23 / MÜ'MİNÛN SÛRESİMekke'de inmiştir. 118 âyettir (Küfe ekolüne göre). Basra ekolüne göre 119 âyettir. 1Gerçekten mü'minler kurtuluşa erdi. (Gerçekten mü'minler kurtuluşa erdi) arzularına kavuştular. Kad edâtı bekleneni müsbet kılar, nitekim Lemmâ da onu menfi kılar. Kad maziye dahil olduğu zaman sebatını gösterir. Bunun içindir ki, onu hâle yaklaştırır. Mü'minler de Allah'ın lütfünden bunu bekledikleri için onların müjdesiyle başlamıştır. Verş, Nâfi''den rivâyetle hemzenin harekesini dal'a atarak ve onu hazfederek kadefleha okumuştur. Ekelunil berağisü (beni pireler yediler) lügatine veya iphamı tefsir metoduna göre eflehu da okunmuştur. Zammenin vâv'ın yerine geçmesiyle eflehu da okunmuştur, meçhul siygasıyla üfliha da okunmuştur. 2Onlar ki, namazlarında mütevazıdırlar. "Onlar ki, namazlarında mütevazıdırlar” Allah'tan korkarlar, ona karşı zillet gösterirler, gözlerini secde yerlerinden ayırmazlar. Rivâyete göre sallallahü aleyhi ve sellem gözünü göğe dikerek namaz kılardı, bu âyet inince gözünü secde mahalline dikti. Bir adamın da namazda sakalıyla oynadığını görünce: Kalbinde huşu olsa idi, organları da huşu gösterirdi, dedi. 3Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirenlerdir. "Onlar ki, boş şeylerden” malayani söz ve işten "yüz çevirenlerdir", çünkü o kadar meşgullerdir ki, ona vakit bulamazlar. Bu da ellezine lâ yenhevne ifadesinden birkaç yönden daha beliğdir: İsim cümlesi olması, hükmün zamire dayanması, ism-i fâil kullanılması, sılanın (an edatının) takdim edilmesi ve yüz çevirmenin terk yerine kullanılması gibi. Bu da ondan re'sen, doğrudan, sebep, meyil ve bulunma bakı mından uzak olduklarını göstermek içindir. Çünkü i'raz maddesinin aslı başka bir yanda olmaktır. 4Onlar ki, zekâtı yapanlar / verenlerdir. "Vellezine hüm lizzekati failun” da böyledir. Onları namazda huşudan sonra bununla nitelemesi, şunu gösterir ki, onlar bedenî ve malî taatları yerine getirmede, haramlardan ve diğer insanlığa sığma yan şeylerden sakınmada en son noktaya ulaşmışlardır. Zekât da mâ nevi şeye de aynî şeye de denir, burada kast edilen birincisidir. Çünkü yapan kimse olayı yapar, olayın mahalli değildir. Ya da muzâf takdiri ile ikincisidir (edaüz zekât). 5Onlar ki, namuslarını koruyanlardır. Âyetin tefsiri için bak:6 6Ancak zevcelerine yahut sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (olması hariç). Çünkü onlar bundan kınanmazlar. "Onlar ki, namuslarını koruyanlardır” payimal etmezler "ancak zevcelerine yahut sağ ellerinin sahip olduklarına karşı olması hariç” eşlerine ve odalıklarına, alâ edâtı hafizun'a bağlıdır, ihfaz alâ inani feresi (atımın yularını tut) deyiminden gelir. Ya da hâl’dir yani onu bütün hâllerde koruyun ancak evlilik veya odalık durumu hariç. Ya da gayru melumin kavlinin gösterdiği bir fiile bağlıdır. Mâ edatının kullanılması kölelerin akılsızlar sınıfından olmasındandır. Çünkü on ların mal olması yaygındır. "Boş şeylerden yüz çevirirler” genel ifade sinden sonra bunu ayrı olarak zikretmesi, cinsi münasebetin nefse en hoş gelen şeylerden ve en büyüklerinden olmasındandır. "Çünkü onlar bundan kınanmazlar” İnnehümzamiri hafizun'a ya da istisnanın gösterdiği şeye gitmektedir yani eğer onu eşlerine veya odalıklarına harcarlarsa bundan kınanmazlar demektir. 7Artık kim bunun ötesini isterse, işte onlar mütecavizlerin ta kendileridir. "Artık kim bunun ötesini isterse” istisna edilenin ötesini "işte onlar mütecavizlerin ta kendileridir” tam mütecavizlerdir. 8Onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine (verdikleri sözlerine) riayet ederler. "Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlerine” Hak veya halk tarafından kendilerine emanet edilen şeye veyahut söz verdikleri şeye "riayet ederler” onu korumaya ve ıslah etmeye çalışırlar. İbn Kesîr burada ve Meâric sûresinde müfred olarak liemanetihim okumuştur, çünkü karışıklık ihtimali yoktur ya da aslında mastar olduğu için. 9Onlar ki, namazlarına devam ederler. "Onlar ki, namazlarını muhafaza ederler” onlara devam ederler ve vakitlerinde kılarlar. Fiil kalıbının kullanılması namazda yenilenme ve tekrar olduğu içindir, bu sebeple Hamze ile Kisâî'nin dışındakiler cemi olarak (salavatihim) okumuşlardır. Bu da daha önceki sıfatlarım tekrar değildir; çünkü namazda huşu muhafazadan başka bir şeydir. Bu sıfatları namazla başlatıp onunla bitirme önemini göstermek içindir. 10İşte onlar mirasçıların ta kendileridir. "İşte onlar” bu sıfatları kendilerinde toplayanlar "mirasçıların ta kendileridir” bu ismi başkalarının değil de kendilerinin almasına daha layıktırlar. 11Onlar ki, Firdevs'e mirasçı olurlar. Onlar orada ebedî kalıcı lar. "Onlar ki, Firdevs'e mirasçı olurlar. Onlar orada ebedî kalıcı dırlar". Bu da neye mirasçı olduklarını açıklamadır. Mirasçılığın genel olarak verüdikten sonra kayıtlanması onu yüceltmek ve te'kit etmek içindir. O da Firdevs cennetini amelleriyle hak etmeleri için istiare edilmiştir. Her ne kadar hak etme Allah'ın va'di ile ise de mübalağa için böyle denilmiştir. Şöyle de denilmiştir: Onlar kâfirlerin yerlerine mirasçı olmuşlardır, çünkü onlar bu fırsatı kaçırdılar, zira Allahü teâlâ her insan için cennette bir yer ve cehennemde bir yer yaratmıştır. (Onlar orada ebedî kalıcıdırlar) zamirin müennes olması Firdevs'in cennetin veya yüksek bir katının ismi olmasındandır. 12Yemin olsun, gerçekten insanı çamurdan bir hülasadan yarat tık. "Yemin olsun, gerçekten insanı bir hülasadan yarattık” bulanık şeyden süzülen bir özden (çamurdan) bu da mahzûfa mütealliktir, çünkü sülealetin'in sıfatıdır ya da min beyaniyedir yahut sülaletin'in manasına mütealliktir; o zaman min birincisi gibi iptidai ye, insan da Âdem aleyhisselâm olur. Çünkü o, çamurdan süzülen bir ekstre'den yaratılmıştır. Ya da insan cinstir, çünkü onlar çeşitli aşama lardan sonra meniye çevrilen süzme şeylerden yaratılmışlardır. Şöyle de denilmiştir: Çamurdan maksat Âdem'dir, çünkü ondan yaratılmış tır, sülale de menisidir. 13Sonra onu çok sağlam bir karargahta meni kıldık. (Sonra onu kıldık) sümme cealna neslehu demektir ki, muzâf hazf edilmiştir "bir meni” ondan yaratmakla ya da sülaleyi (özü) meni kıldık. Zamirin müzekker olması cevher veya meslul (süzülen) veyahut mâ' (su) te'vili iledir "fî Kararin mekin” sağlam bir karargahta, yani rahimde, mekin aslında karar kılan ceninin sıfatıdır, mahalle sıfat olması mübalağa içindir, nitekim ondan karar diye tabir edilmesi de bu gaye iledir. 14Sonra o meniyi kan pıhtısı yarattık; derken kan pıhtısını bir çiğnem et; derken bir çiğnem eti kemikler yarattık (yaptık). Kemik lere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla inşa ettik. Yara tanların en güzeli Allah çok yücedir! "Sonra o meniyi kan pıhtısı yaptık” beyaz meniyi kırmızı et parçasına çevirdik "derken kan pıhtısını da bir çiğnem et” onu bir çiğnem et parçasına değiştirdik. "Eti kemikler yaptık” onu sertleştirmekle. "Kemiklere de et giydirdik” bir çiğnem etten kalandan ya da gelen şeylerden üzerinde et oluşturduk. Atıf edatlarının sümme, fe gibi değişmesi evrelerin farklılıklarındandır. Kemiklerin çoğul olması da şekil ve sertlikteki farklılık itibarı iledir. İbn Âmir ile Ebû Bekir iki sinde de tekil (azm) okumuşlar, cinsi cemi yerine koymuşlardır. Biri tekil, diğeri çoğul olarak da okunmuştur. "Sonra onu başka bir yaratılışla inşa ettik” o da beden suretidir yahut ruhtur yahut kuvvet ler (fonksiyonlardır) bunları ona üfürmekle inşa ettik yahut hepsidir. Sümme edatının kullanılması iki yaratma arasındaki farklılıktan dola yıdır. Ebû Hanîfe bunu şuna delil getirmiştir: Bir kimse yumurta çalsa da yanında yumurtadan civciv çıksa, yumurtayı tazmin etmesi gerekir, civcivi değil, çünkü o başka bir yaratmadır. "Allah çok yücedir” kudret ve hikmeti büyüktür, "yaratanların en güzeli” elmukaddirine takdiren (takdir edenlerin en güzeli) hâlikiyn delâlet ettiği için takdiren temyizi hazf edilmiştir. 15Şüphesiz siz bunun ardından mutlaka öleceksiniz. "Sonra şüphesiz siz bunun ardından mutlaka öleceksiniz” ça resiz ölüme gideceksiniz, bunun içindir ki, sübuta delâlet eden meyyit sıfat-ı müşebbehesi kullanılmış, ism-i fâil (mait) kullanılmamıştır, O şekilde de okunmuştur. 16Sonra şüphesiz siz kıyâmet gününde diriltileceksiniz. "Sonra şüphesiz siz kıyâmet gününde diriltileceksiniz” hesap görmek ve ceza çekmek için. 17Yemin olsun, gerçekten üstünüzde yedi yol yarattık. Biz mah luktan gâfiller değiliz. "Yemin olsun, gerçekten üstünüzde yedi yol yarattık” gökler yarattık, çünkü onlar ayakkabı teklerinin üst üste konulması gibi konulmuştur. Üstteki de onun gibidir, tekidir. Ya da onlar meleklerin yollarıdır yahut yıldızların yörüngeleri onlardadır. "Biz mahluktan değildik” gök mahlukundan yahut bütün mahluklardan "gâfiller değildik” onları ihmal etmiş değiliz, bilâkis onları zevalden, arızadan ve işlerini idareden gâfiller değiliz, ta onlar için hikmetin gerektirdiği ve irâdenin taalluk ettiği kemal derecesine ulaşıncaya kadar. 18Gökten ölçü ile su indirdik de onu toprağa yerleştirdik. Şüp hesiz biz onu gidermeye gerçekten güç yetirenleriz. "Gökten ölçü ile su indirdik” faydası çok, zararı az bir ölçekle ya da iyiliğinize olduğunu bildiğimiz ölçü ile. "Onu yerleştirdik” sâbit ve kararlı kıldık "toprağa. Şüphesiz biz onu gidermeye” bozarak yok etmeye yahut buharlaştırmaya veyahut çıkarması zor olacak şekilde yerin içinde derinleştirmeye "gerçekten güç yetirenleriz” onu indir meye gücümüz yettiği gibi. Zehabin'in nekire olmasında onu giderme yollarının çok olduğuna îma ve onunla tehditte mübalağa vardır. Bu nûn içindir ki, bu, Allahü teâlâ'mn: "De ki: Söyleyin bakalım, sabahleyin suyunuz yerin derinliklerine çekilse size akarsuyu kim getirir?” (Mülk: 30) kavlinden daha beliğ düşmüştür. 19Onunla size hurmalıklardan ve bağlardan bahçeler yetiştir dik. Onlarda sizin için birçok meyveler vardır ve onlardan yersiniz de. "Onunla size yetiştirdik” su ile "hurmalıklardan ve bağlar dan bahçeler. Onlarda sizin için vardır” bahçelerde "birçok meyve ler” onlardan zevk alırsınız. "Onlardan” bahçelerin meyvelerinden ve ekinlerden "yersiniz” gıda alır ya da rızkınızı teminle geçiminizi elde edersiniz. Meselâ: Filanca kimse mesleğinden yer denilir ki, ondan geçinir manasınadır. (Minha, fiha) zamirlerinin hurmalıklara ve bağ lara gitmesi de câizdir yani onlarda sizin için çeşitli meyveler var de mektir, Meselâ taze hurma, yaş üzüm, kuru hurma, kuru üzüm, şıra, pekmez ve birçok yiyeceğiniz şeyler gibi. 20Ve Tûr-i Sina'da çıkan; yağ ile ve yiyenler için bir katıkla biten ağaç yetiştirdik. (Bir ağaç) bu da cennatin'e atıftır, mübteda ola rak ref ile de okunmuştur ki: Ve mimma enşe'na leküm bihi şeceretün demektir. "Tûr-i Sina'dan çıkar” Mûsa aleyhisselâm'ın dağıdır, Mısır ile Eyle arasındadır yahut Filistin'dedir. Ona Turısiniyn de denilir. Tûr'un dağ, Sina'nın da bölgenin ismi olup ona nispet edilmesi de câizdir ya da o ikisinden oluşmuş bileşik özel isimdir, Meselâ İmruulkays gibi. Gayri munsarif olması da tarif ve tenisinden gelmektedir ya da müennesliği buk'a (arsa) te'vili iledir, eliften dolayı değildir. Çünkü o fey'al veznindedir, deymas gibi, med ile Siynâ'dan gelir, o da yüce manası nadır ya da kasr iledir ki, ışık demektir yahut fâ'lal'a mülhaktır, albâ' gibi. Siyn'den gelir, çünkü tenis elifi ile fî'lâ' yoktur. Kûfelilerin, Şamlıların ve Ya'kûb'un okuyuşlarına göre Seynâ' ise öyle değildir, çünkü o feyâl veznindedir, tıpkı keysân gibi yahut fâ'lâ veznindedir sahra' gibi, fe'îâl vezninde değildir, çünkü dillerinde o kalıp yoktur. Kesr ve kasr ile siyna da okunmuştur. (Yağ ile biter) tenbütü mültebisen biddühni (yağlı biter) demektir. Be'nin sıla ve tadiye için olması da (yağı bitirir) câizdir Meselâ zehebtü bizeydin (Zeyd'i götürdüm) gibi. İbn Kesîr, Ebû Amr da bir rivâyette tünbitü okumuşlardır, bu da ya enbete'dendir ki, nebete manasınadır, Meselâ Şâir Züheyr'in şu beyitinde olduğu gibi. İhtiyaç sahiplerini onların evlerinin yanında mesken tuttuklarını gördüm Ta yeşillikler çıkıncaya (bahar gelinceye kadar). Ya da tünbitü zeytuneha mültebisen biddühni (zeytinini yağlı bi tirir) takdiri iledir. Meçhul kalıbı ile (tünbetü) de okunmuştur o da birincisi gibidir. Tüsmirü biddühni ve tahrucu biddühni ve tuhricüd dühne ve tenbütü biddihani şekillerinde de okunmuştur. (Yiyenler için bir katık ile) bu da dühn lâfzına atıftır, onun irabım alır, iki sıfattan biri diğerine atfedilmiş gibi olur yani öyle bir şey çıkarır ki, yağ olarak cilde sürülür, kandilde yakılır ve ekmeğe katık da yapılır yani yağına ekmek batırılır demektir. Sıbâğ da okunmuştur, tıpkı dibğ ve dibağ gibi. 21Şüphesiz sizin için hayvanlarda gerçekten bir ibret vardır. Size karınlarında olan şeyden içiriyoruz. Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır ve onlardan yersiniz de. "Şüphesiz sizin için hayvanlarda gerçekten bir ibret vardır” hâllerinden ibret alır ve ondan bir sonuca varırsınız. "Size karınlarında olan şeyden içiriyoruz” sütlerinden yahut yemlerinden, çünkü süt de ondan oluşur; min ya bazı manasınadır ya da iptida içindir. Nâfi', İbn Âmir, Ebû Bekir ve Ya'kûb nûn'un fethi ile neskıküm okumuşlardır. "Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır” sırtlarında, yünlerinde ve kıllarında "ve onlardan yersiniz de” etlerinden yararlanırsınız da. 22Onların üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız. "Onların üzerinde” hayvanların üzerinde demektir, çünkü on lardan bazısına binilir Meselâ deve ve sığır gibi. Bundan maksat de vedir de denilmiştir, çünkü Araplara göre binilen odur, gemiye uygun düşen de odur, çünkü onlar da karanın gemileridir. Şâir Zürrümme şöyle demiştir: Karanın gemisidir kiyuları yanağımın altındadır. O zaman ondaki zamir "ve buuletühünne ehakku bireddihinne” (Bakara: 228) (kocaları onları geri almaya daha haklıdır) kavlindeki zamir gibidir ki, bazısına râci demektir. "Ve gemilerin üzerinde taşı nırsınız” karada ve denizde. 23Yemin olsun, gerçekten Nûh'u kavmine gönderdik: "Ey kav mim, Allah'a ibâdet edin. Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur. Korkmuyor musunuz, dedi? "Yemin olsun, gerçekten Nûh'u kavmine gönderdik: Ey kavmim, Allah'a ibâdet edin, dedi” kıssalar sonuna kadar insanların kendile ri için hazırlanmış nimetlere nankörlüklerini ve onların zevalinden dolayı başlarına gelen musibetleri anlatmaktadır. "Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur” ibâdet emrinin gerekçesi olmak üzere yeni söz başıdır. Kisâî gayr lâfzını sıfat olarak cer ile (ğayrihi) okumuştur. "Korkmuyor musunuz?” nimetinizi izale etmesinden, onu bırakıp başkasına ibâdet etmek ve üzerinizdeki sayısız nimetlerini inkâr et mekle size azâp edip sizi helâk etmesinden çekinmiyor musunuz? 24Kavminin kâfirlerinden ileri gelenler: Bu da ancak sizin gibi bir insandır; size karşı üstün olmak istiyor. Eğer Allah dileseydi, elbette melekler indirirdi. Biz bunu önceki atalarımızda işitmedik, dediler. "İleri gelenler dedi” eşraflar "kavminden kâfir olanlar” avam tabakasına "bu da ancak sizin gibi bir insandır; size karşı üstün ol mak istiyor” size karşı üstünlük ve efendilik talep ediyor. "Eğer Allah dileseydi” bir peygamber göndermek "elbette melekler indirirdi” elçiler olarak. "Biz bunu önceki atalarımızda işitmedik” Nûh aleyhisselâm'ı kast ediyorlar yani onun peygamber olduğunu duymadık ya da onları Allah'a ibâdet edip başkasına ibâdet etmeme davetini yahut peygam berlik iddiasını kast ediyorlar. Bu da ya aşırı inatlarındandır ya da aradan uzun zaman geçmesindendir. 25O, ancak kendisinde delilik olan bir adamdır. Onu bir zama na kadar gözetim altında tutun. "O, ancak kendisinde delilik olan bir adamdır” cinnet olan, bu sebeple de bunları söylüyor, "onu gözetim altına alın” ona katlanın ve bekleyin "bir zamana kadar” belki aklı başına gelir. 26Nûh dedi: Rabbim, beni yalanlamalarından dolayı bana yar dım et. "Nûh dedi” îmanlarından ümidini kesince "Rabbim, bana yardım et” onları helâk etmek ya da va'dettiğin azâbı yerine getirmekle "beni yalanlamalarından dolayı” beni yalanlamalarına karşılık ve o sebeple. 27Biz de ona: Gemiyi gözümün önünde yap. Emrimiz gelip de fırın kaynadığı zaman ona her çiftten ikiyi ve aileni de girdir; ancak onlardan hakkında söz geçen hariç. Zâlimler hakkında bana hitap etme. Şüphesiz onlar boğulmuşlardır. "Biz de ona: Gemiyi gözümüzün önünde yap, diye vahyet tik” hıfzımızla, onda hata yapmandan veya bir yaramazın ona zarar vermesinden koruyacağız "vahyimizle” nasıl yapacağına dâir emir ve talim atımızla. "Emrimiz geldiği zaman” binme yahut azabın inmesi ne dâir "ve fırın kaynadığı zaman” rivâyete göre Nûh'a: Fırından su kaynadığı zaman yanındakilerle beraber gemiye bin, denildi. Ondan su kaynayınca karısı haber verdi, o da gemiye bindi. Onun yeri Kûfe mescidinde girene göre sağ tarafta Kinde kapısı yanındadır. Şâm'da Aynverde denilen yerde olduğu da söylenmiştir. Daha başka görüşler de vardır ki, onları Hûd sûresinde anlattım. (Ona girdir) seleke fihi ve seleke ğayrahu şeklinde lâzım ve müteaddi olarak kullanılır. Allahü teâlâ: (Sizi Sakar'a ne soktu)? (Müddessir: 412) buyurmuştur. "Min külli zevceynisneyni” erkek ve dişi her topluluğundan iki tane . Hafs tenvinle okumuştur ki, her neviden iki tane demektir, isneyn de tekittir. "Ve ehleke” ehl-i beytinden ya da sana îman edenlerden (ancak onlardan hakkında söz geçen hariç) küfründen dolayı helâkine dâir Allah'tan söz geçen hariç demektir. Alâ edatının getiril mesi, geçen sözün zararlı olmasındandır, nitekim yararlı olanda da lâm getirilmiştir, Meselâ "innellezine sebekat lehüm minne’l-Hüsna” (Enbiya: 101) gibi. "Zâlimler hakkında bana hitap etme” kurtulmala rına dâir dua etmekle. "Şüphesiz onlar boğulmuşlardır” şirk koşmak ve isyan etmekle zâlim olduklarından. Böyle olana da şefaat edilmez. Nasıl edilir ki, helâk olmalarıyla onlardan kurtulduğu için hamd etme sini buyurmuş ve: 28Sen, yanındakilerle beraber gemiye kurulduğun zaman: Bizi zâlimler kavminden kurtaran Allah'a hamdolsun, de. "Sen yanındakilerle beraber gemiye kurulduğun zaman: Bizi zâlimler kavminden kurtaran Allah'a hamd olsun, de” buyurmuştur. Bir âyet de şöyledir: "Zâlim kavmin kökü kesildi, alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun” (En'âm: 45). 29Rabbim, beni inecek mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın. "De ki: Rabbim beni indir” gemide yahut yerde (mübarek bir yere) iki dünyada daha çok hayra sebebiyet verecek yere, bu da Ebû Bekir kırâatına göredir. Münzelen de okun muştur ki, indirmek yahut indirme yeri demektir. "Sen indirenlerin en hayırlısısın” duasına uygun bir övgüdür. Duasına bunu katmasını emretmiştir, çünkü bunda mübalağa ve icabete de vesile vardır. Gemidekilerle dediği hâlde burada tekil kullanılması faziletini göstermek içindir ve şunu da bildirmek içindir ki, duası onlarınkinin de yerine geçer. Çünkü onları da kuşatır. 30Şüphesiz bunda ibretler vardır. Gerçekten biz, elbette imti hana çekenleriz. "Şüphesiz bunda vardır” Nûh'a ve kavmine yapılanda "ib retler” basiret sahiplerinin ve ibret alanların sonuç çıkaracağı (gerçekten biz elbette imtihana çekenleriz) Nûh kavmine büyük belâ getirenleriz ya da kullarımızı bu âyetlerle deneyenleriz. Bu in, inne'den tahfif edilmiştir, lâm da fârikadır. 31Sonra onların ardından başka nesiller meydana getirdik. "Sonra onların ardından başka nesiller meydana getirdik” onlar da Âd yahut Semûd kavmidir. 32Onlara da içlerinden: "Allah'a ibâdet edin. Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur. Korkmuyor musunuz?” diyen bir peygamber gönderdik. "Onlara da içlerinden bir peygamber gönderdik” o da Hûd yahut Sâlih'tir. Onların içlerine peygamber gönderdik demesi, onlara başka yerden gelmediğini ve ona ancak aralarında iken vahiy geldiğini göstermek içindir. "Allah'a ibâdet edin. Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur” diyen, bu da gönderdik lâfzını tefsir et mektedir yani onlara peygamberlerinin dili ile "Allah'a ibâdet edin” dedik, "korkmuyor musunuz?” Allah'ın azabından. 33Kavminden kâfir olup da âhireti yalanlayan ve kendilerini dünya hayatında refaha kavuşturduğumuz ileri gelenler: "Bu da an cak sizin gibi bir insandır; sizin yediklerinizden yiyor ve sizin içtik lerinizden içiyor” dediler. (Kavminden kâfir olup da ileri gelenler dedi) bel ki, de vâv ile başlaması elçilerine hemen cevap vermediklerindendir, Nûh kavmi ise öyle değildir. Nerede yeni söze başlanmışsa o, soru takdirine göredir ve vâv iledir (fe) ile değildir. "Âhireti yalanlayanlar” ondaki sevap ve azâbı yalanlayanlar yahut yeniden dirilerek ikin ci hayata dönmeyi yalanlayanlar "ve etrefnahüm” nimet verdiğimiz "dünya hayatında” mal ve evlât çokluğu ile "bu da ancak sizin gibi bir insandır” sıfat ve hâl bakımından "sizin yediklerinizden yiyor ve içtiklerinizden içiyor". Bu da ona denk olduklarım ifade etmektedir. (Mîmma'daki) mâ edâtı haberiyedir (mevsûledir) ikinci mâ'ya ait za mir mensûbtur, o da mahzûftur ya da harf-i cer ile beraber hazf edil miştir, çünkü mâ-kabli ona delâlet etmektedir. 34Yemin olsun, eğer sizin gibi bir insana boyun eğerseniz, şüphe siz o takdirde mutlaka ziyan edenlersiniz. "Yemin olsun, eğer sizin gibi bir insana boyun eğerseniz” em rettiği şeylerde "şüphesiz siz o takdirde mutlaka ziyan edenlersiniz” kendinizi hor etmekle. İza edâtı şart içindir ve kavminden kendisiyle konuşanlara cevaptır. 35Sîze: Şüphesiz öldüğünüz, toprak ve kemikler olduğunuz za man, muhakkak sizler çıkarılacaksınız, diye mi vaat ediyor? "Size: Şüphesiz öldüğünüz, toprak ve kemikler olduğunuz zaman mı vaat ediyor?” etlerden ve sinirlerden soyulmuş kemikler olduğunuz zaman (çıkarılacağınızı) mezar lardan ya da yok olduktan sonra varlığa çıkacağınızı. İkinci enneküm birincinin tekididir, çünkü haberiyle arası çok açılmıştır ya da enne küm muhracun cümlesi mübteda’dır, haberi de mukaddem zarftır ya da şartın cevabı için takdir edilen fiilin fâ'ilidir, cümle birincinin habe ridir yani şöyledir: Enneküm lemuhracune izâ mittüm ya da enneküm izâ mittüm vakaa ihracukum. Birincinin haberinin mahzûf olması da câizdir, çünkü ikincinin haberi ona delâlet etmektedir, zarfın ondan haber olması ise câiz değildir, çünkü innenin ismi henüz cüssedir (kadavradır. Bunlar yakışıksız izahlardır. Konevi haşiyesi, cilt 5, sahife, 16, Mütercim). 36Vaat olunduğunuz o şey ne uzak! "Vaat olunduğunuz o şey ne uzak ne uzak!” tasdik yahut sıh hati uzaktır. "Lima tuadun"daki lâm beyaniyedir, tıpkı "heyte lek” (Yûsuf: 23) âyetinde olduğu gibi. Sanki onlar bu uzaklık ünlemini ses lenince onlara: Bu uzak olan nedir, denildi. Onlar da: Size vaat olu nan şey, dediler. Heyhat’ın uzaklık manasına olduğu da söylenmiş tir. O mübteda’dır, haberi de lima tuadun'dur. Nekire kılmak için feth ile (heyhaten), zam ile tenvinli olarak da okunmuştur ki, heyhete'nin cem’i olur, kablu’ya benzetilerek tenvinsiz de okunmuştur, tenvinli ve tenvinsiz olarak kesr ile (heyhati) de okunmuştur. Vakf edilerek ve te he'ye çevrilerek sükûn ile (heyhah) da okunmuştur. 37O, dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz, diriliriz. Biz yeniden dirilmişler değiliz. (O, dünya hayatımızdan başkası değildir) aslı inilhayatü illâ hayatüned dünya'dır, zamir birinci hayatın yerine konulmuştur, çünkü ikincisi ona delâlet etmektedir. Aynı zamanda tekrardan kaçınmak istenilmiştir ve şu da bildirilmek istenmiştir ki, belli olduğu için açıklamaya gerek kalmamıştır. Şu mısrada olduğu gibi: Hiyen neffsü mâ hamelteha tetehammelü (O nefistir, neyüklersen kaldırır). Âyetin manası da şöyledir: Bu hayattan başkası yoktur, çünkü in nâfiyedir, hiye'nin üzerine dahil olmuştur, o da cinsi gösteren hayat manasındadır. O zaman cinsi nefy eden lâ gibi olmuştur, "ölürüz ve diriliriz” kimimiz ölürüz, kimimiz diriliriz. "Bizler diriltilecek değiliz” ölümden sonra. 38O, ancak Allah'a karşı yalan uyduran bir adamdır. Biz ona îman edenler değiliz. "O değildir” ancak Allah'a karşı yalan uyduran bir adamdır” peygamber olarak gönderildiği ve bize vaat ettikleri hususunda. "Biz ona îman edenler değiliz” onu tasdik edecek değiliz. 39Dedi: Rabbim, beni yalanladıkları o şey sebebiyle bana yar dım et. "Dedi: Rabbim, bana yardım et” onlara karşı, intikâmımı onlardan al, "beni yalanladıkları o şey sebebiyle” bana inanmadıkları için. 40Rabbi dedi: Az bir zaman sonra mutlaka pişman olacaklar. "(Rabbi) dedi: Az bir zaman sonra” “mâ” azlık mânasını te'kit için zâit kılınmıştır ya da nekire-i mevsûfedir. "Mutlaka pişman olacaklar” yalanladıkları için, azâbı gördükleri zaman. 41Derken onları o ses hak ile yakaladı. Biz de onları bir selinti kıldık. Zâlimler kavmi için artık uzaklık. "Derken onları o ses tuttu” Cebrâîl onlara korkunç bir nara attı, kalpleri parçalanıp öldüler. Bundan onların Sâlih aleyhisselâm'ın kavmi oldukları anlaşılmıştır. "Hak ile” sâbit ve durdurulmayacak bir şekilde ya da Allah'ın adaletiyle, bu da fülanün yakdi bilhakki (filanca adaletle hükmeder) kavlinden gelir ya da doğru vaat ile. "Biz de onla rı bir selinti kıldık” onların helâki selintiye benzetilmiştir, oda selin taşıdığı çer çöptür. Arapların helâk olan için: Sale bihil vadi (onu dere götürdü) sözleri gibi. "Zâlimler kavmi için artık uzaklık!” habere de duaya da ihtimali vardır. Bu'den beude'nin mastarıdır ki, helâk olmak tır. Bu, fiili açık kullanılmayan mastarlardandır. Lâm da uzak olması için beddua edileni beyan etmek içindir. Hüm zamiri yerine zâhir is min kullanılması bunun illetini bildirmek içindir. 42Sonra onların ardından başka başka nesiller meydana ge tirdik. "Sonra onların ardından başka başka nesiller meydana getirdik” onlar da Sâlih, Lût, Şuayb kavimleri ve diğerleridir. 43Hiçbir ümmet ecelini geçemez de geri kalamaz da. "Hiçbir ümmet ecelini geçemez” helâki için belirlenen vakti geçemez, min edâtı genelleme içindir, "geriletemez de” ecelini. 44Sonra peygamberlerimizi arka arkaya gönderdik. Bir ümmete ne zaman peygamber geldiyse, onu yalanladılar. Biz de bazılarını bazılarının arkasına düşürdük ve onları hikayeler / masallar kıldık. Îman etme yen kavim için artık uzaklık (uzak olsunlar)! (Sonra peygamberlerimizi arka arkaya gönderdik) teker teker, tetra vetr'den gelir, o da tek demektir. Te vâv'dan bedeldir, Meselâ tevlic ve teykur gibi. Sonundaki elif de tenis içindir, çünkü peygamberler cemâattir. Ebû Amr ile İbn Kesîr tenvinle (tetren) okumuşlardır ki, mastar olur ve mütevatir manasınadır, hâl düşmüştür. Hamze, İbn Âmir ve Kisâî imâle ile (tetrey) okumuşlardır. "Bir ümmete ne zaman peygamberi gelse” peygamberin, gönderilirken gönderene, geldiği zaman da gönderilenlere nispet edilmesi, işin başı olan göndermenin ondan (Allah'tan) olup gelmenin ise onlarda bitmesindendir. "Biz de bazılarını bazılarının arkasına düşürdük” helâk etmede "ve onları masallar kıldık” onlardan ancak geceleri anlatılan hikâye ler kaldı. Ehadîs hadîs'in ism-i cem'idir ya da uhduse'nin cem'idir, o da eğlenmek için anlatılan şeydir. "Îman etmeyen kavim için artık uzaklık” (uzak olsunlar)! 45Sonra Mûsa ile Hârûn'u âyetlerimizle ve apaçık delille gön derdik. "Sonra Mûsa ile Hârûn'u âyetlerimizle gönderdik” dokuz mu'cize ile "ve apaçık delille” hasmı susturan kesin delille. Bundan asa'yı anlamak da câizdir, çünkü o, mu'cizelerin ilki ve anasıdır. Birçok mu'cizelerle ilişkilidir: Yılana dönmesi, sihirbazların uydurduklarını yutması, denizin yarılması, onunla vurmakla pınarlardan ve taştan suyun fışkırması, bekçilik etmesi. Yeşil ağaca, ipe ve kovaya çevrilmesi gibi. "Açık delilden” mu'cizeleri ve âyetlerden de delilleri anlamak da ikisinden de mu'cizeleri anlamak da câizdir. Çünkü onlar peygamber liğin âyetleridir ve Peygamber'in iddiasını doğrulayan delildir. 46Fir'avn'e ve ileri gelenlerine. Onlar da büyüklük tasladılar ve mütekebbir bir kavim oldular. "Fir'avn'e ve ileri gelenlerine, onlar da büyüklük tasladılar” îman edip tâbi olmaktan "ve mütekebbir bir kavim oldular” kibirli. 47Bizim gibi iki insana mı îman edeceğiz? Halbuki kavimleri bize kulluk ediyorlar, dediler? "Bizim gibi iki insana mı îman edeceğiz, dediler?” “beşereyni” şeklin de tesniye kalıbını kullanması, onun teke de denilmesindendir Meselâ "beşeren seviyya” (Meryem: 17) âyetinde olduğu gibi, çoğa da denilir Meselâ "feimma tereyinne minel beşeri ahaden” (Meryem: 26) gibi. Misi lâfzını tesniye yapmaması ise onun mastar hükmünde olmasındandır. Görüldüğü gibi bu kıssalar sonunda şunu göstermektedir: Peygamberliği inkâr edenlerin en derin şüpheleri peygamberlerin halle rini kendi hâllerine kıyas etmeleridir, çünkü gerçekte (insanlıkta) kendilerini onlara eş görüyorlar. Bunun bozuk olduğu da aklını az buçuk çalıştıran için açıktır. Çünkü insan nefisleri her ne kadar güç ve idraklerde ortak ise de bu ikisindeki nitelikte farklıdırlar. Nitekim eksik olarak öyle aptallar görürsün ki, tefekkür onlara bir getiri sağlamaz. Öyle ileri zekâlı insanlar da vardır ki, birçok şeylerde ve genel hâllerde düşünmeye ve öğrenmeye ihtiyaç duymazlar. Başkalarının idrak et mediklerini idrak eder, onların ilimlerinin varamayacağı şeyi bilirler. Allahü teâlâ da buna: "De ki: Ben de sizin gibi bir insanım, ancak bana İlâhınızın bir tek ilâh olduğu vahiy olunuyor” (Kehf: 110) âyeti ile işaret etmiştir. "Halbuki kavimleri” İsrâîl oğullarını kast ediyor. "bize kulluk ediyorlar” köleler gibi itâat ve hizmet ediyorlar. 48O ikisini yalanladılar; o sebeple helâk edilenlerden oldular. "O ikisini yalanladılar; o sebeple de helâk edilenlerden oldular” Kulzüm denizinde (Kızıl denizde) boğulmakla. Yemin olsun, doğru yolu bulurlar diye, Mûsa'ya o kitabı verdik. "Yemin olsun, Mûsa'ya o Kitabı verdik ki,” Tevrat'ı, (onlar) İsrâîl oğulları, zamirin Fir'avn'e ve kavmine gitmesi câiz değildir, çünkü Tevrat onlar boğulduktan sonra indirilmiştir. "doğru yolu bulsunlar.” marifetlere ve hükümlere kavuşsunlar diye. 50Meryem oğlunu ve anasını bir ibret kıldık ve o ikisini düz ve akarsuya sahip bir tepeye barındırdık / yerleştirdik. "Meryem oğlunu ve anasını bir ibret kıldık” çünkü Meryem onu kendisine dokunulmadan doğurdu, ibret tektir, ikisine nispet edilmiştir ya da Meryem oğlu ibrettir, çünkü beşikte iken konuştu ve ondan başka mu'cizeler de görüldü. Annesi de ibrettir, çünkü erkek eli dokunmadan doğurdu. Bu durumda birinci âyet (ibret) hazfedilmiştir, çünkü ikincisi ona delâlet etmektedir. "Ve o ikisini düz bir yere barındırdık” Beytülmukaddes toprağına, çünkü orası yüksek tir ya da Şâm'dır yahut Filistin'de Remle'dir veyahut Mısır'dır. Çünkü onun köyleri yüksek tepeler üzerine kurulmuştur. İbn Âmir ile Âsım ra'nın fethi ile (rebve) okumuşlardır. Zam ve kesr ile (rübve ve ribve) de okunmuştur. "Zati kararin” oturaklı düz bir yere. Meyveli ve ekinli de denilmiştir. Çünkü öyle olursa halkı oradan ayrılmaz. "Akarsuya sahip” yüzeyde akan suya demektir, maiyn faiyl veznindedir, maanel mau deyiminden gelir ki, su akmaktır. Aslı bir şeyden uzaklaşmaktır ya da maun'dan gelir ki, o da menfaattir, çünkü su çok faydalıdır ya da ânehu deyiminden mef'ûldur ki, gözü ile takip yetişmektir, çünkü su, açıkta olduğu için gözle görülür. Suyun böyle nitelenmesi orasının eğlence sebeplerini bulundurmasından ve mekânın güzelliğindendir. 51Ey Peygamberler, temiz şeylerden yiyin ve iyi şeyler yapın. Şüphesiz ben yaptıklarınızı çok iyi bilirim. "Ey peygamberler, temiz şeylerden yiyin” bütün peygamber lere sesleniş ve hitaptır; hepsine birden hitap edilmiş değildir. Çünkü onlar değişik zamanlara gönderilmişlerdir. Aksine her birine kendi zamanında böyle hitap edilmiştir. Bunun içine Îsa aleyhisselâm ön celikle girer. Yeni söz başı olması şuna dikkat çekmek içindir ki, nimet sebeplerinin hazırlanması yalnız ona mahsus değildir. Temiz şeylerin peygamberlere mubah olması eski bir kanunudur ve bu söz, ruhban lığını temiz şeyleri reddetmesine karşı bir delilidir ya da Îsa ile annesi o yüksek tepeye yerleştirildikleri vakit geçen şeyi hikâye etmektedir ki, o ikisi de rızıkları yemede peygamberlere uysunlar. Şöyle de denil miştir: Sesleniş ona (Îsa'yadır) cemi sıygası ise onu büyütmek içindir. Tayyibat da zevk alman mubah şeylerdir. Şöyle de denilmiştir: Temiz şeyler; helâl, saf ve kıvam olandır. Helâl içinde Allah'a isyan bulun mayan, saf Allah'ı unutturmayan, kıvam da nefsi tutan ve aklı koru yandır. "İyi şeyler yapın” çünkü sizden asıl istenen budur ve Rabbiniz katında faydalı olan da budur. "Şüphesiz ben yaptıklarınızı çok iyi bilirim". Size karşılığını veririm. 52Gerçekten bu, sizin bir tekümmetinizdir. Ben de Rabb'inizim. Benden korkun, (Bunun için) velienne hazihi demektir, lâm da fettekuni'ye mütealliktir ya da va'lemu enne hazihi demektir. Şöy le de denilmiştir: Bu, tamelun'a ma’tûftur. İbn Âmir şeddesiz olarak in okumuştur. Kûfeliler ise yeni söz başı olarak inne okumuşlardır, "(gerçekten bu) sizin bir tek ümmetinizdir” yani itikatta ve şerîatın esaslarında birdir ya da cemâatiniz birdir, îmanda ve ibâdet birliğin de müttefiktir. Ümmeten hâl olarak mensûbtur. "Ben de Rabbinizim, benden korkun” birliği bozmada ve emre muhalefette. 53İşlerini aralarında fırkalara ayrılarak parçaladılar. Her fırka kendi yanlarındaki ile sevinmektedir. "İşlerini aralarında parçaladılar” Dîn işlerini param parça et tiler, onu farklı dinlere ayırdılar ya da ayrıldılar, partilere bölündüler. Emrehüm harf-i çerin hazfi ile mensûbtur (fî emri dinihim demektir) ya da temyizdir. Zamir de ümmetin gösterdiği idarecilere ya da ümme te aittir. (Fırkalara ayrılarak) zebur'un çoğuludur, o da fır ka manasınadır, be'nin fethi ile (zeberen) okunuşu da bunu destekler. Çünkü o zebre'nin çoğuludur o da emrehüm'den yahut takattau'nûn vâv'ından hâl’dir yahut takattau'nûn ikinci mef'ûlüdür, çünkü o caale manasını içermektedir. (Zübüren) kütüben manasınadır da denilmiş tir, o da zebertül kitabe'den gelir, ikinci mef'ûl olur ya da emrehüm'den hâl’dir. Buda misle kütübin takdirindedir (her fırka bir kitap edindi demektir). Be'nin tahfifi ile (zübren) de okunmuştur, rüsül'deki rüsl gibi. "Her fırka” partilerden "yanlarındaki şey ile” Dîn ile "sevinmektedir” kendilerini beğenmekte ve haklı olduklarını sanmaktadır. 54Onları bir süreye kadar dalgınlıkları içinde bırak. "Onları dalgınlıkları içinde bırak” cahillikleri içinde, cahillik lerini onları faoylayan suya benzetmiştir, çünkü onun içine dalmışlar dır ya da oynamaktadırlar. Fi ğamerâitihim de okunmuştur, "bir süre ye kadar” öldürülünceye ya da ölünceye kadar. 55Kendilerine verdiğimiz mal ve oğullar ile sanıyorlar mı ki, "Kendilerine verdiğimiz mal ve oğullar ile” verdiğimiz ve imdat ettiğimiz (malı ve oğulları) bu da mâ edatını beyan etmektedir, onun haberi değildir. Çünkü kınanan mal ve oğullar değildir, asıl kınanan bunun onlar için hayırlı olduğu itikatlarıdır. Haberi de "nüsâri’u lehum fil-hayrat"tır, râci zamir hazf edilmiştir, Mana da şöyledir: 56]55. Âyetin tefsirinde: … Çünkü kınanan mal ve oğullar değildir, asıl kınanan bunun onlar için hayırlı olduğu itikatlarıdır. Haberi de "nüsâri’u lehüm fil-hayrat"tır, râci zamir hazf edilmiştir, Mana da şöyledir:[ “Onlara (Mekkeli kâfirlere mal ve oğullar vermekle) hayır ve ikramlarda bulunuyoruz.” (Böyle mi zannediyorlar?) Hayır, bir türlü anlamıyorlar. "Hayır, anlamıyorlar” bilâkis onlar hayvanlar gibidirler; onların zekâ ve şuurları yoktur ki, onu düşünsünler de bu yardımın onlara gazab için olduğunu ve hayırlarına olmadığını anlasınlar. Gâip siygası ile” yemudduhum” da okunmuştur, aynı şekilde yusâri’u ve yesra’u da okunmuştur. Bu ikisinde yardım edilen şeye râci zamir olması da câizdir. Meçhul kalıbı ile yusâra’u da okunmuştur. 57Şüphesiz onlar ki, Rablerinin korkusundan titrerler, "Şüphesiz onlar ki, Rablerinin korkusundan” azabının beklentisinden "titrerler” sakınırlar; 58Onlar ki, Rablerinin âyetlerine inanırlar, "Onlar ki, Rablerinin âyetlerine” gözlerinin önüne dikilen ve indirilen âyetlerine "inanırlar” içeriğini tasdik etmekle; 59Onlar ki, Rablerine şirk koşmazlar, "Onlar ki, Rablerine şirk koşmazlar” gizli ve açık olarak; 60Onlar ki,rdiklerini, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek verirler, "vellezine yu'tune mâ âtev” verdikleri sadakaları verirler, ye'tune mâ etev şeklinde de okunmuştur ki, yaptıkları taatları yaparlar demektir; "kalpleri ürpererek” kabul olunmaz ve lâyık olduğu yere düşmez de bundan sorumlu tutulurlar diye korkarlar. "Rablerine dönecekleri için". Çünkü varış yerleri odur ya da varış yerleri ondandır, o da ken dilerine gizli kalan şeyleri bilir; işte bunun için korkarlar. 61İşte onlar hayırlara koşuşurlar ve onlar onun için önde gi derler. "İşte onlar hayırlara koşarlar” taatlara şiddetle özlem göste rirler de onlara koşarlar yahut iyi amellere karşılık va'dedilen dünyevî hayırlara nâil olmak için koşarlar. Meselâ "Allah onlara dünya seva bını verdi” âyetinde olduğu gibi. Bu da rakiplerine verilmeyen şeyin kendilerine verüdiğinin ispatı olur "ve ona koşarlar” koşmayı onun için yaparlar ya da taâta veya sevaba veyahut cennete koşmada insanları geçerler yahut ona âhiretten önce nâil olurlar, çünkü onlara peşin verilir, (leha sabikun'daki lâm) "hum leha amilun"daki (Mü'minun: 63) gibi sıladır (âmili takviye içindir). 62Hiç kimseye gücünün yetmeyeceğini teklif etmeyiz. Yanımızda hakkı konuşan bir kitap vardır. Onlar zulme uğratılmazlar. "Hiç kimseye gücünün yetmeyeceğini tekhf etmeyiz” bundan iyi kimselere sıfat olan şeylere teşvik etmeyi ve bunu insanlara kolay laştırdığını murat ediyor. "Yanımızda bir kitap vardır” bundan Levh-i Mahfûz'u yahut amel defterlerini murat ediyor, "hakkı konuşan” doğruyu konuşan, içinde gerçeğe uymayan bir şey bulunmayan "onlar zulme uğratılmazlar” azabın artırılması veya sevabın eksiltilmesi ile. 63Hayır, onların kalpleri bundan dalgınlıktadır. Onların bun dan başka yaptıkları ameller vardır. "Hayır, onların kalpleri” kâfirlerin kalpleri "dalgınlık içinde dir” gaflette ve dalgınlıktadır (bundan) onların (Allah'tan korkanların) nitelendikleri şeylerden yahut hafaza meleklerinin yaz masından. "Onların amelleri vardır” kötü amelleri "bundan başka” onların nitelendikleri şeyi aşan, ötesine geçen şirk gibi amelleri vardır. "Onlar onu yaparlar” onu yapmaya alışmışlardır. 64Nihayet onların refah içinde olanlarını yakaladığımız zaman, bir bakarsın onlar, çığlık kopararak yardım istiyorlar. "Nihayet onların refah içinde olanlarını yakaladığımız zaman” sefa sürenlerini "azapla” yani Bedir savaşında öldürmekle yahut açlıkla, çünkü Resûl sallallahü aleyhi ve sellem onlara beddua etti: Allah'ım, Mudar kabilesini sıkıştır, onlara Yûsuf'un kıtlığı gibi kıtlık ver, dedi. Bunun üzerine kıtlık başladı, öyle ki, leşleri. köpekleri ve yanmış kemikleri yemeye başladılar. 65Bugün boşuna feryat etmeyin. Çünkü sizler bizden yardım görmezsiniz. “Bir bakarsın onlar çığlık atıyorlar” feryat edip yardım istiyorlar. Bu da şartın cevabıdır. Bu durumda cümle hatta'dan sonra başlamaktadır. Cevabın: “Bugün yalvarmayın” olması da câizdir. Çünkü burada kavl maddesi gizlidir yani onlara,” bugün bağırıp yalvarmayın” denilir. "Çünkü sizler bizden yardım olunmazsınız” bu da yasağın gerekçesidir yani sızlanmayın, size fayda vermez, zira sizi bizden koruyacak yoktur ya da bizden taraf size yardım ve destek gelmez, demektir. 66Gerçekten size âyetlerim okunurdu da ökçelerinizin üzerinde döner idiniz. "Gerçekten âyetlerim size okunurdu” yani Kur'ân, "siz de ökçelerinizin üzerinde döner giderdiniz” onları dinlemekten, tasdik etmekten ve onlarla amel etmekten yüz çevirirdiniz.” Nükus” geri dönmektir. 67Ona karşı kibir taslayarak, gece konuşup hezeyanlarda bulunuyordunuz. (Onunla kibirlenerek) zamir Beytullah'a râcidir. Onun bakıcıları olmakla kibirlenmeleri ve gururlanmaları o kadar meşhur olduğundan Beyt'in daha önce zikrine gerek duyul mamıştır. Ya da âyetlerime kibirlenerek demektir, çünkü onlar kitabî (kitabım) manasınadır, bihi'deki be müstekbirin'e mütealliktir, çünkü inkâr manasınadır ya da Müslümanlara karşı kibirleri onu (Kur'ân'ı) dinlemeleri ile meydana gelmiştir. Ya da bihi harf-i ceri "samiren” kavline mütealliktir yani Kur'ân'ı dilinize dolayarak ve ona dil uza tarak sohbet edersiniz, demektir. Samiren aslında mastardır, akibet gibi ism-i fâil kalıbında gelmiştir, samir'in çoğulu olarak sümmeren de okunmuştur "tehcurun” feth ile hecr'den gelir ki, ya kesmek veya saçmalamak demektir yani Kur'ân'dan yüz çevirirsiniz yahut onun hakkında saçmalarsınız demektir. Ya da zam ile hücr'den gelir ki, fâhiş (çirkin) konuşmaktır. Nâfi''nin ehcere'den tühcirun okuması da ikinci yi destekler. Mübalağa ile tüheccirun da okunmuştur. 68Bu sözü iyice düşünmediler mi? Yoksa ilk atalarına gelmeyen şey kendilerine mi geldi? "Bu sözü iyice düşünmediler mi?” yani Kur'ân'ı, Tâ ki, lâfzının icazı ve anlamının netliği ile Rablerinden gelen bir hak olduğunu bil sinler. "Yoksa ilk atalarına gelmeyen şey kendilerine mi geldi?” onlara gelmeyen peygamber ve kitap ya da Allah'ın azabından emniyet geldi de korkmadılar mı, nitekim İsmâîl ve nesilleri gibi ataları korkmuşlar da ona, kitabına ve peygamberlerine îman etmiş, ona itâat etmişlerdi. 69Yoksa peygamberlerini tanımadılar da onu inkâr mı ediyorlar? "Yoksa peygamberlerini tanımadılar da” eğitim görmediği hâlde güvenirlik, sadakat, güzel ahlâk ve mükemmel ilimle ve pey gamberlerin sıfatları gibi daha nice şeylerle tanımadılar da "Bu ne denle onu inkâr mı ediyorlar?” davasını bu gerekçelerden biri ile zira bunlardan başka bir gerekçe yoktur. Çünkü bir şeyi inkâr etmek, an cak nevi ve şahıs itibarı ile mümkün olmadığı görüldüğü veya elden geldiği kadar araştırılıp da bulunmadığı zaman mantıkî olur. 70Yoksa: "Onda delilik mi var” diyorlar? Hayır, onlara hakkı ge tirdi. Onların çoğu haktan nefret ediyorlar. "Yoksa onda delilik mi var, diyorlar?” bu sebeple sözüne aldırış etmiyorlar. Hâlbuki onun en üstün bir akla ve ince bir bakışa sa hip olduğunu biliyorlardı. "Hayır, onlara hakkı getirdi. Onların çoğu haktan nefret ediyorlar” çünkü istek ve arzularına uymuyor, bunun için onu inkâr ediyorlar. Neden hükmü çoğunlukla kayıtladı, çünkü içlerinde îmanı kavminin kınamasından çekindiği için yahut zekası az ve düşüncesi olmadığı için terk edenler vardı, yoksa haktan nefret ettikleri için değildi. 71Eğer hak onların keyiflerine uysaydı, göklerle yer ve onlar dakiler mutlaka bozulurdu. Hayır, biz onlara zikirlerini getirdik. Onlar ise zikirlerinden yüz çeviriyorlar. "Eğer hak onların keyiflerine uysa idi” Meselâ gerçekte çeşitli ilâhlar olsa idi "göklerle yer ve onlardakiler mutlaka bozulurdu". Şöyle de denilmiştir: Eğer hak onların keyiflerine uysa ve batüa dönse idi, âlemi ayakta tutan şey kaybolur, geriye bir şey kalmazdı ya da Mu hammed sallallahü aleyhi ve sellem'in getirdiği hak onların keyifleri ne uysa da şirke dönüşse idi, Allahü teâlâ şiddetli gazabından dolayı kıyâmeti koparır ve âlemi helâk ederdi. Ya da Allah onların keyiflerine uysa idi, yani istedikleri şirki ve isyanları indirse idi, İlâhlıktan çıkar ve göklerle yeri tutamazdı. Bu da Mu'tezilein esaslarına göredir. "Ha yır, biz onlara zikirlerini getirdik” zikirleri yani öğütleri veya şöhret leri olan kitabı yahut "eğer yanımızda öncekilerden bir zikir olsaydı” diye temenni ettikleri zikir. Zikrahüm diye de okunmuştur. "Onlar ise zikirlerinden yüz çeviriyorlar” ona iltifat etmiyorlar. 72Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin ücreti daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. "Yoksa onlardan istiyor musun?” bu da yoksa onda cinnet mi var, sözlerinin karşıtıdır (bir ücret) risaleti eda etme karşılığında "Rabbinin ücreti” dünyadaki rızkı yahut âhiretteki se vabı "daha hayırlıdır” çünkü geniş ve devamlıdır. Bu sebeple onların vereceklerine ihtiyacın yoktur. Harç (çıktı) dahl'in (girdi'nin) karşıtıdır, başkasına çıkardığın her şeye harç denir. Haraç da genellikle arazi vergisine denir. Bunda (haraç maddesinde) çokluk ve sebat vardır, o sebeple daha mübalağalıdır. Bunun içindir ki, Allah'ın vergisine haraç denilmiştir. İbn Âmir harcen feharcü, Hamze ile Kisâî de eş olsun diye haracen feharcü okumuşlardır. "O, rızık verenlerin en hayırlısıdır". Bu da Allah vergisinin daha hayırlı olduğunun onayıdır. 73Şüphesiz sen onları elbette dosdoğru bir yola davet ediyorsun. "Şüphesiz sen onları elbette doğru bir yola davet ediyorsun” sağduyular onun doğru olduğuna, içinde ithama sebep olacak eğrilik bulunmadığına şahitlik eder. Bil ki, kusurdan uzak Allah onları delille sus turmuş bu âyetlerdeki illeti gidermiştir. Bunu da inkâr ve ithama götü recek şeyleri sınırlamak ve o gibi şeylerin olmadığını açıklamakla yapmıştır, ancak haktan nefret etme ile zekâ geriliğine temas etmemiştir. 74Âhirete îman etmeyenler elbette doğru yoldan sapanlardır. "Âhirete îman etmeyenler elbette yoldan” doğru yoldan "sapanlardır” ondan meyledenlerdir, çünkü âhiret korkusu hakkı arama ve yoluna gitme sebeplerinin en güçlüsüdür. 75Eğer onlara acıyıp da onlardaki sıkıntıyı açsaydık, elbette bocalayarak taşkınlıklarında devam ederlerdi. "Eğer onlara acıyıp da onlardaki sıkıntıyı açsaydık” yani kıt lığı kaldırsaydık "elbette devam ederlerdi” sebat ederlerdi, lecac bir şeye devam etmektir, "taşkınlıklarında” aşırı İnkârlarında, hakka kar şı kibirlenmelerinde, Peygambere ve mü'minlere düşmanlıklarında "bocalayarak” hidâyeti ıskalayarak. Rivâyete göre kıtlığa maruz kaldılar, öyle ki, ilhiz (kan ve kığı karışımı bir şey) yemeye mecbur oldular. Ebû Süfyân, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi: Allah ve akrabalık adına, sen âlemlere rahmet için gönderilmedin mi, dedi? O da: Evet, dedi. O da: Babaları kılıçla oğulları da açlıkla öldürdün, dedi! Âyet bunun üzerine indi. 76Yemin olsun, onları azapla yakaladık; yine de Rable rine boyun eğmediler, yalvarmıyorlar da. "Yemin olsun, onları azapla yakaladık” yani Bedir savaşında öldürmekle "yine de Rablerine boyun eğmediler” bilâkis inat ve kibirlerinde dikilip kaldılar.” İstekâne” kevn kökünden istefale babındandır, çünkü fakir oluşumdan oluşuma intikal eder ya da sükûndan ifteale babmdandır, hemzesi işba edilmiş (uzatılmış)tır. "Yalvarmadılar da” yalvarmak adetlerinden değildir. Bu da yukarıdakine (onlara merhamet etseydik kavline) şahittir. 77Nihayet üzerlerine şiddetli azâp sâhibi bir kapı açtığımız zaman, birden ondan umutlarını keserler. "Nihayet üzerlerine şiddetli azâp sâhibi bir kapı açtığımız zaman” yani açlığı demektir, çünkü o, öldürülmekten ve esir edilmekten daha çetindir. "birden ondan umutlarını keserler” hayrete düşerler, bütün hayırlardan meyus olurlar, öyle ki, sana gelip merhamet dile nirler. 78O Allah ki, size kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne de az şükrediyorsunuz! "O Allah ki, size kulaklar, gözler yarattı” onlarla dikili âyet leri hissedesiniz diye "ve gönüller verdi” onlarla düşünesiniz diye ve onlardan diğer dinî ve dünyevî faydalı sonuçlar çıkarasmız diye. "Ne de az şükrediyorsunuz?” onlara az şükrediyorsunuz, çünkü onların esas şükrü ne için yaratılmışlarsa orada kullanılmasıdır, onu ihsan edene itâat edip şirk koşmamaktır. Mâ edâtı te'kit için sıladır. 79O ki, sizi yeryüzünde yarattı ve yalnız ona dönüp toplanacaksınız. "O ki, sizi yeryüzünde yarattı” var edip üremeniz için sizi etrafa yaydı. "ve yalnız ona toplanacaksınız” dağıldıktan sonra kıyâmet gününde onun huzurunda toplanacaksınız. 80O ki, can verir ve öldürür. Gece ile gündüzün arka arkaya gelmesi ona aittir. Aklınızı çalıştırmıyor musunuz? "O ki, can verir ve öldürür. Gece ile gündüzün arka arkaya gel mesi ona aittir” birbirlerini takip etmeleri ona mahsustur, başkasının ona gücü yetmez. Bu da bunu gerçek manada güneşe bağlamaya reddir ya da birbirini takip etmeleri onun emir ve hükmü gereğidir yahut birinin kısalıp diğerinin uzaması ancak onun yapacağı şeydir demek tir. "Aklınızı çalıştırmıyor musunuz?” bakıp düşünmüyor musunuz ki, bunların hepsi bizdendir, gücümüz bütün mümkün şeylere yeter, yeniden dirilme de onlardandır. Ye ile ya'kılun da okunmuştur ki, bu durumda tuhşerun'un hitabı mü'minlerin çok (kabalık) kabul edilmesinden olur. 81Hayır, onlar da evvelkiler gibi dediler. "Hayır, onlar dediler” Mekke kâfirleri "evvelkiler gibi” ön ceki ataları ve onların yollarını tutanlar gibi dediler. 82Öldüğümüz ve toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi diriltileceğiz, dediler? "Öldüğümüz ve toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi diriltileceğiz, dediler?” bunu uzak gördüler ve düşünmediler ki, onlar da daha önce toprak idiler de yaratıldılar. 83Yemin olsun, gerçekten, bu, bize ve daha önce atalarımıza da va'dolundu. Bu, Öncekilerin masallarından başka bir şey değildir. "Yemin olsun, gerçekten bu, bize ve daha önce atalarımıza da vaat olundu. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir” yazdıkları yalanlardan başka bir şey değildir. Esâtiyr, ustura'nın çoğu ludur, çünkü okunan şey için kullanılır meselâ eaciyb (şaşılacak şey) ve edahyik (gülünecek şey) gibi. Satır'ın çoğulu estar'ın cem'i olduğu da söylenmiştir. 84De ki: Eğer biliyorsanız, yer ve ondakiler kimindir? "De ki: Eğer biliyorsanız, yer ve ondakiler kimindir?” eğer ilim adamları veyahut bunu bilenlerden iseniz, bu da onları horlama ve cahilliklerini onaylatma olur. Zira bu kadar açık şeyi bilmediler aynı zamanda az buçuk ilmi olanın bileceği şeyi inkâr ettikleri için de onları susturma olur. Bunun içindir ki, onlar cevap vermeden önce ce vaplarını verdi ve 85Allah'ındır, diyecekler. De ki: İbret almıyor musunuz? "Allah'ındır, diyecekler” dedi. Çünkü saf akıl az bir düşünce ile onları, yaratanın Allah olduğunu ikrara zorlamıştır. "De ki:” Onlar diyeceklerini dedikten sonra "ibret almıyor musunuz?” o zaman bilirdiniz ki, yeri ve içindekileri önceden var eden onları ikinci kez icat etmeye de kâdirdir. Çünkü başlatmak tekrardan daha kolay değildir. Aslı üzerine” tetezekkerun” da okunmuştur. 86De ki: Yedi kat göklerin ve yüce Arş'in Rabbi kimdir? "De ki: Yedi kat göklerin ve yüce Arş'in Rabbi kimdir?” çün kü o, bunlardan daha büyüktür. 87Allah'tır, diyecekler. De ki: Korkmuyor musunuz? "Allah'tır, diyecekler” Ebû Amr ile Ya kup bunda ve bundan sonrakinde sorunun lâfzı (şekli) gereği lâm'sız olarak (Allah) okumuşlardır. "De ki: Korkmuyor musunuz?” onun cezasından, öyleyse bazı mahluklarını ona şirk koşmayın, bazı güç yete cek şeylere gücünün yeteceğini inkâr etmeyin. 88De ki: Eğer biliyorsanız, her şeyin mülkü elinde olan ve himaye eden, kendisi himaye edilmeyen kimdir? "De ki: Her şeyin mülkü (kudret) elinde olan kimdir?” melekut mümkün olacak şeylerin mülkü demektir. "O ki, himaye eder” diledi ğine yardım eder ve onu korur. "vela yücâru aleyhi” kimseye yardım edilip de onun elinden alınmaz. Alâ ile geçişli kılınması nusrat (yar dım) manasını içermesindendir. “Eğer biliyorsanız.” 89Allah'tır, diyecekler. De ki: Nasıl da büyüleniyorsunuz? "Allah'tır, diyecekler, de ki: Nasıl da büyüleniyorsunuz?” iş bu kadar açık ve deliller birbirlerini desteklemişken nasıl da aldanıp doğru yoldan çevriliyor sunuz? 90Hayır, biz onlara hakkı getirdik. Gerçekten onlar muhakkak yalancılardır. "Hayır, biz onlara hakkı getirdik” tevhid ve yeniden derlenme vaadi gibi. "Gerçekten onlar muhakkak yalancılardır” çünkü bunu inkâr ettiler. 91Allah evlât edinmedi ve onunla beraber bir ilâh olmadı. Olsaydı muhakkak her ilâh yarattığı ile gider ve gerçekten bazıları bazılarının üstüne çıkardı. Allah onların niteledikleri şeylerden münezzehtir. "Allah evlât edinmedi” çünkü kimseye benzemekten mukad destir. "Onunla beraber bir ilâh olmadı” Hanlığına ortak olacak biri. "Olsaydı muhakkak her ilâh yarattığı ile gider ve gerçekten bazıları bazılarının üstüne çıkardı". Bu da tartışmalarının cevabı ve mâ-kabli delâlet ettiği için hazf edilen şartın da cezasıdır yani şöyle demektir: Eğer sizin dediğiniz gibi onunla beraber İlâhlar olsa idi, onlardan her biri yarattığı şeylerle gider, bağımsızlığını ilan ederdi, mülkü de öte kilerin mülkünden ayrılırdı. Aralarında savaş çıkar birbirlerini yenmeye kalkışırlardı. Nitekim dünya kralları arasında durum böyledir. O zaman her şeyin mülkü yalnız onun (Allah'ın) elinde olmazdı. Lâzım icma ve araştırma ile bâtıldır, bütün mümkün olan varlıkların bir vacibül vücuda dayanması da delille sabittir. "Allah onların niteledikleri şeyden münezzehtir” evlattan ve ortaktan, çünkü bunun bozukluğu nûn delili yukarıda geçmiştir. 92Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Şirk koştukları şeyler den yücedir. (Görünmeyeni ve görüneni bilendir) bu da mahzûf mübtedanın haberidir. İbn Kesîr, İbn Âmir, Ebû Amr, Ya'kûb ve Hafs sıfat olarak mecrûr okumuşlardır. Bu da ortağın olmadığının başka bir delilidir, çünkü onlar da bunun Allah'a ait olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunun içindir ki, arkasından fe ile (şirk koştukları şeylerden yücedir) buyurmuştur. 93De ki: Rabbim, eğer va'dolunanı bana gösterirsen, "De ki: Rabbim, eğer vaadolunanı bana gösterirsen” in kâne labüdde min en türiyenni demektir. Çünkü mâ ile nûn te'kit içindir "va’ad olunanı” dünya ve âhiretteki azâbı. 94Rabbim, beni zâlimler kavminin içinde kılma. "Rabbim, beni zâlimler kavminin içinde kılma” azapta beni onlara yaklaştırma. Bu da nef sini kırma içindir ya da zulmet uğursuzluğunun arkalarındakini de kuşatabileceği içindir, Meselâ "o fitneden sakının ki, içinizden yalnız zâlimlere dokunmaz” (Enfaî: 25) âyeti gibi. Hasen Basri'den: Allahü teâlâ Nebisine şunu haber vermiştir ki, ümmetinde de bir azâp olacaktır, vaktini bildirmemiş; böyle dua etmesini buyurmuştur. Nidanın tekrar edilip şart ve cezadan her birinin başına getirilmesi, daha çok yalvarıp yakarması içindir. 95Şüphesiz biz onlara va'dettiğimizi sana göstermeye mutlaka gücü yetenleriz. "Şüphesiz biz onlara va'dettiğimizi sana göstermeye mutla ka gücü yetenleriz” ancak onu erteliyoruz, şunu biliyoruz ki, bazıları yahut arkalarından gelenlerden bazıları îman edeceklerdir ya da sen içlerinde olduğun sürece biz onlara azâp etmeyiz, demektir. Belki de bu onların va'dolunan şeyi reddedip ondan (Peygamber'den) acele is temelerini ve onu alaya almalarını reddir. Şöyle de denilmiştir: Allah bunu ona göstermiştir, o da Bedir kırımı veya Mekke'nin fethidir. 96Kötülüğü en güzel şeyle defet. Biz onların vasıflandırdıkları şeyi çok iyi biliriz. "Kötülüğü en güzeli ile def et” bu da ondan yüz çevirmek ve ona karşılık iyilik etmektir. Ancak bu, dinde zafiyete götürmemelidir. Bunun kelime-i tevhid, kötülüğün de şirk olduğu da söylenmiştir. Bu nûn iyiliği emretmek, kötülüğün de münker olduğu da söylenmiştir. Bu, kötülüğü iyilikle sav ifadesinden daha etkilidir, çünkü açıkça üs tünlük ifadesi kullanılmıştır (ahsenü). "Biz onların vasıflandırdıkları şeyi çok iyi biliriz” seni niteledikleri şeyi yahut seni olduğun şeyden başkasıyla nitelemelerini bileniz ve cezalarını vermeye de gücümüz pek alâ yeter. Öyleyse onların işini bize bırak. 97De ki: Rabbim, şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım. "De ki: Rabbim, şeytanların vesveselerinden sana sığınırım” vesveselerinden.” Hemz” maddesinin aslı dürtmektir, binicinin mahmuzu da bundan gelir. Onları isyanlara teşvik etmesi, binicinin hızlı yürümesi için hayvanını mahmuzlamasına benzetilmiştir.” Hemezat”ın çoğul olması tekrarlanmasındandır ya da ona nispet edi len şeyin (şeytanların) çok olmasındandır. 98De ki: Rabbim, bana sokulmalarından sana sığınırım. "Rabbim, bana sokulmalarından sana sığınırım” her hâl u kârda etrafımda dolaşmalarından. Namaz hâlinin, Kur'ân okumanın ve ölüm anının özellikle bazı riva yetlerde dile getirilmesi bunların daha çok korkulması gereken hâller olmasındandır. 99Nihayet onlardan birilerine ölüm geldiği zaman: Rabbim, beni geri döndürün, der. (Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman) bu da yesıfun'a mütealliktir, ikisinin arasındaki de kötülüğü def etmek için göz yummayı te'kit mahiyetinde ara cümlesidir. Bu da şeytandan Allah'a sığınmakla olacaktır ki, şeytan onu yumuşaklıktan vazgeçirtip de intikâma sevk etmesin. Ya da hattâ, innehüm lekazibun kavline mütealliktir. "Der” kaçırdığı îman ve taâta üzüntüsünden böyle der, çünkü durumu fark etmiştir "Rabbim, beni döndürün” beni dünya ya döndürün. Cemi vâv'ı muhatabı ta'zîm etmek, büyütmek içindir. Şöyle de denilmiştir: Cemi vâv'ı irci'nî (beni döndür) kavlinin tekrarı içindir, Meselâ kıfa ve atrıka lâfızlarında olduğu gibi (yani tekrarı ifade etmektedir). 100(Ey Rabbim! Beni tekrar dünyaya döndür.) Belki ben bıraktığım şeyde iyi bir iş yaparım (iman eder, ibadet ederim). Hayır, bu onun söylediği (boş) bir sözdür. Önlerinde diriltilecekleri güne kadar bir engel (kabir hayatı) vardır. "Olur ki, ben bıraktığım şeyde iyi bir iş yaparım” terk ettiğim îmanda yani belki îmana gelir ve onda amel ederim. Şöyle de denilmiştir: Bıraktığım malda yahut dünyada. Efendimiz aleyhi’s-salatü ve’s-selâm şöyle buyurmuştur: Mü'min can çekişirken melekleri gördüğü zaman ona, "seni dünyaya gönderelim mi?” derler. O da: Keder ve sıkıntılar yurduna mı, hayır, ileriye, Allah'a götürün, der. Kâfir ise: Rabbim, beni dünyaya döndürün, der. "Hayır” dönme isteğini reddetmekte ve onu uzak görmektedir "o, boş bir lâftır” yani "beni döndürün” sözü. Bu rada geçen kelime düzen içindeki söz demektir. "Onu söyleyecektir” çünkü hasret üzerine çökecektir. "Ve min varaihim” önlerinde de var dır, zamir o cemâate gitmektedir. "bir engel” dönmelerine mani olur. "Diriltilecekleri güne kadar” o da kıyâmet günüdür. Bu da dünyaya dönmelerine ümitlerini kesmek içindir, çünkü dirilme gününden sonra dünyaya dönüş yoktur, ancak âhirette oluşacak hayata dönüş vardır. 101Sûra üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soy yoktur, birbirlerini sormazlar da. "Sûra üfürüldüğü zaman” kıyâmetin kopması için, vâv’ın fet hi ve öyle (vâv’ın fethi) ve sad'ın kesri ile (suver, sıver) okunuşu da suver'in suret'in çoğulu olmasını destekler, "aralarında soy yoktur” onlara fayda verecek soy. Çünkü aşırı panikten ve herkesi dehşet kap ladığından şefkat ve merhamet kalmamıştır. Öyle ki, kişi kardeşinden, anasından, babasından, yastık arkadaşından ve oğullarından kaçar. Ya da övünecekleri soy yoktur demektir. "O gün” bugün yaptıkları gibi değil. "Birbirlerini sormazlar da” çünkü herkes kendi nefsiyle meş guldür. Bu, "dönüp birbirlerini sorarlar” (Tûr: 25) ayetiyle çelişmez. Çünkü bu, surun üfürüldüğü zamandır, o ise hesaplaşmadan ya da cennet halkı cennete ve cehennem halkı cehenneme girerkendir. 102Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanların ta kendileridir. "Artık kimin tartıları ağır gelirse” inanç ve amellerinin tartıları yani kimin sağlam itikat ve iyi amelleri olursa onun Allah katında ağırlığı ve itibarı olur. "İşte onlar kurtulanların ta kendileridir” kurtuluşa ve derecelere erenlerin demektir. 103Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar kendilerini ziyan etmişlerdir. Cehennemde ebedî kalıcıdırlar. "Kimin de tartıları hafif gelirse” kimin tartılacak bir şeyi olmazsa - ki, onlar da kâfirlerdir - çünkü Allahü teâlâ: "Onlar için kıyâmet gününde terazi kurmayız” (Kehf: 105) buyurmuştur. "İşte onlar kendilerini ziyan etmişlerdir” aldanmışlardır, çünkü kemal kazanma zamanları nı kaçırmışlar ve kemale ermek için hazırlıklarım iptal etmişlerdir. (Cehennemde ebedî kalıcıdırlar) bu da sılanın bedelidir ya da ülâike'nin ikinci haberidir. 104Ateş yüzlerini yalar. Onlarsa orada sırıtırlar. "Ateş yüzlerini yalar” yakar, lefh nefh gibidir, ancak ondan daha tesirlidir. "Onlarsa orada sırıtırlar” aşırı yanmadan (ütülme den), küluh dudakların çekilip dişlerin açıkta kalmasıdır. Kelihun şek linde de okunmuştur. 105Onlara: "Size âyetlerim okunmuyor muydu ki, onları yalan lıyordunuz?” denilir. "Onlara: Size âyetlerim okunmuyor muydu ki,?” burada kavl maddesi gizlidir yani onlara böyle denilir. "Onları yalanlıyordu nuz” bu da onlara azâbı ne için hak ettiklerini gösteren bir azarlama ve hatırlatmadır. 106Derler: Rabbimiz, bedbahtlığımız bizi yendi ve biz sapıklar kavmi idik. "Derler: Rabbimiz, bedbahtlığımız bizi yendi” bizi ele geçirdi, öyle ki, hâllerimiz bizi kötü sonuca götürür oldu. Hamze ile Kisâî feth ile saadet gibi şekavetüna okumuşlardır. Kesr ile kitabet gibi (şikavet) de okunmuştur. "Ve biz bir sapıklar kavmi idik” haktan sapanlar. 107Rabbimiz, bizi buradan çıkar; eğer dönersek, gerçekten za-Umleriz. "Rabbimiz, bizi buradan çıkar” ateşten "eğer dönersek” ya lanlamaya "gerçekten zâlimleriz” kendi nefislerimize karşı. 108Dedi: Sinin orada. Benimle konuşmayın. "Dedi: Sinin orada!” ateşin içinde hor olarak susun; çünkü orası isteme yeri değildir. Bu hase'tül kelbe'den gelir ki, köpeği kov maktır. "Benimle konuşmayın” azabın kaldırılması hususunda ya da re'sen (doğrudan) benimle konuşmayın. Şöyle denilmiştir: Cehennem halkı bin sene: Rabbimiz, bize bak ve bizi dinle, derler. Onlara: Ben den hak söz geçti, cevabı verilir. Bin sene de: Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün, derler. Onlara da: Çünkü siz Allah'a tek olarak davet edildiği zaman inkâr ettiniz, denilir. Onlar da bin yıl: Ey Mâlik, Rabbin hak kımızda hüküm versin, derler. Onlara: Şüphesiz burada kalacaksınız, diye cevap verilir. Onlar da bin yıl: Rabbimiz, bizi yakın bir ecele er tele, derler onlara: Daha önce yemin etmediniz mi, denilir? Onlar da bin yıl: Rabbimiz, bizi çıkar da iyi amel edelim, derler, onlara: Size ye teri kadar ömür vermedik mi, denilir? Onlar da bin yıl: Rabbimiz, bizi dünyaya gönder, derler, onlara: Susun orada, diye cevap verilir. Artık onların derin nefes alarak solumadan ve ulumadan başka bir şeyleri olmaz. 109Çünkü kullarımdan bir grup: "Rabbimiz, îman ettik; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyorlardı. (Çünkü) yani durum şu ki, feth ile de okunmuştur, yani” li-ennehü” (çünkü) demektir. "Kullarımdan bir grup” yani mü'minler, ashâb da denilmiştir, ashâb-ı suffe de denilmiştir. "Rabbimiz, îman ettik; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyorlardı. 110Onları eğlence edindiniz; Tâ ki, size zikrimizi unutturdular. Siz de onlara gülerdiniz. "Onları eğlence edindiniz.” Nâfi', Hamze ve Kisâî burada ve Sad sûresinde zam ile (suhriyya) okumuşlardır. İkisi de sehara'nın mastarıdır, mübalağa için nisbet ya'sı ziyade kılınmıştır. Kûfelilere göre meksûr olan alay etmek, mazmûm olan da” suhra”dan gelir ki, itâat ve kulluk etmektir. "Tâ ki, size zikrimi unutturdu.” onlarla ölçüsüz olarak alayla meşgul olduğunuz için dostlarım hususunda benden korkmadınız. "Siz de onlara gülerdiniz” onlarla dalga geçmek için. 111Şüphesiz ben de bugün onları sabrettikleri o şeyle müka fatlandırdım. Şüphesiz onlar muratlarma erenlerin ta kendileridir. "Şüphesiz ben onları sabrettikleri o şeyle mükâfatlandırdım” eziyetinize karşılık. (Şüphesiz onlar muratlarına erenle rin ta kendileridir) bütün özel muratlarına. Bu da cezeytühüm'ün ikinci mef'ûlüdür. Hamze ile Kisâî yeni söz başı olarak kesr ile (innehüm) okumuşlardır. 112Dedi: Yerde seneler sayısınca ne kadar kaldınız? "Dedi” yani Allah yahut sorgularına memur olan, İbn Kesîr, Hamze ve Kisâî, meleğe veyahut cehennemliklerin bazı başkanlarına emir olarak (kul / de) okumuşlardır. "Yerde ne kadar kaldınız?” diriler veya kabirlerde ölüler olarak (seneler sayısınca) bu da kem'in temyizidir. 113Dediler: Bir gün yahut bir kısmı; sayanlara (hesap tutan meleklere) sor. "Dediler: Bir gün yahut bir kısmı” cehennemde ebedî kal malarına nispetle kaldıkları süreyi kısa görerek derler ya da o da neşeli günleri idi, neşeli günler de kısadır yahut da geçmiştir, geçen de yok hükmündedir. "Sayanlara sor” dünya günlerini sayma imkânı olanlara sor, eğer gerçeği öğrenmek istersen. Çünkü bizler azapta olduğumuz için onu hatırlamaktan ve düşünmekten çok meşgulüz ya da onlar insanların ömürlerini sayan ve amellerini tespit eden meleklerdir. Şeddesiz olarak âdiyn de okunmuştur. Zâlimlere sor, onlar da bizim dediğimizi derler. Adiyyin de okunmuştur ki, eskilere sor, onlar da kalışlarını kısa görürler demektir. 114Dedi: Keşke biliyor olsaydınız, ancak (dünyada) pek az kaldınız. "Dedi” Hamze ile Kisâî'nin kırâatlarında kul (de) şeklin dedir. "Keşke biliyor olsaydınız, ancak pek az kaldınız” bu da onların dediklerini tasdik mahiyetindedir. 115Sizi ancak boş yere yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? "Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?” bu da gafilliklerini azarlamadır, abesen de hâl’dir,” abisiyne” demektir ya da mef’ûlün lehtir yani sizi eğlenmek için yarat madık, ancak kendinizi Allah'a adamanız, bizim de amellerinize göre karşılık vermemiz için yarattık. Bu da yeniden dirilmenin delili gibi dir. "Ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” bu da” halâkna-küm”e yahut” abesen”e ma’tûftur. Hamze, Kisâî ve Ya'kûb te'nin fethi ve cim'in kesri ile” terciun” okumuşlardır. 116Gerçek Hükümdar Allah çok yücedir. Ondan başka ilâh yoktur. İhtişamlı Arş'in Rabbidir. "Gerçek Hükümdar Allah çok yücedir” mülk mutlak olarak onun hakkıdır, çünkü ondan başkası bizzat mülktür yahut dolayısıyla mülk sâhibidir, bir cihetten öyledir, bir cihetten öyle değildir. "Ondan başka ilâh yoktur” çünkü ondan başkaları onun kullarıdır. "İhtişam lı Arş'in Rabbidir” o ki, bütün ecramı kuşatmıştır, sonuca bağlanmış davalar ve hükümler ondan iner. Bunun içindir ki, onu kerem ile nitelemiştir ya da kerem sahiplerinin en keremlisi olana nispetinden dolayı öyle nitelemiştir. Ref ile Rabbü'nün sıfatı olarak elkerimü de okunmuştur. 117Kim Allah ile beraber kendisi için delil olmayan başka bir İlâha dua ederse, onun hesabı ancak Rabbinin yanındadır. Şüphesiz kâfirler iflâh olmazlar. "Kim Allah ile beraber başka bir İlâha dua ederse” tek veya ortak olarak ona ibâdet ederse "kendisi için delil olmayan bir İlâha” bu da ilâh'ın başka bir sıfatıdır, ondan ayrılmaz, çünkü batılın burha nı (delüi) olmaz. Bu da onu te'kit için getirilmiştir. Hükmün ona bina edilmesi şuna dikkat çekmek içindir ki, delil olmayan şeyi Dîn kabul etmek yasaktır, hele hilafına delil olan daha çok men edilmiştir. Ya da bunun için (te'kit için) şartla ceza arasına getirilmiştir. "Onun hesabı ancak Rabbinin yanındadır” ona hak ettiği karşılığı verir. "Şüphesiz kâfirler iflâh olmazlar” durum şudur ki, demektir, fethi ile illet olarak ennehu da okunmuştur. Ya da haberdir yani hesabuhu ademül felahi (onun hesabı iflâh olmamaktır) demektir. Sûre mü'minlerin iflâh olmasını tespitle başladı, kâfirlerin iflâh olmayacakları ile son buldu. Sonra Resûlüne kendinden bağış ve merhamet dilemesini buyurup şöyle dedi: 118De ki: Rabbim, bağışla, merhamet et. Sen merhamet eden lerin en hayırlısısın. "De ki: Rabbim, bağışla, merhamet et. Sen merhamet eden lerin en merhametlisisin". Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle rivâyet edilmiştir: Kim Mü'minun sûresini okursa, melekler onu rahatlık, güzel koku ve ona ölüm meleği indiği zaman sevineceği şeyle müjdeler. Yine: Üzerime on âyet indirildi ki, kim onları uygularsa cen nete girer, dediği, sonra da kad eflahal mü'minun'dan başlayarak on âyeti hatm ettiği rivâyet edilmiştir. Şöyle de rivâyet edilmiştir: Onun başı ve sonu cennet hazinelerindendir. Kim başından üç âyet ile amel ederse ve sonundan üç âyetten öğüt alırsa, gerçekten kurtulmuş ve iflâh olmuştur. |
﴾ 0 ﴿