30 / RÛM

Mekke'de inmiştir. 60 yahut 59 âyettir.

1

 Elif. Lâm. Mîm.

Âyetin tefsiri için bak:3

2

 Rumlar mağlup oldu.

Âyetin tefsiri için bak:3

3

 En yakın yerde. Halbuki onlar mağlubiyetlerinin ardından gâlip geleceklerdir.

"Elif. Lâm. Mîm. Rumlar mağlup oldu. En yakın yerde” Arapların onlara en yakın toprağında, çünkü orası onlarca bilinen yerdi ya da edna ardıhım yani onların Araplara en yakın yerinde demektir.

"Halbuki onlar mağlubiyetlerinin ardından gâlip geleceklerdir". Elard'daki lâm izafetten bedeldir.

"Ğalebihim” mastarın mefula izafetindendir, gaibinim de okunmuştur ki, haleb ve halb gibidir.

4

 Birkaç yıl içerisinde. Emir önünde de sonunda da Allah'ındır. O gün mü'minler sevinecekler.

Âyetin tefsiri için bak:5

5

 Allah'ın yardımı ile. Allah dilediğine yardım eder. O mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"Birkaç yıl içerisinde".

Rivâyete göre Farslar Rumlara savaş açtılar, onlarla Ezruat ve Busra dolaylarında karşılaştılar. Cezire'de de denilmiştir ki, orası Rumların Farslara (Perslere) en yakın yerleridir. Farslar gâlip geldiler. Haber Mekke'ye ulaştı; müşrikler sevindiler ve: Sizlerle Hıristiyanlar ehl-i kitapsınız, bizlerle Farslar da ümmileriz. Bizim kardeşlerimiz sizin kardeşlerinizi yendiler, biz de sizi yeneceğiz, dediler. Âyet bunun üzerine indi. Ebû Bekir onlara: Allah gözünüzü aydın etmesin, yemin ederim ki, Rumlar birkaç yıl içerisinde ( bıd'ı siniyne) Farsları yenecektir, dedi. Übey bin Half ona: Yalan söyledin, bir süre belirt, seninle bahis tutuşalım, dedi. O da on genç deveye bahse girdi. Süreyi de üç yıl olarak belirttiler. Ebû Bekir radıyallahü anh bunu Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e haber verdi. O da: Bıd' üç ilâ on yıl arasıdır, ödülü artır, süreyi uzat, dedi. Onlar da yüz deve koydular ve dokuz yıla çıkardılar. Übey Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem onu yaraladığı için Unut dönüşünde öldü. Rumlar da Hûdeybiye seferi sırasında Farslan yendiler. Ebû Bekir de ödülü Übey'in mirasçılarından aldı. Onu Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e getirdi, o da: Onu sadaka et, dedi. Hanefiler bunu dar-ı harpte bozuk akitlerin câiz olacağına delil getirdiler. Bunun kumarın haram edilmesinden önce olması ile cevap verilmiştir. Âyet peygamberliğin delillerindendir, çünkü gâipten haber vermektedir. Lâm'ın fethi ile ğalebet ve zam ile seyuğlebun da okunmuştur ki,

manası şöyledir: Rumlar Şâm köylerinde gâlip geldiler, Müslümanlar da gâlip geleceklerdir. Ayetinin inişinin dokuzuncu yılında Müslümanlar onlara savaş açtılar, bazı şehirlerini fethettiler. Buna göre ğaleb lâfzı faile muzâf edilmiş olur.

"Emir önünde de sonunda da Allah'ındır” gâlip olmalarından önce demektir o da mağlup olmalarıdır ve mağlup olmalarından sonra demektir ki, o da gâlip olmalarıdır. Yani gâliplerken de mağluplarken de emir onundur, bunlar ancak onun kaza ve kaderi iledir. Muzâfunileyh takdir edilmeden de min kablu ve min ba'dü de okunmuştur. Sanki kablen ve ba'den denmiş gibidir ki, önünde sonunda demektir.

"O gün” Rumlar gâlip geldikleri gün "mü'minler sevinecekler, Allah'ın yardımı ile” kitabı olanlara kitabı olmayanlara karşı yardım edecektir. Çünkü bunda şunlar vardır: Tefeülün (beklentinin) ters dönmesi, Ebû Bekir'le Efendimiz'in müşriklere verdikleri haberde doğru çıkmaları, fazla ödül almaları, yakinlerinin ve dinde sebatlarının artması.

Şöyle de denilmiştir: Allah'ın mü'minlere yardımı ile sevinecekler, çünkü doğrulukları meydana çıkmıştır ya da düşmanlarını birbirine saldırmakla ki, kırılıp tükeneceklerdir.

"Allah dilediğine yardım eder” bir defa onlara, bir defa da ötekilere yardım eder.

"O, mutlak gâlib, çok merhametlidir” aleyhlerine yardım etmekle bazı kullarından intikâm alır ve başka bir zaman da yardım etmekle onlara lütfeder.

6

 Allah'ın vaadi olarak. Ancak insanların çoğu bilmezler.

 (Allah'ın vaadi olarak) bu da kendini te'kit eden mastardır, çünkü mâ-kabli de vaat manasınadır.

"Allah vaadinden caymaz” çünkü onun yalan söylemesi imkânsızdır "Ancak insanların çoğu bilmezler” vaadini de doğruluğunu da, çünkü cahildirler ve düşünmezler.

7

 Onlar dünya hayatının dışını bilirler. Halbuki onlar âhiretten gafildirler.

"Onlar dünya hayatının dışını bilirler” ondan gördüklerini ve yaldızlarıyla zevklendiklerini bilirler.

"Halbuki onlar âhiretten gafildirler” ki, gaye ve maksat da odur. Akıllarına gelmez. İkinci nüm zamiri birincinin tekrarıdır ya da mübteda’dır, gafilun da haberidir. Cümle de birincinin haberidir. O, iki itibara göre de âhiretten tamamen gâfil olduklarını çağrıştırmaktadır. Gafletleri de geçen cümleyi iktiza etmektedir. O cümle de ya'lemun kavlinden bedeldir. Bu da cahilliklerini tespit etmek ve onları dünyanın bazı dış yüzeyini bilmekten öte gitmeyen hayvanlara benzetmek içindir. Çünkü onun dışı ile ilgili bazı bilgiler; onun gerçeklerini, sıfatlarını, fiillerini ve sebeplerini gerçek olarak bilme ile ilgilidir, ondan nasıl sadır olduğunu ve onda nasıl tasarruf edildiğini göstermektedir. Bunun içindir ki, zâhiren lâfzı nekire olarak verilmiştir. Dünya bilgilerinin iç kısmına gelince o âhirete geçiş köprüsüdür, ona temas noktasıdır hâllerinin (âhiret hâllerinin) bir numunesidir. Ve son olarak şunu bildirmek içindir ki, dünyayı bilmemekle zahirini bilmek arasında fark yoktur.

8

 Kendi içlerinde düşünmediler mi ki, Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belli bir süre ile yaratmıştır. Şüphesiz insanların çoğu Rablerine kavuşmayı mutlaka inkâr ediciler.

"Kendi içlerinde düşünmediler mi?” orada düşünce imal etmediler mi ya da nefisleri hakkında düşünmediler mi? Çünkü o kendilerine diğerlerinden daha yakındır ve görmek isteyen için içinde bütün mümkün varlıkların tecelli ettiği bir aynadır. Düşünsünler de onu yoktan var edenin onu ilk defa yarattığı gibi ikinci kez tekrar etmeye de kâdir olduğunu anlasınlar.

"Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yaratmıştır” illâ bilhakkı kelâmın akışından anlaşılan mahzûf kavl (demek) yahut ilm (bilmek) maddelerine bağlıdır (evelem yetefekkeru fe yekulu). "Ve belli bir süre ile yaratmıştır” orada sona erer ve ondan sonra kalmaz.

"Şüphesiz insanların çoğu Rablerine kavuşmayı” belli süre bittiği veyahut kıyâmet koptuğu zaman cezası ile karşılaşmayı "mutlaka inkâr ediciler” dünyanın ebedî ve âhiretin de hiç olmayacağım sanırlar.

9

 Yeryüzünde gezip bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin akıbeti nasıl oldu? Onlar kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Yeri kazdılar ve onu kendilerinin imar ettiklerinden daha çok imar ettiler. Peygamberleri onlara açık deliller getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi, ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı.

"Yeryüzünde gezip bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin akıbeti nasıl oldu?” bu da yerin çeşitli bölgelerinde gezmelerini ve kendilerinden önce kırılanların kalıntılarına bakmalarını onamaktadır.

"Onlar kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler” Âd ve Semûd kavimleri gibi.

"Yeri kazdılar” su çıkarmak, maden elde etmek ve tohum vb. ekmek için altını üstüne getirdiler "ve onu imar ettiler” yeri imar ettiler "kendi imar ettiklerinden daha çok” Mekke halkının imarından daha çok imar ettiler. Çünkü onlar ekin bitmez ve dar bir vadide idiler. Bunda hâlleri çok zayıf olduğu hâlde dünyaya aldanmalarına ve onunla övünmelerine karşı alaylı bir ifade vardır. Çünkü dünyanın işi başka ülkelere açılma, insanlarla sıkı temas kurma ve uzak bölgelerde harekete geçme ile gelişir. Onlar ise zayıftırlar,rimsiz bir bölgeye sıkışıp kalmışlardır.

"Peygamberleri onlara açık deliller getirmişti” mu'cizeler yahut açık âyetler.

"Allah onlara zulmedecek değildi” onlara zâlimler gibi muamele edip de suçları olmadan ve hatırlatmadan bir şey yapacak değildi "ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı” çünkü kırılmalarına sebep olacak işler yaptılar.

10

 Sonra kötülüklerinin akıbeti, Allah'ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri için pek fena oldu.

"Sonra kötülük edenlerin akıbeti pek fena oldu” yani akıbetleri kötü akıbet ya da kötü haslet oldu. Zamirin yerine zâhir ismin konulması, akıbetlerinin böyle olmasını gerektiren şeyi ve onların böyle bir işi yapmaları olduğunu bildirmek içindir. Sûâ, esve'in müennesidir, hüsna gibi ya da mastardır, büşra gibi, sıfat olarak gelmiştir. (Allah'ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri için) bu da sûâ'nın illeti yahut bedeli veyahut atıf beyanıdır ya da kâne'nin haberidir. Sûâ da esâu'nûn mastarıdır ya da mef'ûlüdür,

Mana da şöyledir: Sonra bu hatayı işleyenlerin akıbeti kalplerinin mühürlenmesi oldu, sonunda Allah'ın âyetlerini yalanladılar ve onlarla alay ettiler. Sûâ'nın fiilin sılası olması, en kezzebu'nûn da ona tâbi olması da câizdir. Haber de kapalılık ve korkutmak için hazf edilmiştir. En'in müfessire olması da câizdir, çünkü isaet, yalanlama ve alay etme ile tefsir edilince kavl manasını içermiş olur. İbn Âmir ile Kûfeli kurralar nasb ile akıbeten okumuşlardır ki, isim sûâ olur, en kezzubu da zikredilen itibarlara göre işleme tâbi olur.

11

 Allah yaratmaya başlar, sonra da onu tekrar eder. Sonra yalnız ona döndürüleceksiniz.

"Allah yaratmaya başlar” halkı var eder "sonra da onu tekrar eder” yeniden diriltir,

"sonra yalnız ona döndürüleceksiniz” ceza için, hitap kalıbına geçilmesi, maksadı abartmak içindir. Ebû Bekir, Ebû Amr ve Ravh aslı üzere ye ile (yerciun) okumuşlardır.

12

 Kıyamet kopacağı gün suçlular ümitsizlikten susacaklar.

"Kıyamet kopacağı gün suçlular ümitsizlikten susacaklar” şaşkın ve meyus vaziyette seslerini çıkarmazlar. Bu da nâzartuhu feeblese (onunla münazara ettim, sustu, delil getirmekten ümidini kesti) deyiminden gelir. Ennakatül miblasu da bundan gelir ki, köpürmeyen deve demektir. Lâm’ın fethi ile (yüblesü) de okunmuştur ki, susturmak manasına eblese maddesinden gelir.

13

 Onların Allah'tan başka ortaklarından şefaatçileri olmadı. Onlar ortaklarını inkâr ediciler oldular.

Âyetin tefsiri için bak:14

14

 Kıyametin kopacağı gün, o gün ayrılırlar.

"Onların ortaklarından olmadı” Allah'a şirk koştukları şeylerden "şefaatçileri” Allah'ın azabından himaye edecek. Mâzi kalıbı ile gelmesi, mutlaka gerçekleşeceği içindir.

"Onlar ortaklarını inkâr ediciler oldular” onlardan ümitlerini kestikleri zaman İlâhlarını inkâr ederler, tanımazlar. Dünyada onların yüzünden kâfir oldular da denilmiştir. Mushaf'ta şüfeaû ve ulemâu beni İsrâîle vâv ile yazılmıştır. Sûâ da ye'den önce elifle yazılmıştır, bu da hemzeyi harekesini aldığı harfin (elifin) şeklinde tespit etmek içindir.

"Kıyametin kopacağı gün, o gün ayrılırlar” yani mü'minlerle kâfirler ayrılırlar, çünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

15

 îman edip iyi şeyler yapanlara gelince, işte onlar, bir bahçede mesrur olurlar.

Âyetin tefsiri için bak:16

16

 Kâfir olup âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar da azapta hazır edilmişlerdir.

"Îman edip iyi şeyler yapanlara gelince, işte onlar, bir bahçede” çiçekli ve sulu bir yerde "mesrur olurlar” öyle bir sevinirler ki, yüzleri güler.

"Kâfir olup âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar da azapta hazır edilmişlerdir” azaba sokulmuşlardır, artık kayıp olamazlar.

17

 Akşamladığınız ve sabahladığınız zaman Allah'ı tesbih edin.

Âyetin tefsiri için bak:18

18

 Göklerde ve yerde hamd onundur. Gündüzün sonunda ve öğleye girdiğiniz zaman da (onu tesbih edin).

"Akşamladığınız ve sabahladığınız zaman Allah'ı tesbih edin. Göklerde ve yerde hamd onundur. Gündüzün sonunda ve öğleye girdiğiniz zaman da". Emir manasında haberdir, bu vakitlerde Allah'ı tenzih etmek ve ona sena etmek (övmek) için emirdir. Ki bu vakitlerde kudreti görünür ve bunlarda nimeti yenilenir.

Ya da (ihbar değil) bu vakitlerde meydana gelen ve kusurdan münezzeh olduğunu ve göklerde ve yerde bulunanlardan ayrım sâhibi olanlardan övülmeyi hak ettiğini söyleyen şahitleri göstermek içindir. Sabah akşam özellikle tespihin belirtilmesi, o iki vakitte kudret ve azamet eserlerinin daha açık olmasındandır. Gündüzün sonunda da hamdin özellikle zikredilmesi - ki, aşiyy, aşiyetil aynü deyiminden gelir ki, göz iyi görememektir - ve gündüzün ortası demek olan öğle vaktinde de özellikle (hamdin) zikredilmesi, bu iki vakitte nimetlerin daha çok yenilenmesindendir. Aşiyyen'in hiyne tümsune'ye ma’tûf olup "velehül hamdü"nün de itiraz cümlesi olması da câizdir. İbn Abbâs radıyallahü anhuma şöyle buyurmuştur: Âyet beş vakit namazı içine almaktadır; tümsune akşamla yatsıdır, tusbihune sabah namazıdır, aşiyyen ikindi namazıdır, tuzhirun da öğle namazıdır. Bunun içindir ki, Hasen Basri sûrenin Medenî olduğunu söylemiştir. Çünkü o şöyle derdi: Mekke'de vâcip namaz iki rekattı, o da istenilen vakitte kılınırdı. Beş vakit namaz ise Medîne'de farz kümmıştır. Çoğunluk sûrenin Mekkî olduğu görüşündedir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: Kim sevabını tam ölçekle ölçmek isterse, fesübhanallahi hiyne tümsune ayetini okusun. Yine aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: Kim sabahladığı zaman fesübhanallahi ayetini sonuna kadar okursa gece kaçırdığım gündüz elde eder. Kim de bunu gece söylerse gündüz kaçırdığını elde eder. Hiynen tümsune ve hiynen tubsihune de okunmuştur ki, tümsune fihi ve tusbihune fihi demektir.

19

 Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Yeri ölümünden sonra diriltir. Siz de öyle çıkarılırsınız.

"Ölüden diriyi çıkarır” insanı meniden ve kuşu yumurtadan çıkarması gibi "diriden ölüyü çıkarır” meni ve yumurta gibi ya da ölümle hayatı yer değiştirir veyahut aksini yapar.

"Yeri diriltir” bitki ile "ölümünden sonra” kuruduktan sonra.

"Bunun gibi” bu çıkarma gibi "siz de çıkarılırsınız” kabirlerinizden. Çünkü o da ölümden sonra hayatın gelmesidir. Hamze ile Kisâî te ile (tuhracun) okumuşlardır.

20

Sizi topraktan yaratması onun delillerindendir. Sonra birden siz yeryüzüne dağılan beşersiniz.

"Sizi topraktan yaratması onun delillerindendir” yani esas var ederken demektir, çünkü asılları ondandır.

"Sonra birden siz yeryüzüne dağılan beşersiniz” sonra beşer hâline gelince hemen yeryüzüne dağıldımz.

21

Onun delillerinden biri de size kendilerine ısınasınız diye kendinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda iyice düşünen bir toplum için gerçekten ibretler vardır.

"Onun delillerinden biri de size kendinizden eşler yaratmasıdır” çünkü Havva, Âdem'in eğe kemiğinden, diğer kadınlar da erkeklerin menilerinden yaratıldı.

Ya da çünkü onlar da erkeklerin cinsindendir, başka bir cinsten değildir.

"Kendilerine ısınasınız diye” onlara meyîedesiniz ve onlarla ülfet edesiniz diye. Çünkü cins birliği kaynaşmanın sebebidir, farklılık da nefretin nedenidir.

"Ve aranıza koydu” erkeklerle kadınların arasına ya da cinsin fertleri arasına "sevgi ve merhamet” şehvet hâlinde ve diğer durumlarda evlüik vasıtasıyla, diğer hayvanlarda ise öyle değildir. Bu da geçim işini düzenlemek içindir ya da insan yaşamının tanışma ve yardımlaşmaya, bunun da sevişme ve merhamete dayalı olmasındandır. Sevginin cimadan, rahmetin de çocuktan kinaye olduğu da söylenmiştir, Meselâ (Îsa aleyhisselâm için): "Bizden bir rahmet olarak” (Sâd: 43) denilmesi gibi.

"Şüphesiz bunda iyice düşünen bir toplum için gerçekten ibretler vardır” bunlardaki hikmetleri bilenler için.

22

Onun âyetlerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için gerçekten ibretler vardır.

"Onun delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin değişik olmasıdır” lisanlarınızın demektir ki, bu da her sınıfa dilini öğretmekle yahut dil koymayı ilham etmek ve ona güç vermekledir.

Ya da konuşma cinslerinizin farklı olmasıdır, çünkü nerede ise iki konuşmanın nitelik bakımından eşit olduğunu duyamazsın.

"Ve renklerinizin” derinin beyaz ve siyah olması ya da organların hatları, görünüm ve şekilleridir. Böylece ayrıcalık ve tanışma gerçekleşir. Öyle ki, ikizler bile maddeleri, sebepleri ve yaratmada karşılaştıkları denkliğe rağmen mutlaka farklılık gösterirler.

"Şüphesiz bunda âlimler için gerçekten ibretler vardır” nerede ise akıllı bir meleğe yahut bir insana veyahut cine gizli kalmaz. Hafs lâm'ın kesri ile (alimin) okumuştur ki,

"bunu ancak âlimler anlar” (Ankebut: 43) âyeti bunu destekler.

23

Onun delillerinden biri de gece ve gündüz uyumanız ve lütfünden aramanızdır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için gerçekten ibretler vardır.

"Onun delillerinden biri de gece ve gündüz uyumanız ve lütfünden aramanızdır” iki zamanda da uyumanız, bu da nefis fonksiyonlarının dinlenmesi, doğal güçlerin takviyesi ve bu ikisinde geçiminizi aramanız içindir.

Ya da gece uyumanız ve gündüz rızık aramanızdır. Böylece iki zaman iki atıf edâtı ile verilmiştir, bu da her iki zamanın, özelliği olmakla beraber ihtiyaç hâlinde diğerine de uygun olduğunu bildirmek içindir. Bu hususta varit olan diğer âyetler de bunu destekler (gerekirse gündüz uyunur ve gece de çalışılır demek istiyor). "Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için gerçekten ibretler vardır” anlamak maksismiyle dinleyenler için. Çünkü ondaki hikmet gayet açıktır.

24

Onun delillerinden olarak size korku ve ümit vermek için şimşeği gösterir ve gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltir. Şüphesiz bunda aklını çalıştıran bir toplum için gerçekten ibretler vardır.

 (Onun delillerinden olarak size şimşeği gösterir) burada mastar edâtı olan en gizlidir (göstermesidir), şurada olduğu gibi;

Ey beni savaşa katılmaktan men eden kimse,

Zevklere katılmamı isteyen kimse, sen beni ölümsüz mü kılacaksın?

(Ahdural veğa'da en gizlidir, o da en eşhede'den anlaşılmaktadır).

Ya da fiil (yüriküm) mastar yerine konulmuştur, Meselâ: Tesmau bilmuaydi hayrün min en terahu (Muaydi'yi duyman görmenden daha hayırlıdır) sözü gibi.

Ya da fiil mahzûfun sıfatıdır ki, takdiri, ayetün yüriküm bihel berka demektir. Şu beyitte olduğu gibi:

Zaman iki hâlden başkası değildir, o ikisinden birinde

Ölürüm, diğerinde de geçimimi arar yorulurum.

(Korku için) yolcu için yıldırım korkusu "ve umut için” yerli için de yağmur umudu. Havfen ile tamaan’ın nasbi zikredilenden anlaşılan fiildendir, çünkü onlara şimşeği göstermek onların da görmelerini gerektirir ya da zikredilen fiildendir, o zaman muzâf takdir edilmiş olur, Meselâ irâdete havfin ve tamain gibi.

Ya da havf ve tama' ihafe ve ıtma' (korkutma ve ümitlendirme) ile te'vil etmekle mensûbtur, Meselâ faaltuhu rağmen lişşeytani (şeytanın burnunu sürtmek için yaptım) gibi.

Ya da hâl olarak mensûbtur, Meselâ kellemtuhu şifahen (onunla yüzbeyüz konuştum) gibi. (Ve gökten su indirir) bu da şedde ile okunmuştur.

"Onunla yeri diriltir” bitki ile "ölümünden sonra” kuruduktan sonra.

"Şüphesiz bunda aklını çalıştıran bir toplum için gerçekten ibretler vardır” sebeplerini ve nasıl oluştuğunu meydana çıkarmak için akıllarını kullananlar için demektir. Tâ ki, Yaratıcının sonsuz kudreti ve hikmeti onlara görünsün.

25

Onun delillerinden biri de göğün ve yerin onun emri ile durmasıdır. Sonra sizi bir davetle çağırdığı zaman hemen yerden çıkarsınız.

"Onun delillerinden biri de göğün ve yerin onun emri ile durmasıdır” onları durdurmakla ve durduranı olmadığı hâlde onları belli yerlerinde durdurmak istemekle demektir. Emri ile demesi, mübalağa tarzında sonsuz kudretini ve alete muhtaç olmadığını ifade etmek içindir. (Sonra sizi bir davetle yerden çağırdığı zaman hemen çıkarsınız) bu da te'vili- müfred usulü ile entekume'ye atfedilmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: Onun delillerinden biri de göklerin ve yerin onun emri ile durması, sonra da bir defa davet ettiği zaman kabirlerden çıkmanızdır: Ey ölüler çıkın, der! Maksat böyle bir irâde taalluk ettiği zaman duraksamadan ve iş hazırlığı yapma ihtiyacı duymadan süratle meydana gelmesini, emrine itâat edilen davetçinin davetine hızla itaate benzetmektir. Sümme edâtı zamanda aralık içindir ya da ondaki şeyin büyüklüğünü göstermek içindir. Minel ardı da dea'ya mütealliktir, Meselâ: Deavtuhu min esfelil vadi fetalaa ileyye (ona vadinin aşağı tarafından seslendim bana çıkageldi) gibi. Tahrucune'ye müteallik değildir, çünkü izâ'nın maba'di mâkablinde amel etmez. İkinci izâ ise fücaiyedir, bunun içindir ki, birincinin cevabında fe yerine geçmiştir.

26

Göklerde ve yerde kimler varsa, hepsi ona boyun eğicidir.

Âyetin tefsiri için bak:27

27

O ki, yaratmaya başlar, sonra onu tekrar eder. O, ona pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal onundur, O mutlak gâlib, hikmet sâhibidir.

"Göklerde ve yerde kimler varsa, hepsi ona boyun eğicidir” yaptığına itâat eder, ondan çekinmezler.

"O ki, yaratmaya başlar, sonra onu tekrar eder” onları helâk ettikten sonra. (Bu, ona pek kolaydır) tekrar etmek ona aslından daha kolaydır. Bu da sizin gücünüze ve sizin esaslarınıza göredir. Yoksa ona ikisi de birdir. Bunun içindir ki, aleyhi'deki zamir halka gider denilmiştir. Ehven heyyin manasınadır, denilmiştir. Hüve'nin müzekker olması ondan dolayıdır.

Ya da iade en yüiyde manasınadır.

"Göklerde ve yerde en yüce misal onundur” misal acayip durum ve nitelik demektir, Meselâ sonsuz kudret, eksiksiz hikmet gibi. Kim onu lâilahe illâllah sözü ile tefsir ederse, ondan vahdaniyet sıfatını murat etmiştir.

"En yüce misal” başkasının ona benzer veya yakın öyle sıfatı yoktur. Bunlar da ona delâlet eder ve onu konuşur.

"O mutlak gâlibtir” hiçbir mümkünü başlatmaktan ve tekrar etmekten aciz değildir,

"hikmet sâhibidir” işlerini hikmetine göre yapar.

28

Size kendinizden bir misal getirdi: Sizin sağ ellerinizin sahip olduklarından size verdiğimiz rızıkta kendileri ile eşit olduğunuz ve kendinizden korktuğunuz gibi onlardan da korktuğunuz ortaklarınız var mı? İşte akıllarını çalıştıran bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz.

"Size kendinizden bir misal getirdi” size en yakın olan nefislerinizin hâllerinden devşirilmiş bir misal getirdi "sizin sağ ellerinizin sahip olduklarından (kölelerinizden) size verdiğimiz rızıkta ortaklarınız var mı?” mallarda vb. şeylerde "kendileri ile eşit olduğunuz” sizin ve onların eşit olduğunuz, malın üzerinde sizin gibi tasarruf eden (ortaklarınız var mı?) Üstelik onlar da sizin gibi beşerdir ve mallar da elinizde emanettir. Birinci min iptidaye, ikincisi bazı manasınadır, üçüncüsü de olumsuzluk yerine geçen istifhamın tekidi içindir.

"Onlardan korktuğunuz” mal üzerinde sizin gibi bağımsız olarak tasarruf ederler diye "kendinizden korktuğunuz gibi” hürlerin birilerinden korktukları gibi. (Bunun gibi) bu açıklama gibi "âyetleri açıklıyoruz” çünkü açıklama manaları ortaya çıkarır ve onları izah eder.

"Akıllarını çalıştıran bir toplum için” misalleri düşünmede akıllarını kullanan bir toplum için (kölelerinizle eşit ortak olmak istemezsiniz, öyleyse putları neden bana eşit ortaklar yapıyorsunuz?).

29

Hayır, zâlimler bilgisizce keyiflerine uydular. Artık Allah'ın saptırdığını kim hidâyet eder? Onlar için yardımcılar yoktur.

"Hayır, zâlimler uydular” Allah'a şirk koşmakla "bilgisizce keyiflerine (uydular) cahilce, onları hiçbir şey durduramaz, çünkü bilen kimse keyfine uyarsa bazan bilgisi onu geri çevirir.

"Artık Allah'ın saptırdığını kim hidâyet eder?” onu hidâyet etmeye kimin gücü yeter?

"Onlar için yardımcılar yoktur” onları sapıklıktan çekip çıkaracak ve afetlerinden koruyacak.

30

Yüzünü bir muvahhit olarak dine çevir. Allah'ın, insanları onun üzerine yarattığı fıtratına. Allah'ın yaratması için değişiklik yoktur. İşte doğru yol budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

"Yüzünü bir muvahhit olarak dine çevir” ona döndür, başkasına iltifat etme, gözünü ondan ayırma. Bu ona yönelmenin, onun üzerinde durmanın ve ona önem vermenin misalidir.

"Allah'ın fıtratına” hilkatine demektir, fıtrat iğra mülahazası ile mensûbtur (ilzemu / sarılın) ya da maba'dinden anlaşılacağı üzere memlu mutlak olarak mensûbtur.

"Allah'ın, insanları onun üzerine yarattığı fıtratına” o da hakkı kabul etmeleri ve onu anlama güçlerinin olmasıdır ya da İslâm milletini kabul etmeleridir. Çünkü onlara dışarıdan müdahale edilmezse onu rahatlıkla kabul ederler, oraya varırlar.

Şöyle de denilmiştir: Fıtrat Âdem'den ve zürriyetinden alman sözdür.

"Allah'ın yaratması için değişiklik yoktur” kimse onu değiştiremez ya da onu değiştirmek yaraşmaz. (İşte bu) yüzün ona doğru çevrilmesi emredilen dine ya da milletle tefsir edildiği takdirde fıtrata işarettir "doğru dindir” yamuk olmayan dindir.

"Ancak insanların çoğu bilmezler” düşünmedikleri için doğruluğunu bilmezler.

31

Ona yönelerek, ondan korkun ve namazı kılın. Müşriklerden olmayın.

 (Ona yönelerek) ona dönerek, bu da enabe fiilinden gelir ki, arka arkaya dönmektir. Her şeyi kesip atarak ona dönerek de denilmiştir bu da nâb (kesici diş) kökünden gelir. Münibiyne lâfzı fıtratallahi'yi nasb için takdir edilen fiildeki zamirden hâl’dir (ilzemu) ya da ekim lâfzındaki zamirden hâl’dir. Çünkü âyet Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ile ümmetine hitaptır, çünkü:

"Ondan korkun ve namazı kılın. Müşriklerden olmayan” buyurmuştur. Ancak başta Efendimiz'e hitap edilmesi onu büyütmek içindir.

32

Onlar ki, dinlerini darmadağın ettiler ve fırka fırka oldular. Her zümre yanlarındaki şeyle şımarmaktadır.

 (Onlar (müşrikler) ki, dinlerini darmadağın ettiler) müşriklerden bedeldir. Darmadağın etmeleri de arzularına göre değişik şeylere ibâdet etmeleridir. Hamze ile Kisâî fâraku şeklinde okumuşlardır ki, emredildikleri dinlerini bıraktılar demektir.

"Ve fırka fırka oldular” her biri kendi dinini saptıran imamına uydu, onun tarafını tuttu.

"Her zümre (cemâat) yanlarındaki şeyle şımarmaktadır” onun hak olduğunu zannederek ona sevinmektedir. Ferihun lâfzının küllü'nün sıfatı olması da câizdir ki, o zaman haber minellezine ferreku ifadesi olmuş olur.

33

İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rablerine dönerek ona dua ederler. Sonra kendinden onlara bir rahmet tattırdığı zaman, bir bakarsın onlardan bir grup Rablerine şirk koşuyorlar.

"İnsana bir zarar” şiddet "dokunduğu zaman Rablerine dönerek ona dua ederler” başkalarına dua etmekten dönerek.

"Sonra kendinden onlara bir rahmet tattırdığı zaman” o şiddetten halas ederek "bir bakarsın onlardan bir grup Rablerine şirk koşuyorlar” kendilerine sıhhat ve afiyet veren Rablerine ortak koşuyorlar.

34

Onlara verdiğimiz şeylere nankörlük etmeleri için. Hele zevklenin. Yakında bileceksiniz.

 (Onlara verdiğimiz şeye nankörlük etmeleri için) buradaki lâm akıbet içindir, tehdit manasına emir için olduğu da söylenmiştir, çünkü (zevklenin) buyurmuştur. Ancak şu kadar var ki, gâipten emre geçilmesi mübalağa içindir.

"Veliyetemetteu” şeklinde de okunmuştur.

"Yakında bileceksiniz” zevkinizin sonucunu. Ye ile (yalemun) da okunmuştur ki, bunda temetteu mâzi kabul edilmiş olur.

35

Yoksa biz onlara kesin bir delil indirdik de şirk koştukları şeyi o mu söylüyor?

"Yoksa biz onlara kesin bir delil indirdik de” bir delil; yanında delil olan bir melek de denilmiştir.

"O konuşuyor” lisan-ı hâl ile konuşuyor, Meselâ "kitabımız onlara hakkı konuşuyor” (Casiye: 29) gibi.

Ya da dili ile konuşuyor "şirk koştukları şeyi” şirklerini ve doğruluğunu ya da şirk koşmalarına sebep olan şeyi demektir.

36

İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla şımarırlar. Eğer ellerinin öne sürdüğü şey sebebiyle başlarına bir kötülük gelirse, hemen onlar ümitlerini keserler.

"İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman” sağlık ve bolluk gibi bir nimet "onunla sevinirler” o sebeple şımarırlar.

"Eğer başlarına bir kötülük gelirse” şiddet gelirse "ellerinin öne sürdüğü şey sebebiyle” günahlarının uğursuzluğu ile "hemen onlar ümitlerini keserler” derhal rahmetinden meyus olurlar. Kisâî ile Ebû Amr nûn'un kesri ile (yaknitun) okumuşlardır.

37

Görmediler mi ki, şüphesiz Allah dilediği kimse için rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz bunda îman eden bir kavim için elbette ibretler vardır.

"Görmediler mi ki, şüphesiz Allah dilediği kimse için rızkı genişletir ve daraltır” öyle ise onlara ne oluyor da şükretmiyorlar; mü'minler gibi bollukta ve darlıkta hasbî davranmıyorlar?

"Şüphesiz bunda îman eden bir kavim için elbette ibretler vardır” kudret ve hikmetinin sonsuzluğunu çıkaracak ibretler vardır.

38

Öyleyse akrabaya, yoksula ve yol oğluna (yolda kalana) hakkını ver. Bu, Allah'ın cemalini isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar muratlarına nâil olanların ta kendileridir.

"Öyleyse akrabaya hakkını ver” Meselâ sıla-i rahim gibi, Haneliler bunu mahrem akrabanın nafakasının vâcip olduğuna delil getirmişlerdir ki, pek açık değildir.

"Yoksula ve yolcuya” zekâttan hisselerine düşeni ver. Hitap Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e veyahut hâli vakti müsait olanadır. Bunun içindir ki, başına fe getirmiştir (feati). "Bu, Allah'ın cemalini isteyenler için daha hayırlıdır” zâtını yahut tarafını demektir ki, yaptığı iyilikle yalnız onu isteyenler ya da başkasını değil ona yaklaşma cihetini arayanlar için demektir.

"İşte onlar muratlarına nâil olanların ta kendileridir". Çünkü verilen nimetle ebedî cenneti kazanmışlardır.

39

İnsanların mallarında artsın diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın cemalini isteyerek verdiğiniz zekât ise, işte mükâfatlarını katlayanlar (onu verenlerin) ta kendileridir.

"Faizden ne verdinizse” muamele yaparken fazlalık olarak yahut iyilik yaparken beklenen fazlalık gibi, İbn Kesîr kasr ile (riba) okumuştur ki, faiz vermek gibi yaptığınız şey demektir.

"İnsanların mallarında artsın diye, Allah katında artmaz” onun yanında temizlenmez ve bereketlenmez. Nâfi' ile Ya'kûb yerbu okumuşlardır ki, artırmanız yahut faiz sâhibi olmanız için demek olur.

"Allah'ın cemalini isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte mükâfatlarını katlayanlar, onların ta kendileridir” sevapları da kat kat olur. Mukvi ile musir de mudif'e benzer ki, kuvvetli ve zengin demektir ya da zekât bereketiyle sevaplarını ve mallarını artıranlar onlar demektir. Ayn'ın fethi ile mud'afun da okunmuştur. İbare ve nazım olarak hitaptan gâip üslûbuna geçilmesi, mübalağa içindir. Bunda da büyütme vardır, sanki bununla meleklere ve havas kimselere hitap etmiş gibidir, bu da onları herkese tanıtmak ya da genellemek içindir. Sanki bunu kim yaparsa onlar sevaplarını kadarlar demiş gibidir. Eğer edâtı mevsûle kabul edilirse, râci zamir hazf edilmiş olur takdiri de elmudifune bini ya da femu'tuhu ülâike humul mud'ifune demektir.

40

Allah o zât ki, sizi yarattı, sonra size rızık verdi. Sonra sizi öldürecek, sonra da sizi diriltecektir. Ortaklarınızdan bunlardan hiçbirini yapan var mı? O münezzehtir ve onların şirk koştukları şeyden pek yücedir.

"Allah o zât ki, sizi yarattı, sonra size rızık verdi. Sonra da sizi öldürecek, sonra da sizi diriltecektir. Ortaklarınızdan bunlardan hiçbirini yapan var mı?” Ona İlâhlığm gereklerini verdi, ortak koştukları putlardan ve saireden de onları aldı, bunu da delille, görünen ve üzerinde ittifak edilen şeyle pekiştirdi. Sonra da bundan onun ortaklardan münezzeh olduğu sonucunu çıkardı:

"O münezzehtir ve onların şirk koştukları şeyden yücedir” dedi. İsm-i mevsûlün Allah'ın sıfatı, haberin de hel min şürekâiküm olması da câizdir. O zaman rabıt da min zaliküm olur, çünkü o, min ef 'âlini manasınadır. Birinci ve ikinci min hükmün ortaklara ve işlere kadar yayıldığını ifade eder. Üçüncü min ise olumsuzluğu genelleştirmek içindir. Bunların her biri de kendi başlarına tekittir, ortakların aczini dile getirmek içindir. Hamze ile Kisâî te ile (tüşrikun) okumuşlardır.

41

İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar;  Allah da hakka dönmeleri için yaptıklarının bir kısmını böylece onlara tattırır. 

"Karada ve denizde bozukluk görüldü” kıtlık, salgın, çok sayıda yangın, suya boğulma, inci avcılarının elleri boş dönmeleri, bereketlerin yok olması, zararların çoğalması gibi; ya da sapıklık ve zulüm gibi şeyler görüldü. Denizden maksat sahil kentleridir de denilmiştir. Elbuhur şeklinde çoğul olarak okunmuştur.

"İnsanların elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden” günahlarının uğursuzluğundan ya da onları kazanmaları sebebiyle.

Şöyle de denilmiştir: Karada bozulma Kabil'in, kardeşini öldürmesiyle, denizde de Uman Kralı Cülenda'nın gemileri gasp etmesiyle başlamıştır.

"Yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın diye” bazı cezalarını versin diye, çünkü cezanın tamamı âhirettedir. Liyüzikahum'daki lâm illet ya da akıbet içindir. İbn Kesîr ile Ya'kûb nûn ile linüzikahum okumuşlardır.

"Belki onlar dönerler” üzerinde bulunduklar hâlden.

42

De ki: Yeryüzünde gezin de öncekilerin akıbeti nasıl olmuş görün! Onların çokları müşrikler idiler.

"De ki: Yeryüzünde gezin de öncekilerin akıbeti nasıl olmuş görün” bunu doğrulayan şeyi görmeniz ve doğruluğunu tahkik etmeniz için.

"Onların çokları müşrikler idiler” bu da yeni söz başıdır, şunu göstermek içindir ki, başlarına gelen bu kötü şey şirkin aralarında yaygınlaşıp onları alt etmesinin bir sonucudur.

Ya da şirk çoklarında idi, ondan başka masiyetler ise azlarında idi.

43

O gün gelmeden once yüzünü o dosdoğru dine çevir.Allah'tan onu dondürecek yoktur. O gün bölük bölük olacaklar.

Âyetin tefsiri için bak:44

44

Kim inkâr ederse, İnkârl kendi aleyhinedir. Kim de iyi bir şey yaparsa, kendileri için hazırlık yaparlar.

"Yüzünü o dosdoğru dine çevir” hiç eğriliği olmayan dine "o gün gelmeden önce ki, onu döndürecek yoktur” onu çevirmeye kimsenin gücü yetmez. (Allah'tan) bu da ye'ti fiiline müteallıktır, mered'de bağlı olması da câizdir, çünkü mastardır, mana da şöyle olur: Allah onu reddetmez; çünkü gelmesi için kadim irâdesi taalluk etmiştir.

"O gün bölük bölük olacaklar” yassaddaun, yetesaddaun demektir ki, iki kola ayrılıp biri cennete, biri de cehenneme gidecektir. Nitekim:

"Kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhinedir” buyurmuştur yani vebali kendinin boynunadır ki, o da ebedî ateştir.

"Kim de iyi bir şey yaparsa, kendileri için hazırlık yaparlar” cennette yer düzenlerler. İki yerde de zarfın (fealeyihi, felienfüsihim) başa alınmasa ihtisası göstermek içindir (vebalini yalnız kendileri çekerler).

45

Îman edip iyi şeyler yapanları mükâfatlandırması için. Çünkü o, kâfirleri sevmez.

"Îman edip iyi şeyler yapanları mükâfatlandırması için” bu da yemhedun yahut yassaddaun'un illetidir. Yalnız mü'minlerin cezasının belirtilmesi şunu bildirmek içindir ki, bizatihi maksut olan odur, bir de "çünkü o, kâfirleri sevmez” anlamı ile yetinmek içindir. Çünkü onda bazılarına buğuz vardır, mü'minlere de sevgi vardır. Sâlihlerin zamir değil de sarih isimle te'kit edilmesi de bunun illetidir. Min fadlihi de şunu göstermektedir ki, sevap sırf Allah'ın lütfüdür. Onu bahşiş veya sevaptan fazlası ile te'vil etmek, zahirden sapmaktır.

46

Onun delillerinden biri de rüzgârlan müjdeciler olarak göndermesidir. Bir de rahmetinden size tattırmak için, gemilerin onun emriyle akması için ve onun lütfünden (rızık) aramanız içindir. (Bütün bunlar) şükredesiniz diye (size veriliyor).

"Onun delillerinden biri de rüzgârları göndermesidir” kuzey, saba, cenup rüzgârlarını; çünkü bunlar rahmet rüzgârlarıdır. Debur (batı rüzgârı) ise azâp yelidir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimizin: Allah'ım, onu riyah (rahmet rüzgârı) kıl, riyh (azâp rüzgârı) kılma, hadisi de bundandır. İbn Kesîr, Hamze ve Kisâî cins murat ederek riyh okumuşlardır.

"Müjdeciler olarak” yağmurun müjdecileri "bir de rahmetinden size tattırmak için” ona bağlı olan faydalarından demektir. Yağmurun inmesi sonucu ona bağlı olan bolluk da denilmiştir.

Ya da esintisi ile birlikteki rahatlık demektir. Atıf da mübeşşiratin'in gösterdiği mahzûf illetedir ya da mana itibarı ile mübeşşirat'adır ya da sebep bildiren fiili gizlemekle (litecriye) yürsilü'nün üzerinedir ki, onu da "gemilerin onun emriyle akması ve onun lütfünden aramanız için” kavli göstermektedir. Bundan da deniz ticaretini kast etmektedir.

"(Bütün bunlar) şükredesiniz diye (size veriliyor). Allah'ın ondaki nimetine şükretmeniz için.

47

Yemin olsun, senden önce kendi kavimlerine peygamberler gönderdik. Onlara açık deliller getirdiler; biz de suç işleyenlerden intikâm aldık. Mü'minlere yardım etmek üzerimize hak oldu.

"Yemin olsun, senden önce kendi kavimlerine peygamberler gönderdik. Onlara açık deliller getirdiler; bize de suç işleyenlerden intikâm aldık". Onları kırıp geçirmekle "mü'minlere yardım etmek üzerimize hak oldu” bunda şu bildirilmektedir ki, intikâm mü'minler için alınmıştır ve bunda saygınlıkları da açığa çıkarılmıştır. Öyle ki, onları Allah'ın yardımına lâyık kılmıştır. Efendimiz aleyhisselâm: Bir Müslüman kimse Dîn kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah'ın da ondan cehennem ateşini savmasını hak eder, demiş ve bu âyeti okumuştur. Hakkan lâfzında durulabilir; çünkü o intikâma mütealliktir.

48

Allah o zattır ki, rüzgârları gönderir de bulutu kaldırır, onu gökte nasıl dilerse öyle yayar. Yağmurun onun arasından çıktığım görürsün. Onu kullarından dilediğine nasip ettiği zaman, birden onlar sevinirler.

"Allah o zattır ki, rüzgârları gönderir de onu yayar” bazen bitişik olarak yayar "gökte” gök tarafında "nasıl dilerse” yürür veya durur vaziyette, üst üste yahut değil, yan yana yahut değil.

"Onu parça parça eder” bazen de kümelere ayırır. İbn Âmir kisfen okumuştur ki, ya tahfif etmiştir (sini sâkin kılmıştır) ya da kisef’in çoğuludur veyahut mastardır, sıfat kabul etmiştir.

"Yağmurun onun arasından çıktığını görürsün” her iki hâlde de,

"onu kullarına nasip ettiği zaman” yani memleketlerine ve arazilerine düşürdüğü zaman "birden onlar sevinirler” bolluğun gelmesine.

49

Halbuki onlar daha önce üzerlerine indirilmeden önce gerçekten ümit kesenler idiler.

"Halbuki onlar üzerlerine indirilmeden önce” yağmur yağmadan önce (daha önce) te'kit için ve yağmur uzun zamandır yağmadığı için ümitsizliklerinin iyice kökleştiğini göstermek içindir. Minkablihi'deki zamirin yağmura veya buluta veyahut göndermeye râci olduğu da söylenmiştir.

"Ümit kesenler idiler” rahmetten meyus idiler.

50

Allah'ın rahmetinin eserlerine bak, yeri ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz o, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kâdirdir.

"Allah'ın rahmetinin eserlerine bak” yağmurun eserlerine bak; bitki, ağaçlar ve çeşitli meyveler gibi. Bunun içindir ki, İbn Âmir, Hamze, Kisâî ve Hafs çoğul şeklinde (asar) okumuşlardır.

"Yeri ölümünden sonra nasıl diriltiyor?” te ile (tuhyi) de okumuştur ki, zamir rahmete gider.

"Şüphesiz o” yani ölü toprağa can veren kimse (Allah) "elbette ölüleri de diriltir” onları diriltmeye gücü yeter. Çünkü diriltme bedenlerinde olan canlı potansiyelin benzerini ortaya koymaktır. Nitekim yeri diriltmek de ondaki bitkisel potansiyelin benzerini meydana getirmektir. Bunun mevcut maddelerden geçmiş yıllarda aynı cinsten dağılan şeylerden olması da mümkündür.

"O her şeye kâdirdir” çünkü onun kudretine oranla bütün mümkün varlıklar birdir.

51

Yemin olsun, eğer bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler, mutlaka ondan sonra nankörlük etmeye devam ederlerdi.

"Yemin olsun, eğer bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler” o eseri yahut ekini demektir, çünkü yukarıda geçenden anlaşılmaktadır. Bulutu da denilmiştir, çünkü o sararırsa yağmur yağdırmaz. Velein'deki lâm kaseme hazırlık içindir, şart edatının başına gelmiştir, (mutlaka ondan sonra nankörlük etmeye devam ederler) bu da cezanın yerine geçen bir cevaptır, bunun içindir ki, in edâtı da istikbal ile tefsir edilmiştir. Bu âyet kâfirleri sebatlarının azlığı, düşüncelerinin kıtlığı ve çabuk sarsılmaları ile teşhir etmektedir. Çünkü doğru bir görüş, yağmur geciktiği zaman Allah'a tevekkül etmelerini ve istiğfar ederek ona sığınmalarını ve rahmetinden ümit kesmemelerini; rahmet de yağdığı zaman hemen şükredip devamlı itâati, sevinmede aşırıya kaçmamayı gerektirir. Ekinleri sarardığı zaman da sabretmeyi; nimetine nankörlük etmemeyi lâzım kılar.

52

Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Sağırlara da arkalarını dönüp gittikleri zaman daveti duyuramazsın.

"Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın” onlar ölüler gibidir, çünkü duyularını hakka kapatmışlardır.

"Sağırlara da arkalarını dönüp gittikleri zaman daveti duyuramazsın” hükmü arka dönmeye bağlaması imkânsızlığım daha da pekiştirmek içindir. Çünkü sese doğru gelen sağır, her ne kadar kelâmı duymazsa da hareketler aracılığı ile biraz anlar. İbn Kesîr meftuh ye ile ve summu da ref'i ile (vela yesmaus summu) okumuştur.

53

Sen körleri sapıklıklarından doğru yola iletici değilsin. Sen ancak âyetlerimize îman edip de teslim olanlara duyurabilirsin.

"Sen körleri sapıklıklarından doğru yola iletici değilsin” onlara kör demesi görmekten gerçek anlamda kast edilen şeyi kaybetmelerindendir ya da kalplerinin körlüğündendir. Yalnız Hamze tehdil umye şeklinde okumuştur.

"Sen ancak âyetlerimize îman edenlere duyurabilirsin” çünkü îmanları onları lâfızları dikkatle almaya ve manayı derin düşünmeye zorlar. Mü'minden îman etmeye yaklaşânı anlamak da câizdir.

"Onlar teslim olanlardır” emrettiğin şeylere.

54

Allah o zattır ki, sizi zayıflıktan yarattı, sonra zayıflığın ardından kuvvet verdi, sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilen, üstün kudret sâhibidir.

"Allah o zattır ki, sizi zayıflıktan yarattı” yani sizi zayıf olarak yarattı, zayıflığı size temel yaptı, Meselâ:

"İnsan zayıf olarak yaratılmıştır” (Nisa: 28) âyeti gibi.

Ya da sizi zayıf bir asıldan yarattı demektir ki, o da menidir.

"Sonra zayıflığın ardından kuvvet verdi” bu da buluğa erdiğiniz veya bedenlerinize rûh iliştiği zamandır.

"Sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi” yaşlandığınız zaman. Âsım ile Hamze dad'ı hepsinde fetha ile okumuşlardır. Zamme daha kuvvetlidir, çünkü İbn Ömer radıyallahü anhuma şöyle buyurmuştur: Bunu Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e min da'fm olarak okudum; o da bana min du'fin olarak okuttu. İkisi de lügattir fakr ve fukr gibi. Tekrarla birlikte nekire olması da arkadan gelenin geçenle aynı olmamasındandır.

"O, dilediğini yaratır” zayıflık, kuvvet, gençlik ve yaşlılık gibi.

"O, hakkıyla bilen, üstün kudret sâhibidir” çünkü başkası mümkün iken hâllerin değişmesi ilim ve kudrete delildir.

55

Kıyametin kopacağı gün günahkârlar, bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. İşte haktan böyle döndürülüyorlardı.

"Kıyametin kopacağı gün” ona böyle saat denilmesi dünya saatlerinden son bir saatte kopacağı içindir ya da ansızın kopacağı içindir. Bu, genelleme yolu ile kıyâmete özel isim olmuştur, Meselâ Kevkeb'in Zühre'ye olduğu gibi.

"Günahkârlar kalmadıklarına yemin ederler” dünyada yahut kabirlerde veyahut dünyanın yok olmasıyla yeniden dirilme ve azaplarının kesilmesi arasında. Hadiste şöyle denilmiştir: Dünyanın yok olmasıyla yeniden dirilme arasında kırk vardır. Bunun saatlere, günlere ve yıllara ihtimali vardır.

"Bir saatten başka” kaldıkları süreyi âhiretteki azaplarına oranla azımsarlar yahut unuttukları için.

"Kezâlike” doğruluktan ve gerçeklikten dönmeleri gibi "böyle döndürülüyorlardı” dünyada (haktan) böyle döndürülüyorlardı.

56

Kendilerine ilim ve îman verilenler:

"Yemin olsun ki, Allah'ın kitabında yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu da yeniden dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyor idiniz,” derler.

"Kendilerine ilim ve îman verilenler dedi” meleklerden ve insanlardan "Yemin olsun ki, Allah'ın kitabında kaldınız” onun ilminde yahut takdirinde yahut size yazdığı yani vâcip kıldığı şeyde yahut Levh-i Mahfûz'da veyahut Kur'ân'da, o da "arkalarında bir berzah âlemi vardır” (Mü'minun: 100) ayetidir.

"Dirilme gününe kadar kaldınız” böylece dedikleri ve yemin ettikleri şeyi reddederler "işte bu da yeniden dirilme günüdür” inkâr ettiğiniz dirilme günüdür.

"Ancak siz bilmiyor idiniz” onun hak olduğunu, çünkü bakışınız kusurlu idi.

"Fehaza"daki fe edâtı mahzûf şartın cevabıdır, takdiri şöyledir: Eğer yeniden dirilmeyi inkâr ediyor idiyseniz, işte bu o gündür yani inkârınızın bâtıl olduğu meydana çıkmıştır.

57

O gün zâlimlere mazeretleri fayda vermez, onlardan mazeret beyan etmeleri de istenmeyecektir.

"O gün zâlimlere mazeretleri fayda vermez” Kûfeliler ye ile (layenfau) okumuşlardır, çünkü mazeret özür manasınadır ya da mazeretin müennesliği hakiki değildir, aralarına da fasıla girmiştir.

"Onlardan mazeret de istenmeyecektir” tevbe ve tâat gibi sitemlerini kaldırmayı gerektiren bir şeye davet edilmeyeceklerdir, nitekim dünyada istenmiştir. Bu da istatebeni fülanün featebtuhu (füanca benden rızalık istedi, ben de râzı oldum) deyiminden gelir.

58

Yemin olsun, gerçekten biz insanlar için bu Kur'ân'da her misalden getirdik. Yemin olsun, eğer onlara bir âyet getirsen, kâfirler mutlaka: Siz ancak batıcılarsınız, derler.

"Yemin olsun, gerçekten insanlar için bu Kur'ân'da her misalden getirdik". Yemin olsun, onlara misaller gibi garip şeylerden çeşitli sıfatlar getirdik; Meselâ yeniden diriltilenlere kıyâmet gününde ne deneceği, özür ve rıza dilemekten yararlanmayacakları gibi.

Ya da onları Allah'ın birliği ve Peygamberin doğruluğu hususunda uyaracak her şeyi açıkladık demektir.

"Yemin olsun, eğer onlara bir âyet getirsen” Kur'ân âyetlerinden "kâfirler mutlaka derler” aşırı inatlarından ve kalplerinin katılığından dolayı "siz değilsiniz” Peygamberi ve mü'minleri kast ediyorlar "ancak batılcılarsınız” sahtekârlarsınız.

59

İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerine böyle mühür basar.

"İşte Allah” bu mühürleme gibi "bilmeyenlerin kalplerine böyle mühür basar” bilmek istemeyen ve inandıkları hurafeler üzerinde ısrar edenlerin kalplerine. Çünkü cehl-i mürekkep (katmerli cahillik) hakkı idrak etmeye manidir, onu yalanlamayı gerektirir.

60

Sabret. Şüphesiz Allah,'ın vaadi haktır. Kesin inanmayanlar sâkin seni hafife almasın.

"Sabret” onların eziyetlerine "şüphesiz Allah'ın vaadi” sana yardım edeceği ve dinini bütün dinlerin üzerine çıkaracağı vaadi "haktır” mutlaka yerine getirecektir.

"Sâkin seni hafife almasın” seni hafifliğe ve paniğe sürüklemesini "kesin inanmayanlar” yalanlamaları ve eziyetleri ile. Çünkü onlar şüpheci ve sapıktırlar, bu hareketleri onlardan garipsenmez. Ya'kûb nûn'u şeddesiz okumuştur. Layestehıkkmneke de okunmuştur ki, seni yerinden kaydırıp da ele geçirmesinler. O zaman mü'minleri sana yaklaştırmazlar, demek olur. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Kim Rum sûresini okursa, ona Allah'ı gökle yer arasında tesbih eden her melek sayısınca onar sevap verilir ve o günün kaybını telâfi eder.

0 ﴿