben onun yanında değilken ya da o benim yanımda değilken demektir ya da zarftır yani gizli yerde perdelerin ve kapalı kapıların arkasında demektir. "Allah hainlerin tuzağını başarıya götürmez” onu infaz etmez, doğruya ulaştırmaz ya da hainlere tuzakları sebebiyle hidâyet etmez demektir. Fiilin tuzağa isnat edilmesi mübalağa içindir. Burada Rail'in, kocasına hiyanet ettiğine ve kendisinin emin olduğuna îma vardır. Bunun içindir ki, arkasında: 53Ben kendimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz nefis daima kötülüğü emreder, ancak Rabbinin merhamet ettiği hariç. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. "Ben kendimi temize çıkarmıyorum” buyurmuştur. Yani onu tenzih etmiyorum, demektir. Şuna da dikkat çekilmiştir ki, o nefsini tezkiye etmek ve kendini beğenmek istememiş; bilâkis Allah'ın ona verdiği masumiyet ve muvaffakiyet sıfatlarını açıklamak istemiştir. İbn Abbâs şöyle buyurmuştur: Bilsin ki, ben ona hainlik etmedim, deyince Cebrâîl: Aklından da mı geçmedi, dedi? O da: "Şüphesiz nefis kötülüğü emredicidir” dedi. Çünkü onun tabiatı şehvetlere meyillidir, hep onları düşünür. Bütün güç ve kuvvetlerini her zaman onların namına kullanır. "Ancak Rabbimin merhamet ettiği hariç” ancak Rabbimin merhamet ettiği vakit hariç yahut Rabbimin merhamet edip de bunlardan koruduğu nefisler hariç. Şöyle de denilmiştir: İstisna munkatıdır yani lakin Rabbimin rahmeti hariçtir, o da kötülüğü çevirir. Şöyle de denilmiştir: Âyet Raü'in sözünü hikâye etmektedir, istisna edilen de Yûsuf'un nefsi ve kötülükten vazgeçmesidir. İbn Kesîr ile Nâfi' hemzeyi vâv'a kalb, sonra da idgam ederek "bissuvvi” okumuşlardır. "Şüphesiz Rabbim çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” nefislerin kuruntularını bağışlar ve dilediğine masumiyetle merhamet eder ya da suçunu itiraf edeni bağışlar ve istiğfar ve irtikâp ettiği şeyden merhamet dilediği sürece ona merhamet eder. 54Kral: Onu bana getirin; onu kendime gözde yapayım, dedi. Onunla konuşunca: Şüphesiz sen bugün yanımızda itibarlısın, eminsin, dedi. "Kral: Onu bana getirin; kendime gözde yapayım, dedi” hâlis adamlarımdan yapayım. "Onunla konuşunca” Yûsuf'u ona getirip de onunla konuşarak aklını ve dehasını görünce: "Şüphesiz sen bugün yanımızda itibarlısın, dedi” yerin ve derecen var "güvenlisin” her şeyi sana güveniriz. Rivâyete göre o zindandan çıkınca gusül etti, temizlendi. Yeni elbiseler giydi. Huzuruna girince: Allah'ım, senden onun hayrını ister, şerrinden senin izzet ve kudretine sığınırım, dedi. Sonra ona Arapça selâm verdi. Kral da: Bu dil nedir, dedi? O da: Amcam İsmâîl'in dilidir, dedi ve ona İbranice dua etti. O da: Bu dil nedir, dedi? O da: Atalarımın dilidir, dedi. Kral yetmiş dil bilirdi, onlarla konuştu. Yûsuf da hepsi ile cevap verdi, Kral buna şaştı: Rüyamı senden duymak isterim, dedi. O da anlattı, ona inekleri, başakları ve yerlerini gördüğü gibi anlattı. O da onu tahtına oturttu ve işi ona bıraktı. Şöyle de denilmiştir: Kıtfir o günlerde öldü, onu onun yerine geçirdi ve onu Rail ile evlendirdi, onu bakire buldu. Ondan Efrailm ile Mişa doğdu. 55Yûsuf: Beni bu yerin hazinelerinin başına getir. Çünkü ben iyi koruyan, çok iyi bilenim, dedi. "Yûsuf: Beni bu yerin hazinelerinin başına geçir, dedi” maliye işlerini bana bırak, yer de Mısır toprağıdır. "Çünkü ben çok iyi koruyanım” hak etmeyenlere vermem, "çok iyi bilirim” nereye harcanacağını. Belki de Yûsuf aleyhisselâm Kral'ın ona kesin iş vereceğini anlayınca, faydası geniş olanı ve geliri çok olanı tercih etti. Bunda şuna delil vardır ki, kendinden başka yapacak birini bilmediği zaman görev istemek, ona hazır olduğunu söylemek ve kafirden iş almak câizdir. Mücâhid, Kral'ın Yûsuf un eliyle Müslüman olduğunu söylemiştir. 56Böylece Yûsuf'u o yere yerleştirdik. Nereyi dilerse, oraya konar. Rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. İyilik edenlerin mükâfatını zâyi etmeyiz. "Böylece Yûsuf'u o yere yerleştirdik” Mısır toprağına "nereyi dilerse oraya konar” ülkenin istediği yerine gider. İbn Kesîr nûn ile "neşau” okumuştur. "Rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz” dünya ve âhirette. "İyilik edenlerin mükâfatını zâyi etmeyiz” bilâkis ücretlerini er veya geç tam olarak veririz. 57Şüphesiz âhiretin mükâfatı îman eden ve sakınanlar için daha hayırlıdır. "Şüphesiz âhiretin mükâfatı îman eden ve sakınanlar için daha hayırlıdır” şirkten ve çirkin şeylerden, âhiretin mükâfatı daha hayırlıdır, çünkü daha büyük ve devamlıdır. 58Yûsuf'un kardeşleri gelip huzuruna girdiler: Onları tanıdı, onlarsa onu tanımadılar. "Yûsuf'un kardeşleri geldiler” rivâyete göre Kral onu vezir yapınca adalet icra etti, ziraatı çoğaltmak ve gelirleri artırmak için çalıştı. Sonunda kıtlık yılları geldi. Kıtlık, Mısır'ı, Şâm'ı ve çevrelerini kapladı. İnsanlar ona yöneldiler. Önce onlara parayla sattı, bundan bir şey kalmayınca ziynet eşyaları ve mücevheratla sattı, sonra hayvanlarla sonra tarla ve akarla sonra da canları karşılığında sattı. Sonra da durumu Kral'a arz etti. O da: Sen bilirsin, dedi. O da onları azat etti ve mallarını da geri verdi. Diğer ülkeler gibi Kenan iline de kıtlık ulaştı. Ya'kûb, Bünyamin dışında oğullarını zahire için gönderdi. "Huzuruna girince onları tanıdı; onlarsa kendisini tanımadılar". Yani Yûsuf onları tanıdı, onlarsa tanımadılar; çünkü çoktan ayrılmışlardı, ondan ayrıldıkları zaman genç yaşta idi, onu unutmuşlardı. Onun helâk olduğunu zannetmişlerdi. Şimdi ise çok değişmişti ve heybet ve saygılarından ona doğrudan bakmamışlardı. 59Onların zahire yüklerini hazırlayınca: Bana baba bir kardeşinizi de getirin. Görmüyor musunuz, ben size ölçeği tam yapıyorum ve ben konuk severlerin en hayırlısıyım, dedi. (Onların zahire yüklerini hazırlayınca) hazırlıklarını tamamlayıp da hayvanlarını yükleyince demektir. Cihaz aslında taşınmak için hazırlanan eşyadır Meselâ yol malzemesi ve şehirden şehre taşman mal gibi. Kadının yüz görümlüğüne de cihaz (çeyiz) denir. Kesr ile "cihazihim” şeklinde de okunmuştur. "Bana baba bir kardeşinizi de getirin, dedi". Rivâyete göre huzuruna girince: Sizler kimlersiniz, ne iş yapıyorsunuz, belki casussunuz, dedi. Onlar da: Allah korusun, bizler bir babanın evladıyız, o da yaşlı bir ihtiyardır. Peygamberlerden sıddik bir nebidir. İsmi Ya'kûb'tur, dediler. O da: Kaç kişisiniz, dedi? Onlar da: Biz on iki kişi idik, birimiz çölde kayboldu, dediler. O da: Burada kaç kişisiniz, dedi? Onlar da: On, dediler. O da: On birinci nerede, dedi? Onlar da: Babamızın yanındadır, ölen oğluna karşılık onunla teselli oluyor, dediler. O da: Size kim şahitlik edecek, dedi? Onlar da: Burada bizi kimse tanımaz ki, bize şahitlik etsin, dediler. O da: Birinizi yanımda rehine bırakın, bana baba bir kardeşinizi getirin ki, size inanayım, dedi. Onlar da kura çektiler. Kura Şemun'a çıktı. Şöyle denilmiştir: Yûsuf her adam başına bir deve yükü veriyordu, onlarsa baba bir kardeşleri için fazladan bir deve yükü istediler. O da verdi ve doğruluklarını bilmek için onu getirmelerini şart koştu. "Görmüyor musunuz, ben size ölçeği tam yapıyorum ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım, dedi". Onları çok iyi ağırlamıştı. 60Eğer onu bana getirmezseniz, yanımda sizin için ölçek / azık yok ve bana yaklaşmayın, dedi. "Eğer onu bana getirmezseniz, yanımda sizin için ölçek / azık yok ve bana yaklaşmayın, dedi” ve ülkeme girmeyin. Bu da ya nehiydir ya da nefiydir ve cezanın üzerine ma’tûftur. 61Kardeşleri: Onu babasından isteyeceğiz. Ve mutlaka yapacağız, dediler. "Kardeşleri: Onu babasından isteyeceğiz” onu babasından almak için çok çalışacağız "ve mutlaka yapacağız, dediler” bunda gevşeklik etmeyeceğiz. 62Yûsuf uşaklarına: Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki, ailelerine döndükleri zaman onları tanırlar da belki onlar geri dönerler, dedi. (Yûsuf uşaklarına dedi) zahire ölçen kölelerine, fityan fetanın çoğuludur. Hamze, Kisâî ve Hafs "lifityanihi” okumuşlar, bunda da (sermayelerini yüklerinin içine koyun) kavline uysun istemişlerdir. Çünkü o, onlardan her birinin yiyecek satın aldığı eşyasını yükünün içine koymak için bir adam görevlendirmişti. Sermayeleri de ayakkabı ve deri idi. Bunu yapması onları rahatlatmak ve onlara ihsan etmek içindi. Onlardan para almayı onuruna sığdıramadı ve babalarına vardıkları zaman geri dönmemelerinden korktu. "Belki tanırlar da” belki sermayelerinin iade edilme hakkını tanırlar yahut tanımaları için "belki döndükleri zaman” vardıkları zaman "ailelerine” ve eşyalarını açtıkları zaman "belki dönerler” belki bilmeleri onları dönmeye zorlar. 63Onlar babalarına dönünce: Ey babamız, bizden ölçek / zahire alıkonuldu. Onun için kardeşimizi bizimle beraber gönder de ölçekle alalım. Mutlaka biz onun için muhafızlarız, dediler. "Onlar babalarına dönünce: Ey babamız, bizden zahire alıkonuldu” eğer Bünyamin'i götürmezsek bize erzak verilmeyecek ."Onun için kardeşimizi bizimle gönder” bu engeli aradan kaldıralım ve ihtiyaç duyduğumuz azığı alalım. Hamze ile Kisâî ye ile (yektel) okumuşlardır ki, kardeş fâil olur yani kendisi için alsın, aldığım bizimkilere katsın. "Mutlaka biz onun için muhafızlarız” onu muhtemel kötülüklerden koruruz. 64Babaları: Size onu güvenir miyim? Meğerki daha önce kardeşine güvendiğim gibi ola. En hayırlı koruyucu Allah'dır. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir, dedi. "Dedi” Ya'kûb onlara "size onu güvenir miyim? Meğerki daha önce kardeşine güvendiğim gibi ola!” Yûsuf'da da, onu mutlaka koruyacağız, demiştiniz. “ En hayırlı koruyucu Allah'dır “ yalnız ona tevekkül ederim ve işimi ona ısmarlarım. "Hıfzan” temyiz olarak mensûbtur; Hamze ile Kisâî'nin hafızan okuyuşu da buna da hâle de muhtemeldir, Arapların: Lillahi derru farisen kavli gibi. "Hayru nafizin” ve "hayrul hafızin” de okunmuştur. "O merhamet edenlerin en merhametlisidir” onu korumakla bana merhamet edeceğini ve bana iki musibeti birden veremeyeceğini umarım. 65Eşyalarını açınca, sermayelerinin kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler. "Ey babamız, daha ne istiyoruz; işte sermayemiz bize iade edilmiş. Ailemize zahire getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de artırırız. Bu kolay bir ölçektir, dediler. "Eşyalarını açınca sermayelerinin kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler” (rüddet ileyhim) ra'ya idgam edilen dal'ın kesresinin nakli ile "riddet” de okunmuştur, nitekim biy'a'da öyle yapılmıştır. Şöyle de denilmiştir: "Ey babamız, daha ne istiyoruz?” bundan fazlası olur mu? Bize ikram etti, bize iyi baktı, bize sattı ve eşyamızı da bize iade etti. Yahut bundan öte bir ihsan istemeyiz yahut anlattığımız sözde aşırı gitmiyor ve iyiliğine dâir aktardığımızda fazla söylemiyoruz. Hitap tarzında "mâ tebği” okunmuştur ki, bundan öte ne gibi iyilik ya da doğruluğumuza delil beklersin? "İşte sermayemiz bize iade edilmiş” ne istiyoruz sözünü açıklayan yeni söz başıdır, "ve nemirü ehlena” bu da mahzûfa ma’tûftur, yani bize iade edilmiş, biz de onu ihtiyacımıza kullanır ve Kral'a dönmekle ailemize erzak alırız, (kardeşimizi koruruz) gidiş ve dönüşümüzde kardeşimizi koruruz. "Ve bir deve yükü de artırırız” kardeşimizin bize katılmasıyla. Bu, "mâ” istifhamiye olduğu takdirdedir. Ama nafiye olduğu zaman buna da ihtimali vardır, cümlenin "mâ nebği"nin üzerine ma’tûf olma ihtimali de vardır. Yani dediğimizde haksızlık etmeyiz, ailemize erzak alırız ve kardeşimizi de koruruz. "Bu da kolay bir ölçektir” az bir ölçektir, bize yetmez. Kendilerine verileni azımsadılar, Kral'a dönmekle onu katlamak istediler yahut kardeşlerine verileni de kendilerininkine ilave ettiler. İşaretin deve yüküne olması da câizdir ki, bu az bir şeydir, Kral o hususta bizi sıkıştırmaz ve gözünde büyütmez. Şöyle de denilmiştir: O Ya'kûb'un sözündendir, manası da bir deve yükü zahire için evlât tehlikeye atılmaz, demiştir. 66Ya'kûb kuşatılma durumu hariç, onu bana getireceğinize dâir Allah'tan sağlam bir söz vermedikçe onu sizinle asla göndermeyeceğim, dedi. Ona sözlerini verince: Allah bu dediklerimize vekildir, dediler. "Ya'kûb dedi: Onu asla sizinle göndermeyeceğim” sîzden bunları gördükten sonra. "Bana Allah'tan sağlam bir söz vermedikçe” Allah'ın ismiyle pekiştirilmiş bir teminat vermedikçe. "Le te'tünneni bihi” onu mutlaka getireceğinize dâir kasemin cevabıdır, mutlaka getireceğinize dâir yemin etmedikçe demektir. (Meğerki kuşatılırsınız) ola ki, yenilip de takatiniz kalmaya yahut ola ki, hep birlikte helâk olasınız. Bu ad en geniş hâllerden edilen bir istisnai müferrağdır. Takdiri de şöyledir: Onu bana mutlaka getireceksiniz, ola ki, kuşatılmış olasınız yahut en geniş sebeplerden istisnai müferrağdır ki, "mutlaka bana getireceksiniz” kavli nefiy durumunda olur yani onu bana getirmekten çekinmeyeceksiniz, meğerki kuşatılmış olasınız, bu da: Aksemtü billahi illâ faalte yani sadece onu yapmam istiyorum, demektir. "Ona sözlerini verince: Allah dediklerimize vekildir, dedi” teminat verme ve getirme isteğine karşı Allah şahittir. 67Ey ğullarım, şehre bir kapıdan girmeyin; ayrı ayrı kapılardan girin. Ben sizden Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi savamam. Hüküm ancak Allah'ındır. Yalnız ona güvendim ve güvenenler yalnız ona güvensinler, dedi. "Ya'kûb dedi: Ey ğullarım, şehre bir kapıdan girmeyin; ayrı ayrı kapılardan girin". Çünkü onlar gösterişli ve Kral'ın yanında itibarlı olduklarından Mısır'da meşhur idiler. Toplu hâlde girdikleri takdirde nazar edilmelerinden korktu. Belki de birinci seferde böyle vasiyet etmemesi o zaman tanınmamış olmalarından idi ya da buna sebep Bünyamin adına korkması idi. Nefsin birçok tesirleri vardır; bunlardan biri de nazardır. Aleyhisselâm Efendimizin afsun için şu sözü de bunu gösterir: Allah'ım, bütün şeytanlardan, zararlı hayvanlardan ve kem gözlerden senin eksiksiz kelimelerine sığınırım. "Ben sizden Allah'tan gelecek hiçbir şeyi savamam” bu dediğim şeyi yapmakla kazanızı savamam, çünkü tedbir takdiri bozmaz. "Hüküm yalnız Allah'ındır” eğer size bir kötülük takdir etmişse, benim bu tedbirim bir işe yaramaz. (Yalnız ona güvendim ve güvenenler yalnız ona güvensinler). Cümleyi cümleye atfederken iki harfi birleştirmesi sılanın (aleyhi'nin) ihtisas (hasr) için başa geçmesindendir. Vâv atıf içindir, fe de sebep içindir, çünkü peygamberlerin işi onlara uymak için sebeptir. 68Babalarının dediği yerden girince bu, onlardan Allah'tan gelecek hiçbir şeyi savacak değildi. Ancak Ya'kûb'un içindeki bir ihtiyacı / dileği gidermiş oldu. Şüphesiz o, kendisine öğrettiğimizden dolayı gerçekten ilim sâhibi idi. Ancak insanların çoğu bilmezler. "Babalarının dediği yerden girince” yani şehre ayrı kapılardan girince "bu, onlardan savacak değildi” yani Ya'kûb'un görüşü ve onların da bunu yerine getirmeleri "Allah'tan gelecek hiçbir şeyi” Ya'kûb'un dediği gibi Allah'ın kaza ve takdir ettiği hiçbir şeyi. O yüzden hırsızlıkla itham edildiler, Bünyamin de ölçek onun yükünden çıktığı için tutuklandı ve Ya'kûb'un musibeti katlandı. (Ancak Ya'kûb'un içindeki bir dileği yerine getirmiş oldu). Bu da istisnai munkatıdır yani Ya'kûb'un içindeki bir ihtiyacı, göz değer diye onlara şefkat ve sakınmasını yerine getirdi. "Şüphesiz o, kendisine öğrettiğimizden dolayı gerçekten ilim sâhibi idi” vahiy ve delillerle öğrettiğimiz şeylerden dolayı. Bunun içindir ki: Allah'tan gelecek bir şeyi sizden savamam demiş ve kendi tedbirine aldanmamıştır. "Ancak insanların çoğu bilmezler” kaderin cilvesini ve tedbirin takdiri önlemeyeceğini. 69Kardeşleri Yûsuf'un huzuruna girince, kardeşini kendine çekti: "Gerçekten ben senin kardeşinim; onların yaptıklarından üzülme” dedi. "Kardeşleri Yûsuf'un huzuruna girince, kardeşini kendine çekti” yani onu bağrına bastı, yemeğe götürdü yahut eve aldı. Rivâyete göre onları misafir etti, ikişer ikişer oturttu, geriye Bünyamin tek kaldı. O da ağladı: Eğer kardeşim Yûsuf hayatta olsa idi benimle beraber otururdu, dedi. O da onu kendi sofrasına oturttu, sonra da: İçinizden her iki kişi bir odaya çekilsin. Bunun ise ortağı yoktur, o da geceyi benim yanımda geçirsin, dedi ve ona: Telef olan kardeşinin yerine ben senin kardeşin olmamı ister misin, dedi? O da: Senin gibi kardeşi kim bulur, ancak sen Ya'kûb ile Rahü'den doğmadın ki, dedi? Yûsuf ağladı, kalktı boynuna sarıldı ve: "Ben senin kardeşinim; üzülme” bu da iftial babmdandır, bu'stan'dır ki, üzülmek manasınadır "onların yaptıklarından” geçmişte bize yaptıklarından. 70Zahire yüklerini onlara hazırlayınca, ölçeği onun yükünün içine koydu. Sonra bir ünleyici: Ey kafile, sizler mutlaka hırsızlarsınız, diye seslendi. "Onların zahire yüklerini hazırlayınca, ölçeği koydu” maşrapayı "kardeşinin yüküne". Maşrapanın ölçek olarak kullanıldığı da söylenmiştir. Onun hayvanlara su verildiği, erzak ölçüldüğü ve gümüşten olduğu da söylenmiştir. Altın da denilmiştir. "Vecaale” şeklinde de okunmuştur ki, o zaman Lemmâ'nın cevabı mahzûf olur, takdiri de şöyledir: Onlara süre tanıdı, onlar da gittiler. "Sonra bir ünleyici seslendi: Ey kafile, sizler mutlaka hırsızlarsınız, diye!” Belki de bunu Yûsuf aleyhisselâm’ın emri ile yapmadı ya da ölçeğin gizlenmesi ve bunun için seslenilmesi Bünyamin'in rızâsı ile olmuştur. Bunun manası şöyledir de denilmiştir: Sizler Yûsuf 'u babasından çalan kimselersiniz ya da sizler hırsızlar mısınız? İyr kervandır, o da yük taşıyan develere denir. Dönüp dolaşmak manasınadır. Kervanların sahiplerine denildiği de söylenmiştir, sallallahü aleyhi ve sellem'in: Ya haylellahir kebi (Allah'ın atlıları, binin) gibi. Ayr'in çoğul olduğu da söylenmiştir. Aslı ise sukfun gibi uyrun'dur, biydun gibi ilal edilmiştir. Mecazen merkep kafilesine denirmiş, sonra da istiare yolu ile bütün kafileler için kullanılmıştır. 71Onlar da dönüp: Ne arıyorsunuz, dediler? "Onlar da dönüp: Ne arıyorsunuz, dediler?” yani neyiniz kayboldu demektir. Fakd bir şeyin gözden kaybolup yerinin bilinmemesidir. "Tüfkıdun” da okunmuştur ki, efkattuhu'dan gelir, kayıp olmaktır. 72Dediler: Kralın ölçeğini arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü zahire vardır ve ben buna kefilim. "Dediler: Kralın ölçeğini arıyoruz” Sa', sava', zam ile ayın ve ğayın ile ve "suvağ” da okunmuştur sığayet kökünden gelir. "Onu getirene bir deve yükü zahire vardır” ödül olarak. "Ve ben buna kefilim” getirene öderim. Bunda ödül vermenin ve iş bitmeden önce ödülü garanti etmenin cevazına delil vardır. 73Dediler: Allah'a yemin ederiz ki, bizim bu toprakta bozgunculuk yapmak için gelmediğimizi bilmişsinizdir. Ve bizler hırsızlar değiliz. (Dediler: Allah'a yemin ederiz) kasemdir, içinde şaşma manası vardır, te de be'den bedeldir, sadece Allah lâfzı ile kullanılır. "Bizim bu toprakta bozgunculuk yapmak için gelmediğimizi bilmişsinizdir ve bizler hırsızlar değiliz". Suçsuz olduklarına karşı tarafın bilgisini şâhit gösterdiler, çünkü onların iki kere gelişlerinde ve Kral'ın huzuruna girişlerinde emin olduklarını anlamışlardı. Bu da onların son derece güvenilir olduklarını gösterir; Meselâ yüklerinin içine konulan sermayelerini iade etmeleri; ekin veya benzeri bir şey yemesin diye hayvanlarının ağızlarını bağlamaları gibi. 74Dediler: Eğer yalancılarsanız, onun cezası nedir? "Onlarda: Onun cezası nedir, dediler?” yani hırsızın yahut hırsızlığın yahut ölçeği çalmanın cezası nedir dediler? Bunda da muzâf hazfedilmiştir. "Eğer yalan söylüyorsanız” suçsuz olduğunuz iddiasında. 75Onlar da: Onun cezası; kimin yükünde bulunursa, cezası odur. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız, dediler. "Onlar da: Onun cezası; kimin yükünde bulunursa, cezası odur, dediler” yani hırsızlığının cezası, kimin yükünde bulundu ise onun alınıp köle edilmesidir. Ya'kûb aleyhisselâm'ın şerîatında böyle idi. "Fehüve cezauh” kavli hükmü açıklama ve zorunlu kılmadır ya da "men"in haberidir, fe de cümlenin şart manasını içermesindendir ya da şartiye olmasıyla cevabıdır. Cümle de olduğu gibi "cezauhu"nûn haberidir, o zaman zamir yerine zâhir isim getirilmiş olur. Sanki: Cezauhu men vücide fî rahlihi fehüve hu demiş gibidir. "Biz zâlimleri böyle cezalandırırız” hırsızlık edip zâlim olanları. 76Kardeşinin kabından (yükünden) önce onların kaplarından başladı. Sonra da onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte biz, Yûsuf'a böyle hile öğrettik. Yoksa Kral'ın dininde kardeşini alacak değildi, ancak Allah'ın dilemesi hariç. Dilediğimiz kimsenin derecelerini artırırız. Her ilim sâhibinin üstünde daha iyi bilen vardır. "Onların kabından başladı” seslenen aramaya başladı, Yûsuf da denilmiştir, çünkü Mısır'a götürülmüşlerdi. "Kardeşinin yükünden önce” töhmeti savmak için önce Bünyamin'in yükünden başladı "sonra onu çıkardı” yani su kabını yahut ölçeği, çünkü müzekker de müennes de kullanılır. (Kardeşinin yükünden) vâv'ın zammı ile (vua) ve hemzeye kalbi ile (iâ') da okunmuştur. "Kezâlike” bu hile gibi "Yûsuf'a hile öğrettik” ona böyle vahiy ettik. "Yoksa Kral'ın dininde kardeşini alacak değildi” Mısır hükümdarının dininde, zira onun dini dövmek, aldığı kadar borçlandırmaktı, köle etmek değildi. Bu da hileyi açıklamaktadır. "Ancak Allah'ın dilemesi hariç” o hükmü Kral'ın hükmü kılması hariç, bu durumda istisna en geniş hâlden yapılmıştır. İstisnanın munkatı olması da câizdir ki, Allah'ın dilemesi ve izni ile alması hariç. Demektir. "Dilediğimiz kimselerin derecelerini artırırız” ilim ile, Yûsuf'un derecesini artırdığımız gibi. "Her ilim sâhibinin üstünde daha iyi bilen vardır” derecesi ondan daha üstün olan vardır. Allahü teâlâ zâtı ile bilir, eğer ilim sâhibi olsa idi onun da üstünde ondan daha iyi bilen biri olurdu, diyenler bu âyeti delil getirmişlerdir. Cevap da şöyledir: Maksat halktan ilim sâhibi olanlardır, çünkü söz onların hakkındadır, bir de alîm Allahü teâlâ'dır, manası da en üstün ilim onundur demektir. Çünkü bununla (her ilim sâhibinin sözü ile "âlimlerin üstüde alîm” vardır) sözünün arasında fark yoktur. Bu da halka hâs ilimdir. 77Dediler: Eğer çaldıysa, onun kardeşi de daha önce çalmıştı. Yûsuf bunu içine attı, onlara belirtmedi. "Sizin durumunuz daha kötüdür. Anlattığınız şeyi Allah en iyi bilir” dedi. "Dediler: "Eğer çaldıysa” Bünyamin "onun kardeşi de daha önce çalmıştı” Yûsuf'u kastediyorlar. Şöyle denilmiştir: Halası babasından İbrâhîm aleyhisselâm'ın kemerini miras olarak aldı, o da Yûsuf'a bakıyor ve onu seviyordu. Yûsuf büyüyünce Ya'kûb onu çekip elinden almak istedi. O da kuşağı Yûsuf'un beline bağladı, sonra kaybolduğunu ilan etti. Onu aradı, Yûsuf'un belinde bağlı buldu. Onların kanunlarına göre ona sahip oldu. Şöyle de denilmiştir: Annesinin babasına ait bir put vardı, Yûsuf onu çaldı, kırıp çöplüğe attı. Şöyle de denilmiştir: Evde bir oğlak yahut tavuk vardı, onu dilenciye verdi. Şöyle de denilmiştir: Kiliseye girdi, küçük bir altın heykeli aldı. "Yûsuf bunu içine attı” onlara belirtmedi” içinde sakladı, açığa vurmadı. Zamir icabete yahut söze yahut ona hırsızlık isnadına gitmektedir. Şöyle de denilmiştir: O tefsir şartı ile kinayedir, onu: "Sizin durumunuz daha kötüdür” sözü açıklamaktadır. Çünkü o "eserreha” kavlinden bedeldir, mana da içinden, siz daha kötü hırsızsınız dedi, çünkü siz kardeşinizi çaldınız ya da yaptığınız onunkinden kötüdür demektir. Müennes olması kelime yahut cümle itibarı iledir. Bu da pek doğru bir yorum değildir, çünkü cümle ile tefsir edilen ancak zamr-i şan olur. "Anlattığınız şeyi Allah en iyi bilir” o, durumun böyle olmadığını çok iyi bilir. 78Onlar: Ey Azîz, gerçekten onun çok büyük / yaşlı bir babası vardır. Onun yerine birimizi al. Şüphesiz biz seni iyilik edenlerden görüyoruz, dediler. "Onlar: Ey Azîz, gerçekten onun büyük bir babası var” yaşı ilerlemiş yahut itibarı yüksek demektir. Merhametini celp etmek için hâlinden bahs ettiler. "Onun yerine birimizi al” çünkü babası, helâk olan kardeşine çok üzgündür, bununla teselli olmaktadır. "Şüphesiz biz seni iyilik edenlerden görüyoruz” bize iyiliğini tamamla ya da iyiliğe alışanlardan görüyoruz, adetini değiştirme. 79Eşyamızı yanında bulduğumuzdan başka birini almaktan Allah korusun! Şüphesiz bizler o zaman gerçekten zâlimler oluruz, dedi. "Eşyamızı yanında bulduğumuzdan başkasını almaktan Allah korusun!” çünkü başkasını almak sizin fetvanıza göre zulümdür, eğer onun yerine birinizi alırsak "şüphesiz bizler o zaman gerçekten zâlimler oluruz, dedi” sizin dininize göre ya da maksadı şudur: Allah ölçeği yükünde bulduğumuzu almaya onun çıkarı, kendisinin de rızâsı için izin vermiştir. Eğer başkasını alırsam, haksızlık etmiş olurum. 80Ümitlerini kesince bir tarafa çekilip fısıldaşmaya başladılar. Büyükleri: Bilmediniz mi ki, şüphesiz babanız sizden Allah adına sağlam bir söz almıştı. Daha önce de Yûsuf hakkında kusur işlemiştiniz. Babam bana izin verinceye veyahut Allah benim için hükmedinceye kadar buradan ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır, dedi. (Ondan ümitlerini kesince) Yûsuf'tan ve onlara cevabından meyus olunca, sin ve te'nin ziyadeliği mübalağa içindir, Bezzi'den hemzesiz elifle ve ye'nin fethi ile istiyâsa okuduğu rivâyet edilmiştir. Hamze de vakfettiği zaman hemzenin harekesini aslına bakarak ye'nin üzerine atmıştır. "Halasu” ayrılıp bir tarafa çekildiler "neciyya” fısıldaşarak, gizli konuşarak, neciyya'yı tekil yapması mastar olmasından ve o vezinde olmasındandır. Nitekim: Hüm sıddikün denir, çoğulu da enciye'dir, nediy ve endiye gibi. "Büyükleri dedi” yaşta büyükleri, o da Rubil'dir, yahut akılda büyükleridir ki, o da Şemun'dur. Yahuda olduğu da söylenmiştir. "Bilmediniz mi ki, şüphesiz babanız sizden Allah adına sağlam bir söz almıştı” bir vesika, Allah'a yeminlerinin ondan sağlam söz alma kabul edilmesi, onun izni ile ve onun tarafından teyit edilmesindendir. "Daha önce” bundan önce "Yûsuf hakkında kusur işlemiştiniz” kusur etmiştiniz. Mâ farrattüm'deki mâ zâittir, mastariye olması da câizdir, o zaman "talemu"nûn mefuîuna atfen mahallen mensûb olur. Atıfla ma’tûfun arasının zarf ile açılmasında bir sakınca yoktur. Ya da "inne"nin ismine ma’tûftur, haberi de "fî yusufe"dir. Ya da min kablu'dur. Ya da mübteda olarak merfû’dur, haber de "minkablu"dur. Bu da pek doğru değildir, çünkü "kablu” haber yahut sıla olursa, izafetten kesilmez ki, eksik kalmasın. Mâ'nın mastariye olması da câizdir, yani mâ farrettumuhu, onun hakkında daha önce yaptığınız hiyanet demek olur. Mahalli de yukarıda geçtiği gibidir. "Ben ayrılmayacağım” Mısır toprağından çıkmayacağım "babam bana izin verinceye kadar” dönmem için "yahut Allah hakkımda hüküm verinceye kadar” oradan çıkmam yahut kardeşimin onlardan halası ile yahut onu kurtarmak için onlarla savaşmakla. Rivâyete göre onu serbest bırakması için Azîz'le konuştular. Rubil: Sayın Kral, Allah'a yemin ederim ya bizi bırakırsın ya da öyle bir sayha atarım ki, hamile kadınlar çocuklarını düşürürler, dedi. Kılları diken gibi olup elbisesinden çıktı. O zaman Yûsuf aleyhisselâm oğluna: Kalk onun yanına git, ona dokun, dedi. Ya'kûb oğulları kızdıkları zaman biri onlara dokunursa öfkeleri geçerdi. O zaman Rubil: Bu memlekette bu usul nereden, yemin ederim burada Ya'kûb'un tohumlarından var, dedi. "O, hükmedenlerin en hayırlısıdır” çünkü onun hükmü hep hak olur. 81Babanıza dönün: Ey baba, şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz ancak bildiğimize şahitlik ettik. Biz gaybin bekçileri değiliz, deyin. "Babanıza dönün: Ey babamız, şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı, deyin” dıştan gördüğümüz kadarıyla, Sürrika da okunmuştur ki, hırsız sayılmaktır. "Biz ancak bildiğimize şahitlik ettik” ölçeğin onun yükünden çıktığını görmekle. "Biz gaybin bekçileri değiliz” iç durumu bilmeyiz. Hırsızlık etti mi yoksa hırsız deyip de ölçek yüküne mi konuldu, bilmiyoruz ya da bizler sonucu bilmeyiz; sana söz verdiğimiz zaman çalacağını bilmeyiz ya da Yûsuf ta olduğu gibi başına bu musibetin de geleceğini bilmeyiz demektir. 82İçinde bulunduğumuz köye, aralarında döndüğümüz kervana sor. Gerçekten bizler doğru söyleyenleriz. "İçinde bulunduğumuz köye sor” Mısır'ı kastediyorlar ya da Kral'ın adamlarının kendilerini yakaladığı köyü. Mana da şöyledir: Halkına haber gönder ve kıssayı onlardan sor. "Aralarında döndüğümüz kervana sor” kendileriyle geldiğimiz ve beraber bulunduğumuz kervanın halkına sor. "Gerçekten bizler doğru söyleyenleriz” Bu da kasem yerinde bir tekittir. 83Babaları: Hayır, nefisleriniz size bir iş süslemiş. Artık bana güzelce sabretmek düşer. Allah'tan bana onların hepsini getirmesini umarım. Şüphesiz o, en iyi bilen, hikmet sâhibidir, dedi. "Babaları: Hayır, size süsledi, dedi” yani babalarına dönüp de ona kardeşlerinin dediklerini anlatınca, "hayır, size süsledi, dedi” hoş ve kolay gösterdi, "nefsiniz size bir işi” istediğiniz işi, siz de kararlaştırdımz; yoksa Kral hırsızın köle edileceğini ne biliyordu? "Fesabrun cemil” yani benim işim güzelce sabretmektir yahut güzel sabır en güzelidir. "Allah'tan bana onların hepsini getirmesini umarım” Yûsuf'u, Bünyamin'i ve Mısır'da bekleyen kardeşlerini. "Şüphesiz o, en iyi bilendir” benim ve onların hâlimizi "hikmet sâhibidir” işinde. 84Ya'kûb onlardan yüz çevirdi: Ey Yûsuf'a duyduğum hüzün (vah yavrum) dedi. Üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık o yutkunmakta (üzüntüsünü içine atmakta) dır. "Ya'kûb onlardan yüz çevirdi” onların yüzünden karşılaştığı şeylerden hoşlanmayarak yanına döndü "ve: Ey Yûsuf'a duyduğum hüzün” dedi! Ey üzüntüm gel, şimdi senin vaktindir. Esef şiddetli hüzün ve hasrettir. Esefa'daki elif mütekellim ye'sinden bedeldir. Yani olay ikisinin musibeti olduğu hâlde onlara değil de Yûsuf'a üzülmesi şundandır, çünkü esas musibet Yûsuf'unkidir, o hep taze idi, kalbini sarmıştı. Bir de o ikisinin hayatta olduklarından emindi, onunkinden ise değil. Hadiste şöyle denilmiştir: Hiçbir ümmete musibet ânında "inna lilah ve inna ileyhi raciun” (Bakara: 156) demek verilmedi, ancak ümmet-i Muhammed'e verildi. Baksanıza Ya'kûb aleyhisselâm başına o musibet gelince inna lülah demedi; ya esefa, dedi. "Üzüntüden gözlerine ak düştü” üzüntüsünden dolayı çok ağladığı için, sanki gözyaşı gözünün siyahlığını silip götürdü. Gözü zayıfladı da denilmiştir. Kör olduğu da söylenmiştir. "Minelhazeni” de okunmuştur. Bunda acı sırasında üzüntü duymanın ve ağlamanın cevazına delil vardır. Belki de bu gibi şeyler irâdeye bağlı değildir. Bunun içindir ki, şiddet ânında kendine sahip olan pek azdır. Bu sebepledir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem oğlu İbrâhîm'e ağladı ve: Kalp üzülür, göz yaşarır, biz Rabbi kızdıracak bir şey demeyiz. Ey İbrâhîm, senin için gerçekten üzgünüz, dedi. "Artık o yutkunmaktadır” evlatlarına karşı içi öfke ile doludur, onu açıklamayıp yüreğinde saklamaktadır. Kazım feîl veznindedir, ism-i mef'ûl manasınadır, tıpkı "vehüve kezîm” (Kalem: 48) âyetinde olduğu gibi. Bu da kezames sikau deyiminden gelir su kırbası iyice dolmaktır ya da ism-i fâil manasınadır, "velkazımine” (Al-i İmran: 134) kavlinde olduğu gibi. Bu da kezamel ğayza'dan gelir ki, yutkunup içe atmaktır. Aslı kazamel bairü cerretehu deyiminden gelir ki, deve gevişini içine atmaktır. 85Çocukları: Allah'a yemin ederiz ki, Yûsuf diye hastalanıp eriyecek yahut helâk olacaksın, dediler. (Çocukları: Allah'a yemin ederiz ki, Yûsuf diye hastalanıp eriyecek ya da helâk olacaksın, dediler). Latefteü demektir ki, acından onu hep anıyorsun manasınadır, Lâ edâtı hazf edilmiştir, şu mısrada olduğu gibi. Allah'ayemin ederim ki, hep oturacağım, dedi. (Laebrahu demektir). Çünkü müspet kalıpla karışma ihtimali yoktur, zira kasemin yanında müspetlik alâmeti olmazsa menfi olur. "Hastalanıp eriyeceksin” neredeyse helâk olacaksın. Şöyle de denilmistir: Harad üzüntüden yahut hastalıktan eriyendir. O aslında mastardır, bunun içindir ki, müennes ve çoğul yapılmaz. Sıfatı kesr iledir Meselâ denef ve denif gibi. Böyle de okunmuştur, iki zamme ile cünüb gibi (hurud) da okunmuştur. " Yahut helâk olacaksın” öleceksin. 86O da: Ben kederimi ve hüznümü ancak Allah'a şikayet ediyorum. Allah'tan sizin bilmediklerinizi biliyorum, dedi! "O da: Ben kederimi ve üzüntümü ancak şikayet ederim, dedi” sabredemediğim kederimi, buradaki bess yaymak manasınadır. "Allah'a” ne sizden birine ne de başkasına; artık beni şikayetimle baş başa bırakın "Allah'tan bilirim” onun işinden ve rahmetinden bilirim ki, o kendine dua edeni eli boş bırakmaz, kendine sığınanı terk etmez. Ya da Allah'tan bir çeşit ilhamla bilirim demektir "sizin bilmediklerinizi” Yûsuf'un hayatına dâir. Şöyle de denilmiştir: Rüyasında ölüm meleğini gördü, ona sordu, o da: Hayattadır, dedi. Şöyle de denilmiştir: Yûsuf'un rüyasından bildi, çünkü kardeşleri ona secde edinceye kadar ölmeyecekti. 87Ey ğullarım, gidin; Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Çünkü kâfir topluluktan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. "Ey ğullarım, gidin; Yûsuf'u ve kardeşlerini araştırın” onlardan haber sorun, durumlarını kontrol edin. Tâhâssüs his aramaktır. "Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin” onun aydınlık ve nefesinden meyus olmayın. "Min ruhillahi” de okunmuştur ki, kullara can veren ruhundan ümit kesmeyin demektir. "Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez” Allah'ı ve sıfatlarını inkâr edenlerden başkası, çünkü Allah'ı bilen mü'min hiçbir şekilde onun rahmetinden ümit kesmez. 88Kardeşleri Yûsuf'un huzuruna girince: "Ey Azîz, bize ve ailemize darlık dokundu ve biz, değersiz bir ticaret malı getirdik. Sen bize ölçeği tam ver ve bize lütufta bulun. Şüphesiz Allah, lütufta bulunanlara mükâfat verir. "Kardeşleri Yûsuf'un huzuruna girince: Ey Azîz, dediler” Mısır'a ikinci kez döndükten sonra "bize ve ailemize darlık dokundu” şiddetli açlık "biz değersiz bir ticaret malı getirdik” düşük yahut az, rağbet edilmediği için reddedilen, bu da ezceytuhu'dan gelir ki, def etmektir. Tezciyetüz zaman (zamanı savmak) da bundan gelir. Sahte akçelerdi de denilmiştir. Yün ve sadeyağ da denilmiştir. Çam ve fıstık sakızı da denilmiştir. Süzme peynir ve mukl ağacının sakızı da denilmiştir. "Sen bize ölçeği tam ver” eksiksiz ver "ve bize sadaka et” kardeşimizi iade etmek yahut müsamaha göstermek, değersiz sermayemizi kabul etmek ya da değerinden fazla vermekle. Sadakanın bütün peygamberlere şamil mi yahut bizim peygamberimize mi hâs olduğunda ihtilâf edilmiştir. "Allah lütufta bulunanlara mükâfat verir” en iyi karşılığı verir. Tasadduk mutlak olarak lütufta bulunmaktır. Efendimiz aleyhisselâm'ın, namazın kısaltılması hakkında: Allah'ın kullarına verdiği bir sadakadır, kabul edin, sözü de bundandır. Ancak örfte özel olarak Allah'tan sevap umarak yapılan iyiliğe denilmiştir. 89O da: Siz Câhillerken Yûsuf'a ve kardeşine ne yaptığınızı bildiniz mi, dedi? "O da: Siz Câhillerken Yûsuf'a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz, dedi?” yani onun çirkinliğini bilip de ondan tevbe ettiniz mi? Kardeşine yaptıkları da onu Yûsuf tan ayırıp zebun etmeleridir. Öyle ki, onlarla ancak aşağılık bir şekilde ve zillet içinde konuşabilirdi. "Sizler Câhillerken” onun çirkinliğini bilmezken, onun içindir ki, ona teşebbüs ettiniz yahut sonucunu bilmeden. Bunu demesi nasihat içindir, onları tevbeye teşvik etmek içindin, onlara şefkatindendir, çünkü acizlik ve miskinliklerini görmüştü, yoksa sitem etmek ve başlarına kakmak için değildi. Şöyle de denilmiştir: Ona Ya'kûb'un Bünyamin'i salıvermesi için yazdığı mektubu verdiler; Yûsuf'u ve kardeşini kaybetmekten dolayı üzüntüsünden bahs ettiler, o zaman onlara böyle dedi. Onları câhil sayması yaptıklarının cahilce olmasındandır ya da onlar o zaman toy gençlerdi. 90Onlar da: "Gerçekten sen Yûsuf musun?” dediler. O da: Ben Yûsuf'um, bu da kardeşimdir. Allah bize ihsan etti. Şüphesiz kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah iyilik edenlerin mükâfatını zâyi etmez, dedi. (Onlar da: "Gerçekten sen Yûsuf musun?)” dediler". İstifham takriridir (ikrar ettirmek için sorulmuştur). Bunun içindir ki, arkasından tahkik edâtı inne ve te'kit lâm'ı kullanılmıştır. İbn Kesîr müspet olarak istifhamsız (inneke) okumuştur. Şöyle denilmiştir: Onlar Yûsuf ile konuşunca onu görünüşünden ve eşkâlinden tanıdılar. Şöyle de denilmiştir: Gülümsedi, ön dişlerinden tanıdılar. Şöyle de denilmiştir: Başından tacı kaldırdı, alnının üzerindeki beyaz benden tanıdılar. Sara'da ve Ya'kûb'ta da aynısı vardı. "O da: Ben Yûsuf'um, bu da kardeşimdir, dedi” ana baba bir kardeşim. Onu zikretmesi kendisini onunla tanıtmak, onu yüceltmek ve onu da: "Allah bize ihsan etti” sözüne dahil etmek içindir. Yani Allah bize selamet ve ikramla iyilik etti, demektir. "Şüphesiz kim sakınır” yani Allah'tan sakınır "ve sabrederse” belalara yahut taatlara ve isyanlardan kaçınmaya "şüphesiz Allah iyilik edenlerin mükâfatını zâyi etmez, dedi". Zamir yerine zâhir olarak muhsinin demesi, muhsin'in takva ve sabır sıfatını birleştiren kimse olduğunu vurgulamak içindir. 91Dediler: Allah'a yemin ederiz ki, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı ve gerçekten biz suçlular idik. "Dediler: Allah'a yemin ederiz ki, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı” seni şekil güzelliği ve kibarlıkla bizim üzerimize çıkardı "ve gerçekten biz suçlular idik". Durum şu ki, bizler sana yaptığımız şey yüzünden günahkâr olduk. 92O da: Bugün size kınama yok, Sizi Allah bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir, dedi. (O da: Bugün size kınama yok). Size azarlama yoktur. Tesrib sereb'ten tefil veznindedir. O da işkembeyi saran iç yağıdır, tesrib o yağı gidermektir, tıpkı teclid'in deriyi gidermek manasına olduğu gibi. Sonradan namusu parçalayan ve yüzsuyunu gideren azarlama manasında kullanıldı, (bugün) bu da tesribe mütealliktir ya da "tesrib"e haber düşen aleykümun mukadder müteallakma bağlıdır. Mana da şöyledir: Bugün azarlanma olması düşünülen zamanda size azarlanma yoktur, diğer günlerde hiç yoktur ya da (sizi Allah bağışlasın) kavline mütealliktir. Çünkü suçlarını o zaman bağışlamış, onlar da o zaman itiraf etmişlerdi. "O, merhamet edenlerin en merhametlisidir” çünkü büyük ve küçük günahları bağışlar ve tevbe edene lütufta bulunur. Yûsuf aleyhisselâm'ın asaletine bakınız ki, kardeşleri kendini tanıyınca ona haber gönderdiler: Sen bizi sabah akşam yemeğe davet ediyorsun, bizse senden utanıyoruz; çünkü sana kusur ettik, dediler. O da: Mısır halkı bana tek gözle bakıyor ve: Allah ne büyüktür ki, yirmi dirheme satılan bir köleyi bu dereceye çıkardı, diyorlardı. Ben ise sizden şeref aldım ve onların gözünde büyüdüm, çünkü benim de kardeşlerim olduğunu ve benim İbrâhîm aleyhisselâm'ın torunlarından olduğumu anladılar, dedi. 93Şu gömleğimi götürün; onu babamın yüzüne bırakın; o zaman görür hâle gelir ve bütün ailenizi bana getirin. "Şu gömleğimi götürün” üzerindeki gömleğini işâret ederek. Bu gömleğin İbrâhîm aleyhisselâm'dan kalan ve Yûsuf'un boynuna muska gibi takılan gömlek olduğu da söylenmiştir. "Onu babamın yüzüne bırakın; o zaman görür hâle gelir” gözü açılır. "Bana gelin” siz ve babam "bütün ailenizle” kadınlarınız, çocuklarınız ve kölelerinizle. 94Kervan Mısır'dan ayrılınca babaları: Muhakkak ben gerçekten Yûsuf'un kokusunu alıyorum; eğer bunak olduğumu söylemezseniz, dedi. "Kervan Mısır'dan ayrılınca” Mısır'dan şehir dışına çıkınca "babaları dedi” yanındakilere "Gerçekten ben Yûsuf'un kokusunu duyuyorum” Allah ona Yahuda'nın seksen fersahlık uzaklıktan getirmeye başladığı gömleğinden çıkan kokuyu hissettirdi "eğer bunak olduğumu söylemezseniz” beni bunaklıkla itham etmezseniz. Burada geçen fened yaşlılıktan meydana gelen akıl eksikliğidir. Bunun içindir ki, acuzun müfennedetün (bunak koca karı) denilmez, çünkü onun aklının eksikliği yaratılışında vardır (Kâdî Beydâvî böyle diyor, Mütercim). Levlanın cevabı da mahzûftur, takdiri: Beni tasdik edersiniz yahut o yakındır, derim. 95Dediler: Allah'a yemin ederiz ki, gerçekten sen daha eski yanlışlığının içindesin. "Onlar da dediler” orada hazır olanlar "Allah'a yemin ederiz ki, gerçekten sen daha eski yanlışlığının içindesin” Yûsuf'u aşırı sevmek, adını çok anmak ve kavuşmayı beklemekle yanılgı içindesin. 96Müjdeci gelip de onu (gömleği) yüzüne atınca, derhal görür hâle geldi. Ben size: "Şüphesiz ben Allah'tan sizin bilmediğinizi biliyorum, demedim mi?” dedi. "Müjdeci gelip de” Yahuda, rivâyete göre o şöyle demiştir: Kana bulanmış gömleğini getirmekle onu üzdüğüm gibi, bunu da götürmekle onu sevindireceğim. "Onu yüzüne atınca” müjdeci gömleği Ya'kûb aleyhisselâm'ın yüzüne atınca yahut bizzat Ya'kûb atınca "derhal görür hâle geldi” görmeye başladı, çünkü kuvvetleri harekete geçti. "Ben size: "Şüphesiz ben Allah'tan sizin bilmediklerinizi biliyorum, demedim?” dedi” Yûsuf aleyhisselâm'ın ve aydınlığın gelmesi hakkında. Şöyle de denilmiştir: "İnni a'lemü” yeni söz başıdır, denen söz de "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin” yahut "gerçekten ben Yûsuf'un kokusunu alıyorum” sözüdür. 97Onlar da: "Ey babamız, bizim için günahlarımıza istiğfar et. Gerçekten biz günahkârlardık” dediler. "Onlar da: Ey babamız, bizim için günahlarımıza istiğfar et. Gerçekten biz günahkârlar idik” dediler". Günahını itiraf edeni bağışlamak ve onun için istiğfar etmek onun hakkıdır. 98O da: Sizin için Rabbime sonra istiğfar edeceğim. Şüphesiz o, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir, dedi. "O da: Sizin için sonra istiğfar edeceğim. Şüphesiz o, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir, dedi” onu seher vaktine yahut gece namazına veyahut Cuma gecesine erteledi, çünkü icabet vaktini arıyordu yahut onlar için Yûsuf'tan helâllik dilemeye ya da onları affettiğini bilmesine erteledi. Çünkü mazlumun affetmesi bağışlanma için şarttır. Şu da onu destekler ki, kıbleye döndü, ayakta dua etmeye başladı. Yûsuf da arkasına durdu, amin dedi. Onlar da ikisinin arkasına hor ve başları yerde olarak durdular. Sonunda Cebrâîl indi: Şüphesiz Allah, çocukların hakkında ettiğin duanı kabul buyurdu ve senden sonra da onları peygamber yapmak üzere onlardan söz aldı, dedi. Eğer bu doğru ise peygamberliklerine ve onlardan sadır olan şeyin de peygamber olmadan önce olduğuna delildir. 99Yûsuf'un huzuruna girince, Yûsuf ebeveynini yanına çekti ve: Allah dilerse Mısır'a emniyet içinde girin, dedi. "Yûsuf'un huzuruna girince” rivâyete göre ona binekler ve mallar gönderdi, yanındakilerle beraber gelmesini istedi. Yûsuf onu karşıladı, Kral da Mısır halkı ile. Onunla beraber Mısır'a giren evlatları yetmiş iki erkek ve kadındı. Mûsa ile beraber çıkarken de altı yüz bin beş yüz yetmiş küsur idiler, çocuklar ve ihtiyarlar hariç. "Ebeveynini yanına aldı” babasını ve teyzesini, onlarla kucaklaştı. Onu ana yerine koyması amcanın baba durumunda olmasındandır. Çünkü Allahü teâlâ: "Ataların İbrâhîm, İsmâîl ve İshak'ın îlah'ı” (Bakara: 133) buyurmuştur. Ya da Ya'kûb aleyhisselâm Yûsuf'un annesi öldükten sonra onunla evlenmiş. Üvey anneye anne diye seslenilir. "Allah dilerse Mısır'a emniyet içinde girin, dedi". Kıtlıktan ve çeşitli kötülüklerden emniyet içinde. Allah'ın dilemesi emniyetle nitelenen girmeye mütealliktir. Birinci giriş ise onları karşılarken şehir dışında bir yerde idi. 100Yûsuf ebeveynini tahta çıkardı. Hepsi ona secde ettiler. Yûsuf: Babacığım, işte önceden gördüğüm rüyanın tabiri budur, dedi. Rabbim onu gerçek kıldı. Bana ihsan etti. Çünkü beni zindandan çıkardı, şeytan aramızı bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz Rabbim dilediği şeyi lütfeder. Şüphesiz o, hakkıyla bilendir, hikmet sâhibidir. "Yûsuf ebeveynini tahta çıkardı, hepsi ona secde ettiler” saygı ve hürmet için, çünkü onlara göre secde bu manaya gelirdi. Şöyle de denilmiştir: Onun için Allah'a şükür secdesine kapandılar. Şöyle de denilmiştir: Harru'daki zamir ebeveyni ile kardeşlerine aittir, ebeveynini tahta çıkarması secdeden sonradır. Lâfzan önce olsa da böyledir, bu da o ikisine aşırı önem vermesindendir. "Yûsuf: Babacığım, işte önceden gördüğüm rüyanın tabiri budur, dedi” çocukluk yıllarında gördüğüm rüyanın "Rabbim onu gerçek kıldı” doğru çıkardı. "Bana ihsan etti; çünkü beni zindandan çıkardı". Kuyudan bahsetmemesi onları üzmemek içindir. "Sizi çölden getirdi” çünkü onlar davar besler, kırda yaşarlardı. "Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra” kışkırttıktan sonra, bu da nezeğar raidü ed dabbete deyiminden gelir ki, binici ata dürtüp de koşturmak istemesi manasına gelir. "Şüphesiz Rabbim dilediği şeyi lütfeder” tedbiri latiftir; çünkü ne kadar zor olursa olsun dilemesi ona nüfuz eder ve onu kolay hâle getirir. "Şüphesiz o, hakkıyla bilendir” maslahatları ve tedbirleri, "hikmet sâhibidir” her şeyi vaktinde ve erdeme göre yapar. Rivâyete göre Yûsuf aleyhisselâm babasına hazineleri gezdirdi, kâğıtlar (papirüsler) hazinesine girince Ya'kûb: Oğlum, bu kadar kâğıdın varmış da neden bana sekiz konaklık yere mektup yazmadın, dedi? O da: Cebrâîl öyle emretti, dedi. O da. Sebebini sorsaydm ya, dedi? O da: Sen ona benden daha yakınsın, sen sor, dedi. Cebrâîl de: Allah bana öyle emretti, çünkü "korkarım onu kurt yer” (Yûsuf: 13) dedin, benden korkman gerekmez miydi, dedi! 101Rabbim, gerçekten bana mülk verdin ve bana rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, benim dünyada ve âhirette velim sensin. Canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kavuştur. (Rabbim, gerçekten bana mülk verdin) mülkün bir kısmını demektir ki, o da Mısır ülkesidir. "Bana rüyaların tabirini öğrettin” ehadîs kitaplar yahut rüyalar demektir. Buradaki min de ba'zı manasınadır, çünkü ona bütün tabirler öğretilmedi. "Fatıras semavati velard” gökleri ve yeri yoktan var eden, mensûb olmaları münadanın sıfatı veyahut direkt münâda olmalarındandır. "Velim sensin” yardımcım yahut işlerimin mütevellisi "dünya ve âhirette” ya da bu ikisindeki nimetimin sâhibi. "Canımı Müslüman olarak al” ruhumu kabzet "ve beni iyilere kavuştur” atalarımdan ya da rütbe ve ikramları iyi olan genel kimselere demektir. Rivâyete göre Ya'kûb aleyhisselâm onunla beraber yirmi dört yıl kaldı, sonra vefat etti ve Şâm'da babasının yanına defnedilmesini vasiyet etti. Onu götürdü, oraya defnetti. Döndü ondan sonra yirmi üç yıl yaşadı. Sonra da canı ölümsüz mülkü çekti, ölümü arzuladı; Allah da onu tertemiz öldürdü. Mısır halkı nereye defnedileceği hususunda anlaşamadı, Öyle ki, aralarında savaş çıkacaktı. Onu bir mermer sandukaya koyup gece Nil'e defnetmeye karar verdiler, üzerinden su geçsin, sonra Mısır'a ulaşsın istediler. Böylece aralarında eşitlik sağlandı. Sonra Mûsa aleyhisselâm onu atalarının yanına nakletti. Yüz yirmi yıl yaşadı. Ondan Rail, Efraim ve Mişa oldu, Sonuncusu Yuşa bin Nûn'un dedesidir. Bir de Eyyub aleyhisselâm'ın karısı Rahme oldu. 102Bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Sen onlar (kardeşleri) işlerine karar verip tuzak kurarlarken yanlarında değildin. (Bunlar) Yûsuf aleyhisselâm'ın anlatılan haberine işarettir, hitap Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'edir, o mübteda’dır "min enbail ğaybi nuhihi ileyke” de onun iki haberidir. "Onlar işlerine karar verip tuzak kurarlarken yanlarında değildin” bu da iki habere delil gibidir. Mana da şöyledir; Bu haber gaybe aittir, sen onu ancak vahiy ile bildin. Çünkü sen Yûsuf'un kardeşleri onu kuyuya atmaya niyet ettikleri ve ona ve babasına tuzak kurdukları zaman yanlarında değildin. Sana inanmayanlar şunu iyi bilmekteler ki, sen bunu dinleyen bir kimse ile karşılaşmadın ki, ondan öğrenesin. Bu bölümün atılması, bu kıssanın dışında anlatıldığı içindir. Meselâ: Bunları ne sen ne de kavmin bundan önce bilmiyordunuz (Hûd; 49) kavli gibi. 103Ne kadar çaba göstersen de insanların çoğu mü'minler değildir. "Ne kadar çaba göstersen de insanların çoğu değildir” îmanlarına çaba göstersen de onlara mu'cize göstermek İçin uğraşsan da "mü'minler değildir” inatlarından ve küfre kararlarından dolayı. 104Sen onlardan buna karşı bir ücret istemiyorsun. O, âlemler için ancak bir öğüttür. "Sen onlardan istemiyorsun” haberler veya Kur'ân için "bir ücret” bir mükâfat, nitekim haber verenler bunu isterler. "O ancak bir öğüttür” Allah'tan bir hatırlatmadır "âlemler için” herkes için. 105Göklerde ve yerde nice âyet vardır ki, üzerinden yüz çevirerek geçerler. "Nice âyetler vardır” mana şöyledir: Yaratıcının varlığına, hikmetine ve kemal-i kudret ve birliğine delâlet eden istediğin kadar âyet vardır "göklerde ve yerde, üzerinden geçerler” âyetlerin yanından geçer ve onları müşahede ederler. "Onlardan yüz çevirerek geçerler” Üzerlerinde düşünmez ve onlardan ibret almazlar. Ref ile "velardu” okunmuştur ki, mübteda olur, haberi de "yemurrune"dir. O zaman "aleyhada"ki, zamir de ona (yere) gider. Nasb ile (velarda) okunmuştur ki, yetaunel arda (yere ayak basarlar) demek olur. "Velarda yemşune aleyha” da okunmuştur ki, üzerinde dolaşırlar, helâk olan ümmetlerin eserlerini görürler demektir. 106Onların çoğu ancak Allah'a şirk koşarak îman ederler. "Onların çoğu îman etmez” onun varlığına ve yaratıcılığına ikrarlarında "ancak müşrik olarak îman ederler". Ondan başkasına ibâdet etmek yahut hahamları ilâhlar edinmek yahut ona evlât nispet etmek yahut nûr ve zulmet diye iki yaratıcı kabul etmek yahut sebepleri ön plana çıkarmak vb. gibi şeylerle. Bu Âyetin Mekke müşrikleri hakkında indiği de söylenmiştir. Münâfıklar hakkında ve ehl-i kitap hakkında da denilmiştir. 107Onlar farkında olmadan Allah'ın azabından kaplayıcı bir felaket gelmesinden yahut kıyâmetin ansızın gelmesinden emin mi oldular? "Allah'ın kaplayıcı azabının gelmesinden emin mi oldular?” onları saracak ve bürüyecek azabın gelmesinden "yahut kıyâmetin ansızın gelmesinden” bir işâret vermeden birden bastırmasından "onlar farkında değillerken” hazırlıksız gelmesinden. 108De ki: Benim yolum budur; Allah'a basiretle ibâdet ediyorum. Ben de bana tâbi olanlar da. Allah'ı tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim. "De ki: Benim yolum budur” tevhide daveti ve âhirete hazırlanmayı kastediyor. Bunun içindir ki, yolu "Allah'a davet ediyorum” kavli ile tefsir etmiştir. "Ed'u ilallahi"nin "sebilîy"deki ye'den hâl olduğu da söylenmiştir. "Basiretle” açıklamakla, kör değil de açık delille. (Ben) bu da "ed’u"daki ve "alâ basiretin"deki gizli zamiri tekittir. Çünkü o da ondan hâl’dir. (Bana tâbi olanlar da) bu da ona atıftır. "Allah'ı tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim” onu ortak koşulan şeylerden takdis ederim. 109Senden önce ancak kentler halkından birtakım erkekleri (peygamber olarak) gönderdik. Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin akıbeti nasıl oldu, görsünler? Gerçekten âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı çalıştırmıyor musunuz? "Senden önce ancak erkekler gönderdik” bu, "eğer Allah isteseydi melekler indirirdi” (Mü'minun: 24) sözlerine reddiyedir. Bunun manasının kadınlardan peygamber olmayacağı da söylenmiştir. "Onlara vahyederiz” sana vahyolunduğu gibi, böylece diğerlerinden ayrılırlar. Hafs Kur'ân’ın her yerinde "nuhî” okumuştur, Hamze ile Kisâî de Enbiya sûresinde ona katılmışlardır. "Kentler halkından". Çünkü onlar bedevîlerden daha bilgili ve daha yumuşaktırlar. "Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin akibeti nasıl oldu, görsünler?” Peygamberleri ve âyetleri yalanlayanların akibetini; dolayısıyla seni yalanlamaktan sakınsınlar. Ya da kendilerini helâk edercesine dünya ile meşgul olanların ki, kalplerinden onun sevgisini çıkarsınlar. "Gerçekten âhiret yurdu” gelecek yurt yahut kıyâmet yurdu veyahut âhiret hayatı "sakınanlar için daha hayırlıdır” şirkten ve isyanlardan. "Aklınızı çalıştırmıyor musunuz?” onun daha hayırlı olduğunu bilmek için akıllarını çalıştırmıyorlar mı? Nâfi', İbn Âmir, Âsım ve Ya'kûb "kul hazihi sebili” kavline bakarak te ile (takılun) okumuşlardır. Yani onlara: Akıl etmeyecek misiniz, de. 110Nihayet peygamberler ümitlerini kesip de yalanlandıklarını iyice anladıkları zaman, onlara yardımımız gelir. Dilediklerimiz kurtarılır. Azabımız günahkârlar topluluğundan geri çevrilmez. "Nihayet peygamberler ümitlerini kesip de” kelâmdan anlaşılan şeyin sonucudur yani günlerinin uzaması onları aldatmasın, çünkü kendilerinden öncekilere de süre tanındı, nihayet peygamberler dünyada onları yenmekten yahut îmanlarından ümitlerini kesince; çünkü küfre dalmış, lükse boğulmuş ve hiçbir engelle karşılaşmamışlardır. "Yalanlandıklarını iyice anladıkları zaman” yani nefisleri onlara yardım olunacaklar diye yalan konuştuğu zaman yahut toplum îman va'dinde onlara yalan söyleyince. Şöyle de denilmiştir: (Zannu, ennehüm ve küzibu'daki) çoğul zamiri peygamberlerin gönderildiği ümmetlere râcidir yani ümmetler peygamberlerin davet ve tehdit ettikleri konularda kendilerine yalan söylenildiğini zannettikleri zaman demektir. Şöyle de denilmiştir: Birincisi ümmetlere, ikincisi de peygamberlere râcidir yani ümmetler zannettiler ki, peygamberler yalan söylediler ve kendileri için va'dolunan zaferde doğru konuşmadılar ve işleri karıştı. İbn Abbâs'tan gelen: "Peygamberler Allah'ın va'dettiği zaferin yerine getirilmeyeceğini zannettiler” sözü eğer doğru ise zandan vesvese türünden kalbe gelen şeyi murat etmiştir. Böyle olmakla beraber bundan da temsil tariki ile gecikme ve mühlette mübalağa murat edilmiştir. Kûfeliler dışındakiler şedde ile okumuşlardır yani peygamberler toplumlarının kendilerine va'dettikleri şeyde yalan söylediklerini zannettiler demek olur. Şeddesiz ve malum siygası ile "kezebu” da okunmuştur ki, kavimlerine söyledikleri şeyde yalan söylediklerini zannetmişlerdir, çünkü çok gecikmiş ve hiçbir izi görülmemiştir. "Onlara yardımımız geldi, dilediğimiz kurtarıldı” peygamberler ve mü'minler. Onları belirtmemesi onların kurtarılmaya ehil olduklarını ve başkalarının onlara ortak olmayacaklarını bildirmek içindir. İbn Âmir, Âsım ve Ya'kûb mâzi meçhul üzere okumuşlardır, "feneca” da okunmuştur. "Azabımız günahkârlar topluluğundan geri çevrilmez” onlara indiği zaman. Bunda kurtarılanlar beyan edilmiştir (onlar günahkârlar değildir). 111Yemin olsun, onların kıssalarında aklıselim sahipleri için ibret vardır. Bu uydurulacak bir söz değildir, ancak önündekiııin tasdiki, her şeyin açıklaması, îman eden bir toplum için de bir rehber ve bir rahmettir. "Yemin olsun, onların kıssalarında vardır” peygamberlerin ve ümmetlerinin kıssalarında yahut Yûsuf ve kardeşlerinin kıssalarında "aklıselim sahipleri için ibret vardır” alışkanlıkların ve hisse mağlubiyetin meylinden temiz olan akıllar için vardır. "Bu uydurulacak bir söz değildir” Kur'ân uydurulacak bir söz değildir. "Ancak önündekinin tasdiki” İlâhi kitapların tasdiki "her şeyin açıklaması” dinde ihtiyaç duyulan şeylerin, çünkü ne kadar dinî bir şey varsa onun Kur'ân'da dolaylı ve doğrudan dayanağı vardır. "Bir rehberdir” sapıklıktan "bir rahmettir” onunla iki dünyanın hayrı elde edilir. "Îman eden bir topluluk için” tasdik eden için. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Kölelerinize ve akrabalarınıza Yûsuf sûresini okuyun. Çünkü herhangi bir Müslüman onu okur, ailesine ve elinin altındakilere öğretirse, Allah ona ölüm sarhoşluklarını kolaylaştırır ve ona bir Müslüman'ı haset etmeyecek kadar güç verir. |
﴾ 0 ﴿