29 / ANKEBÛT SÛRESİMekke'de inmiştir. 69 âyettir. 1Elif. Lâm. Mîm. Âyetin tefsiri için bak:2 2İnsanlar: "Îman ettik” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannettiler? "Elif. Lâm. Mîm” bu konuda yukarıda söz geçmiştir. Arkasından istifham'ın gelmesi (ehasibe) bizzat ve onunla beraber gizlenenlerin müstakil (bir yere bağlı) olmadığına delildir. (İnsanlar zan mı ettiler?) hüsban lâfzı cümlelerin içeriği (kalp ile bilinen şeyler) ile ilgili fiillerdendir, bu da onların zihinde sâbit olduğuna delâlet etmesi içindir. Bunun içindir ki, birbirinden ayrılmayan iki mehil veya onların yerini tutan bir şey isterler. Meselâ: (Îman ettik demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını). Çünkü bunun manası; Ehasibu terkehüm gayra meftunine likavlihim amenna demektir. Terk birinci mef'ûldur, gayra meftunine de onun tamamlayıcısıdır, li-kavlihim amenna da ikinci mef'ûldur, tıpkı: Hasibtü darbehu litte'dibi (onu dövmeyi terbiye etmek için zannetmiştim) sözü gibi. Ya da manası şöyledir: Îman ettik demekle kendilerinin bırakılacaklarını mı zannettiler? Hayır, Allah onları zor mükellefiyetlerle imtihan edecektir. Meselâ hicret etmek, hoşa giden şeyleri terk etmek, tâat vazifeleri, mal ve canda çeşitli musibetler gibi. Tâ ki, mü'min münâfıktan, dinde sebat eden de onda yalpalayandan ayrılsın ve bunlara sabretmekle yüksek derecelere nâil olsunlar. Çünkü sırf îman, ihlâsla da olsa, azapta ebedî kalmaktan başka bir sonuç vermez. Rivâyete göre âyet müşriklerin eziyetlerinden bunalan birtakım insanlar hakkında inmiştir. Şöyle de denilmiştir: Allah yolunda işkence çeken Ammar hakkında inmiştir. Şöyle de denilmiştir: Ömer bin Hattab’ın azatlısı Mica' hakkında inmiştir. Amr bin Hadramî onu bir ok atarak Bedir savaşında öldürdü. Bundan dolayı ebeveyni ve karısı feryat ettiler, sabredemediler. 3Yemin olsun, gerçekten kendilerinden öncekileri imtihan ettik. Allah sadık olanları da mutlaka bilecek ve yalancı olanları da mutlaka bilecektir. "Yemin olsun, gerçekten kendilerinden öncekileri imtihan ettik” bu da ehasibe'ye yahut layüftenun'e bağlıdır, Mana da şöyledir: Bu, bütün ümmetlerde geçerli eski bir kanundur, tersini beklemek doğru değildir. "Allah sadık olanları da mutlaka bilecek ve yalancı olanları da mutlaka bilecektir” imtihan bilgisi şimdiki halle ilgilidir, o sayede îmanda sadık olanlarla onda yalancı olanlar ayrılacaktır. Sevap ve azapları bu ayrılığa dayalıdır. Bunun içindir ki, mana mutlaka ayıracaktır ya da kesin cezalandıracaktır şeklindedir denilmiştir. İ'lâm'dan veleyu'limennallahu da okunmuştur ki, Allah onları insanlara tanıtacaktır ya da kıyâmet gününde onlara tanınacakları bir sima verecektir, Meselâ yüzlerinin aklığı ve karalığı gibi. 4Kötülükleri yapanlar bizi geçeceklerini mi zannettiler? Ne kötü hükmediyorlar! "Kötülükleri yapanlar zannettiler mi?” küfür ve isyan edenler, çünkü amel lâfzı kalpler ve organlarla yapılanları içine alır "bizi geçeceklerini” bizden kaçacaklarını; bizim de kötülüklerine ceza vermeyeceğimizi mi zannettiler? En yesbikuna iki mef'ûl yerine geçmiştir. Em edâtı munkatıadır, ıdrab (em'in fonksiyonu) bu zannetmenin birincisinden daha iptal edici olmasındandır. Bunun içindir ki, arkasından (ne kötü hükmediyorlar) buyurmuştur yani bi'sellezi yahkumunehu yahut hükmen yahkumunehu hukmuhum Hâza demektir. Böylece mahsus bizzem hazf edilmiştir. 5Kim Allah'a kavuşmayı umarsa, şüphesiz Allah'ın eceli elbette gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir. "Kim Allah'a kavuşmayı umarsa” cennette, şöyle de denilmiştir: Allah'a kavuşmaktan maksat sevabına ulaşmaktır ya da ölüm, yeniden dirilme, hesap ve ceza gibi bir sonuca ulaşma denilmiştir. Bu da onun hâlini uzun zaman sonra Efendisine gelen, efendisi de hâllerini bilen bir kimseye benzetilmiştir ki, ya yaptıklarından memnun kaldığı için onu güler yüzle karşılar ya da yaptıklarından kızdığı için onu öfke ile karşılar. "Şüphesiz Allah,'ın eceli” kendine kavuşmak için tayin ettiği vakit "elbette gelecektir” kavuşma vakti gelecekse, kavuşma da muhakkak olacaktır. Öyleyse emellerini gerçekleştirecek ve umudunu doğrulayacak ya da yakınlık ve rızâsını kazandıracak şeye koşsun. "O, her şeyi işitendir” kullarının sözlerini "ve bilendir” itikat ve eylemlerini. 6Kim cihâd ederse, ancak kendisi için cihâd eder. Şüphesiz Allah, elbette âlemlerden müstağnidir. "Kim cihâd ederse” taatın yorgunluğuna ve şehvetlerden kaçınmanın zorluğuna "ancak kendisi için cihâd eder” çünkü menfaati ona dönecektir. "Şüphesiz Allah, elbette âlemlerden müstağnidir” onların taatlarına ihtiyacı yoktur. Kullarını sadece onlara merhametinden ve çıkarlarını temin için mükellef kılmıştır. 7Îman edip iyi şeyler yapanların kötülüklerini mutlaka örteceğiz ve onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracağız. "Îman edip iyi şeyler yapanların kötülüklerini mutlaka örteceğiz” küfrü îman ve masiyetleri de arkalarından yapılan taatlarla örteceğiz. "Ve onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracağız” yani amellerinin en güzel karşılığı ile demektir. Güzel karşılık da güzel iyilikle karşılamaktır. Karşılığın en güzeli de bir iyiliğe on ve daha fazla karşılık vermektir. 8İnsana ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Eğer o ikisi bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itâat etme. Dönüşünüz yalnız banadır. Yaptıklarınızı size haber vereceğim. "İnsana ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik” onlara güzel şey yapmasını ya da aşırı güzelliğinden dolayı bizzat güzel şeyi tavsiye ettik. Vassa fiili mana ve kullanım bakımından emir yerine geçer. Şöyle de denilmiştir: O (vasiyet) kâle (dedi) manasınadır yani ona ebeveynine iyilik et, dedik. Şöyle de denilmiştir: Hünsen lâfzı gizli bir fiille mensûbtur, takdiri de tavsiyeyi tefsir eden bir sözdür yani onlara ver yahut onlara iyilik yap dedik, olur. Bu da arkadaki kısma daha uygundur. Buna göre valideyhi lâfzının üzerinde vakfetmek (durmak) güzeldir. Hasenen ve ihsanen şekillerinde de okunmuştur. "Eğer o ikisi bilgin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için seninle uğraşırlarsa” ilahlığı hakkında bilgin olmayan şeyi, demektir. Olmamasını bilgi olmamakla tabir etmesi şunun içindir ki, doğru olduğu bilinmeyen şeyin ardına düşmek câiz değildir. Bâtıl olduğu bilinmese de böyledir, hele bir de bâtıl olduğu bilinirse (hiç ardına düşülmez). "Onlara itâat etme” o konuda, çünkü Hâlika masiyet konusunda mahluka itâat yoktur. Eğer daha önce kavl maddesi gizlenmezse mutlaka burada gizlenmelidir. "Dönüşünüz mutlaka banadır” içinizden îman edenin, şirk koşânın, ebeveynine itâat ve isyan edenin dönüşü demektir. "Ben de yaptıklarınızı size mutlaka haber vereceğim” karşılığını vermekle. Âyet Sa'd bin Ebi Vakkas ile annesi Hanıne hakkında inmiştir. Çünkü annesi onun Müslüman olduğunu işitince dîninden dönünceye kadar güneşte kalacağına, yemeyip içmeyeceğine yemin etti. Üç gün böyle kaldı. Lokman ve Ahkâf sûrelerindeki de böyledir. 9Îman edip iyi şeyler yapanları mutlaka iyilerin arasına girdireceğiz. "Îman edip iyi şeyler yapanları mutlaka iyilerin arasına girdireceğiz". İyi şeylerde kemal noktası mü'minlerin derecelerinin sonu ve Allah’ın mürsel peygamberlerinin temenni zirvesidir ya da onların girecekleri yeredir ki, o da cennettir. 10İnsanlardan kimi: "Allah'a îman ettik” der. Allah uğrunda eziyet görünce, insanların işkencesini Allah'ın azâbı gibi sayar. Yemin olsun, eğer Rabbinden bir yardım gelirse, elbette: "Şüphesiz biz de sizinle idik” derler. Allah, âlemlerin göğüslerindekini daha iyi bilen değil midir? Âyetin tefsiri için bak:11 11Allah îman edenleri de mutlaka bilir ve münâfıkları da mutlaka bilir. "İnsanlardan kimi: Allah'a îman ettik” der. Allah uğrunda eziyet görünce” kâfirler ona îmanından dolayı işkence edince "insanların işkencesini sayar” îmandan çevirmek için başına gelen eziyeti "Allah'ın azâbı gibi sayar” küfürden çevirmek için (îman etmediği takdirde) . "Yemin olsun, eğer Rabbinden bir yardım gelse” fetih ve ganimet gibi "elbette: Şüphesiz biz de sizinle idik, derler” Dîn davasında, bizi de ona ortak edin. Maksat münâfıklardır ya da îmanları zayıf olduğu için müşriklerin eziyetlerinden dolayı dinlerinden dönenlerdir. "Allah, âlemlerin göğüslerindekini daha iyi bilen değil mi?” kavli birinci görüşü destekler, Allah onların kalplerindeki ihlâs ve nifakı daha iyi bilir. "Allah îman edenleri de mutlaka bilir” kalpleriyle "ve münâfıkları da mutlaka bilir” her iki Tâifeye de yaptıklarının karşılığını verir. 12Kâfirler, îman edenlere: "Yolumuza uyun; günahlarınızı taşıyalım” derler. Halbuki onlar onların günahlarından hiçbir şey taşıyacak değiller. Şüphesiz onlar elbette yalancılardır. "Kâfirler, îman edenlere "yolumuza uyun; günahlarınızı taşıyalım, derler” dinde gittiğimiz yolda bize uyun "günahlarınızı taşıyalım” eğer orada günah olursa ya da eğer yeniden dirilme ve sorgulanma olursa! Uymaya bağlı olarak yükü taşımakla kendilerine emretmeleri yükü tâbi olmaya bağlamada ve eğer orada günah diye bir şey lursa yüklerini hafifletmede mübalağa içindir. Bu mülahaza iledir ki, onları "halbuki onlar onların günahlarından hiçbir şey taşıyacak değiller. Şüphesiz onlar elbette yalancılardır” diyerek reddetmiş ve yalancı çıkarmıştır. "Min hatayahüm min şeyin” ifadesindeki birinci min beyaniyedir, ikincisi de zâittir, takdiri şöyledir: Onlar onların günahlarından hiçbir şey taşıyacak değillerdir. 13Kendi yüklerini de kendi yükleri ile beraber nice yükler de taşıyacaklar. Kıyamet gününde uydurdukları şeylerden elbette sorulacaklardır. "Kendi yüklerini de taşıyacaklardır” bizzat irtikâp ettikleri ağırlıkları "ve kendi yükleri ile beraber nice yükler de taşıyacaklardır” saptırmakla ve isyana sevk etmekle sebep oldukları başka ağır günah yüklerini de taşıyacaklardır. Ötekilerin yüklerinden bir şey de eksilmeyecektir. "Kıyamet gününde elbette sorulacaklardır” paylama ve azarlama tarzında "uydurdukları şeylerden” başkalarını saptırdıkları batıllardan. 14Yemin olsun, Nûh’u kavmine gönderdik. Aralarında elli sene hariç bin yıl kaldı. Onlar zâlimler iken onları tufan yakaladı. "Yemin olsun, Nûh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli sene hariç, bin yıl kaldı” gönderildikten sonra. Çünkü rivâyete göre o kırk yaşında peygamber gönderildi, kavmini dokuz yüz elli yıl îmana davet etti. Tufandan sonra da altmış yıl yaşadı. Belki de bu ifadenin seçilmesi, sayının tam olmasını göstermek içindir. Dokuz yüz elli ifadesi yaklaşık bir rakamı da ifade edebilir. Bir de bin yıl ifadesinde o süre dinleyenin zihninde canlanır. Çünkü kıssadan maksat Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i teselli etmek ve kâfirlerden çektiği şeye katlanması için ona sebat vermektir. Mümeyyizlerin (yıl, sene şeklinde) farklı olması tekrardaki monotonluğu gidermek içindir. "Onları tufan yakaladı” su taşkını, bu da büyük veya karanlık veya daha başka şeylerle tavaf eden (dolaşan) belaya denir. "Onlar zâlimler iken” küfürde. 15Onu da gemi arkadaşlarını da kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret kıldık. "Onu da” Nûh aleyhisselâm'ı da "gemi arkadaşlarını da kurtardık” evlatlarından ve ümmetlerinden kendine tâbi olanlardan gemiye bindirdiklerini, onlar seksen kişi idiler. Yetmiş sekiz de denilmiştir. Yarısı erkek ve yarısı kadın on kişi oldukları da söylenmiştir. "Onu kıldık” gemiyi yahut hadiseyi (olayı) "âlemlere bir ibret kıldık” öğüt alacakları ve ondan bir sonuç çıkaracakları ibret. 16İbrâhîm'i de hatırla, hani kavmine: "Allah'a ibâdet edin ve ondan korkun. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır, demişti. (İbrâhîmi de hatırla) bu da nuhan’a atıftır ya da gizli üzkür ile mensûbtur. Merfû' olarak da okunmuştur ki, takdiri ve minel mürseline ibrahimü olur. (Hani kavmine "Allah'a ibâdet edin” demişti) bu da erselna'nın zarfıdır yani onu aklı olgunlaştığı ve görüşü sağlamlaştığı zaman gönderdik, öyle ki, hakkı tanıdı ve onu insanlara duyurdu. Ya da üzkür takdir edilirse ondan bedel-i istimaldir. "Ve ondan korkun. Bu sizin için daha hayırlıdır” üzerinde bulunduğunuz şeyden "eğer bilirseniz” hayrı ve şerri bilirseniz ve hayrı serden ayırırsanız ya da olaylara cahillik gözü ile değil de ilim gözü ile bakarsanız. 17Siz ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Şüphesiz Allah,'tan başka ibâdet ettikleriniz sizin için rızık vermeye sahip değildir. Öyleyse rızkı Allah katından arayın ve ona ibâdet edin. Ona şükredin. Yalnız ona döndürüleceksiniz. "Siz ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz” onlara İlâh demekle ve Allah katında şefaatlerini ummakla ya da onları siz imal ediyor ve yalan için yontuyorsunuz demektir ki, bu da hâllerinin şer olduğunun delilidir, çünkü yalan ve bâtıldır. Halleka'den teksir için tühallikine ve tekellüf için tehallekune de okunmuştur. Mastar olarak efiken de okunmuştur ki, kezib vezninde olur ya da sıfat-ı müşebbehe olur ki, halkan za ifkin manasınadır. "Şüphesiz Allah,'tan başka ibâdet ettikleriniz sizin için rızık vermeye sahip değiller” bu da onların kötü olduklarının ikinci delilidir, çünkü nafiledir. Rızkan'ın mastar olma ihtimali de vardır ki, size rızık veremezler demek olur ve merzuk manasına olma ihtimali de vardır. Nekire olması da genelleme içindir. "Öyleyse rızkı Allah katında arayın” bütün rızkı orada arayın, çünkü sâhibi odur. "Ona ibâdet edin ve ona şükredin” ona ibâdet etmekle isteklerinize vesile arayın, size verdiği nimetleri şükrü ile kuşatın ya da ona kavuşmaya bu ikisi ile hazırlanın. Çünkü "yalnız ona döndürüleceksiniz” te'nin fethi ile (terciun) da okunmuştur. 18Eğer yalanlarsanız, gerçekten sizden önceki ümmetler de yalanladılar. Peygambere apaçık tebliğden başka bir şey yoktur. "Eğer yalanlarsanız” eğer beni yalanlarsanız "gerçekten sizden önceki ümmetler de yalanladılar” benden önceki peygamberleri, yalanlamaları onlara zarar vermedi; ancak kendilerine zarar verdi. Çünkü başlarına gelecek azaba sebep oldu. Sizin yalanlamanız da böyle olacaktır. "Peygambere apaçık tebliğden başka bir şey yoktur” ondan daima şüphe edilir, tasdik veya tekzip edilmesi şart değildir. Âyet ve devamı İbrâhîm kıssasındandır, "kavminin cevabı şöyle oldu” (Ankebut: 24) kısmına kadar sürer. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem ile Kureyş'in durumu ilgili olarak ara cümle olma ihtimali de vardır. O zaman Kureyş'in savı çürütülmüş ve kötü amellerine karşı tehdit edilmiş olurlar. Bu kısım İbrâhîm kıssasının arasına sokuşturulmuş olur. Çünkü kıssanın verilişinden maksat Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'i tesellidir, onu nefeslendirmekrir. Çünkü atası İbrâhîm Hâlilullah - ikisine da salât ve selâm olsun - da kendi gibi kavminin şirki ile denenmiş ve hâli İbrâhîm'le kavminin hâline benzetilmiştir. 19Görmediler mi Allah, yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra da onu tekrar ediyor. Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır. "Görmediler mi Allah, yaratmayı nasıl başlatıyor?” maddeden ve başkasından. Hamze, Kisâî ve Ebû Bekir te ile kavl maddesi gizli olarak (evelem terev) okumuşlardır. Yebdeü şeklinde de okunmuştur. "Sonra onu tekrar ediyor” bu da ölümden sonra iadeyi haber vermektedir, evelem yerav'a ma’tûftur, yübdiü'ye değil. Çünkü bunda görmek söz konusu değil. Tekrarın her sene geçen yıllarda olduğu gibi bitkileri, meyveleri ve benzerlerini iade etmekle te'vil edilmesi ve yübdiü'ye atfedilmesi de câizdir. (Şüphesiz bu) işâret tekrarıdır ya da zikredilen iki durumadır. "Allah'a kolaydır” çünkü işinde hiçbir şeye muhtaç değildir. 20De ki: Yeryüzünde gezin de bakın, Allah yaratmayı nasıl başlatmış görün. Sonra Allah âhiret oluşumunu yaratır. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir. "De ki: Yeryüzünde gezin de” Allah kelâmının İbrâhîm'e yahut Muhammed'e - o ikisine salât ve selâm olsun - hikayesidir, "bakın, Allah yaratmayı nasıl başlatmış görün” cins ve hâllerinin bu kadar farklılıklarına rağmen. "Sonra Allah âhiret oluşumunu yaratır” başlatma olan ilk oluşumdan sonra. Çünkü o da tekrar da iki oluşumdur; şöyle ki, her biri yeni var etmedir, yokluktan varlığa çıkarmadır. Allah isminin bedee'de zamir olarak verildikten sonra zâhir gelmesi - ki, kıyasa göre kısa geçilmesi lazımdı - maksadın tekrarı beyan etmek olmasındandır. Bir de şunun içindir ki, var etmeye gücü yetmekle bilinen kimseye tekrar etmekle de hüküm verilmelidir; çünkü tekrar daha basittir. Atıf hakkındaki söz (sümmallahu'nûn kul siru'ya atfı) yukarıda (sümme yuiduhu'da) olduğu gibidir (ihbarın inşaya atfında zarar yoktur). Reafet vezninde neşaet de okunmuştur. "Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir” çünkü o gücünü zatından alır, zâtının mümkünlere nispeti de eşittir. O sebeple ilk oluşuma gücü yettiği gibi ikinci oluşuma da gücü yeter. 21Allah dilediğine azâp eder, dilediğine de merhamet eder. Yalnız ona döndürüleceksiniz. Âyetin tefsiri için bak:22 22Siz ne yeryüzünde ne de gökte (bizi) aciz bırakacak değilsiniz. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur. "Allah dilediğine azâp eder” azâp etmek istediğine "dilediğine de merhamet eder” merhamet etmek istediğine. "Yalnız ona döndürüleceksiniz” çevrileceksiniz. "Siz bizi aciz bırakacak değilsiniz” Rabbinizi size yetişmekten "ne yeryüzünde ne de gökte” kazasından kaçmakla, yerde gizlenmek yahut çukurlarda saklanmakla ve gökte barınmakla ya da göklere yükselen kalelere çekilmekle. Vela men fissemai (gökte olan da onu aciz bırakamaz da) denilmiştir. Şâir Hassan bin Sâbit'in şu beyitinde olduğu gibi: İçinizden Resûlüllah'ı yerenle Onu övüp ve ona yardım eden bir midir? "Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur” sizi yerden çıkacak veyahut gökten inecek beladan koruyacak ve onu sizden uzaklaştıracak. 23Allah'ın âyetlerini ve ona kavuşmayı inkâr edenler, işte onlar rahmetimden ümit kesmişlerdir. İşte onlar için acıklı bir azâp vardır. "Allah'ın âyetlerini inkâr edenler” birliğinin delillerini yahut kitaplarını "ve ona kavuşmayı” yeniden dirilmekle "işte onlar rahmetimden ümit kesmişlerdir” kıyâmet gününde ondan meyus olacaklardır. Ondan mâzi siygası ile tabir etmesi gerçek olduğundan ve mübalağa içindir. Ya da yeniden dirilmeyi ve cezayı inkâr ettiklerinden dünyada rahmetimden meyus olmuşlardır demektir. "İşte onlar için acıklı bir azâp vardır” inkârları sebebiyle. 24Kavminin cevabı ancak: Onu öldürün yahut onu yakın, demeleri oldu. Allah da onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda mü'min bir kavim için elbette ibretler vardır. (Kavminin cevabı olmadı) İbrâhîm kavminin ona cevabı, kâne'nin ismi olarak Merfû' da okunmuştur ki, haber de (ancak: Onu öldürün yahut yakın, demeleri oldu) cümlesidir. Aslında bunu bazıları demişti; fakat onlara denip de ötekiler de râzı olunca hepsine isnat edildi. "Allah da onu ateşten kurtardı” yani onu ateşe attılar, Allah da onu ondan kurtardı; onu soğuk ve selamet kılmakla. "Şüphesiz bunda vardır” onu ateşten kurtarmasında "elbette ibretler” o da ateşin zararından kurtarması, o kadar büyük olmasına rağmen az zamanda söndürmesi ve yerine bir bahçe inşa etmesidir "mü'min bir kavim için” çünkü onu araştırmak ve üzerinde düşünmekle ondan yararlanacak olan onlardır. 25İbrâhîm dedi: Siz ancak dünya hayatında aranızda sevgi için Allah'tan başka birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet gününde kiminiz kiminizi inkâr edecek ve kiminiz kiminize lâ'net edecek. Barınacağınız yer cehennemdir. Ve sizin için yardımcılar yoktur. "İbrâhîm dedi: Siz ancak dünya hayatında aranızda sevgi için Allah'tan başka birtakım putlar edindiniz” (litetevaddü beyneküm) sevişmeniz ve ibâdeti üzerine toplanmanız için. İttehaztüm'ün ikinci mef'ûlu mahzûftur (sayyertüm evsanen aliheten). Meveddet lâfzının ikinci mef'ûl olması da câizdir; bu da ya muzâf takdiri ile olur yani ittehaztüm evsanen sebebel meveddeti demektir ya da mevdudeten te'vil iledir ki, ittehaztüm evsanen mevdudeten (putları sevgili edindiniz) demektir. Nâfi', İbn Âmir ve Ebû Bekir tenvinle (meveddeten) okumuşlardır ki, beyneküm'ü nasb eder. İzahı da yukarıda geçtiği gibidir (litetevaddü beyneküm). İbn Kesîr, Ebû Amr, Kisâî ve Rüveys de Merfû' ve muzâf olarak okumuşlardır ki, o zaman mahzûf mübtedanın haberi olur yani hiye mevdudetün ya da sebebu meveddeti beyniküm demek olur. Cümle evsanen'in sıfatıdır ya da inne'nin haberidir. O zaman mâ edâtı mastariye ya da mevsûle olur, ait de hazf edilmiş olur ki, o da birinci mef'ûldur. Merfû', tenvinli ve muzâf olarak fethi ile beyneküm de okunmuştur, tıpkı "lekat tekatta beyneküm” (En'âm: 94) âyetinde olduğu gibi. Innema meveddetü beyniküm de okunmuştur. "Sonra kıyâmet gününde kiminiz kiminizi inkâr edecek ve kiminiz kiminize lâ'net edecek” yani birbirinizi tanımayacak ve lanetleşeceksiniz ya da sizinle putlar arasında bu olacaktır ki, o zaman muhataplar daha çok kabul edilmiş olur, Meselâ "birbirlerine zıt olurlar” (Meryem: 82) âyeti gibi. "Barınacağınız yer cehennemdir. Ve sizin için yardımcılar yoktur” sizi ondan halas edecek yardımcılar. 26Ona Lût îman etti. (İbrâhîm): Ben Babbime hicret ediyorum. Şüphesiz o, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir, dedi. "Ona Lût îman etti” o kardeşi oğludur ve kendisine ilk îman edendir. Şöyle denilmiştir: Ateşin onu yakmadığını görünce ona îman etti. "İbrâhîm: Ben hicret ediyorum, dedi” kavmimden "Rabbime” bana emrettiği yere. "Şüphesiz o, mutlak gâlibtir” düşmanlarımı benden savar "hikmet sâhibidir” bana ancak iyiliğimi emreder. Rivâyete göre o, Kûfe ovasından Kusa'dan hicret etti. Yanında Lût ile kendi karısı ve amcasının kızı Sara vardı, Harran'a vardı. Sonra oradan da Şâm'a, Filistin'e konakladı, Lût da Sodom'a indi. 27Ona İshak'ı ve Ya'kûb'u bağışladık. Onun soyuna peygamberlik ve kitap tahsis ettik. Ona mükâfatını dünyada verdik. Şüphesiz o, âhirette elbette iyilerdendir. "Ona İshak'ı ve Ya'kûb'u bağışladık” çocuk ve ikram olarak, çünkü kısır yaşlı bir karıdan doğdu. Bunun içindir ki, İsmâîl zikredilmedi. "Onun soyuna peygamberlik tahsis ettik” onlardan çok peygamber geldi. "Ve kitap” bundan cinsi kast ediyor ki, dört kitabı içine alsın. "Ona mükâfatını verdik” bize hicretine karşılık "dünyada” zamam geçmişken çocuk vermek, temiz zürriyet ihsan etmek, peygamberliği onlarda devam ettirmek, milletleri ona nisbet etmek, zamanın sonuna kadar ona övgü yağdırıp salât ve selâm etmekle. "Şüphesiz o âhirette elbette iyilerdendir” iyilikte zirveye çıkanlar arasındadır. 28Lût'u da hatırla. Hani kavmine: Şüphesiz siz elbette o çirkin şeye geliyorsunuz ki, onda sizi âlemlerden hiçbir kimse geçmedi, demişti. (Lût'u da hatırla) bu da İbrâhîm'e ya da ona atfedilene ma’tûftur "hani kavmine: Şüphesiz siz elbette o çirkin şeye geliyorsunuz, demişti". Çirkinlikte ileri giden o kötü şeye. Haremli iki kurra ile İbn Âmir ve Hafs meksûr hemze ile haber olarak (inneküm) okumuşlardır. Diğerleri ise istifham ile (einneküm) okumuşlardır. Hepsi de ikincisini istifham ile okumuşlardır. "Onda sizi âlemlerden hiçbir kimse geçmedi” bu da o kötü hareketi tespit eden yeni söz başıdır. Çünkü o hareket tabiatların tiksindiği ve nefislerin kaçındığı bir şeydir. Onlarsa tıynetleri bozuk olduğu için buna atıldılar. 29Gerçekten siz mi erkeklere geliyor, yol kesiyor ve meclisinizde o kötü şeye geliyorsunuz? Kavminin cevabı ancak: Eğer doğru söyleyenlerden isen bize Allah'ın azabını getir, demeleri oldu. "Gerçekten siz mi erkeklere geliyor, yol kesiyorsunuz?” yolculara musallat olup öldürüyor, mallarını alıyorsunuz yahut o kötü hareketle saldırıyorsunuz ki, sonunda yollar kesildi ya da çocuk mahallinden yüz çevirmek ve öyle bir işlevi olmayan şeye gelmekle neslin yolunu kesiyorsunuz "Ve meclisinizde geliyorsunuz” insan dolu meclisinizde. Nadiy içinde üyeleri olan meclise denir. "O kötü şeye” cima, yellenme, pantolonu çıkarma ve daha buna benzer çirkin şeyleri, hiçbir şey lmamış gibi yapıyorsunuz. Fiske taşı atmak da denilmiştir. "Kavminin cevabı ancak: Eğer doğru söyleyenlerden isen bize Allah'ın azabını getir, demeleri oldu” eğer bunun çirkin olduğunu söylemede veya azarlamadan anlaşılan peygamberlik iddiasında. 30Lût dedi: Rabbim, bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et. "Lût dedi: Rabbim, bana yardım et” azâp indirmekle "bozguncular topluluğuna karşı” o çirkin hareketin ardına düşenlere ve onu kendilerinden sonrakilere adet hâline getirenlere. Onları böyle nitelemesi, azâbı mubalâgalı şekilde istemek ve onların acil azâbı hak ettiklerini akla getirmek içindir. 31Peygamberlerimiz İbrâhîm'e müjde ile geldikleri zaman: Şüphesiz biz, şu şehir halkını helâk edeceğiz. Şüphesiz onun halkı zâlimler idiler, dediler. "Peygamberlerimiz İbrâhîm'e müjde ile gelince” evlât ve torun müjdesi ile "şüphesiz biz, şu şehir halkını helâk edeceğiz, dediler” Sodom kentinin halkını, demektir, muhliku ehli izafeti lafziyedir. Çünkü istikbal manasınadır "Şüphesiz onun halkı zâlimler idiler” bu da helâklerinin gerekçesidir, çünkü onlar küfür ve çeşitli masiyetler içeren zulümlerinde ısrar edip ileri gittiler. 32İbrâhîm dedi: Gerçekten orada Lût vardır. Onlar da: Orada kimlerin olduğunu biz daha iyi biliriz. Onu ve ailesini mutlaka kurtaracağız, ancak karısı hariç. O, geride (azapta) kalanlardan oldu, dediler. "İbrâhîm dedi: Gerçekten orada Lût vardır” orada zulüm yapmayan kimse de olduğunu bildirerek itirazdır ya da gerekçeye mani ile karşı çıkmadır ki, o da peygamberin aralarında olmasıdır. "Onlar da: Orada kimlerin olduğunu biz daha iyi biliriz. Onu ve ailesini mutlaka kurtaracağız, dediler” sözünü kabul ettiler, ayrıca o konuda bilgilerinin olduğunu ve bundan da gâfil olmadıklarını söylediler. Bu, aynı zaman da (orada Lût vardır) sözlerinin de cevabıdır, bu da Lût ailesini diğerlerinden ve şehir halkından tahsis ederek verilmiştir. Ya da onları çıkarmakla helâkin vaktini belirlemedir. Bunda beyanın hitaptan sonra yapıldığı da görülmektedir. "Ancak karısı hariç, o, geride kalanlardan oldu” azapta yahut kentte kalanlardan. 33Peygamberlerimiz Lût'a gelince, onlar için tasalandı ve onlar için göğsü daraldı. "Korkma, üzülme; gerçekten biz seni ve aileni kurtaracağız, ancak karın hariç. O, geride kalanlardan oldu,” dediler. (Peygamberlerimiz Lût'a gelince, onlar için tasalandı) kavmi onlara bir kötülük yapar diye üzüldü ve gamlandı. En edâtı iki fiili te'kit etmek ve birleştirmek için zâit olarak getirilmiştir. (Ve onlar için göğsü daraldı) onların işlerini tedbir etmek için gücü kesildi, dâkabihi zer'an, dâkatyeduhu (eli daraldı) sözü gibidir. Bunun karşıtı da rahube zeruhu'dur ki, gücü yetti demektir. Bunun izahı da şöyledir; çünkü zirai (kolu) uzun olan, kısa olandan daha ileriye uzanır. "Dediler” ondaki sıkıntıyı görünce "korkma, üzülme” bizi ele geçireceklerinden "gerçekten biz seni ve aileni kurtaracağız, ancak karın hariç. O geride kalanlardandır". Hamze, Kisâî ve Ya'kûb şeddesiz olarak lenünciyennehu ve müncuke okumuşlardır, Ebû Bekir ile İbn Kesîr de ikincide onlara katılmışlardır. Kâf da muhtar görüşe göre mahallen mecrûrdur, ehleke de gizli bir fiille yahut aslı üzere kâfin mahalline atfen mensûbtur. 34Şüphesiz biz, bu şehir halkının üzerine, ettikleri fasıldık yüzünden gökten bir azâp indireceğiz. "Şüphesiz biz, bu şehir halkının üzerine gökten bir azâp indireceğiz” riczen azâp demektir, ona böyle denilmesi, azâp gören kimseyi tedirgin etmesindendir. Çünkü o, irteceze kavlinden gelir ki, irtecese, yani sarsıldı demektir. İbn Âmir şedde ile münezzilune okumuştur, "ettikleri fasıklık yüzünden” bisebi fiskıhim demektir ki, mâ edâtı mastariyedir. 35Yemin olsun, ondan geriye, aklını çalıştıracak bir topluluk için apaçık bir ibret bıraktık. "Yemin olsun, ondan geriye, apaçık bir ibret bıraktık” o da yaygın hikayesidir ya da harap olan yurtlarının kalıntılarıdır. Yağmur gibi yağan taş da denilmiştir. Çünkü o, yakın zamanlara kadar kalmıştı. Siyah akan nehirleri de denilmiştir. "Akimi çalıştıran bir kavim için” basiretlerini açmak ve ibret almak isteyen bir toplum için. Likavmin lâfzı terekna'ya ya da ayeten'e mütealliktir. 36Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'i (gönderdik). Ey kavmim, Allah'a ibâdet edin, âhiret gününü umun ve yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk etmeyin, dedi. Âyetin tefsiri için bak:37 37Derken onu yalanladılar; onları sarsıntı tuttu; yurtlarında diz çökerek kaldılar. "Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'i gönderdik: Ey kavmim, Allah'a ibâdet edin, âhiret gününü umun, dedi” sevabını umacak şey yapın, böylece müsebbep sebebin yerine geçirilmiştir. Bunun korku manasına olan recadan geldiği de söylenmiştir. "Yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk etmeyin. Derken onu yalanladılar; onları sarsıntı tuttu” şiddetli deprem, Cebrâîl aleyhisselâm'ın sayhası da denilmiştir. Çünkü o kalpleri sarsar. "Yurtlarında oldular” memleketlerinde yahut evlerinde demektir. Dar'ın çoğul yapılmaması karışıklık endişesi olmamasındandır. "Diz çökerek” diz çökmüş ölüler olarak. 38Âd ve Semûd kavimlerini de helâk ettik. Sizin için onların meskenleri meydana çıkmıştır. Şeytan onlara amellerini süsledi; onları yoldan çevirdi, halbuki onlar bakıp görenler idiler. (Âd ve Semûd kavimlerini de helâk ettik) bu ikisi gizli üzkür fiili ile ya da ehlekna gibi bir şeyle mensûbtur. Hamze, Hafs ve Ya'kûb kabile te'vili ile Semûd lâfzını gayri munsarif okumuşlardır. "Sizin için onların meskenleri meydana çıkmıştır” ya da helâkleri meskenleri cihetinden meydana çıkmıştır, oradan geçerken onlara baktığınız zaman görürsünüz. "Şeytan onlara amellerini süsledi” küfür ve isyan amellerini, "onları yoldan çevirdi” peygamberlerin onlara açıkladıkları doğru yoldan "halbuki onlar bakıp görenler idiler” bakma ve görme imkânlarına sahip idiler, fakat yapmadılar yadapeygamberlerin haber vermesiyle azabın onlara yetişeceği meydana çıkmıştı, fakat onlar inat edip helâk oldular. 39Kârun'u, Fir'avn'i ve Hamam da (helâk ettik). Yemin olsun, gerçekten Mûsa onlara mu'cizelerle geldi; onlarsa yeryüzünde büyüklük tasladılar ve bizi geçenler olmadılar. (Kârun'u, Fir'avn'i ve Haman'ı) bunlar da âden lâfzına ma’tûftur, Kârun'un öne alınması soyunun şerefindendir. "Yemin olsun, gerçekten Mûsa onlara mu'cizelerle geldi; onlarsa büyüklük tasladılar ve bizi geçemediler” elimizden kurtulamadılar, bilâkis Allah'ın emri onlara yetişti. Bu da sebaka talibehu (kovalayanın elinden kaçtı) deyiminden gelir. 40İşte onlardan her birini günahı ile yakaladık. Onlardan kiminin üzerine taş yağmuru gönderdik, kimilerini korkunç ses yakaladı, onlardan kimilerini yere geçirdik ve onlardan kimilerini suda boğduk. Allah onlara zulmedecek değildi, ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı. "İşte onlardan her birini” zikredilenlerden her birini "günahı ile yakaladık” suçu ile cezalandırdık. "Onlardan kiminin üzerine taş yağmuru gönderdik” taşları fırlatan fırtına gönderdik ya da bunu atan bir melek, Meselâ Lût kavmi gibi. "Kimini korkunç ses yakaladı” Medyen ve Semûd kabileleri gibi. "Onlardan kimilerini yere geçirdik” Kârun gibi "ve onlardan kimilerini suda boğduk” Nûh kavmi ve Fir'avn ve kavmi gibi. "Allah onlara zulmedecek değildi” zâlim gibi muamele edip de suçsuz yere onlara ceza vermezdi, azîz ve celil olan Allah'ın böyle âdeti yoktur. "Ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı” kendilerini azaba maruz bırakmakla. 41Allah'tan başka dostlar edinenlerin misali, bir ev (ağ) edinen örümceğin misali gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü elbette örümceğin evidir, eğer biliyor olsalardı. "Allah'tan başka dostlar edinenlerin misali” dayandıkları ve güvendikleri şeylerde "bir ev (ağ) edinen örümceğin misali gibidir” ördüğü şeyde, zayıflık ve çürüklük bakımından. Hatta onlarınki daha zayıftır, çünkü ötekisinin bir gerçekliği ve kısmen faydası vardır. Ya da onların Allah'ı bir bilen muvahhide nispetle misali örümcek evinin taş ve kireç harçla yapılan binaya nispeti gibidir. Ankebut (örümcek) lâfzı tekile, çoğula, erkeğe ve dişiye denilir. Ondaki te tağut'taki te gibidir (zâittir, tenis için değildir). Çoğulu da anakiyb, anakib, ikab, akebe ve a'küb olarak gelir. "Şüphesiz evlerin en çürüğü elbette örümceğin evidir” güneşi ve soğuğu ondan daha az önleyen zayıf bir ev yoktur, "eğer biliyor olsalardı” eğer ilme müracaat etselerdi bunun kendilerine benzediğini ve dinlerinin bundan daha çürük olduğunu bilirlerdi. Örümceğin evinden onların dinini murat etmek de câizdir, ona böyle denilmesi misal içindir, o zaman mana şöyle olur: Dîn olarak en çürük kabul edilen şey nların dinidir. 42Şüphesiz Allah, kendisinden başka taptıkları şeyleri bilir. O, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir. "Şüphesiz Allah, kendisinden başka taptıkları şeyleri bilir". Burada (kul / de) lâfzı gizlidir yani onlara de ki: Allah bilir. Basralı iki kurra yukarıdakine bakarak ye ile (yalemü) okumuşlardır. Mâ edâtı istifham içindir, ted'une ile mensûbtur, yalemü onda amel etmemektedir. Min edâtı da beyan içindir ya da mâ edâtı nâfiyedir, min de zâittir, şey' lâfzı da ted'une'nin mef'ûlüdür ya da mâ edâtı mastariyedir, şey de mef'ûlu mutlaktır yahut mâ mevsûledir, ya'lemü'nün mef'ûlüdür, ted'une'nin mef’ûlünundaki aid zamiri de hazf edilmiştir. Kelâm ilk ikiye (istifham ve nafiyeye) göre onları câhil saymak ve misali te'kit etmek içindir. Son ikiye (mastariye ve mevsûle) göre de onlar için tehdittir. "O, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir” iki mananın (câhil sayma ve tehdit) illetidir, çünkü aşırı ahmaklıklarından dolayı hiçbir şey sayılmayan putlar böylesi birine ortak kabul edilmiştir. Cansız şey de her şeye gücü yeten ve her şeyi kahr eden ve her şeyi bilen ve gayet sağlam yapan Allah'a nispetle yok gibidir. Böylesi birinin de onları cezalandırmaya gücü yeter. 43İşte bu misalleri insanlara veriyoruz. Onları ancak âlimler anlarlar. "İşte bu misalleri” yani bu misalleri ve benzerlerini "insanlara veriyoruz” uzak şeyleri anlayışlarına yaklaştırmak için. "Onları anlamaz” onların güzellik ve faydasını anlamaz "ancak âlimler anlar” olayları gereği gibi irdeleyenler anlar. Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem: "Âlim odur ki, Allah'ı bilir (O’na iman eder), O’na itaatle amel eder ve gazabından sakınır", buyurmuştur. 44Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda mü'minler için gerçekten bir ibret vardır. "Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı” haklı olarak, ondan bâtılı kast etmeyerek yarattı, çünkü onları yaratmaktan doğrudan kast edilen hayrı kazandırmaktır ve zatına ve sıfatına delâlet etmektir, nitekim ona "şüphesiz bunda mü'minler için gerçekten bir ibret vardır” buyurmuştur. Çünkü ondan yararlanacak olanlar onlardır. 45Sana kitaptan vahyediieni oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz edepsizlikten ve kötülükten ahkoyar. Elbette Allah'ı zikretmek en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir. "Sana kitaptan vahyediieni oku” okumakla Allah'a yaklaşmak ve lâfızlarını ezberlemek ve manalarını keşf etmek için. Çünkü düşünerek okuyan kimse ilk kulağına çaldığı zaman anlamadığını tekrarla anlar, keşf eder. "Namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz edepsizlikten ve kötülükten alıkoyar” onunla meşgul olurken günahlara ve diğer şeylere son vermeye sebep olur. Çünkü Allah'ı hatırlatır, nefse korku verir. Rivâyete göre Ensâr'dan bir genç, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ile namaz kılardı. Çirkin şeylerden de yapmadığını koymazdı. Efendimiz'e anlattılar: Namazı onu men edecektir, dedi. Çok geçmeden tevbe etti. "Elbette Allah'ı zikretmek en büyüktür” elbette namaz diğer taatlardan daha büyüktür. Namaza zikir demesi şunun içindir ki, namazın zikri içine alması diğer iyiliklerden üstün olmasının ve kötülüklerden men etmesinin baş sebebidir. Ya da Allah'ın sizi zikretmesi, sizin taatla onu zikretmenizden daha büyüktür demektir. "Allah yaptıklarınızı bilir” zikir ve diğer taatlar gibi, ona göre de karşılığını en güzel şekilde verir. 46Kitap ehli ile ancak en güzel şeyle mücadele edin. Ancak onlardan zâlimler hariç. "Biz, bize indirilene ve size indirilene îman ettik. Bizim İlâhımız ve sizin İlâhınız bir tektir. Biz ona teslim olanlarız” deyin. "Kitap ehli ile ancak en güzel şeyle mücadele edin” ancak en güzel hasletle, Meselâ sertliğe yumuşaklık, öfkeye onu içine atma, husumete nasihatla karşılık verme gibi. Bunun kılıç âyeti ile (Tevbe: 29) mensûh olduğu söylenmiştir. Çünkü ondan daha çetin mücadele yoktur, onun cevabı da son çaredir. Bunlardan anlaşmalı olanlar murat edilmiştir de denilmiştir. "Ancak onlardan zâlimler hariç” aşırı tecâvüzde bulunanlar, inat edenler, Allah'a evlât isnat edenler ve "Allah'ın eli bağlıdır” (Maide: 64) diyenler ya da andlaşmayı bozanlar ve cizye vermeyenler gibi. "Bize indirilene ve size indirilene îman ettik, deyin” bu da en güzel şekilde yapılan mücadeledendir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Ehl-i kitabı tasdik de etmeyin, yalanlamayın da; eğer dedikleri bâtıl ise onları tasdik etmemiş olursunuz ve eğer hak ise yalanlamamış olursunuz. "Bizim İlâhımız ve sizin İlâhınız bir tektir. Biz ona teslim olanlarız” özellikle ona itâat edenleriz. Bunda onların haham ve rahiplerini Allah'tan başka ilâhlar edinmelerine gönderme vardır. 47İşte bunun gibi, sana da bu kitabı indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz buna îman ederler. Bunlardan da ona îman eden vardır. Âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler. Âyetin tefsiri için bak:48 48Sen bundan önce kitaptan okumaz ve onu sağ elinle de yazmazdın. Eğer öyle olsa idi, elbette batılcılar şüphe ederlerdi. "İşte bunun gibi” bu indirme gibi "sana da bu kitabı indirdik” diğer İlâhî kitapları tasdik eden bir vahiy olarak, bu da "kendilerine kitap verdiklerimiz buna îman ederler” sözünü doğrulamaktadır ki, onlar da Abdullah b. Selâm ile benzerleridir. Ya da ehl-i kitaptan Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in zamanından önce olanlardır. "Bunlardan” Araplardan yahut Mekke halkından veyahut Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem zamanındakilerden "ona” Kur'ân'a "îman eden vardır. Âyetlerimizi inkâr etmez” açığa çıkan ve delillerle sâbit olan âyetlerimizi "ancak kâfirler inkâr eder” ancak küfürde derine dalanlar inkâr ederler. Çünkü onlar buna karar verince doğrulamak kendileri için faydalı olacak şeyleri düşünemez olurlar. Fayda vermesi de şundandır; çünkü bunlar Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e nispetle mu'cizedir, nitekim buna: "Sen bundan önce kitaptan okumaz ve onu sağ elinle yazmazdın” sözü ile işâret etmiştir. Çünkü çeşitli ve şerefli ilimleri içine alan böylesi bir kitabın ümmi bir kimse tarafından meydana konulması harikulade bir şeydir. Sağ elin zikredilmesi olumsuz kılınan şeyin daha çok tasvir edilmesi ve isnadın mecâzî olmadığını göstermek içindir. "Eğer öyle olsa idi elbette batılcılar şüphe ederlerdi” yani sen okuryazar biri olsa idin, belki de onu eskilerin kitaplarından öğrendi veya alıntı yaptı derlerdi. Onlara batılcılar demesi İnkârlarından ya da birçok mu'cizelerden birini reddetmelerindendir. Şöyle de denilmiştir: Ehl-i kitap senin sıfatını kitaplarındakinin aksine olarak buldukları için şüphe ederlerdi (çünkü orada ümmi diyor, o ise okuryazardır). Böylece batılcılıkları şimdiki gerçeğe göre olur, kafalarda takdir edilene göre olmazdı. 49Hayır o, kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi de ancak zâlimler inkâr ederler. "Hayır, o (Kur'ân) "kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir” onu ezberlerler, kimse onu değiştiremez. "Âyetlerimizi ancak zâlimler inkâr ederler” mu'cize delilleri meydana çıktıktan sonra onlara itibar etmemekle inadına küfürde derine dalanlar inkâr ederler. 50Kâfirler: "Ona Rabbinden mu'cizeler indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: Ancak mu'cizeler Allah kalındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. "Kâfirler. Ona Rabbinden mu'cize indirilmeli değil miydi, dediler?” Sâlih'in devesi, Mûsa'nın asası ve Îsa'nın sofrası gibi. Nâfi', İbn Âmir, Basralı iki kurra ve Hafs ayâtün okumuşlardır. "De ki: Ancak mu'cizeler Allah katındadır” onu istediği gibi indirir; ben ona sahip değilim ki, size teklif ettiğinizi getireyim. "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım” benim yapacağım tek şey uyarmaktır ve bana verilen âyetleri açıklamaktır. 51Gerçekten onlara okunan o kitabı sana indirmemiz onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda mü'min bir toplum için elbette bir rahmet ve öğüt vardır. "Onlara yetmedi mi?” tekliflerine karşılık bir mu'cize olarak "onlara okunan o kitabı indirmemiz” onlara tilavet edilen ve meydan okunan âyetler; yanlarında hep durmaktadır, diğer âyetler gibi silinip gitmemektedir. Ya da onlara yani Yahûdîlere okunuyor, senin ve dininin nitelikleri hakkında, eski bildikleri ile örtüşüyor. "Şüphesiz bunda vardır” devamlı mu'cize ve açık delil olan kitapta "mü'min bir toplum için elbette bir rahmet” muhakkak büyük bir nimet vardır "ve bir öğüt vardır” bütün kaygısı inat değil de îman olan için bir hatırlatma vardır. Şöyle de denilmiştir: Müslümanlardan bazı kimseler Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e bir kürek kemiği getirdiler, üzerinde Yahûdîlerin bazı sözleri vardı, şöyle dedi: Bir kavim için peygamberlerinin getirdiğini bırakıp da başkasının getirdiği şeye rağbet etmek onlar için sapıklık olarak yeter. 52De ki: Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. O göklerde ve yerde olanı bilir. Bâtıla îman edenler, işte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir. "De ki: Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter” doğruluğum hakkında ki, beni mu'cizelerle tasdik etmiştir ya da size gönderileni tebliğ etmem ve size öğüt vermem, sizin de beni yalanlamanız ve inat etmeniz hakkında. "Göklerde ve yerde olanı bilir” benim hâlim de sizin hâliniz de O'na gizli değildir. "Bâtıla îman edenler” bâtıl da Allahtan başka tapılan şeylerdir "ve Allah,ı inkâr edenler” içinizden "işte onlar ziyan edenlerdir” pazarlıklarında; çünkü îmanı vererek küfrü satın almışlardır. 53Senden azâbı acele istiyorlar. Eğer belli bir süre olmasaydı, azâp onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında olmadan azâp onlara elbette ansızın gelecektir. "Senden azâbı acele istiyorlar” üzerimize gökten taş yağdır, diyerek. "Eğer belli bir süre olmasaydı” her azâp yahut her kavim için "azâp onlara mutlaka gelirdi” peşin olarak. "Azâp onlara mutlaka gelecektir” dünyada ansızın, Meselâ Bedir savaşı gibi ya da âhirette ki, o da ölecekleri zamandır. "Onlar farkında olmadan” geldiğinin. 54Senden azâbı acele istiyorlar. Şüphesiz cehennem kâfirleri elbette kuşatıcıdır. "Senden azâbı acele istiyorlar. Şüphesiz cehennem kâfirleri elbette kuşatıcıdır” azâp geldiği gün onları kuşatacaktır ya da şimdi onları kuşatmış gibidir. Çünkü onu gerektiren küfür ve isyanlar onları kuşatmıştır. Elazaptaki lâm ahd içindir, zâhir zamir yerine konulmuştur, bu da kuşatmayı gerektiren şeyi göstermesi içindir ya da lâm cins içindir, o zaman cinsin hükmü gereği onların da aynı hükme tâbi oldukları anlaşılmış olur. 55O gündeki azâp onları üstlerinden ve ayaklarının altından kaplayacak. Azâp meleği: Yaptıklarınızı tadın, diyecek. (O günde ki, azâp onları kaplayacak) bu da muhitatün'ün zarfıdır ya da mukadder bir amilin zarfıdır Meselâ keyte ve keyte (şöyle şöyle olduğu gün demektir) "üstlerinden ve ayaklarının altından” her taraflarından. "Der” Allah yahut onun emriyle bir melek, çünkü İbn Kesîr, İbn Âmir ve Basralı kurralar nûn ile (nekulu / deriz) okumuşlardır. "Yaptıklarınızı tadın” yani cezasını demektir. 56Ey îman eden kullarım, şüphesiz arzım geniştir; öyleyse sadece bana ibâdet edin. "Ey îman eden kullarım, şüphesiz arzım geniştir; öyleyse sadece bana ibâdet edin” yani bir memlekette ibâdet etmeniz kolay olmaz ve dininizi açıklamanız elvermezse, bunun mümkün olduğu yere hicret edin. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm şöyle buyurmuştur: Kim dinini bir yerden başka bir yere kaçımsa, ister ki, bir karış olsun, cenneti hak eder ve İbrâhîm ile Muhammed'in arkadaşı olur, o ikisine selâm olsun. Feiyyaye'deki fe mahzûf şartın cevabıdır, çünkü mana şöyledir: Benim yerim (dünyam) geniştir, eğer bir yerde ihlâsla ibâdet edemezseniz başka yerde ihlâsla edin. 57Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra da yalnız bize döndürüleceksiniz. "Her nefis ölümü tadacaktır” mutlaka ölüm ona gelecektir "sonra da yalnız bize döndürüleceksiniz” ceza için. Akibeti böyle olanın ona hazırlık için çalışması lâzımdır. Ebû Bekir ye ile (yerciun) okumuştur. 58îman edip iyi şeyler yapanları, mutlaka altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalıcılar olarak cennetlere yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir! "Îman edip iyi şeyler yapanları, mutlaka yerleştireceğiz” muhakkak konduracağız "cennetin odalarına” köşklerine, Hamze ile Kisâî lenesviyennehüm okumuşlardır ki, seva'dan gelir o da ikamet ettireceğiz, demektir. Bu durumda ğurefen mef'ûlu bih olarak ya da harfi çerin hazfi ile mensûb olur (biğurafin) ya da geçici zarfı kapalı zarfa benzetmekle olur. "Altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir!” Feni'me şeklinde de okunmuştur ki, mahsus bilmedh mahzûf olur, çünkü mâ-kabli ona delâlet etmektedir. 59Onlar ki, sabrettiler ve Rablerine tevekkül ederler. "Onlar ki, sabrettiler” müşriklerin eziyetlerine, Dîn uğrundan hicrete ve diğer mihnet ve meşakkatlere "ve Rablerine tevekkül ederler” Allah'tan başkasına tevekkül etmezler. 60Nice canlı vardır ki, rızkını taşımaz; onlara da size de Allah rızık veriyor. O, hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir. "Nice canlı vardır ki, rızkını taşımaz” onu taşımaya gücü yetmez, çünkü zayıftır ya da biriktiremez. Sabahleyin kalktığı zaman yanında geçimi olmaz. "Onlara da size de Allah rızık veriyor” sonra onlar o kadar zayıf ve mütevekkil iken, siz de güçlü ve çalışkan iken eşitsiniz; çünkü onlara da size de ancak Allah rızık veriyor. Zira hepsinin rızkı sebeplere dayanmaktadır, o sebepleri meydana getiren de yalnız O'dur. Öyleyse hicret etmekle geçiminizden korkmayın. Ashap hicret etmekle emredilince, bazıları: Geçimimiz olmadığı bir memlekete nasıl gideriz, dediler? Âyet de bunun üzerine indi. "O hakkıyla işitendir” bu sözünüzü "kemaliyle bilendir” içinizdekini. 61Ant olun, eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı; güneşi ve ayı size kim ram etti?” diye sorsan, elbette "Allah” derler. Öyleyse nasıl da döndürülüyorlar! "Yemin olsun, eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı; güneşi ve ayı size kim ram etti?” diye sorsan” sorulanlar da Mekke halkıdır "elbette "Allah” derler” çünkü aklın icabı olduğu üzere mümkün varlıkların vacibülvücut bir zata dayanması lâzımdır. "Öyle ise nasıl da döndürülüyorlar?” bunu ikrar ettikten sonra onun birliğinden. 62Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir de kısar da. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. "Allah kullarından dilediğine rızkı genişletir de kısar da” genişletilenin ve daraltılanın bir tek kişi olması câizdir ki, bolluk ve darlık sıra ile gelmiş olur. Böyle olmaması da ihtimal dahilindedir, o zaman lehu'daki zamir men yeşau'nûn yerine konulmuş ve kapalı bırakılmış olur, çünkü dilediği de kapalıdır. "Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir” onlara yarayanı da yaramayanı da bilir. 63Yemin olsun, eğer onlara. "Gökten kim su indirdi de onunla ölümünden sonra yeri diriltti?” diye sorsan, mutlaka, 'Allah” derler. "Allah'a hamd olsun, de". Hayır, onların çoğu aklını kullanmazlar. "Yemin olsun, eğer onlara: "Gökten kim su indirdi de onunla ölümünden sonra yeri diriltti?” diye sorsan, mutlaka "Allah” derler” onun bütün mümkün varlıkları, usul ve furuu ile var edenin o olduğunu itiraf ederler. Sonra da bunlardan hiçbir şeye gücü yetmeyen bazı mahluklarını ona şirk koşarlar "Allah'a hamd olsun, de” seni bu gibi sapıklıktan koruduğu yahut seni tasdik edip delilini açıkladığı için. "Hayır, onların çoğu aklını kullanmazlar” çelişkiye düşerler; şöyle ki, onun kendisinden başka her şeyi yoktan var ettiğini ikrar ederler, sonra da putları ona ortak koşarlar. Şöyle de denilmiştir: Onların bu dediklerinin yanında senin hamd ile ne kast ettiğini anlamazlar. 64Bu dünya hayatı bir eğlence ve bir oyundan başka bir şey değildir. Gerçekten âhiret yurdu, elbette o, hayatın ta kendisidir, biliyor olsalardı! "Bu dünya hayatı değildir” alçaltıcı bir ifadedir, nasıl olmasın ki, o, Allah nazarında bir sivrisineğin kanadını bile çekmez. "Ancak bir eğlence ve bir oyundur” ancak çocukların oynamak ve eğlenmek için başına toplanıp bir an eğlendikten sonra yorgun olarak dağıldıkları şey gibidir. "Gerçekten âhiret yurdu, elbette o, hayatın ta kendisidir” gerçek hayat yurdudur, çünkü orada ölüm yoktur ya da mübalağa için o bizzat hayat demektir. Hayavan lâfzı hayye fiilinin mastarıdır. Hayat sâhibine isim olmuştur. Aslı hayeyan'dır, ikinci ye vâv'a kalp olunmuştur. Bu hayat lâfzından daha etkilidir, çünkü faalan kalıbında hayat için lâzım olan hareket ve kıpırdama vardır. Bunun içindir ki, burada o tercih edilmiştir. "Biliyor olsalardı” aslı hayatsızlık demek olan ve ondaki hayat çabuk geçen dünyayı ona tercih etmezlerdi. 65Gemiye bindikleri zaman, dini ona hâs kılarak Allah'a yalvarırlar. Onları karaya çıkarınca, bakarsın, onlar şirk koşuyorlar. "Gemiye bindikleri zaman” açıklanan hâllerinden anlaşıldığı üzere yukarısı ile bağlantılıdır yani onlar anlatıldığı gibi şirk hâllerinde iken gemiye bindikleri zaman "dini ona hâs kılarak Allah'a yalvarırlar” dini bütün mü'min gibi olurlar, çünkü Allah'tan başkasını hatırlamazlar, ondan gayrisine dua etmezler. Çünkü zorlukları ondan başkasının def edemeyeceğini bilirler. "Onları karaya çıkarınca, bakarsın, onlar şirk koşuyorlar” hemen şirke dönerler. 66Kendilerine verdiklerimizi inkâr etmeleri ve zevklenmeleri için. Yakında bilirler. (Kendilerine verdiklerimizi inkâr etmeleri için) bundaki lâm key manasınadır yani şirk koşarlar ki, o sebeple kurtuluş nimetini inkâr etsinler "ve zevklensinler” putlara ibâdette toplanmak ve üzerinde sevişmekle ya da tehdit manasında emir lamıdır. İbn Kesîr, Hamze, Kisâî ve Kalun'un da Nâfi' rivâyetinde lamın sükûnu ile (velyetemetteu) okumaları da bunu destekler. "Yakında bilirler” azâp gördükleri zaman bunun sonucunu. 67Görmediler mi, kendileri için güvenilir bir Harem kıldık, İnsanlar etraflarından kaçırılıyor. Bâtıla inanıp da Allah'ın nimetini mi inkâr ediyorlar? "Görmediler mi?” yani Mekke halkı demektir "kendileri için güvenilir bir Harem kıldık” yani memleketlerini yağma ve tecâvüzden, halkını öldürülmekten ve esir edilmekten emin kıldık. "İnsanlar etraflarından kaçırılıyor” öldürülerek ve esir edilerek çalınıyorlar. Çünkü çevrelerindeki Araplar yağma ve çapul içinde idiler. "Bâtıla mı inanıyorlar?” bu kadar açık ve kapalı, Allah'tan başkasının güç yetiremeyeceği nimetten sonra mı puta yahut şeytana tapıyorlar? "Allah'ın nimetini mi inkâr ediyorlar” başkasını ona ortak koşuyorlar. İki sılanın başa alınması (efebilbatıli) putlarına önem verdikleri içindir, ya da mübalağa yolu ile îmanı putlara tahsis ettikleri içindir. 68Allah'a yalan uydurandan yahut kendisine gelen hakkı yalanlayandan daha zâlim kimdir? Cehennemde kâfirler için barınak yok mu? "Allah'a yalan uydurandan” ortağı olduğunu iddia edenden "yahut kendisine gelen hakkı yalanlayandan daha zâlim kimdir?” gelen peygamberi veya kitabı kast ediyor. Lemmâ edatının kullanılması beyinsizliklerini göstermek içindir yani hak onlara gelince durmadılar, düşünmediler; bilâkis duyar duymaz yalanlamaya koştular. "Cehennemde kâfirler için barınak yok mu?” bu da orada kalacaklarını onaylamaktır. "Siz, bineklere binenlerin en hayırlısı değil misiniz?” mısraında olduğu gibi. Yani orada kalmayı hak etmiyorlar mı, demektir. Allah'a bu gibi yalanı iftira ettiler ve hakkı da bu şekilde yalanladılar. Ya da cüretlerinden dolayı demektir ki, cehennemde kâfirlere yer olduğunu bilmediler de mi bu gibi şeye cüret ettiler? 69Bizim uğrumuzda cihâd edenlere, elbette yollarımızı göstereceğiz. Şüphesiz Allah, elbette iyilik edenlerle beraberdir. "Bizim uğrumuzda cihâd edenlere” bizim adımıza savaşanlara, cihadı mutlak zikretmesi, bütün çeşitleriyle iç ve dış düşmanları içine alması içindir "elbette yollarımızı göstereceğiz” bize ulaştıran, huzurumuza getiren yollarımıza ya da hayır yoluna hidâyeti ve o yola muvaffakiyeti artıracağız. Şu Âyette olduğu gibi: "hidâyete gelenlerin hidâyetini artıracağız” (Muhammed: 17). Hadiste de şöyle denilmiştir: Kim bildiği ile amel ederse, Allah ona bilmediğini öğretir. "Şüphesiz Allah, elbette iyilik edenlerle beraberdir” yardım ve inayetiyle. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kim Ankebut sûresini okursa, ona bütün mü'min ve münâfıkların sayısınca onar sevap verilir. |
﴾ 0 ﴿