32 / SECDE SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 30 âyettir, 29 da denilmiştir.

1

 Elif. Lâm. Mîm.

Âyetin tefsiri için bak:2

2

 Kitabın indirilmesi - ki, onda şüphe yoktur - âlemlerin Rabbîndendir.

"Elif. Lâm. Mîm.” Eğer sûrenin veya Kur'ân’ın ismi sayılırsa, mübteda’dır, haberi de "tenzilül kitabi"dir. Bu durumda tenzil münezzel (indirilmiş) manasına olur. Eğer elif, lâm, mim tek tek harfler sayılırsa, tenzil mahzûf mübtedanın haberi olur ya da mübteda olur, haberi de (onda şüphe yoktur) kavli olur,

"min rabbil alemin” de fıhi'deki zamirden hâl olur. Çünkü mastar haberden sonrasında amel edemez. Bunun ikinci haber olup raybe fîh'in de kitaptan hâl olması da câizdir ya da itiraziyedir, ondaki zamir de cümleden anlaşılan şeye râcidir.

3

Yoksa:

"Onu (Kur’ân’ı) kendi mi uydurdu?” diyorlar. Hayır, o (Kitap) Rabbinden (gelen) bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için indirilmiştir ki, bu şekilde doğru yolu bulsunlar diye.

 (Yoksa "onu kendi mi uydurdu?” diyorlar) kavli de bunu teyit eder. Çünkü onların böyle demeleri onun âlemlerin Rabbi katından olmasını reddir.

"Hayır o (Kitap), Rabbinden gelen bir haktır” kavli de bunu tespit edip onaylamaktadır. Buna göre kelâmın nazmı (akışı) bunu göstermektedir ki, önce Kur'ân’ın mu'cizeliğine işâret etmiş, sonra da arkasından onun âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğini bildirmiştir. Bunu da onda şüphe olmaması ile tespit etmiştir. Sonra da bundan da dönmüş, onu reddetmek ve şaşmamızı istemek için buna ters olarak dedikleri şeye geçmiştir. Çünkü em” edât-ı munkatı’a”dır (yukarıdan alakayı kesmek içindir). Sonra bundan da dönmüş, onun Allah'tan indirilen hak olduğunu ispata geçmiştir. İndirilmesinden kast edilen şeyi de "senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi ikaz etmen için” demekle açıklamıştır. Uyarıcının daha önce gelmemesi ise onların ara dönemde kalmalarındandır.

"Bu şekilde doğru yolu bulsunlar diye.” senin onları uyarmanla.

4

 Allah o zattır ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattı. Sonra da Arş'e hükümran oldu. Sizin için ondan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi yoktur. İyice düşünmeyecek misiniz?

"Allah o zât ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattı. Sonra da Arş'e hükümran oldu". Bunun açıklaması da A'raf sûresinde geçmiştir.

"Sizin için ondan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi yoktur” eğer Allah'ın rızâsını ötelerseniz, size kimse yardım etmez, size şefaat de etmez ya da sizin için ondan başka yardımcı da yoktur, şefaatçi de yoktur; bilâkis sizin çıkarınızı o üstlenir, yardım edecek yerde size yardım eder. Bu durumda şefaatçi kelimesi mecazen yardımcı yerine kullanılmış olur. Sizden yardımını keserse dostunuz da yardımcınız da kalmaz.

"İyice düşünmeyecek misiniz?” Allahü teâlâ’nın size verdiği öğütleri.

5

 İşi gökten yere o idare eder. Sonra o iş, süresi sizin saydıklarınızdan bin sene olan bir günde ona yükselir.

"İşi gökten yere o idare eder” dünya işini göksel sebeplerle idare eder Meselâ melekler ve saire ile, tesiri de yerde görülür.

"Sonra o iş ona çıkar” ona yükselir ve ilminde mevcut hâle gelir "süresi sizin saydıklarınızdan bin sene olan bir günde ona yükselir". Uzun bir zaman aralığında demektir. Bundan da idare ile işin gerçeklemesi arasında geçen zamanın uzunluğu kast edilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: İşi Levh-i Mahfûz'da açığa çıkarmakla idare eder; melek onu indirir, sonra da bin yıl gibi bir zamanda ona çıkar. Çünkü iniş ve çıkış mesafesi bin yıllık yoldur. Zira gökle yer arası beş yüz yıllık yoldur.

Şöyle de denilmiştir: Bin yıllık hüküm verir; melek de onu indirir, sonra bin yılın ardından başka bir bin yıl için ona yükselir.

Şöyle de denilmiştir: İşi kıyâmetin kopmasına kadar idare eder, sonra bütün iş kıyâmet gününde ona yükselir.

Şöyle de denilmiştir: Tâat işlerini vahiy ile gökten yere indirerek idare eder, sonra o da beğendiği şekilde ona ancak uzun bir sürede yükselir, çünkü ihlâslılar da hâlis ameller de azdır. Yu'racu ve yeuddune şeklinde de okunmuştur.

6

 İşte O (Yaratıcı) görünmeyeni ve görüneni bilen, mutlak gâlib, çok merhametlidir.

"İşte o Yaratıcı görünmeyeni ve görüneni bilendir” onları hikmetine uygun olarak idare eder.

"Azîzdir” işine sahiptir,

"çok merhametlidir” işi idare ederken kullarına şefkatlidir. Bunda şuna îma vardır ki, kusurdan uzak Allah lütuf ve ihsan olarak kullarının yararına riayet eder (yoksa mecburiyeti yoktur).

7

 O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı.

"O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı” hikmet ve maslahata uygun vaziyette kendine müsait ve lâyık olarak tam yarattı. Halkahu lâfzı kül lâfzından bedel-i istimaldir.

Şöyle de denilmiştir: Nasıl yaratacağını bildi, bu da kıymetül mer'i yuhsinuhu (kişinin kıymeti bildiği şeyle orantılıdır) deyiminden gelir. Halkahu ikinci mef'ûldur. Nâfi' ile Kûfeli kurralar sıfat olarak lâm'ın fethi ile halekahu okumuşlardır. Şey lâfzı birinci okuyuşa (halkahu) kelâm dışı bir şeyle tahsis edilmiştir,

ikinciye göre (halekahu) de konu içinden bir şeyle tahsis edilmiş olur.

"İnsanı yaratmaya başladı” yani Âdem'i "çamurdan” yaratmaya başladı.

8

 Sonra onun zürriyetini kıymetsiz bir sudan kıldı / yarattı.

Âyetin tefsiri için bak:9

9

 Sonra onu düzeltti ve ona ruhundan üfürdü ve size kulaklar, gözler ve gönüller verdi. Ne de az şükrediyorsunuz.

"Sonra onun zürriyetini kıldı” zürriyetine nesil demesi inselle kökünden gelmesindendir ki, ayrılmak demektir.

"Değersiz bir su özünden". "Sonra onu düzeltti” organlarını gerektiği gibi şekillendirerek.

"Ona kendi ruhundan üfürdü” rûhu nefsine izafe etmesi onu şereflendirmek, acayip bir mahlûk ve huzur-ı İlâhiye lâyık biri olduğunu bildirmek içindir. Bundan dolayıdır ki: Nefsini bilen Rabbini bilir, denilmiştir.

"Size kulaklar, gözler ve gönüller verdi” duymanız, görmeniz ve düşünmeniz için özellikle verdi.

"Ne de az şükrediyorsunuz!” az şükür ediyorsunuz.

10

 Dediler:

"Yerde kaybolduğumuz zaman mı, gerçek biz mi, elbette yeni bir yaratılışta olacağız?” evet onlar, Rablerine kavuşmayı inkâr edicilerdir.

"Dediler: Yerde kaybolduğumuz zaman mı” yani yere karışıp ayrılmayacak şekilde toprak olduğumuz yahut onda kaybolduğumuz zaman mı? Lâm'ın kesri ile dalle yedıllü de okunmuştur. Salelna da okunmuştur sallellahmu (et kokmak) deyiminden gelir.

İbn Âmir haber olarak (hemzesiz) izâ okumuştur ki, âmil "einna lefi halkın cedid” kavlinin andırdığı şeydir, o da nüb'asü yahut yüceddedu halkıma fiilidir.

Nâfi', Kisâî ve Ya'kûb haber olarak inna okumuşlardır. Böyle diyen de Übey bin Haleftir. Hepsine isnat edilmesi ise buna râzı olmalarındandır.

"Evet, onlar, Rablerine kavuşmayı” yeniden dirilmek yahut ölüm meleği ile karşılaşmak ve sonrası ile kavuşmayı "inkâr edicilerdir” yalanlayıcıl ardır.

11

 De ki: Sizin canınızı, size görevlendirilen ölüm meleği alır. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.

"Kul yeteveffaküm” de ki, canınızı tamamen alır, ondan hiçbir şey bırakmaz, sizden bir kimseyi de bırakmaz. Tefa'ul ve istif'al bapları çoğunlukla aynı manada kullanılır Meselâ takassaytuhu ve isteksaytuhu ve taacceltuhu vesta'celtuhu gibi.

"Size görevlendirilen ölüm meleği” ruhlarınızı kabz etmek ve günlerinizi saymakla.

"Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz” hesap vermek ve karşılığını görmek için.

12

 Günahkârları Rablerinin huzurunda başlarını eğmiş bir vaziyette dururken bir görsen! "Rabbimiz, gördük ve duyduk. Bizi geri gönder de iyi iş yapalım. Gerçekten biz kesin inananlarız” derler.

"Günahkârları Rablerinin huzurunda başlarını eğmiş bir vaziyette dururken bir görsen!” utanç ve rezillikten başlarını eğmiş vaziyette "Rabbimiz” derler,

"gördük” bize va'dettiğini,

"ve duyduk” peygamberlerini tasdik ettiğini.

"Bizi gönder” dünyaya "iyi şeyler yapalım. Gerçekten biz kesin iman edenleriz ". Çünkü gördüğümüz şeyler sebebiyle bizde şüphe kalmadı. Lev'in cevabı mahzûftur, takdiri de: Leraeyte emren fezian (feci bir manzara görürdün) demektir. Lev'in temenni için olması da câizdir, Lev'de ve iz'deki mazilik manası, Allah'ın ilminde sâbit olanın gerçekleşmiş manasında olmasındandır. O zaman tera fiili için mef'ûl takdir edilmez, çünkü mana o vakitte senden görme sadır olsaydı demektir ya da iz'in sılasının delâlet ettiği şey takdir edilir. Hitap da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve selleme'dir ya da herkesedir.

13

 Eğer isteseydik, her nefse hidâyetini verirdik. Ancak:

"Cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan mutlaka dolduracağım” diye benden söz hak (sadır) olmuştur.

Âyetin tefsiri için bak:14

14

 Cehennem bekçileri onlara: Bugününüze kavuşmayı unuttuğunuzdan dolayı (azâbı) tadın. Gerçekten biz de sizi unuttuk. Yaptığınız şeylerden dolayı ölümsüzlük azabını tadın, derler.

"Eğer isteseydik, her nefse hidâyetini verirdik” îmana ve iyi amele muvaffak kılmakla hidâyet bulacağı şeyi verirdik.

"Ancak benden söz sadır olmuştur” hükmüm sâbit olmuş ve tehdidim geçmiştir. O da:

"Cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan mutlaka dolduracağım” sözüdür. Bu da dileme olmadığı için îmanlarının olmadığını açıkça ifade etmektedir. Dilemenin olmaması da onların cehennemlik olduklarına dâir bir hükmün geçmesindendir. Aşağıda geleceği üzere azâbı tatmaları sonlarını unutmanın ve o konuda düşünmemelerinin sonucu olması bunu ertelemez, o da:

"Bugününüze kavuşmayı unuttuğunuzdan dolayı azâbı tadın” sözüdür. Çünkü bu, vasıtadır, ikinci derecede iktiza sebebidir.

"Gerçekten biz sizi unuttuk” rahmetten uzaklaştırdık ya da unutulan şey gibi sizi azapta bıraktık demektir. Bunun yeni söz başı olması ve fiilin tahkik edâtı olan inne ve ismine dayanması, onlardan alınacak intikâmı şiddetlendirmek içindir.

"Yaptığınız şeylerden dolayı ölümsüzlük azabını tadın” emri tekrar etmesi; te'kit içindir, bir de mef’ûlün açık verildiği içindir. Ayrıca kötü fiillerinin yalanlama ve isyanlar gibi sebebi de gösterilmiştir. Nitekim buna akibetlerini düşünmemeleri de gerekçe gösterilmiştir ki, bu, ikisinin de bunu gerektirdiğini gösterir.

15

 Âyetlerimize ancak kendilerine bunlarla öğüt verildiği zaman secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve kibirlenmeyenler îman ederler.

"Âyetlerimize ancak kendilerine bunlarla öğüt verildiği zaman secdeye kapananlar îman eder” Allah'ın azabından korktukları için secdeye kapananlar.

"Rablerini tenzih edenler” yeniden diriltmekten acizlik gibi lâyık olmayan şeylerden tenzih edenler.

"Rablerinin hamdi ile” muvaffak kıldığı İslâm'a ve verdiği hidâyete şükür için hamd edenler "ve kibirlenmeyenler” îmandan ve taattan, nitekim kibirde ısrar edenler öyle yaparlar.

16

 Gece namazı için yanları yataktan uzaklaşır, Rablerine korkarak ve umarak dua ederler ve kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden Allah yolunda harcarlar.

"Gece namazları için yanları yataklardan uzaklaşır” yataklardan ve uyudukları yerlerden bir tarafa çekilirler.

"Rablerine dua ederler, korkarak” gazabından korkarak "ve umarak” rahmetini umarak. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bunun tefsirinde: Kulun gece namaza kalkmasıdır, buyurmuştur.

Yine şöyle buyurmuştur: Allah gelmiş geçmiş kullarını mahşer yerinde topladığı zaman, bir tellal bir sesle ünler ki, bütün mahrukata duyurur: Bugün mahşer halkı kimlerin ikrama nâil olacağını bilecektir, der. Sonra biraz ara verir ve geri döner: Yanları yataklardan uzaklaşanlar kalksın, der; bunlar da kalkarlar, onlar ise azdırlar. Sonra döner bir daha ünler: Bollukta ve darlıkta Allah'a hamd edenler kalsın, der. Onlar da kalkarlar, onlar da azdırlar. Kuşluk vakti hep birlikte cennete doğru yol alırlar. Sonra da diğer insanlar hesaba çekilir.

Şöyle de denilmiştir: Bunlar ashaptan akşamdan yatsıya kadar namaz kılanlardır, âyet de onların hakkında inmiştir.

"Ve kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden Allah yolunda harcarlar” hayır yollarına.

17

 Hiçbir kimse, yaptıklarına mükâfat olarak onlara ne gibi göz aydınlığı saklandığını bilmez.

"Hiç kimse onlara ne saklandığını bilmez” ne Allah'a yakın bir melek, ne de mürsel bir peygamber,

"göz aydınlığından” Efendimiz aleyhissalatu vesselâmdan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İyi kullarıma gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve bir insanın kalbine gelmeyen şeyler hazırladım. Artık gösterdiğim şeyleri bırak. İsterseniz "hiç kimse onlar için ne gibi göz aydınlığı sakladığını bilmez” ayetini okuyun. Hamze ile Ya'kûb uhfiy okumuşlardır ki, ahfeytü'nün muzarii olur. Nuhfiy ve ahfa da okunmuştur ki, hepsinde fâil Allah olur. Kurrâtu a'yün de okunmuştur, bunda da çeşitlerinin farklı olması mülahaza edilmiştir. Buradaki bilmek marifet manasınadır, edâtı da ya mevsûledir ya da istifhamiyedir, fiil onda amel etmemiştir.

"Yaptıklarına mükâfat olarak” cüzü cezaen (mef'ûlu mutlak) ya da lilcezai demektir ki, mef’ûlün leh olur, çünkü onu gizlemek şânını yüceltmek içindir.

Şöyle de denilmiştir: Bunlar amellerini gizlediler; Allah da sevaplarını gizledi.

18

 Hiç mü'min olan kimse fasık olan gibi midir? Bir olmazlar.

Âyetin tefsiri için bak:19

19

 Amma îman edip iyi şeyler yapanlar için, yaptıklarına karşılık konak olarak Me’va cenneti vardır.

"Hiç mü'min olan fasık olan gibi midir?” îmandan çıkan gibi midir,

"bir olmazlar” şerefte ve sevapta, bu da eşit olmadıklarını te'kit etmekte ve açıklamaktadır. Fiilin cemi olması manaya göredir.

"Amma îman edip iyi şeyler yapanlar için, Me'va cenneti vardır” çünkü o hakiki konaktır, dünya ise şüphesiz ara konaktır, terk edilecektir. Me'va'nın cennetlerden biri olduğu söylenmiştir.

"Nüzülen” konak olarak. Bunun tefsiri de Al-i İmran sûresinde geçmiştir.

"Yaptıklarına karşılık olarak” amelleri sebebiyle yahut amellerine göre demektir.

20

Amma fâsıkların barınağı ise ateştir. Her ne zaman ondan çıkmak isteseler oraya iade edilirler. Onlara:

"Yalanladığınız ateş azabını tadın!” denilir.

"Amma fâsıkların barınağı ise ateştir". Nasıl mü'minler için Me'va cenneti varsa onlar için de ateş vardır.

"Her ne zaman ondan çıkmak isteseler oraya iade edilirler” bu da orada ebedî kalacakları anlamına gelmektedir.

"Onlara: Yalanladığınız ateş azabını tadın, denilir” onları horlamak ve öfkelerini artırmak için.

21

Yemin olsun, onlara en büyük azaptan önce en yakın azâbı mutlaka tattıracağız ki, belki onlar dönerler.

"Yemin olsun onlara en yakın azâbı mutlaka tattıracağız” dünya azabını demektir, bundan da başlarına gelen yedi yıllık kıtlık ile savaşta öldürülüp esir edilmeyi kast etmiştir.

"En büyük azaptan önce” âhiret azabından önce.

"Belki onlardan” belki onlardan kalanlar "dönerler” inkârdan tevbe ederler.

Rivâyete göre Velid bin Ukbe Bedir savaşında Hazret-i Ali’ye karşı övününce, bu âyet inmiştir.

22

Kendisine Rabbinin âyetleri ile öğüt verilip de sonra onlardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir? Şüphesiz biz, günahkârlardan intikâm alacağız.

"Kendisine Rabbinin âyetleri ile öğüt verilip de sonra da ondan dönenden daha zâlim kimdir?” Onların üzerinde düşünmeyenden demektir. (Sonra) edâtı bu kadar açık ve mutluluğa sebep olan âyetlerden yüz çevirmeyi yadsımak içindir, böyle öğütten sonra dönmek aklen mümkün değildir (yine de o dönmüştür), Meselâ şu kahramanlık şiirinde olduğu gibi:

Zor işlere ancak ölüm tehlikelerini görüp

Sonra da içine dalan asilzade dalar!

"Şüphesiz biz, günahkârlardan intikâm alacağız” artık asıl zâlimden nasıl intikâm alacağımızı düşünün!

23

Yemin olsun, gerçekten Mûsa'ya o kitabı verdik; ona kavuşmaktan şüphe içinde olma. Onu İsrâîl oğulları için bir rehber kıldık.

Âyetin tefsiri için bak:24

24

Onlardan sabrettikleri zaman emrimizle yol gösteren liderler kıldık / çıkardık. Onlar âyetlerimize kesin inanıyorlardı.

"Yemin olsun, gerçekten Mûsa'ya o kitabı verdik” sana verdiğimiz gibi,

"artık ona kavuşmaktan şüphe içinde olma” sana kitabı vermekten, Meselâ "şüphesiz sana Kur'ân verilecektir” (Nahl: 6) âyeti gibi. Ona verdiğimiz gibi sana da kitabı vereceğiz, bu görülmemiş, hiç olmamış bir şey değildir ki, onda şüphe edesin.

Ya da Mûsa'nın kitaba kavuşmasından yahut senin Mûsa'ya kavuşmandan demektir. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm: Miraç gecesinde Mûsa aleyhisselâm'ı gördüm; uzun boylu, kıvırcık saçlı, sanki Yemen'deki Şenûetiler gibi idi, buyurmuştur.

"Onu kıldık” yani Mûsa'ya indirileni demektir "İsrâîl oğulları için bir rehber. Onlardan yol gösteren liderler çıkardık” insanlara içinde hikmet ve hükümler olan şeyleri gösteriyorlardı.

"Emrimizle” onlara onu emretmek yahut onları buna muvaffak kılmakla. (Sabrettikleri zaman) Hamze, Kisâî ve Rüveys lima saberu okumuşlardır ki, taâta sabrettikleri ya da dünyadan mahrumiyete sabrettikleri için demek olur.

"Onlar âyetlerimize kesin inanıyorlardı” çünkü onlara derinlemesine bakıyorlardı.

25

Rabbin, işte o, onların ihtilâf ettikleri şeyde kıyâmet gününde aralarında hüküm verecektir.

"Rabbin, işte o, onların arasında kıyâmet gününde hüküm verecektir” karar verecek; hakkı bâtıldan ayırmakla haklıyı haksızdan ayıracaktır.

"İhtilaf ettikleri şeylerde hüküm verecektir” Dîn işlerinde.

26

Şu olay onları hidâyet etmedi mi ki, biz kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettik. Şimdi onların yurtlarında dolaşıyorlar. Şüphesiz bunda elbette ibretler vardır. Hâlâ duymuyorlar mı?

 (Şu olay onları hidâyete sevk etmedi mi)? vâv ma’tûfun cinsinden akılda tutulan bir şeye atıf içindir, fâil de (kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettik) kavlinin gösterdiği zamirdir yani kesretü men ehlekna demektir ya da fâil Allah lâfzına giden zamirdir, bunun da delili nûn ile (nehdi) okunmasıdır.

"Şimdi onların yurtlarında dolaşıyorlar” yani Mekkelileri kast ediyor ki, ticaret yaparken yanından geçiyorlar demektir. Şedde ile (yümeşşune) de okunmuştur.

"Şüphesiz bunda elbette ibretler vardır. Hâlâ duymuyor musunuz?” düşünecek ve öğüt alacak şekilde.

27

Görmediler mi, gerçekten biz, suyu kupkuru yere gönderiyoruz da onunla ekin çıkarıyoruz; ondan da hayvanları ve kendileri yiyor. Hâlâ görmüyorlar mı?

"Görmediler mi, gerçekten biz, suyu kupkuru yere gönderiyoruz” cürüz bitkisi kesilen ve izale edilen yerdir, bitkisi olmayan yer demek değildir.

"Onunla ekin çıkarıyoruz” buranın Yemen'de bir yer olduğu da söylenmiştir.

"Ondan yer” ekinden yer "hayvanları” Meselâ saman ve yaprak gibi,

"kendileri de” Meselâ hububat ve meyve gibi.

"Hâlâ görmüyorlar mı?” görüp de bunu sonsuz kudret ve lütfüne delil getirmiyorlar mı?

28

"Eğer doğru söylüyorsanız bu fetih ne zaman?” derler.

Âyetin tefsiri için bak:29

29

De ki: Fetih günü kâfirlere îmanları fayda vermez ve onlara bakılmaz da.

"Bu fetih ne zaman derler?” zafer yahut davaların karara bağlanması demektir, bu da "Rabbimiz, aramızda fetih yap” (Araf: 89) kavlinden gelmektedir.

"Eğer doğru söylüyorsanız” onun vaat ederken.

"De ki: Fetih günü kâfirlere îmanları fayda vermez ve onlara bakılmaz da” bu da kıyâmet günüdür, çünkü o, mü'minlerin kâfirlere karşı zafer kazanacakları ve aralarında karar verilecek gündür. Bedir savaşı günü yahut Mekke'nin fethi günü de denilmiştir. Kâfirlerden maksat o gün onlardan öldürülenlerdir. Çünkü savaş sırasında îman etmek onlara fayda vermez, onlara süre de verilmez. Bu durumda onların sorularına uygun cevap olması mana itibarı ile bilinen maksatlarına göredir. Çünkü onlar yalanlayarak ve alay ederek bunun acele gelmesini kast edince, onlara acele etmelerini gerektirmeyecek bir şeyle cevap verilmiştir.

30

Artık onlardan yüz çevir ve bekle. Şüphesiz onlar da bekliyorlar.

"Artık onlardan yüz çevir” inanmamalarına aldırma. Bunun kılıç âyeti ile nesh edildiği de söylenmiştir.

"Bekle” onlara karşı zaferi.

"Şüphesiz onlar da bekliyorlar” sana karşı zaferi. Feth ile (muntazarun) da okunmuştur ki, mana şöyle olur: Onlar helâklerinin beklenmesini hak etmişlerdir ya da bunu melekler bekliyorlar. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den rivâyet edilmiştir: Kim elif lâm mim tenzil (Secde) sûresini ve tebarekellezi biyedihil mülk sûresini okursa, ona sanki Kâdir gecesini ihya etmiş gibi sevap verilir. Ondan şöyle dediği de rivâyet edilmiştir: Kim elif lâm mim tenzil sûresini okursa evine üç gün şeytan girmez.

0 ﴿