15 / HICR SÛRESİMekke'de inmiştir. 99 âyettir. 1Elif. Lâm. Ra. Bunlar kitabın ve açıklayıcı Kur'ân'ın âyetleridir. "Elif. Lâm. Ra. Bunlar kitabın ve açıklayıcı Kur'ân'ın âyetleridir". İşaret Sûrenin âyetlerinedir, kitap da bu sûredir, Kur'ân da öyle. Kur'ân'ın nekire (Kur'ânin) oluşu yüceltmek içindir yani kapsamlı kitabın âyetleridir demek olur. Çünkü o mükemmel bir kitaptır ve hakkı bâtıldan acayip bir şekilde ayıran bir kitaptır. 2Kâfirler zaman zaman Müslüman olsalardı, diye temenni edecek. (Kâfirler zaman zaman Müslümanlar olsalardı, diye temenni edecek) Müslümanlar zafere kavuştukları zaman yahut ölüm gelip çattığı zaman veyahut kıyâmet gününde. Nâfi' ile Âsım şeddesiz olarak (rübema) okumuşlardır. Feth ile ve şeddesiz olarak "rebema” da okunmuştur. Onda sekiz lügat vardır: Ra'nın fethi ile şeddeli ve şeddesiz, müenneslik te'si ile ve onsuz olarak. "Rübema"daki mâ kâffedir onu cer etme fonksiyonundan çıkarır; o zaman fiile dahil olması câizdir. Hakkı da fiilin mâzi olmasıdır. Ancak Allahü teâlâ’nın verdiği haberler mâzi gibi tahakkuk ettiğinden muzâri onun yerine konulmuştur (yeveddü). Şöyle de denilmiştir: "Mâ” nekiredir, mevsûftur, şu beyitte olduğu gibi: Bazen nefisler öyle şeyden hoşlanmaz ki, Onun bağın çözülmesi gibi halli vardır. Rübbedeki azlığın manası şunu bildirmektedir ki, eğer onlar bir defa İslâm olmak isteselerdi, ona koşmaları gerekirdi, kaldı ki, onu her an isteyeceklerdir. Şöyle de denilmiştir: Kıyametin korkuları onları dehşete düşürür, bir ara fırsat bulacak olsalar onu temenni edeceklerdir. İstekleri anlatılırken gâip sıygasının kullanılması: Halefe leyefalenne keza (şöyle yapacağına yemin etti) kavlindeki gibi geçmişi hikâye babındandır. 3Bırak onları, yesinler, zevklensinler, emel onları oyalasın. Sonra bilecekler. "Bırak onları, yesinler, zevklensinler” dünyaları ile "emel onları oyalasın” uzun yaşamaları ve hâllerinin düzgünlüğü onları âhirete hazırlanmaktan alıkoysun. "Sonra bilecekler” kötü fiillerinin cezasını gördükleri zaman. Maksat Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in onların dönmelerinden ve ona eziyet etmelerinden ümidini kestirmektir. Çünkü onlar hidâyetten mahrum kimselerdir ve şu andan itibaren onlara nasihat etmek, kuru emektir. Bunda Resûlüllah'ın onlara yeteri kadar delil getirdiğine ve sefa sürmeye ve hülyalara dalmaya götürecek şeylerden vazgeçmeye ikaz vardır. 4Biz, hiç bir memleketi, (Allah katında) bilinen bir zamanı olmadan helâk etmedik. "Biz, hiç bir memleketi, (Allah katında) bilinen bir zamanı olmaksızın helâk etmedik.” Levh-i Mahfûz'da yazılmış belli bir eceli vardır. (İllâ veleha) istisna cümlesi "karye"ye sıfat düşmüştür, aslı ona vâv'ın dahil olmamasıdır, Meselâ: "İllâ leha münzirun” (Şuarâ': 208) âyetinde olduğu gibi. Ancak şeklen hâl'e benzediği için mevsûfla ilişkisini belirtmek maksismiyle başına vâv getirilmiştir. 5Hiçbir ümmet, ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onu geciktirebilir. “ Hiçbir ümmet, ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onu geciktirebilir.” yani ondan geri kalmazlar da. Ümmete râci zamirin müzekker olması, mana itibarı iledir. 6Dediler: Ey kendisine zikir indirilen, şüphesiz sen gerçekten delisin. "Dediler: Ey kendisine zikir indirilen” Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e alay yollu böyle seslendiler. Baksanıza, dedikleri şey "şüphesiz sen gerçekten delisin” sözleridir. Bunun bir benzeri de Fir'avn'in: "Şüphesiz size gönderilen peygamberiniz elbette delidir” (Şuarâ': 27) demesidir. Mana da şöyledir: Sen delice şeyler söylüyorsun, bir de sana zikr'in yani Kur'ân’ın indirildiğini iddia ediyorsun. 7Eğer doğrulardan isen, bize melekleri getirsene! (Bize getirsene) "lev” ile "mâ” birleştirilmiştir, tıpkı "lâ” ile birleştirildiği gibi, bu da iki mana için yapılmıştır: Bir şey bulunduğu için diğerinin bulunmaması ve kışkırtma. "Melekleri” davetinden dolayı seni tasdik edip desteklemeleri için. Şu âyet de öyledir. "Ona bir melek indirilmeli değil miydi, kendisiyle beraber uyarıcı olurdu?” (Furkân: 7). Ya da seni yalanladığımız için azâp etmek üzere, nitekim daha önce de o azâp eski ümmetlere gelmişti, "eğer doğrulardan isen” da'vetinde. 8Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O takdirde onlara mühlet verilmez. (Biz melekleri indirmeyiz) ye ile (yünezzilü) de okunmuştur ki, zamir Allah ismine isnat edilir (fâil olur). Hamze, Kisâî ve Hafs nûn ile (nünezzüü) okumuşlardır. Ebû Bekir de te ve meçhul kalıbı ile (tünezzelü) ve Melâike'yi Merfû' okumuşlardır. "Tenezzelü” de okunmuştur ki, tetenezzelü manasınadır. "Ancak hak ile indiririz” hakla ilişkili olarak yani onun takdir ettiği ve hikmetinin de gerektirdiği şekilde indiririz. Onları göreceğiniz şekilde gelmesinde hikmet yoktur, çünkü ancak kafanızın karışıklığını ve azabınızın acele gelmesini artırır. Çünkü sizden ve zürriyetlerinizden îman edecekler için sözümüz geçmiştir (böyleleri olacaktır). Hakkın vahiy yahut azâp olduğu da söylenmiştir. (O takdirde onlara mühlet verilmez) "izen” onlara cevaptır ve mukadder şartın cezasıdır yani melekler indirse idik onlara süre tanınmazdı demektir. 9Gerçekten zikri biz, evet biz indirdik ve elbette onu mutlaka biz koruyacağız. (Gerçekten zikri biz, evet biz indirdik) bu da inkâr ve istihzalarını reddir. Bunun içindir ki, onu birçok yönden te'kit etmiş ve "elbette onu mutlaka biz koruyacağız” buyurmuştur yani tahriften, ziyade ve noksandan. Bu da onu insan sözüne benzemeyen mu'cize bir şekilde indirmemizle olmuştur. Öyle ki, değiştirilse hemen nazmının bozulduğunu dil erbabı anlar. Ya da ona halel gelecek yolları sürekli şekilde tıkamamızla olmuştur, çünkü Allah'ın himayesine alınmıştır, aynı zamanda onu indirenin kendisi olduğunu söylemekle de ona dil uzatılmasının yolunu kapatmıştır. "Ve inna lehu"daki zamirin Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gittiği de söylenmiştir. 10Yemin olsun, senden önce de evvelki ümmetlerin içinde peygamberler gönderdik. "Velekad erselna min kablike fî şiyeil evvelin” önceki fırkalara peygamber gönderdik. Siye', şia'nın çoğuludur, o da bir yolda ve mezhepte ittifak, eden gruptur. Şaahu deyiminden gelir ki, birine tâbi olmaktır. Aslı şiya'dır, o da büyük odunları tutuşturan küçük odunlardır. Mana da şöyledir: İçlerinden bazı erkeklere peygamberlik verdik ve onlara elçiler gönderdik. 11Onlara bir peygamber gelmeye dursun, illâ onunla alay ederlerdi. (Onlara bir peygamber gelmeye dursun, illâ onunla alay ederlerdi) tıpkı bunların yaptığı gibi. Bu da peygamber sallallahü aleyhi ve sellem için tesellidir. "Mâ” edâtı hâl içindir, ancak hâl manasına gelen muzârinin yahut ona yakın mazinin başına gelir. Buradaki durum ise geçmiş hâlin hikayesi tarzındadır. 12Bunun gibi, onu da günahkârların kalplerine sokarız. (Bunun gibi onu da günahkârların kalplerine girdiririz) silk bir şeyi bir şeye girdirmektir, iğnenin deliğine iplik geçirme ve hasmın vücuduna mızrak saplama gibi. Zamir istihzaya gitmektedir. Bunda Allahü teâlâ’nın bâtılı onların kalplerinde icat ettiğine delil vardır. Zamirin zikre gittiği de söylenmiştir, çünkü "layü'minune bihi"deki zamir de ona gitmektedir. 13Ona îman etmezler. Hâlbuki öncekilerin kanunu geçmiştir. "Layü'minune” de bu zamirden hâl’dir. Mana da şöyledir. Öyle girdirdiğimiz gibi zikri de günahkârların kalplerine girdiririz hem de yalanlayarak inanmadan değil ya da onu içeren cümlenin açıklamasıdır. Bu görüş zayıftır, çünkü zamirlerin arka arkaya gelmesinden onların ittifakla bir yere gitmesi lâzım gelmez. Cümlenin zamirden hâl olması kesin değildir çünkü "mücrimin"den hâl olması da câizdir. Birinci manayı tefsir etmesi de imkânsız değildir. Bilâkis onu takviye eder. "Hâlbuki öncekilerin kanunu geçmiştir” Allah'ın onlar hakkında adeti geçmiştir, o da onları perişan edip küfrü kalplerine yerleştirmesidir ya da peygamberleri yalanlayanları helâk etmesidir. O zaman Mekke halkı için tehdit olur. 14Eğer üzerlerine gökten bir kapı açsak da ondan çıkmaya başlasalar: "Eğer üzerlerine açsa idik” bu teklifleri yapanların üzerlerine "gökten bir kapı, ondan çıkmaya başlasalar” çıkıp da gündüz boyu acayipliklerini açıkça görselerdi yahut melekler çıksaydı da onları görselerdi. 15Mutlaka: Ancak gözlerimiz bağlandı. Hayır, biz büyülenmiş bir topluluğuz, derlerdi. "Mutlaka derlerdi” aşırı inatlarından ve hak üzerindeki tereddütlerinden "ancak gözlerimiz bağlandı” sihir sebebiyle görmekten engellendi, derlerdi. Bu da sekr'den (kapatmaktan) gelmektedir. İbn Kesîr'in şeddesiz okuması da bunu gösterir ya da gözlerimiz şaştı derlerdi ki, bu da sükr'den gelmektedir, "sekiret” okunuşu da bunu gösterir. "Hayır, biz büyülenmiş bir topluluğuz, derlerdi” Muhammed bizi böyle büyüledi, nitekim başka mu'cizeler meydana gelirken de böyle demişlerdi. Hasr (innema) ve ıdrab (bel) kelimelerinin birleşmesi şunu kesin olarak göstermektedir ki, gördükleri şey gerçek dışıdır, hatta bâtıldır, bir çeşit sihir ile hayal görmüşlerdir. 16Yemin olsun, gökte burçlar yarattık ve onları bakanlar için süsledik. "Yemin olsun, gökte burçlar yarattık” şekilleri ve özellikleri farklı on iki burç, nitekim rasat ve tecrübe hava açık olduğu zaman bunu göstermektedir. "Onları süsledik” göz alıcı şekil ve görüntülerle "bakanlar için” ibret alanlar ve onlardan yaratıcının kudret ve birliğine delil çıkaranlar için. 17Onları kovulmuş her şeytandan koruduk. "Onları kovulmuş her şeytandan koruduk” ona çıkamaz, oradakilere vesvese veremez, üzerinde tasarruf edemez ve hâllerinden haberdar olamaz. 18Ancak kulak hırsızlığı eden müstesnadır ki, hemen onu apaçık bir ateş parçası izler. (Ancak kulak hırsızlığı eden müstesnadır ki,) bu da "min külli şeytan"dan bedeldir. Kulak hırsızlığı da gizlice çalmaktır. Göktekilerden az miktarda kaptıkları şey buna benzetilmiştir. Çünkü aralarında cevher bakımından münasebet vardır ya da yıldızların konum ve hareketlerinden sonuç çıkararak öğrendikleri şeyler hariç demektir. İbn Abbâs radıyallahü anhuma'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Onlar gökten engellenmezler, Îsa aleyhis-salâtü ves-selâm doğunca, üç gökten engellendiler. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem de doğunca hepsinden ateş toplarıyla engellendiler. Efendimizin yahut Îsa'nın doğumundan önce ateş toplarının oluşması buna zarar vermez, çünkü o da başka sebeplerle olmuş olabilir. Şöyle de denilmiştir: İstisna munkatı'dır, ancak kulak hırsızlığı eden hariçtir, demektir. "Hemen onu izler” onu takip eder "apaçık bir ateş parçası” bakanların açıkça göreceği. Şihab yükselen ateş alevidir, yıldızlara ve mızraklara denir, çünkü onlarda parıltı vardır. 19Yeri de döşedik, ona sâbit dağlar attık ve onda ölçülü her şeyden bitirdik. "Yeri de döşedik” onu yaydık "ve ona sâbit dağlar attık ve onda bitirdik” yerde yahut onda ve dağlarda "ölçülü her şeyden” hikmetinin gerektirdiği belli miktarla ölçülü demektir. Ya da güzel ve mütenasip (orantılı) demektir ki, kelâmün mevzun (ölçülü söz) deyiminden gelir ya da ağırlığı olan ve takdir edilen demektir ya da nimet ve menfaat çeşitleri arasında tartısı olan demektir. 20Orada sizin için ve rızıklarını vermediğiniz kimseler için geçimlikler yarattık. "Orada sizin için geçimlikler yarattık” yaşamınızı sürdüreceğiniz yiyecekler ve giyecekler. Şemail'e benzeterek maaiş de okunmuştur. (Rızıklarını vermediğiniz kimseler için de) bu da "maayiş"e ya da "leküm"ün mahalline atıftır. Bunlardan da aile fertleri, hizmetçiler ve diğer rızıklarını verdiklerini zannettikleri kimseler kast edilmiştir. Aslında hepsinin rızkını Allah verir. Âyetin özeti şu sonucu çıkarmaktır: Yer belli miktar ve şekilde uzatılmış, konumları konumları farklı parçalardan meydana gelmiştir, onda yaratılış ve tabiatları değişik bitkiler ve hayvanlar yaratılmıştır, hâlbuki böyle olmayabilirlerdi; işte böyle olması, onun kemal-i kudretini, hikmetinin sonsuzluğunu, tek îlah olduğunu ve kullarına sayısız nimetler verdiğini gösterir. Tâ ki, onu bir bilip ona ibâdet etsinler. Sonra bunda daha da ileri giderek şöyle dedi: 21Hiçbir şey yoktur ki, onun hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli miktarda indiririz. "Hiçbir şey yoktur ki, onun hazineleri yanımızda olmasın” yani ne varsa onu icat etmeye ve onu kat kat oluşturmaya gücümüz yeter. Hazine misali onun iktidarını göstermektir ya da kudretinin yetiştiği şeyler hazinedeki şeylere benzetilmiştir ki, onları çıkarmak fazla bir külfet gerektirmez, "biz onu indiririz” kudret mahâllerinden "belli miktarla” hikmetin sınırladığı ve dilemesinin taalluk ettiği kadar. Çünkü bazılarının bazı vakitlerde bazı sıfat ve durumlarda icat edilmesi, böyle özellik veren bir hikmet sâhibini gerekli kılar. 22Rüzgârları taşıyıcı olarak gönderdik. Gökten de su indirdik; onu size içiriyoruz. Hâlbuki siz onu depolayanlar değilsiniz. "Rüzgârları taşıyıcı olarak gönderdik” yağmurlu bulutlar peyda etmekle hayır getiren rüzgâr gebeye benzetilmiştir, nitekim böyle olmayan da kısıra benzetilmiştir ya da rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik demektir ki, ağaçlan veya bulutları aşılar. Levakıh kelimesi tavaftı gibidir ki, mutihat manasınadır, Meselâ şu mısrada olduğu gibi: Tehlikelerin helâk ettiği musibetzedeler ona başvurur. Cins te'vili ile "ve erselnerriha” da okunmuştur. "Gökten de su indirdik” belli miktarda "onu size içiriyoruz” onunla sizi suluyoruz. "Halbuki siz onu depolayamazsınız” onu çıkarmaya imkân ve gücünüz yoktur. Kendisi için kabul ettiğim onlar için etmemiştir ya da biz onları göllerde, pınarlarda ve kuyularda muhafaza ederiz, demektir. Bu da idare eden bir hikmet sâhibini gösterir. Nitekim havanın bazı vakitlerde belli yönlerden insanlara fayda sağlayacak şekilde esmesi de bunu gösterir. Çünkü suyun tabiatı yerin dibine çekilmektir. Onun belli bir sınırda durması öyle isteyen birini gösterir (rüzgârın kaybolmaması da böyledir). 23Şüphesiz biz, gerçekten biz diriltir ve öldürürüz. Mirasçılar da biziz. "Gerçekten biz, gerçekten biz diriltiriz” kabiliyeti olan cisimlerde hayatı var etmekle "ve öldürürüz” onu yok etmekle. Hayat hayvan ve bitkileri içine alacak şekilde te'vil edilmiştir. Zamirin tekrar edilmesi hasrı (sınırlamayı) göstermek içindir. "Mirasçılar da biziz” bütün mahlukat öldüğü zaman. 24Yemin olsun, gerçekten içinizden öne geçenleri de bilmiş durumdayız, yemin olsun, gerçekten geri kalanları da bilmiş durumdayız. "Yemin olsun, gerçekten içinizden öne geçenleri de bilmiş durumdayız, yemin olsun, gerçekten geri kalanları da bilmiş durumdayız". Kimin doğup öne geçtiğini ve kimin ölüp geri kaldığını yahut erkeklerin sulplerinden çıkanları ve henüz çıkmayanları yahut İslâm'da ve cihâdta öne geçip taatta ileri gidenleri ve geri kalanları bilmiş durumdayız; bize hâllerinizden hiçbir şey gizli kalmaz. Bu da kemal-i kudretine delil getirildikten sonra ilminin sonsuzluğunu açıklamaktadır. Şöyle de denilmiştir: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ön safta namaz kılmaya teşvik etti, onlar da bu konuda izdiham gösterdiler, âyet bunun üzerine indi. Şöyle de denilmiştir: Güzel bir kadın vardı, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in arkasında namaz kılardı. Cemâatten bazıları ona bakmamak için öne geçtiler, bazıları da onu görmek için geri kaldılar, âyet bunun üzerine indi. 25Şüphesiz, onları toplayacak olan Rabbindir. Şüphesiz o, hikmet sâhibidir, her şeyi bilendir. "Şüphesiz, onları toplayacak olan Rabbindir” karşılık vermek için onları mutlaka toplayacaktır. Araya zamirin sokuşturulması onları toplamaya gücü yetenin o olduğunu, başkası olmadığını bildirmek içindir. Cümlenin başına "inne"nin getirilmesi de va'di gerçekleştirmek ve şuna dikkat çekmek içindir ki, yukarıda kemal-i kudretine ve eşyanın ayrıntılarını bildiğine dâir geçen hüküm doğrudur. Nitekim bunu şöyle açıkça ifade etmiştir: "Şüphesiz o, hikmet sâhibidir” hikmeti açıktır, işleri sağlamdır, "her seyi bilendir” ilmi her şeyi kaplamıştır. 26Yemin olsun, biz insanı kuru balçıktan, kokuşmuş siyah çamurdan yarattık. "Yemin olsun, biz insanı kuru balçıktan yarattık” kuruduğu zaman testi gibi ses çıkaran çamurdan demektir. Şöyle de denilmiştir: Burada geçen salsâl salle'nin muzaaf şeklidir ki, kokuşmuş demektir. "Min hamein” uzun süre suyla temas ettiği için değişen ve siyahlaşan çamurdan demektir. Bu da salsâl'ın sıfatıdır, yani böylesi bir çamurdan oluşmuş demektir. "Mesnun” şekillendirilmiş, bu da senetül vech'ten gelir ki, yüzün şekli demektir ya da kuruması ve şekil alması için kalıba dökülmüş demektir. Meselâ kalıba dökülen erimiş maden gibi. Bu da senn kökünden gelir ki, kalıba dökmektir. Sanki o beklemiş çamur, kalıba dökülmüş, ondan içi boş ve kuru bir insan timsali çıkmıştır. Sonunda vurulunca ses çıkarmış, sonra bunun ardından çeşitli dönemler geçirmiş, nihayet onu tesviye edip ona kendi ruhundan üflemiştir ya da kokuşmuş demektir ki, senentül hacere alel haceri deyiminden gelir, taşı taşa sürtmektir. Ondan akan şey kokar, bu sebeple ona kokuşmuş denilmiştir. 27Cinleri de daha önce dumansız zehirli ateşten yarattık. "Cinleri de daha önce dumansız zehirli ateşten yarattık” cinlerin babasını. İblis'i de denilmiştir. Bundan cins murat edilmesi de câizdir, nitekim insandan görünen de odur. Çünkü cinsin dallanması bir tek maddeden yaratılan bir tek şahıstan olduğu için cinsin tamamı da ondan yaratılmış gibidir. "Velcânne"yi nasb eden de "halakahu min kablu” fiilinin tefsir ettiği gizli fiildir. Cini insandan önce yarattık demektir. "Dumansız zehirli ateşten” ısı derecesi çok yüksek, derinin gözeneklerine işleyen demektir. Basit cisimlerde hayatın yaratılması imkânsız değildir, nitekim soyut cevherlerde yaratılması da öyledir. Böyle olunca çoğu ateş olan bileşik cisimlerde hayat daha çok olur. Çünkü onlar hayatı çoğu maddesi topraktan olandan daha çok kabul eder. "Ateşten” kavli çoğunluk itibarı iledir, Meselâ "sizi topraktan yarattı” (Ğafir: 67) kavli gibi. Âyetin akışı Allahü teâlâ’nın kemal-i kudretini ve cinlerle insanların ilk yaratılışlarını göstermek olduğu gibi o, aynı zamanda haşrin mümkün olduğunu gösteren ikinci öncüle dikkat çekmek içindir O da maddelerin birleşmeyi ve canlanmayı kabul etmesidir. 28Hani Rabbin meleklere: Şüphesiz ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım, demişti. (Hani Rabbin demişti) meleklere: "Şüphesiz ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım” dediği vakti hatırla! 29Onu tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üfürdüğüm zaman, ona secdeye kapanın. "Onu tesviye ettiğim zaman” onun yaratılışını dengeleyip de onu rûh üfürülmeye hazır hâle getirdiğim "ve ona ruhumdan üfürdüğüm zaman” tesiri iç organlarına sirayet edip de canlandığı zaman. Nefh'in aslı başka bir cismin içine hava üfürmektir. Rûh da önce kalpten çıkan lâtif buharla alâkası olduğu, ona canlanma kuvveti verip de onu bedenin derinliklerine götüren kılcal damarların içlerine taşıdığı için bedene bu taallukuna üfürme denilmiştir. Rûhun Allah'a nispet edilmesi, daha önce Nisa sûresinde geçtiği gibidir. (Ona secdeye kapanın). Bu da vakaa yakau'dan emirdir. 30Bütün melekler ona toptan secde ettiler. "Bütün melekler toptan secde ettiler” küll ve ecmain ile te'kit etmesi genellemede mübalağa içindir, özellemeyi men etme içindir. Şöyle de denilmiştir: Küllü ile te'kit etmesi hepsini kuşatmak içindir, "ecmain” ile te'kit etmesi de onların topluca bir seferde secde ettiklerini göstermek içindir. Bu da pek doğru görünmemektedir, çünkü öyle olsa idi ikincisi te'kit değil hâl olurdu. 31İblis hariç. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi. (İblis hariç) eğer müstesna munkatı' kabul edilirse "eba en yekune mines sacidin” kavli ona bağlanır yani İblis imtina etti demektir. Eğer muttasıl kabul edilirse, yeni söz başı olur ve "secde etti mi?” diye soran kimsenin sorusuna cevap olur. 32Cenab-ı Allah: Ey İblis, neden secde edenlerle beraber olmadın, dedi? "Ey İblis, neden secde edenlerle beraber olmadın?” yani sana ne oldu da Adem'e secde etmedin? (O da: Ben secde edecek değilim, dedi) lâm nefyi te'kit içindir yani secde etmek benim için olmaz ve hâlime uygun değildir, "bir beşere” kesif bir cisme, ben ise rûhânî bir meleğim. 33O da: Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim dedi. "Onu kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattın” o ise maddelerin en değersizidir, beni ise ateşten yarattın, o ise maddelerin en değerlisidir. Adem'i nev'î ve asıl itibarı ile eksik gördü. Bunun cevabı da A'raf sûresinde geçmiştir. 34Çık oradan; çünkü sen kovuldun, dedi. "Çık oradan, dedi” gökten yahut cennetten veyahut meleklerin içinden. "Çünkü sen kovuldun” hayırdan ve ikramdan kovuldun. Çünkü kovulan taşlandığı için recîm demiştir ya da şeytan ateş topu ile kovulur. Bu da şüphesine cevap içeren bir tehdittir. 35Gerçekten ceza gününe kadar lâ'net senin üzerinedir. "Gerçekten lâ'net senin üzerinedir” bu kovulma ve uzaklaştırılma "ceza gününe kadar” o da lanetin son menzilidir. Çünkü o, mükellefiyet günleri ile ilgilidir. Ceza zamanı ondan başlar. "Bir ünleyici: Allah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir, diye seslendi” (A'raf: 44) âyeti başka manayadır ki, o bunu unutturur. Şöyle de denilmiştir: Lanetin ceza günü ile sınırlandırılması onun insanların verdiği en uzun süre olmasındandır ya da onda öyle bir azâp görür ki, lâneti unutturur; yok olmuş gibi olur. 36O da: Rabbim, diriltilecekleri güne kadar bana süre ver, dedi. (O da: Rabbim, bana süre ver, dedi) beni ertele dedi. Fe mahzûfa bağlıdır, onu da "fahruc minha feinneke recim” (Hicr: 34) göstermektedir. "Diriltilecekleri güne kadar” azdırmak yahut ölümden kurtulmak için bir çıkış bulmak istedi, çünkü yeniden dirildikten sonra ölüm yoktur. Allah da birincisine cevap verdi, ikincisine vermedi. 37O da: Şüphesiz sen süre verilenlerdensin, dedi. 38Belli vaktin gününe kadar. "Belli vaktin gününe kadar, dedi". Allah katında ecelinin belirtildiği veyahut bütün bütün insanların tükeneceği güne kadar ki, o da cumhura göre sûra ilk üfürmedir. Üç günden kıyâmet gününün murat edilmesi de câizdir. İbarelerin farklı oluşu durumlarının farklı oluşu itibarı iledir. Ondan, önce ceza günü ile tabir edilmiştir, bunun da sebebini biliyorsun. İkinci olarak tekrar dirilme günü denilmiştir, çünkü mükellefiyetin sona erdiği ve saptırmadan ümit kesildiği bilgisi o zaman gerçekleşir. Üçüncü olarak da bilinen gün demiştir çünkü iki kelâm arasında o kalmıştır. Bundan İblis'in ölmemesi lâzım gelmez, belki de ilk günde ölür, onun için de halk ile beraber yeniden diriltilir. Bu karşılıklı konuşma her ne kadar aracısız olmuş ise de İblis'in yüksek bir mevki sâhibi olduğunu göstermez. Çünkü Allahü teâlâ'nın ona hitabı horlama ve adileştirme tarzındadır. 39Dedi: Rabbim, beni azdırdığın şeye yemin ederim ki, mutlaka onlara yeryüzünde günahı süsleyeceğim ve onların hepsini azdıracağım. "Kâle rabbi bima ağveyteni” be kasem içindir, "mâ” mastariyedir, cevabı da "leüzeyyi nenne lehüm filardı"dır. Mana da şöyledir: Beni azdırmana yemin ederim ki, onlara aldanma yurdu olan dünyada isyanları süsleyeceğim. Zeyyene fiilinin fî ile geçişli kılınması yerden dünya kast edilmesi itibariyledir, Meselâ "o, yere (dünyaya) meyl etti” (Araf: 176) âyetinde olduğu gibi. Allahü teâlâ'nın işlerine yemin edilmesinde ve bunun geçerli olmasında ihtilâf edilmiştir. Be'nin nispet için olduğu da söylenmiştir. Mu'tezile iğvayı ğayye yani azdırmaya nispet etmekle ya da Allahü teâlâ’nın onun azmasına sebep olmasıyla te'vil etmişlerdir yine azdırmayı cennet yolundan saptırma ile te'vil etmişlerdir. Allah'ın ona mühlet vermesinde de - ki, o da azgınlığının artmasına sebep olması ve onu âdemoğullarım azdırmaya musallat etmesidir - Allah'ın onun ve ona uyanların küfür üzerinde öleceklerini bilmesi ve süre verse de vermese de cehenneme gidecekleri ve ona süre vermesinde ona muhalefet edip de daha çok sevabı hak etmeye gönderme yapması ile mazeret beyan etmişlerdir. Bunun zayıf olduğu da akıl sahiplerine kapalı değildir. "Ve onların hepsini azdıracağım” onların tamamını azmaya sevk edeceğim. 40Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç. "Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç” tâat için ihlâslı kıldığın ve günah şaibelerinden arındırdığın kulların hariçtir ki, hilem onlara tesir etmez. İbn Kesîr, İbn Âmir ve Ebû Bekir Kur'ân’ın yer yerinde kesr ile muhlisin okumuşlardır ki, nefislerini Allah için hâlis kılanlar demek olur. 41Dedi: Bu, bana hak (lâyık) olan doğru bir yoldur. "Allahü teâlâ dedi: Bu, bana doğru olan bir yoldur” riayet etmem hak olan "doğru yoldur” onda sapma yoktur. Hâza istisnanın içerdiği şeye işâret etmektedir ki, o da ihlâslıların onun azdırmasından kurtulmalarıdır ya da ihlâsa işâret eünektedir ki, mana şöyle olur: O öyle bir yoldur ki, eğrilmeden ve sapmadan bana ulaştırır. "Sıratun aleyye” Sırâtın aliyyün de okunmuştur ki, yüksek ve şerefli demektir. 42Şüphesiz, benim kullarımın üzerinde bir yetkin yoktur. Ancak azgınlardan sana tâbi olanlar hariç. "Şüphesiz benim kullarımın üzerinde bir yetkin yoktur. Ancak azgınlardan sana tâbi olanlar hariç". Bu da İblis'i yaptığı istisnada tasdik etmekte ve ihlâslılara saygı göstermesinde durumun değişik olduğunu bildirmektedir. Bir de maksat onların masum olduklarını ve şeytanın pençesinden kurtulduklarını açıklamaktır. Ya da Allah'ın ihlâslı olmayan kullarına yetkisi olduğu vehmini yalanlamaktır. Çünkü onun en çok süsleyeceği şey teşvik etmek ve karıştırmaktır. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Benim sizin üzerinizde bir otoritem yoktu; ancak ben çağırdım, siz de geldiniz” (İbrâhîm: 22). Buna göre istisna munkatı olur. Birinciye göre de müstesnanın müstesna minh'ten daha az olmasını şart koşanların görüşleri reddedilmiş olur. Çünkü o zaman iki istisna çelişmiş olur. 43Şüphesiz cehennem elbette hepsinin buluşma yeridir. "Şüphesiz cehennem elbette onların buluşma yeridir” azgınların yahut onlara uyanların "hepsinin” bu da mevidühüm'deki zamiri tekittir ya da hâl’dir, âmili de mevid'dir, eğer onu müevvel mastar kabul edersen, âmili de izafetteki manadır, eğer onu ism-i mekân kabul edersen, çünkü o amel etmez. 44Onun yedi kapısı vardır. Her kapı için onlardan ayrılmış bir bölük vardır. "Onun yedi kapısı vardır” girecekleri kapısı, çünkü çok kalabalıklardır ya da katları vardır, şeytana uymadaki derecelerine göre oraya girerler. Adları şöyledir: Cehennem, Leza, Hutama, Saîr, Sakar, Cahim ve Hâviye. Belki sayı verilmesi tehlikeli şeylerin hislere meyil ve şehvet kuvveti ile gazap kuvvetine bağlılıkla sınırlı olmasındandır ya da cehennem halkının yedi grup olmasındandır. "Her kapı için onlardan ayrılmış bir bölük vardır". En üstü günahkâr mü'minlere, ikincisi Yahûdîlere, üçüncüsü Hıristiyanlara, dördüncüsü Sabiilere, beşincisi Mecûsîlere, altıncısı müşriklere, yedincisi de münâfıklara tahsis edilmiştir. Ebû Bekir zamme ile "cüzün” okumuştur, "cüzzün” de okunmuştur ki, hemze hazf edilmiş, harekesi ze'ye verilmiş, sonra da üzerinde şedde ile vakf edilmiş, sonra vasl'a vakf rolü verilmiş olur. "Minhüm” de ondan ya da zarftaki gizli zamirden hâl’dir, "maksum"dakinden değildir. Çünkü sıfat mevsûfundan öncekinde amel etmez. 45Şüphesiz sakınanlar cennetlerde ve pmar başlarındadır. "Şüphesiz sakınanlar” ona küfürde ve çirkin şeylere uyanlardan, çünkü diğerleri bağışlanmıştır "cennetlerde ve pınar başlarındadır” her biri için bir cennet ve bir pınar vardır ya da herkes için bunlardan çok vardır, Meselâ şu âyetler gibi: "Onun huzurunda durmaktan korkan için iki cennet vardır” (Rahmân: 46) ve "onlardan başka iki cennet daha vardır” (Rahmân: 62) ve "takva sahiplerine va'dolunan cennetin misali şöyledir. Onda tadı bozulmamış su ırmakları vardır” (Muhammed: 15). Nâfi', Ebû Amr ve Hişâm ayn’ın zammı ile uyun, diğerleri ise kesri (iyun) okumuşlardır. 46Oraya selametle korkusuzca girin. (Girin oraya) onlara öyle denilir, katı' hemzesi ve hı'mn kesri ile üdhiluha da okunmuştur ki, o zaman mâzi meçhul olur, uyun'daki tenvîn de bozulmamış olur. "Selametle” sağ salim ya da selamla karşılanarak "korkusuzca” afetlerden ve yok olmaktan. 47Biz onların göğüslerindeki kini sökmüşüzdür, karşılıklı tahtlar üzerinde kardeşler olarak. "Söküp attık” dünyada kalplerini uzlaştırmakla ya da cennette gönüllerini hoş etmekle "gönüllerindeki kini” dünyada olan buğzu. Hazret-i Ali radıyallahü anh'ten: Umarım ben, Osman, Talha ve Zübeyr onlardanız. Ya da cennet derecelerini ve yakınlık mertebelerini kıskanmaktan beri kılınmışlardır. "İhvanen” bu da "cennatin"deki zamirden yahut "üdhulha"daki fâilden yahut "aminin"deki zamirden veyahut ona muzâf olanın zamirinden hâl’dir, âmili de izafetteki manadır. "Alâ sürürin mütekabilin” de öyledir. İkisinin de ihvanen'e sıfat yahut zamirinden hâl olması da câizdir, çünkü mütesâffîn manasındadır, mutekabilin'in alâ sürürin'deki zarf-ı müstekar'dan hâl olması da câizdir. 48Orada onlara bir yorgunluk dokunmaz ve onlar oradan çıkacak da değiller. "Onlara orada bir yorgunluk dokunmaz” yeni söz başıdır ya da ikinci hâl’dir yahut mütekabilin'deki zamirden hâl’dir. "Ve onlar oradan çıkacak değiller” çünkü nimet ölümsüzlükle tamam olur. 49Kullarıma haber ver ki, şüphesiz ben, evet ben çok bağışlayanım, çok merhamet edenim. 50Ve şüphesiz benim azabım, o çok acıklı azaptır. "Ve şüphesiz benim azabım, o çok acıklı olandır". Bu da geçen vaat ve tehdidin özeti ve onun tespiti gibidir. Bağışlanmanın zikredilmesinde şuna delil vardır ki, müttekılerden sadece küçük ve büyük günahlardan sakınanları murat etmemiştir (çünkü küçükler aftır). Zâtını azapla değil de bağışlama ve rahmetle nitelemesi de va'di tercihtir ve onu tekittir. 51Onlara İbrâhîm'in misafirlerinden haber ver. (Onlara İbrâhîm'in misafirlerinden haber ver) bunun "nebbi' ibadiy"e atfında ibret alanlar için azâp ve tehdidin gerçekleştiği görülmektedir. 52Hani, onun huzuruna girmişler de: Selâm, demişlerdi. O da: Şüphesiz biz, sizden korkuyoruz, demişti. "Hani onun huzuruna girmişler: Selâm, demişlerdi” yani selamün aleyküm demişlerdi. "O da: Şüphesiz biz, sizden korkuyoruz” demişti. Çünkü onlar izinsiz ve zamansız içeri girmişlerdi ya da onlar ikramdan yemek istememişlerdi. Vecl kötülük beklentisi ile içteki rahatsızlıktır. 53Korkma, dediler, şüphesiz biz seni çok bilgili bir oğulla müjdeliyoruz. (Onlar da: Korkma, dediler). "Lâ te'cel” ve evcele'den "lâ tucel” vacelehu'den ve evcelehi manasına "lâ tüvacel” de okunmuştur. "Şüphesiz biz seni müjdeliyoruz” bu da yeni söz başıdır, korkma yasağının gerekçesi gibidir. Çünkü müjde verenden korkulmaz. Hamze beşr kökünden "nebşürüke” okumuştur. "Bir oğlan çocuğu ile” o da İshak aleyhisselâm'dır, çünkü "onu İshak ile müjdeledik” (Saffat: 112) buyurmuştur. "Bilgili” buluğa erdiği zaman bilgili olacaktır. 54Dedi: Bana ihtiyarlık dokunmuşken mi beni müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? "Dedi: Bana ihtiyarlık dokunmuşken mi beni müjdeliyorsunuz?” yaşının ilerlemesiyle çocuğunun olmasına şaşırmıştır ya da bu gibi durumda müjdeyi hoş görmemiştir. "Beni ne ile müjdeliyorsunuz?” sözü de öyledir. Yani beni hangi şaşılacak şeyle müjdeliyorsunuz? Ya da ne ile müjdeliyorsunuz? Çünkü akla sığmayacak şeyle müjdelemek anlamsızdır. İbn Kesîr Kur'ân'ın her yerinde şeddeli meksûr nûn ve cemi nûn'unu vikaye nûn'una idgam ederek okumuştur. Nâfi' de cemi nûn'unu hazf ederek şeddesiz nûn'un kesri ile okumuştur ki, aynı cinsten iki harfin yan yana gelmesini dile ağır görmüş ve vikaye nûn'unun ye'ye delaleti ile yetinmiştir. 55Dediler: Seni hak ile müjdeliyoruz. Artık sen de umut kesenlerden olma. "Dediler: Seni hak ile müjdeliyoruz” mutlaka olacak şeyle yahut içinde karışıklık olmayan kesin bilgi ile veyahut hak olan bir yolla ki, o da Allahü teâlâ'mn: "Artık sen de ümit kesenlerden olma” kavlidir. Çünkü Allahü teâlâ ana baba olmadan insan yaratmaya kâdirdir, artık pirifani bir ihtiyarla bir koca kandan nasıl taaccüp edilir? İbrâhîm aleyhisselâm'ın şaşması adet itibarı iledir, kudret itibarı ile değil. Bunun içindir ki: 56Dedi: Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümit keser? "Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümit keser?” buyurmuştur. Yani marifet yolunu şaşıranlardan başkası demektir ki, onlar Allah'ın rahmetinin genişliğini ve ilim ve kudretinin kemalini bilmezler. Nitekim: "Allah'ın rahmetinden ancak kâfirler ümit keser” (Yûsuf: 87) buyurmuştur. Ebû Amr ile Kisâî nûn'un kesri ile "yaknitü” okumuşlardır. Zam ile de okunmuştur ki, mazisi feth ile kanata'dır. 57Dedi: Ey elçiler, işiniz / mesele nedir? "Dedi: Ey elçiler, mesele nedir?” yani müjdenin dışında ne ile gönderildiniz? Belki de tek maksadın müjde olmadığını anlamıştı, çünkü onlar birkaç kişi idiler, hâlbuki müjdenin kalabalık sayıya ihtiyacı yoktur. Bunun içindir ki, Zekeriyya ve Meryem'in müjdelerinde bir müjdeci ile yetinilmiştir. Ya da onlar konuşma sırasında müjde vermişlerdir ki, korkusu gitsin. Eğer tek maksat o olsa idi, önce onunla başlarlardı. 58Dediler: Şüphesiz biz, günahkârlar topluluğuna gönderildik. "Dediler: Şüphesiz biz, günahkârlar toplumuna gönderildik” yani Lût kavmine "ancak Lût ailesi hariç” eğer istisna kavimden olursa munkatı olur, çünkü onlar günahkârlıkla nitelenmişlerdir. Eğer istisna "mücrimin"deki zamirden olursa, muttasıl olur. Kavim de gönderilme de günahkârları ve Lût ailesinden ona inananları içine alır. Mana da şöyle olur: Biz Lût kavmine gönderildik. 59Ancak Lût ailesi hariç: Şüphesiz biz onların hepsini kurtaracağız. "Ancak onlardan Lût ailesi hariçtir” günahkârları helâk edelim ve Lût ailesini kurtaralım. "Şüphesiz biz onların hepsini kurtaracağız” kavli de bunu gösterir. Yani kavmin azabından kurtaracağız. Bu da istisna muttasıl olursa yeni söz başıdır, munkatı olursa da Lût ailesine bağlıdır ve lakin'in haberi yerindedir. 60Ancak karısı hariç. Onun şüphesiz geride kalanlardan olduğunu takdir ettik. Buna göre "ancak karısı hariç” kavlinin Lût ailesinden veya onlara râci zamirden istisna olması câizdir. Birinciye göre ancak zamirinden hâl olur, çünkü iki hüküm farklıdır. Meğerki "inna lem-neccuhum” kavli itiraz cümlesi ola. Hamze ile Kisâî şeddesiz olarak "le-müncuhum” okumuşlardır. "Onun şüphesiz geride kalanlardan olduğunu takdir ettik” helâk olması için kâfirlerle beraber kalanlardan. Ebû Bekir, Âsım'dan burada ve Neml'de şeddesiz olarak "kaderna” okuduğunu rivâyet etmiştir. Talik (amel etmeme) efâl-i kuluba hâs olduğu hâlde kadderna'nın amelden alıkonulması, onu da ilim manasını içermesindendir. "Kadderna"nın kulna manasına verilmesi de câizdir, çünkü kaza manasına takdir kavl (söz) manasınadır. Aslı da bir şeyi başka bir şeyin miktarı kadar yapmaktır. Takdir Allah'ın işi olduğu hâlde elçilerin onu kendilerine nispet etmeleri Allah'a yakın olup hâs kullarından olmalarındandır. 61Elçiler Lût ailesine gelince, 62Lût: Şüphesiz sizler tanınmayan bir topluluksunuz, dedi. "Sizler tanınmayan bir topluluksunuz, dedi” sizi daha önce görmüş değilim ve içim rahat etmiyor, korkarım bana bir kötülük edersiniz. 63Dediler: Hayır, biz sana onların şüphe ettikleri şeyi (azâbı) getirdik. "Onlar da dediler: Hayır biz sana onların şüphe ettikleri şeyi getirdik, dediler” yani biz seni üzmek için gelmedik, bilâkis seni sevindirmek ve düşmanına karşı seni rahatlatmak için geldik, o da onları tehdit edip de onların da şüphe ettikleri şeydir, azaptır. 64Sana hakkı getirdik. Şüphesiz biz, doğru söylüyoruz. "Sana hakkı getirdik” kesin azâbı "Şüphesiz biz doğru söylüyoruz” sana verdiğimiz haberde. 65Aileni gecenin bir kısmında yürüt. Sen de arkalarım izle. İçinizden kimse arkasına bakmasın. Emrolundugunuz yere gidin. "Aileni yürüt” onları gece götür. Hicaz'lı iki kurra sera'dan getirerek hemze-i vasi ile okumuşlardır ki, aynı manayadır. Seyr'den sir şeklinde de okunmuştur. "Gecenin bir kısmında” bir bölümünde demektir. Sonunda da denilmiştir, Şiir: (Kadın), kaviyi aç, yıldızlara bak; Sonunda karanlık geceden kaç bölüm kalmıştır? "Sen de arkalarını izle” arkalarında ol, kaçanı çevirir, kalanı hızlandırır ve hâllerinden haberdar olursun. "İçinizden kimse arkasına bakmasın” aksi takdirde dayanamayacağı azâbı görür yahut onların başına gelen musibet kendisine de gelir ya da hiçbiriniz dönmesin, bir maksatla geri kalmasın; ona azâp dokunur. Şöyle de denilmiştir: Geriye bakmaktan men edilmeleri kendilerini hicrete hazırlamak içindir. "Emrolundugunuz yere gidin” yani Allah'ın gitmenizi emrettiği yere ki, o da Şâm yahut Mısır'dır. Haysü zarf-ı mekân olduğu için vamdu ve tü'merun'da fı'ye ihtiyaç duyulmamıştır. 66Ona, şu emri vahyettik ki, şüphesiz onların arkası, sabaha girerlerken kesilmiş olacaktır. "Ve kadayna ileyhi” ona şöyle kesin vahyettik, bunun içindir ki, "ilâ” ile geçişli kılınmıştır (şunu) bu da kapalıdır, (şüphesiz onların arkası sabaha çıkarlarken kesilmiştir) kavli onu tefsir etmektedir ve ondan bedel olarak mahallen mensûbtur. Bu da işi önemsetmek ve büyütmek içindir. Kesr ile yeni söz başı olarak "inne” de okunmuştur, mana da, onların kökleri kazılacak, öyle ki, bir fert kalmayacaktır, demektir. (Sabaha girerlerken) bu da haulai'den veyahut maktuun'daki zamirden hâl’dir. Çoğul olması da mana itibarı iledir. Çünkü dabire haulai, mübidine haulai demektir. 67Şehir halkı sevinerek geldiler. "Şehir halkı” Sodom'lular "sevinerek geldiler” Lût'un misafirlerine göz dikerek. 68Lût dedi: Şüphesiz bunlar benim misafirlerimdir. Beni rezil etmeyin. "Lût dedi: Şüphesiz bunlar benim misafirlerimdir. Beni rezil etmeyin". Misafirlerini rezil ederek, çünkü misafiri rezil edilen kendisi de rezil edilmiştir. 69Allah'tan korkun, beni hor düşürmeyin. "Allah'tan korkun” fâhiş şeyler işlemede, "beni hor düşürmeyin” onların yanında. Tuhzuni hizy'den gelir ki, horluktur ya da hizaye'den gelir ki, o da utanmaktır, beni utandırmayın demek olur. 70Dediler: Seni başkalarının işine karışmaktan men etmedik mi (kimsenin işine karışma, demedik mi)? "Onlar da: Seni başkalarının işine karışmaktan men etmedik mi, dediler?” Kimseyi koruma, aramıza girme. Çünkü onlar herkese tecâvüz ederlerdi, Lût da elinden geldiği kadar onlara mani olurdu. Yahut da kimseyi misafir etme, konuk yapma demedik mi, dediler? 71Lût dedi: İşte bunlar, benim kızlarım, eğer bir şey yapacaksanız? "Lût dedi: İşte bunlar benim kızlarım” kavminin kadınlarını kastediyordu, çünkü her ümmetin peygamberi, onların babaları yerindedir. (Nikâhlayıp onlarla evlenebilirsiniz.) Bunda daha başka mülâhazalar da vardır ki, onlar Hûd sûresinde zikredilmiştir. "Eğer bir şey yapacaksınız?” ihtiyaç görecekseniz ya da benim dediğimi yapacaksanız. 72Hayatına yemin olsun ki, şüphesiz onlar sarhoşlukları içinde bocalıyorlar. (Resûlüm!) Ömrüne yemin olsun ki, muhatabın hayatına kasemdir, muhatap da bu yeminde Peygamber aleyhisselâm'dır. Lût aleyhisselâm'dır da denilmiştir. Bunu ona melekler dediler, takdiri de leamrüke kasemi demektir. Bu da ömür lâfzında başka bir lügattir, hafif olması için özellikle kasemde böyle kullanılmıştır. Çünkü dilde çok dolaşmaktadır. "Şüphesiz onlar sarhoşlukları içinde” azgınlıkları içinde yahut akıllarını başlarından almış şehvet baskısı altındadırlar ki, onlara işâret edilen doğruyu ve eğriyi ayıramaz hâle gelmişlerdir, "bocalıyorlar” şaşırıyorlar; artık nasihatini nasıl dinlerler. Şöyle de denilmiştir: Zamir Kureyş'e râcidir, cümle de itiraziyedir. 73Onları işrak vaktinde (güneş doğarken) o ses tuttu. "Onları o ses tuttu” yani korkunç ve helâk edici ses. Cebrâîl'in sayhası (haykırması) dır da denilmiştir "güneş doğarken” güneşin doğma vaktine girerlerken. 74Oranın üstünü altına getirdik ve üzerlerine ateşte pişmiş çamurdan taş yağdırdık. "Oranın üstünü” yani şehrin yahut köylerin üstünü "altına getirdik” ters döndü. "Üzerlerine ateşte pişmiş çamurdan taş yağdırdık” taşlaşmış çamurdan ya da üzerinde sicil yazısı bulunan çamur demektir. Bunların geniş açıklaması Hûd sûresinde geçmiştir. 75Şüphesiz bunda ferasetli olanlar için açık deliller vardır. "Şüphesiz bunda ferasetli olanlar için açık deliller vardır” ileri görüşlü, sağlam düşünenler için, öyle ki, onlar işâreten bir şeyin gerçeğini anlarlar. 76Şüphesiz o, açık yol üzerindedir. "Şüphesiz o,” şehir yahut köyler(in kalıntıları) "açık bir yol üzerinde (halâ durmakta)dır” insanların geçtiği ve kalıntılarını gördükleri işlek bir yol üzerindedir. 77Şüphesiz bunda mü'minler için ibret vardır. "Şüphesiz bunda mü'minler için ibret vardır” Allah'a ve Resûlüne îman edenler için. 78Şüphesiz Eyke halkı, gerçekten zâlimlerdi. "Şüphesiz Eyke halkı zâlimlerdi” bunlar Şuayb kavmidir ki, onlar ormanlık bir bölgede yaşarlardı. Allah onlara Şuayb'i gönderdi, ona inanmadılar, onlar da gölgelik azâbı (kara bulutla) helâk edildiler. Eyke sık ağaçlık yer demektir. 79Biz de onlardan intikâm aldık. Bu ikisi açık (işlek) bir yol üzerindedir. "Biz de onlardan intikâm aldık” helâk etmekle "bu ikisi” Sodom ile Eyke. Şöyle de denilmiştir: Eyke ile Medyen, çünkü bu ikisine gönderilmişti. Birinin zikredilmesi ötekini de akla getirir. (Açık (işlek) bir yol üzerindedir) "imâm” uyulan şeye denir. Levh-i Mahfûz'a ve şâkula da imâm denir, çünkü onlar da uyulan şeylerdir. 80Yemin olsun, Hicr halkı da Peygamberleri yalanladı. "Yemin olsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanladı". Yani Semûd kavmi Sâlih'i yalanladılar. Peygamberler'den birini yalanlayan hepsini yalanlamış olur. Peygamberler tabirinden Sâlih'in ve beraberindeki mü'minlerin murat edilmesi de câizdir. Hicr de Medîne - Şâm arasında oturdukları bölgedir. 81Onlara âyetlerimizi verdik; onlarsa ondan yüz çevirdiler. "Onlara âyetlerimizi verdik; onlarsa ondan yüz çeviriyorlardı". Peygamberlerine indirilen kitabın âyetlerini kast ediyor ya da dişi deve, su içmesi ve süt vermesi yahut da onlara getirdiği deliller murat ediliyor. 82Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı. "Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı” sağlam olduğu için devrilmekten, hırsızların delmesinden ve düşmanların tahribinden emin idiler. Ya da aşın gafletlerinden dolayı azaptan emin idiler veyahut dağların onları koruyacağını sanıyorlardı. 83Sabaha girerlerken kendilerini o ses yakaladı. Kazandıkları şeyler onlardan hiçbir şey savmadı. "Sabaha girerlerken onları o ses tuttu, kazandıkları şeyler onlardan hiçbir azâbı savmadı” yaptıkları sağlam evler, mal ve imkânları hiçbir işe fayda vermedi. 84Sabaha girerlerken kendilerini o ses yakaladı. Kazandıkları şeyler onlardan hiçbir şey savmadı. "Sabaha girerlerken onları o ses tuttu, kazandıkları şeyler onlardan hiçbir azâbı savmadı” yaptıkları sağlam evler, mal ve imkânları hiçbir işe fayda vermedi. 85Gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile yarattık. Şüphesiz kıyâmet muhakkak gelecektir. Onlardan güzelce yüz çevir. "Gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile yarattık” hakla ilişkili, sürekli fesada ve devamlı şerre uygun düşmeyen bir hak olarak yarattık. Bunun içindir ki, hikmet; bu gibilerin helâk edilmesini ve fesatlarının yeryüzünden silinmesini iktiza etmiştir. "Şüphesiz kıyâmet mutlaka gelecektir” Allah seni inkâr edenlerden intikâm alacaktır. "Onlardan güzelce yüz çevir” intikâmda acele etme, onlara toleranslı ve ağır başlı olarak muamele et. Bunun kılıç ayetiyle mensûh olduğu da söylenmiştir. 86Şüphesiz Rabbin o her şeyi yaratan, her şeyi bilendir. "Şüphesiz Rabbin o her şeyi yaratandır” seni de onları da o yarattı, senin idaren de onların idaresi de onun elindedir "her şeyi bilendir” senin hâlini de onların hâlini de bilir. Aranızda hüküm vermesi için tek güveneceğin odur ya da sizi yaratan ve size yararlı olan şeyi bilen odur. Yüz çevirmenin bugün için en iyisi olduğunu bilmektedir. Hazret-i Osman ve Übey radıyallahü anhuma'nın Mushaflarında "hüvel halıku” şeklindedir, bu kalıp azada çoğa da müsaittir, hallak ise yalnız çoğu ifade etmek içindir. 87Yemin olsun, sana yedi tekrarlanan âyeti ve Kur'ân-ı Azim'i verdik. (Sana yedi âyeti verdik) yedi âyet Fâtiha'dır. Yedi sûre olduğu da söylenmiştir ki, onlar uzun sûrelerdir, yedincisi de Enfâl ile Tevbe'dir, çünkü o ikisi bir sûre hükmündedir. Bunun içindir ki, aralarına besmele yazılmamıştır. Tevbe sûresi de denilmiştir, Yûnus yahut yedi hamimler de denilmiştir. Yedi sahife yani Kur'ân'ın yedi bölümü de denilmiştir. "Tekrarlanan” bu da yediyi açıklamaktadır. Mesani tesniyeden yahut senadan gelir. Çünkü bütün bunların okunuşu ve lâfızları tekrar edilir yahut kıssaları ve öğütleri demektir. Belagat ve icaz bakımından da çift dikişlidir. Allah'a büyük sıfatları ve güzel isimleriyle lâyık olduğu şekilde sena edilir. Mesani'den Kur'ân'ın veyahut Allah'ın bütün kitaplarının murat edilmesi de câizdir. O zaman "min” bazı manasını ifade eder. "Ve Kur'ân-ı Azim'i verdik” eğer yediden âyetler ve sûreler murat edilirse, kül (bütün) parçaya ya da genel özele atfedilmiş olur. Eğer ondan yedi bölüm murat edilirse iki sıfattan biri diğerine atfedilmiş olur. 88Onlardan bazı sınıfları yararlandırdığımız şeylere sâkin göz dikme ve onlara üzülme. Mü'minlere kanadını ger. "Sâkin gözlerini dikme” isteyen biri gibi bakma "onlardan bazı sınıfları yararlandırdığımız şeylere” kâfir sınıflarına, çünkü o, sana verilenin yanında çok değersiz kalır. Çünkü seninki bizzat istenen ve devamlı zevklere götüren bir kemaldir. Ebû Bekir radıyallahü anh rivâyetinde şöyle denilmiştir: Kime Kur'ân verilir de birine dünyadan kendisine verilenden daha üstünü verildiğini zannederse büyüğü küçültmüş ve küçüğü büyütmüş olur. Rivâyete göre Efendimiz aleyhissalatu vesselam Ezruat mevkiinde Kurayza oğulları ile Nadiyr oğullarının yedi kervanı ile karşılaştı. Yükleri arasında çeşitli kumaşlar, kokular (esanslar), mücevherler ve diğer ticaret eşyası vardı. Müslümanlar: Bu mallar bizim olsaydı güçlenirdik ve Allah yolunda sarf ederdik, dediler. Efendimiz onlara: Size yedi âyet verilmiştir ki, onlar bu yedi kervandakilerden daha hayırlıdır, dedi. "Onlara üzülme” îman etmediler, diye. Onların dünyalıklardan istifade edenler olduğu da söylenmiştir. "Mü'minlere kanadını ger” onlara mütevazı ve yumuşak davran. 89De ki: Şüphesiz ben apaçık uyarıcıyım. "De ki: Şüphesiz ben apaçık uyarıcıyım” açıklama ve delille sizi uyarıyorum ki, îman etmediğiniz takdirde size Allah'ın azâbı inecektir. 90Paylaşanlara indirdiğimiz gibi. (Paylaşanlara indirdiğimiz gibi) onlara indirdiğimiz azâp gibi. Bu da nezir'in mef’ûlünun sıfatıdır, onun yerine geçmiştir. Paylaşanlar da on iki kişidir ki, bunlar hac mevsiminde Mekke'nin giriş yerlerini tuttular, insanları Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den nefret ettirmek istiyorlardı. Allahü teâlâ da onları Bedir savaşında helâk etti. Ya da onlar Sâlih aleyhisselâm'a gece baskını yapmayı planlayanlardır. Bunun mahzûf mastarın sıfatı olduğu ve onu da "velekad ateynake” kavlinin gösterdiği söylenmiştir. Çünkü mana şöyledir: Sana indirdik, paylaşanlar da ehl-i kitaplardır. 91Onlar ki, Kur'ân'ı parça parça yaptılar. "Onlar ki, Kur'ân'ı parça parça yaptılar” İnatlarından şöyle dediler: Bazısı haktır, Tevrat'a ve İncil'e uymaktadır, bazısı da bâtıldır, onlara uymamaktadır. Ya da onu şiir, sihir, kehanet ve öncekilerin masalları diyerek bölümlere ayırdılar ya da onlar ehl-i kitap'tır ki, kitaplarının bir kısmına îman ettiler, bir kısmını da inkâr ettiler. Bu durumda Kur'ân onların kitaplarından okunan parçalardır. Bu da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem için teselli ve "lâ-temüddenne” kavli de onu te'kit eden ara cümle. "Ellezîne caalul Kur'âna ıdîyn” Kur'ân'ı parçalara ayırdılar, ıdiyn, ida'nın çoğuludur, aslı ıdve'dir, adeş şate koyunu parçalara ayırmaktan gelir. "Fi'let” vezninde olduğu da söylenmiştir ki, adahtuhu'dan gelir, birine iftira ve bühtan etmektir. Hadiste şöyle gelmiştir. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem adıhe'ye ve müsta'dıhe'ye lâ'net etmiştir. Bu da büyü yapan ve yaptırandır. Idiyn, sihirler manasınadır da denilmiştir. İkrime de, ıdah sihirdir, demiştir. Cem-i sâlim şeklinde çoğul yapılması hazf edileni telâfi etmek içindir. Mevsûl da sılası ile beraber muktesimîn'in sıfatıdır ya da mübteda’dır, haberi de "feve rabbike... "dir. 92Rabbine yemin olsun ki, onların hepsine soracağız. Yaptıkları şeyleri. "Rabbine yemin olsun ki, onlara yaptıkları şeyleri soracağız” paylaşmalarım yahut Kur'ân sihirdir, demelerini ki, onlara cezalarını vereceğiz. Bunun genel olup yaptıkları bütün küfür ve isyanlar olduğu da söylenmiştir. 93Rabbine yemin olsun ki, onların hepsine soracağız. Yaptıkları şeyleri. "Rabbine yemin olsun ki, onlara yaptıkları şeyleri soracağız” paylaşmalarım yahut Kur'ân sihirdir, demelerini ki, onlara cezalarını vereceğiz. Bunun genel olup yaptıkları bütün küfür ve isyanlar olduğu da söylenmiştir. 94Emrolunduğun şeyle başlarını ağrıt. Müşriklerden yüz çevir. (Emrolunduğun şeyle başlarını ağrıt) onu açığa vur, bu da sadaa bilhucceti deyiminden gelir ki, delili açıkça ifade etmektir ya da emrolunduğun şeyle hak ile bâtılı ayır, demektir. Aslı açıklamak ve ayırmaktır. "Mâ” da ya mevsûledir, râci zamiri mahzûftur ki, bima tü'meru bihi mineş şerayi (emrolunduğun şerîatları açıkla demektir). "Müşriklerden yüz çevir” dediklerine aldırış etme. 95Alay edenlere karşı biz sana yeteriz, "Alay edenlere karşı biz sana yeteriz” onları bastırmak ve helâk etmekle. Şöyle de denilmiştir: Kureyş eşrafından beş kişi,lid bin Muğire, As bin Vail, Adiy bin Kays, Esved bin Yağus ve Esved bin Muttalib Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e çok eziyet eder ve onunla dalga geçerlerdi. Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e: Onların hakkından gelmekle emrolundum, dedi ve Velid'in bacağına işâret etti; o da bir ok yapanın yanından geçti, eteğine bir ok dolandı, kibrinden almak için eğilmedi, o da ökçesinden bir damara değdi, öldü. As'ın da ayak tabanına işâret etti, ona da bir diken battı, ayağı şişti, sonunda değirmen taşı gibi, oldu, o da öldü. Adiy bin Kays'in de burnuna işâret etti, o da kan sümkürerek öldü. Esved bin Abdi Yağus'a da işâret etti, o da bir ağacın altında oturuyordu, başını ağaca vurarak ve yüzünü dikenlere sürerek ölüp gitti. Esved bin Muttalib'in de gözlerine işâret etti, o da kör oldu. 96Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâh kılıyorlar; ileride bilecekler. "Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâh kılıyorlar; ileride bilecekler” iki dünyada akibetlerini bilecekler. 97Yemin olsun, onların dediklerinden göğsünün daraldığını biliyoruz. "Yemin olsun, onların dediklerinden göğsünün daraldığını biliyoruz” şirklerinden, Kur'ân'a dil uzatmalarından ve seninle alay etmelerinden dolayı. 98Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. "Hemen Rabbini hamd ile tesbih et” başına gelen şeyler için tesbih ve hamd ederek Allah'a sığın, sana yeter ve sıkıntını def eder ya da seni hakka hidâyet ettiği için hamd ederek onların dedikleri şeylerden tenzih et. "Secde edenlerden ol” namaz kılanlardan. Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem başı dara düştüğü zaman hemen namaza koşardı. 99Sana yakın gelinceye kadar Rabbine ibâdet et. "Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibâdet et” yani ölüm gelinceye kadar demektir. Çünkü onun her mahluka gelmesi kesindir. Mana da hayatta olduğun sürece ona ibâdet et, ibâdetini bir an aksatma demektir. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Kim Hicr sûresini okursa Muhâcirlerin, Ensâr'ın ve Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem ile alay edenlerin sayısı kadar onar ecri olur. |
﴾ 0 ﴿