31 / LOKMAN SÛRESİMekke'de inmiştir. Ancak "Ellezîne yukıymunes salate ve yü'tunez zekate” (Lokman: 4) âyeti hariç, çünkü namazla zekât Medîne'de farz kılınmıştır, denilmiştir ki, zayıf bir görüştür. Çünkü bu, Mekke'de meşru kılınmalarına mani değildir. Şu üç âyet de hariçtir, denilmiştir: "Velevenne mafilardı min şeceretin aklamun” (Lokman:27-29). 34 âyettir, 33 olduğu da söylenmiştir. 1Elif. Lâm. Mîm. Âyetin tefsiri için bak:3 2İşte bunlar, hikmetli kitabın âyetleridir. Âyetin tefsiri için bak:3 3İyi davrananlar için bir hidâyet ve bir rehber olarak. "Elif. Lâm. Mîm. İşte bunlar hikmetli kitabın âyetleridir". Bunun açıklaması Yûnus sûresinde geçmiştir. "İyi davrananlar için bir hidâyet ve bir rehber olarak” hüden ve rahmeten âyetlerden hâl’dir, ikisinin âmili de tilke'deki işaretin manasıdır. Hamze o ikisini haber bade haber olarak yahut mahzûf mübtedanın haberi olarak Merfû' okumuştur. 4(İyi davrananlar) Onlar ki, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve âhirete de kesin inanırlar. Âyetin tefsiri için bak:5 5İşte onlar Rablerinden bir hidâyet üzerindedirler. Ve işte onlar muratlarına erenlerin ta kendileridir. "İyi davrananlar onlar ki, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve âhirete de kesin inanırlar” bu da iyiliklerini beyan etmektedir ya da iyiliklerin topundan bu üçünü tahsis etmektedir, çünkü bunların ayrı fazileti vardır. Hüve zamirinin tekrar edilmesi te'kit içindir, bir de onunla haberinin arasına (vebilâhireti) fasılası girdiği içindir. "İşte onlar Rablerinden bir hidâyet üzerindedirler. Ve işte onlar muratlarına erenlerin ta kendileridir” çünkü doğru inançla iyi ameli birleştirmişlerdir. 6İnsanlardan kimi sözün eğlencesini (insanları) bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu (o yolu) alay edinmek için satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azâp vardır. "İnsanlardan kimi sözün eğlencesini satın alır” kendini ilgilendiren şeylerden oyalayan sözleri, Meselâ aslı olmayan konuşmaları, itibar edilmeyen masalları, gülünç şeyleri ve fuzuli sözleri satın alır. Lehvel hadis izafesi min manasınadır, o da beyaniyedir, eğer sözden kötüsü murat edilirse, bazı manasınadır, eğer ondan genel söz murat edilirse. Şöyle de denilmiştir: Âyet Nadr bin Haris hakkında indi. O, acemlerin kitaplarını satın aldı, onları Kureyş'e okur ve: Eğer Muhammed size Âd ve Semûd kabilelerinin hikayesini anlatıyorsa, ben de size Rüstem, İsfendiyar ve Kisra'ların hikayelerini anlatırım, derdi. Şöyle de denilmiştir: Şarkıcı cariyeleri satın alır, onları Müslüman olmak isteyenlerin üzerine salar ve dine girmelerine mani olurdu. "Allah'ın yolundan saptırmak için” dîninden veya kitabını okumaktan. İbn Kesîr ile Ebû Amr ye'nin fethi ile (liyadılle) okumuşlardır ki, sapıklığında sebat etsin ve onu artırsın demek olur. "Bilgisizce” satın aldığı şeyi ve ticareti bilmeden, çünkü Kur'ân okumayı eğlence ile değiştirmiştir. "Ve onu alay edinmek için” o yolu maskaraya almak için. Hamze, Kisâî, Ya'kûb ve Hafs nasb ile ve yettehizeha okumuş, onu liyedılle'nin üzerine atfetmişlerdir. "İşte onlar için aşağılayıcı bir azâp vardır” bâtılı hakka tercih ederek onu horladıkları için. 7Ona âyetlerimiz okunduğu zaman büyüklenerek yüz çevirir; sanki onu işitmemiş gibi, sanki iki kulağında ağırlık varmış gibi. Sen de onu acıklı bir azâp ile müjdele. "Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman büyüklenerek yüz çevirir” kibirlenir, ona itibar etmez "sanki onu işitmemiş gibi” hâlini onu işitmeyene benzeterek "sanki iki kulağında ağırlık varmış gibi” kulağında ağırlık olup da duymayana benzeterek. Birinci keen,lla'da veyahut müstekbiren'de gizli zamirden hâl’dir, ikincisi de ondan bedeldir ya da lem yesmaha'da gizli zamirden hâl’dir. İkisinin de yeni söz başı olması da câizdir. Nâfi' üzüneyhi okumuştur. "Sen de onu acıklı bir azâp ile müjdele” azabın onu muhakkak kuşatacağını bildir. Müjde demesi alay yolludur. 8Şüphesiz îman edip iyi şeyler yapanlar için nimetlerin cennetleri vardır. Âyetin tefsiri için bak:9 9Orada ebedî kalarak. Allah'ın bir gerçek vaadi olarak. O, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir. "Şüphesiz îman edip iyi şeyler yapanlar için nimetlerin cennetleri vardır” yani onlar için cennetlerin nimeti (cennatün naim) vardır, mübalağa için ters çevrilmiştir. (Orada ebedî kalarak) lehüm'deki zamirden ya da cennatün nairn'den hâl’dir, âmili de lâm'ın taalluk ettiği şeydir. (Allah'ın bir gerçek vaadi olarak) hâlidiyne ile va'dallah ikisi de te'kit eden mastarlardır; birincisi kendini, ikincisi de başkasını te'kit etmektedir. Çünkü lehüm cennatün vattır, her vaat da gerçek değildir. "O, mutlak gâlibtir” onu hiçbir şey mağlup edip de vaat ve tehdidini yerine getirmekten men edemez, "hikmet sâhibidir” yaptığını hikmetine göre yapar. 10Gökleri ve yeri direksiz yarattı, onu görüyorsunuz. Sizi sarsar diye sâbit dağlar attı ve onda her canlıdan yaydı. Gökten su indirdik de orada her güzel çiftten yarattık. Âyetin tefsiri için bak:11 11İşte bunlar Allah'ın yaratmasıdır. Siz de bana ondan başkalarının ne yarattığını gösterin. Hayır, zâlimler apaçık bir sapıklıktadır. "Gökleri ve yeri gördüğünüz gibi direksiz yarattı” izahı Ra'd sûresinde geçmiştir. "Yere sâbit dağlar attı” yüksek dağlar "sizi sarsar diye” sizi sarsmasın diye. Çünkü yerin parçalarının (atomlarının) birbirine benzemesi / basitliği (parçalanmazlığı), yerlerinin ve konumlarının değişmesini gerektirir, zira bunlardan her birinin, zâtı veyahut ayrılmaz bir parçası için, belli bir yere ve konuma hâs olması imkânsızdır (sarsmak, yer değiştirmek yerin şânındandır, hariçten dağlar konulmuştur ki, sarsılmasın demek istiyor). "Ve onda her canlıdan yaydı. Gökten su indirdik de orada her güzel çiftten yarattık” çok faydalı her çiftten. Sanki bunu kemal-i kudretini gösteren izzetine ve kemal-i ilmini gösteren hikmetine delil kılmış ve bununla tevhidin temelini atmıştır. Bunu tespit ederek şöyle buyurmuştur: "İşte bunlar Allah'ın yaratmasıdır. Siz de bana ondan başkalarının ne yarattığını gösterin” bunlar mahlukunun anlatımıdır, sizin İlâhlarınız neyi yarattı ki, onun ortaklığını hak etsin. Mâ za, halaka ile mensûbtur ya da mâ mübteda olarak merfû’dur, haberi de sılasıyla birlikte za'dır. Eruni de amelden düşmüştür. "Hayır, zâlimler apaçık bir sapıklıktadır” onları azarlamaktan hiç kimsenin gözünden kaçmayan sapıklıklarını tescile döndü. Zamir yerine zâhir (zâlimun) konulması onların şirk yüzünden zâlim olduklarını göstermek içindir. 12Yemin olsun, gerçekten biz, Lokman'a, Allah'a şükret, diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz Allah çok zengindir, övgüye layıktır. "Yemin olsun, gerçekten biz Lokman'a hikmet verdik” Lokman bin Baura'ya. O Eyyub'un kız kardeşinin yahut teyzesinin oğlu Azer evlatlarındandır. Uzun yaşadı, Davut aleyhisselâm'a yetişti. Ondan ilim aldı ve peygamber olmadan önce fetva verirdi. Cumhur onun hekim / veli olduğu, peygamber olmadığı görüşündedir. Hikmet ulemanın tarifine göre şöyledir: Nazari ilimleri arayarak insan nefsinin kemale ermesini istemektir, elden geldiği kadar üstün fiillere göre eksiksiz meleke kazanmaktır. Onun hikmetinden biri şudur: O, Dâvûd'a aylarca çıraklık etti, Dâvûdzırh yapıyordu. Ona sormadı, Dâvûd onu bitirip de giyince, yaptığını göstererek: Sen savaş gereci olarak ne güzelsin, dedi ve: Susmak hikmettir, onu yapan ise azdır, dedi. Dâvûd aleyhisselâm bir gün ona "nasıl sabahladın?” dedi. O da: Başkasının elinde sabahladım, dedi. Dâvûd bunun üzerinde düşündü, bir çığlık attı. Bir gün ondan bir koyun kesmesini ve en güzel iki parçasını getirmesini istedi. O da dili ile kalbini getirdi. Birkaç gün sonra da ona bir koyun kesmesini ve en kötü iki parçasını getirmesini emretti. O da yine o ikisini getirdi. Sebebini sorunca: O ikisi güzel olursa en güzel şeylerdir, kötü olurlarsa en kötü şeylerdir, dedi. "Allah'a şükret, diye” enişkür (mastariye) yahut eyişkür (tefsiriye) demektir. Çünkü hikmet vermek de söz manasındadır. "Kim şükrederse, ancak kendi için şükreder” çünkü faydası ona dönecektir ki, o da nimetin devamını ve artmasını hak etmektir. "Kim de nankörlük ederse şüphesiz Allah çok zengindir” şükre ihtiyacı yoktur. "Övgüye layıktır” hamde müstahaktır, hamd etmeseler de, ya da övülendir, bütün mahlukat lisan-ı hâliyle onu över. 13Hani Lokman, oğluna, öğüt vererek: "Ey ğulcuğum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk elbette büyük bir zulümdür!” demişti. "Hani, Lokman, oğluna demişti” Enam yahut Eşkem veyahut Masan adındaki oğluna "öğüt vererek: Ey ğulcuğum". Şefkatinden dolayı büneyye (oğulcuğum) demiştir. İbn Kesîr burada ye'nin sükûnu ile (ya büney) okumuştur, Kunbul da "ya büney ekımis salate"de (Lokman: 17) ye'nin sükûnu ile Hafs da "ya büneyye inneha intekü"de (Lokman: 16) ye'nin fethi ile okumuştur. Bezzî de ona sonuncusunda katılmıştır. Diğerleri ise üçünde de ye'nin kesri ile okumuşlardır. "Allah'a şirk koşma” dediklerine göre o kâfirdi, sonra Müslüman oldu. Kim latüşrik'in üzerinde durursa, billahi'yi kasem yapmış olur. "Şüphesiz şirk elbette büyük bir zulümdür” çünkü o, nimetin tek vereni ile hiç vermeyeni eşit kılmıştır. 14Biz insana anasını babasını tavsiye ettik. Anası onu zaaf üstüne zaafta taşıdı. Sütten kesilmesi de iki yıldadır. Ona: Bana da ebeveynine de şükret. Dönüş yalnız banadır (dedik). "Biz insana ana babasını tavsiye ettik. Anası onu zaafla taşıdı” vehnen, zate vehnin (hâl) ya da tehinü vehnen (mef'ûlu mutlak) demektir. (Zaaf üstüne) çünkü zafiyeti gittikçe artar. Cümle hâl yerindedir. He harekeli olarak (vehenin) de okunmuştur,hene yehinü vehnen ve vehine yevhenü vehnen şeklinde çekimi yapılır. "Sütten kesilmesi de iki yıldadır” ikinci yılın sonundadır, o süre zarfında onu emzirir. Ve fasluhu fî âmeyni de okunmuştur. Bu da emzirme süresinin iki yıl olduğunun delilidir. "Bana da ebeveynine de şükret” bu da vassayna'mn tefsiridir ya da onun illetidir yahut valideyhi'den bedel-i istimaldir. Hamlin ve sütten kesmenin arada zikredilmesi itiraziyedir, Özellikle ananın tavsiyesini te'kit etmek içindir. Bu sebepledir ki, aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Anana iyilik et, sonra anana, sonra anana, bundan sonra da babana, buyurmuştur. "Dönüş yalnız banadır” şükründen ve nankörlüğünden seni hesaba çekerim. 15Eğer o ikisi, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için seni zorlarlarsa, onlara itâat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy. Sonra da dönüşünüz yalnız banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber veririm. "Eğer o ikisi hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için seni zorlarlarsa” şirk koşmayı hak ettiğine dâir bilgin olmadığı şeyde, onları taklit etmeni isterlerse, demektir. Bilginin olmamasından o şeyin de olmaması murat edilmiştir de denilmiştir. "Onlara itâat etme” bu mevzuda. "Onlarla dünyada iyi geçin” şerîatın kabul edeceği, asaletin gerektirdiği şekilde. "Uy” dinde "bana dönenlerin yoluna” tevhidle ve itaatta ihlâsla dönenlerin yoluna "sonra da dönüşünüz yalnız banadır” senin de dönüşün, onların da dönüşü. "Ben de yaptıklarınızı size haber veririm” seni îmanından taraf mükâfatlandırırım, onları inkârlarından dolayı cezalandırırım. Lokman’ın vasiyeti arasında zikredilen bu iki âyet (vassayna'dan tameluna kadar) vasiyetteki şirk yasağını te'kit etmek için araya girdirilmiştir. Sanki: Biz de onun tavsiye ettiği gibi tavsiye ettik, buyurmuştur. Bu hususta ebeveynin zikredilmesi mübalağa içindir. Çünkü o ikisi saygı ve itâati hak etmede İlâhdan sonra geldikleri hâlde ona şirk koşulamıyorsa, artık diğerleri için ne dersin (hiç koşulmaz). Rivâyete göre bu iki âyet Sa'd bin Ebi Vakkas ile annesi hakkında inmiştir. Müslüman olduğu için annesi üç gün yemek yemedi (açlık boykotu yaptı). Bunun içindir ki, men enabe (bana dönen) kavlinden Ebû Bekir radıyallahü anh murat edilmiştir, denilmiştir. Çünkü Sa'd onun teşviki ile Müslüman olmuştu. 16Ey ğulcuğum, gerçekten o (iyilik) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde olsa yahut göklerde veyahut yerde olsa, Allah onu getirir. Şüphesiz Allah, latiftir, her şeyden haberdardır. "Ey ğulcuğum, o, bir hardal tanesi kadar olsa” yani o iyilik veya kötülük hasleti ufaklıkta örnek olan hardal tanesi kadar olsa demektir. Nâfi' miskalu şeklinde Merfû' okumuştur ki, o zaman ha zamiri kıssaya gider, kâne de tâmme olur (nakıs değil). Kâne'nin müennes olması da miskal'ın habbe'ye muzâf olmasındandır, şairin şu kavli gibi: Kema şerikat sadrul kanati mineddemi (Söylediğim söz boğazına tıkıldı) Kanın mızrağın boğazına tıkıldığı gibi. (Sadr kanat'tan müenneslik almıştır). Ya da ondan hasenet veya seyyiet murat edilmiştir. "Bir kaya içinde olsa yahut göklerde yahut yerde olsa” en gizli ve en korunaklı bir yerde olsa Meselâ bir kayanın içinde yahut en yükseğinde olsa Meselâ göğün kemerleri gibi yahut en aşağıda olsa Meselâ yerin dibi gibi. Kâfin kesri ile (fetekin) de okunmuştur ki,kenet tairü deyiminden gelir ki, kuş yuvasına yerleşmektir. "Allah onu getirir” hazır eder, ona göre de hesaba çeker. "Şüphesiz Allah, latiftir” ilmi her gizliye ulaşır, "her şeyden haberdardır” en ince ayrıntısına kadar bilir. 17Ey ğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret ve kötülükten men et. Başına gelene sabret. Şüphesiz bu, azmedilmeye değer işlerdendir. "Ey ğulcuğum” namazı dosdoğru kıl” nefsini kemale erdirmek için "iyiliği emret ve kötülükten men et” başkasını kemale erdirmek için. "Başına gelene sabret” zorluklara, özellikle bu konuda. "Şüphesiz bu” sabra veyahut bütün emredilene işarettir "azme değer işlerdendir” Allah'ın azm ettiği yani kesin vâcip kıldığı şeylerdendir. Azm mastardır, mef'ûl manasınadır (mâ'zum). Fâil manasına olması da câizdir ki, feiza azemel emr deyiminden gelir, iş ciddileştiği zaman demektir. 18İnsanlara yanağını çevirme, yeryüzünde şımarık yürüme. Şüphesiz Allah, her kendini beğeneni, öğüneni sevmez. (İnsanlara yanağını çevirme) onlardan dönme, yüzünü onlardan çevirme, nitekim mütekebbirler öyle yapar. Bu da sa'r'dan gelir ki, o da sayd / sıyd demektir, yani deveye tebelleş olan bir hastalıktır, boynunu büker. Nâfi', Ebû Amr, Hamze ve Kisâî velâtüsair okumuşlardır. Velâ tüsa'ir de okunmuştur ki, hepsi birdir, alâhu, a'lahu ve âlâhu gibidir (sülasisi ve mezidi birdir). "Yeryüzünde şımarık yürüme” sevinerek demektir, merehan mastardır, hâl yerine düşmüştür ya da temrahu merahan demektir mef'ûlu mutlaktır ya da lieclil meranı demektir ki, mef’ûlün lehtir. "Şüphesiz Allah, her kendini beğeneni, övüneni sevmez” bu da yasağın illeti / gerekçesidir. Yüzünü çevirene karşılık olan fahurun ve kibirli yürüyen demek olan muhtarın sonraya kalması âyet sonlarının / başlarının (fasılanın) tutması içindir. 19Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini kıs. Çünkü seslerin en kötüsü elbette merkebin sesidir. "Yürüyüşünde mutedil ol” yavaş ile hızlı arasında orta ol. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Hızlı yürümek yüzün güzelliğini götürür buyurmuştur (vakara manidir). Hazreti Âişe'nin Hazreti Ömer hakkında: Hızlı yürürdü, demesi ölü gibi ağır yürümezdi manasınadır. Hemze-i katı' ile ve aksıd da okunmuştur ki, aksaderrami sözünden gelir, atıcı okunu hedefe doğrulttu demektir. "Sesini kıs” tonunu düşür, kısa yap demektir. "Şüphesiz seslerin en kötüsü elbette merkebin sesidir” merkep (himar) kötülüğün timsalidir, özellikle sesi. Onun içindir ki, ismi kinaye yollu kapalı söylenir, uzun kulaklı denir. Yüksek sesi onun sesine benzetmede, sonra da onu istiare kalıbı ile vermede şiddetli mübalağa vardır. Sesin tekil olması şunun içindir, maksat kötü cinsi anlatmaktır, teker teker saymak değildir ya da aslında mastar olduğu içindir. 20"Görmediler mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa, hepsini sizin emrinize verdi. Size açık ve gizli olarak nimetlerini bol bol verdi. İnsanlardan kimi ne bilgisi ne rehberi ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır. Âyetin tefsiri için bak:21 21Onlara: "Allah'ın indirdiğine tâbi olun, denildiği zaman: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere tâbi oluruz, derler. Ya şeytan onları yalınlı ateşin azabına çağırıyor idiyse! "Görmediler mi ki, Allah göklerde ne varsa sizin emrinize verdi” onu menfaatlerinizin temini için sebepler kılmakla "ve yerde ne varsa” ondan doğrudan veya dolaylı olarak yararlanma imkânı vermekle. "Size açık ve gizli olarak bol bol nimet verdi” maddî ve manevî, bilip ve bilmediğiniz. Nimetin şerhi ve açıklaması Fâtiha'da geçmiştir. Sin'i sad'a çevirerek asbağa da okunmuştur ki, bu kural ğayın yahut hı veyahut kaf ile bir araya gelen her sin için geçerlidir, Meselâ salh ve sakr gibi. Nâfi', Ebû Amr ve Hafs cemi ve muzâf olarak niamehu okumuştur. "İnsanlardan kimi Allah hakkında tartışır” birliği ve sıfatları hakkında "ne bir bilgisi olmadan” bir delilden elde edilen bilgisi olmadan "ne rehberi” bu da Peygambere dönüktür "ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan". Allah'ın indirdiği bir bilgi olmadan, belki taklit ile mücadele eder, nitekim şöyle demiştir: "Onlara: Allah'ın indirdiğine tâbi olun, denildiği zaman: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere tâbi oluruz, derler” bu da usulda (itikatta) taklidi açıkça men etmektedir. "Ya şeytan onları çağırıyor idiyse!” yed'uhum'daki zamirin onlara ve atalarına râci olma ihtimali vardır "yalınlı ateşin azabına” taklide veya şirke götürecek şeye. Lev'in cevabı mahzûftur, Meselâ lettebeuhu (ona uyacaklar mıdır) gibi. İstifham da red ve taaccüp içindir. 22Kim iyilik eden olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, en sağlam kulpla sarılmıştır. İşlerin sonu yalnız Allah'a dayanır. (Kim yüzünü Allah'a teslim ederse) işini ona ısmarlamak ve her şeyi ile ona yönelmekle. Bu da eslemtül metaa ilezzebuni (malı müşteriye teslim ettim) deyiminden gelir. Şedde ile (vemen yüsellim) kırâati da bunu destekler. (Yüslim maddesi) nerede ilâ ile geçişli kılınmışsa, ihlâs manasını içerdiği içindir. "İyilik ederek olarak” amelini güzel yaparak "en sağlam kulpa sarılmıştır” sarılacak en sağlam şeye sarılmıştır. Bu da Allah'a tevekkül eden ve taatla meşgul olan kimsenin bir dağın ip sarkıtılan zirvesine çıkmaya çalışan dağcıya benzetilmesidir. "İşlerin sonu yalnız Allah'a dayanır” çünkü her şey na varacaktır. 23Kim inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşleri yalnız bizedir; onlara yaptıklarını haber verecektir. Şüphesiz Allah, göğüslerin sâhibini (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. Âyetin tefsiri için bak:24 24Onları az bir şey yararlandırırız, sonra da onları ağır bir azaba mecbur ederiz. "Kim inkâr ederse onun inkârı seni üzmesin” çünkü sana dünyada ve âhirette zarar veremez. Ahzene'den felayuhzinke de okunmuştur ki, meşhur kırâat değildir. "Onların dönüşleri yalnız bizedir” her iki dünyada. "Onlara yaptıklarını haber vereceğiz” helâk ve azâp etmekle. "Şüphesiz Allah, göğüslerin sâhibini hakkıyla bilendir” onlara karşılığını verecektir, kaldı ki, açık olan amellerin karşılığını. "Onları az bir şey yararlandırırız” az bir yararlandırma ile veya az bir zaman yararlandırırız; çünkü geçici şey devamlı olana nispetle azdır. "Sonra da onları ağır bir azaba mecbur ederiz” ağır nesneler gibi onlara zorluk verir ya da ateşe yakmaya baskıyı da ilave eder. 25Yemin olsun, eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka: "Allah” derler. De ki: "Allah'a hamd olsun". Hayır, onların çoğu bilmezler. "Ant olun, eğer onlara: "Göklerde ve yerdeki şeyleri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka: "Allah” derler". Çünkü yaratmayı başkasına isnadı reddeden açık delil vardır; o sebeple onu kabule mecbur olurlar. "Allah'a hamd olsun, de” onları susturup inançlarını iptal edecek şeyi itirafa zorladığı için. "Hayır, onların çoğu bilmezler” bunun onları susturacağını. 26Göklerde ve yerdeki şeylerin hepsi Allah'ındır. Şüphesiz Allah, gerçek zengin, övgüye lâyık olandır. "Göklerde ve yerdeki şeylerin hepsi Allah'ındır” ondan başka hak mâbut yoktur. "Şüphesiz Allah, gerçek zengindir” hamd edenlerin hamdine muhtaç değildir "övgüye layıktır” ister ki, övmesinler. 27Eğer yerdeki ağaçlar kalem olsa, deniz de, arkasından yedi deniz, ona yardım etse (hepsi mürekkep olsa) Allah'ın sözleri bitmez. Şüphesiz Allah, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir. "Eğer yerdeki ağaçlar kalem olsa” ağaçların kalem olma durumu olsa demektir. Şecere'nin tekil olması tek tek ağaçların söz konusu olmasındandır. "Deniz de mürekkep olsa da yedi deniz de ona katılsa” okyanus mürekkep olsa, ona yedi derya daha katılsa demektir. Yemüddü manayı verdiği için ayrıca medad (mürekkep) lâfzı zikredilmemiştir. Çünkü bu madde meddet devate ve emeddeha deyiminden gelir ki, hokkaya mürekkep koymaktır. Bahr'ın Merfû' olması enne ve isminin üzerine atfedilmesindendir, yemüddühu da hâl’dir, ya da bahr mübteda olarak merfû’dur. O zaman kelâm söz başı olur ya da vâv hâliye olur. Basralı iki kurra ise bahr'i inne'nin ismine atfetmekle ya da yemüdduhu'nûn tefsir ettiği bir fiil gizlemekle mensûb okumuşlardır. Ya ve te ile temüddühu ve yümidduhu da okunmuştur. "Allah'ın sözleri bitmez” onları bu kalemler ve bu mürekkeple yazmakla. Kelimat'ta cemi kıllet vezninin tercih edilmesi, bunun az kelimesini yazmaya yetmeyeceğini ifade etmek içindir, kaldı ki, hepsini. "Şüphesiz Allah, mutlak gâlibtir” onu hiçbir şey durduramaz, "hikmet sâhibidir” hiçbir şey ilminin ve hikmetinin dışında kalamaz. Âyet Yahûdîlere cevaptır, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e sordular yahut Kureyş heyetinin "size ancak az ilim verilmiştir” (İsra: 85) ayetini ondan sormasını istediler. Hâlbuki Tevrat indirilmiş ve içinde de her şeyin ilmi vardı. 28Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak bir tek nefis gibidir. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. "Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz ancak bir tek nefis gibidir” onun yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Hiçbir şey nu diğer şeyden alıkoymaz. Çünkü her şeyin var olması için zatî irâdesi yeterlidir, nitekim şöyle buyurmuştur: "Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona emrimiz, sadece "ol” demektir; o da oluverir” (Nahh 40). "Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir” her işitilecek şeyi işitir, "hakkıyla görendir” her görülecek şeyi görür. Birini idrak etmek diğerini idrakten men etmez, yaratma da böyledir. 29Görmedin mi Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve ayı size ram etti. Her biri bir süreye kadar akar. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. "Görmedin mi Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve ayı size ram etti. Her biri akar” nûr saçan ikisi de kendi yörüngesinde yüzer. "Belli bir süreye kadar” belli bir sona kadar; güneş yılın sonuna, ay da ayın sonuna kadar akar. Kıyamet gününe kadar da denilmiştir. Bununla (ilâ ecelin müsemma) "liecelin müsemma” kavli arasında şu fark vardır; ecel burada akmanın sonudur, orada ise hakikaten yahut mecazen akmanın gayesidir. Her iki mana da gayede mevcuttur. "Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” özünü bilmektedir. 30Bu böyledir. Çünkü Allah o, haktır. Ondan başka taptıkları şeyler bâtıldır. Şüphesiz Allah, o, pek yüce, çok büyüktür. (Bu böyledir) Allah'ın geniş ilmine, kapsamlı gücüne, acayip işlerine ve yaratmanın kendisine özgü olmasına işarettir "çünkü Allah o, haktır” şu sebeple ki, o sabittir, her yönden varlığı zorunludur. Ya da İlâhlığı sabittir. "Ondan başka taptıkları şeyler bâtıldır” haddi zatında yoktur, çünkü ancak onun var etmesiyle mevcut olur ya da İlâhlığı bâtıldır. Basra'lı iki kurra ile Ebû Bekir'in dışındaki Kûfeli'ler ye ile (yed'une) okumuşlardır. "Şüphesiz Allah, o, pek yüce, çok büyüktür” her şeyden aşkındır, ona hakimdir. 31Görmedin mi, gerçekten gemiler denizde Allah'ın lütfü ile akar; size delillerinden göstermesi için. Şüphesiz bunda her çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ibretler vardır. "Görmedin mi, gerçekten gemiler denizde Allah'ın lütfü ile akar” akmanın sebeplerini hazırlamayı ihsan etmekle. Bu da onun ezici kudretine, mükemmel hikmetine ve nimetinin genişliğine ayrı bir şahittir. Binime'tideki be sıla (geçişlilik) ya da hâl içindir. Hareke (zamme) ile fülük ve ayn'ın sükûnu ile ni'mâtillahi de okunmuştur. Bu gibi yerlerde (fî'let vezninde) kesr (fiilât), feth (halat) ve sükûn (fî'lât) okuma câiz görülmüştür. "Size delillerinden göstermesi için” ibretlerinden demektir. "Şüphesiz bunda her çok sabreden için ibretler vardır” zorluklara sabredip de dışta ve içte düşünerek kafa çatlatanlar için "çok şükreden için” nimeti bilen ve verenini tanıyan için ya da mü'minler için ibretler vardır demektir. Çünkü îman iki yarımdan oluşmuştur: Bir yarım sabırdır, diğer yarım da şükürdür. 32Onları gölgeler gibi bir dalga kapladığı zaman, dini ona hâs kılarak Allah'a yalvarırlar. Onları karaya çıkarınca içlerinden kimi orta yolu tutandır. Âyetlerimizi ancak her gaddar, nankör inkâr eder. "Onları kapladığı zaman” üstlerine çıkıp da onları kapattığı zaman "gölgeler gibi bir dalga” dağ yahut bulut veyahut başka gölgeleyici bir şey bürüdüğü zaman "kezzılâli” şeklinde de okunmuştur ki, zılle'nin çoğulu olur, kıllet ve kılâl gibi (dağın zirvesi). "Dini ona hâs kılarak Allah'a yalvarırlar” çünkü o sırada fıtratla çekişmekte olan heva-i nefis ve taklit gibi şeyler başlarına gelen şiddetli korku sebebiyle ortadan kalkmıştır. "Onları karaya çıkarınca, içlerinden kimi orta yolu tutandır” orta yolda yürür ki, o da tevhidtir ya da küfrün ortasıdır; çünkü az da olsa engellenmiştir. "Âyetlerimizi ancak her gaddar inkâr eder” çünkü fıtratta verdiği sözü bozmuştur. Ya da denizde verdiği sözü unutmuştur. Hater gaddarlığın son kertesidir "her nankör inkâr eder” nimetin kadrini bilmeyen. 33Ey insanlar, Rabbinizden korkun. O günden çekinin ki, bir baba çocuğuna fayda vermez, çocuğu da babasına hiçbir şeyle fayda vermez. Şüphesiz Allah,'ın va'di haktır. Öyleyse dünya hayatı sâkin sizi aldatmasın, Allah'a karşı aldatıcı şeytan da aldatmasın. "Ey insanlar, Rabbinizden korkun. O günden çekinin ki, bir baba çocuğuna fayda vermez” onun yerine ödeme yapamaz. Eczee'den lâ yücziü de okunmuştur ki, o fayda vermemektir. Mevsûfa giden zamir hazf edilmiştir, lâ yeczi fihi demektir. (Ne de bir çocuk) bu da valid'e atıftır, ya da mübteda’dır, haberi de (çocuğu da babasına hiçbir fayda vermez) nazmın değiştirilmesi (yecziyerine cazin,ledyerine mevlud denilmesi) öz çocuk babaya bir şey yapamaz demek içindir. Birde mü'minlerin kâfir atalarına âhirette fayda vermeyi düşünmelerine son vermek içindir. "Şüphesiz Allah,'ın vaadi” sevap ve azâp vaadi "haktır” cayması mümkün değildir. "Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın, aldatıcı da sizi aldatmasın” aldatıcı şeytan demektir, size boşuna tevbe ve mağfiret ümidi verir de sizi günahlara karşı cesaretlendirir. 34Şüphesiz Allah, kıyâmetin bilgisi onun kalındadır. Yağmuru indirir. Rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır. "Şüphesiz Allah, kıyâmetin bilgisi onun katındadır” kopma vaktinin bilgisi demektir. Çünkü rivâyete göre Haris bin Amr, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi: Kıyamet ne zaman kopacak? Ben tohumumu tarlaya attım, yağmur ne zaman yağacak? Karım hamiledir; erkek mi kız mı doğuracak? Yarın ne iş yapacağım? Ve nerede öleceğim, dedi? Efendimiz de "Gaybin hazineleri beştir", demiş ve bu âyeti okumuştur. "Yağmuru indirir” takdir edilen zamanında ve ilmine göre tayin edilen yere. Nâfi', İbn Âmir ve Âsım şedde ile (yünezzilü) okumuşlardır. "Rahimlerdekini bilir” erkek midir kız mıdır, sağlam mıdır sakat mıdır? "Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez” hayır veya şer, çoğu zaman bir şeye karar verir de aksini yapar. "Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez” hangi vakitte öleceğini bilmediği gibi. Rivâyete göre ölüm meleği Azrail, Süleyman aleyhisselâm'a uğradı, meclisinde oturanlardan birine dikkatle bakmaya başladı. Adam: Bu kim, dedi? O da: Ölüm meleğidir, dedi. Adam: Sanki beni almak istiyor; rüzgâra emret de beni Hint toprağına atsın, dedi. O da öyle yaptı. Melek: Ona sürekli bakmam şaşkınlığımdan idi. Çünkü onun canını Hint toprağında almakla emrolunmuştum, o ise yanında idi, dedi. İlim tabirinin Allah'a, dirayet ifadesinin de kula kullanılması, dirÂyette az da olsa hile manası olmasındadır; o sebeple iki ilim arasında farkdır. Bu da şunu da gösterir ki, insan ne kadar hile yapsa ve elinden gelen bütün gayreti sarf etse de ne kazanacağım ve akıbetinin ne olacağını bilmez. Artık başkasınınkini hiç bilmez, özellikle delil olmayan şeyleri. Bieyyeti ardm şeklinde de okunmuştur ki, Sîbeveyh bunu küllütühünne'deki te'nise benzetmiştir (hoş görmemiştir). "Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir” her şeyi bilir, "her şeyden haberdardır” eşyanın dışını bildiği gibi içini de bilir. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'dan rivâyet edilmiştir: Kim Lokman sûresini okursa, Lokman kıyâmet gününde ona arkadaş olur ve ona iyiliği emreden ve kötülükten men edenlerin sayısı kadar onar sevap verilir. |
﴾ 0 ﴿