22 / HACCMedîne'de inmiştir. Ancak "hazani hasmani'den sıratıl hamid"e kadar olan kısım hariç. 78 âyettir. 1Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Çünkü kıyâmetin depremi büyük bir şeydir. "Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Çünkü kıyâmetin depremi” eşyayı sarsması, burada mecazî isnat vardır ya da ondaki eşyayı sars ması demektir ki, fî edâtı takdir ederek manevî şekilde izafe edilmiştir. Yahut da mastar zarfa muzâf kılınmış, mef'ûlu bihi kabul edilmiştir (tahrikullahis saate). Şöyle de denilmiştir: Bu deprem güneşin batıdan doğmasından önce olacaktır. Kıyamete izafe edilmesi onun alâmet lerinden olmasındandır. "Büyük bir şeydir” korkunçtur, onlara ettiği takva emrini kıyâmetin fecaatine bağlaması, onu akıllarıyla tasavvur edip de ondan ancak takva elbisesiyle korunacaklarını bilmeleri için dir. Takvadan ayrılmamakla canlarını korur ve ondan sakınırlar. 2Onu gördüğünüz gün her emzikli kadın emzirdiğinden gaf let eder ve her yüklü yükünü bırakır. İnsanları sarhoşlar görürsün, hâlbuki onlar sarhoşlar değiller. Ancak Allah'ın azâbı pek çetindir. (Onu gördüğünüz gün her emzikli kadın emzirdiğinden gaflet eder) kıyâmetin korkunçluğunu tasvir etmektedir, zamir zelzele'ye gitmektedir, yevme de tezhelü ile man suptur. Meçhul ve malum olarak tüzhelü ve tüzhilü de okunmuştur yani deprem onu gâfil kılar demektir. Zühul dehşete kapılmakla bir şeyi unutmaktır. Maksat şudur: Onun korkusu öyle bir şeydir ki, memesini çocuğunun ağzına veren kadın o dehşete kapılırsa memesini çocuğun ağzından çeker ve onu unutur. Mâ edâtı mevsûle yahut mastariyedir. "Her yüklü kadın yükünü bırakır” düşük yapar. "İnsanları sarhoşlar görürsün” sanki sarhoş gibidirler, "hâlbuki onlar sarhoşlar değil” gerçek sarhoş değil "ancak Allah'ın azâbı pek çetindir” onları öyle panikletmiştir ki, akıllarını başlarından almış ve ayrım kabiliyetleri kalmamıştır. Tura da okunmuştur ki, ereytüke kaimen'den yahut raaytüke kaimen'den gelir, nâs lâfzı mensûbtur ya da naib-i fâil olarak merfû’dur. Fiilin müennes olması Nâs'ın cemâatle te'vil edilmesindendir, daha önce cemi edildiği hâlde burada tekil kılınması şundandır; çünkü depremi herkes görür, sarhoşluğun eserini ise herkes başkası nın üzerinde görür. Hamze ile Kisâî atsa gibi sekra okumuş, sekra'yı (sarhoşluğu) hastalık kabul etmişlerdir. 3İnsanlardan kimi Allah hakkında bilgisizce mücadele eder ve her azgın şeytana uyar. "İnsanlardan kimi Allah hakkında bilgisizce mücadele eder” Nadr bin Haris hakkında indi, o çok mücadele eden biri idi, melek ler Allah'ın kızlarıdır, Kur'ân öncekilerin masallarıdır, ölümden son ra dirilme yoktur, derdi. Âyet onu da o gruba girenleri de içine alır. "Uyar” mücadelede veya genel hâllerinde "her azgın şeytana” merîd bozgunculuk için soyunan demektir, aslı çıplaklaşmaktır. 4Onun üzerine şöyle yazıldı: Gerçekten kim onu dost edinirse, şüphesiz o, onu saptırır ve onu alevli ateşin azabına götürür. "Onun üzerine yazıldı” şeytanın üzerine (kim onu dost edinirse) arkasına düşerse, zamir şe'n içindir (orta mâ râcidir) "feennehu yudılluhu” bu da men'in haberidir ya da ceva bıdır. Mana da şöyledir: Ardına düşeni azdırmak onun üzerine yazıldı, çünkü yaratılışı öyledir. Feth ile (feennehu yudılluhu) okunmuştur ki, onun hâl ve şânı ardına düşeni azdırmak demektir. Feth ile okunması atıf ile değildir, çünkü atıf söz tamam olduktan sonra yapılır. Her iki yerde de kesr ile (inne) okunmuştur ki, yazılan şey hikâye edilmiş olur ya da kavl maddesi gizlenir yahut yazmaya deme manası verilir. "Onu alevli ateşin azabına götürür” ona götürecek şeye sebep olmakla. 5Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmeden bir şüphe içinde iseniz, şüphesiz biz sizi topraktan, sonra meniden, sonra kan pıh tısından, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık ki, size açıklayalım, diye. Dilediğimiz şeyi ana rahminde belli bir süreye kadar durduruyoruz. Sonra da sizi bir çocuk / bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra da kuvvetinize ulaşmanız için. İçinizden kimi de ömrün en reziline döndürülüyor ki, bilginin ardından hiçbir şey bilmesin. Yeryüzünü kupkuru görürsün. Üzerine suyu indirdiğimiz zaman harekete geçer kabarır ve her göz alıcı çiftten bitirir. "Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmeden bir şüphe için de iseniz” mümkün olmasından ve gücümün yettiğinden. Harekeli şekilde baas de okunmuştur ki, celeb veznindedir. "Şüphesiz biz sizi yarattık” yaratılmanızın nasıl başladığına bakın; o zaman şüphenizi giderir. Çünkü biz sizi yarattık "topraktan” Âdem'i ondan yaratmak lâ ya da meni'nin ondan oluştuğu gıdalardan, (sonra meniden) natf'tan gelir ki, dökmek demektir. "Sonra kan pıh tısından” donmuş kan parçasından, "sonra bir çiğnem etten” bir parça etten ki, çiğnem kadardır. "Yaratılışı belli, belirsiz” düzgün, eksiksiz ve kusursuz yahut sakat; yahut tam ve düşük; yahut şekilli ve şekilsiz demektir. "Size açıklayalım diye” bu aşamalarla kudret ve hikmetimizi ve şunu açıklayalım ki, bir defa değişimi, oluşumu ve bozulmayı kabul eden şey, başka bir defa da kabul eder ve onu daha önce değiş tirmeye ve şekillendirmeye gücü yetenin, ikinci kez de gücü yeter. Mef’ûlun (kudretimizin) hazf edilmesi, kudret ve hikmetinin söylemekle anlatılmayacağını göstermek içindir. "Sonra da dilediğimizi rahim lerde durduruyoruz” durmasını dilediğimizi "belli bir süreye kadar” o da doğum vaktidir. Onun da en azı altı aydır, en uzunu da dört yıldır. Nasb ile ve nukırrahu da okunmuştur. (Sonra da sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz) bu da nasb ile okunabilir ki, o zaman nübeyyine'ye atfedilmiş olur. Sanki onları bu aşamalarla yaratması iki maksatladır: Kudretini göstermek ve rahimlerde durdur mak, sonunda doğsunlar da gelişsin ve mükellef hâle gelsin. Merfû' ve mensûb olarak ye ile (yukırru, yukırra) da okunmuştur. Nekurru da okunmuştur ki, bu da karartul mae'den (suyu dökmekten) gelir. Tıflen de hâl’dir, her biri manasına te'vil edilmiştir ya da cinse delâlet etti ği içindir yahut aslında mastar olduğu içindir. "Sonra da kuvvetinize ulaşmanız için” kuvvet ve akıl kemaline, eşüdd, şiddet'in çoğuludur, nimet ve en'um gibi. Sanki işi şiddetle yapmak manasınadır (sıktığı nın suyunu çıkarır). (İçinizde kimi öldü rülüyor) kuvvetine yetiştiği zaman yahut önce, yeteveffa şeklinde de okunmuştur ki, onu Allahü teâlâ öldürüyor, demektir. "İçinizden kimi de ömrün en reziline döndürülüyor” o da ihtiyarlık ve bunak lıktır. Mîm'in sükûnu ile (umr) da okunmuştur. "Bildikten sonra bir şey bilmesin diye” ilk çocukluktaki eksik akla ve kıt anlayışa dönsün; yaptığını unutsun, tanıdığını tanımaz olsun. Âyet yeniden dirilmenin mümkün olduğuna ikinci delildir, bu da insanın yaşlandıkça çeşitli ve zıt hâllere maruz kalmasıyla olur. Çünkü buna gücü yetenin ben zerlerine de gücü yeter. "Yeryüzünü kupkuru görürsün” ölü gibi, bu da hemedetin nar'dan gelir ki, ateş sönüp kül olmaktır. "Üzerine suyu indirdiğimiz zaman harakete geçer” bitki ile "ve kabarır” şişer. Hem ze ile rebeet de okunmuştur ki, yükselmek manasınadır. "Ve her göz alıcı çiftten bitirir” parlak ve üstün sınıftan. Bu da yeniden dirilmenin mümkün olduğunu gösteren üçüncü delildir. Bunlar açık ve gözle görülür olduğu için Allahü teâlâ bunları kitabında tekrar etmiştir. 6Sebebi şu ki, şüphesiz Allah o haktır. Şüphesiz o, ölüleri diril tir. Şüphesiz o, her şeye kâdirdir. (İşte bu) insanın çeşitli aşamalarda yaratılmasına, birbi rine zıt hâllerden geçmesine ve yerin ölümünden sonra diriltilmesine işarettir, mübteda’dır, haberi de (çünkü o Allah haktır) kavlidir. Yani bu olan bitenler onun zatında hak olup eşya nın onunla tahakkuk etmesindendir. "O ölüleri diriltir” onları diriltme ye gücü yeter, yoksa meniye ve ölü toprağa can veremezdi. "Şüphesiz o, her şeye kâdirdir” çünkü onun kudreti zatından gelmektedir, her şeye etkisi eşittir. Müşahede ile sâbit olduğu üzere onun, bazı ölüleri dirilt meye gücü yetince, bundan hepsine gücünün yettiği hükmü çıkar. 7Gerçekten kıyâmet gelicidir, onda şüphe yoktur. Şüphesiz Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltir. "Gerçekten kıyâmet gelicidir, onda şüphe yoktur” çünkü de ğişme ve bozulma yok olmanın öncül ve alametidir. "Şüphesiz Allah, kabirlerde olanları diriltir” dönmesi mümkün olmayan vaadi gereği. 8İnsanlardan kimi Allah hakkında bilgisizce, rehbersiz ve ay dınlatıcı kitapsız mücadele eder. "İnsanlardan kimi Allah hakkında bilgisizce mücadele eder” yu karıda geçeni te'kit için tekrar edilmiştir, ayrıca "rehbersiz ve aydınlatıcı kitapsız” ilavesi vardır. Delil ve vahiy gibi dayanağı yoktur ya da birinci si taklit edenler, ikincisi de taklit edilenler hakkındadır. İlimden maksat da doğuştaki ilimdir, o zaman hidâyetin ve kitabın ona atfı sahih olur. 9İnsanları Allah'ın yolundan saptırmak için yanını bükerek. Onun için dünyada rezillik vardır ve ona kıyâmette yangın azabını tattıracağız. (Yanını bükerek) kibir göstererek, yan bükmek, boyun kıvırmak gibi kibirden kinayedir ya da hafif görerek haktan yan çizerek demektir. Ayn'ın fethi ile atfihi de okunmuştur ki, şefkatini esir geyerek demek olur. (Allah'ın yolundan saptırmak için) bu da mücadelenin sebebidir. İbn Kesîr, Ebû Amr ve Rüveys ye'nin fethi ile okumuşlardır ki, o zaman bâtıl mücadeleye dönmekle iyice kullanabile ceği hidâyetten yüz çevirmesi, hidâyetten sapıklığa çıkma olduğunu ve sonuçta ona varacağı için onu gaye edinmiş olduğunu gösterir. "Onun için dünyada rezillik vardır” o da Bedir savaşında başına gelen şeydir. "Ve ona kıyâmette yangın azabını tattıracağız” o da ateşte yanmadır. 10Bu da iki elinin öne sürdüğü şey sebebiyledir. Şüphesiz Allah, kullara zulmedici değildir. "Bu da (senin) iki elinin öne sürdüğü şey sebebiyledir” gâip ten muhataba üslup değiştirilmiştir ya da gizli kavl maddesi düşünül müştür, yani kıyâmet gününde ona: Bu rezillik ve azâp irtikâp ettiğin küfür ve isyanlar dolayısıyladır, denilir. "Şüphesiz Allah, kullara zul medici değildir” sadece amellerinin karşılığını verir. Zallam mübala ğa kalıbı kulların çok olmasındandır. 11İnsanlardan kimi de Allah'a bir kıyıdan ibâdet eder. Eğer ona bir hayır dokunursa, onunla huzur bulur. Eğer ona bir fitne do kunursa, yüzü üstü döner. Dünyayı da âhireti de ziyan etti. İşte o apaçık ziyandır. "İnsanlardan kimi Allah'a bir kıyıdan ibâdet eder” dinin bir tarafından, onda sebat yoktur, ordunun uc tarafında olan gibi; za fer hissederse kalır, yoksa firar eder. "Eğer ona bir hayır dokunursa, onunla huzur bulur. Eğer ona bir fitne dokunursa, yüzü üstü döner” rivâyete göre âyet Medîne'ye gelen bazı bedevîler hakkında inmiştir. Birilerinin bedeni sağlam olur, atı asil bir tay, karısı da sağlam bir oğ lan çocuğu doğurur, malı ve davarı da çoğalırsa: Bu dine girdim gireli hep hayır gördüm, der ve rahat olur. Eğer durum bunun tersi olursa: Serden başka bir şey görmedim, der ve yüzünü döner. Ebû Said'den rivavet edilmiştir: Bir Yahûdî Müslüman oldu, başına musibetler geldi; bunu İslâm'ın uğursuzluğuna saydı, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi: Biatini geri al (fesh et) dedi. O da: İslâm feshedilmez, dedi. Âyet bunun üzerine indi. "Dünyayı da âhireti de ziyan etti” korumasız kaldığı ve dinden dönmekle ameli boşa gittiği için. Hâl olarak nasb ile hâsiren, fâil olarak da ref ile hasirün de okunmuştur. Zamir yerine zâhir konulması ziyanını tesbit etmek içindir ya da Merfû' oldu ğu takdirde mahzûf mübtedanın haberidir. "İşte o apaçık ziyandır” çünkü onun gibi ziyan yoktur. 12Allah'tan başka, kendisine ne zarar ne de fayda vermeyen şeye ibâdet eder. İşte o derin sapıklıktır. "Allah'tan başka, kendisine ne zarar ne de fayda vermeyen şeye ibâdet eder” kendiliğinden zarar ve fayda vermeyen cansız şeye ibâdet eder. "İşte o derin sapıklıktır” doğru yoldan uzaklaşmadır. Bu da çölde yolunu kaybetmekten istiare edilmiştir. 13Zararı yararından daha yakın (çok) olana dua eder (onu tan rı bilir). Ne kötü yardımcı ve ne kötü arkadaş! (Zararı yararından daha yakın (çok) olanı mâbut eder) zararı çoktur, çünkü onu mâbut edinmekle dünyada öldürülmeyi, âhirette de azâbı hak eder. Yararı da ona ibâdetten beklediği şeydir, o da şefaattir ve onu Allah'a varmak için aracı kılmaktır. Lemen'deki lâm yed'u'yu talik etmiş, amelden düşürmüştür; çünkü yez'umu (zanneder) manasınadır, zan etmek de inanarak bir şey demektir. Ya da lâm söylenen sözün üzerine geçmiştir çünkü yed'u yekulu yerine konulmuştur, yani kâfir ondan zarar gördüğünü fark ettiği zaman feryat ve figan ederek böyle der. Ya da yeni söz başıdır, o zaman yed'u birincinin tekrarı, men de mübteda olur, haberi de (ne kötü yardımcı) (ve ne kötü arkadaş)tır. 14Şüphesiz Allah,; îman edip iyi şeyler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, istediğini yapar. "...Şüphesiz Allah, istediğini yapar” kendini bir bileni mükâfatlandırmak ve kötü niyetli kimseyi de cezalandırmak gibi, bunu kimse durduramaz ve buna kimse mani olamaz. 15Kim Allah'ın kendisine dünya ve âhirette asla yardım etme yeceğini zannediyorsa, göğe bir ip uzatsın, sonra da kessin de hilesi kendini kızdıran şeyi gerçekten giderecek mi, baksın? (Kim Allah'ın kendisine dünya ve âhirette asla yar dım etmeyeceğini zannediyorsa) bu sözde kısaltma vardır, mana şöy ledir: Şüphesiz Allah, ve Resûlü ona dünya ve âhirette yardım edecektir. Kim bunun aksini zannederse ve öfkesinden bunu beklerse. Şöyle de denilmiştir: Yardımdan maksat rızıktır, zamir de men'e râcidir. "Göğe bir ip uzatsın, sonra da kessin” öfkesini veya telaşını giderecek şeyi iyice araştırsın, Meselâ çok kızmış yahut paniğe kapılmış biri gibi elinden geleni yapsın. Hatta evinin tavanına bir ip bağlayıp kendini assın. Bu da kataa'dan gelir ki, kendini boğmaktır. Çünkü intihar eden nefes borusunu tıkamakla canını çıkarır. Şöyle de denilmiştir: Dünya göğü ne bir ip uzatsın, sonra da onunla aradaki mesafeyi kat etsin, bulutlara ulaşsın, yardımını veyahut rızkını durdurmak için elinden geleni yap sın. Verş, Ebû Amr ve İbn Âmir lâm’ın kesri ile liyakta' okumuşlardır. "Baksın” içinden düşünsün "hilesi gerçekten giderecek mi?” birinci mülahazaya göre buna hile demesi, son çaresi bu olduğundandır, "kız dırdığı şey” öfkesi yahut kendini kızdıran Allah'ın yardımı demektir. Şöyle de denilmiştir: Âyet, Allah'ın yardımı geç kaldı diyen Müslüman lar hakkında indi, bunlar acele ediyor ve müşriklere çok kızıyorlardı. 16Bunun gibi onu da açık âyetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah, dilediği kimseye hidâyet eder. "Bunun gibi” bu indirme gibi "onu indirdik” Kur'ân'ın tama mım indirdik, "açık âyetler olarak” gözlerin göreceği şekilde. "Şüp hesiz Allah hidâyet eder” onunla hidâyet eder yahut hidâyette sâbit kılar, "dilediğini” hidâyetini yahut sebatını dilediğini, işte bunun için onu açık olarak indirdik. 17Şüphesiz îman edenler, Yahûdîler, Sabitler, Hıristiyanlar, Mecûsîler ve müşrikler, şüphesiz Allah kıyâmet gününde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir. "...Aralarında hüküm verecektir” haklıyı haksızdan ayıracak tır yahut ceza verecektir; herkese lâyık olanı verecek ve onu kendisi için hazırlanan yere girdirecektir. Cümlenin iki ucuna inne edatının getirilmesi, daha çok te'kit etmek içindir. "Şüphesiz Allah, her şeye şa hittir” onu bilir ve hâllerini gözetler. 18Görmedin mi göklerde ve yerde kim varsa, güneş, ay, yıl dızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu, şüphesiz Allah'a secde ederler. Çoğuna da azâp hak oldu. Allah kimi hor eder se, onun için bir şereflendiren yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini ya par. "Görmedin mi göklerde ve yerde kim varsa Allah'a secde eder” kudretine boyun eğer, tedbirinin dışına çıkamaz ya da zilleti ile idarecisinin büyüklüğünü gösterir. Men edatının akıllıları da ve ge nelleme ile başkalarını da içine alması câizdir. O zaman "güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar ve hayvanlar"ın ayrıca zikredilmesi şöhretinden ve akla uzak görülmesinden dolayı olur. Hafif olarak "veddevabi” şek linde de okunmuş, şedde yahut iki sâkin cem olsun istenmemiştir. "Kesirün minnas” bu da ona atıftır, bir lâfzın iki mefhumundan her birinde amel etmesi câiz görülürse, o zaman biri bir duruma, ötekisi de öbür duruma isnat edilmiş olur. Çünkü kesir lâfzının Nâs ile tahsis edilmesi, onlara isnat edilen mananın da hususi olduğunu gösterir ya da kesirün mübteda’dır, haberi hazf edilmiştir, ortağı onu gösterir, Meselâ hukka lehus sevabü gibi ya da gizli fiilin fâ'ilidir yani yescüdü lehu kesirün minas nasi sücude taatin demektir. "Çoğuna azâp hak oldu” küfrü ve taattan dönmesi sebebiyle. Kesirün'ün birinciyi tek rar olması da câizdir, o zaman daha çok azâbı hak ettikleri akla gelir ve kesirün'ün genel mana ve mabedi ile mevsûf olarak sacidin'e atfı da câizdir. Zam ile hakkun ve gizli fiille hakkan da okunmuştur. "Allah kimi hor ederse” bedbaht kılmakla "onu şereflendirecek yoktur” mutlu kılmakla onurlandıracak, feth ile ikram manasına (mükrem) de okunmuştur. "Şüphesiz Allah, dilediğini yapar” onurlandırmak ve horlamak gibi. 19İşte bunlar iki hasımdır, Rableri hususunda dava ettiler. Ka firler için onlara ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarının üzerinden kaynar su dökülür. "İşte bunlar iki hasımdır” mücadele eden iki takımdır. Bunun içindir ki, "ihtasamu” buyurmuştur, bunda da mana gözetilerek cemi ya pılmıştır. Eğer aksi de olsa câiz olurdu. O ikisinden maksat mü'min lerle kâfirlerdir. "Rableri hakkında” dini veya zâtı ve sıfatları hakkın da. Şöyle de denilmiştir: Yahûdîlerle mü'minler tartıştılar; Yahûdîler: Allah'a biz daha yakınız, kitabımız sizinkinden daha eski ve peygamberimiz sizinkinden daha öncedir, dediler. Mü'minler de: Biz Allah'a daha yakınız, Muhammed'e ve sizin peygamberinize ve Allah’ın in dirdiği kitaplara îman ettik. Siz bizim kitabımızı ve peygamberimizi tamdınız, sonra da hasedinizden inkâr ettiniz, dediler. İşte âyet bu nûn üzerine indi. "Kâfirler için vardır” bu da davaları için hükümdür, Allahü teâlâ’nın "şüphesiz Allah kıyâmet gününde aralarında hüküm verecektir” (Enbiya: 17) ayetinden kast edilen de budur. "Onlar için kesilmiştir” bedenlerine göre biçilmiştir, şeddesiz olarak kutıat da okunmuştur, "ateşten elbiseler” ateş onları elbise gibi sarar. (Başlarının üzerinden kaynar su dökülür) lehüm'deki zamirden hâl’dir ya da ikinci haberdir. Hamim de sıcak su demektir. 20Onunla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. (Onunla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir) yani aşırı sıcaklığından karınlarında da dışlarındaki gibi tesir eder; onunla derileri eritildiği gibi bağırsakları da eritilir. Cümle hamim'den yahut onlara giden zamirden hâl’dir. Teksir için şedde ile (yusahharu) da okunmuştur. 21Onlar için demirden topuzlar vardır. "Onlar için demirden topuzlar vardır” kırbaçlar vardır ki, onlara vurulur, makami' mikmaa'nın çoğuludur, aslı bir şeyi uzaklaştıracak araçtır. 22Her ne zaman izdi rap tan oradan çıkmak isteseler, oraya iade edilirler ve onlara: Yangın azabını tadın, denilir. "Her ne zaman oradan çıkmak isteseler” ateşten (ızdıraptan) ızdıraplarından demektir, bu da harf-i çerin tekrarı ile he'den bedeldir. "Oraya iade edilirler” yani çıkarlar, tekrar iade edilirler, çünkü iade ancak çıktıktan sonra olur. Şöyle de denilmiştir: Ateşin alevi onlara vurur, onları üste çıkarır; onlara topuzlarla vurulur, tekrar içine yuvarlanırlar. "Tadın” yani onlara, tadınız, denilir, "yan gın azabını” yakmada son kerteye varmış ateş azabını. 23Şüphesiz Allah, îman edip iyi ameller işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Orada altından bilezikler ve inci lerle bezenirler. Orada elbiseleri de ipektir. "Şüphesiz Allah, îman edip iyi şeyler yapanları altlarından ır maklar akan cennetlere girdirir” üslubu değiştirdi, girdirrneyi Allahü teâlâ'ya isnat etti ve onu da inne edâtı ile te'kit etti ki, mü'minlerin halle rini övsün ve şanlarını yüceltsin. (Orada süslenirler) bu da hâliytül mer'ete'den gelir ki, kadını süslemektir. Şeddesiz olarak da okunmuştur ki, mana birdir. (Bileziklerden) mahzûfun sıfatıdır, esavir de esvire'nin çoğuludur, o da sivar’ın çoğuludur, "altından” bu da onu açıklamaktadır. "Ve lü’lüa” inci, bu esavireye atıftır, zehebin'e değil, çünkü inciden bilezik görülmüş değildir, meğerki inci kakmalı ola. Nâfi' ile Âsım onu esavire'nin mahalline atfederek ya da yü'tevne gibi nâsıb gizleyerek nasb ile okumuşlardır. Hafs iki hemze ile rivâyet etmiş, Ebû Bekir, Susî de Ebû Amr'dan rivâyetinde ilk hemzeyi terk etmişlerdir. İkinciyi vâv'a kalb ile lü'lüva ve ikisini de vâv'a kalb edip sonra da ikincisini ye'ye kalb ile lüliya ve ikisini de ye'ye kalb ile lüylüya ve üdlin gibi lülin de okunmuştur. "Ve libasühüm fiha harir” üslubu değiştirmesi de ipeğin onların normal giysileri olmasındandır ya da âyet sonlarının tutması içindir. 24Sözden en güzele iletilirler ve övülen Allah'ın yoluna iletilirler. "Sözden en güzele iletilirler” o da "elhamdü lillahillezi sadakana va'dehu” (Zümer: 74) sözleridir yahut kelime-i tevhidtir "ve övülenin yoluna iletilirler” kendisi yahut akibeti övülenin ki, o da cennettir ya da hakkın ya da zâtı ile hamdi hak edenin yoluna ki, o da kusurdan uzak Allah'tır. Onun yolu da İslâm'dır. 25Şüphesiz kâfir olup da insanları Allah'ın yolundan ve ken disini yerli ve taşralı için eşit kıldığımız Mescid-i harâm'dan çevi renler (Allah'ın azabına duçar olacaklardır). Kim orada zulüm ile doğrudan sapmak isterse, ona acıklı azaptan tattırırız. (Şüphesiz kâfir olup da insanları Allah'ın yolundan çevirenler) bundan ne şimdiki zaman ne de gelecek za man kast edilmemiştir; ancak onların insanları devamlı çevirmeleri murat edilmiştir, mesala: Filan verir ve vermez sözü gibi. Bunun için dir ki, maziye atfı güzel düşmüştür. Şöyle de denilmiştir: O, keferu'nûn fâ'ilinden hâl’dir, inne'nin haberi mahzûftur, Âyetin sonu da ona işâret etmektedir ki, o da muazzebun (Allah'ın azabına duçar olacaklar) kavlidir. "Velmescidil harami” bu da Allah'ın ismine ma’tûftur, Hanefiler bunu Mekke ile te'vil etmişler ve "kendisini yerli ve taşralı için eşit kıl dığımız” yani mukim ile yabancı için eşit kıldığımız sözünü, Mekke evlerini satmanın ve kiralamanın câiz olmadığına delil getirmişlerdir. Bu da zayıftır, Allahü teâlâ’nın "evlerinden çıkarıldılar” (Haşr: 8) âyeti ve Hazreti Ömer radıyallahü anh'in orada bir evi hapishane olarak alması ve kimsenin de ses çıkarmamasıyla çelişkidir. "Sevaün” lâfzı mukaddem haberdir, cümle de caalnahu'nûn ikinci mef'ûlüdür, eğer linnasi he'den hâl kılınırsa, yoksa ondaki gizli zamirden hâl’dir. Hafs onu mef’ûl yahut hâl olarak mensûb okumuştur, el-âkifü de onunla merfû’dur. Vel-âkifi şeklinde cer ile de okunmuştur ki, lin-nasi'den bedel olur. (Kim orada isterse) genel olması için mef'ûl terk edil miştir, feth ile (yerid) de okunmuştur. "Bil-hâdin” doğrudan sapmakla "bi-zulmin” haksızlıkla, bu ikisi eşanlamlı hâllerdir ya da ikincisi birinciden bedeldir, o zaman harf-i cer tekrar edilmiş ya da ona taalluk etmiş olur ki, şirk ve günah irtikâp etmekle zulme saparak demek olur. (Ona acıklı azaptan tattırırız) bu da men'in cevabıdır. 26Hatırla o zamanı ki, İbrâhîm'e Beyt'in yerini hazırlamıştık, bana hiçbir şeyi şirk koşma ve Ev'imi tavaf edenler, kıyam edenler ve secde edenler için temizle diye. "Hatırla o zamani ki, İbrâhîm'e beytin yerini hazırlamıştık” yani onu tayin ettiğimiz ve ona arsa kıldığımız zamanı hatırla demektir. Liibrahim'deki lâm zâittir, mekân da zarftır yani iz enzelnahu fihi demektir. Şöyle de denilmiştir: Beytullah Nûh tufanında göğe kaldırıldı ve yeri silindi. Allah ona yerini bir rüzgârla bildirdi, rüzgâr onun çevresini süpürdü, o da onu eski ismiyle bina etti. (Bana hiçbir şeyi şirk koşma ve Ev'imi tavaf edenler, kıyamda duranlar, rukua eğilenler ve secde edenler için temizle diye) en, bevve'na'yı tefsir etmektedir, çünkü içinde taabbedna (onu ibâdetle mükellef kıldık) manası vardır, zira yerin gösterilmesi ibâdet içindir. Ya da en mastariyedir, yasağa bağlanmıştır, yani bunu yaptık ki, ibâdetimde şirk koşma, evimi tavaf edenler ve orada namaz kılanlar için putlar dan, kirlerden temizle diye. Belki de namazı rükünleri ile ifade etmesi her birinin bunu gerektirecek şekilde müstakil olmasındandır, kaldı ki, hepsi toplanırsa. Ye ile Yüşrik de okunmuştur. Nâfi', Hişâm ve Hafs da ye'nin fethi ile beytiye okumuşlardır. 27Haccı insanlara ilan et; yaya olarak ve her uzak yoldan gelen her arık develer üzerinde sana gelsinler. (İnsanlara ilan et) onlara ünle, âzin şeklinde de okunmuştur. "Haccı", hac davetini ve onun emrini. Rivâyete göre İbrâhîm aleyhisselâm, Ebû Kubeys dağına çıktı. Ey insanlar, Rabbinizin evini haccedin, dedi; doğuda ve batıda Allah'ın ilminde erkeklerin sulplerinde ve kadınların rahimlerinde hac edeceği yazılı olanlara duyurdu. Şöyle de denilmiştir: Hitap Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'edir, bu ona Veda haccmda emredilmiştir. (Sana yaya olarak gelsinler) rical, racil'in çoğuludur, kaim ve kıyam gibi. Ra'nın zammı, cim şeddeli ve şeddesiz olarak da okunmuştur ve ucala vezninde rucala da okunmuştur. "Her arık develer üzerinde” uzun yolun yorduğu sıska develer üzerinde "ye'tiyne” dâmir'in sıfatıdır, mana nazar-ı dikkate alınmıştır. Ricalin ve rükbanın sıfatı olarak ye'tune de okunmuştur. Ya da yeni söz başıdır, zamir de insanlara râcidir. "Her uzak yoldan” son kelime maiyk şeklinde de okunmuştur, bi’rün baidetül umk da derin kuyu demektir, mâ’k da aynı manayadır. 28Kendi faydalarına şâhit olsunlar ve belli günlerde Allah'ın adını kendilerine rızık ettiğimiz hayvanların üzerine ansınlar. On lardan yiyin, fakir yoksula da yedirin. "Kendi faydalarına şâhit olsunlar” dinî ve dünyevî faydalarına, menafia'nın nekire kılınması bu ibâdete hâs bir çeşit fayda olmasın dandır. "Allah'ın adını ansınlar” Kabe'ye hediye edilenleri ve kurban ları hazırlar ve keserken. Şöyle de denilmiştir: Kurban kesme yerine zikir demesi, Müslümanların kurban keserken bu zikri hiç terk etme melerinden ve şuna dikkat çekmek içindir ki, Allah'a takdim edilen kurbanlardan maksat budur. "Belli günlerde” o da zilhicce'nin ilk on günüdür. Kurban kesme günleri olduğu da söylenmiştir. "Kendilerine rızık ettiği hayvanların üzerine” fiili rızık edilene bağlaması ve onu dilsiz olarak beyan etmesi, Allah'a yaklaşmaya teşvik etmek ve zikrin gereğine dikkat çekmek içindir. "Ondan yiyin” onların etlerinden, bunu emretmesi, mubah kılmak ve cahiliye halkının bundan duyduğu çekinceyi izale etmek ya da fakirlere yardıma çağırmak ve onlarla eşit olmak içindir. Bunun vacipte değil de nafilede olduğu da söylenmiştir. "Yoksulu yedirin” şiddet içindeki "fakiri” muhtacı, bu emrin vücup için olduğu söylenmiştir. Bunun birincide (vacipte) olduğu da söylenmiştir. 29Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Eski Ev'i (Kabe'yi) tavaf etsinler. "Sonra da kirlerini gidersinler” sonra ihramdan çıkarken bı yıklarını ve tırnaklarını kesmek, koltuk altını yolmak ve etek tıraşı ol makla. "Adaklarını yerine getirsinler” haclarında yaptıkları iyi adak larını, haccın vaciplerini de denilmiştir. Ebû Bekir vâv'ın fethi ve fe'nin şeddesi ile (velyuveffu) okumuştur. (Tavaf etsinler) ihramdan çıkmayı tamamlayan rükün tavafını yapsınlar, çünkü o, kiri gidermenin karinesidir, ona zaman itibarı ile yakındır. Bunun veda tavafı olduğu da söylenmiştir. İbn Âmir tek başına ikisinde de lâm'ın kesri ile okumuştur. "Bilbeytil atik” eski evi, çünkü insanlar için ilk kurulan ev odur ya da zorbaların tasallutundan korunan demektir. Çünkü nice zorbalar onu yıkmak için üzerine yürüdüler de, Allah on lara fırsat vermedi. Ama Haccac, sadece Abdullah bin Zübeyr'i oradan çıkarmak istedi, Kabe'ye saldırmak istemedi. 30İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse, o Rabb binin yanında onun için daha hayırlıdır. Hayvanlar size helâl kılın dı, ancak size okunanlar hariç. Pislikten yani putlardan sakının ve yalan sözden çekinin. "Zâlike” mahzûf mübtedanın haberidir yani durum böyle dir demektir. Bu ve benzerleri iki kelâmı ayırmak için söylenir. "Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse” hükümlerine ve diğer ihlal edil mesi helâl olmayan şeylere yahut hareme ve hacla ilgili olan teklif lere. Şöyle de denilmiştir: Kabe'ye, Mescid-i harâm'a, beled-i harâm, haram aya ve haram şeylere. "O, kendisi için daha hayırlıdır” saygı onun için daha hayırlıdır. "Rabbinin katında” sevap bakımından. "Hayvanlar size helâl kılındı, ancak size okunanlar hariç” ancak ha ram olduğu okunanlar hariç, o da bunların içinden bir gaye ile haram edilenlerdir Meselâ leş ve Allah'tan başkasının adına kesilenler gibi. Bunlardan başka şeyleri harâm saymayın Meselâ bahire ve şaibe gibi. "Pislikten yani putlardan sakının” pis olan putlardan demektir, tıp kı necasetten sakındığınız gibi. Bu da onlara saygı göstermeyi yasak lamada ve ibâdetlerinden nefret ettirmede gayet mübalağalı bir ya saktır. "Ve yalan sözden sakının” özelden sonra genellemedir, çünkü putlara ibâdet, yalanın danıskasıdır. Sanki harâmlara saygıyı emret tikten sonra arkasından bunu söyledi ki, kâfirlerin bahire, şaibe gibi harâm ettikleri şeyleri, putlara tapmalarını ve bunu Allah emretti diye iftiralarını reddetsin. Bunun yalancı şahitliği olduğu da söylenmiştir, çünkü Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm: Yalancı şahitliği Allah'a şirk koşma ile eşittir, demiş, bunu üç. defa tekrar ettikten sonra bu âyeti okumuştur. Zur zever'den gelir ki, sapmaktır, nitekim ifk de efek'ten gelir ki, o da çevirmektir. Çünkü yalan sapmadır, gerçekten dönmedir. 31Allah'a şirk koşmayan muvahhitler olarak. Kim Allah'a şirk koşarsa, sanki gökten düşmüş de onu kuş kapmış yahut rüzgâr onu uzak bir yere atmış gibi olur. "Hunefae lillah” ona ihlâs göstererek "ona şirkkoşmayarak” bu ikisi vâv'dan hâl’dir. "Kim Allah'a şirk koşarsa, sanki gökten düşmüş gibi olur” çünkü o, îmanın zirvesinden küfrün çukuruna düşmüştür "onu kuş kapmış gibi olur” çünkü kötü arzular onun fikrini dağıtır. Yalnız Nâfi' hı'nın fethi ve tı'nın şeddesi ile (fetehattafuhu) okumuştur. " Yahut rüzgâr onu uzak bir yere atmış gibi olur” çünkü şeytan onu sapıklığın içine atar, buradaki ev edâtı serbest bırakma içindir Meselâ "ev kesayyibin minessemai” (Bakara: 19) âyetinde olduğu gibi ya da çeşitlilik içindir, çünkü müşriklerden kurtulması mümkün olmayan lar vardır ve tevbe ile kurtulması mümkün olan da vardır ki, bu da çok uzak bir ihtimaldir. Bunun bileşik teşbihlerden olması da mümkün dür, o zaman mana şöyle olur: Kim Allah'a şirk koşarsa kendini öyle bir helâk eder ki, helâk olanlardan birine benzer. 32İşte böyle. Kim Allah'ın sembollerine saygı gösterirse, şüp hesiz bu, kalplerin takvasındandır. "İşte böyle. Kim Allah'ın sembollerine saygı gösterirse” Allah'ın dinine yahut haccın farzlarına ve kurban kesilecek yerlere yahut Kabe'ye hediye edilen kurbanlıklara, çünkü onlar da haccın alametlerindendir, bu da bundan sonrakinin zahirine daha uygundur. Onlar saygı göstermek onları güzellerinden ve pahalılarından seçmektir. Rivâyete göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Ka'be'ye yüz deve gönderdi, içlerinde Ebû Cehil'e ait bir erkek deve vardı, burnunda da altın bir halka vardı. Ömer radıyallahü anh de asil bir dişi deve gönderdi, üç yüz dinar verdiler de kabul etmedi. "Şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır” bunlara ta'zîm etmek, takva sâhibi kalplerin işlerindendir. Bu sıfatlar ve men'e giden ait zamiri hazf edildi, kalpler ise zikredildi; çünkü takvanın ve kötülüğün kaynağı onlardır ya da bu ikisini emreden onlardır. 33Onlarda sizin için belli bir süreye kadar menfaatler vardır. Sonra kesecekleri yer Eski Ev'e'dir. "Onlarda sizin için belli bir süreye kadar menfaatler vardır” yani onların sütlerinden, yavrularından, yünlerinden yararlanır ve boğazlanmcaya kadar onlara binersiniz. Sonra kesilme vakitleri Beyt'e yani yanındaki hareme kadardır. Sümme edâtı vakitteki geriliğe de muhtemeldir, derece geriliğine de muhtemeldir. Yani onlarda sizin için kesim vaktine kadar dünyevî faydalar vardır, arkasından da ondan daha büyük faydalar vardır. Bu, ilk iki mülahazaya (şeairin Dîn olma sına) göre ya da davarlardan bahs eden kısma bağlıdır, zamir de onla ra râcidir ya da birinciye göre murat edilen mana şöyledir: Bunlarda sizin için dinî faydalar vardır, belli bir süreye kadar onlardan istifade edersiniz, o da ölümdür. Sonra da kesim yerleri Eski Ev'e kadar devam eder, o da amellerin ona yükseltildiği yerdir ya da sevabı orada olur, o da Beytülmamur'dur yahut cennettir. İkinciye (haccın farzlarına) göre ise mana şöyledir: Onlarda sizin için pazarlarda ticaret fonksiyonu var dır, bu da dönüş vaktine kadar devam eder, sonra da oradan çıkış vakti Kabe'de son bulur, o zaman ihramdan çıkılarak ziyaret tavafı yapılır. 34Her ümmete kurban ibâdeti kıldık ki, Allah'ın adını kendile rine rızık ettiğimiz dilsiz hayvanların üzerine ansınlar. İşte İlâhınız bir tek ilâh'tır; ona teslim olun. Mütevazı olanları müjdele. "Her ümmete” her Dîn mensuplarına "kurban ibâdeti kıldık” ibâdet yapacakları bir şey yahut onun vasıtasıyla Allah'a yaklaşacakları bir şey kıldık. Hamze ile Kisâî kesr ile ve ism-i mekân olarak mensik okumuşlardır. "Allah'ın adını anmaları için” başkasını değil, kurbanlarını sırf onun rızâsı için kesmeleri için. Bu sebebi göstermesi, kurbanlardan kast edilen şeyin mabudu zikretmek olduğunu vurgulamak içindir. "Kendilerine rızık ettiği dilsiz hayvanların üzerine” onları keserken, bunda şuna dikkat çekilmiştir ki, kurban'ın davar cinsinden olması vâciptir. "İşte ilâh'ınız bir tek ilâh'tır; ona teslim olun” ona ihlâsla yaklaşın yahut zikri ihlâsla yapın ki, içine şirk karışmasın. "Mütevazı olanları müjdele” alçak gönüllü ve samimi olanları, çünkü ihbat onların sıfatıdır. 35Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Başlarına ge len musibetlere sabredenleri, namazı dosdoğru kılanları ve kendi lerine rızık ettiklerimizden harcayanları da müjdele. "Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir” ondan heybetlendikleri için, çünkü celalinin ışıkları onların üzerinde parlar. "Başlarına gelen musibetlere sabredenleri” sorumluluk ve zorluklar gibi. "Namazı dosdoğru kılanları” vakitlerinde, aslı üzerine velmukimine lissalati de okunmuştur. "Kendilerine rızık ettiklerimizden Allah yolunda harcayanları” hayır yollarına müjdele. 36Develeri de sizin için Allah'ın sembollerinden kıldık. On larda sizin için hayır vardır. Onlar üçayakları üzerinde dururken Allah'ın adını onlara anın. Yanlan yere düştüğü zaman onlardan yiyin ve kanatkâr fakire, aç gözlü dilenciye de yedirin. Onları size böyle ram ettik ki, şükredesiniz diye. (Develeri de) bedene'nin çoğuludur, huşub ve ha sebe gibi, aslı zamlıdır (büdün) öyle de okunmuştur. Deveye beden denilmesi bedeninin iriliğindendir, bedüne bedaneten kökünden gelir. Sığırın da onun gibi yedi kişiye kurban olması ona da bedene denilmesini gerektirmez. Meselâ hadiste: Bedene yedi kişiye, sığır da yedi kişiye kurban olur, denilmiştir, ona bedene denilmesi şer'andir. Hatta hadis bunu reddeder bile, büdne'nin mensûb olması "caalnahu leküm"ün tefsir ettiği fiilledir, "sizin için Allah'ın sembollerinden kıldık” Allahü teâlâ’nın meşru kıldığı dininin göstergelerinden kıl dık. "Onlarda sizin için hayır vardır” dinî ve dünyevî faydalar vardır. "Üzerlerine Allah'ın adını anın” onları boğazlarken şöyle deyin: Allahü ekber lâilahe illâllahu vallahu ekber, allahümme minke ve ileyke. "Savaffe” ayakta elleri (ön ayakları) ve arka ayakları bir hizada iken, Savfine de okunmuştur safinel feresü (at üç ayaküzerine durup dör düncünün tırnağı üzerine durması) deyiminden gelir. Çünkü deve de biri bağlı üçayağı üzerinde dururken boğazlanır. Tenvini vakf hâlinde elife tebdil ederek savafina da okunmuştur, savafiye de okunmuştur ki, sırf Allah rızâsı için demektir. Savafiy de okunmuştur, bu da ye'yi her üç hâlde de sâkin okuyanlara göredir, Meselâ a'tıl kavse bariyha deyiminde olduğu gibi. "Yanları yere düştüğü zaman” bu da canlarının çıkmasından kina yedir, "onlardan yiyin ve kanaatkar fakire onlardan yedirin” hâlinden ve istemeden verilene râzı olana, elkani' okunuşu da bunu destekler. Ya da dilenciye demektir ki, bu da kana'tü ileyhi kunuan deyiminden gelir, isterken eğilip bükülmektir. (Açgözlüye de) istemek için karşına dikilene de. Velmu'teri, şeklinde de okunmuştur, arrehu ve arahu v'aterrehu va'terahu da okunmuştur. (Bunun gibi) onları ayakta kesmeyi anlattığımız gibi "onları size ram ettik” o kadar iri ve güçlü olmalarına rağmen, öyle ki, onları tutar götürür sünüz, bağlarsınız, ayakları ve elleri bir hizada bekletirsiniz, sonra da gerdanlıklarına bıçağı dürtersiniz, "ki, şükredesiniz diye” kurban kesmek ve ihlâs göstermekle size verdiğimiz nimete. 37Onların ne etleri ne de kanları Allah'a asla ulaşmaz; fakat ona sizden takva ulaşır. Onları size öyle ram ettik ki, size gösterdiği şeye karşı Allah'ı tekbir edesiniz, lyüik edenleri müjdele. "Allah'a asla ulaşmaz” rızâsını kazandırmaz ve asla kabul et mez "ne etleri” sadaka edilen etleri "ne de kanları” kesmekle dökü len ve maddî et ve kan olarak "fakat ona sizden takva ulaşır” ancak kalplerinizdeki takva ulaşır ki, sizi onun emrine saygı göstermeye, ona yaklaşmaya ve ona karşı samimi olmaya sevk eder. Şöyle de denilmiş tir: Cahiliye halkı kurban kestikleri zaman Allah'a yakınlık maksismiyle kanlarını Kabe'ye sürerlerdi; Müslümanlar da böyle yapmak istediler, âyet bunun üzerine indi. "Onları böyle size ram ettik ki,” bunu nimeti hatırlatmak ve "Allah'ı tekbir etmeniz için” kavline bir illet / sebep ol mak için tekrar etmiştir yani onun azametini bilmeniz için, çünkü sizi ondan başkasının gücü yetmeyeceği şeye muktedir kıldı; öyleyse siz de onu büyüterek bir bilin. Bunun ihramdan çıkarken yahut kurban ke serken getirilen tekbir olduğu da söylenmiştir. (Size gösterdiği şeye karşı) onları ram ve kurban etme yolunu gösterdiği şeye karşı. Mâ edatının mastariye, haberiye (mevsûle ve mevsûfe) olma ihtimalleri vardır, alâ da tükebbiru'ya bağlıdır, çünkü şükür manasını içermektedir. "İyilik edenleri müjdele” yaptığı ve yapmadığı şeylerde. 38Şüphesiz Allah, îman edenleri savunur. Şüphesiz Allah, her çok haini, çok nankörü sevmez. "Şüphesiz Allah, îman edenleri savunur” müşriklerin gailesini onlardan def eder. Nâfi', İbn Âmir ve Kûfeliler yüdâfiü şeklinde oku muşlardır ki, def etmede aşırılık gösteren ve rakibini mağlup etmek isteyen gibi savunur, demektir. "Şüphesiz Allah, her çok haini sevmez” Allah'ın emanetine hiyanet edeni, "çok nankörü” nimetini inkâr edeni, Meselâ putlara kurban kesmekle kendine yaklaşmaya çalışanlar gibi ki, onların yaptığından râzı olmaz ve onlara yardım etmez. 39Kendileri ile savaşılanlara uğradıkları zulüm yüzünden sa vaşma izni verildi. Şüphesiz Allah, elbette onlara yardıma kâdirdir. "Üzine” müsaade edildi. İbn Kesîr, İbn Âmir, Hamze ve Kisâî, malum kalıbı ile (ezine) okumuşlardır ki, izin veren Allah olur. "Sava şanlara” müşriklerle savaşanlara, izin verilen şey (savaş) belli olduğu için hazf edilmiştir. Nâfi', İbn Âmir ve Hafs te'nin fethi ile okumuşlar dır ki, müşriklerin savaştıklarına demektir. "Uğradıkları zulüm yüzünden” onlar da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in ashâbıdır. Müşrikler onlara eziyet ederlerdi; dövülmüş ve başları yarılmış olarak gelir ona şikayet ederlerdi, o da onlara: Sabredin, ben savaşmakla emrolunmadım, derdi. Sonunda hicret etti, bu âyet indi. Bu, savaş hak kında inen ilk âyettir. Ondan önce yetmiş küsur yasak âyeti inmiştir. "Şüphesiz Allah, elbette onlara yardıma kâdirdir” onlara yardım va'di etti, nitekim daha önce de kâfirlerin eziyetini onlardan defedeceğini vaat etmişti. 40Onlar ki, yurtlarından sadece "Rabbimiz Allah'tır” demeleri yüzünden haksız yere çıkarıldılar. Eğer Allah'ın bazı insanları bazı ları ile savması olmasa idi, mutlaka manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın çokça zîkred ildiği mescitler yıkılırdı. Allah kendi ne yardım edenlere mutlaka yardım edecektir. Şüphesiz Allah, ger çekten çok güçlüdür, mutlak gâlibtir. "Onlar ki, yurtlarından çıkarıldılar” yani Mekke'den "haksız yere” bunu hak ettikleri bir sebep olmaksızın, (sadece: Rabbimiz Allah'tır, dedikleri için çıkarıldılar). Bu da ünlü Şâir Nabiğa'nin şu sözüne benzer: Onlarda bir kusur yoktur, ancak düşmana çalmaktan Kılıçlarının ağzı körelmiştir. Müstesnanın munkatı olduğu da söylenmiştir. (Eğer Allah'ın bazı insanları bazıları ile savması olmasa idi) mü'minleri kâfirlerin üzerine salmakla (mutlaka yıkılırdı) müşriklerin dindarların yurtlarını istila etmeleriyle. Nah, difau şeklinde oku muştur. Nâfi' ile İbn Kesîr şeddesiz olarak lehüdimet okumuşlardır. "Savamiu” rahiplerin manastırları demektir "ve biyeun” Hıristiyanla rın kiliseleri "ve salavatün” Yahûdîlerin havraları. Bunlara salavat de nilmesi içinde namaz kılınmasın dan dır. Bunun aslının İbranice'de salusa olduğu ve Arapçalaştığı söylenmiştir "ve mescitler” Müslüman ların camileri. "İçlerinde Allah'ın ismi çok anılır” dördünün sıfatıdır yahut mescitlerin sıfatıdır. Özel olarak zikredilmesi faziletinden do layıdır. "Allah kendine yardım edenlere mutlaka yardım edecektir” dinine yardım edene. Bu vaadini de Muhâcirlerle Ensâr'ı Arap Şeyh lerinin, Acem Kisra'larının ve Kayser'lerinin üzerine salmakla yerine getirdi. Topraklarım ve yurtlarını onlara miras etti. "Şüphesiz Allah, gerçekten çok güçlüdür” onlara yardım etmek için, "mutlak gâlibtir” ona hiçbir şey engel olamaz. 41Onlar ki, yeryüzünde kendilerine imkân verirsek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir ve iyiliği emreder, kötülükten men eder ler. İşlerin sonu Allah'ındır. "Onlar ki, yeryüzünde kendilerine imkân verirsek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir ve iyiliği emreder, kötülükten men ederler” yurtlarından çıkarılanların sıfatıdır, bu da denemeden önce medihtir. Bunda Hulefa-i Raşidin'in doğru yolda olduklarına delil vardır; çünkü Muhâcirlerden onlardan başkası bu sıfatları kendilerinde bulundurmamıştır. "Ellezîne"nin yansuruhu'dan bedel olduğu da söylenmiştir. "İşlerin sonu Allah'ındır” çünkü onun hükmüne tabidir, bunda va'di için te'kit vardır. 42Eğer seni yalanlıyorlarsa, gerçekten onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd kavimleri de yalanlamışlardı. Âyetin tefsiri için bak:43 43İbrâhîm’in kavmi de Lût’un kavmi de (Peygamberlerini tekzib ettiler). "Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd kavimlerini de yalanlamışlardı, İbrâhîm kavmi de Lût kavmi de”. Bu, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem için bir tesellidir, çünkü kavmi (Müşrikler) onu yalanladı. Dolayısıyla o, yalanlanmada tek değildi. Onlar da kendinden önce peygamberlerini yalanladılar. 44(Şuayb’ın kavmi olan) Medyen halkı ve Mûsa da yalanlanmıştı. Ben de (azîmüş-şân) kâfirlere süre vermiş, sonra da onları (azapla) yakalamıştım. (Gör ki,) inkârım nasıl oldu? "Mûsa da yalanlandı” burada üslubu değiştirdi, meçhul kalıbını kullandı, çünkü onun kavmi İsrâîl oğullarıdır, onu yalanlamadılar; onu ancak Kiptiler yalanladılar. Bir de onu yalanlamak çok çirkin idi, mu'cizeleri daha büyük ve daha yaygın idi. "Ben de kâfirlere süre verdim” zaman tanıdım, sonunda takdir edilen ecelleri doldu. "Sonra da onları (azapla) yakaladım, inkârım (onu durduracak cezam) nasıl oldu?” nimetimi mihnete, hayatı helâke ve imarı haraba çevirmekle. 45Nice zâlim kentleri helâk ettik. Onlar şimdi tavanlarının üzerine çökmüştür. Nice terk edilmiş kuyuları ve nice yüksek saray ları da. "Nice kentleri helâk ettik” halklarını helâk etmekle. Basralı iki kurra ta'zîm ifade etmeyen öteki kalıpla (ehlektü) okumuşlardır. "On lar zâlim idi” yani halkları zâlim idi. "Şimdi onlar tavanlarının üze rine düşmüştür” duvarları çatılarının üzerine düşmüştür, dolayısıyla yapısı işlevsiz kalmış, çatıları çökmüştür, sonra da duvarları devrilmiş, çatının üzerine düşmüştür. Ya da çatıları sağlam dururken boş kalmıştır, bu durumda harf-i cer haviyetün'e müteallik olur. İkinci haber ol ması da câizdir yani boştur ve çatısının üzerindedir, daha açıkçası çatılar çökmüş, duvarlar eğik olarak onların üzerine yaslanmıştır. Cümle "ehleknaha"ya ma’tûftur; "vehiye zâlimetün"e değil. Çünkü o hâl’dir, helâk etmek boş kalmasının hâli değildir. Eğer keeyyin'i ehleknaha'nın tefsir ettiği mukadder fiille nasb edersen iraptan mahalli yoktur. Eğer onu mübteda olarak Merfû' kılarsan (fehiye haviyetün) mahallen merfû’dur. "Ve bi'rin muattalatin” bu da karyetin'e atıftır yani kırsal kesim de nice işlek kuyular vardır ki, terk edilmiştir, halkı helâk olduğu için ondan su çekilmemektedir. Şeddesiz olarak mu'taletin de okunmuş tur ki, atalehu manasına a'talehu'dan gelir. "Ve kasrin meşid” yüksek yahut kireçle yapılmış nice sarayları halkını helâk ederek boş bırakmışızdır. Bu da "haviyetün alâ uruşiha"nın çatıları durmakla beraber boş kaldığı manasını güçlendirir. Şöyle de denilmiştir: Kuyudan maksat, Hazramut'ta bir dağ eteğindeki bir kuyudur; saraydan maksat da Sâlih kavminden Hanzala bin Safvan’ın kavmine ait bir saraydır. Kavmi onu öldürünce Allah da onları helâk edip sarayı da boş bıraktı. 46Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlarla düşünecekleri kalp leri olsun yahut onlarla dinleyecekleri kulakları olsun. Şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler kör olur. "Yeryüzünde dolaşmadılar mı?” onları yolculuğa teşvik et mektedir, Tâ ki, helâk olanların kırıldıkları yerleri görsünler de ibret alsınlar. Onlar her ne kadar sefer yaptılarsa da bu maksatla yapmadılar. "Ki düşünecekleri kalpleri olsun” elde ettikleri sezgi ve delillerle gerekli olan tevhid inancına ulaşsınlar. " Yahut onlarla dinleyecekleri kulakları olsun” vahiyden ve kalıntılarını gezenlerin hâllerinden dinlenmesi gerekeni dinlesinler. (Şüphe yok ki,) zamir kıssaya gitmektedir ya da kapalıdır, onu ebsar lâfzı tefsir etmektedir. Ta'mâ lâfzında da ona râci zamir vardır, zâhir onun yerine geçirilmiştir (feinne ha elebsaru lâ ta'mâ). "Gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler kör olur” ibret alamaz yani duyularda bir arıza yoktur, ancak akıllar nefsin arkasına düşmek ve taklide dalmakla körelmiştir. Sudur'un zikredilmesi te'kit ve mecaz içindir, bir de şuna dikkat çekmek içindir ki, gerçek körlük bilindiği üzere göze ait değildir. Şöyle denilmiştir: "Kim burada kör olursa âhirette de kördür” (İsra: 72) âyeti inince İbn Mektum: Ya Resûlallah, ben dünyada körüm, âhirette de mi kör olacağım, dedi? Bunun üzerine "Şüphe yok ki, gözler kör olmaz” âyeti indi. 47Senden azâbı acele isterler. Allah va'dinden caymaz. Şüphe siz Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir. "Senden azâbı acele isterler” va'dedilen azâbı, "Allah va'dinden caymaz” çünkü onun verdiği haberde tutarsızlık imkânsızdır. Onlara ne vaat etmişse başlarına gelecektir, ister ki, bir zaman sonra olsun. Ancak o, çok sabırlıdır, acele azâp etmez. "Şüphesiz Rabbinin yanın da bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir” bu da sabrının ve ağır davranışının sonsuzluğunu göstermektedir, öyle ki, uzun süreleri kısa saymıştır ya da azabın sürekliliğini ve gerçekten günlerinin uzun luğunu açıklamaktadır ya da acı günlerinin uzun geleceğindendir. İbn Kesîr, Hamze ve Kisâî ye ile (yeuddun) okumuşlardır. 48Nice zâlim kentlere süre tanıdım, sonra da onları yakaladım. Dönüş yalnız banadır. "Vekeeyyin min karyetin” kem min ehli karyetin demektir, muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh irapta, zamirlerin rucuunda ve hükümlerde onun yerine geçirilmiştir, bu da genelleme ve korkutma içindir. Birincinin (fekeeyyin, âyet 45) fe ile bunun ise vâv ile (ve keeyyin) gelmesi şunun içindir; çünkü birincisi fekeyfe kâne nekir kavlinin cevabıdır; bu ise geçen iki cümle bakımından vaat edilen şeyin mu hakkak onları saracağım ve gecikmesinin Allahü teâlâ'nın âdeti gereği olduğu içindir. "Onlara süre tanıdım” size süre tanıdığım gibi. "Za lim” sizin gibi. "Sonra da onları yakaladım” azapla. "Dönüş yalnız banadır” hepsinin müracaatı hükmümedir. 49De ki: Ey insanlar, ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım. "De ki: Ey insanlar, ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcı yım” uyardığım şeyi size izah ediyorum. Hitap genelken ve (mü'min ve kâfir) iki fırka da zikredilmişken uyarmakla yetinilmesi şundandır; çünkü kelâmın başı ve konusu müşriklere aittir; mü'minlerin ve se vaplarının zikredilmesi ötekilerin öfkesini artırmak içindir. 50Îman edip iyi şeyler yapanlar var ya, onlar için bir bağışlan mâ ve tükenmez bir rızık vardır. "Îman edip iyi şeyler yapanlar var ya, onlar için bağışlanma vardır” onlardan sadır olan şeylere "ve tükenmez rızık vardır” o da cennettir. Kerîm lâfzı her türün üstünlerini toplayan demektir. 51Bizi âyetlerimizde aciz bırakmak için koşanlar var ya, işte onlar da cehennemin yaranlarıdır. "Âyetlerimize koşanlar” red ve iptal ile "bizi aciz bırakmak için” onları kabul eden ve yaşayanlara zorluk çıkarmak için koşanlar demektir, bu da âcezehu fea'cezehu ve acezehu deyiminden gelir ki, biriyle yarışıp geçmektir. Çünkü iki yarışandan her biri ötekisini geri de bırakmak ister. İbn Kesîr ile Ebû Amr mukadder hâl olarak mu çi zine okumuşlardır. "İşte onlar cehennemin yaranlarıdır” tutuşturul muş ateşin. Cehennem bir alt katın adıdır da denilmiştir. 52Senden önce ne bir Resûl ne de bir peygamber (nebi) gön dermedik, ancak bir şey temenni ettiği zaman şeytan onun temen nisinin içine (bir fitne) atar. Allah da şeytanın attığını iptal eder, sonra da Allah âyetlerini sağlamlaştırır. Allah pekiyi bilen, hikmet sâhibidir. "Senden önce ne bir Resûl ne de bir nebi göndermedik” Resûl Allah'ın yeni bir şerîatla insanları ona davet etmesi için gönderdiği el çidir. Nebi ise bunu da içine alır ve geçmiş bir şerîatı yerleştirmek için gönderileni de, Meselâ İsrâîl oğullarının peygamberleri gibi. Onlar Mûsa ile Îsa arasında gelmişlerdir. Onlara selâm olsun. Bunun içindir ki, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem ümmetinin alimlerini onla ra benzetmiştir. Buna göre nebi Resûldan daha geneldir. Şu hadis de bunu gösterir: Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'a nebileri sordular, o da: Yüz yirmi dört bin, dedi. İçlerinde Resûl olanlar kaçtır, dediler? On lar da: Üç yüz on üç, kalabalık bir bölüktür, dedi. Şöyle de denilmiştir: Resûl mu'cizenin yanında kitap da getirendir. Nebi ise Resûldan baş kâdir, kitabı yoktur. Şöyle de denilmiştir: Resûl meleğin kendine vahiy getirdiği kimsedir, nebi ise ona da kendisine rüyada vahiy gelene de denir. "Ancak bir şey temenni ettiği zaman” içinde hoşuna giden bir şey tasarladığı zaman "şeytan onun temennisinin içine atar” o hoşu na giden şeyin içine onu dünya ile meşgul edecek bir şey atar. Nitekim aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Bazen kalbimin üzerine bir sis çöker, günde Allah'a yetmiş defa istiğfar ederim, buyurmuştur. "Allah da şeyta nın attığını iptal eder” siler ve ona meyletmekten koruduğu için onu götürür ve onu izale edecek şeyi gösterir. "Sonra da Allah âyetlerini sağlamlaştırır” sonra âhiret işlerine daldıracak âyetlerini tespit eder. "Allah pekiyi bilendir” insanlarn hâllerini "hikmet sâhibidir” onla ra yaptığı şeylerde. Şöyle denilmiştir: Miskinliğin gitmesi için kendi kendine konuştu, âyet de bunun üzerine indi. Şöyle de denilmiştir: Kavminin îmanına düşkün olduğu için onları Allah'a yaklaştıracak bir şeyin inmesini temenni etti, bunu da sürdürdü, daha meclisten ayrıl madan üzerine "vennecmi” (Necm: l) sûresi indi; onu okumaya başla dı "üçüncüleri olan öteki Menat'ı gördün mü?” (Necm: 20) ayetine gelince şeytan ona vesvese etti, ağzından istemeyerek: Tilkel ğanikul ula ve inne şefaatehünne türteca (bunlar yüksekten uçan kuğulardır, hiç şüphesiz şefaatleri umulur) cümleleri kaçtı; sonunda secde edince ar kasından onlar da secde ettiler. Mecliste secde etmedik ne bir mü'min ne de bir müşrik kalmadı. Sonra Cebrâîl aleyhisselâm onu ikaz etti, o da buna üzüldü; Allahü teâlâ da onu bu ayetle teselli etti. Bu rivâyet araştırmacı âlimler tarafından reddedilmiştir. Faraza doğru olsa bile bu, îmanı sâbit olanı sarsılandan ayırmak içindir. Şöyle denilmiştir: Temenna okumak manasınadır, Meselâ şu beyitte olduğu gibi: Allah'ın kitabını gecenin başında okudu (temenni etti) Dâvûd'un Zebûr'u temeni ettiği- gibi. Onun temennisi de okumasıdır, şeytanın ona attığı şey de bunu yüksek sesle okumasıdır. Öyle ki, duyanlar onu Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in okumasından sanmışlardır. Bu da reddedilmiştir; zira Kur'ân'a güveni sarsar; "Allah şeytanın attığını siler, sonra da ken di âyetlerini sağlamlaştırır” kavli ile de bu tereddüt ortadan kalkmaz, çünkü bunun da o kabilden olma ihtimali vardır. Âyet peygamberlerin yanılmalarının ve bazen vesveseye maruz kalmalarının câiz olduğuna delâlet etmektedir. 53(Allah bunu) şeytanın attığını, kalplerinde hastalık bulu nanlar ve kalpleri katı olanlar için fitne kılması için yapar. Şüphesiz zâlimler gerçekten, uzak / derin bir muhalefettedir. "Şeytanın attığını kılması için” bu da ona (o şeyi atmaya) kar şı şeytana imkân vermesinin gerekçesidir, bu da gösterir ki, atılan şey açık bir durumdur; haklı da haksız da bunu bilir, "kalplerinde hâs talık olanlara fitne kılması için” kalplerinde şüphe ve münâfıklık olanlar için "ve kalpleri katı olanlar için” müşrikler için. "Şüphesiz zâlimler” yani her iki grup, zamirin yerine zahiri koyması zulümlerini tescülemek içindir. "Derin bir muhalefetteler” haktan yahut Resûl ve mü'minlerden uzaktırlar. 54(Bir de) kendilerine kitap verilenler, şüphesiz onun Rabbin den (gelen) hak olduğunu bilsinler de ona îman etsinler ve kalpleri ona yatışsın. Şüphesiz Allah, îman edenleri elbette doğru yola ilete cektir. "Bir de kendilerine kitap verilenler şüphesiz onun Rabbinden gelen bir hak olduğunu bilsinler de” Kur'ân'ın Allah katından inen bir gerçek olduğunu ya da şeytanın bu atma olayına sahip olmasının Allah'tan gelen bir hak olduğunu bilsinler. Çünkü bu, Âdem'den beri Allah'ın insanlar arasında yürüttüğü bir âdetidir "ve ona îman etsinler” Kur'ân'a yahut Allah'a "kalpleri ona yatışsın” itâat etmek ve korkmak lâ. "Şüphesiz Allah, îman edenleri elbette hidâyet edecektir” müşkil meselelerde "doğruyola” o da onları hakka ulaştıracak sağlam bakıştır. 55Kâfirler ise kıyâmet kendilerine ansızın gelinceye kadar ya hut kısır bir günün azâbı kendilerine gelinceye kadar hep ondan bir şüphe içinde kalırlar. "Kâfirler ise hep ondan şüphe içinde kalırlar” Kur'ân'dan ya hut Resûl'den veyahut şeytanın onun temennisine attığı şeyden, ona ne oluyor da onlardan hayırla bahs ettiği hâlde onlardan vazgeçiyor, derler? "Kıyamet geünceye kadar” alametleri veya ölüm gelinceye ka dar "ansızın” hiç beklenmediği bir anda "yahut kısır bir günün azâbı gelinceye kadar” öldürüldükleri savaş günü gelinceye kadar ki, o da Bedir savaşıdır. Ona kısır denilmesi kadınların çocuklarının onda öl dürülmesiyle kısır gibi olmasındandır ya da savaşanların savaşın ço cukları olup da öldürüldükleri zaman savaşın kısır olmasındandır. Güne bu sıfatın verilmesi mecâzîdir ya da onlar için onda hayır olmamasındandır. Rihül akım de bundan gelir ki, yağmur getirmeyen, ağaç aşılamayan rüzgâr demektir. Ya da onda melekler savaştığı için benzeri olmadığı içindir veyahut kıyâmet günüdür, o zaman baştaki kıyâmet günü başkadır, ya da korkutmak için zamir yerine zâhir konulmasındandır. 56O gün mülk Allah'ındır. Onların aralarında hükmeder. Îman edip iyi şeyler yapanlar, naim cennetlerindedir. “O gün mülk, Allah'ındır” tenvîn gayenin gösterdiği cümleye vekâlet etmektedir yani” yevme tezülü miryetühüm” (şüphelerinin ortadan kalktığı gün) demektir. "Aralarında hükmeder” amellerinin karşılığını vermekle. Hüm zamiri mü'minleri de kâfirleri de içine alır, çünkü "îman edip iyi şeyler yapanlar naim cennetlerindedir” ve 57Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlar ise, işte onlar için horlayıcı bir azâp vardır. "Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlar ise, işte onlar için horlayıcı bir azâp vardır” kavli onu açıklamaktadır. İkincinin yani hemen be şıkkın haberine fe'nin gelip de birinciye gelmemesi mü'minlere cennet sevabının verilmesinin Allah'tan bir lütuf olduğuna dikkat çekmek, kâfirlerin azabının da amellerinden kaynaklandığı nı göstermek içindir. Bunun içindir ki, "Onlar için azâp vardır” demiş, onlar azaptalar, dememiştir. 58Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenlere Allah elbette güzel bir rızık verecektir. Şüphesiz Allah, gerçekten o, rızık verenlerin hayırlısıdır. "Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülenler” cihâdta "ya da ölenlere Allah elbette güzel bir rızık verecektir” cennet ve nimet lerini. Neden cihâdta öldürülenle eceliyle ölenler sevapta eşit sayıl mıştır, çünkü maksatları ve esas işleri birdir. Rivâyete göre ashaptan bazıları - Allah onlardan râzı olsun - Ya Resûlallah, şu öldürülenlere Allahü teâlâ'nın ne gibi hayır vereceğini biliyoruz; biz ise seninle be raber cihâd ediyoruz; öldüğümüz takdirde bizim için ne var, dediler? Âyet bunun üzerine indi. "Şüphesiz Allah, gerçekten o, rızık verenle rin en hayırlısıdır” çünkü o hesapsız rızık verir. 59Onları elbette râzı olacakları bir yere girdirecektir. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, pek yumuşaktır. "Onları elbette râzı olacakları bir yere girdirecektir” o da cen nettir, onda sevdikleri şeyler vardır. "Şüphesiz Allah, hakkıyla bilen dir” dünya ve âhiret hâllerini "pek yumuşaktır” cezada acele etmez. 60Durum böyle. Kim cezalandığı şey kadar ceza verir de sonra üzerine saldırılırsa, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Şüphesiz Allah, elbette affedici, çok bağışlayıcıdır. "Zâlike” durum böyledir "kim cezalandığı şey kadar ceza ve rir de” kısasta ileri gitmezse, baştaki karşılığa ceza denilmesi ötekine uyması içindir ya da sebebi olduğu içindir. "Sonra üzerine saldırılır sa” cezaya tekrar dönmekle "Allah ona mutlaka yardım edecektir” her hâl u kârda. "Şüphesiz Allah, elbette affedici, çok bağışlayıcıdır” intikâm alanı, çünkü hep intikâmı düşünmüş ve Allah’ın davet ettiği: "Sabretmek ve bağışlamak azim isteyen işlerdendir” (Şura: 43) kavlin den yüz çevirmiştir. Bunda af ve mağfirete teşvik işâreti vardır, çün kü Allahü teâlâ sonsuz kudretiyle affeder ve bağışlarsa, başkası bunu haydi haydi yapmalıdır. Ve şuna dikkat çekilmiştir ki: Allahü teâlâ ceza vermeye de kâdirdir, çünkü zıddına gücü yetmeyene af sıfatı verilmez. 61Bu böyledir; çünkü Allah geceyi gündüzün içine sokar, gün düzü de gecenin içine içine sokar ve şüphesiz Allah hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. "Bu böyledir” yardım böyledir, "çünkü Allah geceyi gündü zün içine sokar ve gündüzü de gecenin içine sokar". Şu sebepledir ki, Allah bazı işleri bazı işlere gâlip kılmaya kâdirdir, âdeti zıt şeyler arasında dönüşüm yaptırmaktır. Bunlardan biri de gece ile gündüz den her birini diğerinin içine girdirmesidir; Meselâ birindeki eksikliği diğerine artı olarak verir ya da güneşi batırmakla gündüzün aydınlı ğı yerine gecenin karanlığım getirmesi ve doğdurmasıyla da bunun aksini yapması gibi. "Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir” ceza verenin de ceza görenin de dediğini duyar "hakkıyla görendir” yaptıklarına bakar; onları ihmal etmez. 62Bu böyledir; çünkü Allah haklan ta kendisidir ve ondan baş ka ibâdet ettikleri şeyler de batılın ta kendisidir. Şüphesiz Allah, pek yücedir, pek büyüktür. (Bu) Allah'ın kemal-i kudret ve ilimle tavsif edilmesi şundandır "çünkü Allah hakkın ta kendisidir” kendisi sâbit, zâtı va cip ve birdir. Zira varlığı ve birliği kendinden başka bütün var olanların başı olmasını, zâtını ve diğerlerini bilmesini gerektirir ya da Allah'ın uluhiyeti sabittir, buna da ancak gücü yeten ve bilen biri lâyık olur. "Ondan başka ibâdet ettikleri” ilâh dedikleri şeyler; İbn Kesîr, Nâfi', İbn Âmir ve Ebû Bekir müşriklere hitap olarak te ile (ted'une) okumuşlardır. Meçhul kalıbı ile (yud'avne) de okunmuştur ki, vâv mâ'ya râci olur, çünkü onda alihet (ilâhlar) manası vardır "batılın ta kendisidir” haddi zatında madumdur (yoktur) ya da ilahlığı bâtıldır. "Süphesiz Allah pek yücedir” eşyaların üzerindedir "pek büyüktür” ortağı olmaktan. Ondan daha şânı büyük ve ondan daha güçlü biri yoktur. 63Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de yeryüzü onunla yemyeşil oluyor. Şüphesiz Allah, çok latiftir, her şeyden haberdardır. "Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de” istifham takriridir, bunun içindir ki, "fetusbihu” Merfû' olmuş ve enzele'ye atfedilmiştir. Eğer cevap olarak mensûb olsa idi, yerin yeşermediğini gösterirdi. Elem tere enni ci'tüke fetükrimeni (görmedin mi, sana geldim ki, bana ikram edesin, ama etmedin) kavlinde olduğu gibi. Maksat yerin yeşermesidir. Böyle verilerek mâzi siygası kullanılmaması, yağmurun tesirinin zaman zaman görülmesindendir. "Şüphesiz Allah, çok latiftir” ilmi veya lütfü büyük küçük her şeye ulaşır "her şeyden haberdardır” zahiri ve batıni tedbirlerden. 64Göklerdeki ve yerdeki şeyler onundur. Şüphesiz Allah, gerçekten zengindir, övgüye layıktır. "Göklerdeki ve yerdeki şeyler onundur” yaratllışve mülk bakımından "şüphesiz Allah gerçekten zengindir” zâtının hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, "övgüye layıktır” sıfatları ve fiilleriyle övgüyü hak etmiştir. 65Görmedin mi, şüphesiz Allah yerde olan şeyleri ve denizde emri ile akan gemileri size ram etti. Emri ile olması hariç, göğü yerin üzerine düşmekten o tutar. Şüphesiz Allah, elbette çok şefkatli, çok merhametlidir. (Görmedin mi, şüphesiz Allah yerde olan şeyleri size ram etti) sizin için uysal kıldı ve menfaatleriniz için hazırladı "velfülke” bu da inne'nin ismine atıftır, mübteda olarak Merfû' da okunmuştur, (denizde emri ile yüzer) fiilkten hâl’dir yahut haberdir. "Yeri gogün üzerine düşmekten o tutar” düşmesi istenmedigi için, çünkü Allah onu birbirini tutaeak şekilde yaratmıştır, "izni ile olması hariç” ancak dilemesiyle düşer, o da kıyâmet günündedir. Bunda onun kendiliginden durdugu reddedilmiştir, çünkü o da diger eisimler gibidir; onlar gibi egilmeye ve düşmeye yatkındır. "Şüphesiz Allah, elbette insanlara çok şefkatli, çok merharnetlidir” çünkü onlan deli! olarak kullanma sebeplerini vermiş, onlara menfaat kapılarını açmış ve onlardan çeşitli zararlan def etmiştir. 66O ki, sizi diriltti. Sonra sizi öldürür, sonra yine diriltir. Şüphesiz insan gerçekten çok nankördür. "O ki, sizi diriltti” cansız unsurlar ve meniler olduktan sonra "sonra sizi öldürür” eceliniz geldiği zaman, "sonra sizi diriltir” âhirette. "Süphesiz insan gerçekten çok nankördür” Allah'ın görünen nimetlerini inkâr eder. 67Her ümmet için onunla amel edecekleri bir şerîat kıldık. Artık sâkin seninle bu işte çekişmesinler. Rabbine davet et. Şüphesiz sen, gerçekten doğru bir hidâyet üzerindesin. "Her ümmet için” Dîn mensuplan için "bir şerîat kıldık” Allah'a kulluk edeeek ve uygulayaeak bir şerîat verdik "onunla amel ederler” onu tatbik ederler. "Artik seninle sâkin çekişmesin” diğer Dîn mensupları "bu işte” Dîn işinde yahut kurbanlarda, çünkü onların kimisi câhil, kimisi de inattır ya da senin Dîn işin tartışmayı gerektirmeyecek şekilde açıktır. Şöyle de denilmiştir: Maksat Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i onların sözüne iltifat etmekten ve tartışmaya götürecek münazara imkanı vermekten men etmektir. Çünkü tartışmak ancak hakkı bulmak isteyene fayda sağlar. Bunlar ise mücadele adamıdırlar ya da onlarla tartışmaktan mendir, Meselâ: Layudaribenneke zeydün (Zeyd seninle dövüşmesin) sözü gibi. Bu gorüş zayıftır, çünkü bu ancak yenişme fiillerinde câiz olur, yapısı ona müsaittir. Şöyle de denilmiştir: Âyet Huzaa kâfirleri hakkında indi, onlar Müslümanlara: Size ne oluyor da kendi öldürdüğünüz hayvanları yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünü yemiyorsunuz, dediler? Felâ yenziunneke de okunmuştur, o zaman Resûlüllah dininde sebat etmeye teşvik edilmiş olur. Bu da naza'tuhu feneza'tuhu deyiminden gelir ki, onunla tartıştım ve onu mağlup ettim demektir. "Rabbine davet et” birliğine ve ibâdetine. "Şüphesiz sen doğru bir hidâyet üzerindesin” hakka giden emin bir yol üzerindesin. 68Eğer seninle mücadele ederlerse, de ki: Allah yaptıklarınızı daha iyi bilendir. "Eğer seninle mücadele ederlerse” hak belli olmuş.ve delil onları susturmuşken "de ki: Allah yaptıklarınızı daha iyi bilir” bâtıl mücadeleyi ve diğerlerini daha iyi bilir; size ona göre ceza verir. Bu da tatlı sert bir tehdittir. 69Allah ihtilâf ettiğiniz şeylerde kıyâmet gününde aranızda hüküm verecektir. "Allah aranızda hüküm verecek” sizinle kâfirler arasında se vap vererek ve azâp ederek "kıyâmet gününde” dünyada deliller ve âyetlerle hüküm verdiği gibi "ihtilâf ettiğiniz şeylerde” Dîn işlerinde. 70Bilmedin mi ki, şüphesiz Allah gökte ve yerde olanları bilir. Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a çok kolaydır. "Bitmedin mi ki, şüphesiz Allah gökte ve yerde olanları bilir” ona hiçbir şey gizli kalmaz. "Şüphesiz bu, bir kitaptadır” o da Levh-i Mahfûz'dur, daha olay olmadan ona yazılmıştır. Öyleyse onların du rumu seni kaygılandırmasın, biz onu biliyor ve muhafaza altında tu tuyoruz. "Şüphesiz bu,” bunu kuşatmak ve Levh-i Mahfûz'da tesbit etmek yahut aranızda hüküm vermek "Allah'a çok kolaydır” çünkü onun ilmi zâtının gereğidir, bütün bilinenlere eşit olarak ulaşır. 71Onlar Allah'tan başka ona bir delil indirmediği ve o hususta onların bilgisi olmadığı şeylere tapıyorlar. Zâlimler için hiçbir yar dımcı yoktur. "Onlar Allah'tan başka ona bir delil indirmediği şeylere ta pıyorlar” ibâdetinin câiz olduğunu gösteren bir delil "ve o hususta bilgileri olmayan şeylere” aklın zorunlu kabul ettiği veyahut delille ulaştığı bilgileri. "Zâlimler için yoktur” bu gibi zulmü irtikap edenler için "hiçbir yardımcı yoktur” mezheplerini doğrulayacak yahut azâbı kendilerinden uzaklaştıracak bir yardımcı. 72Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk görürsün. Neredeyse onlara âyetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar. De ki: Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Ateş! Allah onu kâfirlere va'detti. Ne kötü dönüş yeridir! "Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman” Kur'ân'dan "açık açık” hak itikatlara ve İlâhî hükümlere açıkça delâlet eden "kâfirlerin yüz lerinde hoşnutsuzluk görürsün” hakkı şiddetle reddetmelerinden ve öfkelerinden taklit ettikleri batılları müdafaa etmek için. Bu da câhil liğin son kertesidir. Bunun içindir ki, kâfirler zamir yerine konulmuş tur. Ya da yüzlerinde yapmak istedikleri kötülüğün işaretini görürsün. "Neredeyse onlara âyetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar” atılacaklar ve onlara şiddet uygulayacaklar. "De ki: Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi?” okuyanlara öfkenizden ve onlara sal dırmanızdan ya da okumaları dolayısıyla sıkılmanızdan daha kötü sünü? "Ateş” yani o da ateştir, sanki bu, o nedir, sorusuna cevaptır. Ennar’ın mübteda olup haberinin de "vaadehallahullezine kefeni” olması da câizdir. İhtisas olarak ennare, şerrin'den bedel olarak cer ile ennari de okunmuştur. O zaman vaadeha cümlesi yeni söz başı olur, tıpkı haber olarak Merfû' okuduğun gibi. Ya da cümle ennar'dan hâl olur. "Ne kötü dönüş yeridir” ateş. 73Ey îman edenler, bir misal getirildi; onu dinleyin: Şüphesiz Allah,'tan başka ibâdet ettikleriniz, asla bir sinek bile yaratamazlar, bunun için toplansalar da. Eğer sinek onlardan bir şey çalarsa, onu ondan kurtaramazlar. İsteyen de zayıf, istenen de. "Ey insanlar, bir misal getirildi” size garip bir durum yahut parlak bir kıssa, demektir. Bunun içindir ki, ona misal demiştir ya da Allah için misal getirildi, yani ibâdeti hak etmesi hususunda "onu dinleyin” misali yahut olayı iyice dinleyin. "Şüphesiz Allah,'tan baş ka ibâdet ettikleriniz” yani putlar Ya'kûb ye ile (yed'une) okumuştur, meçhul kalıbı ile de (yüd'avne) okunmuştur, ilk ikiye göre Mevsûla gi den ait zamiri hazf edilmiştir. "Asla bir sinek bile yaratamazlar” o ka dar küçük olmasına rağmen onu yaratamazlar. Çünkü len edâtı, için deki te'kit nefyi ile birlikte menfi ile menfianh arasındaki tezatı göste rir (bir şeye gücü yetmemek, yetip de yapamamaktan daha tekididir). Zübab zebb'ten gelir ki, o da kovmak ve savmaktır. Çoğulu da ezibbe ve zibban gelir, (bunun için toplansalar da) onu yaratmak için, bu da mukadder cevabiyle birlikte mübalağa için geti rilmiş hâl’dir. Yani toplu hâlde bile yapamazlar, kaldı ki, ayrı ayrı olsa lar. "Eğer sinek onlardan bir şey çalarsa, onu ondan kurtaramazlar". Onları gayet câhil durumuna düşürdü, çünkü bütün mahrukata gücü yeten ve onları tek başına yaratan Allah'a en aciz şeyler olan putları eş koştular. Bunu da şöyle anlattı: Onlar bir araya gelseler bile en küçük ve değersiz bir canlıyı yaratamazlar, hatta bu küçük ve değersiz şeye mukavemet bile edemezler. Onu üzerlerinden kovamazlar, kapıp ka çırdığını geri alamazlar. Şöyle de denilmiştir: Onlar putlarının üzerine koku ve bal sürerlerdi, kapıları da kapatıp giderlerdi. Sinek de delikten girer, onu yerdi. "Talib (isteyen) de zayıf, matlup (istenen) de” puta tapan da mabudu da. Ya da talip sinektir, puttan kaptığı kokuyu ister, put da sinekten kaptığım ister ya da putla sinektir ki, put onun kaptı ğını geri almak ister. Eğer araştırırsan putun sinekten birkaç derece daha zayıf olduğunu görürsün. 74Allah'ı hakkı ile takdir edemediler. Şüphesiz Allah, elbette çok güçlüdür, mutlak gâlibtir. "Allah'ı hakkı ile takdir edemediler” onu hakkı ile bilemediler, onun için ona ortaklar koştular ve onunla hiçbir münasebeti olmayan şeylere onun adım verdiler. "Şüphesiz Allah, elbette çok güçlüdür” mümkün olan bütün şeyleri yaratmaya "mutlak gâlibtir” hiçbir şey nu mağlup edemez. Taptıkları İlâhları da mahrukatın en ufağından acizdir, en horunun baskısı altındadır. 75Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir. "Allah meleklerden elçiler seçer” kendisiyle peygamberler arasında vahiyde aracılık ederler "ve insanlardan". O elçiler diğerle rini hakka davet eder ve kendilerine indirileni onlara tebliğ ederler. Sanki Allah uluhiyetteki birliğini tesbit ettikten ve başkasının ona sı fatlarında ortaklığını reddettikten sonra kullarına şunu açıklamıştır ki, onun elçilik için seçtiği kulları vardır. Onlara icabet etmek ve uymakla kusurdan uzak Allah'a ibâdete ulaşılır. Bu elçilik de diğer varlıklara karşı en yüksek derecedir. Bunu da peygamberliği tesbit etmek ve onların: Biz bunlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar ve melekler Allah'ın kızlarıdır ve buna benzer şeyler söyleyenlerin dediklerini çürütmek için açık lamıştır. "Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir” bütün eşyayı idrak edendir. 76Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir. İşler yalnız Allah'a döndürülür. "Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir” onların gerçeklerini de beklentilerini de bilir. "İşler yalnız Allah'a döndürülür” çünkü onların bizzat sâhibi odur; elçileri seçme vb. gibi yaptıklarından sorulmaz; onlar sorguya çekilirler. 77Ey îman edenler, rüku edin, secde edin ve Rabbinize ibâdet edin. Hayır işleyin ki, muradınıza eresiniz. "Ey îman edenler, rüku edin, secde edin” namazınızda, on lara bu ikisini emretmiştir, zira bunları İslâm'ın ilk yıllarında yapmaz lardı ya da namaz kılın demektir. Namazı bu ikisi ile ifade etmesi, bu ikisinin namazın en büyük rükünleri olmasındandır. Ya da Allah'a baş eğin ve ona secdeye kapanın demektir. "Rabbinize ibâdet edin” diğer vecibelerinizle, "hayır işleyin” yapıp yapmadığınız şeylerde en hayır lısını ve uygununu araştırın, Meselâ nafile taatlar, sıla-i rahim ve güzel ahlâk gibi. "ki, muradınıza eresiniz” yani bütün bunları kur tuluş umudu ile yapın, bunu kesin bilmeyin ve amellerinize güven meyin. Âyet biz Şâfiîlere göre secde ayetidir çünkü onda açık secde emri vardır, bir de Peygamberimiz aleyhis-salâtü ves-selâm: Hac sûresi iki secde ile üstün kılınmıştır; kim o secdeleri yapmazsa onu okumasın, buyurmuştur. 78Allah uğrunda hakkı ile cihâd edin. Sizi o seçti. Dinde üze rinize bir zorluk kılmadı. Atanız İbrâhîm'in dini gibi. Size önceden o Müslümanlar adını verdi. Bunda da Peygamber size şâhit olsun; siz de insanlara şâhit olasınız, diye. Öyleyse namazı dosdoğru kıhn, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin Mevlâ'nızdır. Ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcı! "Allah uğrunda cihâd edin” yani Allah için ve dininin sapık fır kalar gibi açık ve heva ve heves gibi gizli düşmanları için cihâd edin demektir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Tebuk gazasından dönerken: Küçük cihâdtan büyük cihada döndük, buyurmuştur. "Hakkı ile cihâd edin” yani cihaden fıhi hakkan yani sırf onun rızâsı için cihâd eden demektir. Mübalağa için ters çevrilmiş ve hak cihada muzâf kmnmışür, mese lâ hakku alimin (hakkı ile âlim) gibi. Cihadın zamirine muzâf olması mecâzîdir ya da Allah'a mahsus demektir, öyle ki, Allahü teâlâ'nın hatırı için ve sırf onun için yapılmıştır. "Sizi o seçti” sizi dini ve yardım için seçti, bunda cihadı neyin gerektirdiğine ve neyin ona davet ettiğine dikkat çekilmiştir. "Dinde üzerinize bir zorluk kılmadı” yani yerine getirmesi zor olan şeyi teklif etmedi, kavlinde şuna işâret edilmiştir ki, onları dinden men edecek bir şey yoktur. Onu terk etmek için de bir mazeret yoktur ya da bazı zor şeylerde müsaadeye işâret vardır, çün kü aleyhis-salâtü ves-selâm: Size bir şey emrettiğim zaman onu gücünüz yettiği kadar yapın, buyurmuştur. Şöyle de denilmiştir: Ya da sizin için her günahtan bir çıkış yolu kıldı demektir, Meselâ zorluklarda onlara mü saade etmesi onlara tevbe kapısını açması, kendi haklarında kefaret leri ve kul haklarında da tazminat ve diyetleri meşru kılması gibi. (Atanız İbrâhîm'in dini gibi) mâ-kabli nin delâlet ettiği gizli bir fiille mef'ûlu mutlak olarak mensûbtur, muzâf hazf edilmiştir: Vessea dineküm tevsiate milleti ebiküm demektir ya da iğra (ilzemu) ya da ihtisas (a'ni) olarak mensûb olmuştur. İbrâhîm'in onların atası olması Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in atası ol masındandır. O ümmetinin atası gibidir, çünkü ebedî hayatlarının sebebidir ve âhirette işe yarayacak varlıklarının sebebidir ya da Arap ların çoğu onun zürriyetinden olmasındandır, bu sebeple genelleme yapılmıştır. "Size önceden o Müslümanlar adını verdi” Kur'ân'dan önceki kitaplarda "ve bunda da” Kur'ân'da da, zamir Allah'a râcidir, allahu semmaküm okunuşu da bunu gösterir ya da İbrâhîm'e aittir. Kur'ân'da onlara Müslümanlar adını vermesi her nekadar ondan taraf değilse de "zürriyetimizden senin için Müslüman bir ümmet çıkar” (Bakara: 128) kavlinde önceden böyle demesindendir. Fi Hâza'nın takdiri şöyledir denilmiştir: Bunda size Müslümanlar adını vermesi nin açıklaması vardır. (Peygamber olsun) kıya met gününde, lâm semmaküm'e mütealliktir "size şâhit olsun” size tebliğ etmekle, bu da şahitliğinin kabul olunduğunu gösterir, çünkü o masumdur ya da itâat edenin itâatine ve isyan edenin isyanına şâhit olsun. "Siz de insanlara şâhit olasınız” peygamberlerin onlara tebliğ ettiklerine dâir. "Öyleyse namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin” size bu fazilet ve şerefi özel olarak verdiği için çeşitli taatlarla Allahü teâlâ'ya yaklaşın. "Ve Allah’a sardın” bütün işlerinizde ona güvenin, yardım ve desteği ondan başkasından istemeyin. "O, sizin Mevlâ'nızdır” yardımcınızdır ve işlerinizin mütevellisidir. "Ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır” o, çünkü velilik ve yardımda onun gibisi yoktur, daha doğrusu ondan başka gerçek yardımcı yoktur. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle rivâyet edilmiştir: Kim Hac sûresini okursa ona geçmişte ve gelecekte hac ve umre ya panların sayısı kadar hac ve umre sevabı verilir. |
﴾ 0 ﴿