26 / ŞUARÂ' SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 227 âyettir.

1

 Ta. Sin. Mîm.

"Ta. Sin. Mîm” Hamze, Kisâî ve Ebû Bekir imâle ile (tay); Nâfi' ise istenmeyen ye'ye dönmemek için arada (belli belirsiz) okumuş; Hamze de nûn'u açık okumuştur (idgam etmemiştir), çünkü aslında maba'dinden ayrıdır.

2

 Bunlar apaçık kitabın âyetleridir.

Âyetin tefsiri için bak:3

3

 Belki sen, mü'minler olmuyorlar (îman etmiyorlar) diye canına kıyacaksın.

"Bunlar apaçık kitabın âyetleridir” mu'cizeliği ve sıhhati açık, tilke işâreti sureyedir yahut Kur'ân'adır, nitekim Bakara'nın başında açıklanmıştır. (Belki sen canına kıyacaksın) kendini öldüreceksin, bah' maddesinin aslı hayvanı keserken murdarlığa kadar ulaşmaktır. O da omurların arasındaki sinirdir. Burası hayvan kesmenin son sınırıdır. İzafetle bahiü nefsike de okunmuştur. Lealle rica fiili acımak içindir, yani kendine acı, üzüntüden intihar etme demektir.

"Mü'min olmuyorlar diye” îman etmiyorlar ya da îman etmezler korkusu ile.

4

 Eğer dilersek üzerlerine gökten bir mu'cize indiririz de hemen ona boyunları bükülür.

"Eğer dilersek üzerlerine gökten bir mu'cize indiririz” onları îmana zorlayan bir işâret yahut altından kalkümaz bir belâ "hemen ona boyunları bükülür” ona itâat ederler. Cümlenin aslı fezallu leha hadıiyn idi, eğilen yerlerini açıklamak için araya a'nak lâfzı getirildi, haber de olduğu gibi bırakıldı.

Şöyle de denilmiştir: A'nak lâfzı akıllıların sıfatı ile nitelenince onlar gibi kabul edildi.

Şöyle de denilmiştir: Boyunlardan maksat reislerdir ya da cemâatlardır, bu da caena unukun minnasi (bize bir bölük insan geldi) deyiminden gelir. Hadıaten de okunmuş, zallet de nünezzil'in üzerine veekün'ün feessaddeka'ya (Münâfıkun: 10) atfı gibi atfedilmiştir. Çünkü eğer onun yerine enzelna denilse idi o da doğru olurdu.

5

 Onlara ne zaman Rahmân'dan yeni bir zikir gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler.

"Onlara ne zaman bir zikir gelirse” öğüt yahut Kur'ân'dan bir parça "Rahmân'dan” Nebisine vahiy ile "yeni” yeni indirilmiş, hatırlatmayı tekrar etmek yahut izahı çeşitlendirmek için "mutlaka ondan yüz çevirirler” yeniden yüz çevirirler ve eski yaptıklarında ısrar ederler.

6

 Gerçekten yalanladılar; onlara alay ettikleri şeyin haberi gelecektir.

"Gerçekten yalanladılar” yüz çevirdikten sonra zikri yalanladılar ve yalanlamada derine daldılar, öyle ki, onları zımnen "onlara gelecektir” kavlinde haber verilen şeyle alay etmeye götürdü. Allah'ın azâbı onlara gelecektir, o da Bedir savaşıdır ya da kıyâmet günüdür.

"Alay ettikleri şeyin haberleri” o zaman onun hak mı bâtıl mı olduğunu, tasdik edilip saygı gösterilmeye ya da yalanlanıp hafife alınmaya lâyık olduğunu bilirler.

7

 Yere bakmadılar mı, onda değerli her çiftten ne kadar bitirdik!

"Yere bakmadılar mı?” ondaki acayip şeyleri görmediler mi?

"Onda her çiftten ne kadar bitirdik!” sınıflardan "değerli” övülen ve faydası çok oıan. Kerîm her övülen ve beğenilen şeyin sıfatıdır. Burada Allah'ın kudretini gösteren şeye kayıt olma ihtimali de vardır ve şunu açıklamaya ve şuna dikkat çekmeye de ihtimali vardır ki, nerede bir bitki varsa, ya tek başına ya da terkip içinde bir şeye faydası vardır. Küllü lâfzı bütün çiftlen içine almak için, kem edâtı da çokluk içindir.

8

 Şüphesiz bunda gerçek bir ibret vardır. Onların çoğu îman ediciler değiller.

"Şüphesiz bunda vardır” bu sınıfları bitirmede yahut her birinde "gerçekten bir ibret” onu bitirenin sonsuz kudret ve hikmetini, bol nimet ve rahmetini gösteren bir işâret vardır.

"Onların çoğu îman ediciler değiller” Allah'ın ilminde ve takdirinde. Bunun içindir ki, bu gibi büyük âyetler onlara kâr etmez.

9

 Gerçekten Rabbin, elbette o, mutlak gâlibtir, çok merhametlidir.

"Gerçekten Rabbin, elbette o, mutlak gâlibtir” kâfirlerden intikâm almaya kâdirdir,

"çok merhametlidir” çünkü onlara mühlet vermiştir ya da kâfirlerden intikâm almada azîzdir, tevbe ve îman eden için merhametlidir.

10

 Hatırla o zamanı ki, Rabbin, Mûsa'ya:

"O zâlimler kavmine git” diye seslendi.

"Ve iz nada” burada üzkür (hatırla) takdir edilmiştir ya da iz, kendinden sonrasının zarfıdır,

"eni'ti” ey i'ti (tefsiriye) yahut bien i'ti (mastariye), "git diye, o zâlimler kavmine” küfürle, İsrâîl oğullarını köle yapmakla ve evlatlarını kesmekle.

11

Fir'avn kavmine. Artık korkup sakınmayacaklar mı?"

"Fir'avn kavmine” bu da birinciden bedeldir ya da onun atıf beyanıdır. Belki de sadece kavmi zikretmesi, Fir'avn'in bunun içine öncelikle dahil olmasındandır.

"Sakınmayacaklar mı?” bu da yeni söz başıdır, hemen uyarmak için göndermenin arkasından bunu zikretmesi, zulümdeki aşırılıklarından ve ona karşı cüretlerinden şaşmak içindir. Üslup değiştirerek te ile (elâ tettekun) da okunmuştur ki, bu da onları terslemek ve onlara kızmak içindir. Onlar o sırada her ne kadar gâip iseler de Allah'ın Mûsa'ya kelâmında hazır gibi kabul edilmişlerdir, şöyle ki, onlara tebliğ eden Mûsa'dır, onun dinlemesi onların da dinlemesi demektir. Kaldı ki, bunda düşünen için ve durumu kavrayan için takvaya daha çok teşvik vardır. Nûn'un kesri ile ve onunla yetinilerek izafet ye'sine gerek duymaksızın (yettekuni) de okunmuştur. Bunun elâ ya nasu ittekuni manasına olma ihtimali de vardır, meselâ "elâ yescudu” kavli gibi.

12

 Mûsa dedi: Rabbim, şüphesiz ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum.

Âyetin tefsiri için bak:13

13

 Göğsüm daralıyor, dilim dönmüyor. Hârûn'a (peygamberlik) gönder.

"Mûsa dedi: Rabbim, şüphesiz ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor, dilim dönmüyor; Hârûn'a peygamberlik ver". Kardeşini ona yardımcı göndermesini ve onu işte ortak etmesini üç sebebe bağladı: Yalanlama korkusu, ondan etkilenerek kalbinin sıkışması ve sıkıştığı zaman rûhun içe kapanması ile dilindeki tutukluğun artması, öyle ki, konuşamayacak hâle gelmesi. Çünkü bunlar toplanırsa, kalbini takviye edecek ve dili tutulduğu zaman kendi yerine konuşacak birine ihtiyaç duyulur. Bu ise oyalama ve işi kabullenmede duraklama değildir, bilâkis emri yerine getirmek için yardım isteme ve mazeretini dile getirmedir. Ya'kûb "en yükezzibuni"ye atfen nasb ile yadıyka ve vela yantalika okumuştur. O zaman bu ikisi korktuğu şeylere dahil olur.

14

 Onların benim üzerimde bir suç (davaları) var; beni öldürmelerinden korkuyorum!

"Onların benim üzerimde bir suç (ağır ceza) davaları vardır” yani tebiatü zenbin (günah sorumluluğum vardır) demektir, bunda da muzâf hazf edilmiştir ya da ona günah ismi verilmiştir. Maksat Kıpti'yi öldürmesidir. Ona günah demesi onların iddialarına göredir. Bu da çeşitli yerlerde genişçe anlatılan kıssanın özetidir.

"Beni öldürmelerinden korkuyorum” ona karşılık, peygamberlik görevimi yapmadan önce. Bu da ona bahane uydurma değildir, sadece beklenen belâyı def etmek istemedir, nitekim bunda davet işine karşı yardım isteme de vardır.

15

 Dedi: Hayır, ikiniz âyetlerimle gidin. Şüphesiz biz sizinleyiz, dinleyenleriz.

"Dedi: Hayır, ikiniz âyetlerimle gidin” bu da iki isteğin de korkuyu izale etme ve kardeşini de gönderme vaadi ile yerine getirildiğini haber vermektedir.

"İkiniz gidin” hitabı Hârûn'un da Mûsa'nın yanında kabul edilmesindendir. Çünkü o, kellâ'nın delâlet ettiği fiilin üzerine ma’tûftur, sanki: Ey Mûsa aklına öyle şey getirme, sen ve kardeşin gidin, denilmiştir.

"Şüphesiz biz sizinleyiz” (sizden) Mûsa, Hârûn ve Fir'avn kast edilmiştir,

"dinleyenleriz” ikinizle onun arasında geçenleri dinleyeceğiz. Allahü teâlâ kendini bir toplumun mücadelesini dinlemede hazır olan ve dostlarına yardım etmek için bekleyen kimseye benzetmiştir, bu da yardım vaadini mübalağa etmek içindir. Bundan dolayıdır ki, kulak verme demek olan dinlemeyi mecazen harf ve sesleri idrak etme manasına kullanmıştır. Bu da ikinci haberdir ya da haber yalnız odur, maaküm de zarf-ı lağvdir.

16

 Fir'avn'e gidin: Gerçekten biz, âlemlerin Rabbinin peygamberleriyiz, deyin.

"Fir'avn'e gidin: Gerçekten biz, âlemlerin Rabbinin peygamberiyiz, deyin". Peygamberi (Resûlü) tekil kılması mastar olup sıfat yerine kullanılmasındandır. Çünkü o, mürsel ile risalet arasında ortak kullanılır, şâir şöyle demiştir:

Muhbirler gerçekten yalan söylemişlerdir; benim orada dediğim

Sır değildir, onlara risalet (mesaj) da göndermedim.

Bunun içindir ki, Resûlü bazen tekil, bazen de başka şekilde kullanmıştır.

Ya da kardeşlikten dolayı ikisi bir olduğu içindir yahut gönderenle (Allah ile) gönderilen kitap bir olduğu içindir ya da ikimizden her birimizi demek İstemiştir.

17

 İsrâîl oğullarını bizimle gönder, diye (peygamberleriz).

"İsrâîloğullarını bizimle gönder” enersil yani ersil (gönder) demektir. Çünkü Resûl kelimesinde irsal manası, onda da kavl (deme) manası vardır. Maksat onları serbest bırak da bizimle beraber Şâm'a gitsinler demektir.

18

 Dedi: Seni çocukken içimizde büyütmedik mi? Aramızda ömründen yıllarca kalmadın mı?

"Dedi” Fir'avn Mûsa'ya, ikisi gelip de ona bunu deyince "seni içimizde büyütmedik mi?” evlerimizde "veliden” çocukken, ona velid demesi yakında doğması içindir.

"Aramızda ömründen yıllarca kalmadın mı?” şöyle denilmiştir: Aralarında otuz yıl kaldı, sonra Medyen'e kaçtı, orada da on yıl kaldı. Sonra onları Allah'a davet etmek için döndü, otuz yıl daha kaldı. Fir'avn boğulduktan sonra da elli yıl yaşadı.

19

 O yaptığın fiilini de yaptın. Sen nankörlerdensin!

"O yaptığın fiili de yaptın” Kıpti'yi öldürmesini kast ediyor, bununla kınaması nimetlerini saydıktan sonra olayı büyütmek içindir. Kesr ile (tarz bildiren) fı'leteke de okunmuştur, çünkü onu yumrukla öldürmüştü. (Sen nankörlerdensin) nimete karşı, sonunda gözdelerime kast ettin ya da şimdi onları kâfir sayıyorsun. Çünkü Mûsa aleyhisselâm onlarla yaşarken takıyye yapardı. Bu da iki te'den birinden hâl’dir. Yeni bir hüküm olması da câizdir, Mûsa onun İlâhlığını yahut nimetini inkâr ediyor demektir. Çünkü dönüp ona muhalefet etmiştir ya da onlara göre dinlerinde kâfir olanlardandır.

20

Mûsa dedi: Ben onu yaptım; ben o zaman bilmiyordum.

"Dedi: Ben onu yaptım; ben o zaman bilmiyordum” Câhillerdendim, böyle (cahüiyn) de okunmuştur.

Mana da şöyledir: Câhiller ve beyinsizler gibi iş yapanlardandım ya da yanlışlıkla yapanlardandım, çünkü onu taammüden öldürmemişti ya da yumruğun nereye varacağını düşünemeyenlerdendim, çünkü onu terbiye etmek istemişti.

Ya da unutanlardan demektir, (iki kadından biri unutursa) (Bakara: 282) kavli gibidir.

21

Sizden korkunca kaçtım; Rabbim bana hüküm verdi ve beni mürsellerden kıldı.

Âyetin tefsiri için bak:22

22

O başıma kaktığın nimet, İsrâîl oğullarını köle yapmandır.

"Sizden korkunca kaçtım; Rabbim bana hüküm” hikmet "verdi ve beni mürsellerden kıldı” bununla önce peygamberliğine dil uzatmasını reddetmiş, sonra da başına kaktığı nimetleri saymıştır. Onu açıkça reddetmemiştir, çünkü Fir'avn o sözünde haklı idi ve Mûsa'nın davetine de halel getirmiyordu. Bilâkis Mûsa şuna dikkat çekti ki, o, aslında nimet değil vebal idi, çünkü vebale sebep olmuştur ve şöyle dedi:

"O başıma kaktığın nimet, İsrâîl oğullarını köle yapmandır” yani beni büyütmen zâhiren nimettir, ama aslında İsrâîl oğullarını köle etmendir ve oğlan çocuklarını kesmendir. Çünkü köle etmen benim bu duruma düşmeme ve senin terbiyene geçmeme sebep olmuştur.

Şöyle de denilmiştir: Burada hemze mukadderdir yani eve tilke nimetün temünnuha aleyye ve en abbette (İsrâîl oğullarını köle etmen başıma kakacağın bir nimet midir?) En abette mahzûf mübtedanın haberi olarak merfû’dur ya da nimetten bedeldir ya da gizli be ile mahallen mecrûrdur ya da be'nin hazfi ile mensûbtur.

Şöyle de denilmiştir: Bu, kötü ve kapalı bir haslete işarettir, abbette de onun atıf beyanıdır.

Mana da şöyledir: İsrâîl oğullarını köle yapman başıma kaktığın bir nimettir. Neden temunnuha'da teke hitap etmiştir de öncesinde (hiftüküm, feferertü minküm) cemi yapmıştır; çünkü başa kakma yalnız ondandı, korku ve firar ise hem ondan hem de adamlarındandı.

23

Fir'avn dedi: Âlemlerin Rabbi de nedir?

"Fir'avn dedi: Âlemlerin Rabbi de nedir?” Fir'avn dil uzattığı şeylere Mûsa'nın cevap verdiğini ve çekinmediğini görünce davasına itiraz etmeye başladı ve önce gerçek göndericinin kim olduğunu sordu. O da:

24

Dedi: Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir, eğer kesin bilgiye sahip iseniz?

"Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir, dedi". Onu özellik ve eserlerinin en açığı ile tarif etti, çünkü fertleri hususiyet ve fiillerini zikretmekten başka bir şeyle tarif etmek mümkün değildir. Buna da:

"Eğer kesin bilgiye sahip iseniz” sözü ile işâret etti. Yani eşyayı kesin biliyor, eğer aslını anlıyor iseniz bu görünen nesnelerin mümkün varlıklar olduğunu anlarsınız. Çünkü bunlar mürekkeptir, birden fazladır ve hâlleri de değişiktir. Bunun içindir ki, bunları başlatan vacibülvücut biri lâzımdır. O başlatanın da hisle bilinen ve bilinmeyen diğer mümkün şeyleri de başlatan olması lâzımdır. Yoksa vacibülvücudun birden çok olması lâzım gelir ya da bazı mümkün varlıkların ona muhtaç olmaması lâzım gelir. Bunların ikisi de imkânsızdır. Sonra vâcip olan zatın tarifi de ancak haricen lâzım olan şeylerle yapılır, çünkü bir şeyi kendi nefsiyle ve kendine dahil olan şeylerle tarif etmek mümkün değildir, zira zâtının bileşik olması da imkânsızdır.

25

Fir'avn etrafındakilere:

"Duymuyor musunuz?” dedi.

"Fir'avn etrafındakilere:

"Duymuyor musunuz?” dedi". Verdiği cevabı; ben ona gönderenin aslını sordum, o ise bana fiillerinden bahs ediyor ya da onun göklerin Rabbi olduğunu söylüyor. Halbuki onlar kendi başlarına hareket eder - nitekim dehriler (ateistler) de böyle derler- ya da bir müessire muhtaç oldukları belli değildir.

26

Mûsa dedi: O, sizin de Rabbiniz ve ilk atalarınızın da Rabbidir.

"Mûsa dedi: O (Allahü teâlâ), sizin de Rabbiniz ve ilk atalarınızın da Rabbidir". Onda (Hak teâlâ hakkında) şânına yakışmayacak şeyler söylemenin ve eşyaya suret veren bir hikmet sâhibi olduğunda şüphe etmenin mümkün olmadığı, düşünen her kişi için çok açıktır, dedi.

27

Fir'avn dedi: Şüphesiz size gönderilen peygamberiniz, gerçekten delidir.

"Fir'avn de: Şüphesiz size gönderilen peygamberiniz, gerçekten delidir, dedi” ben ona bir şey soruyorum; o ise bana başka bir şeyden cevap veriyor. Ona peygamber demesi, alay yolludur.

28

Mûsa dedi: O, doğunun, batının ve ikisi arasındakilerin Rabbidir, eğer aklınızı çahştırırsanız.

"Mûsa dedi: O doğunun, batının ve ikisi arasındakilerin Rabbidir” her gün onun güneşi doğudan getirdiğini, onu her gün bir öncekinden başka bir yörüngede hareket ettirdiğini görüyorsunuz, öyle ki, onu batıya ulaştırıyor, bunu da kâinatın işlerini düzenleyecek faydalı bir şekilde yapıyor.

"Eğer aklınızı çahştırırsanız” eğer aklınız varsa, bundan ileri cevabınız yoktur. Mûsa onlara önce yumuşak davrandı, sonra başlarının sert olduğunu görünce kendisi de sertleşti ve onlara kendi sözleri gibi karşılık verdi.

29

Fir'avn dedi: Yemin olsun, eğer benden başka bir İlâh edinirsen, mutlaka seni zindana atılanlardan kılarım.

"Fir'avn dedi: Yemin olsun, eğer benden başka bir İlâh edinirsen, mutlaka seni zindana atılanlardan kılarım". Delile cevap veremeyince tehdide saptı, bütün cevap veremeyenler de böyle yaparlar. Bunu İlâhlığına, Yaratıcıyı İnkârına ve "duymuyor musunuz?” sözü ile İlâhlığı ondan başkasına vermesine şaşmasına delil getirdi. Belki o ateist idi, şuna itikat ediyordu ki, kim bir bölgeye hükmeder ve oranın idaresini şansı ile ele geçirirse ora halkının ibâdetini hak eder. Elmescunin'deki lâm-ı ta'rif aht içindir yani benim zindanlarımda durumlarını bildiğin kimselerden olursun demek istemiştir. Çünkü o gibileri derin bir çukura atardı, orada ölürlerdi. Bunun içindir ki, bu, seni mutlaka zindana atarım, sözünden daha etkileyicidir.

30

Mûsa dedi: Sana apaçık bir şey (bir delil) getirsem de mi?

"Mûsa dedi: Sana apaçık bir şey getirsem de mi?” yani davamı doğrulayacak bir şey getirsem de bunu yapar mısın? Bundan mu'cizeyi kastetmiştir, çünkü o, Yaratıcının varlık ve hikmeti ile peygamberliğini iddia edenin doğruluğuna birlikte delâlet eder. Vâv hâl içindir, fiil hazf edildikten sonra başına hemze getirilmiştir (etefalü Zâlike velev ci'tüke bişey'in mübiyn).

31

Dedi: Getir onu, eğer doğru söyleyenlerden isen.

"Fir'avn dedi: Getir onu, eğer doğru söyleyenlerden isen” delilin olduğunda yahut iddianda, çünkü peygamberlik iddia edenin mutlaka bir delili olmalıdır.

32

Mûsa asasını attı; bir de baktılar ki, o, apaçık bir ejderha.

"Mûsa asasını attı; bir de baktılar ki, o, apaçık bir ejderha!” ejderha oldu besbelli, sü'ban, saabetil mau deyiminden gelir ki, su akmaktır.

33

Elini (koltuğunun altından) çekti; bir de baktılar ki, o, görenler için bembeyaz!

"Elini çekti; bir de baktılar ki, o, görenler için bembeyaz!”

Rivâyete göre Fir'avn birinci mu'cizeyi görünce, başkası var mı? dedi. O da elini çıkardı. Fir'avn "onda ne marifet var?” dedi. O da elini koltuğunun altına sokup çıkardı, öyle bir ışığı vardı ki, neredeyse gözleri kamaştıracak ve ufku kaplayacaktı.

34

Fir'avn çevresindekilere: Şüphesiz bu, elbette çok bilgili bir sihirbazdır, dedi.

(Fir'avn çevresindekilere dedi) çevresinde bulunanlara dedi, havle zarftır, hâl yerine düşmüştür.

"Şüphesiz bu, elbette çok bilgili bir sihirbazdır” sihir ilminde mahir.

35

Büyüsü ile sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor, ne emredersiniz?

"Büyüsü ile sizi toprağınızdan (yurdunuzdan) çıkarmak istiyor, ne emredersiniz?” mu'cizenin gücü onu şaşkına çevirdi, öyle ki, İlâhlık davasından vazgeçti, kavmine danışma durumunda kaldı. Onları Mûsa'dan, galibiyeti hissinden ve mülkünü ele geçirme ihtimalinden soğutmak istedi.

36

Dediler: Onu ve kardeşini beklet, şehirlere toplayıcılar gönder.

"Dediler: Onu ve kardeşini beklet” yani onların davalarını tecil et, onları hapset de denilmiştir.

"Şehirlere toplayıcılar gönder” sihirbazları toplayacak zaptiyeler gönder.

37

Sana çok bilgili bütün sihirbazları getirsinler.

"Sana çok bilgili bütün sihirbazları getirsinler” bu fende onda üstün olanları.

İbn Âmir, Ebû Amr ve Kisâî, imâle ile (sehhayrin) okumuşlardır. Bikülli sâhirin de okunmuştur.

38

Sihirbazlar belli günün belli vaktinde toplatıldı.

"Sihirbazlar belli günün belli vaktinde toplatıldı” belli bir günün tayin edilen saatlerinde ki, o da bayram gününün kuşluk vakti idi.

39

İnsanlara / halka: "Toplandınız mı?” denildi.

"İnsanlara: Toplandınız mı, denildi?” burada onları meydana koşturmak için gecikmelerinden yakınma vardır.

Şâir Teebeta-şerren'in şu beyiti gibi:

Sen ihtiyacımız için Dinar'ı mı göndereceksin

Ya da Avn hin Mihraklar'dan Abderabbi mi?

Yani ikisinden birini bize çabuk gönder, demektir.

40

Belki biz sihirbazlara tâbi oluruz, eğer onlar gâlip gelirlerse.

"Belki biz sihirbazlara tâbi oluruz, eğer onlar gâlip gelirlerse” eğer onlar gâlip olurlarsa belki onların dinine tâbi oluruz. Lealle umut fiili arkasından tâbi olmayı gerektiren galibiyet düşüncesiyle kullanılmıştır. Esas maksatları Mûsa'ya tâbi olmamaktır, sihirbazlara tâbi olmak değil. Böylece kinaye yollu bir kelâm ettiler, çünkü onlara tâbi oldukları zaman Mûsa aleyhisselâm'a tâbi olmazlar.

41

Sihirbazlar gelince Fir'avn'e:

"Gerçekten bize bir ücret var mı, eğer biz gâlip olursak?” dediler.

"Sihirbazlar gelince Fir'avn'e: Gerçekten bize bir ücret var mı, eğer biz gâlip olursak, dediler? Gâlip geldikleri takdirde ücreti de ona zammı da üstlendi.

42

(Fir'avn) dedi: Evet, şüphesiz sizler, o takdirde gerçekten (ücret almakta birlikte en) yakınlardan (gözde kimselerden) olacaksınız.

"İzen” edâtı yapısındaki cevap ve cezaya göre kullanılmıştır. Ayn'ın kesri ile naim de okunmuştur ki, ikisi de lügattir.

43

Mûsa onlara: Atacağınız şeyleri atın, dedi.

"Mûsa onlara: Atacağınızı atın, dedi.” Onlar: Sen mi atarsın yoksa biz mi atalım dedikten sonra onlara böyle dedi. Bunu demekle onlara sihri ve gözbağcılığı onaylamış değildir, bilâkis mutlaka yapacakları şeyde onlara öncelik tanımıştır, bu da hakkı açığa çıkarmaya vesile olacağı içindir.

44

Onlar da iplerini ve sopalarım attılar ve: Fir'avn'in şerefine, gerçekten biz, elbette gâlipleriz, dediler.

"Onlar da iplerini ve sopalarını attılar ve "Fir'avn'in şerefine, gerçekten biz, elbette gâlipleriz, dediler". Gâlip geleceklerine dâir onun şerefine yemin ettiler, çünkü kendilerine o kadar güveniyorlardı ya da çok ileri derecede bir sihir temin etmişlerdi.

45

Mûsa da asasını attı; bir de ne görsünler, o, onların uydurdukları şeyleri yutuyor!

"Mûsa da asasını attı; bir de ne görsünler, yutuyor.” telkaf” yutmak manasınadır.

Hafs şedde ile telakkaf okumuştur,

"uydurdukları şeyleri” yaldızlayarak ve süsleyerek ters yüz ettikleri iplerinin ve sopalarının koşturan yılanlar gibi hayal ettirdikleri şeyleri ya da yalanlarını yutuyor ki, mübalağa için uydurdukları şeyleri demektir.

46

Bunun üzerine sihirbazlar secdeye atıldılar / kapandılar.

"Bunun üzerine sihirbazlar secdeye atıldılar” çünkü bu gibi bir şeyin sihir olmadığını biliyorlardı. Bunda sihrin en son derecesinin dahi göz boyama ve süsleme olduğuna ve gerçek olmayan bir şeyi hayal ettirdiğine ve her sanatta ileri gitmenin yararlı olduğuna delil vardır. Harur kullanılacakken ulkıye maddesinin kullanılması yukarıda geçen elka kelimesine benzemesi içindir ve şunu da gösterir ki, onlar olup biteni görünce sanki kendilerinden geçtiler ve yüzleri koyun yere atıldılar. Onları atan ise onları buna muvaffak kılan Allah'tır.

47

Biz (sihirbazlar), âlemlerin Rabbine îman ettik, dediler.

"Biz, âlemlerin Rabbine îman ettik, dediler” bu da ulkıye'den bedel-i istimaldir ya da gizli kad edâtı ile hâl’dir.

48

Mûsa ile Hârûn'un Rabbine.

"Mûsa ile Hârûn'un Rabbine” bu da izah için bedeldir, akla Fir'avn'in gelmesini def etmek içindir ve şunu da bildirmek içindir ki, onları îmana sevk eden şey ikisinin elleriyle yaptıkları şeydir.

49

Fir'avn dedi: Ben size izin vermeden ona îman ettiniz. Şüphesiz o, size büyücülüğü öğreten büyüğünüzdür; o hâlde yakında bilecekseniz. Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı Şüphesiz çaprazdan keseceğim ve hepinizi elbette asacağım.

"Fir'avn dedi: Ben size izin vermeden ona îman ettiniz. Şüphesiz o, size büyücülüğü öğreten büyüğünüzdür” size bazı şeyleri öğretmiş, bazılarını öğretmemiştir, bunun için de sizi yendi.

Ya da böyle anlaştınız ve şike yaptınız. Fir'avn böyle demekle halkının kafasını karıştırmak istedi ki, onların bilerek ve gerçeği gördükleri için îman ettiklerine inanmasınlar. Hamze, Kisâî, Ebû Bekir ve Ravh iki hemze ile eamentüm okumuşlardır.

"O hâlde yakında bileceksiniz” yaptığınızın vebalini çekeceksiniz.

"Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazdan keseceğim ve hepinizi elbette asacağım” sözü de bunu açıklamaktadır.

50

Onlar da: Zararı yok, şüphesiz biz, Rabbimize döneceğiz, dediler.

"Onlar da: Zararı yok, şüphesiz biz, Rabbimize döneceğiz, dediler” bizi tehdit ettiğin şeyle döneceğiz, çünkü ona sabretmek günahları tamamen siler, sevap kazandırır ve Allah,ü teâlâ'ya yaklaştırır ya da ölüm sebeplen ile ona döneceğiz, öldürmek de bunların en yararlısı ve en ümit verenidir.

51

Şüphesiz biz, iman edenlerin ilki olduğumuz için, Rabbimizin, günahlarımızı bağışlamasını umuyoruz.

"Şüphesiz biz, iman edenlerin ilki olduğumuz için, Rabbimizin, günahlarımızı bağışlamasını umuyoruz” Fir'avn'in adamlarından ilk îman edenler ya da olaya şâhit olanlardan. Cümle mana olarak "zararı yok” ifadesinin ikinci gerekçesidir ya da birinci sebebin gerekçesidir. Şart olarak in künna okunmuştur ki, tevâzu göstermek ve son nefesin nasıl verileceğine güvenmemek içindir.

Ya da işine güvenin: Sana iyilik ettimse hakkımı unutma, demesi gibi söylemişlerdir.

52

Mûsa'ya: Kullarımı gece yürüt; şüphesiz siz takip edileceksiniz, diye vahyettik.

"Mûsa'ya: Kullarımı gece yürüt, diye vahyettik” bu da aralarında yıllarca kaldıktan ve onları hakka davet ettikten ve onlara mu'cizeler gösterdikten sonra idi, onlarsa gittikçe inatlaşmış ve bozgunculuklarını artırmışlardı. İbn Kesîr ile Nâfi' sera fiilinden getirerek nûn'un kesri ve hemze-i vâsılla enisri şeklinde okumuşlardır. Seyr maddesinden en sir de okunmuştur.

"Şüphesiz siz takip edileceksiniz” Fir'avn ve askerleri sizi takip edecekler. Bu da gece yürütmenin gerekçesidir yani onları gece yürüt ki, sabahleyin arkanıza düştükleri zaman onları geçmiş olasınız, öyle ki, denize sizden önce varmasınlar, bilâkis siz denize girerken arkanızda olsunlar da sizin gibi onlar da girsinler ve denizin kapaklanması ile suda boğulsunlar.

53

Fir'avn şehirlere toplayıcılar gönderdi.

"Fir'avn gönderdi” gece çıktıklarını haber alınca "şehirlere toplayıcılar” onları takip etmek için asker toplayanları.

54

Şüphesiz bunlar, az bir topluluktur.

"Şüphesiz bunlar, az bir topluluktur” burada kavl maddesi gizlidir (böyle dedi). Altı yüz yetmiş bin olmalarına rağmen onları az görmesi, kendi askerlerine nispetledir. Çünkü

rivâyete göre o çıktı, öncü askerleri yedi yüz bin idi, şirzime az bir kalabalık demektir. Sevbün şerazimü de bundan gelir ki, eskimiş ve parçalanmış elbise demektir. Az olmaları onların kabile olmaları hasebiyledir, her kabilenin fertleri az idi.

55

(Fir'avn:) Şüphesiz onlar bizi kızdırıyorlar.

"Şüphesiz onlar bizi kızdırıyorlar” bizi kızdıracak iş yapıyorlar.

56

(Fir'avn:) Şüphesiz biz, elbette müteyakkız (tedbirli) bir topluluğuz.

"Şüphesiz biz, elbette müteyakkız bir topluluğuz” biz, tetikte durmak ve işleri tedbirle yapmak adetinde olan bir toplumuz. Önce kuvvetli oldukları için onları takipte bir sakınca olmadığına işâret etti, sonra da buna davet eden şeye, o da onlara karşı aşırı düşmanlık duymaları ve onlar hakkında uyanık olmalarının gereği idi, işte buna işâret etti.

Ya da bununla şehir halklarına özür beyan etmek istedi ki, gücünün kırılacağını akıllarına getirmesinler.

İbn Âmir, İbn Zekvar rivâyetinde ve Kûfeli'ler, hâzirun şeklinde okumuşlardır.

Birincisi (hazirun) sebat içindir, ikincisi de (hâzirun) yenilik içindir.

Şöyle de denilmiştir: Hâzir silâh bakımından güçlü demektir, bu da hazir'den gelir, çünkü bu da tedbir için yapılır. Noktasız dal ile hâdirun da okunmuştur ki, güçlü kimseler demektir.

Şâir şöyle demiştir:

Huysuz çocuğu annesi için severim,

Onu sevmediğim için de güçlü tombul çocuktan nefret ederim.

Ya da (hâzirun) silâhları tam demektir, çünkü o da insanı daha iri gösterir.

57

Böylece onları bahçelerden ve pınarlardan çıkardık.

"Böylece onları çıkardık” bu sebeple çıkış sebebi halk ettik, o da onları buna sevk etti,

"bahçelerden ve pınarlardan.”

58

Hazinelerden ve şerefli makamlardan.

"Hazinelerden ve şerefli makamdan” yani güzel evlerden ve gösterişli meclislerden çıkardık.

59

İşte böyle. Onları İsrâîl oğullarına miras kıldık.

"Kezalik” misle zalikel ihracı ahrecna demektir ki, kâf mahzûf mastarın sıfatı olarak mahallen mensûbtur ya da misle zalikel makamı demektir ki, makamın sıfatı olarak mahellen mecrûr olur.

Ya da elemrü kezalik demektir ki, mahzûf mübtedanın haberi olur.

"Onları İsrâîl oğullarına miras kıldık".

60

Onları sabaha girerken takip ettiler.

"Sabaha girerken” güneş doğarken.

“Onları takip ettiler” fettebeuhüm da okunmuştur,

61

İki topluluk birbirini görünce, Mûsa'nın adamları:

"Gerçekten bize yetiştiler” dediler.

"İki topluluk birbirini görünce” yaklaşıp da birbirini görecek duruma gelince, teraetil fietani şeklinde de okunmuştur

"Mûsa'nın adamları: Gerçekten bize yetiştiler, dediler”

lemüderrikün” da okunmuştur ki, iddereke’ş-şey'eden gelir, o da birbirini takip edip yok olmaktır. Yani onların elleriyle arka arkaya helâk olacağız demektir.

62

Mûsa: Hayır, şüphesiz Rabbim benimledir; bana doğru yolu gösterecektir” dedi.

"Mûsa: Hayır, dedi” size asla yetişemeyeceklerdir, çünkü Allah onlardan kurtulacağınızı vaat etti.

"Şüphesiz Rabbim benimledir” merhamet etmesi ve yardımı ile "bana doğru yolu gösterecektir” onlardan kurtuluş yolunu.

Rivâyete göre Fir'avn kavminden îman eden kimse Mûsa'nın yanında idi: Sana neresi emredildi; işte önünde deniz, arkandan da Fir'avn hanedanı seni bastırıyor, dedi? O da: Bana deniz emredildi, umarım ne yapacağım da emredilir, dedi.

63

Mûsa'ya:

"Asanı denize vur” diye vahyettik. Deniz birden ayrıldı; her parçası büyük bir dağ gibi oldu.

"Mûsa'ya: Asanı denize vur” diye vahyettik” Kulzum denizine yahut Nil'e (ayrıldı) yani vurdu, o da ayrıldı, aralarında yollar olan on iki parça oldu.

"Her parçası büyük dağ gibi oldu” sağlam ve yerine oturmuş dağ gibi, onlar da yollarına girdiler, her kabile bir yola girdi.

64

Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.

"Ötekilerini de oraya yaklaştırdık” Fir'avn ve kavmini, onlar da arkalarından girdikleri yerlere girdiler.

65

Mûsa'yı da yanındakilerin hepsini de kurtardık.

"Mûsa'yı da yanındakilerin hepsini de kurtardık” onlar geçinceye kadar denizi aynı pozisyonda tutarak.

66

Sonra ötekilerini boğduk.

"Sonra ötekilerini boğduk” denizi üzerlerine kapatmakla.

67

Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır.

"Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır” hem de ne ibret! "Onların çoğu mü'minler olmadı” çoğu bunun üzerine aymadı, çünkü Mısır'da kalan Kıptilerden bir tek kimse îman etmedi, İsrâîl oğulları da kurtulduktan sonra tapacak bir boğa istediler ve buzağıyı İlâh edindiler ve "Allah'ı açıkça görmedikçe sana îman etmeyiz” (Bakara: 55) dediler.

68

Şüphesiz Rabbin gerçekten mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"Şüphesiz Rabbin gerçekten mutlak gâlibtir” düşmanlarından intikâm alıcıdır "çok şefkatlidir” dostlarına.

69

Onlara İbrâhîm'in haberini oku.

"Onlara oku” Arap müşriklerine,

"İbrâhîm'in haberini.

70

Hani, (İbrâhîm) babasına ve kavmine. "Neye tapıyorsunuz?” demişti.

Hani, babasına ve kavmine:

"Neye tapıyorsunuz?” demişti". Onlara sorması, taptıkları şeylerin ibâdeti hak etmediğini göstermek içindir.

71

Onlar da: Putlara tapıyor; onlara ibâdete devam ediyoruz, dediler.

"Onlar da: Putlara tapıyor; onlara ibâdete devam ediyoruz, dediler” hâllerini açıklarken cevabı uzatmaları sevinmelerinden ve övünmelerindendir. Burada nazallu devam etmek manasındadır.

Şöyle de denilmiştir: Onlar putlara gece değil gündüz taparlardı (zalle'de gündüz iş yapmak manası vardır).

72

Dedi: Çağırdığınız zaman sizi duyuyorlar mı?

"Dedi: Sizi duyuyorlar mı?” eyesmeune duaeküm demektir yahut yesmauneküm ted'une demektir ki,

"iz teûdune” ona delâlet ettiği için hazf edilmiştir. Yüsmiuneküm de okunmuştur ki, yüsmiunekümül cevabe an duaiküm demektir. Tedune'nin muzâri olarak gelmesi, geçmiş hâlin hikayesi olmasındandır, o zihinde canlandırılmıştır.

73

Yahut size fayda ve zarar verebiliyorlar mı?

"

Yahut size fayda veriyorlar mı?” onlara ibâdete karşılık "veya zarar verebiliyorlar mı?” kendilerinden yüz çevirenlere.

74

Dediler: Hayır, biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.

"Dediler: Hayır, atalarımızı böyle yaparlarken bulduk” duymalarından veya onlardan zarar veya fayda beklemelerinden vazgeçtiler, atalarını taklide sarıldılar.

75

(İbrâhîm) dedi: İbâdet ettiğiniz şeyleri gördünüz mü?

Âyetin tefsiri için bak:76

76

Siz ve önceki atalarınız(ın taptıklarını),

"Dedi: İbâdet ettiğiniz şeyleri gördünüz mü? Siz ve önceki atalarınız” çünkü geçmiş (eski olmak) doğru olduğunu göstermez ve bâtılı hak etmez.

77

Şüphesiz onlar benim düşmanlarımdır; ancak âlemlerin Rabbi hariç.

"Şüphesiz onlar benim düşmanımdır” onların ibâdet edenlere düşman olduklarını kast ediyor. Şöyle ki, onlara tapmakla düşmandan daha çok zarar görürler ya da onları ibâdete teşvik eden en azılı düşmanlarıdır demektir ki, o da şeytandır. Ancak işi kendine dönük olarak tasvir etmesi, onlara gönderme yapmak içindir. Zira bu, açıkça nasihat etmekten daha yararlıdır. Ve şunu da bildirmek istemiştir ki, nefsinden başlamak kabule daha şayandır. Düşmanı adüv şeklinde tekil olarak vermesi, aslında mastar olup zu adavetin (adavet sâhibi) manasına olmasındandır.

“Ancak âlemlerin Rabbi müstesna” bu da istisna-i munkatıdır ya da muttasıldır ki, hüm zamiri taptıkları bütün mabutlara gider ve atalarından Allah'a tapanlar da vardı.

78

O ki, beni yarattı; beni doğru yola o iletir.

"O ki, beni yarattı; beni doğru yola o iletir” çünkü her mahluka dünya ve âhiret işlerinden ne için yaratılmışsa ona hidâyet eder, nitekim "o ki, takdir etti ve hidâyet etti” (A': 3) buyurmuştur. Varlığının başlangıcından ecelinin sonuna kadar ona aşama aşama hidâyet etmiştir. Bu sayede menfaatleri temin eder ve zararlardan kaçınır. Bu da insana göre rahimde hayız kanından emmesi ile başlar, cennet yoluna ve nimetleri ile sefa sürmesine hidâyet etmesiyle biter.

"Fehüve"deki fe, sebep içindir eğer mevsûl (ellezi) mübteda kabul edilirse, atıf içindir, eğer rabbel alemin'in sıfatı kabul edilirse, o zaman nazmın değişmesi (ellezi halakani fehedani olması gerekirdi) yaratmanın önce olup hidâyetin de sürekli olmasındandır.

79

O ki, bana o yedirir ve içirir.

"Vellezi hüve yutimüni ve yeskıyni” kavli de

birinciye göre mahzûf mübtedanın haberidir, çünkü mâ-kabli ona delâlet etmektedir, iki ellezi için de durum aynıdır. İki veçhe (ihtimale) göre de ism-i Mevsûlun tekrar edilmesi sılalardan her birinin hükmü tek başına gerektirmesindendir.

80

Hasta olduğum zaman bana o şifa verir.

“Hasta olduğum zaman bana o şifa verir” bu da yutimüni ve yeskıyini'ye atıftır, çünkü o ikisinin olmazsa olmazındandır. Şöyle ki, sağlık ve hastalık genellikle yemeye ve içmeye bağlıdır. Hastalığın Allahü teâlâ'ya nispet edilmemesi, maksat nimetleri saymak olmasındandır. Öldürmeyi Allah'a nispet etmek ise buna bir zarar vermez. Çünkü ölüm, hissedilmemesi dolayısıyla onda zarar yoktur. Ancak zarar öncüllerindedir ki, onlar da hastalıktır. Sonra o (Ölüm) kemal sahipleri için sevgililere kavuşmadır ki, onun yanında dünya hayatı hiç kalır. Ölüm birçok mihnet ve belalardan kurtulmadır. Bir de hastalık çoğu zaman insanın aşırı yiyip içmesinden ve dört karışımla organlar arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanır. Sağlık ise bunların tamamını korumaktan ve bunların zorla özel şekilde denge altında tutulmasından meydana gelir. Bu da her şeyi bilen güçlü Allah'ın kudreti iledir.

81

O ki, beni öldürür, sonra da beni diriltir.

"O ki, beni öldürür, sonra da beni diriltir” âhirette.

82

O ki, ceza gününde günahımı bağışlamasını umuyorum.

"O ki, ceza gününde günahımı bağışlamasını umuyorum” bunu da tevâzu için ve ümmetine günahlardan kaçınmalarını ve tedbirli olmalarını öğretmek için buyurmuştur. Ve kusurlarının bağışlanmasını ve kendinin de az da olsa küçük günahlarının bağışlanmasını istemiştir. Hatayı: Ben hastayım, onu büyükleri yaptı ve kız kardeşimdir gibi üç olaya bağlamak zayıftır, çünkü bunlar üstü kapalı konuşmadır, hata değildir.

83

Rabbim, bana hüküm bağışla ve beni iyilere kavuştur.

"Rabbim bana hüküm bağışla” ilim ve amelde kemal ver ki, onunla hakkın hilafetine ve halkın reisliğine hazır olayım.

"Ve beni iyilere kavuştur” beni ilimde kemal derecesine muvaffak kıl ki, iyilikte zirveye çıkanlar arasına gireyim, iyiliklerine ne büyük ne de küçük günah karışmayan zatların zümresine katılayım.

84

Bana sonrakiler arasında doğru bir dil (iyi bir şöhret) ver.

"Bana sonrakiler arasında doğru dil (iyi şöhret) ver” dünyada itibar ve yüce şan ver, eseri Dîn gününe (kıyâmete) kadar kalsın. Bunun içindir ki, ne kadar ümmet gelmişse onu sever ve ona sena ederler.

Ya da zürriyetimden sadık bir kimse bağışla ki, esas dinimi yenilesin ve insanları benim davet ettiğim şeye davet etsin. O da Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'dir.

85

Beni Naîm cennetinin mirasçılarından kıl.

"Beni Naîm cennetinin mirasçılarından kıl” âhirette, ondaki mirasçılığın manası da yukarıda geçmiştir.

86

(İbrâhîm devam ederek dedi ki:) Babamı bağışla; çünkü o, yolunu şaşıranlardandır.

"Babamı bağışla” hidâyet etmek ve îmana muvaffak kılmakla,

"Çünkü o, yolunu şaşıranlardandır” hak yolunu. Bu dua her ne kadar ölümünden sonra idiyse de belki de o, Nemrud'a karşı takiye yaparak îmanını gizlemişti, bunun içindir ki, ona böyle vaat etmişti ya da o sıralarda kâfirlere istiğfar etmekten men olunmamıştı.

87

İnsanların diriltilecekleri günde beni rüsva etme.

"Beni rüsva etme” kusurumu yüzüme vurarak ya da rütbemi bazı mirasçıların rütbesinden düşürerek ya da bana azâp etmekle. Çünkü sonucun ne olacağı belli değildir ve azâp aklen de câizdir ya da babama azâp etmekle ya da onu sapıklar zümresinde haşr etmekle. Bu da hizy kökünden gelir ki, değersizlik demektir.

Ya da hazaye kökünden gelir ki, o da utanmak manasınadır.

"İnsanların diriltilecekleri günde". Yub'asun'daki hum zamiri kullara râcidir, çünkü onlar bellidir ya da sapıklara râcidir.

88

O günde mal da oğullar da fayda vermez,

Âyetin tefsiri için bak:89

89

Ancak Allah'a selim kalp ile gelen hariç.

"O günde mal da oğullar da fayda vermez, ancak Allah'a selim (temiz) kalp ile gelen hariç” yani bu ikisi kimseye fayda vermez, ancak ihlâslı olan ve kalbi küfürden, isyanlara meyilden yahut kalbin diğer afetlerinden temiz olanlara fayda verir.

Ya da bu ikisi fayda vermez, ancak kendisi ve oğulları böyle olan hariç. Çünkü malını hayır yolunda harcamış ve oğullarına hakkı göstermiş ve onları hayra teşvik etmiştir. Ve onların Allah'ın iyi ve kıyâmette kendine şefaat edecek kullarından olmasını hedeflemiştir.

Şöyle de denilmiştir: İstisna mal ve oğulların delâlet ettiği şeydendir yani ancak böyle bir zenginlik fayda verir demektir.

Şöyle de denilmiştir: İstisna munkatı'dır, mana da fakat selim kalp ile gelenin selameti ona fayda verir, demektir.

90

Cennet müttekılere yaklaştırıldı.

"Cennet müttekılere yaklaştırıldı” öyle ki, onu mahşer yerinden görürler, ona götürülecekleri için sevinirler.

91

Cehennem azgınlar için açığa çıkarıldı.

"Cehennem azgınlar (kâfirler) için açığa çıkarıldı” onu açıktan görürler; oraya sevk edilecekleri için sızlanırlar. İki fiilin değişik oluşunda va’d tarafı ağır basmaktadır.

92

Onlara: "İbâdet ettikleriniz nerede?” denilir.

"Onlara (kâfirlere): İbâdet ettikleriniz nerede, denildi, “ size şefaat edeceklerini iddia ettiğiniz ilâhlarınız nerede?

93

Allah'tan başka. Size yardım ediyorlar mı yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?

"Size yardım ediyorlar mı?” azâbı sizden def etmekle

"yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?” azâbı kendilerinden kaldırmakla, çünkü onlar da iâhları da ateşe gireceklerdir, nitekim:

94

Artık onlar da azgınlar da onun içine yüzleri koyun atılmışlardır.

"Artık onlar da azgınlar da onun içine (ateşe) yüzleri koyun atılmışlardır” buyurmuştur. Yani ilâhlar da tapanları da demektir. Kebkebe keb sesinin tekrarıdır, manası da şöyledir: Sanki ateşe atılan defalarca yüzü üstü atılmış da sonun da dibinde karar kılmıştır.

95

İblis'in bütün orduları da.

"İblis'in bütün orduları da” ins ve cinden ardına düşenler de "ecmaun” hepsi, bu da cunud'un tekididir, eğer mübteda kılınır da haberi de arkasındaki (Kâlû) cümlesi olursa ya da zamirin tekididir. Munfasıl zamir ve hum fiha ve yahtasımun'daki ona râci olan da öyledir.

96

Orada çekişirlerken dediler:

"Orada çekişirlerken dediler:

97

Allah'a yemin ederiz ki, gerçekten biz apaçık bir sapıklık içinde idik.

Allah'a yemin ederiz ki, gerçekten biz apaçık bir sapıklık içinde idik". O zaman Allah, putları konuşturur, onları, kendilerine tapanlarıyla tartıştırır.

98

Çünkü sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutardık.

"Çünkü sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutardık” kavlindeki hitap da bunu destekler, ibâdeti hak etmede eşit tutardık demektir. Bütün zamirlerin (kübkibudan nüsevviye kadar) putlara tapanlara râci olması da câizdir, tıpkı Kâlû'da olduğu gibi, hitap da yangı ve pişmanlıklarını artırmak için olur.

Mana da şöyledir: Onlar sapıklıklarının başlangıcı hususunda tartışmakla beraber sapıklığın içine daldıklarını itiraf ederler ve ondan yürekleri yanar.

99

Bizi ancak o günahkârlar saptırdı.

Âyetin tefsiri için bak:100

100

Artık bizim için şefaatçiler yok.

"Bizi ancak o günahkârlar saptırdı. Artık bizim için şefaatçiler yok” nitekim mü'minlerin meleklerden ve peygamberlerden şefaatçileri vardır.

101

Ne de sıcak (yakın) bir dost.

"Ne de sıcak (yakın, candan) bir dost” zira müttekılerin dışında bütün dostlar, o gün birbirlerine düşmandır.

Ya da şefaatçiler ve dostlar saydıklarımızdan şefaatçiler de dostlar da yoktur.

Ya da öyle bir uçuruma düştük ki, bizi oradan ne bir şefaatçi ne de bir dost çıkaramaz. Şefaatçinin çoğul yapılıp da dostun tekil kılınması adet icabı şefaatçilerin çok, dostun ise az olmasındandır.

Ya da bir tek dostun birçok şefaatçiden daha çok gayret etmesindendir.

Ya da sadik (dost) kelimesinin çoğul için de kullanılmasından dır, nitekim adüv (düşman) da öyledir. Çünkü o aslında mastardır, Meselâ hanin ve sahil gibi.

102

Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, biz de iman edenlerden olsa idik.

 (Keşke bizim için bir dönüş olsa) dünyaya dönmek için temennidir. Burada lev leyte yerine kullanılmıştır, çünkü ikisi de yoku var saymada eşittirler ya da şarttır, cevabı hazf edilmiştir. (Biz de iman edenlerden olsa idik) temenninin cevabıdır ya da kerreten'in üzerine atıftır yani lev enne lena en nekirre fenekune minel mü'minin (bizim için bir dönüş olsa da idi de mü'minlerden olsa idik) demektir.

103

Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı.

"Şüphesiz bunda vardır” zikredilen İbrâhîm kıssasında "elbette bir ibret vardır” delil ve öğüt vardır, görmek ve ibret almak isteyen için. Çünkü o, en muntazam tertip ve en güzel anlatımla gelmiştir. Onu düşünen kimse ondaki çok ilmi hemen fark eder. Çünkü onda dinî ilimlerin asıllarına işâret ve delillerine tembih vardır, aynı zamanda kavmini güzel davetine, onlara güzel muhalefetine ve onlara tam acımasına ve kendini de işin içine katmasına; vaat ve tehdidi hikâye yollu yaparak daha iyi dinlemelerine vesile olsun diye onlara gönderme ve onları uyarmasına işâret vardır.

"Onların çoğu olmadı” kavminin çoğu "mü'minler” ona îman edenler olmadı, ona îman etmediler.

104

Şüphesiz Rabbin elbette o, mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"Şüphesiz Rabbin elbette o, mutlak gâlibtir” onlardan hemen intikâm almaya kâdirdir "çok merhametlidir” onlar yahut soylarından birileri îman etsinler diye onlara süre tanımakla.

105

Nûh kavmi de peygamberleri yalanladı.

 (Nûh kavmi de peygamberleri yalanladı) kavm kelimesi müennestir, bunun içindir ki, kuveyme şeklinde tasgîr edilir. Peygamberleri yalanlamaları yukarıda anlatılmıştır.

106

Hani, onlara kardeşleri Nûh, "korkmaz mısınız?” demişti.

"Hani, onlara kardeşleri Nûh demişti” kardeşleri demesi, onlardan olmasındandır.

"Korkmaz mısınız?” Allah'tan, onu bırakıp da başkasına ibâdet ediyorsunuz.

107

Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir peygamberim,

"Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir peygamberim” aranızda emin olmakla meşhurum.

108

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

"Allah'tan korkun ve bana itâat edin” size emretteğim tevhidte ve kusurdan uzak Allah'a itaatta.

109

Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir.

"Buna karşı sizden istemiyorum” davet ve nasihatıma karşılık "bir ücret”.

Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir.

110

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

Allah'tan korkun ve bana itâat edin” bunu te'kit etmek ve şuna dikkat çekmek için tekrar etmiştir ki, güvenirlik ve ücret istememeden her biri davetine icabet için yeterlidir, hele bir de ikisi birden toplanırsa!

Nâfi', İbn Âmir, Ebû Amr ve Hafs, beş yerde de ecriye kelimesini ye'nin fethi ile okumuşlardır.

111

 Onlar da:

"Sana bayağılar tâbi olmuşken sana îman mı edelim?” dediler.

Âyetin tefsiri için bak:112

112

 Dedi: Onların ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur.

"Onlar da: Sana bayağılar tâbi olmuşken sana îman mı edelim, dediler?” mevkileri düşük ve malları az olanlar.

Erzel lâfzını sahih olarak (vâv ve nûn ile) cemi yapmıştır. Ya'kûb ve etbauke okumuştur ki, o da tâbi'in çoğuludur, şahid ve eşhad gibi ya da tebe'in çoğuludur, batal ve ebtal gibi.

Bu da akıllarının kıtlığından ve yalnız dünya metaını görmelerindendir. Öyle ki, malı az olanların tâbi olmasını kendilerinin tâbi olmalarına ve davet ettiği şeye îmanlarına mani ve bâtıl olduğuna delil saymışlardır. Bundan şuna işâret ediyorlar ki, îman edenler düşünerek ve görerek îman etmiş değiller, ancak mal ve mevki beklentisi ile etmişlerdir. Bunun içindir ki, o da:

"Onların ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur” demiştir. Onlar bunu samimiyetle mi yapıyorlar yoksa bir lokma ekmek umudu ile mi yapıyorlar, bilmiyorum. Benim görevim zahire itibar etmektir.

113

 Onların hesabı ancak Rabbine âittir, eğer bilirseniz.

"Onların hesabı ancak Rabbine âittir” onların, içlerindekilerine göre hesapları Allah'ın üzerinedir, çünkü ondan haberdar olan O'dur.

"Eğer bilirseniz” bunu fark edersiniz, ancak sizler cahillik ediyor ve bilmediğiniz şeyleri söylüyorsunuz.

114

Ben mü'minleri kovacak değilim.

"Ben mü'minleri kovacak değilim” bu da sözlerinden anlaşıldığı üzere onları kovmasına ve îmanlarının ona bağlı olmasına cevaptır, çünkü onların tâbi olmasını îmanlarına mani saymışlardı.

115

 Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.

"Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım” bu da onun gerekçesi gibidir yani ben ancak mükellefleri küfür ve masiyetlerden korkutmak için gönderilmiş bir adamım, onlar da ister eşraftan olsunlar ister sıradan kimseler olsunlar. Zenginlerin arkama düşmeleri için fakirleri kovmak bana nasıl yaraşır?

Ya da benim yapacağım sizi açık delille uyarmaktır; sizi râzı etmek için onları kovmak değil.

116

 Dediler: Ey Nûh, eğer vazgeçmezsen, sen mutlaka taşlananlardan olursun.

"Dediler: Ey Nûh, eğer vazgeçmezsen” dediklerine son vermezsen "mutlaka taşlananlardan olursun” sövülenlerden yahut taşla dövülenlerden olursun.

117

Dedi: Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladılar.

"Dedi: Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladılar” onlara ne için beddua ettiğini açıklamak için böyle dedi, o da hakkı yalanlamalarıdır, yoksa onlardan korkması ve onu hafife almaları için değildir.

118

 Artık benimle onların arasını bir açma ile aç; beni de benimle beraber olan mü'minleri de kurtar.

"Artık benimle onların arasını bir açma ile aç” benimle onların arasında hüküm ver, bu da fetahattan gelmektedir.

119

Biz de onu da onunla beraber yüklü gemide olanları da kurtardık.

"Beni de benimle beraber olan mü'minleri de kurtar” bize kast etmelerinden yahut uğursuz amellerinden.

"Biz de onu da onunla beraber yüklü gemide olanları da kurtardık".

120

Sonra da kalanları boğduk.

"Sonra da” onu kurtardıktan sonra "kalanları boğduk” kavminden kalanları.

121

Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı.

"Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır” duyulan ve herkes tarafından anlatılan.

122

Şüphesiz Rabbin, elbette o, mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"Onların çoğu mü'minler olmadı. Şüphesiz Rabbin elbette o, mutlak gâlib, çok merhametlidir".

123

Âd kavmi de peygamberleri yalanladı.

(Âd kavmi peygamberleri yalanladı) onu müennes kılması kabile itibarı iledir, o aslında atalarının adıdır.

124

Hani, kardeşleri Hûd onlara "korkmaz mısınız?” demişti.

"Hani, kardeşleri Hûd onlara "korkmaz mısınız?” demişti.

125

Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir peygamberim.

Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir peygamberim.

126

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

Allah'tan korkun ve bana itâat edin".

127

Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir.

"Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbinin üzerinedir". Kıssaları bununla (korkmaz mısınız) sorusu ile başlatması şunu haber vermek içindir ki, peygamber göndermenin tek bir gayesi vardır, o da hakkı tanımaya davet etmek ve davet edileni sevaba yaklaştıracak ve azabından korkutacak taâta teşvik etmektir. Bütün peygamberler bunda müttefik idiler, her ne kadar bazı teferruatta ihtilâf etmişlerse de bunda birlik idiler, adi isteklerden ve dünyalık maksatlardan uzak idiler.

128

Her yüksek tepeye bir işâret / alâmet yapıyor eğleniyor musunuz?

Âyetin tefsiri için bak:129

129

Sanki ölmeyecek gibi yapılar yapıyorsunuz.

 (Her yüksek tepeye yapıyor musunuz?) riy' yüksek yer demektir, riyül ard denilmesi de yüksekliğindendir.

"Ayeten” geçenler için işâret "eğleniyorsunuz” onu yapmakla, çünkü onlar yolculuklarında yıldızlarla yol bulurlardı; o binalara ihtiyaçları yoktu.

Ya da güvercin evleri demektir yahut yanlarından geçen yolcularla eğlenmek için toplandıkları yapılardır yahut övündükleri saraylardır.

"Su depoları yapıyorsunuz” sağlam saraylar ve kaleler de denilmiştir,

"sanki ölmeyeceksiniz gibi” o kadar muhkem yapıyorsunuz.

130

Yakaladığınız zaman zorbalar olarak (zorbaca) yakalıyorsunuz.

Âyetin tefsiri için bak:131

131

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

"Yakaladığınız (şiddet uyguladığınız zaman)kılıç veya kırbaç ile "zorbaca yakalıyorsunuz” zâlimce musallat oluyorsunuz, acımadan despotça davranıyorsunuz, maksadınız tedip etmek ve sonuç almak değildir.

"Allah'tan korkun” bu şeyleri terk etmekle "ve bana itâat edin” sizi davet ettiğim şeyde, çünkü sizin için daha yararlıdır.

132

Size bildiğiniz o şeyle yardım edenden korkun.

Âyetin tefsiri için bak:135

133

Size hayvanlarla ve oğullarla yardım etti.

Âyetin tefsiri için bak:135

134

Bahçeler ve pınarlarla.

Âyetin tefsiri için bak:135

135

Şüphesiz ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum.

"Size bildiğiniz o şeyle yardım edenden korkun” Hûd aleyhisselâm’ın Allah'tan korkmayı tekrar etmesi şunun içindir; Allah'ın onlara çeşitli nimetlerle yardım etmesi ona bağlıdır, bu nimetleri çekip ellerinden alması da onun terkine bağlıdır. İşte bunu açıklamak için takvayı tekrar etmiştir. Sonra korkmaz mısınız diyerek özetle bazı nimetleri ve kötülüklerini açıkladığı gibi, daha çok ikaz etmek ve takvaya özendirmek için de:

"Size hayvanlarla ve oğullarla yardım etti. Bahçeler ve pınarlarla” dedi, sonra onları tehdit ederek:

"Şüphesiz ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi. Dünya ve âhiretteki azabından, çünkü o, nimet vermeye kâdir olduğu gibi intikâm almaya da kâdirdir.

136

Kavmi dediler: Bize öğüt versen de vaaz edenlerden olmasan da birdir.

Âyetin tefsiri için bak:137

137

Bu, ancak öncekilerin ahlakıdır.

"Kavmi dediler: Bize öğüt versen de vaaz edenlerden olmasan da birdir” çünkü biz üzerinde bulunduğumuz hâlden dönmeyiz. Olumsuzluk ifadesinin mukabelenin gereğinden değiştirilmesi, vaaza önem vermediklerini mübalağa etmek içindir.

"Bu ancak öncekilerin ahlakıdır” bize getirdiğin şey, ancak öncekilerin yalanıdır ya da bu yaratılışımız onların yaratılışından başkası değildir; onlar gibi dirilir ve ölürüz; yeniden dirilme de hesap görme de yoktur.

Nâfi', İbn Âmir, Âsım ve Hamze iki zamme ile hulukul evvelin okumuşlardır ki, bize getirdiği bu şey öncekilerin âdetinden başkası değildir, onlar da Hûd gibi uydururlardı.

Ya da üzerinde bulunduğumuz Dîn ancak öncekilerin ahlâk ve âdetidir, biz de onlara uymaktayız.

Ya da bu üzerinde bulunduğumuz ölüm ve dirim insanlarda hiç yok olmamış eski bir âdettir.

138

Biz azâp görecekler değiliz.

139

Böylece onu yalanladılar; biz de onları helâk ettik. Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı.

140

Şüphesiz Rabbin elbette o, mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"Biz azâp görecek değiliz” yaşadığımız bu hâlden dolayı.

"Böylece onu yalanladılar; biz de onları helâk ettik” yalanlamaları sebebiyle soğuk bir kasırga ile.

"Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı.

141

Semûd kavmi peygamberlerini yalanladı.

Semûd kavmi peygamberlerini yalanladı.

142

Hani, kardeşleri Sâlih onlara: "Korkmaz mısınız?” demişti.

Hani, kardeşleri Sâlih onlara: "Korkmaz mısınız?” demişti.

143

Şüphesiz ben, sizin için güvenilir bir peygamberim.

Şüphesiz ben, sizin için güvenilir bir peygamberim.

144

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

145

Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir.

Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir.

146

Burada güven içinde bırakılacak mısınız?

"Burada güven içinde bırakılacak mısınız?” öyle bırakılmalarım reddir ya da Allahü teâlâ'nın onları nimetlere güven içinde sefa sürme ile baş başa bırakmasındaki nimeti hatırlatmadır. Sonra bunu şöyle diyerek tefsir etti:

147

Bahçelerde ve pınarlarda.

Âyetin tefsiri için bak:148

148

Ekinlerde ve tomurcukları yumuşak hurmalıklarda.

"Bahçelerde ve pınarlarda. Ekinlerde ve yumuşak tomurcuktu hurmalıklarda". Tomurcukları yumuşaktır, meyvelerin yumuşak olması için ya da hurma ağacı dişidir, dişi hurma ağacının tomurcuğu daha yumuşak ve hoştur. Bu da (tal' / tomurcuk) kılıcın demiri gibi ilk doğan şeydir, içinde hurma salkımının sapı vardır.

Ya da yükünün çokluğundan dalları eğilmiş hurma ağaçları demektir. Hurmadan tek başına bahs edilmesi, bahçelerdeki diğer ağaçlarından üstün olduğu içindir ya da bahçelerden murat edilen, başka ağaçların teşkil ettiği bahçelerdir.

149

Dağlardan şımararak evler yontuyorsunuz.

"Dağlardan şımararak evler yontuyorsunuz” fârihiyn şımaranlar yahut usta kimseler demektir, bu da ferahat kökünden gelir ki, neşeli ve istekli olmaktır. Çünkü usta kimse neşeli çalışır ve kalbi rahat olur.

Nâfi', İbn Kesîr ve Ebû Amr ferihiyn okumuşlardır ki, bu, fârihiyn'den daha mubalâgalıdır.

150-151

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

Aşırıların emrine itâat etmeyin.

"Allah'tan korkun ve bana itâat edin. Aşırıların emrine itâat etmeyin” amire itâat demek olan uysallık, emre uymak için istiare edilmiştir.

Ya da amirin hükmü mecaz yolu ile emrine nispet edilmiştir (aslında amire itâat edilir).

152

Onlar ki, yeryüzünde bozgunculuk ederler, ıslahat yapmazlar.

"Onlar ki, yeryüzünde bozgunculuk ederler, ıslahat yapmazlar” bu da aşırılıklarını izah eden bir sıfattır, bunun içindir ki,

"vela yuslihun” lâfzı yüfsidun'a atfedilmiştir, bu da fesatlarının katışıksız olduğunu göstermek içindir.

153

Dediler: Sen ancak büyülenmişlerdensin.

Âyetin tefsiri için bak:154

154

Sen ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, bir mu'cize getir.

"Dediler: Sen ancak büyülenmişlerdensin” çok büyülenip de aklı karışanlardansın ya da ciğeri (sahr'i) olan yani bizim gibi insanlardansın. Bu durumda "sen ancak bizim gibi bir insansın” cümlesi onu te'kit olur.

"Eğer doğru söyleyenlerden isen bir mu'cize getir” davanda doğru isen.

155

Dedi: İşte bu bir dişi deve; onun bir su içme nöbeti var, sizin de belli bir günün su içme nöbetiniz var.

"Dedi: İşte bu bir dişi deve” duasının ardından tam teklif ettikleri gibi Allah onu kayadan çıkardıktan sonra böyle dedi.

"Onun bir su içme nöbeti var” sudan hissesi vardır, şirb, siky ve kıyt gibidir ki, su ve gıda hissesidir.

"Sizin de belli bir günün su içme nöbetiniz vardır” kendi nöbetinizle yetinin, onun nöbetine müdahale etmeyin.

156

Ona kötülükle dokunmayın; sonra sizi büyük bir günün azâbı yakalar.

"Ona kötülükle dokunmayın” vurmak ve kesmek gibi "sonra sizi büyük bir günün azâbı yakalar” günün büyüklüğü ondaki şeyin büyüklüğündendir. Bu da azabın büyüklüğünden daha mübalağalıdır (azâp o kadar büyük ki, taşmış günü de büyütmüştür).

157

Derken onu kestiler; pişman oldular.

"Derken onu kestiler” kesme işini hepsine isnat etmesi, kesenin ancak onların rızâsı ile kesmesindendir, bunun içindir ki, hep birlikte sorumlu tutulmuşlardır.

"Pişman oldular” onu kesmekten dolayı azabın gelmesinden pişman oldular tevbeden değil, ya da azâbı gözleriyle gördükleri zaman. Bunun içindir ki, onlara faydası olmamıştır.

158

Onları o azâp tuttu. Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı.

"Onları o azâp tuttu” yani vaat edilen azâp "şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı". Bu bağlamda çoklarının îman etmemesinde şuna îma vardır ki, eğer çoğunluğu îman etse idi, azâp edilmeyeceklerdi. Kureyş'in ise bu gibi durumdan kurtulması içlerinden îman edenlerin bereketi iledir.

159

Şüphesiz Rabbin, elbette o, mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"Şüphesiz Rabbin, elbette o, mutlak gâlib, çok merhametlidir".

160

Lût kavmi peygamberleri yalanladı.

Lût kavmi peygamberleri yalanladı.

161

Hani, onlara kardeşleri Lût:

"Korkmaz mısınız?” demişti.

Hani, onlara kardeşleri Lût:

"Korkmaz mısınız?” demişti.

162

Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir peygamberim.

Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir peygamberim.

163

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

164

Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir.

Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir.

165

Âlemlerden erkeklere mi geliyorsunuz?

Âlemlerden erkeklere mi geliyorsunuz? Sizden başka insanlardan kimsenin size katılmadığı erkeklere mi geliyorsunuz ya da âdem evlatlarından o kadar çok ve kadınların da baskın olmasına rağmen erkeklere geliyorsunuz, kadınları bulamadınız mı? Bu durumda âlemlerden

birinciye göre aktif olanlar,

ikinciye göre de insanlar murat edilmiş olur.

166

Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir kavimsiniz.

"Rabbinizin sizin için (zevkiniz için) yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz” min ezvaciküm eğer onlardan dişi cinsi murat edilirse beyan içindir, eğer ondan mubah dişilik organı murat edilirse ba'z manasınadır. Bu da onların kadınlarına da aynı şeyi yaptıklarını akla getirir.

"Hayır, siz haddi aşan bir kavimsiniz” şehvet sınırını aşan bir kavimsiniz, şöyle ki, bu hususta insanları geçtiler, hatta hayvanları bile ya da isyanlarda ileri giden kimselersiniz, bu da onlardan biridir.

Ya da bu suçu irtikâp ettiğiniz için aşırılıkla nitelenmeyi hak ettiniz.

167

Dediler: Yemin olsun, ey Lût, eğer vazgeçmezsen, mutlaka çıkarılanlardan olacaksın.

"Dediler: Yemin olsun, ey Lût, eğer vazgeçmezsen” iddiandan yahut bizi men etmenden ve işimizi kötülemekten "mutlaka çıkarılanlardan olacaksın". Aramızdan sürülenlerden olacaksın. Belki onlar yurtlarından çıkardıklarını şiddetle ve kötü durumda çıkarırlardı.

168

Dedi: Şüphesiz ben sizin yaptığınıza kızanlardanım.

"Dedi: Şüphesiz ben sîzin yaptığınıza kızanlardanım” çok öfke duyanlardanım, beni sürseniz de sizi eleştirmekten geri durmam. Bu da "ben işinize kızıyorum” ifadesinden daha etkileyicidir, çünkü onların (kınayanların) zümresinden olduğunu ve aralarında da meşhur olduğunu göstermektedir.

169

Rabbim, beni ve ailemi onların yaptıkları şeylerden kurtar.

"Rabbim, beni ve ailemi onların yaptıklarından kurtar” yaptıklarının uğursuzluğundan ve azabından demektir.

170

Biz de onu ve tüm ailesini kurtardık.

"Biz de onu ve tüm ailesini kurtardık” ev halkını ve dininde kendine uyanları, azâp geldiği zaman aralarından çıkarmakla.

171

Ancak geride kalanlardan yaşlı bir kadın hariç.

"Ancak geride kalanlardan yaşlı bir kadın hariç” o da Lût'un karışıdır. Azapta kalması takdir edilenlerden, çünkü ona da yolda bir taş değdi, onu helâk etti. Çünkü o, kavme meyyaldi ve fiillerine râzı idi.

Şöyle de denilmiştir. Kentte kalanlardan, çünkü o, Lût ile beraber çıkmamıştı.

172

Sonra diğerlerini helâk ettik.

"Sonra diğerlerini helâk ettik” kırıp geçirdik.

173

Üzerlerine bir yağmur gönderdik. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür!

"Üzerlerine bir yağmur yağdırdık” şöyle denilmiştir: Allah o kavmin kaçkınlarına taş yağdırdı, onları helâk etti.

"Uyarılanların yağmuru ne kötüdür!” elmünzerin'deki lâm cins için olmalıdır ki, ona muzâf olan mastar'ın sâe fiiline fâil düşmesi sahih olsun. Mahsus bizzem de mahzûftur, o da mataruhum'dur.

174

Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı.

175

Şüphesiz Rabbin, elbette o, mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler değildi. Şüphesiz Rabbin, elbette o, mutlak gâlibtir, çok merhametlidir".

176

Eyke halkı da peygamberleri yalanladı..

"Eyke halkı da peygamberleri yalanladı” Eyke dikensiz ağaçların bittiği hafif ormanlık yerdir, Medyen yakınındadır, orada bir kısım insanlar otururlardı. Allah onlara Şuayb'i gönderdi, nitekim onu Medyen'e de göndermişti. Yabancı idi, bunun içindir ki:

177

Hani, onlara kardeşleri Şuayb:

"Korkmaz mısınız?” demişti

"Hani, onlara Şuayb:

"Korkmaz mısınız?” demiş, kardeşleri, dememiştir.

Şöyle de denilmiştir: Eyke ağaçlan birbirine geçen yerdir, ağaçları da devm idi ona mukl da denir. İbn Kesîr, Nâfi' ve İbn Âmir hemzenin hazfi ve harekesinin lâm’a verilmesiyle Liyke okumuşlardır. Aynı şekilde te'nin fethi ile Leykete de okunmuştur ki, o zaman beldelerinin ismi olur. Burada ve Sad'da elifsiz (hemzesiz) yazılması telâffuzdan dolayıdır.

178

Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir peygamberim.

179

Allah'tan korkun ve bana itâat edin.

180

Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir.

181

Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın.

"Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın” eksik ölçmekle insanların haklarını kısmayın.

182

Doğru terazi ile tartın.

"Doğru terazi ile tartın” sağlam ölçü aleti ile, kıstas eğer Arapça ise kist kökündendir ki, 'las veznindedir, aynelfi'li tekrar edilmiştir, yoksa 'lal veznindedir.

Hamze, Kisâî ve Hafs kafin kesri ile (kıstas) okumuşlardır.

183

İnsanların eşyalarını kısmayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk yapmayın.

"İnsanların eşyalarını kısmayın” haklarım eksik vermeyin.

"Yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk yapmayın” öldürmek, yağmalamak ve yol kesmekle.

184

Sizi de önceki nesilleri de yaratandan korkun.

"Sizi de önceki nesilleri de yaratandan korkun” zevil cibilletil evveliyn demektir, eski insanları manasınadır.

185

Dediler: Sen ancak büyülenmişlerdensin.

186

Sen ancak bizim gibi bir insansın. Gerçekten seni elbette yalancılardan zannediyoruz.

"Dediler: Sen ancak büyülenmişlerdensin. Sen ancak bizim gibi bir insansın” vâv ile vema ente demeleri onun risalete zıt iki sıfatı bulundurmasındandır, bu da onu daha çok yalanlamak içindir.

"Gerçekten seni elbette yalancılardan zannediyoruz” davanda.

187

Eğer doğru söyleyenlerden isen üzerimize gökten bir parça düşür.

"Üzerimize gökten bir parça düşür” belki de bu, onlara "korkmaz mısınız?” demesinin andırdığı tehdidin cevabıdır. Hafs sin'in fethi ile (kisefen) okumuştur.

"Eğer doğru söyleyenlerden isen” davanda.

188

Dedi: Rabbim yaptıklarınızı pekiyi bilendir.

Onu yalanladılar; onları gölge / kara bulut gününün azâbı tuttu. Gerçekten o, büyük bir günün azâbı idi.

"Dedi: Rabbim yaptıklarınızı pekiyi bilendir” ve azabını pekiyi bilendir, yaptıklarınız neyi gerektiriyorsa onu mukadder vaktinde mutlaka üzerinize indirecektir.

189

"Onu yalanladılar; onları gölge gününün azâbı tuttu” tam teklif ettikleri gibi, üzerlerine yedi gün bir sıcak dalgası gönderdi; öyle ki, ırmakları kaynadı (buharlaştı) ve onları bir bulut gölgelendirdi. Altında toplandılar; üzerlerine ateş yağdırdı, onlar da yandılar.

"Gerçekten o, büyük bir günün azâbı idi".

190

Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı.

Âyetin tefsiri için bak:191

191

Şüphesiz Rabbin, elbette o, mutlak gâlibtir, çok merhametlidir.

"Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü'minler olmadı. Şüphesiz Rabbin, elbette o, mutlak gâlibtir, çok merhametlidir” kısaca anlatılan yedi kıssanın sonu budur. Bunlar Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i teselli etmek ve inanmayanlara gözdağı vermek için zikredilmiştir, Ümmetlerin Peygamberler uyardıktan ve alay etmek ve ona önem vermemek için mu'cize tekliflerinden sonra azabın biteviye inmesi, bunların kozmik sebeplerle olduğunu veya yalanlamalarına karşılık ceza için değil de imtihan için olduğunu söylemeye yer bırakmaz.

192

Gerçekten o âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

Âyetin tefsiri için bak:194

193

Onu güvenilir Rûh indirdi.

 Âyetin tefsiri için bak:194

194

Senin kalbine, uyarıcılardan olman için.

"Gerçekten o âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu güvenilir rûh indirdi.". Bu da o kıssaların hak olduğunu tesbit etmekte ve Kur'ân’ın mu'cizeliğine ve Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'in peygamberliğine dikkat çekmektedir, çünkü bilmeyen bir kimsenin bunları haber vermesi, ancak azîz ve celil olan Allah'ın vahyi ile olur. Kalpten eğer rûhu murat etti ise, mesele yoktur. Eğer ondan belli organı (yüreği) murat etti ise onu özellikle zikretmesi şunun içindir, çünkü ruhla ilgili manalar önce ruha iner, sonra da ondan kalbe intikal eder; çünkü aralarında ilişki vardır. Sonra da ondan dimağa yükselir, tahayyül edilen levha ona nakş olur. Güvenilir Rûh Cebrâîl aleyhisselâm'dır; çünkü o Allah'ın vahiy eminidir.

İbn Âmir, Ebû Bekir, Hamze ve Kisâî ze'nin şeddesi (nezzele) ve nasb ile ruhal emine okumuşlardır.

195

Açık Arapça bir dille.

"Açık Arapça bir dille” manası açık, Tâ ki, anlamadığımız şeyi ne yapacağız, demesinler? Bilisanin nezele'ye mütealliktir. Münzirin'e taalluk etmesi de acizdir yani Arap dili ile uyaranlardan olman için, onlar da Hûd, Sâlih, Şuayb ve Muhammed'dir, onlara salât ve selâm olsun.

196

Şüphesiz o, öncekilerin zeburlarındadır.

"Şüphesiz o, Öncekilerin zeburlarındadır” onun zikri yahut manası eskilerin kitaplarındadır demektir.

"Onlar için bir delil olmadı mı?” Kur'ân'ın doğruluğuna yahut Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'in peygamberliğine.

197

Onu İsrâîl oğulları bilginlerinin bilmesi onlar için bir delil olmadı mı?

"onu İsrâîl oğulları bilginlerinin bilmesi” onu kitaplarında zikredilen sıfatı ile tanımaları. Bu da onun delil olduğunu onaylamadır. İbn Âmir te ile (tekün) ref ile de âyetün okumuştur ki, o, kâne'nin ismi olur, haber de lehüm'dür, en yalemehu da bedeldir ya da ayetün faildir, en yalemehu da bedeldir, lehüm de hâl’dir.

Ya da isim kıssaya giden zamirdir, ayetün de en yalemehu'nûn haberidir, isim cümlesi de tekün'ün haberidir.

198

Eğer onu Arapça bilmeyen bazılarına indirseydik,

"Eğer onu Arapça bilmeyen bazılarının üzerine indirseydik” ki, bu da onun icazını daha da artırırdı ya da yabancı dille indirseydik de

199

Onu kendilerine okusaydı, yine de ona îman etmezlerdi.

"onu kendilerine okusa idi, yine de ona îman etmezlerdi” aşırı inatlarından ve kibirlerinden, ya da anlamadıklarından ve yabancılara tâbi olmaktan çekindiklerinden. A'cemiyn şeddesiz a'cemî'nin çoğuludur, bunun içindir ki, salim olarak cemi yapılmıştır.

200

Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk.

"Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk” hu zamiri küfre gitmektedir, çünkü (ona îman etmezlerdi) kavli onu göstermektedir. Bu durumda âyet küfrün Allah'ın yaratması ile olduğunu gösterir.

Şöyle de denilmiştir: Zamir Kur'ân'a râcidir yani onu kalplerine soktuk; manalarını ve mu'cizeliğini bildiler, sonra da inatlarından ona îman etmediler.

201

Acıklı azâbı görmedikçe ona îman etmezler.

"Acıklı azâbı görmedikçe ona îman etmezler” îmana zorlayan azâbı görmedikçe.

202

Azap onlara farkında olmadan ansızın gelir.

"Azâp onlara ansızın gelir” dünya ve âhirette "onlar farkında olmadan” geldiğini hissetmeden.

203

Bize süre verilir mi, derler?

"Bize süre verilir mi, derler?” hasret ve üzüntülerinden,

204

Azabımızı acele istiyorlar.

"azabımızı mı acele istiyorlar?” üzerimize gökten taş yağdır yahut bize vaat ettiğin şeyi getir, diyorlar. Azâp inerken hâlleri süre istemektir.

205

Gördün mü, onları yıllarca yararlandırsak da,

 Âyetin tefsiri için bak:206

206

Sonra tehdit edildikleri şey onlara gelseydi,

"Gördün mü, onları yıllarca yararlandırsak da sonra onlara tehdit edildikleri şey gelseydi, faydalandıkları şey onlara fayda sağlamazdı” uzun süre istifade ettikleri şey, azâbı def edemezdi ve hafifletemezdi de.

207

Faydalandıkları şey onlara fayda sağlamazdı

208

Bir kenti helâk ettiysek mutlaka onların uyarıcıları vardı.

Âyetin tefsiri için bak:209

209

Öğüt vermek için. Biz zâlimler olmadık.

"Bir kenti helâk ettiysek, mutlaka onların uyarıcıları vardı” diyecekleri bir şey kalmasın diye delille susturulmuşlardır. (Öğüt vermek için) tezkireten demektir ki, mef’ûlün leh yahut mef'ûlu mutlak olarak mahallen mensûbtur.

Ya da münzirun'un sıfatı olarak zu zikra veyahut hum zikra takdiri ile mahellen merfû’dur. Son tevcihte hatırlatmada çok ileri gitmiş olurlar.

Ya da mahzûf mübtedanın haberidir (hazihi zikra). Cümle itiraziyedir.

"Bizler zâlimler olmadık” zâlimlerden başkasını ya da uyarmadan önce kimseyi helâk etmeyiz.

210

Onu şeytanlar indirmedi.

Âyetin tefsiri için bak:211

211

Onlara yaraşmaz da. Buna güçleri yetmez de.

"Onu şeytan indirmedi” nitekim müşrikler onun şeytanların kâhinlere attığı şey kabilinden olduğunu iddia ederler.

"Onlara yaraşmaz da” indirmeleri onlar için doğru olmaz da "buna güçleri yetmez de” muktedir olamazlar da.

212

Çünkü onlar dinlemekten elbette azledilmişlerdir.

"Çünkü onlar dinlemekten” meleklerin kelâmını "elbette azledilmişlerdir” çünkü o; zatın arılığında, fuyuzat-ı hakkın kabulünde ve manevî suretlerin nakşında ortak olmak şartına bağlıdır. Onların nefisleri ise pistir, karanlık ve bizzat kötüdür; bunu kabul etmez. Kur'ân ise öyle gerçekleri ve öyle gâip şeyleri içine alır ki, bunları meleklerden başkasından almak mümkün değildir.

213

Öyleyse Allah ile beraber başka bir İlâha dua etme; sonra azâp edilenlerden olursun.

"Öyleyse Allah ile beraber başka bir İlâha dua etme; sonra azâp edilenlerden olursun” bu da (Efendimizi) ihlâsı artırmaya teşvik ve diğer mü'minler için de lütuftur.

214

En yakın akrabalarını uyar.

"En yakın akrabalarını uyar” en yakından başlayarak onları uyar; çünkü onlarla ilgilenmek çok önemlidir.

Rivâyete göre bu âyet inince Efendimiz Safa tepesine çıktı ve onlara kol kol seslendi; onlar da toplanınca: Size şu dağın eteğinde düşman atlıları olduğunu haber versem bana inanır mısınız, dedi? Onlar da: Evet, dediler. O da: Öyleyse ben sizi şiddetli azâp gelmeden önce uyarıcıyım, dedi.

215

Sana tâbi olan mü'minlere kanadını indir.

Âyetin tefsiri için bak:216

216

Eğer sana karşı gelirlerse, "ben yaptığınız şeylerden uzağım” de.

"Sana tâbi olan mü'minlere kanadını indir” onlara yumuşak davran, bu da kuşun konmak istediği zaman kanadını kapatmasından istiare edilmiştir. Min edâtı beyaniyedir, çünkü ona tâbi olanlar içinde Dîn için olan ve olmayan vardır ya da bazı manasınadır, o zaman mü'minlerden îman etmeye yaklaşanlar ya da dili ile tasdik edenler murat edilmiş olur.

"Eğer sana isyan ederlerse” tâbi olmazlarsa "ben yaptığınız şeylerden uzağım, de". Amel ettiğiniz şeylerden ya da amellerinizden uzağım, de.

217

Mutlak gâlib ve rahîm/çok merhametli olana tevekkül et.

"Mutlak gâlib, çok merhamet edene tevekkül et” o ki, düşmanlarını kahreder ve dostlarına yardım eder. Sana isyan edenlerin ve diğerlerinin şerrinden seni korur. Nâfi' ile İbn Âmir, şartın cevabından bedel olmak üzere fe ile (fe-tevekkel) okumuşlardır.

218

O zât seni kalktığın zaman görür.

"O zât seni kalktığın zaman görür” teheccüd namazına kalktığın zaman

219

Secde edenler arasında dolaşmanı da.

"ve secde edenler arasında dolaşmanı da” ibâdete çaba sarf edenlerin hâllerini araştırmak için gidip gelmeni de. Nitekim şöyle rivâyet edilmiştir. Gece namaza kalkmak nesh edilince aleyhis-salâtü ves-selâm o gece ashâbının evlerini dolaştı, ne yaptıklarını görmek istedi, çünkü ibâdet yapmalarına çok düşkündü. Evlerini arı kovanı gibi buldu, çünkü zikir ve Kur'ân okuma mırıltılarını duydu.

Ya da gece kıyam, rüku, sücud ve kuud ederek onlara namaz kıldırdığın zaman davranışını görür. Allahü teâlâ önce kendini düşmanlarını kahretmek ve dostlarına yardım etmekle niteledikten sonra Efendimizin hâlini bilmekle nitelemesi tevekkülü gerçekleştirmek ve Efendimizin kalbini tatmin etmek içindir.

220

Şüphesiz o, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.

"Şüphesiz o, hakkıyla işiten"dir senin dediğini,

"hakkıyla bilendir” niyet ettiğini.

221

Şeytanların kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?

Âyetin tefsiri için bak:222

222

Her günahkâr iftiracının üzerine inerler.

"Şeytanların kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?” "Her günahkâr iftiracının üzerine inerler". Kur'ân'ı şeytanların indirmesinin doğru olmayacağını bildirince bunu te'kit etti ve Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'e indiremeyeceklerini iki şeye bağladı:

Birincisi o ancak şerli, çok yalancı, çok günah işleyene olur. Çünkü insanın gâip şeylerle temas kurması aralarındaki münasebet ve sevgiden dolayıdır. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'in hâli ise bunun tam tersidir.

İkincisi de şu ifadedir:

223

Onlar şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu yalancılardır.

"Onlar şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu yalancılardır” yani iftiracılar şeytanlara kulak verirler, onlar zanlar ve bazı emareler alırlar, çünkü ilimleri eksiktir. Onlara kendi hayallerine göre ilaveler yaparlar ki, bunların çoğu gerçekle bağdaşmaz. Nitekim hadiste şöyle gelmiştir: Cin bir kelime kapar, onu velisinin (huddamımn) kulağına atar; o da ona yüzden çok yalan katar. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem ise öyle değildir; çünkü o sayısız gâiplerden haber vermiştir, hepsi de doğru çıkmıştır. Ekser ifadesi küll (hepsi) ile tefsir edilmiştir, çünkü Allahü teâlâ burada "her günahkâr çok iftiracıya” (Şuarâ': 222) buyurmuştur. Şurası daha açıktır ki, sözleri itibarı ile çoğunluk şu manayadır ki, cinlerden nakledenlerin azı ancak doğru söylerler. Zamirlerin şeytanlara gittiği de söylenmiştir yani onlar taşlanmadan önce yüksek melekler kuruluna kulak hırsızlığı yaparlardı, onlardan bazı sözler alıp bunu dostlarına atarlardı.

Ya da onlardan duydukları şeyleri dostlarına atarlar, çoğu ise attıkları şeylerde yalancıdırlar, yoksa meleklerin konuştukları şeylerde değil; bu da kötülüklerinden yahut anlayışlarının kıt olmasındandır ya da zihinlerinde tam tutamadıkları içindir ya da anlatamadıkları içindir.

224

Şairlere de azgınlar tâbi olur.

"Şairlere de azgınlar tâbi olur” Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'e tâbi olanlar ise öyle değiller. Bu da yeni söz başıdır, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem'in şâir olmasını iptal etmektedir, bunu da:

225

Görmedin mi onlar her vâdide başıboş dolaşırlar.

Âyetin tefsiri için bak:226

226

Ve gerçekten onlar, yapmadıklarım söylerler.

"Görmedin mi, onlar her vâdide başıboş dolaşırlar” sözü ile tespit etmiştir. Çünkü öncüllerinin çoğu hayallerdir, gerçek değildir. Kelimelerinin ekserisi başkalarının haremleriyle ilgili aşk, gazel, fantazi, namuslara dil uzatma, soya sopa lâf atma, yalan vaat, bâtılla övünme, hak etmeyini medih ve o konuda abartma türündendir. Buna da:

"Gerçekten onlar, yapmadıklarım söylerler” ifadesiyle işâret etmiştir. Sanki Kur'ân lâfız ve mana cihetlerinden muciz olduğundan, onlar da şeytanlar indirdi diyerek manaya, şairlerin sözü cinsindendir diyerek de lafza (söze) itiraz ettiklerinden Allahü teâlâ her iki kısım hakkında da konuştu, Kur'ân'ın bunlara benzemediğini ve Resûl sallallahü aleyhi ve sellem'in hâlinin onların hâline hiç te okşamadığım beyan etti. Nâfi' hafifçe yetbauhum okumuştur. Şedde ve ayn'ın sükûnu ile yettebi'hüm de okunmuştur, bunda da (yettebiühüm'ün) bi'hü kısmım adud'a benzetmişlerdir.

227

Ancak îman edip iyi şeyler yapanlar, Allah'ı çokça zikredip zulme uğradıkları zaman intikâm alanlar müstesna. Zulmedenler hangi dönüş yerine döneceklerini bilecekler.

"Ancak îman edip iyi şeyler yapanlar, Allah'ı çokça zikredip zulme uğradıktan sonra intikâm alanlar müstesna". Bu da mü'min ve iyi şairleri istisna eden yeni söz başıdır. Onlar Allah'ı çok zikrederler, şiirlerinin çoğu tevhid ve Allah’a hamd ü senadan ve ona itaatten ibarettir. Eğer hiciv türünden bir şeyler söyleseler de bunu kendilerini yerenlere cevap vermek ve Müslümanları yerenleri karalamak için yaparlar. Meselâ Abdullah bin Ravaha, Hassan bin Sâbit ve iki Ka'b gibi (Ka'b bin Züher ve Ka'b bin Mâlik). Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Hassan'a: Söyle, Ruhulkuds seninledir, derdi! Ka'b bin Mâlik'e de Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem: Onları hicv et, ruhumu elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, senin sözün onlara oktan daha tesirlidir, buyurmuştur.

"Zulmedenler hangi dönüş yerine döneceklerini bilecekler” bu da şiddetli tehdittir, çünkü seyalemü'de aşırı bir tehdit ve Ellezîne zalemu'da da mutlaktık ve genelleme vardır. Hangi dönüş yerine dönecekler de ölümden sonra demektir, bunda da kapalılık ve korkutma vardır. Ebû Bekir radıyallahü anh hilafete geldiği zaman bunu okumuştur. Eyye münfeletin yenfelitun da okunmuştur ki, bu da kurtuluş demektir.

Mana da şöyledir: Zâlimler Allah'ın azabından kurtulacaklarını umarlar, şunu da bilirler ki, onlar için kaçacak hiçbir istikamet yoktur. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den rivâyet edilmiştir: Kim Şuarâ' sûresini okursa, ona Nûh'u, Sâlih'i, Ştıayb'i ve İbrâhîm'i tasdik eden ve bunlara inanmayanların sayısınca ve Îsa'ya inanmayan ve Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'i tasdik edenlerin sayısınca onar sevap verilir.

0 ﴿