27 / NEMLMekke'de inmiştir. 93 yahut 94 yahut 95 âyettir. 1Ta. Sin. Bunlar Kur'ân'ın ve apaçık kitabın âyetleridir. "Ta. Sin. Bunlar Kur'ân'ın ve apaçık kitabın âyetleridir” bunlar (tilke) işâreti sureyedir. Apaçık kitap ya Levh-i Mahfûz'dur, açıklaması da olacak şeylerin ona yazılmasıdır, ona bakanlara açıklar. Kitaptan sonra gelmesi bizim ilmimizin ona taalluk etmesi hasebiyledir, Hicr sûresinde öne alınması da varlık itibari iledir. Ya da apaçık kitap Kur'ân'dır, açıklaması da ya ona bırakılan hikmet ve hükümlerden dolayıdır ya da mu'cize olmasının doğru olmasındandır. Bu durumda Kur'ân'a atfı iki sıfattan birinin diğerine atfı gibidir. Nekire olması da büyütmek içindir. Ref ile ve kitabun da okunmuştur ki, muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçirilmiş olur (tilke ayatü kitabin). 2Mü'minler için müjde ve rehberdir. Âyetin tefsiri için bak:3 3Onlar ki, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirler. Onlar âhirete de kesin inanırlar. (Mü'minler için müjde ve rehberdir) bu ikisi de ayat lâfzından hâl’dir, amilleri de tilke işaretindeki manadır ya da ayat'tan bedeldirler ya da başka iki haberdirler veyahut mahzûf mübtedanın haberidirler (hüma hüden ve büşra). (Onlar ki, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirler) namaz ve zekât gibi iyi amelleri yaparlar. (Onlar âhirete de kesin inanırlar) bu da sılanın tamamlayıcısıdır, vâv da hâl yahut atıf içindir. Nazmın değiştirilmesi yakînlerinin kuvvet ve sebatını göstermek ve onların bu hususta tek olduklarını gözler önüne sermek içindir ya da ara cümlesidir, sanki: Bu îman edip iyi şeyler yapanlar âhirete kesin inananlardır denilmiş gibidir. Çünkü zorluklara tahammül etmek ancak akibet korkusu ve hesaba inanmakla olur. Hum zamirinin tekrar edilmesi de, özellik içindir. 4Şüphesiz âhirete îman etmeyenler var ya, onların amellerini süsledik. Artık onlar bocalarlar. "Şüphesiz âhirete îman etmeyenler var ya, onlara amellerini süsledik” çirkin amelleri süslendi, bu da onları nefis için çekimli ve sevimli kılmakla olmuştur ya da yapmaları gereken güzel amelleri onlara sevap vermekle çekici hâle getirdik demektir. "Artık onlar bocalarlar” arkasında ne gibi zarar ve fayda olduğunu idrak edemezler. 5İşte onlar o kimselerdir ki, onlar için azabın kötüsü vardır ve onlar âhirette, evet onlar en çok ziyan edenlerdir. "İşte onlar o kimselerdir ki, onlar için azabın kötüsü vardır” Bedir savaşında öldürülmek ve esir edilmek gibi. "Onlar âhirette en çok ziyan edenlerdir” ziyanları en fazla olan insanlardır, çünkü sevabı kaçırmış ve azâbı hak etmişlerdir. 6Şüphesiz sen, Kur'ân sana hikmet sâhibi, her şeyi bilen Allah tarafından veriliyor. "Şüphesiz sen, Kur'ân sana hikmet sâhibi, her şeyi bilen Allah tarafından veriliyor” hem de nasıl hikmet sâhibi hem de nasıl her şeyi bilen! İlmin hikmete dahil olduğu bilinmekle beraber ikisini birlikte vermesi ilmin genel olup hikmetin de işi sağlam yapmaya delâlet etmesindendir. Şunu da bildirmek içindir ki, Kur'ân ilimlerinden bazısı hikmettir Meselâ akaid ve şerîatlar gibi bazısı da öyle değildir Meselâ kıssalar ve gâiplerden verilen haberler gibi. Sonra o ilimlerin bazısını açıklamaya başladı ve şöyle dedi: 7Hani Mûsa ailesine: "Şüphesiz ben bir ateş gördüm. Size ondan bir haber getireceğim yahut size korlu alev / meşale getireceğim. Belki ısınırsınız” demişti. "Hani Mûsa, ailesine: Şüphesiz ben bir ateş gördüm, demişti” yani onun böyle dediği zamanki kıssasını hatırla demektir, alîm lâfzına müteallik olması da câizdir. "Size ondan bir haber getireceğim” yani yolun durumundan demektir, çünkü yolunu kaybetmişti. Zamirin (küm) cemi olması şunun içindir; eğer yanında karısından başka kimse yok idiyse karısına kinaye yollu aile demesindendir. Sin harfi de mesafenin uzak olmasından ya da gecikse de haber getirme vaadindendir. " Yahut size korlu alev getireceğim” şihab’ın kabese izafesi korlu veya korsuz olabileceği içindir. Kûfelilerle Ya'kûb onu tenvinli okumuşlardır ki, kabes ondan bedel ya da sıfat olur, çünkü o, makbus manasınadır. İki vaat zan dolayısıyladır, bunun içindir ki, o ikisinden Tâhâ sûresinde terecci (lealle) ile ifade edilmiştir. Ev edâtı ile tereddüt biri olmazsa diğeri olacağı ümidi iledir. Bu da durumdan anlaşılmaktadır ya da Allah'ın âdetine binaendir ki, kuluna iki mahrumiyeti birden vermez. "Isınasınız diye” ısınmanız ümidiyle, burada geçen sıla' maddesi büyük ateş demektir. 8Oraya geldiği zaman: "Ateşte olan da çevresinde olan da bereketlendi. Âlemlerin Rabbi Allah münezzehtir” diye seslenildi. "Oraya geldiği zaman: Bereketlendi diye seslenildi” en mastariyedir yani burike demektir. Çünkü nidada kavl (söz) manası vardır. Ya da bien burike demekle mastariyedir veyahut enne'den tahfif edilmiştir. Tahfif durumunda lâ yahut sin veyahut sevfe gerekirse de bu dua olduğu için birçok hükümde başkasına uymayabilir. "Ateşte olan da çevresinde olan da” ateşin yerinde olan demektir ki, o da Allahü teâlâ’nın "mübarek yerde vadinin sağ tarafından seslenildi” (Kasas: 30) dediği yerdir. Çevresinde olan da, öyle anlaşılıyor ki, bu geneldir, orada olan herkesi de o vadide ve Şâm toprağından çevresinde olanları da içine alır. Orası bereketlidir, çünkü peygamberlerin gönderildiği ve öldükleri zaman gömüldükleri yerdir. Özellikle Allahü teâlâ'nın Mûsa ile konuştuğu yerdir. Bundan Mûsa ile orada hazır olan melekler murat edilmiştir de denilmiştir. Hitabın böyle başlaması şuna müjdedir ki, onun hakkında büyük bir işe karar verilmiştir, bereketi de Şâm dolaylarına yayılacaktır. "Âlemlerin Rabbi Allah münezzehtir” bu da nida edilen sözün tamamındandır, Tâ ki, Mûsa onun kelâmını işitmekle onu başkasına benzetmesin ve bu, Mûsa'yı işin büyüklüğünden dolayı şaşırtmak içindir ya da Mûsa'nın ansızın karşılaştığı büyük olaydan asmasıyla söylediği sözdür. 9Ey Mûsa, şüphe yok ki, ben, mutlak gâlib, hikmet sâhibi Allah'ım. "Ey Mûsa, şüphe yok ki, ben Allah'ım” innehu'daki he şan içindir (ortama râcidir) enallahu da onu tefsir eden cümledir. Ya da zamir konuşana râcidir, ene de haberi, allahu da onun beyanıdır. "Mutlak gâlib, hikmet sâhibi” bu ikisi de Allah'ın sıfatlarıdır, ona göstermek istediğine hazırlık içindir, demek istiyor ki, ben güçlüyüm, akıllara sığmayan şeyleri yapabilirim, Meselâ asayı yılana çevirmek gibi. Her yaptığımı da hikmet ve tedbirle yaparım. 10Asanı at. Mûsa onun küçük bir yılan gibi hareket ettiğini gördüğü zaman, arkasını dönüp kaçtı, geri dönmedi. Ey Mûsa, şüphesiz ben, peygamberler benim huzurumda korkmazlar. (Asanı at) bu da burike'ye atıftır yani ateşte olan bereketlendi ve asanı at demektir. "En ya Mûsa inni enallahu” dedikten sonra (Kasas: 30) en'i tekrar ederek "en elkı asake” (Kasas: 31) sözü de bunu gösterir. "Mûsa onun küçük bir yılan gibi hareket ettiğini gördüğü zaman” kıvrılarak yürüdüğünü gördüğü zaman, cânn hafif ve çevik demektir. Ce'nün de okunmuştur ki, bu da İki sakinin birleşmesini hiç istemeyen lügate göredir. "Arkasını dönerek kaçtı, geri dönmedi” lem yuakkıb akkebel mukatilü deyiminden gelir ki, savaşçı kaçtıktan sonra döndü demektir. Korkması da bu işin aleyhine yapıldığım sanmasındandır, şu da onu gösterir: "Ey Mûsa, korkma” benden başkasından, bana güven, ya da mutlak olarak korkma, demektir, çünkü: "Şüphesiz peygamberler benim huzurumda korkmazlar” buyurmuştur. Onlara vahiy edilirken, çünkü kendilerinden geçerler. Zira onlar Allahü teâlâ'dan en çok korkanlardır ya da benim yanımda kötü akibet olmaz ki, ondan korksunlar demektir. 11Ancak kim zulmeder, sonra da kötülükten sonra (onu) güzelliğe değiştirirse, şüphesiz ben çok bağışlayıcı, çok merhametliyim. (Ancak kim zulmeder, sonra da kötülüğün ardından (onu) güzelliğe dönüştürürse, şüphesiz ben çok bağışlayıcı, çok merhametliyim). Bu da istisna-i munkatıdır; korkunun bütün peygamberlerde olmayacağını önleyici bir ifadedir, çünkü içlerinde küçük kusur (zelle) işleyenler vardır. İşte onlar da böyle şeyler yapsalar da arkasından onu iptal edecek ve Allah’ın mağfiret ve rahmetini hak edecek şeyler yaparlar, böylece onlar da korkmazlar. Burada Mûsa'nın Kıpti'yi öldürmesine gönderme yapılmıştır. İstisnanın muttasıl olduğu da söylenmiştir, sümme edâtı da yeni söz başıdır, mahzûfa ma’tûftur yani zulmedip sonra tevbe ederek günahını değiştiren müstesnadır, denilmiştir. 12Elini yakana sok, Fir'avn'e ve kavmine dokuz mu'cize içerisinde, bir kötülük (hastalık) olmadan bembeyaz çıksın. Şüphesiz onlar bir fâsıklar kavmi oldular. "Elini yakana sok” çünkü üzerindeki elbise yünlü ve kolsuz idi. Ceyb lâfzının gömlek manasına olduğu söylenmiştir, çünkü ceyp kat etmek (kesmek) manasınadır. "Bir kötülük olmaksızın bembeyaz çıksın” baras hastalığı gibi bir şey lmadan. "Dokuz mu'cize içerisinde” onlardan biri ya da onlarla beraber olarak demektir. Dokuz mu'cize de şunlardır: Denizin yarılması, taşkın, çekirge, kımıl, kurbağalar, kan, malların silinmesi, kırsalda kıtlık ve ürün azalması. Kim asa ile el mu'cizesini dokuzdan sayarsa, son ikiyi bir sayar ve denizin yarılmasını sıraya koymaz. Çünkü Fir'avn'e onunla gönderilmemişti. Ya da izheb fî tis'i ayatin demektir ki, o zaman gönderme ile ilgili olarak yeni söz başı olur o da ona (izheb'e) müteallik olur. (Fir'avn'e ve kavmine) ilk ikiye göre (fî tis'i ayatin) mebusen yahut mürselen gibi bir şeye müteallik olur. "Şüphesiz onlar bir fâsıklar kavmi idiler” bu da göndermenin illetidir. 13Âyetlerimiz onlara açık vaziyette gelince: Bu, apaçık, bir sihirdir, dediler. "Âyetlerimiz onlara gelince” Mûsa onlara getirince (açık, görünerek) mubsıreten ism-i faildir, mef'ûl manasınadır ve şunu akla getirmek içindir ki, bu mu'cizeler o kadar açık görünmekte idi ki, neredeyse kendilerini görecekti, eğer görecek şeylerden olsa idi ya da görmeye sahip demektir, çünkü onlar hidâyet eder, körler ise bidayet etmeyi bırak, yolu bile bulamaz. Ya da kendilerine her bakan ve düşüneni gören mu'cizeler demektir. Mabsareten de okunmuştur ki, görmek çok olan yer demektir. "Bu apaçık bir sihirdir dediler” sihir olduğu besbelli olan. 14Onları, vicdanları kesin inandığı hâlde, haksızlık ederek ve böbürlenerek inkâr ettiler. Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu? "Onları, vicdanları kesin inandığı hâlde inkâr ettiler” ve kad isteykanetha demektir, çünkü vâv hâl edatıdır. "Haksızlık ederek” nefislerine "ve böbürlenerek” îman etmekten. Zulmen ile uluvven cahadu'nûn mef'ûlu lehi olarak mensûbturlar. "Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu?” o da dünyada suya boğulmak, âhirette ateşe yanmaktır. 15Yemin olsun, Dâvûd'a ve Süleyman'a ilim verdik. "Bizi, mü'min kullarından birçoğuna üstün kılan Allah'a hamd olsun” dediler. "Yemin olsun, Dâvûd'a ve Süleyman'a ilim verdik” biraz ilim verdik, o da hikmet ve şerîat ilmidir ya da hem de nasıl ilim verdik, demektir! (Allah'a hamd olsun, dediler) vâv ile atfetmesi şunu akla getirmek içindir ki, dedikleri şey, bu nimet karşısında yaptıkları şeylerden bazısıdır, sanki: Şükür için yapacaklarını yaptılar ve Allah’a hamd olsun, dediler. "O ki, bizi mü'min kullarından birçoğuna üstün kıldı” yani ilim verilmeyen yahut ilimleri gibi ilim verilmeyenlerden üstün kıldı demektir. Bunda ilmin ve ilim adamlarının şerefine delil vardır, şöyle ki, ilme şükrettiler ve onu faziletin esası saydılar, ondan başka kendilerine verilip de başkalarına verilmeyen mülke itibar etmediler. Bunda alimi şuna da teşvik etmektedir ki, Allah'ın kendisine lütuf olarak verdiği şeylere hamd etmeli, alçak gönüllü olmalı ve şuna itikat etmelidir ki, her ne kadar çoklarından üstün ise de ondan üstün olan çokları da vardır. 16Süleyman, Dâvûd'a mirasçı oldu ve: Ey insanlar, bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden verildi. Şüphesiz bu, gerçekten apaçık bir lütuftur” dedi. "Süleyman, Dâvûd'a mirasçı oldu” peygamberliğe yahut ilme yahut mülke mirasçı oldu yani bu hususlarda onun yerine geçti demektir, diğer oğulları değil, onlar on dokuz kardeş idiler. "Ve: Ey insanlar, bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden verildi, dedi” bunu da Allah'ın nimetini teşhir etmek ve onları duyurmak ve mu'cizeden bahs ederek insanları bunlara inanmaya davet etmek için dedi. O mu'cize de kuşdili ilmi ile verilen diğer büyük şeylerdir. Âyette geçen mantık ve nutk örfe göre insanın içindekini ifade eden şeydir, ister sade isterse bileşik olsun. Bazen nutk (konuşma) insandakine benzetilerek ya da söz gelimi her sese denilir. Meselâ natakatil hamametü (güvercin konuştu / öttü) gibi. Hayvana natık, cansıza samit (sessiz) denilmesi de bundandır. Çünkü hayvan sesleri de hayale tâbi olması sebebiyle ibare (ifade) yerine konulmuştur, kaldı ki, onlarda da hayvanın maksadına göre değişen sesler vardır, o cinsten olanlar onu anlar. Belki de Süleyman aleyhisselâm bir hayvanın sesini işittiği zaman kutsal gücü ile o sesi çıkartan hayali ve ne maksatla çıkardığını anlardı. Bunlardan biri de bir gün öten ve oynayan bir bülbüle rastladı, yarım hurma yediği zaman dünya devrilsin, diyor, dedi. Bir gerdanlı güvercin seslendi: Keşke halkyaratılmasa idi, dediğini söyledi. Belki de o kursağı dolu ve gönlünde bir sıkıntı olmayan bülbülün sesi idi, belki de güvercin de çok acı çekmiş ve yüreği yanmış biri idi. Ullimna ve utiyna'daki zamirler kendisine ve babasına râcidir, o ikisine salât ve selâm olsun. Ya da yalnız kendine râcidir, dünya kralları gibi siyaset dili ile çoğul kalıbı kullanmıştır. Her şeyden maksat çok şey demektir, Meselâ filancaya herkes gelir ve her şeyi bilir sözü gibi. "Şüphesiz bu, gerçekten apaçık bir lütuftur” kimseye kapalı olmayan bir lütuf. 17Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı. Artık onlar sevk olunuyorlar. Âyetin tefsiri için bak:18 18Karınca Vadisine gelince, bir karınca: "Ey karıncalar, yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmadan sizi kırmasınlar” dedi. "Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı. Artık onlar sevk ediliyorlar” arkadakiler yetişsin diye baştakiler durduruluyor. "Nihayet Karınca Vadisine gelince” Şâm'da karıncası çok olan vadiye, etev fiilinin alâ ile geçişli kılınması ya gelmelerinin yukarıdan olduğu içindir ya da vadiyi kat etmek / geçmek manasına geldiği içindir. Bu da eta aleşşey'i deyiminden gelir ki, bitirip sonuna varmaktır. Sanki onlar vadinin sonlarında konmak istiyorlardı. "Bir karınca: Ey karıncalar, yuvalarınıza girin, dedi” sanki o karınca onların vadiye geldiğini görünce çiğnemelerinden korkarak kaçtı, diğerleri de arkasına düştüler. O da bir seslendi, etrafındaki karıncaları uyardı, onlar da onu izlediler. Bu, akıllıların hitap ve nasihatına benzetilmiştir, o sebeple akıllı kalıbı kullanılmıştır. Kaldı ki, Allahü teâlâ’nın onlarda akıl ve konuşma melekesi yaratması da imkânsız değildir. "Süleyman ve orduları sizi kırmasın” onları kırılmaktan men etmektedir, maksat onları durmaktan men etmektir, çünkü dururlarsa kırılırlar. Meselâ: Seni burada görmeyeyim sözü gibi. Cümle yeni söz başıdır yahut emrin bedelidir, cevabı değildir. Çünkü zaruret olmadıkça cevaba te'kit nûn'u gelmez. "Farkında olmadan” sizi çiğnediklerini fark etmeden, çünkü fark etselerdi yapmazlardı, sanki o karınca peygamberlerin zulüm ve eziyet etmekten masum olduklarını bümiş gibidir. Yeni söz başı olduğu da söylenmiştir ki, Süleyman da askerleri de bilmezler demek olur. 19Süleyman onun sözünden gülerek tebessüm etti ve: "Rabbim, bana ve ebeveynime ihsan ettiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın iyi amel etmemi bana ilham et. Ve beni rahmetinle iyi kullarının arasına girdir” dedi. "Süleyman onun sözünden gülerek tebessüm etti” ikazından, uyarma ve çıkarlarını göstermesinden, bir de Allahü teâlâ’nın karıncanın gizli sesini idrak ettirip maksadını anlamasından sevincinden gülerek. Bunun içindir ki, şükre muvaffak kılmasını istedi ve: "Rabbim, ihsan ettiğin nimetine şükretmemi ilham et, dedi” yani beni öyle kıl ki, nimetini yanımda durdurayım da benden ayrılmasın. Bezzî ye'nin fethi ile evzi'niye okumuştur. "Bana ve ebeveynime verdiğin nimete” ebeveynini zikretmesi nimeti çoğaltmak ya da onu genelleştirmek içindir. Çünkü onlara olan nimet kendisinedir, kendisine olan nimet de onlaradır, hele dinî nimetler! "Ve râzı olacağın iyi amel etmemi” bu da şükrü tamamlamak ve nimeti devam ettirmek içindir. "Ve beni rahmetinle iyi kullarının arasına girdir” onların arasında cennete girdir. 20Kuşları teftiş etti: Hüdhüd'ü niçin göremiyorum, kayıplara mı karıştı?” dedi. "Kuşları teftiş etti” onları tanımak için uğraştı, Hüdhüd'ü göremedi, "onu niçin göremiyorum, kayıplara mı karıştı, dedi?” em edâtı munkatıadır, sanki onu göremeyince orada olup da bir perdenin arkasında kaldığı için göremediğini zannetti. Sonra ihtiyatlı davrandı, gâip olduğunu anladı, bundan da vazgeçti, aklına geleni doğrulamak ister gibi, yoksa gâip mi, dedi? 21Ona mutlaka şiddetli bir işkence edeceğim yahut onu mutlaka boğazlayacağım yahut da bana açık bir delil getirir! "Ona mutlaka şiddetli bir işkence edeceğim” tüyünü yolmak ve güneşe atmak gibi ya da karıncaların yemesine bırakmak veyahut zıddı ile bir kafese koymak gibi "yahut onu mutlaka boğazlayacağım” cinsinden olanda ondan ibret alsın diye "yahut da mutlaka açık bir delil getirir!” mazur olduğunu beyan eder. Aslında ilk ikiden birine yemin etmek üçüncünün olmaması takdiri iledir, ancak izinsiz kayıp olması üç şeyden birinin olduğunu gerektirdiği için ikisini onun üzerine atfederek yemin edilen şeyi üçe çıkardı. İbn Kesîr iki nûn ile, biri meftuh ve şeddeli olmak üzere leye'tiyenneni okumuştur. 22Az durdu (hüdhüd): "Senin kavramadığın bir şeyi kavradım ve sana Saba ülkesinden kesin bir haber getirdim, dedi. "Az durdu” uzun zaman kaybolmadı, bundan ondan korktuğu için çabuk döndüğünü söylemek istiyor. Âsım kâfin fethi ile (mekese) okumuştur. "Senin kavramadığın bir şeyi kavradım” Saba'nın durumunu kast ediyor. Ona böyle hitap etmesinde şuna dikkat çekiliyor ki, Allahü teâlâ’nın en aşağı yaratıkları arasında bile onun ilimce kavramadığı şeyleri kavrayan vardır. Bunu bilsin de nefsini hor görsün ve ilmi de gözünde küçülsün. Tı'nın zı'ya idgamı ve ıtbaklı ve ıtbaksız olarak da (ehattü) okunmuştur (ıtbak harf seslendirilirken dilin üst damağa kapanmasıdır). "Sana Saba ülkesinden getirdim” İbn Kesîr, bezzî rivâyetinde ve Ebû Amr kabile veya belde te'vili ile gayri munsarif okumuşlardır, Kavas da sâkin hemze ile (Sebe') okumuştur. "Kesin bir haber” gerçek bir haber. Rivâyete göre Süleyman aleyhisselâm Beytülmukaddes'in yapımını tamamlayınca hac için hazırlandı. Kabe'ye vardı, orada dilediği kadar kaldı. Sonra Yemen'e yöneldi, Mekke'den sabahleyin çıktı, öğle üzeri Sana'ya vardı. Toprağının temizliği hoşuna gitti, oraya kondu, su bulamadı. Hüdhüd de su görevlisi idi, çünkü suyu iyi bulurdu. Süleyman onu aradı, bulamadı, çünkü o, Süleyman konunca havalanmıştı. Konmuş bir hüdhüd kuşu gördü, ona süzüldü, birbirlerine krallarını anlattılar. O da anlattığını görmek için onunla beraber uçtu. Sonra ikindiden sonra döndü ve anlattığını anlattı. Belki de Allah'ın acayip kudretleri ve özel kullarına tahsis ettiği şeyler arasında bundan daha büyüğü vardır; onu tanıyan gözünde büyütür, tanımayan da inkâr eder. 23Gerçekten ben, onlara Kraliçelik eden bir kadın buldum. Ona her şeyden verilmiş. Onun büyük de bir tahtı var. "Gerçekten ben onlara Kraliçelik eden bir kadın buldum” Belkıs bint Şerahil bin Mâlik bin Reyyan'ı kast ediyor. Hum zamiri Saba'ya yahut halkına gidiyor. "Ona her şeyden verilmiş” kralların ihtiyaç duyacakları şeylerden "onun büyük de bir tahtı var” kendisine nispetle yahut emsallerinin tahtlarına oranla. Şöyle denilmiştir: Taht; eni, boyu ve yüksekliği otuza otuz ebadında ya da seksen ebadında altın ve gümüşten, mücevher kakmalı idi. 24Onu ve kavmini Allah'tan başka güneşe secde ederlerken buldum. Şeytan onlara amellerini süsleyip onları yoldan çevirmiş. Artık onlar doğru yolu bulamazlar. "Onu ve kavmini Allah'tan başka güneşe secde ederlerken buldum” sanki ona tapıyorlarmış gibi. "Şeytan onlara amellerini süslemis” güneşe tapma ve sair çirkin amellerini "onları yoldan çevirmiş” hak ve doğru yoldan. "Artık onlar doğru yolu bulamazlar” ona gidecek yolu. 25Bunu: göklerde ve yerde gizliyi çıkaran, gizlediklerini ve açıkladıklarını bilen Allah'a secde etmemek için yapıyorlar. (Allah'a secde etmemek için) onları yoldan çevirmiş, secde etmemeleri için yahut secde etmemeyi onlara süslemiş, ya da lâ zâit sayılarak secde etmenin yolunu bulamazlar demektir. Kisâî ile Ya'kûb şeddesiz elâ okumuşlar, tembih edâtı olduğuna dikkat çekmek istemişler, ya edâtı da nida içindir, münâda da mahzûftur yani elâ ya kavmiscudu (ey kavmim, uyanın, secde edin) demektir. Şu beyitte olduğu gibi: Kadın: Ey filan, dinle, sana bir şey nasihat edeceğim, dedi, Ben de: Dinliyorum, konuş ve doğru söyle, dedim. Buna göre cümlenin Allah'tan veyahut Süleyman'dan yeni söz başı olması doğru olur, layehtedun üzerinde de vakf edilir. O zaman secde emri olur. Birinciye (şeddeliye) göre ise onu terkten dolayı kınama olur. Her iki vecihte de secde kısmen (ömürde bir defa) vâcip olur, her okumada değil. Hemzeyi he'ye kalp ile helâ, hallâ ve ella tescuduna ve hella tescudune de okunmuştur. "Göklerde ve yerde gizliyi çıkaran, gizlediklerini ve açıkladıklarını bilen Allah'a secde etmemek için". Bu da Allahü teâlâ'yı secdeyi hak etmekle nitelemektedir, çünkü sonsuz kudret ve ilim sâhibi yalnız O'dur. Hüdhüd bunu da ona secdeyi teşvik etmek ve ondan başkasına secdeyi reddetmek için demiştir. Âyette geçen hab' başkasında gizlenen şeydir, onu çıkarmak da onu görünür hâle getirmektir. Bu da geneldir; yıldızları patlatmayı, yağmurları indirmeyi, otları bitirmeyi içine alır. Hatta yeniden yaratmayı da içine alır. Zira o, bir şeyde potansiyel hâlinde bulunanı pratiğe çıkarmaktır, yoktan var etmeyi de içine alır ki, o da mümkün ve yok olan şeyi vâcip ve varlığa çıkarmak demektir. Malumdur ki, bu da zâtı vâcip olan Allah'a mahsustur. Hafs ile Kisâî te ile mâ tuhfûne vema tu'linûne okumuşlardır. 26Allah, kendisinden başka ilâh yoktur. Yüce Arş'in Rabbidir. "Allah, kendisinden başka ilâh yoktur. Yüce Arş'in Rabbidir". O Arş ki, bütün nesnelerin ilki, en büyüğüdür, hepsini kuşatmıştır. İki büyük arasında (Belkıs’ın tahtı ile Allah'ın tahtı olan Arş arasında) büyük fark vardır. 27Dedi: Doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mı oldun, bakacağız. Âyetin tefsiri için bak:28 28Şu mektubumu götür; onu onlara bırak. Sonra geri çekil, bak ne cevap verecekler? (Süleyman dedi: Bakacağız) anlayacağız demektir, bu da düşünmek manasına nazar'dan gelir. "Doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mı oldun?” yoksa yalan mı söyledin? Nazmın değiştirilmesi mübalağa etmek ve âyet sonlarını korumak içindir. "Şu mektubumu götür; onu onlara bırak. Sonra geri çekil, bak ne cevap verecekler?” birbirlerine ne diyecekler? 29Kraliçe Belkıs dedi: Ey ileri gelenler, şüphesiz bana değerli bir mektup bırakıldı. "Kraliçe Belkıs dedi” yani kendisine mektup bırakıldıktan sonra: "Ey ileri gelenler, şüphesiz bana değerli bir mektup bırakıldı". Değerli olması içeriğinin yahut gönderenin değerindendir ya da mühürlü idi veyahut durumu garip idi. Çünkü Kraliçe kapalı kapılar arkasında sırt üstü uzanmış idi, Hüdhüd bir delikten girdi, onu göğsüne bıraktı, o da hissetmedi. 30Şüphesiz o, Süleyman'dan ve şüphesiz o: Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle, "Şüphesiz o, Süleyman'dan geliyor” bu yeni söz başıdır, sanki ona, kimden geliyor, denildi; o da o yani yazı yahut adres Süleyman'dan, dedi. "Ve şüphesiz o” yani mektup yahut içerik demektir. Kitabun'dan bedel yahut keremden mef’ûlün leh olarak feth ile (ennehu) da okunmuştur. (Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan). 31Bana baş kaldırmayın ve bana Müslümanlar olarak gelin. (Bana baş kaldırmayın) en müfessiredir ya da mastariyedir ki, sılasıyla beraber mahzûf mübtedanın haberidir yani hüve demektir ya da elmaksud ella ta'lu demektir ya da kitabun'dan bedeldir. "Bana Müslümanlar olarak gelin” mü'minler ve itâat edenler olarak. Bu kelâm gayet vecizdir, üstelik maksadı da tam ifade etmektedir. Çünkü besmeleyi içermektedir ki, Yüce Yaratıcının zâtını hem açık hem de dolaylı şekilde içermektedir. Kibirden men etmektedir ki, o bütün rezaletlerin anasıdır. İslâm'ı emretmektedir ki, o da faziletlerin esasıdır. Bunda peygamberliğine delil getirmeden önce itâat isteme emri yoktur ki, taklide davet etsin. Çünkü ona o şekilde mektup atmak peygamberliğinin en büyük delillerindendir. 32Dedi. Ey ileri gelenler, bu işimde bana görüş bildirin. Siz yanımda bulunmadan ben bir işi kesip atmam. "Dedi: Ey ileri gelenler, bu işimde bana görüş bildirin” bu yeni olayda bana cevap verin, doğru bulduğunuz şeyi söyleyin. "Ben bir işi kesip atmam” bir işe karar vermem "siz yanımda bulunmadıkça” ancak huzurunuzda karar veririm. Böylece onlardan şefkat bekledi ki, cevap vermede kendine yardımcı olsunlar. 33Dediler: Biz kuvvetli ve çetin savaşçı kimseleriz. Emir senindir. Bak, ne emredeceksin? "Dediler: Bizler kuvvetli kimseleriz” beden ve sayı bakımından "ve çetin savaşçılarız” cesaret ve yiğitlik cihetinden "emir senindir” sana bırakılmıştır "bak, ne emredeceksin?” savaş veya barıştan, hangisini emredersen sana itâat edeceğiz ve görüşüne bağlı kalacağız. 34Dedi: Krallar bir memlekete girdikleri zaman orayı fesada verirler ve halkının şereflilerini şerefsiz ederler ve böyle yaparlar. "Dedi: Krallar bir memlekete girdikleri zaman” zorla ve gâlip olarak "orayı fesada verirler” bu da onların görüşlerini çürütmedir, çünkü onlar bizzat ve dolaylı yollardan güçlü olduklarını ileri sürerek savaşa meyletmişlerdi. Bununla kendisinin barışa taraftar olduğunu bildirmek istemiştir, çünkü Süleyman'ın toprak ve yurtlarını çiğneyip mal ve evlerini harap etmesinden korkmuştu. Sonra savaş nöbetleşe kazanılır, sonucun ne olacağı belli olmaz. "Ve halkının şereflilerini şerefsiz ederler” mallarını yağmalamak, yurtlarını tahrip etmek ve hor duruma düşürüp esir etmek gibi daha nice şeyler yaparlar. "Ve böyle yaparlar” bu da anlattığı hâllerini te'kit ve bunun süregelen bir adet olduğunu tesbittir ya da Allahü teâlâ'nın onu (Belkıs'ı) tasdikidir. 35Gerçekten ben, onlara bir hediye göndereceğim. Bakacağım elçiler ne ile dönecekler? "Gerçekten ben onlara bir hediye göndereceğim” barış için takdim etmek istediği şeyleri açıklamadır, Mana da şöyledir: Ben onlara hediye göndereceğim, onunla onu memleketimden uzak tutacağım. "Bakacağım elçiler ne ile dönecekler?” onun ne durumda olduğunu anlatacaklar, ben de ona göre davranacağım. Rivâyete göre Belkıs elçi olarak Münzir bin Amr'ı bir heyetle gönderdi. Onlarla beraber kız çocukları kıyafetinde oğlan, oğlan çocukları kıyafetinde de kızlar gönderdi. İçinde deliksiz bir inci bulunan bir hokka ve eğri delinmiş bir mücevher gönderdi: Eğer peygamber ise oğlanlarla kızları ayırır, inciyi doğru olarak deler ve mücevhere de iplik geçirir, dedi. Heyet Süleyman'ın ordugâhına varıp da onun haşmetini görünce, kendilerini küçümsediler. Huzuruna çıktıkları zaman da Cebrâîl'in onlardan önce geldiğini gördüler. Süleyman hokkayı istedi ve içindekini söyledi. Güve böceğine emretti, o da bir kıl parçası aldı, inciyi deldi. Beyaz bir kurda da emretti, o da ipliği mücevherden geçirdi. Su istedi; kızlar suyu bir eline döküp sonra da öteki eline boşaltarak yüzlerine vurmaya başladılar, oğlanlar ise aldıkları gibi yüzlerine vuruyorlardı. Sonra da hediyelerini reddetti. 36Elçi Süleyman'a gelince, Süleyman: "Bana mal ile mi yardım ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Hayır, siz hediyenizle seviniyorsunuz. (Süleyman'a gelince) elçi yahut Belkıs’ın hediye ettiği şeyler, felemma cau şeklinde de okunmuştur, "Süleyman: Bana mal ile mi yardım ediyorsunuz, dedi?” elçiye ve yanındakilere hitaptır ya da elçiye ve gönderene hitaptır, gaibi de hazır saymıştır. Hamze ile Ya'kûb idgamile (etümidûnni) okumuşlardır. Tek nûn ile, iki nûn ile ve ye'nin hazfı ile de okunmuştur. "Allah'ın bana verdiği” peygamberlik ve mülk eksiksizdir. Nâfi', Ebû Amr ve Hafs ye'nin fethi ile (ataniye), kalanlar ise sükûnu ile yalnız Kisâî de imâle ile okumuşlardır. "Size verdiğinden daha hayırlıdır” Binâenaleyh sizin hediyenize ihtiyacım yoktur, onun bana yapacağı bir şey de yoktur. "Hayır, siz hediyenizle seviniyorsunuz". Çünkü siz ancak dünya hayatının dışım biliyorsunuz; size edilen hediye ile seviniyorsunuz, malınızı artıracağını düşünüyorsunuz. Ya da sizin gibilere ettiğiniz hediyelerle övünüyorsunuz. Bel ile yapılan ıdrap (dönme) mal yardımını kabul etmeyip az görerek onları buna iten sebebi izah içindir, o da hâlini kendi hâllerine benzetmeleridir, bu da yalnız dünyayı görmekten ve onun artmasını istemekten kaynaklanmaktadır. 37Dön onlara. Yemin olsun, onlara mutlaka bir ordu ile geleceğiz ki, onların ona karşı koymaya güçleri yoktur. Onları mutlaka oradan hor olarak küçülerek çıkaracağız. "Dön” ey elçi, "onlara” Belkıs'a ve halkına "Yemin olsun, onlara mutlaka bir ordu ile geleceğiz ki, onların ona karşı koyma güçleri yoktur” ona mukavemete takatları yetmez, ona karşılık vermeye kudretleri de yoktur, zamir bihim şeklinde de okunmuştur. "Onları mutlaka oradan çıkaracağız” Saba'dan "hor olarak” izzet ve şerefleri gitmekle "küçülerek” hor esirler olarak. 38Süleyman dedi: Ey ileri gelenler, o bana Müslüman olarak gelmeden önce onun tahtım bana kim getirir? "Süleyman dedi: Ey ileri gelenler, onun tahtını bana kim getirecek?” bununla ona Allah'ın kendisine özel olarak verdiği ve büyük kudretine ve peygamberlik iddiasını tasdike delâlet edecek acayip şeyleri göstermek istedi. Bir de tahtını değiştirmekle aklını denemek istedi; baktığı zaman onu tanıyacak mı yoksa tanımayacak mı? "O bana Müslüman olarak gelmeden önce” çünkü Müslüman olarak gelirse malını rızâsı olmadan alması ona helâl olmaz. 39Cinlerden bir ifrit: Onu sana makamından kalkmadan önce getiririm. Benim buna gücüm yeter ve şüphesiz ben elbette güvenilir biriyim, dedi. "Bir ifrit dedi” kötü ve zaptedilmez "cinlerden” bu da onu açıklamaktadır, kötü, tanınmayan ve akranlarını yere çalan adama ifrit denir. Onun ismi da Zekvan yahut Sahr idi. "Onu sana makamından kalkmadan önce getiririm” mahkeme meclisinden kalkmadan önce, çünkü öğleye kadar o mecliste otururdu. "Gerçekten benim ona” onu taşımaya "gücüm yeter ve şüphesiz ben elbette güvenilir biriyim” ondan bir şey koparmam ve onu değiştirmem. 40Yanında kitaptan bir bilgi olan birisi: Ben onu sana gözün sana dönmeden önce (göz açıp yummadan) getiririm, dedi. Süleyman onu yanında durur görünce Bu, Rabbimin lütfündendi. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim, diye beni denemesi için. Kim şükrederse, ancak nefsi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz Rabbim zengindir, kerem sâhibidir, dedi. "Yanında kitaptan bir bilgi olan birisi dedi” bu da veziri Asaf bin Berhiya'dır yahut Hızır'dır yahut Cebrâîl aleyhisselâm'dır yahut Allah'ın bununla desteklediği bir melektir veyahut Süleyman aleyhisselâm'ın kendisidir. O zaman kendinden böyle tabir edilmesi, ilmin şerefini ve bu ikramın o sebeple olduğunu gösterir. "Ben onu sana gözün sana dönmeden getiririm” kavlindeki hitap, ifritedir, sanki geç kalacağını düşünmüş ve ona böyle demiştir. Ya da onu taşımadaki mu'cizeyi göstermek istemiş; önce onlara meydan okumuş, sonra da onlara diğerleri şöyle dursun ifrit cinlerin yapamayacaklarını yapacağını göstermiştir. Kitaptan murat edilen de gökten indirilen kitap cinsidir yahut Levh-i Mahfûz'dur. İki yerde de âtike'nin fiile de isme de ihtimali vardır. Tarf bakmak için göz kapağını hareket ettirmektir, onun yerine konulmuştur. Bakan kimse bakışını salıvermekle nitelendiği için - nitekim şiirde: Bakışını kalbine öncü olarak gönderirsen Bir gün gördüğün şeyler seni yorar. Denilmiştir, gözü döndürmek de irtidat lâfzı ile nitelenmiştir. Mana da şöyledir: Sen bakışını bir şeye doğrultursun, onu sana döndürmeden (gözünü kırpmadan) onun tahtını önüne getiririm. Bu da hızın son derecesidir ve onda misaldir. "Onu görünce” yani tahtı "yanında durur hâlde” önüne gelmiş vaziyette "dedi” Allah'ın ihlâslı kulları gibi nimetini şükürle karşılamak için "bu, Rabbimin lütfundandır” hak etmediğim hâlde onu bana lütfetti. (Hâza / bu) işâreti tahtın iki aylık yoldan kendisi veya başkası tarafından göz açıp kapatacak kadar kısa zamanda gelmesinedir. Bu gibi şeylerin mümkün olduğuna dâir söz İsra âyetinde geçmiştir. "Şükür mü edeceğim beni denemesi için” çünkü benim gücüm ve kuvvetim yetmediği ve hakkını eda edemediğim hâlde lütfü ile bunu bana gösterdi "yoksa nankörlük mü edeceğim?” kendime bir pay çıkararak ya da görevimi yapmayarak kusur mu edeceğim? Em ekfür, liyeblüveniy'deki ye'ye bedel olarak mahallen mensûbtur. "Kim şükrederse, ancak nefsi için şükreder” çünkü o sebeple nimetini devam ettirir, artırır, görev sorumluluğunu üzerinden atar ve kendini nankörlük damgasından korur. "Kim de nankörlük ederse, şüphesiz Rabbim zengindir” onun şükrüne ihtiyacı yoktur, "kerem sâhibidir” ona ikinci kez nimet vermekle. 41Ona tahtını tanınmaz hâle getirin; bakalım, doğruyu bulacak mı yoksa doğruyu bulamayanlardan mı olacak? Âyetin tefsiri için bak:42 42Kraliçe gelince: "Senin tahtın da böyle mi?” denildi. O da: Sanki o. Bize bundan önce bilgi verildi ve biz Müslüman olarak geldik, dedi. (Ona tahtını tanınmaz hâle getirin, dedi) durum ve şeklini değişjirmekle (bakalım) bu da emrin cevabıdır. Yeni söz başı olarak Merfû' da (nanzuru) okunmuştur. "Doğruyu bulacak mı yoksa doğruyu bulamayanlardan mı olacak?” tanımayacak ve doğru cevabı bulamayacak mı? Kapalı kapılar arkasında ve bekçilerle korunmuş tahtının kendinden önce geldiğini görmekle Allah'a ve Resûlüne îmanın yolunu bulacak mı da denilmiştir. "Kraliçe gelince: "Senin tahtın da böyle mi, denildi?” aklını daha çok imtihan etmek için tahtı değiştirilmişti, bir de Süleyman'a, Belkıs'ın aklı hafiftir, denilmişti. "O da: Sanki o, dedi” tam odur demedi, bir yanılma payı bıraktı, bu da aklının tam olduğunu gösterir. "Bize bundan önce bilgi verildi ve biz Müslümanlar olarak geldik” bu da Belkıs'ın sözünün devamındandır. Sanki aklının denenmesini ve kendisine bir mu'cize gösterilmesini zannetmiş gibi ve: Allah'ın sonsuz kudretine ve bundan yahut geçen mu'cizelerden önce senin gerçek peygamber olduğuna dâir bize bilgi verildi, dedi. Şöyle de denilmiştir: Bu, Süleyman aleyhisselâm’ın ve kavminin sözlerindendir, çünkü bunda Belkıs'ın Allah'a ve Resûlüne îman ettiğine dâir işâret vardır. Şöyle ki, gâlip ihtimalle tahtının o olduğunu kabul etmiş ve oraya getirilmesini Allah'tan başkasının yapamayacağı ve peygamberlerin elleriyle meydana gelecek mu'cizelerden kabul etmiştir. Yani şöyle demek istiyor: Allah, sonsuz kudreti ve Belkıs'tan önce onun katından gelenin doğruluğuna dâir bize bilgi verildi. Biz de hükmüne râzı ve hep onun dini üzerinde idik. Bundan maksadı da Belkıs'tan önce Allah'ın verdiği nimetleri yâd edip şükrünü eda etmektir. 43Allah'tan başka taptığı şeyler onu hak dinden çevirdi. Şüphesiz o, kâfirler kavminden idi. "Allah'tan başka taptığı şeyler onu çevirdi” yani güneşe tapması onu İslâm'a ilerlemekten men etti yahut Allah onu îmana muvaffak kılmakla güneşe ibâdetten men etti demektir. (Şüphesiz o, kâfirler kavminden idi) birinci görüşe göre saddeha'nın fâ'ilinden hâl olarak feth ile (enneha) okunmuştur ki, kâfirler arasında yetişmesi onu men etti demek olur yahut buna illet olur (o yüzden böyle yaptı). 44Ona: "Köşke gir” denildi. Onu görünce derin su zannetti ve iki bacağından biraz açtı. Süleyman: O, dümdüz sırçadan avludur, dedi. O da: Şüphesiz ben kendime zulmettim ve Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbine teslim oldum, dedi. "Ona: Köşke gir, denildi” saraya yahut evin avlusuna "onu görünce derin su zannetti ve iki bacağından biraz açtı". Rivâyete göre Süleyman aleyhisselâm, Belkıs gelmeden önce beyaz camdan bir köşk yapılmasını emretti, altından da su akıttı. İçine deniz canlıları salındı. Koltuğu da başa konuldu, o da üzerine oturdu. Belkıs onu görünce durgun su zannedip bacaklarını açtı. İbn Kesîr, Kunbul rivâyetinde hemze ile se'kayha okumuş, cem'inin seuk ve es'uk oluşunu dikkate almıştır. "Süleyman: O, dümdüz sırçadan avludur, dedi. Belkıs da: Şüphesiz ben kendime zulmettim, dedi” güneşe tapmakla, şöyle de denilmiştir: Süleyman hakkında kötü düşünmekle. Çünkü Belkıs onu suda boğacağını zannetmişti. "Ve Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbine teslim oldum” kullarına emrettiği şeylerde. Onunla evlendiği yahut Süleyman'ın onu Hemdan Kralı Tübba ile evlendirdiği hakkında muhtelif rivâyetler vardır. 45Yemin olsun, Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i, Allah'a ibâdet edin diye gönderdik. Birden onlar birbirleriyle çekişen iki gruba ayrıldılar. "Yemin olsun, Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i, Allah'a ibâdet edin diye gönderdik” bienibudullahe (en mastariyedir) ki, bîen demektir, nûn'un be'ye ses uyumu ile enubudullahe de okunmuştur. "Birden onlar birbirleriyle çekişen iki gruba ayrıldılar” hemen ayrılıp çekiştiler; bir bölük îman etti, bir bölük de inkâr etti. Yahtesımundaki vâv zamiri her iki gruba râcidir. 46(Sâlih) dedi. Ey kavmim, neden iyilikten önce kötülüğü acele istiyorsunuz? Allah'a istiğfar etsenize! Merhamet olunmanız için. "(Sâlih) dedi: Ey kavmim, neden acele kötülüğü/azabı istiyorsunuz” cezayı da, bize va'dettiğini getir, diyorsunuz? "İyilikten önce” tevbeden önce, onu azabın gelmesine erteliyorsunuz. Çünkü onlar: Eğer Sâlih tehdidinde doğru ise, o zaman tevbe ederiz, diyorlardı. “ Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?” azâp inmeden önce "(merhamet olunmanız için (tevbe edin)” tevbeniz kabul edilmekle (magfirete kavuşursunuz); azap indiği takdirde (tevbe) kabul edilmez. 47Dediler: Senin ve seninle beraber olanların yüzünden uğursuzluğa kapıldık. Dedi: Uğursuzluğunuz Allah katındadır. Bilâkis siz denenen bir kavimsiniz. "Dediler: Uğursuzluğa kapıldık” felakete uğradık "senin ve seninle beraber olanlar yüzünden” çünkü şiddetler birbirini kovaladı ya da siz dininizi uydurduktan sonra aramıza tefrika düştü. "Dedi: Uğursuzluğunuz” başınıza gelen kötülüğün sebebi "Allah katındadır” o da kaderidir yahut onun yanında yazılı olan amelinizdir. "Bilâkis siz denenen bir kavim oldunuz” bolluk ve darlığın arka arkaya gelmesiyle. Bel idrab edâtı onları çevreleyen uğursuzluğun beyanından ona sebep olan şeyi zikre geçmek içindir. 48Şehirde dokuz adam vardı, yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, ıslahat yapmıyorlardı. "Şehirde dokuz adam vardı” dokuz şahıs vardı, raht lâfzının tekil olarak tis'a'ya temyiz düşmesi mana itibarı iledir. Raht ile nefer arasında şu fark vardır: Raht üçten yahut yediden ona kadardır, nefer ise üçten dokuza kadardır. "Yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, ıslahat yapmıyorlardı” yani hâlleri tam ifsattı, içinde ıslah karışığı yoktu. 49Dediler: Allah'a yemin edin, gece ona ve ailesine baskın yapacağız, sonra da velisine: Biz, ailesinin helâkine şâhit olmadık ve biz şüphesiz elbette doğru söylüyoruz, deriz. "Dediler” yani birbirlerine dediler (Allah'a yemin edin) birbirlerine dedikleri emirdir ya da haber (mâzi)dir bedel düşmüştür ya da gizli kad edâtı ile hâl düşmüştür. "Gece ona ve ailesine elbette baskın yapacağız” şüphesiz Sâlih'e ve ailesine gece ansızın saldıracağız. Hamze ile Kisâî birbirlerine hitap olarak te ile (letübeyyitünnehu) okumuşlardır. Tekasemu haber (mâzi) olmak üzere ye ile (leyübeyyitünnehu) de okunmuştur. (Sonra muhakkak diyeceğiz) bunda da üç kırâat vardır. "Velisine” kan bedelini isteyene "biz ailesinin helâkine şâhit olmadık” kaldı ki, helâkine katılmaya. Mühlek'in mastar, zaman ve mekân olma ihtimali vardır. Hafs kırâatmda mehlik de böyledir, çünkü mefil vezni merci gibi mastar olarak gelmiştir. Ebû Bekir ise feth ile mehlek okumuştur ki, o yalnız mastardır. "Ve biz şüphesiz elbette doğru söylüyoruz” doğru söylediğimize yemin ederiz. Ya da biz anlattığımız şeyde elbette doğruyuz. Çünkü şâhit örfe göre olaya katılmayan kimsedir. Ya da biz sadece onun helâkine şâhit olmadık; bilâkis onun da ötekilerin de helâkine şâhit olduk demektir. Meselâ orada bir adam görmedim, bilâkis iki adam gördüm gibi. 50Onlar bir tuzak kurdular, biz de onlar farkında değillerken bir tuzak kurduk. Âyetin tefsiri için bak:51 51Bak, tuzaklarının sonucu nasıl oldu? Şüphesiz biz onları da kavimlerini de toptan helâk ettik. "Onlar bir tuzak kurdular” bu muvazaa (hile) ile "biz de bir tuzak kurduk” onu helâklerine sebep kılmakla "onlar farkında değillerken” bunun. Rivâyete göre Sâlih'in Hicr bölgesinde dağ yolunda bir mescidi vardı, onda namaz kılardı: Üç güne kadar bizden kurtulacağını iddia etti, biz de ondan ve ailesinden üç günden önce kurtuluruz, dediler. Onu öldürmek için dağ yoluna gittiler. Üzerlerine bir kaya parçası düştü, dağ yolunu kapattı, onlar da orada helâk oldular. Kalanlar da yerlerinde yüksek sesle helâk oldular. Nitekim: "Bak, tuzaklarının sonu nasıl oldu? Şüphesiz biz onları da kavimlerini de toptan helâk ettik” kavli buna işâret etmektedir. Kâne fiilini eğer nakıs sayarsan haberi keyfe'dir, enna demmernahüm de yeni söz başıdır ya da mahzûf mübtedanın haberidir, kâne'nin haberi değildir, çünkü aid zamiri yoktur. Eğer tamme sayarsan keyfe hâl’dir. Kûfelilerle Ya'kûb feth ile enna demmernahüm okumuşlardır ki, o zaman mahzûf mübtedanın haberi olur ya da kâne'nin isminden bedel olur yahut haberi olur, keyefe de hâl olur. 52İşte zulümleri yüzünden çökmüş evleri. Şüphesiz bunda bilen bir kavim için gerçekten bir ibret vardır. Âyetin tefsiri için bak:53 53Îman edip sakınanları kurtardık. "İşte çökmüş evleri” haviyeten havel batnu deyiminden gelir ki, karın boş kalmaktır ya da evleri yıkılmış demektir ki, heven necmü deyiminden gelir ki, yıldız kaymaktır. Haviyeten hâl’dir, âmili de tilke işaretindeki manadır. Mahzûf mübtedanın haberi olarak ref ile (haviyetün) de okunmuştur. "Bi-mâ zalemu” zulümleri yüzünden. "Şüphesiz bunda bilen bir kavim için gerçekten bir ibret vardır” öğüt alan için demektir. "Îman edenleri kurtardık” Sâlih ile beraberindekileri "sakınanları da” küfür ve isyanlardan, bunun içindir ki, özel olarak zikredilmişlerdir. 54Lût'u hatırla. Hani, kavmine: "Göz göre göre o çirkin harekete mi geliyorsunuz?” demişti. (Lût'u hatırla) üzkür lutan yahut erselna lutan demektir ki,lekad erselna ona delâlet etmektedir. (Hani kavmine demişti) birinciye göre bedeldir, ikinciye göre de zarftır. "Göz göre göre o çirkin harekete mi geliyorsunuz?” çirkinliğini bildiğiniz hâlde, bu da kalbteki basiretten gelir. Çirkin olduğunu bilenin kabahati daha büyüktür. Ya da birbirinizi gördüğünüz hâlde demektir ki, onlar bunu alenen yaparlardı, böylece daha çirkin olur. 55Gerçekten siz mi, kadınlardan başka erkeklere şehvetle geliyorsunuz? Hayır, siz cahillik eden bir kavimsiniz. "Gerçekten siz mi, erkeklere şehvetle geliyorsunuz?” bu da o çirkin harekete gelmelerini beyan etmektedir. Şehvetle diyerek illetini göstermesi de çirkinliğini göstermek içindir. Ve şuna dikkat çekmek içindir ki, cinsel ilişki neslin devamı içindir, ihtiyacı görmek için değildir. "Kadınlardan başka” sizin için yaratılan kadınlardan başka. "Hayır, siz cahillik eden bir kavimsiniz” bunun çirkinliğini bilmeyenler gibi yapıyorsunuz ya da güzeli çirkini ayırt edemeyen beyinsizler gibi yapıyorsunuz ya da sonunu bilmeden yapıyorsunuz. Techelundaki hitap te'si o hareketle nitelenenlerin muhatap manasında olmalarındandır. 56Kavminin cevabı, ancak: "Lût hanedanını kentinizden çıkarın. Şüphesiz onlar, bu kabil pislikten kaçınan insanlardır!” demeleri oldu. Âyetin tefsiri için bak:57 57Biz de onu ve ailesini kurtardık; ancak karısı hariç. Onun geride kalanlardan (olmasını) takdir ettik. "Kavminin cevabı ancak: "Lût hanedanını kentinizden çıkarın. Şüphesiz onlar, bu kabil pisliklerden kaçınan insanlardır!” demeleri oldu". Yani onlar bizim yaptıklarımızdan uzak olmaya çalışıyorlar ya da pisliklerden uzak duruyor ve yaptığımızı pislik sayıyorlar. "Biz de onu ve ailesini kurtardık; ancak karısı hariç. Onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik” azapta kalmasını takdir ettik. 58Üzerlerine bir yağmur gönderdik. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür! "Üzerlerine bir yağmur gönderdik. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür!" 59De ki: Hamdolsun Allah'a ve selâm olsun seçtiği kullarına. Allah mı daha hayırlıdır yoksa şirk koştukları şeyler mi? "De ki: Hamdolsun Allah'a ve selâm olsun seçtiği kullarına". Sonsuz kudretini, yüce şânını ve peygamberlerine özel olarak verdiği büyük mu'cizeler ve düşmanlardan intikâm almak gibi şeyleri anlattıktan sonra Resûlü sallallahü aleyhi ve sellem'e kendine hamd etmesini ve seçtiği kullarına selâm etmesini emretti. Bunu da verdiği nimete şükretmek Ve bilmediği hâllerini öğrettiği için ve geçmiş haklarını ve dindeki çabalarım tanımak için istedi. Ya da kavminin kâfirlerini helâk ettiği için Lût'a Allah'a hamd etmesini ve seçkin kullarını çirkin şeylerden koruduğu ve helâk olmaktan kurtardığı için hamd etmesini buyurdu. "Allah mı daha hayırlıdır yoksa şirk koştukları şeyler mi?” bu da onları susturmak, onlarla alay etmek ve beyinsizliklerini tescillemek içindir. Çünkü şirk koştukları şeylerde hiçbir şekilde hayır olmadığı bellidir, onlarla her hayrın başı olan Allah arasında nasıl mukayese yapdır. Ebû Amr, Âsım ve Ya'kûb te ile (tüşrikun) okumuşlardır. 60Onlar mı daha hayırlıdır yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gökten size su indiren mi? Biz o su ile güzelliklere sahip bahçeler yarattık ki, sizin için onun ağacım bitirmek bile mümkün değildir. Allah ile beraber ilâh var mı? Hayır, onlar bir topluluktur ki, haktan sapıyorlar. "Emmen” bel men demektir "onlar mı daha hayırlıdır yoksa gökleri ve yeri yaratan mı?” bunlar bütün varlıkların esası ve bütün faydaların başıdır. Allah'tan bedel olmak üzere şeddesiz "emen” şeklinde de okunmuştur. "Gökten size su indiren mi?” sizin için indiren "biz o su ile güzelliklere sahip bahçeler yarattık ki,” böylece gâipten mütekellim üslubuna döndü, bu da bu işin yalnız kendine mahsus olduğunu te'kit etmek içindir ve şunu vurgulamak içindir ki, tabiatları birbirine taban tabana zıt olan göz alıcı bahçeleri benzer maddelerden yaratmak ancak Allah'ın yapacağı bir şeydir. Nitekim "sizin için onun ağacını bitirmek bile mümkün değildir” kavli ile buna işâret etmiştir. Hadaik bahçeler demektir ki, ihdaktan gelir, o da duvarla ihata etmek (kuşatmak)tır. "Allah ile beraber ilâh var mı?” ona yakın ve ortak kılınacak bir başkası var mı? O ki, tek yaratan ve var edendir. Etedune yahut etüşrikune gibi gizli bir fiille nasb ederek eilahen, iki hemzenin arasına med yerleştirerek ve ikinci hemzeyi belli belirsiz yaparak da okunmuştur. "Hayır, onlar bir topluluktur ki, sapıyorlar” tevhid demek olan haktan sapıyorlar. 61Onlar mı hayırlıdır yoksa yeri bir karargâh kılan, arasında ırmaklar akıtan, onun için sâbit dağlar atan ve iki denizin arasına bir engel koyan Allah mı? Allah ile beraber ilâh var mı? Hayır, onların çoğu bilmezler. (Yeri bir karargâh kılan mı?) bu da emmen halakas semavati'den bedeldir. Yeri karargâh kılması da bazı kısımlarını sudan uzak tutmasıdır, öyle ki, insanlar ve hayvanlar üzerinde rahatça dururlar. "Arasında ırmaklar akıtan, onun için sâbit dağlar atan” içinde madenlerin oluştuğu ve çukur yerlerinde pınarların kaynadığı dağlar atan demekir. "Ve iki denizin arasına bir engel koyan” tatlı ve tuzlu suyun yahut Basra körfezi ile Rum denizi arasına demektir. Bunun açıklaması da Furkân sûresinde geçti. "Allah ile beraber ilâh var mı? Hayır, onların çoğu bilmezler” hakkı bilmezler, o sebeple ona şirk koşarlar. 62Onlar mı hayırlıdır yoksa darda kalana dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açan (def eden) ve yeryüzünde sizleri hâlifeler kılan mı? Allah ile beraber ilâh var mı? Ne de az düşünüyorsunuz! "Yoksa darda kalana dua ettiği zaman icabet eden mi?” darda kalan zorluğun kendisini Allahü teâlâ'ya sığınmaya mecbur ettiği kimsedir ki, ıstırar'dan gelir. O da zaruret kökünden iftial babmdandır. Elmuztar'daki lâm cins içindir, istiğrak için değildir, o sebeple her darda kalana icabet etmesi lâzım gelmez. "Kötülüğü def eden” insandan üzücü şeyi uzaklaştıran "ve yeryüzünde sizleri hâlifeler kılan” hâlifeler kılması eskilerin yerlerine sizi geçirmesi ve sizden öncekilerin yerinde tasarruf etmenizdir. "Allah ile beraber ilâh var mı?” size bu kadar genel ve özel nimet veren Allah'ın yanı sıra. "Ne de az düşünüyorsunuz!” Allah'ın nimetlerini az düşünüyorsunuz, mâ edâtı zâittir, azlıktan maksat yok olmaktır ya da fayda vermeyecek kadar basit olmasıdır. Ebû Amr, Hişâm ve Ravh ye ile (yezzekkerun) Hamze, Kisâî ve Hafs da te ile zalı şeddesiz (tezekkerun) okumuşlardır. 63Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin karanlıklarında size doğru yolu gösteren ve rüzgârı rahmetinin önünde müjdeciler olarak gönderen mi? Allah ile beraber ilâh var mı? Allah onların şirk koştukları şeylerden pek yücedir! "Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin karanlıklarında size doğru yolu gösteren mi?” yıldızlarla ve yerdeki işaretlerle, karanlıklar da gecelerin karanlıklarıdır. Karaya ve denize nispet edilmesi aralarındaki ilişkiden dolayıdır ya da karanlıklar yollardaki belirsiz şeylerdir. Tarikatün zalmau ve amyau denir ki, işaretsiz yol demektir. "Ve rüzgârları rahmetinin önünde müjdeciler olarak gönderen mi?” yani yağmurun önünde demektir. Eğer rüzgârların oluşumuna en çok soğuk havadan yükselen buharların ısısının düşmesi ve bunun da havayı dalgalandırması olsa bile şunda şüphe yoktur ki, etken ve edilgen sebepler Allahü teâlâ’nın yaratmasındandır. Sebebi yaratan sonucu da yaratandır. "Allah ile beraber ilâh var mı?” bu gibi şeye gücü yeten ilâh. "Allah onların şirk koştuğu şeylerden pek yücedir!" 64Onlar mı hayırlıdır yoksa yaratmayı başlatıp sonra da onu tekrar eden ve size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah ile beraber ilâh var mı? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, getirin kanıtınızı! "Yoksa yaratmayı başlatıp sonra onu tekrar eden mi daha hayırlıdır?” kâfirler her ne kadar tekrar dirilmeyi inkâr etseler de bunu gösteren deliller karşısında sus pus olurlar. "Size gökten ve yerden rızık veren mi?” göksel ve yersel sebeplerle "Allah ile beraber ilâh var mı?” bunu yapacak? "De ki: Kanıtınızı getirin” başkasının da bunu yapacağına dâir "eğer doğru söylüyorsanız!” şirk koşmanızda, çünkü sonsuz kudret İlâhlığm olmazsa olmazlarındandır. 65De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybi bilmez. Onlar ne zaman diriltileceklerini bilmezler. "De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybi bilmez". Eksiksiz, üstün ve genel kudretin kendine mahsus olduğunu beyan edince arkasından da bunun gereğini açıkladı; o da gaybi yalnız kendinin bildiğidir. İllallah istisnası munkatıdır, müstesnanın Temim lehçesine göre Merfû' olması, şunu göstermek içindir ki, eğer Allahü teâlâ da göklerde ve yerde olanlardan olsa, onlarda da gaybi bilen olsa diğerleri bunu hiç bilemezler. Ya da müstesna muttasıldır, o zaman göklerde ve yerde olanlardan Allah'ın ilminin taalluk ettiği, ondan da orada hazır imiş gibi haberdar olduğu murat edilir. Çünkü o ifade Allah'ı da halkından ilim sâhibi olanları da içine alır. Men edâtı da mevsûl (ellezi) yahut mevsûftur (şey manasınadır). "Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler” eyyâne lâfzı eyy ve âne'dan oluşmuştur. Hemzenin kesri ile (iyyane) de okunmuştur. Yubasun'daki zamir men'e yahut kâfirlere râcidir. 66Hayır, ilimleri âhirette sona erdi. Hayır, onlar ondan şüphe içindedirler. Hayır, onlar ondan kördürler. (Hayır, ilimleri âhirette sona erdi). Onların gaybi bilmeyeceklerini ve bunu da mutlaka dönecekleri yer olan kıyâmeti bilmemekle te'kit edince, bu bilmemeleri hususunda mübalağalı ifade kullandı, bel edâtı ile ondan dönüşü beyan etti ki, âyet ve delillerle kopacağını tastamam bildikleri kıyâmeti bile gerektiği gibi bilmiyorlar, dedi. "Hayır, onlar ondan şüphe içindedirler” bir işte şaşıp da delil bulamayan gibi. "Hayır, onlar ondan körlerdir” basiretleri bağlandığı için delilleri görmemektedirler. Bu da her ne kadar göklerde ve yerde olanlardan müşriklere mahsus ise de parçanın bütüne nisbeti gibi hepsine nispet edilmiştir. Üç ıdrap (beliddareke, belhüm fî şekkin, belhüm minha amun) hâllerini aşama aşama düşürme içindir. Şöyle de denilmiştir: Birinci idrab kıyâmetin vaktini bilmemekten âhireti sağlamca bilmelerine doğru yapılmıştır ki, bu da onlarla alay etmektir (kıyâmeti bilmiyorlar ama âhireti tam biliyorlar!). Şöyle de denilmiştir: Edreke (iddareke) sona ermek ve yok olmak manasınadır, bu da edreketis semeretü deyiminden gelir, çünkü meyve yetiştiği zaman yok olmaya yüz tutar. Nâfi', İbn Âmir, Hamze, Kisâî ve Hafs iddareke okumuşlardır ki, arka arkaya gelip muhkem olmaktır. Ya da arka arkaya gelip sonu kesilmektir. Tedareke benu fülanin deyiminden gelir ki, filanca oğulları kınla kınla bittiler demektir. Ebû Bekir iddereke okumuştur ki, iddareke ile birlikte asılları tefaale ve ifteale'dir. İki hemze ile eedreke, aralarında elifle âedreke, bel edreke, bel tedareke, belâ eedreke, em edreke yahut tedareke de okunmuştur. İçinde açık veya kapalı istifham olan okuyuş ink'aridir, içinde belâ olan okuyuş şuurlarını ispat ve idraklerini alay yollu tefsirdir. Arkasındaki onu mübalağalı bir şekilde bertaraf etmek için tefsirden idraptır (dönmedir) ve şunu göstermek içindir ki, onu bilmeleri onda şüphe etmeleridir, hatta ondan kör olmalarıdır. Ya da arkasındaki şuurlarını red ve inkâr etmedir. 67Kâfirler: Bizler ve atalarımız toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten bizler mi elbette çıkarılacağız, dediler. "Kâfirler: Bizler ve atalarımız toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten bizler mi elbette çıkarılacağız, dediler?” Bu da körlüklerini açıklama gibidir, eize'daki âmil einna lemuhrucun'un delâlet ettiği şeydir, o da nuhracu'dur; muhracun değildir. Çünkü hemze, inne ve lâm’ın her biri mâkablinde amel etmesine manidir. Hemzenin tekrar edilmesi, inkârı abartmak içindir. Çıkarmaktan murat edilen de kabirlerden çıkarmaktır ya da fani olduktan sonra hayata dönmektir. Nâfi' meksûr tek hemze ile izâ künna okumuştur. İbn Âmir ile Kisâî de haber tarzında iki nûn ile innena lemuhracune okumuşlardır. 68Yemin olsun, gerçekten biz ve atalarımız önceden bununla tehdit edildik. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir. "Yemin olsun, gerçekten biz ve atalarımız önceden bununla tehdit edildik” Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'in vaadinden önce. Hâza'nın nahnu'den önce gelmesi, bunu anlatmadan maksadın yeniden dirilme olmasındandır. Nerede sonra gelirse, maksat yeniden dirilen kimsedir. "Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir” gece sohbetlerinde söylenen masallar gibi. 69Yeryüzünde gezin de, günahkârların akıbeti nasıl oldu, bakın! Âyetin tefsiri için bak:70 70Onlara üzülme ve kurdukları tuzaklardan da sıkıntı içinde olma! "De ki: Yeryüzünde gezin de, günahkârların akibeti nasıl oldu, bakın!” inanmadıkları için onları tehdittir, kendilerinden öncekilere indiği gibi kendilerine inmesi ile korkutmadır. Günahkârlar diye tabir etmesi, o suçları işlemeyen mü'minlere lütuf olması içindir. "Onlara üzülme” yalanlamalarına ve yüz çevirmelerine "sıkıntı içinde olma” göğsün daralmasın. İbn Kesîr dad’ın kesri ile (dıykın) okumuştur ki, ikisi de geçerli lügattir. Dayyıkm da okunmuştur ki, darlık içine girme demektir. "Kurdukları tuzaklardan” hilelerinden, çünkü Allah seni o insanlardan koruyacaktır. 71Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu vaad ne zaman, derler? Âyetin tefsiri için bak:72 72De ki: "Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bir kısmı belki hemen yakında gelmek üzeredir." "Bu vaat ne zaman, derler?” korkutulan azâp "eğer doğru söylüyorsanız". "De ki: Arkanıza düşmesi umulur/kesindir.” sizi takip edip size yetişmesi, leküm'deki lâm te'kit için ziyade kılınmıştır ya da fiil lâm ile geçişli kılman bir fiilin manasını içermektedir, Meselâ denâ gibi. Feth ile redefe de okunmuştur ki, o da lügattir. "Acele ettiğiniz bazı şeylerin” gelmesini acele ettiğiniz ki, o da Bedir savaşı azabıdır. Asâ, lealle ve sevfe kelimeleri meliklerin vaatlarında kesin gibidir. Onu vakarlarını göstermek için kullanırlar ve şunu bildirmek isterler ki, onların işaretleri başkalarının açık sözü gibidir. Allah'ın vaadi ve tehdidi de bu tarzdadır. 73Şüphesiz Rabbin gerçekten insanlara karşı lütuf sâhibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler. Âyetin tefsiri için bak:74 74Şüphesiz Rabbin, onların göğüslerinin gizlediğini ve açıkladıklarını elbette bilir. "Şüphesiz Rabbin gerçekten insanlara karşı lütuf sâhibidir” isyanlarına karşı cezalarını geciktirdiği için. Fadl ve fadıla ifdal (ihsan) manasınadır, cemileri de fudul ve fevadıl'dır. "Fakat onların çoğu şükretmezler” ondaki nimetin hakkını tanımazlar, ona şükretmezler; bilâkis cahilliklerinden dolayı gelmesini acele isterler. "Şüphesiz Rabbin, onların göğüslerinin gizlediğini elbette bilir” te'nin fethi ile tekinnü de okunmuştur ki, kenentü'den gelir. Gizlemek manasınadır. "Açıkladıklarını da bilir” sana karşı düşmanlıklarını, ona göre de cezalarını verir. 75Gökte ve yerde ne gâip varsa, mutlaka apaçık bir kitaptadır. "Gökte ve yerde ne gâip varsa” o ikisinde ne gizli varsa demektir, gaibe ile hafiye sıfat tarafları ağır basan şeylerdendir, onlardaki te de mübalağa içindir, raviye'de olduğu gibi ya da gâip olup gizlenen şey için isimlerdir ki, te'leri afiyet ve akibet'teki gibidir. "Mutlaka apaçık bir kitaptadır” anlaşılır ya da mütalaa edene içindekini açıklayan demektir. Maksat Levh-i Mahfûz'dur ya da istiare yollu Allah'ın ezeli hükmüdür. 76Şüphesiz bu Kur'ân, İsrâîl oğullarına ihtilâf ettikleri şeyin çoğunu anlatmaktadır. Âyetin tefsiri için bak:77 77Gerçekten o, mü'minler için elbette bir rehber ve bir rahmettir. "Şüphesiz bu Kur'ân, İsrâîl oğullarına ihtilâf ettikleri şeyin çoğunu anlatmaktadır". Allah'ın insana benzeyip benzememesi, cennet ve cehennemin hâlleri, Uzeyir ve Mesih gibi. "Gerçekten o, mü'minler için elbette bir rehber ve bir rahmettir” çünkü ondan yararlanacak olanlar onlardır. 78Şüphesiz Rabbin, aralarındaki hükmünü yerine getirecektir. O, mutlak gâlib, her şeyi bilendir. Âyetin tefsiri için bak:79 79Öyleyse Allah'a tevekkül et. Şüphesiz sen apaçık hak üzerindesin. "Şüphesiz Rabbin, aralarında karar verecektir” İsrâîl oğulları arasında "hükmü ile” hükmettiği şeyle ki, o da haktır ya da hikmeti ile demektir ki, bihikemihi okunuşu da onu gösterir. "Mutlak gâlibtir” kararı reddedilmez "her şeyi bilendir” karar ve hükmünün gerçeğini bilendir. "Öyleyse Allah'a tevekkül et” düşmanlıklarına aldırma "şüphesiz sen apaçık hak üzerindesin” haklı olanın da Allah'ın hıfz ve himayesine güvenmesi hakkıdır. 80Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın, sağırlara da arkalarını dönüp kaçtıkları zaman çağrıyı duyuramazsın. "Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın” bu da tevekkülün başka bir gerekçesidir, şöyle de onların doğrudan uymalarından ve desteklemelerinden ümidini kestirmektedir. Ölülere benzetilmeleri kendilerine okunan şeyden yararlanmadıkları içindir. Nitekim "sağırlara da arkalarını dönüp gittikleri zaman duyuramazsın” kavlinde de sağırlara benzetilmişlerdir. Çünkü bu durumda onlara duyurma ihtimali daha azdır. İbn Kesîr "vela yesmeus summu” okumuştur. 81Sen körleri sapıklıklarından hidâyet edici değilsin. Sen ancak âyetlerimize îman edene duyurursun. İşte Müslümanlar onlardır. "Sen körleri sapıklıklarından hidâyet edici değilsin” çünkü hidâyet ancak görmekle hasıl olur. Yalnız Hamze vema ente tehdil umye okumuştur. "Sen duyuramazsın” duyurman fayda vermez "ancak âyetlerimize inananlara duyurursun” Allah'ın ilminde böyle olanlara duyurursun. "İşte Müslümanlar onlardır” kendilerini Allah'a ihlâsla teslim edenler onlardır. 82O söz aleyhlerine gerçekleştiği zaman onlar için yerden bir hayvan çıkarırız ki, şüphesiz insanların, âyetlerimize kesin inanmadıklarını konuşur. "O söz aleyhlerine gerçekleştiği zaman” manası yaklaştığı zaman ki, o da kendilerine vaat edilen yeniden dirilme ve azaptır "onlar için yerden bir hayvan çıkarırız” o da Cessase'dir. Rivâyete göre uzunluğu altmış arşındır, dört ayağı vardır, hafif tüyleri, yelekleri ve iki kanadı vardır. Ondan kaçan kurtulamaz, kovalayan ona yetişemez. Rivâyete göre Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem'e, nereden çıkacağı soruldu, o da: Allah'ın en muhterem mescidinden dedi, Mescid-i harâm'ı kast etti. (Onlara konuşur) bu da kelâm'dandır, kelm (yaralamak)tan olduğu da söylenmiştir ki, teklümühüm de okunmuştur. Rivâyete göre o çıkacak, yanında Mûsa'nın asası ile Süleyman'ın mührü olacaktır, Allah o ikisine salât ve selâm etsin. Asa ile mü'minin alnına vuracak, yüzü ap ak olacak, mühürle de kâfirin burnuna vuracak, yüzü simsiyah olacak. "İnsanların âyetlerimize” onun çıkacağına, hâllerine ve Allah’ın diğer âyetlerine, Kur'ân'a da denilmiştir. Kûfeliler feth ile ennen nase okumuşlardır "kesin inanmadıklarını konuşur". Bu da onun sözünü hikâyedir ya da Allahü teâlâ’nın sözünün hikayesidir ya da çıkmasının veyahut konuşmasının illetidir. Bu son durumda harf-i cer hazf edilmiş olur (lienne). 83Hatırla o günü ki, her ümmetten âyetlerimizi yalanlayan bir cemâat toplayacağız; artık onlar sevk olunurlar. "Hatırla o günü ki, her ümmetten bir cemâat toplayacağız” kıyâmet gününü kast ediyor "âyetlerimizi yalanlayanlardan” bu da cemâati beyan etmektedir, yani yalanlayanlardan bir grup demektir. Birinci min ba'zı manasınadır, çünkü her peygamberin ümmeti ve her asrın halkı, içine inananları da inanmayanları da alır "artık onlar sevk olunurlar” öndekiler durdulur ki, arkadakiler onlara yetişsin. Bu da sayılarının kalabalık ve kapladıkları yerin geniş olduğunu gösterir. 84Nihayet hesap yerine geldikleri zaman Allahü teâlâ der: Onları ilimce kavramadığınız hâlde âyetlerimi yalanladınız mı yoksa ne yapıyordunuz? "Nihayet hesap yerine geldikleri zaman Allahü teâlâ der: Kavramadığınız hâlde âyetlerimi yalanladınız mı?” velem tuhitu'daki vâv hâl içindir yani düşünmeden ve ne olduğunu kavramadan, tasdik veya reddetmeyi gerektirdiğini anlamadan yalanladınız mı? Ev edâtı atıf içindir yani onları hem yalanladınız hem de üzerinde zihin yormadınız. "Yoksa ne yaptınız?” ya da bunun ardından ne yapıyordunuz? Bu da onları paylamadır, çünkü cahilliklerinden yalanlamadan başka bir şey yapamadılar; artık, başka bir şey yaptık diyemezler. 85Ettikleri zulüm yüzünden o söz onlara gerçekleşti. Artık onlar konuşamazlar. "Söz (azâp) onlara gerçekleşti” va'dedilen azâp onlara geldi, o da yüzükoyun cehenneme düşmeleridir "ettikleri zulüm yüzünden” haksızlıkları sebebiyle ki, o da Allah'ın âyetlerini yalanlamalarıdır. "Artık onlar konuşmazlar” azapla meşgul oldukları için özür beyan edemezler. 86Görmediler mi biz, geceyi dinlenmeleri için karanlık, gündüzü de çalışmaları için aydınlık kıldık. Şüphesiz bunda mü'min bir toplum için gerçekten ibretler vardır. "Görmediler mi?” tevhidin gerçekleşmesi ve onları haşri ve peygamberler göndermeyi câiz görmeye götürmek için görmediler mi? Çünkü Âyette geleceği üzere aydınlıkla karanlığın özel bir şekilde, kendiliğinden olmadan arka arkaya gelmesi, ancak kahhar olan Allah'ın kudreti ile olur. Aynı madde üzerinde karanlığı aydınlıkla değiştirmeye gücü yetenin bedenin çeşitli maddelerinde hayatı da ölümle değiştirmeye gücü yeter. Gündüzü eşyayı görmeleri için geçim sebeplerinden bir sebep kılan Allah belki de dünya ve âhiretlerinde bütün çıkarlarının dayanağı olan şeye (peygamber göndermeye) hiç halel vermeyecektir. "Biz, geceyi dinlenmeleri için kıldık” uyku ve kararla "gündüzü de çalışmaları için görücü (aydınlık) kıldık” mubsıran aslında liyabsuru fihi (görmeleri için demektir). Bunda görme ondan ayrılmayacak şekilde gündüzün yaratılışında olan bir hâl kılınmakla mübalağa yapılmıştır (herkes onda gördüğü için o da her zaman görür gibi olmuştur). "Şüphesiz bunda mü'min bir toplum için gerçekten ibretler vardır” çünkü o üç şeye delâlet etmektedir (tevhide, haşre ve peygamber göndermeye). 87Hatırla o günü ki, sûra üfürülür, göklerde ve yerde olan herkes dehşete kapılır, ancak Allah'ın dilediği kimse hariç. Hepsi ona hor ve hakir olarak gelirler. "Hatırla o günü ki, sûra üfürülür” sûra yahut boynuza, bunun ölülerin diriltıimesinin ordunun borazan çaldığı zaman toplanmasına benzetildiği de söylenmiştir. "Göklerde ve yerde olan herkes dehşete kapılır” korkudan, fezia şeklinde mâzi kalıbı ile ifade edilmesi gerçekleşmesinin muhakkak olduğu içindir "ancak Allah'ın dilediği kimse hariç” kalbine sebat vermekle telaşa kapılmamasını dilediği kimse. Bunların Cebrâîl, Mikail, İsrafil ve Azrail olduğu söylenmiştir. Huriler, cennet hazinleri ve Arş'i taşıyanlar olduğu da söylenmiştir. Şehitler de denilmiştir. Mûsa aleyhisselâm olduğu da denilmiştir, çünkü bir kere dehşete kapılmış, bayılmıştı. Belki bunların hepsi murat edilmiştir. "Hepsi ona hor ve hakir olarak gelirler” ikinci üfürmeden sonra mahşerde hazır olurlar ya da Allah'ın emrine dönerler. Hamze ile Hafs fiil kalıbı ile etevhü okumuşlardır. Küll lâfzından dolayı tekil olarak etahu da okunmuştur. 88Dağları görürsün, onları donuk sanırsın; halbuki onlar bulutun geçmesi gibi geçer. Bu, her şeyi sağlam yapan Allah'ın işidir. Şüphesiz o, yaptıklarınızdan haberdardır. "Dağları görür, onları donuk sanırsın” yerinde durduğunu sanırsın "halbuki onlar bulutun geçmesi gibi geçer” o süratte geçer. Çünkü büyük cisimler aynı tarzda hareket ederse hareketi neredeyse fark edilmez. (Bu Allah'ın işidir) kendini te'kit eden mastardır, geçen cümlenin içeriği ile aynıdır, "va’dallah” (Rum: 6) gibidir. "Her şeyi sağlam yapan” halkım muhkem yaratan ve gerektiği gibi tesviye eden Allah'ın işidir. "Şüphesiz o, yaptıklarınızdan haberdardır” fiillerin dışlarını ve içlerini bilir, size ona göre karşılığım verir, nitekim şöyle buyurmuştur: 89Kim iyilikle gelirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan emindirler. "Kim iyilikle gelirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır” çünkü onun için şerefsize karşı şerefli, faniye karşı baki ve bire karşı yedi yüz verilmiştir. Şöyle de denilmiştir: Ondan daha hayırlısı, o cihetten daha hayırlısı demektir ki, o da cennettir. İbn Kesîr, Ebû Amr ve Hişâm ye ile yefalun, diğerleri ile te ile (tefalun) okumuşlardır. "Onlar o gün korkudan emindirler” bundan kıyâmet gününün azabını kast etmiştir. Birinci fezia'dan (Neml: 87) insanın gördüğü korkunç ve büyük olaylardan dolayı duyduğu heybet murat edilmiştir, bunun içindir kâfiri de mü'mini de kaplar. Kûfeliler tenvîn ile (fezain) okumuşlardır. Çünkü o günün dehşetlerinden bir teki murat edilmiştir. Âmin lâfzı harficer ile de kendi başına da geçişli olur, Meselâ "efeeminu mekrallahi” (Arap. 99) gibi. Kûfelilerle Nâfi' mim'in fethi ile yevmeizin, kalanlar ise kesri ile (yevmizini) okumuşlardır. 90Kim kötülükle gelirse, onların yüzü ateşe atılır. Onlara: Ancak yaptıklarınızla cezalanıyorsunuz, denilir. "Kim kötülükle gelirse” şirkle denilmiştir, "onların yüzü ateşe atılır” yüzükoyun ateşe atılırlar. Yüzlerden şahıslarını murat etmek de câizdir, nitekim şu Âyette ellerden de (şahıslar) murat edilmiştir: "Ellerinizi tehlikeye atmayın” (Bakara: 195). "Ancak yaptıklarınızla cezalanıyorsunuz, denilir” burada hitap üslubuna geçilmiş ve kavl (deme) maddesi gizlenmiştir, yani onlara böyle denilir. 91Ben ancak haram ettiği (kutsal kıldığı) şu şehrin Rabbine ibâdet etmekle emrolundum ki, her şey nundur. Ve ben Müslüman'lardan olmamla emrolundum. "Ben ancak haram ettiği şu şehrin Rabbine ibâdet etmekle emrolundum". Resûlü sallallahü aleyhi ve sellem'e dünya ve âhireti beyan ettikten ve kıyâmetin hâllerini açıkladıktan sonra böyle demesini emretti ve daveti tamamladığını da akla getirdi. Bundan sonra ancak onunla uğraşmalı ve kendini Rabbisinin ibâdetine vermelidir. Burada Mekke'nin özellikle zikredilmesi onu şereflendirmek ve şânını yüceltmek içindir, elleti harremeha şeklinde de okunmuştur. "Her şey nundur” yaratma ve mülkbakımından. "Ve ben, Müslüman'lardan olmakla emrolundum” itâat edenlerden yahut İslâm dininde sebat edenlerden. 92Kur'ân'ı okumamla (emrolundum). Artık kim doğru yolu bulursa, ancak kendisi için bulur. Kim de saparsa, de ki: Ben ancak uyarıcılardanım. "Kur'ân'ı okumakla emrolundum” okumaya devamla emrolundum ki, okumakla gerçekleri yavaş yavaş açığa çıksın ya da ona tâbi olmakla emrolundum. Ütlü aleyhim (onlara oku) veen ütlü şeklinde de okunmuştur. "Artık kim doğru yolu bulursa” ardıma düşmekle "ancak kendisi için bulur” çünkü faydası kendine döner. "Kim de saparsa” bana muhalefet etmekle "de ki: Ben ancak uyarıcılardanım” onun sapmasının ceremesini ben çekmem, çünkü peygambernin görevi sadece tebliğdir, onu da yaptım. 93De ki,; Allah'a hamd olsun, size âyetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin yaptıklarınızdan gâfil değildir. "Deki: Allah'a hamd olsun” peygamberlik nimetine yahutbana öğretip de onunla amele muvaffak kılmasına karşı. "Size âyetlerini gösterecek” dünyada ezici âyetlerini Meselâ Bedir savaşı, Dabbatülarz gibi ya da âhirette gösterecektir "siz de onları tanıyacaksınız” onların Allah'ın âyetleri olduğunu, fakat tanımak size fayda vermeyecektir. "Rabbin yaptıklarınızdan gâfil değildir” azabınızın gecikmesini onu bilmediği için zannetmeyin. İbn Kesîr, Ebû Amr, Hamze ve Kisâî ye ile (yamelun) okumuşlardır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den rivâyet edilmiştir: Kim Ta Sin sûresini okursa ona Süleyman'ı, Hûd'u, Sâlih'i, İbrâhîm'i ve Şuayb'i tasdik eden ve etmeyenlerin sayısı kadar onar sevap verilir ve kabrinden lâilahe illâllah diyerek çıkar. |
﴾ 0 ﴿