21 / ENBİYA SÛRESİ112 âyettir. 1İnsanlar için hesapları yaklaştı. Halbuki onlar gaflet içinde yüz çeviriciler. "İnsanlar için hesapları yaklaştı” geçmişe nispetle yahut Allah katındakine nispetle, çünkü "şüphesiz onlar onu uzak görürler; biz ise onu yakın görüyoruz” (Meâric: 7) ve "senden azâbı acele istiyorlar, Allah va'dinden dönmez. Allah katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir” (Hac: 47) buyurmuştur. Ya da: Her gelecek yakındır; uzak olan geçip gidendir. Linnasi'deki lâm ikterebeye bağlıdır ya da izafe ti tekittir. Çünkü aslı: İkterebe hisabünnasi'dir sonra ikterebe linnasil hisabu oldu, sonra da ikterebe linnasi hisabuhum oldu. İnsanlardan özellikle kâfirlerin murat edilmesi onların "halbuki onlar gaflet içinde” kavli ile kayıtlanmasındandır "yüz çevirîciler” onun üzerinde düşünmekten. Bu ikisi (vehüm fî gafletin ile muridun) hum zamirinin iki haberidir. Zarfın muridun'da gizli zamirden hâl olması da câizdir. 2Onlara Rablerinden yeni bir zikir gelmeye dursun, ancak onu oynayarak dinlerler. "Onlara bir zikir gelmeye dursun” kendilerini gaflet ve cehalet uykusundan uyandıracak (Rablerinden) zikr'in sıfatıdır yahut ye'tihim'in sılasıdır (ona bağlıdır) "yeni” kulaklarına arka arkaya çarpsın da öğüt alsınlar diye, zikr'in mahalli itibarı ile Merfû' olarak (muhdesün) de okunmuştur. "Ancak oynayarak dinlerler” onunla alay ederek ve onu maskaraya alarak. Çünkü aşırı gâfil dirler ve olan biteni irdeleyecek, sonuç üzerinde düşünecek bakışları yoktur. 3Kalpleri alay ederek. Zâlimler fısıltıyı gizlediler. "Bu, sizin gibi bir beşerden başka biri midir? Göz göre göre büyüye mi geleceksiniz?” derler. "Vehüm yel'abun” vâv'dan hâl’dir, "Lahiyeten kulubuhum” da öyledir yani onu hem alay ederek ve maskaraya alarak hem de üzerinde düşünmekten gâfil olarak dinler ler. Yel'abune'nin vâv'ından hâl olması da câizdir. Zamirin başka bir haberi olarak ref ile (lahiyetü) de okunmuştur. "Fısıltıyı gizlediler” onu gizlemede ileri gittiler ya da fisıldaştıklarını gizli kalacak şekilde yaptılar, (zâlimler) bu da ve eserru'daki vâv'dan bedeldir, bu da onu gizlemekle zâlim olduklarını îma etmek içindir. Ya da onun fâ'ilidir, vâv ise cemi alametidir yahut mübteda’dır, ondan önceki cümle de haberidir. Aslı vehaulai eserruncva demektir. Mevsûl onun yerine konulmuştur, bu da fiili yapmakla zâlim olduklarını tescillemek içindir. Ya da zem ile mensûbtur. “Bu sizin gibi beşerden başka biri midir? Göz göre göre büyü ye mi geleceksiniz?” Hepsini gördüğün hâlde, cümle necva'dan bedel olarak mahallen mensûbtur ya da gizli kavl maddesinin mef'ûlüdür. Sanki beşer olmasını peygamberlik iddiasına delil getirmiş gibidirler. Çünkü elçinin ancak melek olabileceğini iddia etmişler ve bundan Kur'ân gibi gösterdiği harikulade şeylerin sihir olduğu sonucunu çı karmışlar, o sebeple ona gelmeyi kabul etmemişlerdir. Onu gizleme leri de onun işini bozacak ve bozuk olduğunu bütün halka gösterecek şeyi istişare etmek içindir. 4(Peygamber) dedi: Rabbim gökte ve yerde sözü bilir. O, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir. "Peygamber dedi: Rabbim gökte ve yerde sözü bilir” ister açık ister gizli olsun hepsini bilir, kaldı ki, gizlediklerini. Bu, "de ki: Onu göklerde ve yerde sırrı bilen indirdi” (Furkân: 6) kavlinden daha tekitlidir. Bunun içindir ki, burada o tercih edilmiş ve mübalağada "fısıltı yı gizlediler” kavline uygun olması istenmiştir. Hamze, Kisâî ve Hafs, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den haber olarak (kul) şeklinde okumuşlardır. "O, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir” ne gizlediğiniz ne de sakladığınız şey na kapalı kalmaz. 5(Onlar şöyle dediler): "Hayır, bunlar karışık rüyalardır. Hayır, onu kendi uydurdu, Hayır o, bir şairdir. Öncekilere gönderildiği gibi bize de bir mu'cize getirsin!" "Şöyle dediler: Hayır, bunlar karışık rüyalardır. Hayır, onu ken di uydurdu. Hayır o, bir şairdir". Onların, "o sihirdir” sözünden "ka rışık rüyalardır” sözüne geçiştir, sonra da onu iftira etti, sözüne sonra da, o şairdir, sözüne geçiştir. Öyle görünüyor ki, birinci bel edâtı hika yenin tamamı ve başka birine başlama içindir ya da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ve ondan görünen âyetlerin hakkında karşılıklı konuşmalarından Kur'ân'ın durumuna geçiş içindir. İkinci ve üçün cüsü ise onların bâtıl, hayal mahsulü ve karıştırdığı şeylerden kendili ğinden uydurduğu şeylere geçiş içindir. Sonra da onun şiirsel söz olup dinleyicinin hayaline hitap ettiğine, onda gerçeklik payı olmadığına ve o gibi şeylere teşvik ettiğine geçiştir. Hepsinin Allah'tan olup da sözlerinin bozuk olduğunu göstermek için inmiş olması da câizdir. Çünkü onun şiir olması uydurma olmasından çok daha uzaktır. Zira o gerçeklerle ve hikmetlerle doludur. Onda şairlerin sözüne uyacak bir şey yoktur. Onun karışık rüyalar olmasından da çok uzaktır, çünkü içinde gerçeğe uygun birçok şeyler vardır. Uydurma ise öyle olmaz, düş de öyle olmaz. Bir de onlar Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i kırk küsur yıldır denediler, ondan asla bir yalan işitmediler. O (karışık rüyalar) sihir olmaktan da çok uzaktır, zira o, ikisinin de harika olması itibarı ile ona benzer. "Öncekilere gönderildiği gibi bize de bir mu cize getirsin” Meselâ Mûsa'nın beyaz eli ve asa'sı, Îsa'nın gözsüzleri iyi edip ölüleri diriltmesi gibi. Teşbih şu açıdan doğrudur, çünkü peygamber göndermek mu'cize getirmeyi de içine alır. 6Kendilerinden önce helâk ettiğimiz hiçbir şehir îman etmedi, onlar mı îman edecekler? "Kendilerinden önce bir şehir îman etmedi” şehir halkı "helâk ettiğimiz” teklif ettikleri mu'cizeler geldiği zaman "onlar mı îman ede cekler?” onlara bu mu'cizeleri getirdiğin zaman. Çünkü bunlar onlar dan daha zâlimdirler. Bunda şuna dikkat çekilmiştir ki, o mu'cizeleri getirmemek, onları yerlerinde bırakmak ve onlara merhamet etmek içindir. Çünkü getirilir de îman da etmezlerse, kendilerinden önceki lerin köklerini kazıyacak azâbı hak ederler. 7Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz bazı erkek leri gönderdik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun. "Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz bazı erkek ler gönderdik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun". Bu da "sizin gibi beşerden başka biri midir?” sözlerinin cevabıdır. Onlara geçmiş peygamberlerin hâlini ehl-i kitaptan sormalarını emretti ki, şüphele ri gitsin. Sormayı onlara havale etmesi ya onları susturmak içindir. Çünkü müşrikler Peygamber aleyhis-salâtü ves-selâm hakkında onlara danışır ve sözlerine güvenirlerdi. Ya da büyük bir kalabalığın kâfir ol salar da verdiği haberin ilim icap etmesindendir. Hafs nûn ile (nuhî) okumuştur. 8Onları yemek yemeyen cesetler kılmadık. Ölümsüzler de ol madılar. "Onları yemek yemeyen cesetler kılmadık. Ölümsüzler de değillerdi". Onların risalet meleklerin özelliklerindendir itikatlarını bertaraf etmekte ve onların da kendileri gibi beşer olduklarını vur gulamaktadır. Bunun "bu peygambere ne oluyor; yemek yiyor ve so kaklarda dolaşıyor” (Furkân: 7) kavlinin cevabı olduğu da söylenmiş tir. "Ölümsüzler de değillerdi” bu da onu te'kit ve tespit etmektedir. Çünkü yemekle yaşamak çürümeyi gerektirir, o da yok olmaya götü rür. Cesed'in tekil olması cins murat edildiği içindir. Ya da o, aslında mastardır ya da muzâfın hazfı iledir yahut da (hüm) zamirinin bikülli vahid (herkes) ile te'vili içindir. Ceset de renkli cisim demektir. Bu ne denledir ki, suya ve havaya denilmez. Safrana cisâd denilmesi de bun dandır. Şöyle de denilmiştir: Cesed bileşik cisimdir, çünkü bu terkibin aslı bir şeyi toplamak ve sıkıştırmak içindir. 9Sonra onlara ettiğimiz va'de sadık olup onları ve diledikleri mizi kurtardık. Aşırıları da helâk ettik. "Sonra onlara ettiğimiz va'de sadık kabp onları ve dilediklerimizi kurtardık” yani onlara îman edenleri ve bırakılmalarında hikmet olanları kurtardık; Meselâ kendisi veyahut soyundan birinin îman edeceği kimseyi. Bunun içindir ki, Araplar köklerini kazıyacak azaptan himaye edilmişlerdir. "Aşırıları da helâk ettik” küfür ve isyanda aşırı gidenleri. 10Yemin olsun, gerçekten size içinde zikriniz bulunan bir kitap indirdik. Aklınızı kullanmıyor musunuz? "Yemin olsun, gerçekten size indirdik” ey Kureyş, "bir kitap” yani Kur'ân'ı "içinde zikriniz bulunan” şöhretiniz bulunan, Meselâ "şüp hesiz o, senin ve kavmin için elbette bir zikirdir” (Zuhrûf: 44) âyeti gibi. Ya da içinde size öğüt vardır yahut güzel ahlâk sonucu iyi bir ad istediğiniz şey vardır. "Aklınızı kullanmayacak mısınız?” îman etmek suretiyle. 11Nice zâlim kentleri kırdık. Onlardan sonra da başka bir ka vim meydana getirdik. "Nice kentleri kırdık” büyük bir gazaptan gelen azapla helâk ettik, zira kasm parçaları birbirinden ayırarak kırmaktır, fasm ise öyle değildir. "Zâlim idi” bu, halkının sıfatıdır, kentin sıfatı olması onun yerine geçtiği içindir. "Ondan sonra meydana getirdik” halkını helâk ettikten sonra "başka bir kavim” onların yerine getirdik. 12Azabımızı hissedince, birden onlar ondan kaçıyorlar. "Azabımızı hissedince” azabımızı müşahede ve hissedilen şey gibi hissedince demektir, zamir hazf edilen ehl'e (şehir halkına) git mektedir. "Birden onlar ondan kaçıyorlar” bineklerini mahmuzlayarak kaçarlar ya da aşırı süratlerinden dolayı onlara benzetilmişlerdir. 13Kaçmayın, refaha kavuşturulduğunuz şeylere ve yurtlarınıza geri dönün. Çünkü sorguya çekileceksiniz, dedik. "Kaçmayın” onlara böyle denilir yani onlarla alay etmek için böyle denilir, bu da ya lisan-ı hâl (beden dili) ile ya da sözle olur. Diyen de ya melektir ya da oradaki mü'minlerden biridir. "Refaha kavuşturulduğunuz şeylere dönün” zevk ve sefaya dönün. Burada geçen itiraf nimetin şımartmasıdır. "Ve yurtlarınıza” size ait yurtlarınıza dönün. "Çünkü şüphesiz sorguya çekileceksiniz” dedik. Yarın amellerinizden sorulursunuz ya da azâp olunursunuz, çünkü sorgu azabın öncüllerindendir ya da önemli işlerde ve ansızın meydana gelen şeylerde size sorar ve fikirlerinizi alırlar. 14Dediler: Eyvah bize, gerçekten biz zâlimler idik! "Dediler: Eyvah bize, gerçekten bizler zâlimler idik” azâbı gö rüp de kurtuluş yolunu görmedikleri zaman, onun içindir ki, onlara fayda vermeyecektir. Şöyle de denilmiştir: Yemen kentlerinden Huzur denen yerin halkına bir peygamber gönderildi, onu öldürdüler. Allah da onlara Buhtunassar'ı musallat etti; o da onları kılıçtan geçirdi; gök ten bir münadi: Ey Peygamberlerin intikâmı gel, diye seslendi. Onlar da pişman oldular ve böyle dediler. 15Duaları hep bu oldu. Nihayet onları biçilmiş(ler), sönmüşler kıldık. "Duaları hep bu idi” bunu tekrarlayıp durdular. Buna dua de nilmesi, çünkü eyvah diye bağıran onu çağırarak dua etmiş ve: Ey he lak gel, şimdi gelme zamanındır, demiş gibidir. Tilke ile da'vahum lâ fızlarının isim ve haber olma ihtimalleri vardır. "Nihayet onları biçil mişler yaptık” biçilmiş, hasat edilmiş ekin gibi yaptık. Hasiydmahsud manasına olduğu için cemi edilmemiştir, "sönmüşler kıldık” ölüler kıldık. Bu dahamedetin naru deyiminden gelir. Hamidiyn, hasiyden'le birlikte ikinci mef'ûl gibidir. Sanki caaltuhu hulven hamidan gibidir. Çünkü mana onları biçilmiş ve sönmüş gibi kıldık demektir. Ya da hamadiyn, hasiyden'in sıfatı gibidir yahut onun zamirinden hâl’dir. 16Göğü, yeri ve ikisinin arasındakiler! oyuncular olarak (oynamak için) yapmadık. "Göğü, yeri ve ikisinin arasındakiliri oyuncular olarak yaratmadık” onları ancak harikulade şeylerle doldurduk ki, bakanların gözleri açılsın, ibret alanlar ondan yararlansın ve kulların dünya ve âhiretteki işleri düzene girsin diye yarattık. Öyleyse onlara tırmanarak kemal elde etmeye çalışsınlar, yaldızlı şeylere aldanmasınlar. Çünkü onlar çabuk geçer. 17Eğer biz bir eğlence edinmek istese idik, eğer yapacak olsa idik, muhakkak onu yanımızdan edinirdik. "Eğer biz bir eğlence edinmek istese idik” eğlenecek ve oynanacak bir şey istese idik "Onu kendi katımızdan edinirdik” kendi kudretimizden edinirdik ya da yanımızdan zatımıza yaraşır soyut şeylerden edinirdik; yüksek cisimlerden ve yayılmış nesnelerden degil, Meselâ sizlerin yüksek binaları, süslü ve göz alıcı döşemeleri gibi değil. Lehv'in Yemen aksanında çocuk manasına geldiği; zevce manasına olduğu da söylenmiştir. Bundan maksat da Hıristiyanları reddetmek tir. "Eğer yapacak olsaydık” yukarıdaki cevap buna da cevap olabilir. İn'in Nâfi’ye, cümlenin de şartın cevabı gibi olduğu da söylenmiştir. 18Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da onun beynim par çalar. Bakarsın o, zâil olmuştur. Nitelediğiniz şeylerden dolayı ya zıklar olsun size! "Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da” eğlence edinmekten yüz çevirmek ve Allah’ın zâtını oyundan tenzih etmektir. Yani bilâkis bizim şânımız hakkı gâlip kılmaktır, onun gereğinden biri de oyun sınıfından olan bâtıla karşı ciddiyettir. "Onun beynini parçalar” onu mahv eder. Bunun için uzağa atma ve atılan şeyin sertliğini gerektiren kazfin ve beyni parçalamak ve dolayısıyla canın çıkmasını temin eden demğ'ın kullanılması, onu iptal etmeyi tasvir etmek ve abartmak için dir. Nasb ile feyedmağahu da okunmuştur, Meselâ şu beyitte olduğu gibi: Yurdumu Temim oğulları için terk edecek Ve Hicaz'a yetişip rahat edeceğim. Uzak bir ihtimal olmakla beraber bunun tercih sebebi de manaya hamletmek ve hak lâfzına atfetmektir. "Bakarsın o, zâil olmuştur” he lak olmuştur, zuhuk canın çıkmasıdır. Onun zikredilmesi de mecazın terşih'i içindir. "Nitelediğiniz şeylerden dolayı yazıklar olsun size!” Onu câiz olmayan şeyle nitelediğiniz için. Mîmma'daki mâ hâl yerin dedir, mâ da mastariye yahut mevsûle veyahut mevsûfedir. 19Göklerde ve yerde olan kimseler onundur. Onun yanındaki ler ona ibâdetten büyüksünmezler de yorulmazlar da. "Göklerde ve yerde olan kimseler Onundur” yaratma ve mülk bakımından. (Onun yanındakiler) yani kralların ya kınlarına aldığı gibi kendinin de ikram için yakınma aldığı melekler demektir. Bu da men fissemavati'ye atıftır. Müfret olması ta'zîm içindir ya da bir cihetten ondan daha genel olmasındandır. Ya da ondan maksat bir nevi meleklerdir ki, bunlar gökte ve yerde olmaktan daha yüce dirler. Ya da mübteda’dır, haberi de "layestekbirune an ibâdetihi"dir, ona ibâdetten büyüksünmezler demektir. "Ondan yorulmazlar da” husur'dan daha mübalağalı olan istihsar maddesinin tercih edilme si, şunu vurgulamaktadır ki, onların ibâdeti ağır ve sürekli olduğu için yorgunluk verecek cinsten olmakla beraber yorulmazlar. 20Gece gündüz tesbih ederler, gevşemezler. "Gece gündüz tesbih ederler” onu tenzih eder ve daima ta'zîm ederler. (Gevşemezler) yusebbihune'deki vâv'dan hâl dir, o da yeni söz başıdır yahut önceki layesteshirun'daki zamirden hâl’dir. 21Yoksa onlar yerden ilâhlar edindiler de (ölüleri) onlar mı diriltecek? "Emittehazu aliheten” bel iîtehazu demektir, hemze de tan rılar edinmelerini reddetmek içindir. (Yerden) bu da alihe'nin sıfatıdır ya da iptida manasına olarak fiile mütealliktir. Fay dası da tahkirdir, tahsis değildir. "Ölüleri onlar mı diriltecek?” bunu daha önce açıkça söylemeseler de ancak onlara ilâh demeleri bunu gerektirir. Çünkü ilâh olunca her şeye gücü yeter demektir. Bundan maksat da onların câhil olduğunu vurgulamak ve onlarla dalga geç mektir. Bunu mübalağa etmek için de diriltmeyi onlara tahsis etmeyi akla getiren hüm zamiri ziyade kılınmıştır. 22Eğer o ikisinde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de bo zulurdu. Arş'in Rabbi Allah, onların niteledikleri şeylerden münez zehtir. "Levkâne fihima alihetün illallahu” ğayrullahi demektir, illâ ile nitelenmesi istisna mümkün olmadığı içindir, çünkü mâ-kabli mâ bedini içine almamaktadır ve de mana bozulur; çünkü öteki İlâh lar bu ikisinde olur, Allah ise olmaz (böyle bir şey istenmemektedir). Maksat mutlak da olsa onunla beraber de olsa bozulmanın kaçınılmaz olmasıdır. Bu da illâ'ıy ğayr'a benzetmek içindir, nitekim gayr ile de istisna edilmiştir. İllâ ile nitelenmesi illâ'yı ğayr'a benzetme dolayısıyladır. Bedel olarak Merfû' olması câiz değildir, çünkü o da (bedel de) istisnadan dallanmaktadır ve öyle olması için kelâmın gayri mûcip ol ması lâzımdır. "İkisi de bozulurlardı” çünkü aralarında anlaşmazlık çıkacağı ve birbirlerine mani olacakları için yerle gök iptal olurdu. Zira ilâhlar maksatta anlaşsalardı kudretleri çelişirdi, anlaşamasalardı irâdeleri işlevsiz kalırdı. "Arş'in Rabbi Allah münezzehtir” Arş bütün cisimleri kuşatmıştır, orası tedbirlerin mahalli ve.takdirlerin kararga hıdır "onların niteledikleri şeylerden” ortak, eş ve evlât edinme gibi. 23O yaptığından sorulmaz; onlar sorulurlar. "O yaptığından sorulmaz” çünkü büyüktür, saltanatı kuvvet lidir ve tek İlâhtır, zâtı ile güçlüdür, "onlar sorulurlar” çünkü onun mülküdürler, kuludurlar. Hüm zamiri İlâhlara yahut kullara gitmek tedir. 24Ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: Delilinizi getirin. Bu, benimle beraber olanların ve benden öncekilerin zikridir. Ha yır, onların çoğu hakkı bilmezler. İşte onlar yüz çevirenlerdir. "Ondan başka ilâhlar mı edindiler?” bunu tekrar etmesi inkârlarını büyütmek, durumlarının feci olduğunu gözler önüne ser mek, onları azarlamak ve cahilliklerini açığa çıkarmak içindir. Ya da nakilden senet olacak şeylerin İnkârına akıldan delil olacak şeyi ilave etmek içindir. Mana da şöyle olur: Ölüleri dirilten ilâhlar buldular da onları mı ilâh edindiler? Onlarda ilahtık özelliği mi gördüler? Ya da İlâhî kitaplarda şirklerini emreden şey mi buldular da emrine uyarak onla rı ilâhlar edindiler? Bunu şu da destekler ki, hemen birinciden sonra onun aklen bozuk olduğunu gösteren ve ikinciden sonra da naklen bozuk olduğunu gösteren hüküm vermiştir. "De ki: Delilinizi getirin” bunun üzerine ya aklî ya da nakli delilinizi, çünkü delil olmayan şeyi söylemek doğru değildir. Nasıl olabilir ki, aklî ve naklî bütün deliller onun bâtıl olduğunu göstermektedir. "Bu, benimle beraber olanların ve benden öncekilerin zikridir” semavî kitaplardan, öyleyse bakın, onlarda tevhidten ve şirkin yasağından başka bir emir bulacak mısı nız? Tevhid peygamber göndermenin ve kitaplar indirmenin sıhhatine bağlı olmadığı için ona nakille delil getirmek doğru olmuştur. Benim le beraber olanlar ümmeti, benden öncekiler de geçmiş ümmetler de mektir. Zikrin onlara nispet edilmesi onlara öğüt olmasındandır. Tenvinle ve amel etmeksizin (zikrün men kabli) ve tenvîn ve min-i carre ile de (zikrün min kalbi) okunmuştur. O zaman maa (lâfzı) isimdir, o da kablu, badu ve benzerleri gibi zarftır. Min'siz de okunmuştur. "Bel ekserühüm lâ yalemunel hakka” çokları hakla bâtılı ayıramazlar. Ref ile (elhakku) da okunmuştur ki, o zaman mahzûf mübtedanın haberi olur; sebeple müsebbep arasına te'kit için getirilmiş olur. "İşte onlar yüz çevirenlerdir” bu sebeple tevhidten ve Peygambere tâbi olmaktan yüz çevirenlerdir. 25Senden önce bir peygamber göndermedik, ancak ona: Şüphe yok ki, benden başka ilâh yoktur; bana ibâdet edin, diye ona vahyediyoruz. "Senden önce bir peygamber göndermedik, ancak ona: Şüphe yok ki, benden başka ilâh yoktur; bana ibâdet edin, diye ona vahyediyoruz". Bu da tahsisten sonra tamimdir. Çünkü "zikrü men kablî” ism-i işaretin haberi olması dolayısıyla arkalarında mevcut olanlara mahsustur ki, onlar da üç kitaptır. Hafs, Hamze ve Kisâî, nûn ile ve ha'nın kesri ile (nuhi); kalanlar ise ye ile ve ha'nın fethi ile (yuha) okumuşlardır. 26Onlar: Allah evlât edindi, dediler. Hâşa. Hayır, onlar ikram olunmuş kullardır. "Onlar: Allah evlât edindi, dediler” Huzaa kabilesi hakkında indi, çünkü onlar: Melekler Allah'ın kızlarıdır, dediler. "Hâşa” onu bundan tenzih ederiz. "Hayır, onlar kullardır” bilâkis onlar kullardır, şu itibarla ki, onlar mahluklardır, evlatlar değillerdir. "İkram olun muş” bunda şuna dikkat çekilmiştir ki, onların ayağını kaydıran budur (ikram olunmalarıdır). Şedde ile de (mükerremun) okunmuştur. 27Sözle onun önüne geçemezler. Onlar onun emri ile hareket ederler. "Sözle onun önüne geçmezler” o bir şey demedikçe onlar demezler, nitekim terbiyeli kulların durumu böyledir. Aslı layesbiku kavluhum kavlehu'dur, geçmek ona ve onlara nispet edilmiştir. Sözün, geçme'nin mahalli ve aracı kılınması; Allah'a demediği şeyi söyleyen lere îma eden geçmenin çirkinliğine dikkat çekmek içindir. Lâm-ı ta rifin izafet (bikavlihim) yerine geçmesi, kısaltmak ve zamirin tekrarın dan kaçmak içindir. Zam ile layesbukunehu da okunmuştur ki, bu da sabektuhu fesebakutuhu esbukuhu deyiminden gelir. "Onun emri ile hareket ederler” emretmediği şeyi asla yapmazlar. 28Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Ancak onun rızasına erene şefaat ederler. Onlar onun korkusundan titrerler. "Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir” ileri gönderip geri bıraktıkları şeylerden hiçbiri ona gizli kalmaz. Bu da öncesinin illeti ve sonrasının hazırlığı gibidir. Çünkü onlar bunu kavradıkları için kendilerini tutarlar ve hâllerini denetlerler. "Ancak onun rızasına erene şefaat ederler” ondan korktukları için ancak şefaat edilmesine râzı olduğuna ederler. "Onlar onun korkusundan” büyüklüğünden ve heybetinden "titrerler". Haşyetin aslı ta'zîmle be raber korkudur. Bunun içindir ki, bu, ulemaya tahsis edilmiştir. İşfak da itina ile korkmaktır. Eğer haşyet min ile geçişli kılınırsa onda korku manası öne çıkar, eğer alâ ile geçişli kılınırsa, aksi olur. 29Onlardan kim: Gerçekten ben ondan başka İlâhyım, derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz, zâlimleri böyle cezalandırırız. "Onlardan kim derse” meleklerden yahut mahluklardan "ger çekten ben ondan başka İlâhyım, işte onu cehennemle cezalandı rırız” bundan evlatlığın ve bunu iddia etmenin meleklerden bertaraf etmeyi, İlâhlık iddia edeni tehdit etmekle de müşrikleri tehdit etmeyi murat ediyor. "İşte biz, zâlimleri böyle cezalandırırız” şirk koşarak zulmedeni ve İlâhlık iddia edeni. 30Kâfirler görmediler mi ki, göklerle yer, ikisi de bitişik idiler de, biz onları ayırdık. Her canlıyı da sudan yarattık. Hâlâ îman etmiyorlar mı? (Kâfirler görmediler mi) bilmediler mi? İbn Kesîr vâv'sız okumuştur, "göklerle yer, ikisi bitişik idiler de” burada geçen rektan zate retkın yahut mertukateyni demektir, o da yapıştırma ve lehimlemedir yani ikisi birtek şey ve birleşik bir gerçek idiler "biz onları ayırdık” çeşitlendirme ve ayrım ile ya da gökler bir idi de çeşitli hareketlerle ayrıldı, sonunda felekler meydana çıktı. Yerler de bir idiler de çeşitli nitelik ve hâllerle tabakalar yahut iklimler hâline getirildi. Şöyle de denilmiştir: Onların aralarında yarık yoktu, araları açık hâle getirildi. Şöyle de denilmiştir: Bitişik idiler, yağmur yağdırmaz ve ot bitirmez idi. Biz de onları yağmur ve bitki ile ayırdık. O zaman gökler den maksat dünya göğü olur. Cemi edilmesi ise ufuklar itibarı iledir ya da bütün göklerdir, o zaman yağmur yağdırmada herhangi bir şekilde müdahalesi olur. Kâfirler bunu bilmeseler de bakarak bilme imkânları vardır. Çünkü yarılma arızidir, ya doğrudan ya da dolaylı bir zâtı vâcip olan müessire ihtiyacı vardır ya da alimlerden sormak ve kitapları mü talaa ederek bilme imkânları vardır. Neden kâneta dedi de künne de medi, çünkü maksat gökler topluluğudur ve yerler topluluğudur. Feth ile retekan da okunmuştur ki, şey'en retekan yani mertukan demektir ki, merfud manasına rafad gibi olur. "Her canlıyı da sudan yarattık” her hayvanı sudan yarattık, tıpkı "Allah bütün canlıları sudan yarattı” (Nûr: 45) âyeti gibi. Zira su onun en büyük maddesidir ya da ona aşı rı derecede ihtiyacından ve onun zatından yararlanmasından dır. Ya da her şeyi sudan bir sebeple oluşturduk, onsuz yaşayamaz demektir. Küllen'in sıfatı yahut ikinci mef'ûl olarak hayyen de okunmuştur. Zarf da lağvdir, şey de canlıya hâs bir deyimdir. "Hâla îman etmiyorlar mı?” âyetler meydana çıkmışken. 31Yerde onları sarsmasın diye sâbit dağlar kıldık. Onda geniş yollar kıldık ki, rahat gidebilsinler diye. (Yerde sâbit dağlar kıldık) bu da reseş şey'ü deyiminden gelir ki, sâbit olmaktır. "Onları sarsmasın diye” onları eğdirip sallamasın diye. Şöyle de denilmiştir: Lienla temide de mektir ki, karışıklık ihtimali olmadığı için lâ atılmıştır. "Onda kıldık” yani yerde yahut dağlarda, "ficacen sübülen” geniş yollar, ficacen'in, sıfat olduğu hâlde öne alınması hâl olup da onu yarattığı anda böyle yarattığını göstermek içindir ya da sübülen ondan bedel olsun içindir. Bu da zımnen onları yarattığını ve yolcular için geniş yollar açtığını gösterir. Ayrıca bunda te'kit de vardır. “ rahat gidebilsinler diye “ kendilerine yarayan şeyleri bulsunlar diye. 32Göğü de korunmuş bir tavan kıldık. Halbuki onlar onun ayetle rinden yüz çeviriciler. "Göğü de korunmuş bir çatı gibi kıldık” kudretiyle korunmuş yahut bozulmaktan dilemesiyle belli bir vakte kadar arızalanmaktan ya da ateş toplarıyla şeytanların kulak hırsızlığı etmelerinden korun muştur. "Halbuki onlar onun âyetlerinden” Yaratıcının varlığını, birli ğini, kemal-i kudretini ve sonsuz hikmetini gösteren hâllerinden ki, bunların kimisi hissedilir, kimisinden de fizik ve astronomi ilimlerin den bahsedilir. "Yüz çeviriciler” düşünmezler. 33O Allah ki, gece ile gündüzü ve güneşle ayı yarattı. her biri bir mihverde (yörüngede) yüzüyorlar. "O Allah ki, gece ile gündüzü ve güneşle ayı yarattı” bu da âyet lerin bazısını açıklamaktadır, "Küllün fî felekin” küllü vahidin demek tir, tenvîn muzâfun ileyhten bedeldir, felekten murat edilen de cinstir, kesahümül emirü hulleten (kral onlara hülle giydirdi, her birine bir hülle demektir). "Yüzerler” felekin yüzeyinde suyun üzerinde yüzer gibi yüzerler. Bu da küüü'nün haberidir, cümle de güneşten ve aydan hâl’dir. Tekil olmaları karışıklık korkusu olmamasındandır, zamir ikisi ne gider. Yesbehun fiilinin cemi olması da doğuş yerlerinin çok olması itibariyledir. Akıllılara ait cemi vavının getirilmesi de yüzme fiillerin den dolayıdır. 34Senden önce hiçbir beşer için ölümsüzlük kılmadık. Sen ölürsün de onlar mı ebedî kalacaklar? "Senden önce hiçbir beşer için ölümsüzlük kılmadık. Sen ölürsün de onlar mı ebedî kalacaklar?” Bakalım zaman onun başına neler getirecek, demeleri üzerine indi. Şu beyit de bu manadadır: Bize gülenlere de ki: Hazırlanın; Aynı şey gülenlerin de başına gelecektir. "Efeinmitte"deki fe şartı mâkabline bağlamak içindir, hemze de takarrür eden şeyi inkâr etmek içindir. 35Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi denemek için şer ve hayırla sınıyoruz. Yalnız bize döndürüleceksiniz. "Her nefis ölümü tadacaktır” cesetten ayrılma acısını tada caktır, bu da Allahü teâlâ'nın reddettiği şeyin kanıtıdır. "Sizi sınıyoruz” size deneyen biri gibi muamele ediyoruz, "şer ve hayırla” belâlar ve nimetlerle (denemek için) lâfzı dışından mef'ûlu mutlaktır. "Yalnız bize döndürüleceksiniz” gösterdiğiniz sabır ve şükre göre size karşılığını vereceğiz. Bunda şuna îma vardır ki, bu hayattan maksat denemek ve sevaba ve azaba maruz kalmaktır, bu da yukarıdakini tesbit durumundadır. 36Kâfirler seni gördükleri zaman, ancak alay edinirler. İlâh larınızı diline dolayan bu mu, derler? Halbuki onlar Rahmân'ın zikrini inkâr edenlerdir. "Kâfirler seni gördükleri zaman ancak alay edinirler” alay ko nusu edinirler. "İlâhlarınızı diline dolayan bu mu, derler?” onlardan kötü bahs eden bu mu? Kötü kaydını zikretmemesi durumdan anla şıldığı içindir. Çünkü düşman ancak kötülükle zikreder. "Halbuki onlar Rahmân'ın zikrini” tevhidle yahut peygamberler göndermek ve kitap yahut Kur'ân'ı indirmekle zikrini "inkâr edenlerdir” onlar münkirler dir, o sebeple alayı en çok hak eden onlardır. Zamirin tekrar edilmesi, te'kit ve özellik içindir ve onunla haberin araşma sıla girmesinden do layıdır. 37İnsan aceleden yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim; beni sıkıştırmayın. "İnsan aceleden yaratılmıştır” aşırı acele ettiği ve sebat ede mediği için ondan yaratılmış gibidir. Meselâ: Zeyd keremden (cömert likten) yaratılmıştır sözü gibi. Üzerine yaratıldığı şey karakter gibi ka bul edilmiştir, bu da ondan ayrılmayacağını abartmak içindir. Bunun içindir ki, burada cümle ters çevrilmiştir denilmiştir. Onun acelesin den biri de küfre koşup tehdidi acele istemesidir. Rivâyete göre âyet azâbı acele isteyen Nadr bin Haris hakkında inmiştir. "Size âyetlerimi göstereceğim” dünyadaki gazaplarımı, Meselâ Bedir savaşı ve âhiret teki ateş azâbı gibi. "Beni sıkıştırmayın” onu acele getirmede. Yasak lama nefislerin yaratıldığı şeydendir ki, onları frenlesinler. 38Eğer doğru kimseler iseniz, bu vaat ne zaman derler? "Bu vaat ne zaman derler?” azabın veya kıyâmetin vaadi, "eğer doğru kimseler iseniz” Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem ile ashâbı kast ediyorlar. Allah onlardan râzı olsun. 39Eğer kâfirler ateşi ne yüzlerinden ne de arkalarından def edemeyeceklerini ve ne de yardım olunmayacakları zamanı bilse lerdi (böyle demezlerdi). "Eğer kâfirler ateşi ne yüzlerinden ne de arkalarından defedemeyeçekleri ve ne de yardım olunmayacakları zamanı bilselerdi” cevap verilmemiştir, hiyne de yalemü'nün mef'ûlüdür yani "bu vaat ne zamandır?” sözleriyle acele ettikleri vakti bilselerdi, o da ateşin onları her taraftan saracağı vakit tir, öyle ki, onu def edemezler de, acele ettikleri o şey için bir yardımcı da bulamazlar da. Yalemü'nün mef’ûlünun terk edilip de hiyne için bir fiil gizlenmesi de câizdir, o zaman mana şöyle olur: Eğer acele ettik leri şey için bilgileri olsa idi, bunu men edemedikleri zaman üzerin de bulundukları şeyin bâtıl olduğunu bilirlerdi. Zamir yerine zahirin konulması, hak ettikleri şeyi bundan dolayı hak ettiklerini göstermek içindir. 40Bilâkis kıyâmet onlara ansızın gelir; onları şaşırtır. Onu red detmeye güç yetiremezler, onlara mühlet de verilmez. "Bilâkis onlara gelir” vaat yahut ateş veyahut kıyâmet "bağteten” ansızın demektir, o da mef'ûlu mutlak yahut hâl’dir. Feth ile bağateten de okunmuştur. "Onları şaşırtır” onları mağlup eder veyahut hayrete düşürür. İki fiil ye ile de okunmuştur, zamir de va'de yahut hiyn'e râcidir, (onu reddedemezler) kavlinde de böyledir ki, ateşi yahut va'di demektir, hiyn de kıyâmettir. Zamirin ateşe veyahut bağteten'e gitmesi de câizdir. "Onlara mühlet de verilmez” süre de tanınmaz, burada onlara dünyada mühlet verildiği hatırlatılmıştır. 41Yemin olsun, gerçekten senden önceki peygamberlerle alay edildi de, alay ettikleri şeyler onlarla alay edenleri kuşattı. "Yemin olsun, gerçekten senden önceki peygamberlerle alay edildi” bu da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e tesellidir. "Alay ettikleri şeyler onlarla alay edenleri kuşattı” ona şu vaat edilmektedir ki, ona ettikleri başlarına gelecektir, nitekim peygamberle alay edenle rin de yaptıkları şeyler ceza olarak başlarına gelmişti. 42De ki: Sizi gece gündüz Rahmân'dan koruyan kimdir? Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirenlerdir. "De ki:” Ey Muhammed, o alay edenlere "sizi gece gündüz Rahmân'dan koruyan kimdir?” size azâp etmek istese, Rahmân lâf zında şuna dikkat çekilmiştir ki, onun geniş rahmetinden başka ko ruyucu yoktur ve onun def olması da Allah'ın mühlet vermesiyledir. "Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirenlerdir” onu akıllarına bile getirmiyorlar, kaldı ki, onun azabından korkmak, öyle ki, ondan korundukları takdirde koruyanı bilsinler. Soru sorulmaya uygun hâle gelsinler. 43Yoksa onların bizden başka onları müdafaa eden İlâhları mı var? Onlar ne kendilerine yardım edebilirler ne de bizden korunurlar. "Yoksa onların bizden başka kendilerini müdafaa eden İlâh ları mı var?” hayır, onları bizim azabımızdan savuşturacak ya da biz den gelecek azaptan koruyacak İlâhları mı var? (Bel ve em) idrapları sıra ile soru sorma emrinden dönmek içindir. Çünkü o, o şeyden gâfil olandan uzaktır, zıddına inanandan ise daha uzaktır. "Onlar ne ken dilerine yardım edebilirler ne de bizden korunurlar” bu da itikat ettikleri şeyin bâtıl olduğunu gösteren yeni söz başıdır. Çünkü kendine yardım edemeyen ve Allah'tan da yardım göremeyen, başkasına nasıl yardım eder? 44Evet, biz onları ve atalarını faydalandırdık. Hatta onların ömürleri uzadı. Bizim o yere gelip onu her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? "Evet, biz onları ve atalarını faydalandırdık. Hatta onların ömürleri uzadı". Korunmalarına neyin sebep olduğunu açıklayarak vehm ettikleri şeyi reddetmektedir. O da istidraçtır ve takdir edilen Ömürlerinden yararlanmalarıdır ya da onlara bunu veh mettiren şeyi açıklayarak bâtıl olduğuna delaletten dönmedir; şöyle ki, Allahü teâlâ onları uzun hayatla yararlandırdı ve onlara süre verdi, sonunda ömürleri uzadı; onlar da hep böyle gideceğini zannettiler ve bunun yaşantılarının bir sonucu olduğunu düşündüler. Bunun için dir ki, bunun boş bir emel olduğunu gösterip "bizim o yere geldiğimizi görmüyorlar mı?” dedi yani kâfirlerin topraklarına, "onu her yandan eksilttiğimizi” Müslümanları onlara musallat ederek. Bu da Allahü teâlâ'nın Müslümanların eliyle icra ettiği şeyi tasvir etmektedir. "Gâlibler onlar mı?” Peygamberi ve mü'minleri mağlup edenler. 45De ki: Sizi ancak vahiy ile uyarıyorum. Sağırlar uyarıldıkları zaman çağrıyı duymazlar. "De ki: Sizi ancak vahiy ile uyarıyorum” bana vahyedilen şey le (sağırlar çağrıyı duymazlar) İbn Âmir Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e hitap olarak vela tüsmiu okumuştur. Ona giden zamir olmak üzere ye ile de okunmuştur. Onlara sağırlar deyip de onları zamir yerine koyması sağır gibi davrandıklarını ve dinledik leri şeyden yararlanmadıklarını göstermek içindir. "İza mâ yünzerun” yesmeu yahut dua ile mensûbtur, böyle kayıtlanması sözün uyarma hakkında olduğunu göstermek içindir ya da sağır gibi ve aptalca cesa retlerini mübalağa etmek içindir. 46Yemin olsun ki, eğer, onlara Rabbinin azabından az bir şey dokunsa, mutlaka: Eyvah bize, şüphesiz bizler zâlimler idik, diyecekler. (Yemin olsun ki, eğer onlara az bir şey dokunsa) bunda birkaç çeşit mübalağa vardır: Dokunma tabiri, azlık - çünkü nemin aslı bir şeyin kokusunun duyulmasıdır - ve bir de fayı gösteren mastar (nefha) kalıbı. "Rabbinin azabından” uyarıldıkları şeyden "mutlaka: Eyvah bize, şüphesiz biz zâlimler idik, diyecekler” mutlaka ölümlerini isterlerdi ve zâlimler olduklarını itiraf ederlerdi. 47Kıyamet günü için doğru teraziler koyarız. Hiçbir nefis hiç bir şekilde haksızlığa uğratılmayacak. Eğer o şey bir hardal tanesi kadar olsa, biz onu getiririz. Hesaba çekenler olarak biz yeteriz. "Doğru teraziler koyarız” amel defterlerinin tartıldığı teraziler. Şöyle de denilmiştir: Terazilerin konulması doğru hesabın kontrolü ve amellerin âdil karşılığının verilmesi için temsildir. Kıst'ın müfret ol ması da mastar olup mübalağa için sıfat olarak kullanılmasındandır. (Kıyamet günü için) kıyâmet gününün cezası için yahut kıyâmet halkı için yahut onda demektir, Meselâ ci'tü lihamsin halevne mineş şehri (ayın beşinde geldim) gibi. "Hiçbir nefis hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacak” hakkından veya haksızlığından. "Eğer o şey bir hardal tanesi kadar olsa” yani o amel yahut haksızlık bir hardal tanesi kadar olsa, Nâfi' kâne'yi tâmme kabul ederek miskalü şeklinde Merfû' okumuştur "biz onu getiririz” ortaya koyarız, "âteyna” da okunmuştur ki, cazeyne demektir, o da îtâ'dan gelir ki, a'tayna'ya yakındır. Ya da muâtattandan gelir ki, karşılıklı gelmektir. Zira onlar amelleriyle gelirler, o da onlara karşılığı ile gelir. Sevap kökünden esebna ve cin'na da okunmuştur. Zamir miskal'a râcidir, müennes olması habbeye muzâf olmasındandır. "Hesaba çekenler olarak biz yeteriz” çünkü bizim ilmimizin ve adaletimizin üzerine yoktur. 48Yemin olsun ki, gerçekten biz Mûsa ile Hârûn'a Furkân'ı verdik, müttekıler için de bir ziya ve bir öğüt verdik. "Yemin olsun ki, gerçekten biz Mûsa ile Hârûn'a Furkân'ı, mütta kiler için de bir ziya ve bir öğüt verdik” yani kapsamlı bir kitap ver dik. Çünkü o hak ile bâtılı birbirinden ayırır. Ziya şaşkınlık ve ceha let karanlıklarına ışık veren şeydir. Zikir de müttekılerin öğüt alacağı yahut muhtaç oldukları şer'î maddelerdir. Furkân'ın yardım, denizin yarılması olduğu da söylenmiştir. Vavsız olarak Furkân'ın hâli olarak da okunmuştur. 49Onlar ki, Rablerinden gıyaben korkarlar. Onlar kıyâmetten de titrerler. (Onlar ki, Rablerinden korkarlar) müttekılerin sıfa tıdır yahut onların methidir, mensûb veya merfû’dur, "bilğaybi” fâil den veya mef'ûl'dan hâl’dir, (onlar kıyâmetten de titrerler) korkarlar. Zamirin başa alınması ve hüküm terkibi (isim cümlesi) mü balağa ve muttaki olmayanlara îma içindir. 50Bu, indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Siz onu İnkârcılar mı sınız? "Bu zikirdir” yani Kur'ân zikirdir, "mübarektir” hayrı çoktur. "Onu indirdik” Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm'a "siz onu inkâr mı ediyorsunuz?” istifham ve azarlamadır. 51Yemin olsun, gerçekten İbrâhîm'e daha önceden hidâyetini verdik ve biz onu bilenler idik, "Yemin olsun, gerçekten İbrâhîm'e hidâyetini verdik” doğru şey leri bulma kabiliyetini, rüşdün izafeti (rüşdehu) o gibilere verilen ve önemli hidâyet olduğunu göstermek içindir. Reşedehu da okunmuş tur ki, bu da lügattir. "Daha önceden” Mûsa ile Hârûn'dan yahut Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm'dan önce. Peygamber olmadan yahut buluğa ermeden: Ben yüzümü Allah'a çevirdim dediği zaman. "Biz onu bilenler idik” kendisine verdiğimize lâyık olduğunu bildik yahut iyi sıfatları ve güzel ahlâkı birleştirdiğini bildik. Bunda şuna işâret var dır ki, Allahü teâlâ'nın yaptığı şeyler irâdesi ve hikmeti iledir ve o en küçük şeyleri bilmektedir. 52O zaman, babasma ve kavmine: Üzerine kapandığınız bu heykeller nedir, demişti? "O zaman babasına ve kavmine demişti” bu da âteyna veya rüşdehu'ya veyahut mahzûfa mütealliktir yani rüşt vakitlerinden "üzerine kapandığınız bu heykeller nedir?” dediği zamanı hatırla, demektir. Bu da onları tahkir etmektir, onlara saygı göstermelerini kı namadır. Çünkü heykel ruhsuz bir surettir, zarar da fayda da vermez. Leha'daki lâm ihtisas içindir, geçişlik için değildir. Çünkü ukuf mad desi alâ ile geçişli kılınır. Mana da şöyledir: Entüm failunel ukufa leha (siz onların üzerine kapanmaktasınız). Lâm'ın alâ ile tevü edilmesi ya hut ukufa ibâdet manası verilmesi de câizdir. 53Onlar da: Biz atalarımızı bunlara ibâdet edenler olarak bul duk, dediler. "Onlar da: Biz atalarımızı bunlara ibâdet edenler olarak bulduk, dediler” onları taklit ettik. Bu da onları ibâdete neyin götür düğünü gerektiren sorunun cevabıdır. 54Dedi: Gerçekten siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık için de idiniz. "Dedi: Gerçekten siz de atala rınız da apaçık bir sapıklık içinde idiniz” sapıklık yoluna gitmişsinizdir, bu da hiçbir akıllıya gizli olmayan bir şeydir. Çünkü bir delile da yanmamaktadır. Taklit her ne kadar câiz ise de o, ancak taklit edilenin doğru yolda olduğunu bilen içindir. 55Dediler: Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle oyna yanlardan mısın? "Dediler: Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle oynayanlardan mısın?” sanki kendileri için sapık ifadesini kullanmasını garipsediler de şaka için söyledi zannettiler ve dediğinde ciddi misin yoksa bizimle oynuyor musun, dediler? 56Dedi: Hayır, sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki, on ları yaratmıştır. Ben de buna şahitlerdenim. "Dedi: Hayır, sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir". Bu da iddiasına delil getirerek oyuncu olmaktan çekinmedir. Hünne zamiri göklerle yere yahut heykellere gitmektedir. Bu da onların sapıklık larında ve delil karşısında susmalarında daha çok etkileyicidir. "Ben buna” zikredilen tevhide "şahitlerdenim” onu gerçekleştirenlerden ve ona delil getirenlerdenim. Çünkü şahitte gerçek bilgi vardır ve onu ispat eder. 57Arkanızı dönüp gittikten sonra mutlaka putlarınızı elbette kıracağım. (Allah'a yemin ederim ki,) be ile de (billahi) okunmuştur ki, asıl odur, te vâv'dan dönmedir, vâv da ondan (be'den) dönmedir. Bunda (te'de) şaşma manası vardır. "Putlarınızı mutlaka kıracağım” onları kırmaya çalışacağım, keyd (tuzak) lâfzı ve te'deki şaşma işin zorluğundan ve bir nevi hileye bağlı olmasındandır. "Arkanızı dönüp gittikten sonra” bayramınıza, belki de bunu gizlice söylemiştir. 58İbrâhîm, belki ona dönerler diye, büyüğü hariç, onları pa ramparça etti. (Onları paramparça etti) cüzaz fual veznindedir, mef'ûl manasınadır, hutam gibi, cez'den gelir ki, parça lamaktır. Kisâî kesr ile cizazen okumuştur ki, o da bir lügattir ya da ceziz'in çoğuludur, tıpkı hifaf ve hafif gibi. Feth ile de (cezazen) okun muştur, cizezen de okunmuştur ki, ceziz'in çoğuludur, cüzze'nin çoğulu olarak cüzezen de okunmuştur. "Büyükleri hariç” büyük put müstesna, diğerlerini kırdı, onu bıraktı, baltayı da boynuna astı. "Belki ona dönerler diye” çünkü kendisine döneceklerini aklı kesmişti, zira İlâhlarına düşmanlıkta tekti ve bu konuda meşhurdu. Onu bü yükleri yaptı diyerek onlara delil getirdi. Ya da büyüğe dönerler de kı ranı sorarlar diye, çünkü düğümü çözmek için mabuda dönmek onun şânındandır ya da İlâhlarının acizliğini anladıkları zaman Allah'a ve birliğine dönerler diye. 59Dediler: İlâhlarımıza bunu kim yaptı? Gerçekten o, mutla ka zâlimlerdendir. "Dediler” döndükleri zaman "İlâhlarımıza bunu kim yaptı? Gerçekten o, mutlaka zahirilerdendir” saygı göste rilmesi gereken İlâhlara karşı cüret etmekle ya da aşırı derecede on ları kırmakla yahut kendini tehlikeye atmakla. 60Dediler: Onları diline dolayan bir delikanlı işittik; ona İbrâhîm deniliyor. "Dediler: Onları diline dolayan bir delikanlı işittik” onları ayıplayan, belki o yapmıştır. Yezkürü, semia'nın ikinci mef'ûlüdür ya da sem'in ona taalluk etmesini temin için feta'nın sıfatıdır, bu da on ları diline dolama bakımından daha etkilidir. (Ona İbrâhîm deniliyor) mahzûf mübtedanın haberidir yani hüve ibrahimü demektir. Meçhul fiille Merfû' olması da câizdir, çünkü on dan isim murat edilmiştir. 61Dediler: Onu halkın gözünün önüne getirin. Belki onlar şahitlik ederler. "Dediler: Onu halkın gözü önüne getirin” görecekleri bir yere, öyleki sureti gözlerine yansısın, binicinin ata bin mesi gibi olsun. "Belki şahitlik ederler” yaptığına yahut dediğine ya da verdiğimiz cezada hazır bulunurlar. 62Dediler: Bunu İlâhlarımıza sen mi yaptın, ey İbrâhîm? "Dediler: Bunu İlâhlarımıza sen mi yaptın, ey İbrâhîm?” onu huzura getirdikleri zaman. 63Dedi: Hayır, onu şu büyükleri yaptı. Eğer konuşurlarsa on lara sorun. “Dedi: Hayır, onu şu büyükleri yaptı”. Fiili ona isnat etti (suçu ona attı) çün kü İbrâhîm'in öfkesi onların büyük puta fazla hürmetlerini görünce o işi yapmaya yeltendi. Ya da kendi yaptığını demek istemiştir, bunu da alay ve îma yollu söylemiştir, Meselâ hiç yazıdan anlamayan biri senin özenerek yazdığın güzel bir yazı için, bunu sen mi yazdın dese, sen de kızarak: Hayır, sen yazdın, dersin. Ya da onların inancına göre bunu hikâye yollu (düşündürmek maksadıyla) söylemiştir. Şöyle de denilmiştir: Bu, mana bakımından "in kânu yantıkun” kavline bağlıdır. “Eğer konuşurlarsa o yapmıştır”, ikisinin arasındakiler de itiraziye cümlesidir ya da bu hareketi feta'ya veyahut İbrâhîm'e giden zamire isnat etmiştir (delikanlı yahut İbrâhîm yaptı demiştir). Kebirühüm Hâza da mübteda ve haberdir, bunun içindir ki, faaleh üzerinde durulmuş (vakf edilmiştir). Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimizin: İbrâhîm'in üç” yalan”ı vardır, demesi, üstü kapalı olan şeye” yalan” deme kabilindendir, çünkü şeklen ona benzemektedir. 64Kendi nefislerine döndüler: Şüphesiz sizler, evet sizler za limlersiniz, dediler. "Kendi nefislerine döndüler” akıllarına danıştılar, birbirle rine: "Şüphesiz sizler, evet sizler zâlimlersiniz, dediler” bu soruyu sormakla yahut konuşmayan, fayda ve zarar vermeyen şeylere ibâdet etmekle; sizler zâlimlersiniz; dedikleriniz zâlimler değiller. 65Sonra başlarının üzerine ters döndürüldüler: Yemin olsun, gerçekten bunların konuşmadıklarını bilmişsiniz, dediler. "Sonra başlarının üzerine ters döndürüldüler” müracaatla doğruyu bulduktan sonra tekrar mücadeleye döndüler. Bâtıla dönme leri bir şeyi ters çevirip üstünü altına getirmeye benzetilmiştir. Şedde ile nükkisu da okunmuştur. Ve nekesu da okunmuştur ki, nefislerini ters çevirdiler demektir. "Gerçekten bunların konuşmadıklarını bilmişsindir, dediler” öyleyse nasıl onlara sormamızı önerirsin, dediler. 66Dedi: Allah'tan başka size hiçbir şeyle fayda vermeyen ve za rar da vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? "Dedi: Allah'tan başka size hiçbir şeyle fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz?” onların cansız olduklarını ve fayda ve zarar veremeyeceklerini itiraf ettikten sonra onların tapmalarını reddir. Çünkü bu, ilahlığa ters bir şeydir. 67Öf, size de Allah'tan başka taptıklarınıza da. Aklınızı çalıştır mıyor musunuz? "Öf, size de Allah'tan başka taptıklarınıza da” açık batılın üzerinde ısrarlarından sıkıldığını göstermektedir. Öf, sıkılan kimsenin çıkardığı sestir. Manası da ne çirkinsiniz ne de pis kokuyorsunuz de mektir. Leküm'deki lâm da öf demeyi gerektiren şeyi (şirklerini) beyan içindir. "Aklınızı çalıştırmıyor musunuz?” yaptığınızın çirkinliğini görmüyor musunuz? 68Dediler: Onu yakın ve İlâhlarınıza yardım edin; eğer yapan lar iseniz. "Dediler” tartışmaktan aciz kalınca kaba kuvvete baş vurmaya başladılar "onu yakın” çünkü ateş en korkunç ceza aracıdır, "İlâhla rınıza yardım edin” intikâmlarını alarak, "eğer bir şey yapacaksanız” eğer onlara adam akıllı yardım edecekseniz. Bunu diyen de Iran Kürtlerinden Heynun adında bir adamdır. Yere batırıldı. Nemrut olduğu da söylenmiştir. 69Biz de dedik: Ey ateş, İbrâhîm'e soğuk ve selamet ol. "Biz de: Ey ateş, İbrâhîm'e soğuk ve selamet ol, dedik” yani se rin demektir ki, zararsız bir şekilde soğuk olmaktır. Bunda birkaç mü balağa vardır: Allah'ın kudretine boyun eğen ateş itâatkâr bir memur kılınmıştır, kûnî zate berdin, übrüdi (soğuk ol) yerine konulmuş, son ra muzâf hazf edilmiş, muzâfunileyh onun yerine geçirilmiştir. Şöy le de denilmiştir: Selamen kendi fiiliyle mensûb olmuştur, yani sellemna selamen aleyhi demektir. Rivâyete göre Irak'ta Kusa şehrinde parmaklık ile çevrili bir yer hazırladılar, büyük bir ateş yaktılar, sonra onu elleri ve ayakları bağlı olarak mancınıkla içine attılar. Cebrâîl ona: Bir ihtiyacın var mı, dedi? O da: Sana yok, dedi. O da: Öyleyse Rabb binden iste, dedi. O da: Hâlimi bilmesi istememe yeter, dedi. Allah da bu sözü bereketiyle o ateş yanan yeri bir gül bahçesine çevirdi, el ve kol bağlarından başka bir yeri yanmadı. Nemrud saraydan onu gördü: Senin İlâhna kurban keseceğim, dedi ve dört bin sığır kesti. İbrâhîm aleyhisselâm'ı da serbest bıraktı. İbrâhîm o zaman on altı yaşında idi. Ateşin temiz havaya dönüşmesi görülmedik bir şey değildir, ancak alı şılmışın dışında böyle olunca mu'cize olmuştur. Şöyle de denilmiştir: Ateş olduğu gibi idi, ancak kusurdan uzan yüce Allah onu İbrâhîm'e dokundurmadı. Nitekim Semender de ateşte dolaşır. İbrâhîm'e serin ol kavli de bunu akla getirir. 70Ona tuzak kurmak istediler; biz de onları en çok ziyan edenler kıldık. "Ona tuzak kurmak istediler” zarar vermek için "biz de onları en çok ziyan edenler kıldık” bütün ziyan edenlerden daha çok ziyan edenler, çünkü gayretleri kendilerinin bâtıl üzerinde, İbrâhîm'in de hak üzerinde olduğuna ve onların şiddetli azâbı hak ettiklerine delil oldu. 71Onu da Lût'u da âlemler için bereket verdiğimiz o yere (çı karıp) kurtardık. "Onu da Lût'u da âlemler için bereket verdiğimiz o yere çıkarıp kurtardık” Irak'tan Şâm'a çıkardık, oranın genel bereketi de peygamberlerin çoğunun oradan çıkıp kemalatın ve dinî ve dünyevî hayırların kaynağı olan şerîatlarının dünyaya o bölgeden yayılmasındandır. Nimetlerin ve bolluğun çok olduğu da denilmiştir. Rivâyete göre İbrâhîm aleyhisselâm Filistin'e, Lût aleyhisselâm da Mütefike'ye yerleşti. Aralarında bir buçuk günlük mesafe vardı. 72Ona İshak'ı bağışladık, Ya'kûb'u da üstelik. Her birini iyi kim seler kıldık. "Ona İshak'ı bağışladık, Ya'kûb'u da üstelik” ikram olarak, nafileten ikisinden hâl’dir, ya da torun demektir. Ya da İstediğinden fazla olarak demektir ki, istediği de İshak'tır. O zaman nafile Ya'kûb'a özgü olur, bunda da karine olduğu için bir beis yoktur. (Her birini) yani dördünü de "iyi kimseler kıldık” onları iyiye muvaffak kümakla ve onları iyiliğe taşıdık; o sebeple kâmil oldular. 73Onları emrimizle yol gösteren imamlar yaptık ve onlara ha yırlar yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Bize iba det edenler idiler. "Onları imamlar yaptık” kendilerine uyulan imamlar "yol gösteren” insanlara hakkı gösteren "emrimizle” onlara bunu emir et mekle, onlara risalet verdik, onlar da kâmil oldular. "Onlara hayırlar yapmayı vahyettik” ki, insanları bunlara teşvik etsinler de ilme ameli eklemekle kemale ersinler. Aslı en tüfalel hayratü idi, sonra fî'lul Hayy rat oldu. "Ve ikames salati ve itaez zekati” de böyledir, bu da özelin genel üzerine atfı kabilindendir, bu ikisinin üstünlüğünü göstermek içindir. İkamette iki eliften ivaz olan te hazf edilmiştir, çünkü muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir. "Bize ibâdet edenler idiler” tek ilâha ibâdet ederlerdi, bunun içindir ki, sıla (lena) öne alınmıştır. 74Lût'a da hikmet ve ilim verdik; onu kötü şeyler yapan o şehir ten kurtardık. Şüphesiz onlar kötü fâsıklar kavmi idiler. "Lût'a da hüküm ve ilim verdik” hikmet veya peygamberlik yahut” hikmet” hasımlar arasında (adâletli) hüküm verme özelliği ve” ilim” peygamberlere yaraşan ilim verdik. "Onu o kentten” yani Sodom'dan kurtardık "kötü şeyler yapan o kentten” yani livata yapan, memlekete halkının sıfatını vermiştir ya da muzah hazf edip onun yerine geçirmekle ona isnat etmiştir. "Şüphe siz onlar kötü bir fâsıklar kavmi idiler” kavli de bunu gösterir, çünkü onun illeti gibidir. 75Onu rahmetimize girdirdik. Çünkü o, sahillerdendir. "Onu rahmetimize girdirdik” rahmet ehlimize ya hut cennetimize "çünkü o, sarihlerdendir” haklarında bizden güzellik geçen kimselerdendir. 76Nûh'u da hatırla. Hani, daha önce seslenmişti de biz de ona icabet etmiş; onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. "Nûh'u da hatırla. Hani seslenmişti” kavmini helâk etmesi için kusurdan uzak Allah'a dua etmişti, "daha önce” zikri geçenlerden önce. "Biz de ona icabet etmiştik” duasını kabul etmiştik. "Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık” tufandan yahut kavminin eziyetinden ve şiddetli üzüntüden. 77Ona âyetlerimizi yalanlayan kavimden yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir kavim idiler. Biz de onların hepsini boğduk. "Ve nasarnahu” bunun lâzımı intasara'dır, yani ona intikâm aldırdık "âyetlerimizi yalanlayan kavimden. Şüphesiz onlar kötü bir kavim idiler. Biz de onların hepsini boğduk” çünkü onlarda iki şey birleşti: Hakkı yalanlamak ve şerrin içine bocalama dalmak. Belki de bu ikisi ne zaman bir kavimde birleşmişse Allahü teâlâ onu helâk et miştir. 78Dâvûd ve Süleyman'ı da hatırla. Hani, ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü onda kavmin koyunları geceleyin yayılmıştı. Biz de onların hükümlerine şâhitler idik. "Dâvûd ile Süleyman'ı da an. Hani, ekin hakkında hüküm veriyorlardı” salkımları sarkan üzüm bağı hakkında da denilmiştir. "Çünkü onda kavmin koyunları geceleyin yayılmıştı. Biz de onların hükümlerine şâhitler idik” iki hakemin hükümlerine ve onlara baş vuranların durumuna şâhitler idik, onları biliyorduk. 79Onu Süleyman'a bildirmiştik. Her ikisine de hüküm ve ilim verdik. Dâvûd'a onunla beraber tesbih etmeleri için dağları ve kuş ları ram ettik. Biz yapanlar idik. (Onu Süleyman'a bildirmiştik) zamir hükme veya fetvaya gider, feefhemnaha da okunmuştur. Rivâyete göre Davut, koyunların ekin sâhibine verilmesine hükmetti. On bir yaşındaki Süleyman da: Şöyle olsa iki taraf için de daha hafif olurdu, dedi ve koyunların ekin sâhibine verilmesini, onların sütlerinden. yavrularından, kıllarından yararlanmalarını; ekinin de koyun sahiplerine bakım için verilmesini ve her şey eski hâline gelince değişmelerini önerdi. Belki de ikisi de ictihad ederek böyle demişlerdi. Birincisi Ebû Hanîfe'nin ci nayet işleyen köle hakkındaki görüşüne uygundur, ikincisi de Şâfiî'nin gasb edilen kölenin kaçmasındaki engellemeyi tazmin etmesi görü şüne uygundur. Bunun Şâfiî'ye göre şerîatımızdaki hükmü şöyledir: Gece telef edilen şeyi tazmin etmek vâciptir, çünkü adet olduğu üzere gece davarlar kontrol altına alınır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel lem de Bera'nın devesi bir bahçeye girip de zarar vermesi üzerine böy le hükmetmiş ve: Mal sahipleri gündüz mallarını beklemelidir, davar sahipleri de gece davarlarını kontrol altında tutmalıdır, buyurmuştur. Ebû Hanîfe'ye göre tazmin ancak malın yanında bekçisi olursa lâzım ge lir, çünkü Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: Hayvanların verdiği zarar hükümsüzdür, buyurmuştur. "Her ikisine de hüküm ve ilim verdik” bu da müçtehidin hata etmesinin ona zarar vermeyeceğine delildir. Bunun her müçtehidin isabet edeceğine de delil olduğu söylenmişse de bu, Allahü teâlâ'nın: "Onu Süleyman'a anlattık” kavline muhâlif tir. Eğer nakil (sünnet) olmasa idi ikisinin uzlaştırma ihtimali olurdu; şöyle ki, ona anlatması küçükken ona ettiği lütfü meydana çıkarmak içindir (yoksa ikisi de isabet etmişlerdi, demlirdi). "Dâvûd'a onunla beraber tesbih etmeleri için dağları ram etmiştik” onunla beraber tesbih ederlerdi; bu da ya lisan-ı hâl ile ya sesin aksetmesiyle ya da Allahü teâlâ'nın onlarda konuşma yaratmasıyladır. Onunla beraber yürürlerdi de denilmiştir ki, bu da sibahat (yüzmek) lâfzından gelir, hâl’dir ya da nasıl ram olduğunu açıklamak için yeni söz başıdır. Maa lâfzı da sahharna yahut yüsebbihne'ye mütealliktir. (Kuşları da) bu da dağlara ma’tûftur ya da mef’ûlün maahtir. Mübteda olarak yahut zamire atf edilerek Merfû' da okunmuştur ki, zayıftır. "Biz yapanlar idik” bu gibi şeyleri, sizin için şaşılacak olsa da bizim için örneksiz değildir. 80Ona sizin için, sizi şiddetli savaşınızdan koruması için elbise (zırh) yapmayı öğrettik. Siz, şükredenler misiniz? "Ona elbise yapmayı öğrettik” zırh yapmayı, o da aslında elbisedir, şâir şöyle demiştir: Her duruma kendi elbisesini giydir; Ya refah ya da zaruret olsun. Zırhın levhalar hâlinde olduğu, onu halkalarla örmeyi icat etti ği de söylenmiştir. "Leküm” sizin için, bu da alleme'ye bağlıdır ya hut lebus'un sıfatıdır. "Sizi şiddetli savaşınızdan koruması için” bu da harf-i çerin iadesiyle ondan bedel-i istimaldir. Zamir Dâvûd aleyhisselâm'a yahut zırh te'vili ile lebus'a gitmektedir. Ebû Bekir ile Rüveys kıraaaünda nûn ile (linuhsıneküm)dir ki, zamir azîz ve celil olan Aharı'a râcidir. "Şükreder misiniz?” buna, bu da emirdir, müba lağa ve azarlama için istifham suretinde verilmiştir. 81Süleyman'a da rüzgârı, kasırgayı (râm ettik/emrine verdik). Onun emri ile orada bereket verdiğimiz o yere akardı. Biz her şeyi bilenleriz. (Ona ram ettik) sahharna lehu demektir, belki de bunda lâm kullanılıp da ötekisinde (Dâvûd'unkinde) kullanılmaması o harika şeyin Süleyman'a ait olup ondan istifade etmesindendir. Birincide ise dağlarda ve kuşlarda görülen bir durumdur, ona nispet edilmiştir. "Kasırgayı” şiddetli esen rüzgârı, şöyle ki, tahtını kısa sürede uzak yerlere götürürdü, nitekim Allahü teâlâ "öğleden önce bir günlük ve öğleden sonra da bir günlük yola götürürdü” (Sebe': 12) de miştir. Aslmda yumuşak ve hoş bir rüzgâr idi. Şöyle de denilmiştir: İra desine göre bazen ılıman, bazen de sert eserdi. (Emri ile akardı) ikinci hâl’dir ya da birinciden bedeldir yahut zamirinden hâl’dir. "Bereket verdiğimiz o yere” Şâm'a, erkenden oradan ayrılır öğleden sonra oraya dönerdi. "Biz her şeyi bilenleriz” onu hikmetin gereğine göre yaparız. 82Şeytanlardan kimi onun için (denize) dalar ve bundan başka işler yaparlardı. Biz onlar için gözcüler idik. "Şeytanlardan kimi onun için denize dalar” nefis şeyler çıka rırlardı. Men edâtı rih'a atıftır ya da mübteda’dır, haberi de mâkablidir, o, nekire-i mevsûfedir. "Ve bundan başka işler de yaparlardı” Meselâ şehirler kurmak, saraylar yapmak ve güzel sanatlar icra etmek gibi. Ni tekim Allahü teâlâ "onun için mihraplar ve heykeller yaparlardı” (Sebe': 13) buyurmuştur. "Biz onlar için gözcüler idik” emrinden çıkmasmlar ya hut karakterleri gereği bozgunculuk yapmasınlar diye. 83Eyyub'u da an. Hani, Rabbine: Şüphesiz, bana dert dokundu, sen merhamet edenlerin en merhametli sisin, diye seslenmişti. (Eyyub'u da an. Hani, Rabb bine: Şüphesiz bana dert dokundu, diye seslenmişti) bienni demek tir. Gizli kavl maddesiyle veyahut nidaya kavl manası vererek inni de okunmuştur. Feth ile darr bütün sıkıntılara denir, zam ile (durr) ise hastalık ve zayıflık gibi nefse hâs olan şeylere denir. "Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin". Önce nefsini rahmeti gerektiren şeyle zikrettikten sonra Rabbini sonsuz rahmetle yâd etti, bununla yetinip istemede nezaketi elden bırakmamak için arzusunu arz etmedi. Ken disi Rum'du, İys bin İshak oğullarından idi, Allah ona peygamberlik verdi. Ailesi ve malı çoğaldı; Allah damı başlarına çökertmekle evlât larını alarak ve malını telef ederek onu imtihan etti. On sekiz yıl yahut on üç yıl veyahut yedi yıl yedi ay ve yedi saat hastalık çekti. Rivâyete göre karısı Mahiyr bint Mişa bin Yûsuf yahut Rahme bin Efraim bin Yûsuf bir gün ona: Allah'a dua etsen, dedi! O da: Biz kaç yıl bolluk gör dük, dedi. O da: Seksen yıl, dedi. Kendisi de: O kadar sıkıntı çekmeden Allah'a öyle dua etmekten utanırım, dedi. 84Biz de ona icabet edip sıkıntıyı açtık ve ona katımızdan bir rahmet ve ibâdet edenler için bir hatıra olmak üzere ailesi ile onla rın bir mislini de verdik. "Biz de ona icabet edip ondaki sıkıntıyı açtık” hastalığına şifa vererek "ve ona ailesiyle onların bir mislini de verdik” eskisin den çok evladı oldu yahut evladı diriltildi, onlardan da torunları oldu. "Katımızdan bir rahmet ve ibâdet edenler için bir hatıra olmak üzere” Eyyub'a rahmet ve diğer ibâdet edenlere de hatıra olmak üzere ki, onun gibi sabretsinler de onun gibi sevap kazansınlar. Ya da ibâdet edenlere rahmet etmemiz için, çünkü biz onları ihsanla zikrederiz, onları unutmayız. 85İsmâîl'i, İdris'i ve Zülkifl'i de an. Her biri sahillerdendir. "İsmâîl'i, İdris'i ve Zülkifl'i” yani İlyas'ı demektir, Yuşa da denilmiştir, Zekeriyya da denilmiştir, ona o ismin verilmesi Allah'tan nasibi olmasındandır yahut ümmetine kefalet etmesindendir ya da zamanının peygamberleri kadar sevap işlemesindendir. Kifl nasip, kefalet ve katlama manalarına gelir. "Her biri” bunların her biri "sabre denlerdendir” tekliflerin zorluklarına ve belaların şiddetlerine. 86Onları rahmetimize girdirdik. Hakikaten onlar iyilerdendir. "Onları rahmetimize girdirdik” yani peygamberliğe yahut âhiret nimeti ne demektir. "Hakikaten onlar iyilerdendir” sâlih ve kâmil kimseler dendir, onlar da Peygamberlerdir, onlara salât ve selâm olsun. Onların iyilikleri kötülük bulanıklığından masum olmalarıdır. 87Balık sâhibini (Yûnus'u) da an. Hani öfke ile gitmiş; kendisi ne güç yetiremeyeceğimizi zannetmişti. Karanlıklar içinde: Senden başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben zâlimlerden ol dum, diye seslendi. "Balık sâhibini de an” Yûnus bin Metta'yı "hani öfke ile gitmişti” kavmini uzun süre davet edip de sertieşmeleri, inadına ısrarları üzerine onlardan hicret etti. Bunu da emir almadan ve azâp vaatları gelmeden yaptı. Tevbe ettikleri için o süre içinde azapları gelmedi, kendisi de bunu bilmediği için yalan söylediği zannedildi. O da buna kızdı. Muğadıben mübalağa kalıbıdır ya da hicret etmekle onları kızdırdı, çünkü o zaman azabın gelmesinden korktular. Muğdaben de okunmuştur. "Kendisine güç yetiremeyeceğimizi zannetmişti” baskı yapamayacağımızı yahut ceza hükmü veremeyeceğimizi, bu da (nakdire) kader'den gelir. Nukaddire okunması da bunu destekler ya da kudretimizin ona işlemeyeceğini zannetti. Şöyle de denilmiştir: Onun emrimizi beklemeden kavmi ile çekişmesi, gücümüzün yetmeyeceğini zanneden kimsenin hâline benzetilmiştir. Ya da bu, şeytanî bir ha tıra idi,hme kapıldığı için, mübalağa babından ona böyle denilmiş tir. Ye ile de (yakdire) okunmuştur. Ya'kûb meçhul kalıbı ile okumuştur, bu şeddeli de okunmuştur. "Karanlıklar içinde seslendi” şiddetli zifiri karanlıklar içinde yahut balığın karnı, denizin ve gecenin karanlıkları içinde, "senden başka ilâh yoktur, seni tenzih ederim” herhangi bir şeyin seni aciz bırakmasından. "Şüphesiz ben zâlimlerden oldum” hicrete yeltenmekle kendime zulmettim. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kim bir sıkıntıya düşer de bu duayı ederse mutlaka Allah onu kabul eder. 88Biz de ona icabet ettik ve onu kederlerden kurtardık. Mü minleri de öyle kurtarırız. "Biz de ona icabet ettik ve onu kederden kurtardık” bu da balığın onu dört saat sonra sahile atmasıyla oldu. Üç gün sonra da denilmiştir. Keder de yutulma kederidir, hata kederidir de denilmiş tir. "Mü'minleri de böyle kurtarırız” gam ve kederlerden, ihlâsla dua ettikleri takdirde. İmâm Mushaf'ta nûn cim ye (nücciy) şeklindedir, bunun içindir ki, çoğunluk ikinci nunu ihfa ile okumuşlardır. Çünkü nûn ağız boşluğundan çıkan harflerle ihfa edilir. İbn Âmir ile Ebû Bekir cimi şeddeli okumuşlardır, aslı da nünecciy'dir, ikinci nûn hazf edilmiştir, tıpkı tezaHârûne'deki ikinci te hazf edildiği gibi. Nûn her ne kadar faul fiil ise de onun hazfı bir mana ifade eden muzaraat harfi nin hazfinden daha güzeldir. Nunların harekelerinin değişik olması buna bir zarar vermez, çünkü hazfin sebebi aynı olan iki harfin bir araya gelmesidir, üstelik idgam da mümkün değildir. Tetecafa'da hazf edilmemesi ise karışıklık korkusundandır. Bu, mâzi meçhuldür (nücciy) mastarın zamirine isnat edilmiş ve hafif olması için sonu sâkin kılınmıştır, denilmişse de reddedilmiştir. Çünkü mef'ûl zikredilmişken mastara isnat edilmez (ukial inca), mazinin sonu da sâkin kılınmaz. 89Zekeriyya'yı da an. Hani, Rabbine: Rabbim, beni yalnız bırak mâ. Sen varislerin en hayırlısısın, diye seslenmişti! "Zekeriyya'yı da an. Hani Rabbine: Rabbim, beni yalnız bı rakma, diye seslenmişti” tek, mirasçı olacak evlatsız. "Sen varislerin en hayırlısısın” eğer bana mirasçı olarak birini nasip etmezsen, buna da aldırmam. 90Biz de onun duasını kabul ettik ve ona Yahya'yı bağışladık. Ona zevcesini ıslah ettik. Gerçekten onlar hayırlara koşarlar ve bize umarak ve korkarak dua edenlerdi. Bizim için derin saygı gösterirlerdi. "Biz de onun duasını kabul ettik ve ona zevcesini ıslah ettik” yani kısırken doğurur hâle getirdik ya da Zekeriyya'ya karşı tutumunu demektir, çünkü ona çok kızardı. "Gerçekten onlar hayırlara koşarlardı” hayır kapılarına seğirtirlerdi. "Ve bize umarak ve korka rak dua edenlerdi” korku ve ümit sâhibi idiler yahut sevaba rağbet ederek ve dualarının kabulünü umarak ya da taatta ümit eder ve ceza dan korkarlardı. "Bizim için derin saygı gösterirlerdi” mütevazı idiler ya da bizden devamlı korkarlardı. Mana da şöyledir: Onlar nâil olduk ları şeylere bu özelliklerle nâil oldular. 91Kitapta Meryem'i de an. O ki, namusunu korudu; biz de ona ruhumuzdan üfürdük. Onu ve oğlunu âlemler için bir ibret kıldık. "O ki, namusunu korudu” helalden ve haramdan, bundan Meryem'i kast ediyor, "biz de ona üfürdük” yani Îsa aleyhisselâm'ı, daha açıkçası o karnındayken ona hayat verdik. Ona (Meryem'e) üfürdük de denilmiştir, "ruhumuzdan” yalnız bizim emrimizden olan ruhtan ya da ruhumuz tarafından demektir ki, o da Cebra il aleyhisselâm'dır. "Onu ve oğlunu kıldık” yani o ikisinin kıssalarını yahut hâllerini demektir. Bunun içindir ki, "ayeten lilalemin” kavlini tekil kılmıştır. Çünkü o ikisinin hâlini düşünen, Yüce Yaratıcı'nın mü kemmel kudretini gerçekten görür. 92Gerçekten bu, bir tek Dîn olarak sizin dininizdir. Ben de sizin Rabb'inizim. Öyleyse bana ibâdet edin. "Gerçekten bu sizin dininizdir” yani tevhid ve İslâm dini sizin üzerinde durmanız gereken milletinizdir, öyleyse onun üzerinde du run. "Bir tek Dîn olarak” peygamberler arasında ihtilâf edilmeksizin, doğru olduğunda başkalarıyla karıştırılmaksızın. Nasb ile bedel ola rak ümmeten, ref ile haber olarak da ümmetün okunmuştur. İkisi de haber olarak Merfû' da okunmuşlardır. "Ben sizin Rabb'inizim” ben den başka ilâh yoktur. "Öyleyse bana ibâdet edin” başkasına değil. 93İşlerini aralarında paramparça ettiler. Hepsi bize dönücüler. (İşlerini (dinlerini) ara larında paramparça ettiler) gâip üslubuna geçmesi dinde ayrılığa düşenleri, onu paramparça edip çirkin işlerini başkalarına da ulaştı ranları kınamak içindir. "Hepsi” hiziplere ayrılan bütün fırkalar "bize dönücüler” biz de onları cezalandıracağız. 94Artık kim mü'min olarak iyi şeylerden yaparsa, onun çalış ması için inkâr yoktur. Şüphesiz biz onun için yazıcılarız. "Artık kim mü'min olarak iyi şeylerden yaparsa” Allah'a ve peygamberlere inanarak "inkâr yoktur” zâyi edilmek yoktur "onun çalışması için” sevap vermemek için istiare yolu ile küfrân kullanıl mıştır, nitekim vermek için de şükür istiare edilmiştir. Cinsi nefyet mek ise (felaküfrâne) mübalağa içindir. "Biz onun için” çalışması için "yazıcılarız” yaptığını amel defterine kayıt ederiz, hiçbir şekilde zâyi olmaz. 95Helâk ettiğimiz bir memlekete, onların (mahşere) dönme meleri harâmdır. "Ve haramun alâ karyetin” o memleketin halkı için imkansızdır, tasavvur bile edemezler, Ebû Bekir, Hamze ve Kisâî ha'nın kesri ve ra'nın sükûnu ile hirmün okumuşlardır. Harume de okunmuştur. "Helâk ettiğimiz” helâkine hüküm verdiğimiz yahut helâk olur bul duğumuz demektir "ennehüm lâ yerciun” tevbeye yahut hayata dön meleri harâmdır, bu durumda lâ edâtı sıladır (dolgu maddesidir) ya da ceza için dönmemeleri harâmdır. O (ennehüm) mübteda’dır, ha beri de haramun'dur ya da fâ'ilidir, haber yerine geçmiştir ya da onun delilidir (fâilin karinesidir), takdiri de şöyledir: Tevbeleri yahut hayat ları veyahut dirilmemeleri harâmdır ya da dönemezler ve tevbe ede mezler, demektir. Haram mahzûf mübtedanın haberidir yani veharamun aleyha zake demektir ki, o da geçen Âyette zikredilen şeydir. Kes re ile (inne) okunuşu da bunu destekler. Şöyle de denilmiştir: Haram imkânsızdan istiare değil de, dönmeyecekleri kesin ve kat'îdir. 96Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc (şeddi) açıldığı zaman onlar her te peden saldırırlar. "Hattâ (nihayet Ye'cûc ve Me'cûc (Seddi) açıldığı zaman)” bu da haramun'a yahut kelâmın gösterdiği mahzûfa bağlıdır yahut layerciun'a bağlıdır ki, imkânsızlık yahut helâk veyahut dönmeme kı yametin kopmasına ve alametlerinin görünmesine kadar devam eder, o da: Ye'cûc ve Me'cûc şeddinin delinmesidir. Bu hattâ arkasından kelâm hikâye edilen hattadır, hikâye edilen de şart cümlesidir. İbn Âmir ile Ya'kûb şedde ile (füttihat) okumuşlardır. "Onlar” yani Ye'cûc ile Me'cûc veyahut bütün insanlar (her tepeden) yüksek yerlerden, cedesin de okunmuştur ki, kabir demektir, (saldırırlar) bu da neselanüz zi'b'ten gelir ki, kurdun saldırmasıdır. Sin'in zammı ile (yensulun) da okunmuştur. 97Gerçek vaat yaklaştı. Bakarsın ki, kâfirlerin gözleri belermiş. Eyvah bize, biz bundan gaflette idik, hatta zâlimler idik, diyecekler. "Gerçek vaat yaklaştı” o da kıyâmettir. "Bakarsın ki, kâfirlerin gözleri belermiş” şartın cevabıdır, iz de fücaiyedir ki, ceza fe'sinin ye rini tutar, meselâ "izâ hüm yaknatun” (Enbiya: Rum: 36) âyeti gibi. Onunla beraber fe de gelirse, cezanın şarta bağlanmasında destekleşirler, bağlantı da pekişir. Zamir de kıssaya aittir ya da müphemdir, ebsâr lâfzı onu tefsir etmektedir. "Eyvah bize” derler, bu da Mevsûldan hâl yerindedir "biz gerçekten bundan gaflette idik” hak olduğu nu bilmiyorduk "hatta zâlimler idik” kendimize, çünkü doğru baka madık ve uyarıcılara itibar etmedik. 98Şüphesiz sizler ve Allah'tan başka taptığınız şeyler, cehenne min yakıtısınız. Sizler ona varacaksınız. "Şüphesiz sizler ve Allah'tan başka taptıklarınız” muhteme len putları, İblis'i ve yardımcılarını içine alır, çünkü insanlar onlara itâat etmekle onlara tapmış hükmündedir. Zira aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz bu âyeti müşriklere okuyunca, İbn Zibe'ra ona: Şimdi seni mağlup ettim, Kâ'be'nin Rabbine yemin ederim ki, Yahûdîler Uzeyr'e taptılar, Hıristiyanlar da Îsa'ya taptılar, Müleyh oğulları da meleklere taptılar, dedi. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem de: Hayır, onlar kendilerine bunu emreden şeytana taptılar, dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Bizden onlar için en güzel / mutluluk geçenler” kısmını in dirdi. Buna göre hitap geneldir, mâ edâtı da men ile ya da onu içine alan şey ile te'vil edilir. Şu da onu gösterir ki, İbn Zibe'ra: Bu bizim İlâhlarımıza mı hâstır yoksa Allah'tan başka tapılan bütün şeyler için mi, dedi? Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de: Hayır, Allah'tan başka tapılan bütün şeyler içindir, dedi. O zaman "bizden mutluluk geçen ler” kavli mecaz yahut tahsis için olur ve hitaptan geri bırakılmış olur. "Cehennemin yakıtısınız” içine atılıp da alevini yükselten demektir. Bu da hasabahu yahsubuhu'dan gelir ki, birine taş atmaktır. Sad'ın sükûnu ile mastar sıfat olarak (hasbu) da okunmuştur. "Sizler ona varacaksınız” yeni söz başıdır yahut hasabu cehennem'den bedeldir, leha'daki lâm alâ'dan ivazdır, ihtisas ve oraya varmaları bundan dolayı olduğunu göstermek içindir. 99Eğer onlar mabutlar olsalardı, oraya varmazlardı. Hepsi orada ebedî kalacaklar. "Eğer onlar mabutlar olsalardı oraya varmazlardı” çünkü azapla sorumlu tutulan İlâh olmaz, "Hepsi orada ebedî kalacaklar” ondan kurtuluş yoktur. 100Onların orada bir solumaları vardır ki… Onlar orada işitmezler. "Onların orada bir solumaları var ki…” inleme ve şiddetle nefes almaktır, bu da bazılarının fiilini hepsine nispet kabilindendir, eğer taptıklarınız (ta’budûne, âyet: 98) ifadesinden putlar kast edilirse, genelleme yapılmış olur. "Onlar orada işitmezler” korkudan ve şiddetli azaptan. Sevindirecek bir şey işitmezler de denilmiştir. 101Şüphesiz bizden onlar için” en güzel”ni verdiklerimiz, işte onlar, ondan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır. "Şüphesiz bizden onlar için” en güzel”ni verdiklerimiz".” En güzel” haslettir ki, o da seâdettir/mutluluktur ya da taâta muvaffakiyettir yahut cennet müjdesidir. "Onlar ondan uzaklaştırılmışlardır” çünkü a'lây-ı illiyyin'e yükseltilmişlerdir. Rivâyete göre Hazret-i Ali kerramallahu veçhe hutbe irat etti ve bu âyeti okudu: Ben, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Talha, Zübeyr, Sa'd, Said, Abdurrahman bin Avf ve İbn Cerrah onlardanız, dedi. Sonra kâmet getirildi, ridasını sürükleyerek kalktı ve şöyle diyordu: 102Onun (cehennemin) az bir sesini/hışıltısını bile duymazlar. Onlar, (cennette) canlarının çektiği şeyler içinde ebedî kalacaklardır. “Onun (cehennemin) sesini duymazlar” bu da müb'adun'dan bedeldir ya da zamirinden hâl’dir, onların uzaklıklarını mübalağa etmek için söylenmiştir. Hasîs hissedilen az sestir. "Onlar, canlarının çektiği şeyde ebedî kalacaklar” devamlı sefa sürecekler. Fima zarfının öne alınması ihtisas ve ona önem vermek içindir. 103En büyük korku onları üzmez. Melekler onları karşılar: Bu, size va'dedilen gününüzdür, derler. "En büyük korku onları üzmez” sûra son üfürmedir, çünkü Allahü teâlâ "o gün sûra üfürülür, göklerdekiler ve yerdekiler dehşete kapılır “ (Nahl: 87) buyurmuştur. Ya da cehenneme çevrilme yahut ate şin üzerini kapatmaktır veyahut ölümün boğazlanmasıdır. "Melek ler onları karşılar” onları tebrik etmek için istikbal ederler. "Bu, size va'dedilen gününüzdür, derler” dünyada vaat edilen. 104Hatırla o günü ki, göğü, kitapların tomarını dürer gibi düreceğiz. İlk yaratmaya başladığımız gibi, onu tekrar edeceğiz, üzeri mize bir vaat olarak. Şüphesiz biz yapanlarız. "Yevme natvis semae” gizli üzkür / hatırla fiili ile mensûb tur ya da layahzunuhum'un ya da tetelakkahum'un zarfıdır yahut tuadun'dan hazf edilen aidden mukadder hâl’dir. Tayy'dan maksat da dürmektir / açmanın zıddıdır yahut silmektir. Bu da ıtvi anni hazel hadise'den gelir ki, o sözü benden kaldır, uzaklaştır, demektir. Çünkü gök âdemoğullarını gölgelemek için yayılmıştır. Öteki âleme taşındıkları zaman ortadan kaldırılır. Ye ile meçhul olarak (yutva) da okunmuş tur. "Ketayyis sicilü lilkitabi” yazmak için yahut yazılan şey için veya onda yazılan için tomar dürülür gibi dürülür. Hamze, Kisâî ve Hafs'ın cemi olarak (lilkütüb) okumaları da bunu gösterir ki, onda yazılan çok manalar için demektir. Şöyle de denilmiştir: Sicil amelleri yazan bir melektir, ameller kendine getirildiği zaman onları kayda geçer ya da sicil Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in kâtibidir. Delv vezninde seci, utul vezninde sücül de okunmuştur ki, bu ikisi de lügattir. "İlk yaratmaya başladığımız gibi” yani ilk yarattığımızı yoktan var ettiği miz gibi yahut dağılan parçaları toplayarak onu tekrar ederiz. Maksat başlangıca kıyasla tekrarın doğru olmasıdır, çünkü Allahü teâlâ zâtı ile bunları kapsar ve bunu yapmaya da gücü yeter. Gücü de her ikisine aynı eşitlikte ulaşır. "Kema bede'na"daki mâ kâffe'dir ya da mastariyedir, evvele lâfzı da bede'na'nın yahut "nuiduhu"nûn tefsir ettiği fiilin mef'ûlüdür ya da mâ mevsûledir, kâf da nuiduhu'nûn tefsir ettiği mahzûfa mütallıktır yani nuidi mislellezi bede'na demektir. Evvele halkın da bede'na'nın zarfıdır yahut mahzûf Mevsûlun zamirinden hâl’dir. "Va'den” nuiduhu'yu te'kit etmek için mukadder fiilin mef'ûlu mutlakıdır ya da onunla (nuidu) ile mensûbtur, çünkü o da vaattir, "aleyna” onu yerine getirmek bizim üzerimizedir demektir. "Şüphesiz biz ya panlarız” bunu mutlaka yaparız. 105Yemin olsun, gerçekten zikirden sonra Zebûr'da: Şüphesiz yeryüzüne sâlih kullarım mirasçı olacaktır, diye yazmışızdır. "Yemin olsun ki, Zebûr'da yazmışızdır” Dâvûd aleyhisselâm'ın kitabında, "zikirden sonra” yani Tevrat'tan sonra, şöyle de denilmiş tir: Zebûrdan maksat kitapların cinsidir, zikir de Levh-i Mahfûz'dur. "Yere” cennet toprağına yahut kutsal toprağa "sâlih kullarım mirasçı olacaktır” yani umum mü'minler yahut yerin doğularında ve bâtıla rında zayıf görülüp ezilenler ya da ümmet-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem demektir. 106Şüphesiz bunda ibâdet eden bir kavim için elbette bir yeterlik vardır. "Şüphesiz bunda vardır” yani zikredilen haberlerde, öğütler de ve vaatlarda "elbette bir yeterlik” kifayet yahut maksada varmaya bir sebep demektir. "İbâdet eden bir kavim için” düşünceleri âdet de ğil de ibâdet olanlar için. 107Seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik. "Seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik” zira seninle gönderilen şey, onların mutlulukları içindir, dünya ve âhiretlerinin iyiliğini temin içindir. Şöyle de denilmiştir: Kâfirler için rahmet olma sı yere batmaktan, suret değişmekten ve köklerini kazıyacak azaptan emin olmalarıdır. 108De ki: Ancak bana sadece İlâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık siz (Müşrikler)ler, Müslüman oluyor musunuz? "De ki: Ancak bana sadece İlâhınızın bir tek ilâh olduğu vah yolunuyor” yani bana şu vahyolunuyor ki, sizin ancak bir tek ilahınız vardır, çünkü onun gönderilmesinden asıl gaye tevhidtir. Birinci innema hükmü bir şeyle bağlama, ikincisi de tersi içindir ki, (mevsûfu sıfata bağlamadır). “Artık siz (Müşrikler)ler, Müslüman oluyor musunuz?” vahyin gereğine göre ve delille ispat edildiği üzere Allah'a ihlâsla ibâdet edenler misiniz? Daha önce bildiğin gibi tevhid sem'î (şer'î) delillerle sâbit olur. 109Eğer yüz çevirirlerse, de ki: Ben size eşit olarak bildirdim. Size va'dolunanın yakın mı, uzak mı olduğunu bilmiyorum. "Eğer yüz çevirirlerse” tevhidten "de ki: Ben size bildirdim” bana emredileni bildirdim ya da size savaş ilanım bildirdim. "Alâ sevâ” bildirmede eşit olarak ya da bildirdiğim şeyi bilmede ben ve siz eşit olarak ya da düşmanlıkta veyahut eşit bildirmede. Şöyle de de nilmiştir: Doğru ve parlak delillerle ispat edilmiş bir yolda olduğumu bildirdim. "Vein edri” bilmiyorum "size vaat olunan yakın mıdır uzak mıdır?” Müslümanların galibiyeti yahut mahşer, bunu bilmiyorum, fakat muhakkak olacaktır. 110Şüphesiz O (Allahü teâlâ), sözden açığı da bilir, gizlediklerinizi de bilir. "Şüphesiz O (Allahü teâlâ), sözden açığı da bilir” İslâm'a açıktan dil uzatmanızı da bilir "gizlediklerinizi de". Müslümanlara kin ve nefretinizi de bilir, size ona göre ceza verir. 111Bilmiyorum; belki o sizin için bir fitne ve bir zamana kadar bir faydalanmadır. "Bilmiyorum; belki de o sizin için bir fitnedir” kestiremiyorum, belki de cezanızın ertelenmesi gazabınadır, fitnenizin artması içindir ya da ne yapacağınıza bakmak içindir "ve bir zamana kadar bir faydalanmadır” irâdesinin gereği belli bir süreye kadar yararlandırmadır. 112Dedi: Rabbim, hak ile hükmet. Rabbimiz Rahmân'dır. Nitelediğiniz şeylere karşı yardım istenendir. "Ve kul rabbihküm bilhakkı” bizimle Mekkelilerin arasında azabın acele gelmesi ve onlara şiddet uygulanması hakkında hüküm ver. Hafs, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in sözünü hikâye olarak emir kipiyle okumuştur. Zam ile rabbu, ism-i tafdil kalıbı ile rabbi ahkemü ve ihkâm'dan mâzi sıygası ile ahkeme de okunmuştur. "Rabbimiz Rahmân'dır” halkına rahmeti çoktur, "yardım istenendir” kendisinden destek beklenendir "nitelediğiniz şeylere karşılık” güç onların olacak, İslâm bayrağı birkaç gün dalgalandıktan sonra duracak ve va'dedilen şey hak olsa idi başlarına inerdi diye düşündükleri şeylere karşılık. Allahü teâlâ da Resûlü sallallahü aleyhi ve sellem'in duasını kabul etti, onların beklentilerini kursaklarında koydu ve onla ra karşı Resûlü sallallahü aleyhi ve sellem'e yardım etti. Ye ile yasıfun da okunmuştur. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle dediği rivâyet edil miştir: Kim İkterebe sûresini okursa, Allah onu kolay hesaba çeker, onunla musafaha eder ve Kur'ân'da adları geçen bütün peygamberler ona selâm verir. Allah en iyi bilir. |
﴾ 0 ﴿