33 / AHZÂB

Medîne'de inmiştir. 73 âyettir.

1

 Ey Peygamberim, Allah'tan kork, kâfirlere ve münâfıklara itâat etme. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen, hikmet sâhibidir.

"Ey Peygamberim, Allah'tan kork” ona peygamber diye nida etmesi (seslenmesi) ve ona takvayı (Allah'tan korkmayı) emretmesi şânını yüceltmek ve takvanın da önemini belirtmek içindir. Bu emirden maksat da onda sebat etmektir, Tâ ki,

"kâfirlere ve münâfıklara itâat etme” kavli ile yasaklanan şeye mani olsun. Bu itâat yasağı da dine gevşeklik verecek şeylerdedir.

Rivâyete göre Ebû Süfyân, İkrime bin Ebû Cehil ve Ebula'ver Sülemî, Hûdeybiye barışında Efendimiz'e geldiler. Abdullah bin Übey, Muattib bin Kuşeyr ve Ced bin Kays de onlara katıldılar, ona: İlâhlarımızı diline dolama; onların da şefaat hakları vardır, de seni de Rabbini de bırakırız, dediler. Âyet bunun üzerine indi.

"Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir” faydalı ve faydasız şeyleri "hikmet sâhibidir” hikmet dışı hiçbir şeye karar vermez.

2

 Rabbinden sana vahyolunana tâbi ol. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Âyetin tefsiri için bak:3

3

 Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

"Rabbinden sana vahyolunana tâbi ol” Meselâ onlara itâat yasağı gibi.

"Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” sana işlerini düzeltecek şeyi vahyedecek ve seni kâfirleri dinlemeye muhtaç etmeyecektir. Ebû Amr ye ile (yamelune) okumuştur ki, çoğul zamiri kâfirler ve münâfıklara gider yani Allah onların kurmak istedikleri tuzaktan haberdardır; onları senden uzaklaştıracaktır.

"Allah'a tevekkül et” işini onun idaresine bırak.

"Vekil olarak Allah yeter” bütün işlerini bırakacağın savunucu olarak.

4

 Allah hiçbir adamın içinde iki kalp kılmamış; zıhar yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamış ve evlatlıklarınıza da oğullarınız kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızdaki (boş) bir sözünüzdür. O, doğru yolu gösterir.

"Allah hiçbir adamın içinde iki kalp kılmamıştır” bir göğüste iki kalp birleştirmemiştir. Çünkü kalp; önce insan nefsi ile alakalı hayvansal rûhun madeni ve bütün güçlerin (fonksiyonların) kaynağıdır. Bu da birden fazla olmasına manidir.

"Zıhar yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamış ve evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır” bir kadında eşlikle anneliği, bir erkekte de evlatlıkla oğulluğu birleştirmemiştir. Bundan murat edilen de Arapların bir inancını reddetmektir. Onlar kabiliyetli ve akıllı kimsenin iki kalbi olduğunu iddia ederlerdi. Bunun içindir ki, Ebû Mamer yahut Cemil bin Esed el - Fihrî'ye iki kalpli (çatal yürekli) denilmiştir. Araplar zıhar yapılan eşi de anne gibi, adamın evlatlığını da oğlu gibi sayarlardı. Bunun içindir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in azatlısı Zeyd bin Harise'ye Muhammed'in oğlu derlerdi.

Ya da maksat zıhar yapılan kadından anneliği ve evlatlıktan da oğulluğu bertaraf etmektir. İki kalbin olmaması da onlara bağlanacak bir usulü yerleştirmek içindir.

Mana da şöyledir: Allah bir göğüste iki kalp kılmadığı gibi - çünkü bu çelişkiye götürür; zira o ikiden her biri bütün kuvvetlerin hem aslı olur hem de aslı olmaz - erkekle aralarında doğum ilişkisi olmayan zevce ile evlatlığı da erkekle aralarında doğum ilişkisi olan annesi ile oğlu kılmamıştır. Ebû Amr tek ye ile vellay okumuştur ki, aslı hemze ile ellai'dir, hemze hazf edilmiştir. Hicazlı iki kurra da böyle okumuşlardır. O ikisi ile Ya'kûb'tan tek hemze ile de rivâyet edilmiştir. Tezaherune'in aslı iki te ile tetezaherune'dir, ikinci te 'ya idgam edilmiştir. İbn Âmir idgam ile tezzaherune, Hamze ile Kisâî de ikinci te'nin hazfi ile okumuşlardır. Âsım da tüzahirune okumuştur ki, zahere sülasisinden gelir. Zahara'dan tazHârûne de okunmuştur ki, zâhere manasınadır, akade'nin âkade manasına olduğu gibi. Tazherun de zuhurdan gelir.

Zıharın

manası şöyledir: Adam karışma: Sen bana anamın sırtı gibisin der, bu da lâfız itibarı ile zahr'dan gelir, telbiye'nin lebbeyk'ten gelmesi gibi. Min ile geçişli kılınması kaçınmak manasını içerdiği içindir. Çünkü o cahiliyede talak idi. İslâm'da ise talak yahut haramlıktan kefarete geçilmiştir. Âlâ fiili de min ile geçişli kılınır, o da yemin etmek manasınadır. Zahrın zikredilmesi batn (karm)dan kinaye içindir, çünkü karnın dayanağı zahr (sırt)tır. Karnı zikretmek de ferci zikretmeye yaklaştırır.

Yahut zahrı zikretmek haramlığıni ağırlaştırmak içindir, çünkü onlar kadının sırtı yukarı gelirse o hâlde temasi harâm sayarlardı. Ed'iyâ' da şaz olarak daiy'nin çoğuludur, sanki fâil manasına feîl'e benzetilmiş ve onun gibi çoğul yapılmıştır.

"Zaliküm” bu, zikredilen şeylere yahut sonuncuya işarettir "ağızlarınızdaki boş bir sözünüzdür” hariçte karşılığı yoktur, saçma söz gibidir.

"Allah ise hakkı söyler” gerçeğe uygun olanı söyler.

"O doğru yolu gösterir".

5

 Onları (evlatlıkları) babalarına nispetle çağırın. Bu, Allah katında en doğru ve âdildir. Eğer babalarını bilmezseniz, dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata ettiğiniz şeyde size günah yoktur. Ancak kalplerinizin kastettiği şeylerde günah vardır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

"Onları (evlatlıkları) babalarına nispetle çağırın” onlara nispet edin. Bu da onun hak sözlerinden kast edileni ayrı olarak zikretmektir.

"O, Allah katında en doğru ve adildir” bunun illeti gibidir. Hüve zamiri üd'ûhum'dan anlaşılan mastara râcidir. Eksatu da ef’al/tafdildir, mutlak ziyade manasınadır, adalet demek olan kıst'tan gelir. Manası da çok doğru demektir.

"Eğer babalarını bilmezseniz” nispet edeceğiniz babalarını "dinde kardeşlerinizdir” sizin Dîn kardeşlerinizdir "ve dostlarınızdır” dindaşlarınızdır; bu te'vil ile benim kardeşimdir ve dostumdur, deyin.

"Hata ettiğiniz şeyde size günah yoktur” yasaktan önce yahut sonra unutarak veyahut dilden kaçırmakla yanlışlıkla yaptığınız şeyde size vebal yoktur.

"Ancak kalplerinizin kastettiği şeyde günah vardır” ancak günah bilerek ve kasten yaptığınız şeydedir.

"Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” çünkü hata edeni bağışlar. Bil ki, evlât edinme biz Şâfiîlerce hükümsüzdür, Ebû Hanîfe'ye göre kölenin azat olmasını icap eder, babası bilinmeyen ve nüfus kütüğüne kaydı mümkün olan için de nesep sâbit olur (oğlum derse oğlu kabul edilir. Fıkıh kitaplarına bakınız).

6

 Peygamber, mü'minlere nefislerinden daha yakındır, eşleri de onların analarıdır. Akrabalar da Allah'ın kitabında birbirlerine mü'minlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız serbesttir. Bu, kitapta satır satır yazılmıştır.

"Peygamber mü'minlere nefislerinden daha yakındır” bütün işlerde, çünkü onlara ancak iyilikleri ve kurtuluşları olan şeyi emreder, nefis ise öyle değildir. Bunun içindir ki, mutlak zikredilmiştir. O sebeple onu kendi nefislerinden daha çok sevmelidirler. Onun emrini kendi işlerinden öne almalıdırlar, ona kendi nefislerinden daha şefkatli davranmalıdırlar.

Rivâyete göre Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm Tebuk seferine çıkmak istedi, insanlara savaşa katılmalarını buyurdu. Bazıları: Babalarımıza ve analarımıza danışalım, dediler; âyet bunun üzerine indi. Ve hüve ebün lehüm (o, onların babasıdır) şeklinde de okunmuştur ki, dinde babalarıdır. Çünkü her peygamber ümmetinin babasıdır. Onların ebedî kurtuluşlarına sebeptir. Bunun içindir ki, mü'minler de kardeştirler.

"Eşleri de onların analarıdır” hürmette ve saygıda anaları gibidir, diğer şeylerde yabancılar gibidirler. Bunun içindir ki, Hazreti Âişe radıyallahü anha: Biz kadınların anaları değiliz, buyurmuştur.

"Akrabalar” hısımlar "birbirlerine daha yakındırlar” mirasta. İslâm'ın ilk yıllarında hicretle ve Dîn kardeşliği bağı ile birbirlerine mirasçı oluyorlardı.

"Allah'ın kitabında” Levh-i Mahfûz'da veya indirilen âyetlerde. O da bu âyettir ya da miras âyetleridir ya da Allah'ın farz kıldığında demektir,

"mü'minlerden ve Muhâcirlerden” bu da akrabaları açıklamaktadır ya da üli lâfzının sılasıdır ki, akrabalar yakınlık dolayısıyla mirasa Dîn kardeşliği hakkından ve hicret hakkından daha yakındırlar demektir.

"Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız serbesttir” bu da iyiliği gayet geniş tutmuştur. İyilikten de vasiyet murat edilmiştir.

"Bu da kitapta satır satır yazılmıştır” iki âyette zikredilenler Levh-i Mahfûz'da yahut Kur'ân'da sabittir. Tevrat'ta da denilmiştir.

7

 Hani, peygamberlerden, senden, Nûh'tan, İbrâhîm'den, Mûsa'dan ve Meryem oğlu Îsa'dan sözlerini almıştık. Ve onlardan ağır bir söz almıştık.

 (Hani, peygamberlerden sözlerini almıştık) burada üzkür gizlidir, sözleri de mesajı iletmeleri ve doğru dine davetleridir.

"Senden, Nûh'tan, İbrâhîm'den, Mûsa'dan ve Meryem oğlu Îsa'dan” bunları ayrı olarak zikretmesi bunların meşhur şerîat sahipleri olmalarındandır. Peygamberimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'ın başa alınması da onu büyütmek ve şânını yüceltmek içindir.

"Ve onlardan ağır bir söz almıştık” önemli yahut yeminle pekiştirilmiş. Tekrar da bu niteliği önemsetmek amacıyla açıklama içindir.

8

 Doğrulara doğruluklarından sorması için. Allah kâfirler için acıklı bir azâp hazırlamıştır.

"Doğrulara doğruluklarım sorması için” yani bunu onlara yaptık ki, Allah kıyâmet gününde kavimlerine dedikleri şeyde doğru söyleyen peygamberlere sorsun ya da kavimlerine onları tasdik edip etmediklerini sorsun yahut tasdik edenlere doğruluklarını sorsun. Çünkü doğruyu tasdik eden de doğrudur.

Ya da Kâlû belâ'da kendilerini nefislerine şâhit ettiği zaman mü'minlere sözlerinde sadık olduklarını sorsun. (Allah kâfirler için acıklı bir azâp hazırlamıştır) bu da ehazna'ya atıftır, şu itibarla ki, peygamberleri göndermek ve onlardan söz almak mü'minlere sevap verme içindir.

Ya da liyesele'nin delâlet ettiği şeye atıftır, Meselâ: Mü'minlere sevap verdi ve kâfirlere de acıklı azâp hazırladı gibi.

9

 Ey îman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani, size ordular gelmişti de biz de üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görmektedir.

"Ey îman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani, size ordular gelmişti de” yani hizipler gelmişti. Onlar da Kureyş ve Gatafan kabileleri ile Kurayza ve Nadıyr Yahûdîleri idi. On iki bin kadar idiler.

"Üzerlerine bir rüzgâr göndermiştik” saba yeli "ve görmediğiniz ordular” melekler.

Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz onların geleceğini duyunca, Medîne'nin çevresine hendek kazdı. Sonra da üç bin askerle karşılarına çıktı, Hendek kendileriyle düşmanın arasında kaldı. Aradan bir aya yakın zaman geçmesine rağmen aralarında savaş olmadı, ancak karşılıklı ok ve taş attılar. Sonunda Allah soğuk bir kış gecesinde üzerlerine bir fırtına gönderdi. Soğuk onları dondurdu, rüzgâr yüzlerine toprak savurdu, ateşlerini söndürdü, çadırlarını söktü. Atlar hırçınlaştı, melekler askerin etrafında tekbir getirdi. Tuleyha bin Huveylid el - Esedî: Muhammed size büyü yapmaya başladı, canınızı kurtarın, dedi. Onlar da savaşmadan yenildiler.

"Allah yaptıklarınızı görmektedir” hendek kazmanızı. Basralı iki kurra ye ile (yamelun) okumuşlardır ki, müşriklerin toplanmalarını ve savaşı görmektedir demek olur.

10

 Hani, size üstünüzden ve aşağınızdan gelmişlerdi de o zaman gözler kaymış ve yürekler gırtlaklara gelmişti. Siz Allah'a çeşitli zanlar ediyordunuz.

 (Size gelmişlerdi) bu da iz caetküm'den bedeldir "üstünüzden” vadinin doğu tarafından Gatafan oğullarının olduğu cihetten "ve aşağınızdan” vadinin aşağısından Kureyş'in olduğu batı tarafından.

"O zaman gözler kaymış” şaşkınlık ve belermeden dolayı iyi görememişti "yürekler gırtlaklara gelmişti” korkudan yürekleri ağızlarına gelmişti. Çünkü akciğer şiddetli korkudan şişince kalp / yürek hançerenin ağzına gelir ki, orası da yemek borusunun giriş yeri olan boğazdır.

"Siz Allah'a çeşitli zanlar ediyordunuz” samimi ve yürekleri cesur olanlar, Allah dinini yüceltmek için vaadini yerine getirecektir, dediler ya da Allah onları imtihan edeceği için ayaklarının kaymasından ve düşmana karşı koyamamaktan korktular; yürekleri yufka olanlarla münâfıklar da Allah'ın onlardan aktardığı gibi şeyler söylediler. Zununâ ve benzerlerindeki elif âyet sonlarını kafiyeye benzetmekten dolayı getirilmiştir. Nâfi', İbn Âmir ve Ebû Bekir de buralarda vaslı vakıf yerine koymuşlardır (her ikisini de elifle okumuşlardır). Ebû Amr, Hamze ve Ya'kûb ise hiçbir yerde elif ilave etmemişlerdir ki, kıyasa uygun olan da budur.

11

 İşte orada mü'minler denendi ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar.

Âyetin tefsiri için bak:12

12

 O vakit münâfıklarla kalplerinde hastalık olanlar:

"Allah ve Resûlü bize ancak aldatmaca vaadettiler” diyorlardı.

"İşte orada mü'minler denendi” imtihan edildiler; Mü'min münâfıktan, dayanan da sarsılandan ayrıldı.

"Ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar” şiddetli korkudan. Za'nın fethi ile zelzalen de okunmuştur.

"O vakit münâfıklarla kalplerinde hastalık olanlar diyorlardı” inançları zayıf olanlar:

"Allah ve Resûlü bize va'detmedi” zafer ve dinin yücelmesi gibi "ancak aldatmaca va'detti” bâtıl bir vaat etti.

Şöyle de denilmiştir: Bunu diyen Muattib bin Kuşeyr'dir: Muhammed bize İran'ın ve Rum'un fethini vaat ediyor; hâlbuki biz korkumuzdan abdest bozmaya bile dışarı çıkamıyoruz. Bu aldatıcı vaattan başka bir şey değildir, dedi.

13

 O zaman onlardan bir grup:

"Ey Medîne halkı, sizin için durmak yok; geri dönün” demişti. Onlardan bir bölük de Peygamberden:

"Gerçekten evlerimiz açıktır” diyerek izin istiyordu. Hâlbuki onlar açık değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.

"O zaman içlerinden bir grup dedi” bundan Evs bin Kayzî ile arkasına düşenler kast ediliyor: (Ey Yesrib / Medîne halkı) ehl halk demektir, Yesrib'in de bir yerin ismi olduğu ve Medîne'nin onun bir tarafına kurulduğu da söylenmiştir "lâ mukame” duracak yer yoktur,

"sizin için” burada. Hafs zam ile mukame okumuştur ki, ekame'den ism-i mekân yahut mimli mastar olur.

"Geri dönün” evlerinize kaçarak.

Mana şöyledir de denilmiştir: Sizin için Muhammed'in dini üzerinde durmak yoktur; şirke dönün ve onu teslim edin ki, selamete eresiniz.

Ya da sizin için Yesrib'te durmak yoktur, kâfir olarak dönün ki, orada ikametiniz mümkün olsun.

"Onlardan bir bölük de Peygamberden izin istiyordu” geri dönmek için "evlerimiz açıktır, diyorlardı” sağlam değildir, avret lâfzı aslında çatlak, yarık demektir. Bunun aviret'ten tahfif edilerek avret olması da câizdir ki, aviretüd daru deyiminden gelir, ev açık olmaktır. Böyle (aviretün) de okunmuştur.

"Hâlbuki onlar açık değildir” bilâkis sağlamdır.

"Onlar sadece kaçmak istiyorlar” başka değil savaştan kaçmak istiyorlar.

14

 Eğer üzerlerine çevrelerinden girilse, sonra da onlardan fitne çıkarmaları istense, elbette bunu verirler ve onda da ancak pek az kalırlardı.

 (Eğer üzerlerine girilse) Medîne'ye yahut evlerine girilse "çevrelerinden” etrafından, duhiiet'in naib-i fâili hazf edilmiştir, bu da şunu îma etmek içindir ki, bu hiziplerin girişi ile bunlardan başka askerlerin girmesi sonuç bakımından birdir.

"Sonra da onlardan fitne çıkarmaları istense” dinden dönmeleri ve Müslüman'larla savaşmaları (bunu verirlerdi) Hicazlı iki kurra kasr ile (medsiz, leetevha) okumuşlardır ki, o işe gelir ve onu yaparlardı demek olur.

"Onda da ancak pek az kalırlardı” fitnede yahut onu vermede. Soru cevap süresi kadar kalırlardı.

Şöyle de denilmiştir: Mürtet olduktan sonra Medîne'de ancak kısa bir süre kalırlardı.

15

 Yemin olsun, gerçekten daha önce arkalarım dönmeyeceklerine dâir Allah'a söz vermişlerdi. Allah'ın sözü ise mesuldür (sorumluluğu mûciptir).

"Yemin olsun, gerçekten daha önce arkalarını dönmeyeceklerine dâir Allah'a söz vermişlerdi” bundan Harise oğullarını kast ediyor ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e Uhut'ta bozuldukları zaman bir daha böyle bir şey yapmayacaklarına dâir söz vermişlerdi.

"Allah'ın sözü ise sorumluluğu mûciptir” yerine getirmeyi ve sonucuna katlanmayı.

16

 De ki: Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçarsanız. Kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde ancak pek az faydalanacaksınız.

"De ki: Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçarsanız kaçmak size asla fayda vermeyecektir” çünkü her nefis için ya eceliyle ölme ya da kadere ve kalemin (alın) yazısına uygun olarak belli bir öldürülme vardır.

"O takdirde ancak pek az faydalanacaksınız” yani misal olarak kaçmak size fayda verse de bu gecikmeden yararlansanız, bu ancak az yahut kısa bir yararlanma olacaktır.

17

 De ki:

"Sizi Allah'tan kim koruyacak, eğer size bir kötülük etmek isterse yahut size rahmet etmek isterse?” Kendileri için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlar.

"De ki:

"Sizi Allah'tan kim koruyacak, eğer size bir kötülük etmek isterse yahut size rahmet etmek isterse?” yani size bir musibet vermek veyahut rahmet etmek isterse demektir ki, sözde kısaltma yapılmıştır, Meselâ:

Kılıç ve mızrak kuşanmış olarak

Sözünde olduğu gibi (kılıç kuşanmış, mızrak taşıyarak demektir).

Ya da ikinci cümle (ev erade biküm rahmeten) birinciye (erade biküm suen'e) atfedilmiştir; çünkü ismet maddesinde de men etme manası vardır.

"Kendileri için Allah'tan başka ne bir dost bulamayacaklardır” menfaati dokunacak bir dost "ne de bir yardımcı” onlardan sıkıntıyı def edecek bir yardımcı.

18

 Allah içinizden (insanları) engelleyenleri ve kardeşlerine.

"Bize gelin” diyenleri muhakkak biliyor. Onlar savaşa ancak pek az gelirler / yanaşırlar.

"Allah içinizden insanları engelleyenleri muhakkak biliyor” İnsanları Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den geri koyanları ki, onlar da münâfıklardır.

"Ve kardeşlerine diyenleri” Medîne'de oturanlardan (bize gelin) bize yaklaşın, diyenleri. Helümme'nın aslı En'âm sûresinde anlatılmıştır.

"Onlar savaşa ancak pek az gelirler” ancak pek az yahut pek az zaman veyahut pek az savaşa gelirler, demektir. Çünkü onlar çürük mazeret ileri sürer ve mümkün olduğu kadar insanları engellerler ya da mü'minlerle beraber çıkarlar ancak pek az savaşırlar "ancak pek az savaşırlar” (Ahzab: 20) âyeti gibi.

Şöyle de denilmiştir: Bu, onların sözünün devammdandır, manası da şöyledir: Muhammed'in ashâbı ahzapla (birleşik ordularla) savaşa gelmezler, onlara ancak pek az mukavemet ederler.

19

 Size karşı pek cimriler olarak. Korku geldiği zaman onların sana ölümden bayılan gibi gözleri dönerek battıklarını görürsün. Korku gidince de sizi sivri dilleriyle incitirler. Hayra karşı pek cimriler olarak. İşte onlar îman etmediler; Allah da onların amellerini boşa çıkardı. Bu da Allah'a kolaydır.

"Size karşı pek cimriler olarak” yardımınızda ya da Allah yolunda harcamada yahut zaferde veyahut ganimette pek cimriler demektir. Eşihhaten şahih'in çoğuludur, nasbi da ye'tune yahut muavvikıyne'deki fâilden hâl olmak iledir ya da zem ile (ezümmü fiili ile) dir.

"Korku geldiği zaman onların sana baktıklarını görürsün, gözleri döner” gözbebekleri döner "bayılan gibi” bayılanın bakması gibi yahut gözünün dönmesi gibi ya da ona benzer vaziyette ya da gözüne benzeyerek bakarlar "ölümden” ölüm sarhoşluğundan dolayı, korktukları yahut sana sığınmak için.

"Korku gidince” ganimetler ortaya dökülünce "sizi incitirler” sizi döverler "sivri dilleriyle” dil uzatır, ganimet isterler. Selk maddesi zorla eli yahut dili uzatmaktır.

"Hayra karşı pek cimriler olarak” eşihhaten hâl olarak yahut zem ile mensûbtur. Ref ile eşihhatün okunması da bunu destekler, tekrar değildir; çünkü ikisinden her biri bir açıdan kayıtlıdır (ayrıdır). "İşte onlar îman etmediler” ihlâsla "Allah da amellerini boşa çıkardı” bâtıl olduğunu gözler önüne serdi; çünkü onların amelleri yoktur ki, bâtıl olsun ya da suni olarak yaptıklarını ve münâfıklıklarını iptal etti demektir.

"Bu da” iptal etmek de "Allah'a kolaydır” basittir, çünkü irâdesi ona taalluk etmiştir, ona engel bir şey de yoktur.

20

Düşman birliklerini gitmedi zannederler. O birlikler gelirse, isterler ki, bedevîlerin arasında çölde bulunsunlar da haberlerinizi sorsunlar. Eğer içinizde olsalardı ancak pek az savaşırlardı.

"Düşman birliklerini gitmediler zannederler” yani onlar korkaklıklarından birliklerin yenilmediğini zannederler, hâlbuki yenilmişlerdir. Medîne'nin içine koşarlar.

"O birlikler gelirse” ikinci kez dönerlerse "isterler ki, bedevîler arasında çölde bulunsunlar” çöle çıkıp bedevîler arasında olmayı temenni ederler "sorarlar” Medîne tarafından her gelenden "haberlerinizi” başınızdan geçen macerayı.

"Eğer içinizde olsalardı” bu sefer de, Medîne'ye dönmeselerdi ve savaş da olsa idi "ancak pek az savaşırlardı” gösteriş için ve ayıplanmaktan korktukları için.

21

Yemin olsun, gerçekten sizin için; Allah'ı ve âhiret gününü umup Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûlünde güzel örnek vardır.

"Yemin olsun, gerçekten sizin için Allah'ın Resûlünde güzel bir örnek vardır” güzel bir haslet vardır ki, uyulmaya değer. Meselâ savaşta sebat etmek ve zorluklara dayanmak gibi ya da o bizzat önderdir, örnek almaya değer, Meselâ miğfer yirmi men'dir (bir ölçek) sözü gibi ki, o, demir olarak o kadardır demektir. Âsım hemzenin zammı ile (üsvetün) okumuştur ki, o da lügattir.

"Allah'ı ve âhiret gününü umanlar için” yani Allah'ın sevabını yahut ona ve âhiret nimetine kavuşmayı ya da Allah'ın günlerini ve özellikle âhiret gününü demektir.

Şöyle de denilmiştir: Bu, ercu zeyden ve fadlahu (Zeyd'i ve ihsanını umuyorum) sözü gibidir; çünkü âhiret günü de hüküm itibarı ile onlara dahildir. Recanın umuda da korkuya da ihtimali vardır. Limen kâne kavli de haseneten'e mütealliktir ya da onun sıfatıdır (kâinetün limen demektir). Leküm'den bedel olduğu da söylenmiştir. Çoğunluk muhatap zamirinden bedel olmayacağı görüşündedir.

"Ve Allah’ı çok zikredenler için” umut ile taâta devama götüren çok zikri birlikte vermesi, Resûlüllah'ı örnek almak isteyenin de öyle olmasındandır.

22

Mü'minler o birlikleri görünce:

"İşte bu, Allah ve Resûlünün bize vaadettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söyledi” dediler ve bu, onların ancak îman ve teslimiyetlerini artırdı.

"Mü'minler o birlikleri görünce:

"İşte bu, Allah ve Resûlünün bize vaadettiği şeydir” dediler". Allahü teâlâ şu sözü ile vaadetmişti:

"Sizden öncekilerin misali size de gelmedikçe cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” (Bakara: 214). Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’-sselâm da şu sözü ile vaadetmişti: Düşman birlikleri toplanmakla durum daha da şiddetlenecektir, sonuç sizin lehinize olacaktır. Ve şöyle buyurmuştur: Onlar dokuz yahut on gün sonra geri döneceklerdir. Hamze ile Ebû Bekir ra'rün kesri ve hemzenin fethi ile okumuşlardır (riy'e, maksat ra'nın imâle edilip hemzenin edilmemesidir). "Allah ve Resûlü doğru söyledi” Allah ve Resûlünün verdikleri haber doğru çıktı ya da zafer ve sevap hakkında dedikleri doğru çıktı, nitekim imtihan hususunda da dedikleri doğru çıkmıştı. Allah lâfzının açık söylenmesi ta'zîm içindir. (Bu artırmadı) zade fiilinin zamiri onların gördükleri şeye ya da büyük olaya veyahut belaya râcidir.

"Ancak îmanlarını artırdı” Allah'a ve vaatlarma îmanlarını "ve teslimiyetlerini” emirlerine ve takdirlerine teslimiyetlerini artırdı.

23

Mü'minlerden birtakım erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi adağını yerine getirdi; kimi de beklemektedir. Asla değiştirmediler.

"Mü'minlerden birtakım erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar” Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ile beraber sebat etmek ve dini yüceltmek için savaşmakla. Bu da "sadakani” sözünden gelir ki, doğru söylemektir. Çünkü söz veren kimse sözünü yerine getirirse, onda doğru konuşmuş olur.

"Onlardan kimi adağını yerine getirdi” ölünceye kadar savaşmakla, Meselâ Hamza, Mûsab bin Umeyr ve Enes bin Nadr gibi. Âyette geçen nahb adak demektir, istiare yolu ile ölüm için kullanılmıştır. Çünkü ölüm de adak gibidir, her canlının yerine getirmesi lâzım olan bir şeydir.

"Onlardan kimisi beklemektedir” şehitliği, Osman ve Talha radıyallahü anhumu gibi.

"Değiştirmediler” sözü de başkasını da "ama hiç değiştirmediler” hiçbir şekilde.

Rivâyete göre Talha, Uhut savaşında Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in yanından hiç ayrılmadı, sonunda eli kesildi. Aleyhis-salâtü ves-selâm: Talha cenneti hak etti, dedi. Bu ifadede münâfıkların ve kalpleri hasta olanların değiştireceklerine îma vardır.

24

Allah doğruları doğrulukları ile mükâfatlandırsın yahut dilerse münâfıklara azâp etsin yahut tevbelerini kabul etsin diye. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

"Allah doğrulan doğrulukları ile mükâfatlandırsın yahut dilerse münâfıklara azâp etsin yahut tevbelerini kabul buyursun diye” bu da Âyetin açıkça söylediğinin de üstü kapalı söylediğinin de gerekçesidir. Sanki münâfıklar sözlerini değiştirmekle kötü sonucu istemiş gibiler, nitekim mü'minler de sebat etmek ve vefa göstermekle iyi sonucu istemiş gibiler. Tevbelerinin kabulü de tevbe etmelerine bağlıdır ya da bundan tevbeye muvaffak kılınmalarını murat etmiştir.

"Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” tevbe edenleri.

25

Allah, kâfirleri bir hayır elde etmeden geri çevirdi. Allah savaşta mü'minlere yetti. Allah pek güçlüdür, mutlak gâlibtir.

"Allah kâfirleri geri çevirdi” yani birleşik orduları demektir "öfkeleri ile” öfkeli vaziyette "bir hayır elde etmeden” zafer kazanmadan. Biğayzıhim ile lemyenalu ikisi de hâldirler ya İç içe ya da arka arkaya.

"Allah savaşta mü'minlere yetti” rüzgâr ve meleklerle "Allah pek güçlüdür” dilediğini yerine getirmeye,

"mutlak gâlibtir (azîzdir)her şeyi mağlup eder.

26

Onlara arka çıkan kitap ehlini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü. Bir kısmını öldürüyor ve bir kısmını esir alıyorsunuz.

"Onlara yardım edenleri indirdi” birleşik ahzap ordularına yardım edenleri "kitap ehlinden” Kurayza oğullarından "kalelerinden indirdi” sayasıy, sıysa'nın çoğuludur, korunak demektir. Bunun içindir ki, öküzün ve geyiğin boynuzuna ve horozun mahmuzuna sıysa denir.

"Ve kalplerine korku düşürdü” ra'nın zammı ile ru'b da okunmuştur.

"Bir kısmım öldürüyor ve bir kısmını da esir alıyorsunuz” sin'in zammı ile ve te'sirune okunmuştur.

Rivâyete göre Cebrâîl aleyhisselâm birleşik orduların yenildiği gecenin sabahında Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi: Zırhını çıkardın mı, melekler silâhı çıkarmadılar. Allah Kurayza Yahûdîlerinin üzerine yürümeni emrediyor. Ben onlara doğdu gidiyorum. İnsanlara ilan et, ikindiyi Kurayza oğulları toprağının dışında kılmasınlar, dedi. Efendimiz onları yirmi bir gün yahut on beş gün muhasara etti, kuşattı. Sonunda dayanamadılar, Efendimiz onlara: Benim kararımı kabul eder misiniz, dedi? Onlar da etmediler. Sa'd bin Muaz'ın kararını kabul eder misiniz, dedi? Onlar da râzı oldular. Sa'd de savaşanların öldürülmelerine, çocukların ve kadınların esir edilmelerine karar verdi. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem tekbir getirdi: Yedi kat göklerin üzerinden Allah'ın hükmü ile karar verdi, dedi! Onlardan altı yüzünü öldürdü, yedi yüzünü de esir etti.

27

Yerlerine, yurtlarına, mallarına ve oraya ayak basmadığınız yere sizi mirasçı etti. Allah her şeye kâdirdir.

"Sizi mirasçı etti, yerlerine” çiftliklerine,

"yurtlarına” kalelerine "mallarına” paralarına, davarlarına ve ev eşyalarına.

Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz onların tarlalarını Muhâcirlere verdi, Ensâr bu hususta dedikodu yaptılar, o da: Sizler yurtlarınızdasınız, dedi. Hazreti Ömer radıyallahü anh Bedir'de yaptığın gibi beşe bölmeyecek misin, dedi? O da: Hayır, bunu kendime özel olarak ayırdım, dedi.

"Ve ayak basmadığınız yere sizi mirasçı kıldı” Meselâ İran ve Rumeli gibi. Hayber denilmiştir, kıyâmete kadar fethedilecek bütün topraklar da denilmiştir.

"Allah her şeye kâdirdir” buna da kâdirdir.

28

Ey Peygamberim, eşlerine de: Eğer siz dünya hayatını ve süsünü istiyor idiyseniz, gelin, size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce salıvereyim.

"Ey Peygamberim, eşlerine de: Eğer siz dünya hayatını istiyorsanız” dünyada bolluk ve refah istiyorsanız "ve süsünü istiyorsanız” yaldızlarını "gelin, size boşanma bedellerinizi vereyim” size müt'a vereyim "ve sizi güzelce salıvereyim” zarar vermeden ve kural dışına çıkmadan.

Rivâyete göre onlar süslü elbiseler ve fazla nafaka istediler, âyet bunun üzerine indi. O da Âişe radıyallahü anha'dan başladı; o da Allah ve Resûlünü tercih etti. Sonra diğerleri de aynısını tercih ettiler. Allah da bundan râzı oldu ve "bundan sonra sana hiçbir kadın helâl değildir” (Ahzab: 52) ayetini indirdi. Salıvermenin kadınların isteklerine bağlanması ve bunun Peygamber'i istemelerine alternatif kılınması, şunu gösterir ki, böyle serbest bırakılan bir kadın kocasını tercih ederse boşanmaz. Zeyd, Hasen, Mâlik ve bir rivâyette de Ali buna muhalefet eder. Hazreti Âişe'nin: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bizi serbest bıraktı; biz de onu seçtik, bunu da talak saymadı, sözü de bunu gösterir. Müt'anın onun sonucu olan serbest bırakmaya takdim edilmesi kerem ve güzel ahlâkı çağrıştırır.

Şöyle de denilmiştir: Çünkü ayrılık kadınların isteğine bağlanmıştı. Sanki serbest bırakılan kadın kendini tercih etmiş gibi olur. Çünkü bu bize göre bir ric'î talaktır, Hanelilere göre ise bir bain talaktır. Bunun duhul edilen kadın hakkında vâcip olmasında ihtilâf edilmiştir ki, burada ona delâlet eden bir şey yoktur. Yeni söz başı olarak ref ile ümettiukünne ve üserrihukünne de okunmuştur.

29

Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyor idiyseniz, şüphesiz Allah içinizden iyilik edenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

"Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyor idiyseniz, şüphesiz Allah içinizden iyilik edenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır". Öyle büyük bir mükâfat ki, yanında dünya ve dünyanın süsü hiç kalır. Minkünne'deki min beyan içindir, çünkü onların hepsi iyi hanımefendilerdir.

30

Ey Peygamberin hanımları, sizden kim apaçık bir edepsizlik ederse, onun azâbı iki kattır. Bu da Allah'a kolaydır.

"Ey Peygamberin hanımları, sizden kim bir edepsizlik yaparsa” büyük bir kötülük yaparsa "apaçık” çirkinliği açık demektir ki, bu da İbn Kesîr ile Ebû Bekir'in kırâatlarma göredir. Diğer kurralar ye'nin kesri ile (mübeyyinetin) okumuşlardır.

"Onun azâbı iki kat katlanır” diğer emsallerinin iki katı olur. Çünkü o gibilerin günahı daha çirkindir. Çirkinliğinin fazlalığı günah işleyenin faziletine tabidir. Bunun içindir ki, hürün cezası kölenin cezasının iki katıdır. Peygamberler başkalarının itap edilmediği şeylerden dolayı itaba maruz kalmışlardır. Basralı iki kurra meçhul kalıbı ile azâp da Merfû' olarak yud'afu okumuşlardır. İbn Kesîr ile İbn Âmir nûn ve malum kalıbı ile azâbı da mensûb okumuşlardır.

"Bu da Allah'a kolaydır” onların Peygamberin eşleri olması azaplarının katlanmasına mani değildir. Nasıl olur ki, eşleri oldukları için katlanmıştır.

31

Sizden kim Allah'a ve Resûlüne itâat eder ve iyi iş yaparsa, ona mükâfatını iki defa / iki kat veririz. Ve onun için hoş bir rızık hazırladık.

"Sizden kim itâat ederse” taâta devam ederse "Allah'a ve Resûlüne” belki de Allah'ın zikredilmesi ta'zîm içindir ya da "iyi iş yaparsa ona mükâfatını iki defa veririz” kavlinden dolayıdır. Bir defa taattan dolayı, bir defa da kanaat etmek ve güzel geçinmekle Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in rızâsını aramaktan dolayı. Hamze ile Kisâî ye ile ya'mel okumuşlardır ki, men lâfzını dikkate almışlardır ve yü'tiha da okumuşlardır ki, zamir Allah ismine gider.

"Ve onun için hoş bir rızık hazırladık” cennette, ecrinden fazla olarak.

32

Ey Peygamberin hanımları, sizler sakınırsanız, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Öyleyse sözü yumuşak söylemeyin; sonra kalbinde hastalık olan umut eder. Ve iyi bir söz söyleyin (normal konuşun).

"Ey Peygamberin hanımları, sizler kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz” ahad'in aslı vahad'dir, o da vâhid (bir) manasınadır. Sonra genel manada olumsuzluk için kullanıldı. Onda erkek, dişi, tekil ve çoğul birdir.

Mana da şöyledir: Sizler fazilet bakımından kadınlar topluluğu arasında herhangi bir topluluk gibi değilsiniz.

"Eğer sakınırsanız” Allah'ın hükmüne ve Resûlünün rızasına muhalefet etmekten.

"Öyleyse sözü yumuşak (kırıtarak) söylemeyin” erkekleri şüpheye düşüren kadınlar gibi eğilerek bükülerek konuşmayın.

"Sonra kalbinde hastalık olan umut eder” yani kötülük olan demektir. Cezm ile ve menhi fiilin üzerine atf edilerek meczum (feyatma') da okunmuştur ki, onlar kırıtarak konuşmaktan men edildikten sonra kalbinde hastalık olan da men edilmiş olur.

"Ve normal konuşun” güzel ve şüphe uyandırmayacak şekilde konuşun.

33

Evlerinizde oturun ve cahiliye açılması gibi açılmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a ve Resûlüne itâat edin. Allah ancak sizden, ey ehlibeyt, kiri gidermek ve sizi tertemiz etmek istiyor.

 (Evlerinizde oturun) bu vakara yakıru yahut karre yekırru'dan gelir ki, (

ikinciye göre) ikrirne'nin birinci ra'sı hazf edilmiş ve kesresi de kafa nakledilmiş olur, vâsıl hemzesine de gerek kalmaz. Nâfi' ile Âsım'ın fetha ile (karne) okuyuşları da bunu teyit eder. Bu da karirtü ekırrü'den gelir ki, bu da lügattir. Kare yekaru'dan gelmesi de muhtemeldir ki, toplanmak manasınadır.

"Açılmayın” kibirli yürümeyin "ilk cahiliye açılması gibi” eski cahiliye dönemindeki kadınlar gibi açılmayın. Bunun Âdem'le Nûh arası olduğu söylenmiştir. İbrâhîm aleyhisselâm’ın doğduğu zamanlar olduğu da söylenmiştir ki, o zaman kadın incili fistan giyer, yolun ortasında yürür, kendini erkeklere gösterirdi. Son cahiliye de Îsa ile Muhammed arasındaki cahiliyedir, o ikisine selâm olsun.

Şöyle de denilmiştir: İlk cahiliye İslâm'dan önceki küfür cahiliyesidir, son cahiliye de İslâm dönemindeki faşıklık cahiliyesidir. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'ın Ebudderda radıyallahü anh'e: Sende cahiliye kokusu vardır, sözü de bunu destekler. O da: Küfür cahiliyesi mi yoksa İslâm cahiliyesi mi dedi? O da: Hayır, küfür cahiliyesi, dedi.

"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a ve Resûlüne itâat edin” size emrettiği ve sizi men ettiği diğer şeylerde.

"Allah ancak sizden kiri gidermek istiyor” ırzınızı kirleten pisliği demektir ki, bu da yeni söz başı olarak onlara yapılan emrin ve yasağın gerekçesidir. Bundan dolayı da hüküm genel verilmiştir.

"Ehlel beyt” bu da nida yahut medih olarak mensûbtur (emdehu). "Sizi temizlemek istiyor” günahlardan "ve tertemiz etmek istiyor” rics lâfzının istiare yolu ile günah için kullanılması ve temizlemenin de terşih yapılması günahlardan nefret ettirmek içindir. Şiilerin ehlibeyti Fatıma, Ali ve iki oğulları ile özdeştirmesi şundan dolayıdır; çünkü aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz bir sabah erkenden çıktı, üzerinde siyah kıldan dokunmuş ve deve semeri resimleri olan başına bir izar vardı. Fatıme geldi, onu izarın içine aldı, sonra Ali geldi, onu da içine aldı, sonra Hasan ile Hüseyin radıyallahü anhuma geldi, onları da içine aldı, sonra da: Ey ehlibeyt, Allah sizden ancak kiri gidermek istiyor, dedi. Bunu onların masum (günahsız) olduklarına ve icmalarmm da hüccet (delil) olduğuna delil getirmek zayıftır. Çünkü genel manayı böyle özelleştirmek Âyetin başına ve sonuna (bağlamına) uygun değildir. Hadis de onların ehlibeytten olduklarını gerektirir, başkalarının ondan olmadığı sonucunu vermez.

34

Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini hatırlayın. Şüphesiz Allah, lütuf sâhibidir, her şeyden haberdardır.

"Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın” bu iki şeyi bir araya getiren kitaptan okunanları demektir ki, bu da Allah'ın onlara olan nimetini hatırlatmadır. Şöyle ki, onları peygamberlik evininin ve vahyin indiği yerin halkından kılmıştır. Vahyin şiddetini müşahede etmeleri de îmanlarını ve taâta hırslarını artıran şeylerdendir. Bunu da yasaklardan sakınmaya ve mükellef kılındıkları şeyleri yerine getirmeye teşvik etmek için yapmıştır.

"Şüphesiz Allah, lütuf sâhibidir” dini ıslah eden şeyleri bilir ve onları idare eder. Bunun içindir ki, sizi seçimde serbest bıraktı ve size öğüt verdi.

Ya da peygamberliğe kimin uygun olduğunu ve kimin ehlibeytten olmaya lâyık olduğunu bilir demektir.

35

Şüphesiz Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, itâat eden erkekler ve itâat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını muhafaza eden erkekler ve muhafaza eden kadınlar ve Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar, (işte) onlar için Allah bir bağışlama ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

"Şüphesiz Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar” barışa giren ve Allah’ın hükmüne boyun eğenler "mü'min erkekler ve mü'min kadınlar” tasdik edilmesi gereken şeyi tasdik edenler,

"itâat eden erkekler ve itâat eden kadınlar” taâta devam edenler,

"sadık erkekler ve sadık kadınlar” sözde ve işte "sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar” taâta ve günahlardan kaçınmaya "mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar” kalpleri ve organlarıyla uysal davrananlar "sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar” mallarında vâcip olan hakkı yerine getirenler,

"oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar” farz orucu tutanlar "namuslarını muhafaza eden erkekler ve muhafaza eden kadınlar” haramdan "ve Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar” kalpleri ve dilleriyle "işte Allah onlar için bir bağışlama hazırlamıştır” yaptıkları günahlar için, çünkü onlar bağışlanmıştır.

"Ve büyük bir mükâfat” taatlarma karşılık. Âyet Peygamber hanımları ve emsalleri için taatlarından ve bu hasletlerle donanmalarından dolayı büyük bir vaattir.

Rivâyete göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in hanımları: Ya Resûlallah, Allah Kur'ân'da erkeklerden hayırla bahs ediyor, bizim ise onunla anılacağımız bir hayır yoktur, dediler; âyet bunun üzerine indi.

Şöyle de denilmiştir: Peygamber hanımları hakkında inenler inince, Müslüman kadınlar: Bizim hakkımızda bir şey inmedi, dediler; âyet bunun üzerine indi. Dişilerin erkeklere atfı iki cinsin farklı olmasındandır ki, bu da zorunludur. Kadın sıfatlarının erkek sıfatlarına atfı da sıfatların değişik olmasındandır, bu da zorunlu değildir. Bunun içindir ki,

"Müslüman kadınlar mü'min kadınlar” (Tahrim: 5) ifadesinde atıf edâtı terk edilmiştir. Atfm faydası; onlara bu şeylerin (bağışlanma ve büyük mükâfatın) hazırlanması, bu sıfatları kendilerinde toplamak olduğunu göstermek içindir.

36

Allah ve Resûlü bir şeye hükmettiği zaman, ne mü'min erkek, ne de mü'min kadın için, işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, gerçekten apaçık bir sapıklığa düşmüştür.

"Ne mü'min bir erkek, ne de mü'min kadın için".

"Allah ve Resûlü bir şeye hükmettiği zaman” yani Allah'ın Resûlü karar verdiği zaman demektir. Allah'ın zikredilmesi, Resûlünün işini büyütmek ve onun kararının Allah'ın kararı olduğunu akla getirmek içindir. Çünkü bu karar, Peygamberin halası Ümeyme bint Abdülmuttalib'in kızı Zeynep bint Cahş hakkında indi. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem onu Zeyd bin Harise'ye istedi; o da kardeşi Abdullah da kabul etmediler. Bunun Ümmü Gülsüm bint Ukbe hakkında indiği de söylenmiştir ki, o, kendini Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e bağışladı; o da onu Zeyd ile evlendirdi.

"Onlar için işlerinde seçme hakkı yoktur” bilâkis kendi seçimlerini Allah ve Resûlünün seçimine uydurmaları gerektir. Hiyere seçilen şey demektir. Birinci zamirin (lehüm) çoğul olması mü'min erkekle mü'min kadının olumsuz şekilde verilmesinden dolayı genellik ifade etmesindendir; ikincisinin (emrinim) çoğul olması ise Peygamberi (yahut Allahü teâlâ ile Peygamberi) ta'zîm içindir. Kûfelilerle Hişâm ye ile en yekune okumuşlardır.

"Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, gerçekten apaçık bir sapıklıkla sapmıştır” doğrudan açıkça sapmıştır.

37

Hatırla o zamanı ki, sen, Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimet verdiğin o kimseye (Zeyd'e): "Eşini üzerinde (nikâhında) tut ve Allah'tan kork” diyordun. İçinde bir şey gizliyordun ki, Allah onu açığa çıkaracaktı ve insanlardan korkuyordun. Halbuki korkmana en haklı olan Allah'tır. Zeyd ondan (kadından) ihtiyacını bitirince, onu sana zevce kıldık ki, evlatlıkları onlardan (kadınlarından) ihtiyaçlarını bitirdikleri zaman mü'minlerin üzerine bir sıkıntı olmasın. Allah'ın emri yapılmış / yerine getirilmiştir.

"Hatırla o zamanı ki, sen Allah'ın nimet verdiği kimseye diyordun” onu İslâm'a muvaffak kılmak ve seni de onu azat edip gözden yapmana muvaffak kılmakla "senin de nimet verdiğin” Allah'ın seni muvaffak kıldığı şeyle ki, o da Zeyd bin Harise'dir "eşini üzerinde tut” diyordun, o da Zeynep'tir. Olay şöyle gelişmiştir: Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz onu Zeyd'le evlendirdikten sonra gördü, aklına bir şeyler geldi: Sübhanallah (Allah'ı tenzih ederim) o kalpleri evirir çevirir, dedi. Zeynep de bu teşbihi duydu; bunu Zeyd'e anlattı. Zeyd de durumu kavradı ve onunla bir arada olmak istemedi. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi: Ben, yastık arkadaşımdan ayrılmak istiyorum, dedi. O da: Ondan şüphe edecek bir şey mi gördün, dedi? O da: Hayır vallahi, ondan iyilikten başka bir şey görmedim, ancak o, eşraftan olduğu için bana dikleniyor, dedi. O da: Zevceni nikahında tut ve "Allah'tan kork” dedi. Zarar vermek ve kibirlenmesini bahane ederek onu boşama.

"İçinde bir şey gizliyordun ki, Allah onu açığa çıkaracaktı” o da Zeyd onu boşadığı takdirde onunla nikâhlanmaktı ya da onu boşama isteği idi.

"Ve insanlardan korkuyordun” seni bu konuda ayıplamalarından.

"Halbuki korkmana en haklı olan Allah'tır” eğer korkulacak bir şey varsa. Vallahu'daki vâv hâl içindir. Sitem yalnız içinde gizlediği şey için değil, bilâkis insanların dedikodularından korktuğu için gizlemesinden ve içinde sakladığına ters bir şeyi açıklamasındandır. Çünkü bu gibi şeylerde en iyisi susmaktır ya da işi Rabbine bırakmaktır.

"Zeyd ondan ihtiyacını bitirince” öyle ki, ondan bıkıp da ona ihtiyacı kalmadığı için onu boşaymca ve iddeti de bitince "onu sana zevce kıldık". İhtiyacı görmenin boşamaktan kinaye olduğu da söylenmiştir, Meselâ sana ihtiyacım yok gibi. Zevvectükeha da okunmuştur ki, mana onunla evlenmesini emretmek yahut akit yapmadan onu zevcesi kılmaktır. Şu da onu teyit eder ki, Zeynep, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in diğer kadınlarına: Benim nikahımı Allah kıydı, sizi ise velileriniz evlendirdi, derdi.

Şöyle de denilmiştir: Ona Resûlüllah adına dünür giden de Zeyd idi, bu ise büyük bir imtihandır ve îmanının kuvvetine şahittir.

"Evlatlıkları onlardan (kadınlarından) ihtiyaçlarını bitirdikleri zaman mü'minlerin üzerine bir sıkıntı olmasın” bu da zevce kılmanın gerekçesidir. Bu şunu da göstermektedir ki, o da özel bir delil olmadıkça Peygamber de ümmetle aynı hükme tabidir.

"Allah'ın emri oldu” istediği emri "yerine getirilmiş oldu” mutlaka yerine getirilmiş, nitekim Zeynep'le evlendirme emri de öyle olmuştur.

38

Allah'ın ona farz kıldığı şeylerde Peygamberin üzerine bir zorluk yoktur; tıpkı Allah'ın önceden geçenlerdeki sünneti gibi. Allah'ın emri yerine getirilmiş bir kaderdir.

"Allah'ın ona farz kıldığı şeylerde Peygamberin üzerine bir zorluk yoktur” ona kısmet ve takdir ettiği şeyde, bu da furida lehu fiddivani (deftere yazılıp maaşa bağlandı) deyiminden gelir. Askerler için söylenen farz tabiri de bundandır ki, erzakı (tayını) belli olmaktır.

"Sünnetallahi” Allah bunu bir adet kıldı demektir.

"Önceden geçen milletlerde” peygamberlerde, bu da onlara mubah kıldığı şeylerde sıkıntının olmamasıdır.

"Allah'ın emri yerine getirilmiş bir kaderdir” hükme bağlanmış ve kesinleştirilmiştir.

39

O peygamberler ki, Allah'ın sözlerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar. Allah'tan başkasından korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter.

"O peygamberler ki, Allah'ın sözlerini tebliğ ederler” bu da geçen kimselerin sıfatıdır ya da onların methidir. Mensûb yahut merfû’dur. Risaletallahi şeklinde tekil olarak da okunmuştur.

"Ondan korkarlar, Allah'tan başkasından korkmazlar” bu da yukarıda açıkça söyleneni (en çok Allah'tan korkman lâzımdır) üstü kapalı şekilde ifade etmektedir.

"Hesap görücü olarak Allah yeter” korkulara yetici olarak ya da hesap görücü olarak; o sebeple ancak ondan korkulmalıdır.

40

Muhammed, erkeklerinizden bir kimsenin babası değildir, ancak Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

"Muhammed, erkeklerinizden bir kimsenin babası değildir” gerçek manada, öyledir, o sebeple onunla o biri arasında baba ile oğul arasındaki hürmet-i müsahere (akrabalık dolayısıyla nikah yasağı) vb. gibi şeyler sâbit olmaz. Tahir, Kasım ve İbrâhîm'in babası olması bu kuralın genelliğine bir zarar vermez, çünkü onlar erkekler gibi buluğ çağma varmadılar. Eğer varsalardı yine de onun erkekleri olurdu, Ötekilerin değil.

"Ancak Allah'ın Resûlüdür” her peygamber ümmetinin babasıdır, bu da mutlak değil, onlar için şefkatli, iyiliklerini isteyen biri olması, onların da ona hürmet ve itâat etmeleri gerekmesi bakımındandır. Zeyd de onlardandır, ikisi arasında doğum ilişkisi yoktur. Merfû' olarak Resûlullahi şeklinde de okunmuştur ki, mahzûf mübtedanın haberi olur, Lakinne de şedde ile okunmuştur ki, haberi hazf edilmiş olur yani lakinne Resûlallahi men areftüm (ancak Allah'ın Resûlü bildiğiniz kimsedir) ve bildiğiniz gibi erkek evladı yaşamamıştır demektir. (Peygamberlerin sonuncusudur, onları mühürlemiştir).

Ya da Âsım’ın feth (hatem) okuyuşuna göre mühürdür demektir. Eğer onun buluğa eren bir oğlu olsa idi babasının şerefine binâen peygamberliğe lâyık olurdu. Nitekim aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz, İbrâhîm öldüğü zaman onun hakkında: Eğer yaşasaydı mutlaka peygamber olurdu, buyurmuştur. Kendinden sonra Îsa'nın gökten inmesi de bu duruma bir zarar vermez: çünkü o, indiği zaman Peygamberimizin dîninden olacaktır. Ayrıca bundan maksat son peygamber demektir ki, (Îsa ondan önce peygamber olmuştur). "Allah her şeyi hakkıyla bilendir” peygamberliği kimin mühürleyeceğini ve durumunun nasıl olacağını çok iyi bilir.

41

Ey îman edenler, Allah'ı çok zikredin.

Âyetin tefsiri için bak:42

42

Onu sabah akşam tesbih edin.

"Ey îman edenler, Allah'ı çok zikredin” her vakit ve her çeşit ona lâyık olan kutsama, hamd, Iailahe illallah ve övgülerle zikredin.

"Onu sabah akşam tesbih edin” özellikle gündüzün başında ve sonunda. Zikir için bu iki vaktin seçilmesi bunların diğer vakitlerden üstün olduğunu göstermek içindir. Çünkü bu ikisinde melekler şâhit olur. Zikirler arasından teşbihin ayrı olarak zikredilmesi de onun bu konuda esas olmasındandır. Bu iki fiilin (üzküru ile sebbihu'nûn) sabah ile akşama dönük olduğu (bu vakitlere kadar zikir ve tesbih edin demek olduğu) da söylenmiştir.

43

O ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet eder. Melekleri de. O, mü'minleri çok merhametlidir.

"O ki, size salât eder” rahmet ile "melekleri de” istiğfarla ve sizi ıslah edecek şeye önem vermekle. Bu salât ifadesinden müşterek mana kast edilmiştir ki, o da işinizin düzelmesine ve şerefinizin artmasına itina etmeleridir. Bu da dua manasına salât'tan gelir. Namazdan acımak ve manevî şefkat kast edilmiştir de denilmiştir ki, bu da şeklen bükülme anlamını içeren salât kökünden gelir, o da rüku ve secdedir. Meleklerin mü'minlere istiğfar ve duası onlara merhamet etmeleridir, özellikle o, rahmete sebeptir, çünkü onların duası makbuldür.

"Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için” küfür ve masiyetin karanlıklarından îman ve taatın nuruna.

"O, mü'minleri çok merhametlidir” o sebepledir ki, işlerinin düzelmesine ve itibarlarının artmasına irâde göstermiş ve bunun için en yakın meleklerini devreye sokmuştur.

44

Ona kavuştukları gün esenlik dilekleri selâmdır. Ve onlara kıymetli bir mükâfat hazırlamıştır.

 (Onların esenlik dilekleri) bu da mastarın mef'ulüne İzafesindendir, yani selamlanırlar demektir "ona kavuştukları gün” ölürken ya da kabirlerden çıkarlarken yahut cennete girerlerken "selâmdır” bu da bütün kötülük ve afetlerden selamet manasını haber vermektir.

"Ve onlara kıymetli bir mükâfat hazırlamıştır” o da cennettir. Belki de nazmın değişmesi (çünkü velehüm ecrün kerim, denecekti) âyet sonlarının tutması ve anlatılması en önemli olan şeyde mübalağa etmek içindir (çünkü bu, mükâfatın şimdiden hazır olup kendilerini beklediğini dile getirmektedir).

45

Ey Peygamberim, gerçekten biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

Âyetin tefsiri için bak:46

46

Allah'ın izni ile ona bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.

"Ey Peygamberim, gerçekten biz seni bir şâhit olarak gönderdik” gönderildiğin kimselerin seni tasdik ve yalanlamalarına, kurtuluş ve helâklerine şâhit. Bu da mukadder (ileride olacak) hâl’dir.

"Bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ve Allah’a davetçi olarak gönderdik” onu, birliğini ve sıfatlarından îman edilmesi gerekeni ikrara davetçi olarak "izni ile” kolaylaştırması ile. Kolaylaştırmaya izin denilmesi, onun sebeplerinden olmasındandır. Davetin onunla kayıtlanması da onun en zor şey lduğunu, ancak onun kutsal cenaplarının yardımı ile olacağını bildirmek içindir.

"Ve nûr saçan bir kandil olarak” cehalet karanlıklarını aydınlatan ve basiret nurlarının onun nurundan alındığı bir kandil olarak.

47

Mü'minleri, gerçekten kendilerine Allah'tan büyük bir lütuf olmakla müjdele.

"Mü'minleri, gerçekten kendilerine Allah'tan büyük bir lütuf olmakla müjdele” diğer ümmetlere karşı ya da amellerinin cezasına karşı. Belki de bu mahzûf bir şeye ma’tûftur, Meselâ, rakıb ahvale ümmetike (ümmetinin hâllerini denetle ve mü'minleri müjdele) gibi.

48

Kâfirlere ve münâfıklara itâat etme. Eziyetlerini bırak (aldırış etme) ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

"Kâfirlere ve münâfıklara itâat etme” bu da onu onlara muhalefete teşvik etmektedir.

"Eziyetlerini bırak” sana eziyetlerine aldırma, onunla ilgilenme ya da küfürlerine ceza olarak onlara eziyet etmeyi bırak demektir. Bunun içindir ki, bunun mensûh olduğu söylenmiştir.

"Allah'a tevekkül et” çünkü onlara karşı sana yeter.

"Vekil olarak Allah yeter” bütün hâllerinin vekili olarak. Belki de kusurdan uzan yüce Allah onu beş sıfatla niteleyince, her birine münasip bir hitapla karşılık vermiştir: Şahidin karşılığını zikretmemiştir, o da hâllerini denetlemektir, çünkü arkadan gelen onun açıklaması gibidir. Müjdeciye mü'minferi müjdelemekle, uyarıcıyı da kâfirleri denetlemekten men etmek ve eziyetlerine aldırış etmemekle, Allah'a davetçiyi de işini kolaylaştırmak ve ona tevekkül etmekle, nûr saçan kandili de onunla yetinmekle karşılık vermiştir. Çünkü Allah'ın bütün halkına karşı delil olarak nurlandırdığı kimse başkalarını bırakıp onunla yetinilmeye layıktır.

49

Ey îman edenler, mü'min kadınları nikahlayıp sonra da onları kendilerine dokunmadan bıraktığınız zaman, sizin için onların üzerinde sayacağınız bir iddet yoktur. Onları faydalandırın ve onları güzelce salıverin.

"Ey îman edenler, mü'min kadınları nikahlayıp sonra da onları kendilerine dokunmadan bıraktığınız zaman” dokunmadan cima etmeden demektir. Hamze ile Kisâî, elif, te'nin de zammı ile tümâssuhunne okumuşlardır.

"Sizin için onların üzerinde bir iddet yoktur” kadınların kendi başlarına bekleyecekleri bir iddet yoktur "sayacağınız” adedini tam sayacağınız demektir. Bu da adettüd derahime fateddeha (dirhemleri saydım, o da saydı) deyiminden gelir ki, kiltuhu fektalehu (ölçtüm, o da ölçtü) kavli gibidir.

Ya da (ta'tedduneha) teudduneha (sülasi) manasınadır. Saymayı erkeklere isnat etmesi, iddetin kocaların hakkı olduğunu göstermek içindir, nitekim "sizin için yoktur” ifadesi de bunu akla getirir. İbn Kesîr şeddesiz olarak tateduneha okumuştur ki, o zaman iki dal'dan birisi ye'ye çevrilmiş olur.

Ya da i'tidâ'dan gelmiş olur ki, haksızlık etmektir. Kelâmın zahiri sırf gerdeğe girmekle iddetin vâcip olmadığını gerektirir. Hüküm genel olduğu hâlde özellikle mü'min kadınlardan bahsedilmesi, mü'min erkeğin evlenmek için mü'min kadını seçmesi gereğine işâret içindir. Sümme (sonra) edatının kullanılması da boşamanın kadına dokunacak kadar gecikmesinin soya tesir edeceği gibi iddete de tesir edeceği ihtimalini ortadan kaldırmak içindir.

"Onları faydalandırın (onlara müt'a) verin” eğer mehir kesilmemişse; çünkü kesilmiş olursa onun yarısı vâcip olur, müt'a değil. Müt'a vermenin ikisini de içine alacak şekilde te'vil edilmesi de câizdir.

Ya da emri vücupla nedb arasında müşterek olarak te'vil etmek de câizdir. Çünkü mehri belirlenen kadına da müt'a vermek sünnettir.

"Onları salıverin” kadınları evlerinizden çıkarın; çünkü onların üzerinde sayacağınız bir iddet yoktur,

"güzel bir şekilde salıverin” zarar vermeden ve hakkını yemeden. Salıvermeyi sünnî talakla tefsir etmek câiz değildir; çünkü talaktan sonra gelmektedir (talaktan sonra salıvermek de anlamsızdır). Bir de zamir duhul edilmeyen kadına gitmektedir.

50

Ey Peygamberim, biz sana ücretlerini / mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana ganimet olarak verdiği şeylerden sağ elinin sahip olduğu cariyelerini ve amcanın kızlarını, dayının kızlarını, seninle beraber hicret eden teyzelerinin kızlarını ve bir kadın kendini Peygambere bağışlar da Peygamber de onu nikahlamak isterse, onu da, diğer mü'minlere değil, sana hâs olarak helâl kıldık. Zevceleri ve sağ ellerinin sahip olduğu şeyler hakkında onlara farz kıldığımız şeyleri gerçekten bilmiş bulunuyoruz. Tâ ki, sana bir zorluk olmasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

"Ey Peygamberim, biz sana ücretlerini verdiğin eşlerini helâl kıldık” ücretleri mehirleri demektir, çünkü mehir de teslim olmanın bedelidir. Helâl kılmanın mehri peşin vermekle kayıtlanması, helalliğin ona bağlı olmasından değil; bilâkis daha faziletlisini tercih etmek içindir. Meselâ cariyenin helâl olmasının:

"Allah'ın sana ganimet olarak verdiği şeylerden sağ elinin sahip olduğu cariyelerini” kavli ile esir alman cariye ile sınırlanması gibi. Çünkü satın alman cariyenin durumu ve macerası o kadar açık değildir.

"Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzenin kızlarını da sana helâl ettik” kavlinde akraba kadınlarını kendisiyle beraber hicret etmeye bağlamak da böyledir. Bu kadınların kendisine bu şartlarla helâl olmasının kendisine hâs olması da ihtimal dahilindedir. Ebû Tâlib'in kızı Ümmühani'nin şu sözü de bunu destekler: Beni Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem istedi; ben de özür diledim, o da özrümü kabul etti. Sonra da Allahü teâlâ bu âyeti indirdi. Ben ona helâl olmadım, çünkü onunla beraber hicret etmedim. Ben fetihten sonra serbest bırakılanlardan idim. (Ve bir kadın kendini Peygambere bağışlar da) mâkablinin tefsir ettiği bir fiille mensûbtur ya da geçen şeylere atıftır. İstikbal edâtı in ile kayıtlanması buna mani değildir, çünkü helâl kılmaktan kast edilen helâl olduğunu bildirmektir yani sana şunu bildirdik ki, bir kadın kendini sana bağışlar ve mehir de istemezse demektir. Eğer böyle bir şey lursa onu da helâl ettik demektir. Bunun içindir ki, imreeteen lâfzını nekire kılmıştır. Bunun olup olmamasında da ihtilâf edilmiştir. Kabul edenler dört kadından bahsetmişlerdir: Meymûne bint el - Haris, Zeynep bint Huzeyme el - Ensariyye, Ümmü Şüreyk bin Cabir ve Havle bint Hâkim. Feth ile en de okunmuştur ki, lien vehebet ya da müddete en vehebet demektir. Meselâ iclis madame zeydün calisen (Zeyd oturduğu sürece sen de otur) demektir.

"Peygamber de onu nikahlamak isterse” bu da helâl olması için birinci şartın şartıdır; çünkü kadının kendini bağışlaması ona helâl olması için yetmez; onun da nikahlamak istemesi şarttır. Çünkü o, kabul yerine geçer. Ennebiyyü diyerek tekrar edilerek hitaptan gaibe geçilmesi, sonra da "hâlisaten leke min dunil mü'minin” denilerek tekrar hitaba dönülmesi, bunun ona peygamberlik şerefinden dolayı tahsis edildiğini bildirmek ve ikramı da bunun için hak ettiğini onaylamak içindir. Şâfiî arkadaşlarımız bunu nikah'ın hibe lâfzı ile oluşmayacağına delil getirmişlerdir. Çünkü lâfız manaya tabidir. Efendimiz aleyhisselâm'a da mana tahsis edilmiştir; o sebeple lâfız da ona hâs olur. İstinkâh lâfzı nikâhı istemek ve ona rağbet etmektir. Hâlisaten de te'kit eden mastardır yani halasa ihlaluha ya da ahlelna leke alel kuyudil mezkureti hulusan leke (bu helâllik sana özeldir) demektir.

Ya da hâlisaten vehebet'teki zamirden hâl’dir yahut mahzûf mastarın sıfatıdır yani hibeten hâlisaten demektir.

"Zevceleri hakkında onlara ne farz ettiğimizi bilmiş bulunuyoruz” akit şartları, gece nöbetinin vacipliği, belirtümediği takdirde mehrin cima ile vâcip olması gibi.

"Ve sağ ellerinin sahip olduğu şeyler hakkında” bunda işin daha geniş olması ve onlara nasıl farz kılınacağı gibi şeyleri bilmiş bulunuyoruz. Bu cümle (Tâ ki, sana zorluk olmasın) kavli ile müteallakı olan hâlisaten kavli arasında itiraziyedir. Bu da şunu göstermek içindir ki, bu gibi şeylerde onunla mü'minler arasındaki fark sadece ona genişlik sağlamak değildir, belki başka manalar içindir. O da bazen ona kolaylık sağlayıp diğerlerine zorluk çıkarmak içindir, bazen de tersi olması içindir.

"Allah çok bağışlayıcıdır” sakınması zor olan şeyleri "çok merhametlidir” sıkıntı olabilecek yerlerde genişletmekle.

51

Onlardan dilediğini geri bırakır ve dilediğini yanına alırsın. Uzaklaştırmak istediğinde de sana günah yoktur. Bu, kadınların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsine verdiklerine râzı olmaları için daha yalandır. Allah kalplerinizdekini bilir. Allah hakkıyla bilendir, yumuşaktır.

"Onlardan dilediğini geri bırakırsın” yatağını terk edersin "ve dilediğini yanına alırsın” onlardan dilediğini de bağrına basar ve onunla yatarsın.

Ya da dilediğini boşar, istediğini de nikâhında tutarsın. Nâfi', Hamze, Kisâî ve Hafs ye ile türciy okumuşlardır (hemze ile türciü değil) mana da birdir.

"Uzaklaştırmak istediğinde de sana günah yoktur” bunların hiçbirinde.

"Bu, kadınların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsine verdiklerine râzı olmaları için daha yakındır” bu senin istemene bırakmak onların sevinmelerine, daha az üzülmelerine ve hepsinin râzı olmalarına daha yakın bir davranıştır. Çünkü sana bırakma olayı bir hükümdür, hepsi de onda eşittir. Sonra aralarında eşitlik yaparsan bunu senden bir lütuf bilirler, eğer bazılarını tercih edersen, bunun Allah'ın hükmü ile olduğunu bilirler de gönülleri rahat eder. Te'nin zammı ile tükırrü ve nasb ile de a'yünehüm ve meçhul kalıbı ile tükarru okunmuştur. Küllühünne de yerdayne'nin nûn'unu te'kit etmektedir. Hünne'ye te'kit olarak nasb ile küllehünne de okunmuştur.

"Allah kalplerinizdekini bilir” onu güzel yapmaya çalışın "Allah hakkıyla bilendir” göğüslerdekini "yumuşaktır” acele ceza vermez, o sebeple ondan korkulmalıdır.

52

Bundan sonra sana ne kadınlar ne de güzellikleri hoşuna gitse de onları değiştirmen sana helâl değildir. Ancak sağ elinin sahip olduğu cariyeler hariç. Allah her şeyi gözetleyendir.

 (Sana kadınlar helâl değildir) ye ile okunmuştur, çünkü nisa cem'inin müennesliği hakiki değildir. Basralı iki kurra te ile (tehillü) okumuşlardır,

"bundan sonra” dokuz kadından sonra. Bu, onun hakkında bizim hakkımızdaki dört kadın gibidir.

Ya da bugünden sonra demektir, öyle ki, biri ölse, senin için başka bir kadın nikah etmek helâl değildir.

"Onları başka eşlerle değiştirmen de” birini boşayıp da yerine başkasını nikahlaman da helâl değildir. Min edâtı genelliği te'kit etmek içindir. (Güzellikleri hoşuna gitse de) yeni alacağın eşlerin güzellikleri. Bu tebeddele'nin fâ'ilinden hâl’dir, mef’ûlündan değil, o da min ezvacin'dir, çünkü o her yönden nekiredir. Takdiri de şöyledir: Mafrudan i'cabüke bihinne (faraza hoşuna gitse de). Âyet muhkem midir yoksa "dilediğini geri bırakır ve dilediğini yanına alırsın” kavli ile mensûh mudur diye ihtilâf edilmiştir. Bu da ikinci manaya göredir (dilediğini boşarsın, dilediğini tutarsın). Çünkü o her ne kadar okunuş bakımından önce ise de iniş bakımından sonradır.

Mana şöyledir de denilmiştir: Helalliği Nâs ile sâbit olan bu dört cinsten sonra senin için kadınlar helâl değildir, onları başka cins kadınlarla değiştirmen de helâl değildir.

"Ancak sağ elinin sahip olduğu cariyeler hariç” bu da kadınlardan istisnadır, çünkü o, eşleri ve cariyeleri içine alır. Müstesnanın munkatı olduğu da söylenmiştir (o zaman cariyeler kadınlara dahil olmaz). "Allah her şeyi gözetleyicidir” siz de kendinize mukayyet olun, haddinizi aşmayın.

53

Ey îman edenler, Peygamberin evlerine girmeyin; ancak pişmesini beklemeksizin size yemeye izin verilmesi hariç. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeğinizi yediğiniz zaman, konuşmaya dalmaksızın dağılm. Şüphesiz bu, Peygambere eziyet veriyordu. Sizden utanıyordu Allah ise haktan utanmaz. Onlardan (Peygamberin hanımlarından) bir şey istediğiniz zaman onlardan perdenin arkasından isteyin. Bu sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir. Sizin için ne Resûlüllah'a eziyet etmeniz ne de ondan sonra eşlerini nikâh etmeniz ebediyen câiz değildir. Şüphesiz bu, Allah katında pek büyük bir şeydir.

"Ey îman edenler, Peygamberin evlerine girmeyin; ancak size izin verilmesi hariç". Ancak izin verildiği vakit yahut izinli olmanız hariç (yemeye) bu da yü'zene'ye mütealliktir, çünkü o davet manasını içermektedir; size izin verilse de davet edilmeden yemek için girmek hoş değildir, nitekim "pişmesini beklemeksizin” kavli de bunu akla getirir, vaktini beklemeksizin ya da yemeğin yetişmesini demektir. Bu da tedhulu'nûn fâ'ilinden yahut leküm'deki mecrûrdan hâl’dir. Cer ile gayri de okunmuştur ki, taamın zamirsiz olarak dolaylı sıfatı olur. Bu da Basra ekolüne göre câizdir. Hamze ile Kisâî inahu lâfzını imâle ile (inehyi) okumuşlardır, çünkü o, enettaamu (yemek hazır oldu) lâfzının mastarıdır.

"Fakat davet edildiğiniz zaman girin, yemeğinizi yediğiniz zaman dağılın” ayrılın, eğleşmeyin. Âyet Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in yemek saatini gözetleyen kimseler hakkında inmiştir. Onlar içeri girer, yemeğin yetişmesini beklerlerdi. Onlara ve benzerlerine hâs bir durumdur. Eğer öyle olmazsa hiç kimse için yemekten başka bir şey için izin verilenin girmesi ve yemekten sonra oturmaları da câiz olmazdı. (Konuşmaya dalmaksızın) birbirinizle konuşmak için yahut ev sâhibinin konuştuğunu dinlemek için. Bu da nazıriyne'nin üzerine atıftır ya da bir fiil mukadderdir Meselâ girmeyin ya da konuşmak için eğleşmeyin, demektir.

"Şüphesiz bu” içeride eğleşme "Peygambere eziyet veriyordu", çünkü evi ona ve ailesine daraltıyor ve onu lüzumsuz şeylerle meşgul ediyordu "sizden utanıyordu” sizi çıkarmaktan. Bu "Allah ise haktan utanmaz” kavlinden anlaşılıyor yani sizi çıkarması haktır, utandığı için bırakması doğru değildir, nitekim Allah da onu utangaç bir insan gibi terk etmemiş, çıkmanızı emretmiştir. Birinci ye'nin hazfi ve harekesinin ha'ya nakli ile leyestahiy de okunmuştur.

"Onlardan bir şey istediğiniz zaman” istifade edecek bir şey "onlardan isteyin” o şeyi "perdenin arkasından".

Rivâyete göre Ömer radıyallahü anh; Ya Resûlallah, evine iyisi de kötüsü de giriyor; mü'minlerin annelerine buyursan da perdenin arkasına çekilseler, dedi. Âyet bunun üzerine indi.

Şöyle de denilmiştir: Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz yemek yiyordu, yanında da ashaptan biri vardı, adamın eli Hazreti Âişe radıyallahü anha'nın eline değdi; Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bundan hoşlanmadı. Âyet bunun üzerine indi.

"Bu, sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir” nefsanî ve şeytanî düşüncelerden.

"Sizin için olmadı” sizin için doğru değildir "Allah'ın Resûlüne eziyet etmek” hoşuna gitmeyecek bir şey yapmak.

"Ne de ondan sonra eşlerini nikâh etmek ebediyen câiz değildir” vefatından yahut ayrılmasından sonra. Duhul etmediği kadınlar bunun dışındadır. Çünkü

rivâyete göre Eş'as bin Kays, Hazreti Ömer zamanında Efendimiz'le gerdeğe girip de arzusu üzere odadan çıkan kadınla evlenmek istedi. Hazreti Ömer kadını recmetmeyi düşündü. Kendisine Efendimizin o kadından elini sürmeden önce ayrıldığını haber verdiler. O da bir şey demeden kadını serbest bıraktı.

"Şüphesiz bu” yani ona eziyet etmek ve eşlerini nikahlamak "Allah katında pek büyüktür” büyük günahtır. Bunda Allah'ın, Resûlünü büyütme vardır ve hayatta iken de ölü iken de hürmetinin vâcip olduğu vardır. Bunun içindir ki, ağır tehditte bulunmuş ve:

54

Eğer bir şeyi açıklar veya onu gizlerseniz, şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

"Eğer bir şeyi açıklarsanız” hanımlarını nikahlamak gibi, bunu dillerinizde dolaştırırsanız "ya da onu gizlerseniz” kalplerinizde "şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir” bunu bilir ve size bunun cezasını verir. Bu genellemede (bir şeyi açıklama ve gizlemede) maksada delil varken (şüphesiz bu, Allah katında büyük bir şeydir) daha fazla korkutma ve aşırı bir mübalağa vardır.

55

Kadınların üzerinde ne babalarında ne oğullarında ne kardeşlerinde ne kardeşlerinin oğullarında ne kız kardeşlerinin oğullarında ne kadınlarında (hem cinslerinde) ne de sağ ellerinin sahip olduğu şeylerde günah yoktur. Ey kadınlar, Allah'tan korkun, şüphesiz Allah her şeye şahittir.

"Kadınların üzerinde ne babalarında ne oğullarında ne kardeşlerinde ne kardeşlerinin oğullarında ne de kız kardeşlerinin oğullarında günah yoktur” perde arkasına geçmelerinden istisna edilenleri saymaktadır.

Rivâyete göre perde âyeti inince babalar, oğullar ve akrabalar: Ya Resûlallah, biz de mi perde arkasından konuşacağız, dediler? Âyet bunun üzerine indi. Amca ile dayının zikredilmemesi onların ebeveyn yerinde olmalarındandır, çünkü "ataların İbrâhîm, İsmâîl ve İshak” (Bakara: 133) âyetinde amcaya baba denilmiştir.

Ya da bu ikisinin kadınları oğlan çocuklarına anlatma korkusundandır.

"Ne kadınlarında” yani mü'min kadınlarda demektir.

"Ne sağ ellerinin sahip olduğu şeylerde” kölelerde ve cariyelerde. Özellikle cariyelerde de denilmiştir. Bu da Nûr sûresinde geçmiştir.

"Ey kadınlar, Allah'tan korkun” size emredilen şeylerde "şüphesiz Allah her şeye şahittir” hiçbir şey na gizli kalmaz.

56

Şüphesiz Allah, ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey imarı edenler, siz de ona salât edin ve selâm etmekle selâm edin.

"Şüphesiz Allah, ve melekleri Peygambere salât ederler” şerefini yüceltmeye ve şânını büyütmeye itina ederler.

"Ey îman edenler, ona salât edin” siz de buna itina edin; çünkü siz buna daha layıksınız ve Allah,ümme salli alâ Muhammed (Allah'ım, Muhammed'e salât et) deyin.

"Ve selâm etmekle selâm edin” esselamü aleyke eyyühennebiyyü deyin.

Şöyle de denilmiştir: Emirlerine itâat edin. Âyet ona ömürde bir kere salât ve selâm etmenin vâcip olduğunu göstermektedir.

Şöyle de denilmiştir: Ona salavat getirmek her ismi geçtikçe vâciptir. Çünkü aleyhis-salâtü ves-selâm şöyle buyurmuştur: Burnu sürtülsün o adamın ki, yanında adım anılır da bana salât getirmez ve şöyle buyurmuştur: Kimin yanında adım anılır da bana salavat getirmez de ateşe girerse, Allah ondan uzak etsin. Başkasına onunla beraber salât etmek câizdir, tek başına etmek mekruhtur. Çünkü örfe göre bu Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e parola olmuştur. Bunun içindir ki, Muhammed azze ve celle denmez, her ne kadar azîz ve celil (yüce) ise de.

57

Şüphesiz Allah,'a ve Resûlüne eziyet edenlere Allah dünyada da âhirette de 'net etmiş ve onlar için aşağılayıcı bir azâp hazırlamıştır.

"Şüphesiz Allah,'a ve Resûlüne eziyet edenlere” küfür ve isyan gibi onların hoşlanmadıkları şeyi irtikâp edenlere ya da Resûluliah'a dişini kırmak ve şâir, deli vb. şeyler demekle eziyet demektir. Allah'ın zikredilmesi onu büyütmek içindir. Kim bir lâfzı iki manada kullanmayı câiz görürse Resûluliah'a eziyeti iki mamul itibarı ile tefsir etmiş olur (eziyet bir kere mecaz olarak hoşlanmadıkları küfür için, bir defa da hakikat olarak bedeni rahatsızlık için kullanılmıştır; bu da bir lâfzı iki manaya kullanmayı câiz görenlere göredir). "Allah onlara lâ'net etmiştir” onları rahmetinden uzaklaştırmıştır "dünyada ve âhirette ve onlar için aşağılayıcı bir azâp hazırlamıştır". Canlarını acıtmakla beraber onları hor da etmiştir.

58

Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, bir şey kazanmadıkları / yapmadıkları hâlde eziyet edenler, gerçekten bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.

"Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, bir şey kazanmadıkları hâlde eziyet edenler” eziyeti hak edecek bir suç işlemedikleri hâlde "gerçekten bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir” görünen bir günah. Bunun Hazret-i Ali radıyallahü anh'i rahatsız eden münâfıklar hakkında indiği söylenmiştir. Hazreti Âişe'ye iftira atanlar hakkında da denilmiştir. Gönülsüz kadınları takip eden zaniler hakkında indiği de söylenmiştir.

59

Ey Peygamberim, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, dışarılık elbiselerini üzerlerine yaklaştırsınlar. Bu, tanınıp rahatsız edilmemelerine daha layıktır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

"Ey Peygamberim, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, dışarılık elbiselerini üzerlerine alsınlar” bir ihtiyaç için çıktıkları zaman örtüleriyle yüzlerini, kapatsınlar. Min edâtı bazı manasınadır, çünkü kadın örtüsünün bir kısmını üzerine atar, bir kısmı ile de bürünür.

"Bu, tanınmalarına daha yakındır” cariyelerden ve kötü kadınlardan ayrılmalarına "rahatsız edilmemelerine” kötü erkekler sataşarak kendilerini rahatsız etmezler.

"Allah çok bağışlayıcıdır” geçmişi,

"çok merhametlidir” kullarını, öyle ki, en ufak çıkarlarını bile dikkate alır.

60

Yemin olsun, eğer münâfıklar, kalplerinde hastalık olanlar ve Medîne'de kötü haber yayanlar (bu davranışlarına) son vermezlerse, elbette seni onlara musallat ederiz. Sonra da orada sana pek az komşu olurlar.

"Yemin olsun, eğer münâfıklar son vermezlerse” nifaklarına "kalplerinde hastalık olanlar” îman zafiyeti ve sebatsızlık olanlar yahut sefahet olanlar dindeki tutarsızlıklarına veyahut sefahatlerine son vermezlerse "ve Medîne'de kötü haber yayanlar” Müslüman birlikleri hakkında kötü haberlerden vaz geçmezlerse demektir. İrcaf aslında sarsmaktır ki, bu da zelzeledir; yalan habere böyle denilmesi sâbit olmayıp sallanmasındandır. (Elbette seni onlara musallat ederiz) onları öldürmeni ve sürmeni ya da sürgün istemek zorunda kalacakları şeyi yapmanı isteriz. (Sonra da sana komşu olmazlar) bu da lenuğriyenneke'ye atıftır.

"Orada” Medîne'de "ancak az olurlar” az zaman veya az komşu olurlar.

61

Lanetlenmiş olarak. Nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve öldürülmekle (fena şekilde) öldürülürler.

 (Lanetlenmiş olarak) zem üzere (ezümmü) ya da hâl olarak mensûbtur istisna bunu da içine almaktadır, yani sana ancak melun olarak komşu olurlar. (Nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve fena şekilde öldürülürler) kavli ile mensûb olması ise câiz değildir; çünkü şart edatının mabedi mâkablinde amel edemez.

62

Allah'ın daha önce geçen kimseler hakkındaki kanunu gibi. Allah'ın kanunu için asla değişiklik bulamazsın.

 (Allah'ın daha önce geçen kimseler hakkındaki kanunu gibi) te'kit eden mastardır yani sennallahu Zâlike filümemil maziyeti (Allah bunu geçmiş ümmetlerde adet edinmiştir) demektir. O da peygamberlere münâfıklık edip onların sarsılmasına çalışanların ve benzerlerinin nerede yakalanırlarsa öldürülmeleridir.

"Allah'ın kanunu için asla değişiklik bulamazsın” çünkü kimse onu değiştiremez, değiştirmeye de gücü yetmez.

63

İnsanlar sana kıyâmetten sorarlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne biliyorsun, belki kıyâmet yakındır!

"İnsanlar sana kıyâmetten sorarlar” alay etmek, inat ve imtihan için ne zaman kopacağından sorarlar "de ki: Onun bilgisi Allah katındadır” ne bir meleği ne de bir peygamberi ondan haberdar etmiştir.

"Ne biliyorsun, belki kıyâmet yakındır!” yakın bir şeydir ya da kıyâmet yakında kopacaktır. Kariben zarf olarak mensûbtur. Karibenin müzekkerliği saatin yevm (gün) manasına olmasındandır da denebilir. Bunda onu acele isteyenler için tehdit ve inat edenler için de susturma vardır.

64

Şüphesiz Allah, kâfirlere 'net etti ve onlara alevli ateş hazırladı.

Âyetin tefsiri için bak:65

65

Orada ebedî kalıcdar olarak. Ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlar.

"Şüphesiz Allah, kâfirlere lâ'net etti ve onlara alevli ateş hazırladı” şiddetli yanan ateş.

"Orada ebedî kalıcılar olarak, ne bir dost bulamazlar” kendilerini koruyacak "ne de bir yardımcı” kendilerinden azâbı savacak.

66

O gündeki yüzleri ateşte çevrilir.

"Keşke biz Allah'a itâat etse idik ve Resûlüne itâat etse idik!” derler.

 (O günde ki, yüzleri ateşte çevrilir) alt üst olur, tıpkı ateş üzerindeki kebabın çevrilmesi gibi ya da hâldan hâle geçer. Tekallebu da okunmuştur ki, tetekallebu manasınadır ve nükallibü de okunmuştur. Yevme zarfının müteallakı da (ey Rabbimiz, şüphesiz biz, efendilerimize ve büyüklerimize itâat ettik) cümlesidir, keşke onları dinlemeseydik de bu azaba müptela olmasaydık.

67

Dediler: Ey Rabbimiz, şüphesiz biz, efendilerimize ve büyüklerimize itâat ettik; bizi yoldan saptırdılar.

"Dediler Rabbimiz gerçekten biz efendilerimize itâat ettik” kendilerine küfrü telkin eden liderlerini kastediyorlar. İbn Âmir ve Ya'kûb çokluğu göstermek için cem'in cem'i olarak medlerle sadatina okumuşlardır.

"Onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar” bize yaldızladıkları şeylerle.

68

Rabbimiz, onlara azaptan iki kat ver ve onlara büyük bir lanetle 'net et!

"Rabbimiz, onlara azaptan iki kat ver” bize verdiğinin iki katını; çünkü onlar hem azdılar hem de azdırdılar.

"Onlara büyük bir lanetle lâ'net et” çok sayıda 'net et. Âsım be ile (kebiren) okumuştur ki, lanetin en şiddetlisini ve en büyüğünü et, demektir.

69

Ey îman edenler, Mûsa'ya eziyet edenler gibi olmayın; Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında yüzü olan (itibarlı) biri idi.

"Ey îman edenler, Mûsa'ya eziyet edenler gibi olmayın; Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı” onların dediklerinden yani sonuç ve içeriğinden temizledi demektir. Şöyle ki, Kârun bir kadını Mûsa'ya iftira atması için ayarttı; Allah da onu kurtardı. Nitekim Kasas sûresinde geçmiştir.

Ya da bazı kimseler onu Hârûn'u öldürmekle suçladılar; Hârûn onunla beraber Tûr'a çıkmış ve orada ölmüştü. Melekler onu taşıdılar, onu İsrâîl oğullarının yanından geçirdiler, onun öldürülmediğini gördüler. Allah onu diriltti; o da onlara Mûsa'nın suçsuz olduğunu haber verdi.

Ya da onu vücudunda olan baras hastalığı ile veyahut fıtık ile ayıpladılar; çünkü çok utangaç idi, Allah da onun sağlam olduğunu onlara gösterdi.

"Allah'ın yanında itibarlı biri idi” ona yakın ve saygın idi. Abdallahi vecihen (Allah'ın saygın kulu idi) şeklinde de okunmuştur.

70

Ey îman edenler, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin,

"Ey îman edenler, Allah'tan korkun” hoşlanmadığı şeyleri yapmaktan, kaldı ki, Resûlüne eziyet verecek şeyleri "ve doğru söz söyleyin” hakka varan söz, bu da şedde yesüddü sedaden deyiminden gelir. Maksat zıddını yasaklamaktır Meselâ kasıtsız olarak Zeyd ile Zeynep hadisesi gibi.

71

Amellerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Resûlüne itâat ederse, gerçekten büyük bir kurtuluşla kurtulmuş demektir.

"Amellerinizi düzeltsin” sizi iyi amellere muvaffak kılsın ya da onları kabul etmek ve onlara karşı sevap vermekle düzeltsin "ve günahlarınızı bağışlasın” sözde ve amelde doğru olmanız vesilesiyle onları silip süpürsün.

"Kim Allah'a ve Resûlüne itâat ederse” emirlerde ve yasaklarda "gerçekten büyük bir kurtuluşla kurtulmuş demektir” dünyada şerefiyle ve âhirette de mutlu olarak yaşar.

72

Gerçekten biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onu taşımaktan çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz o, pek zâlim, pek cahildir.

"Gerçekten biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onu taşımaktan çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi". Bu, taatı büyütmekle geçen vaadi onaylamaktadır. Ona emanet demesi edası lâzım olduğundandır. Mana da şöyledir. O o kadar önemlidir ki, eğer bu büyük nesnelere arz edilse, bunlar da şuur ve idrak sâhibi olsalar, onu yüklenmekten çekinir ve ondan korkarlardı. Onu insan yüklendi, hâlbuki bünyesi zayıf ve güçleri dayanıksızdır. Şüphesiz ona riayet eden ve haklarını yerine getiren ise iki dünyanın hayrını elde eder.

"Şüphesiz o, pek zâlimdir” onu yerine getiremedi ve hakkını veremedi "pek cahildir” sonucunu kavramaktan. Bu da genel olarak cinsin sıfatıdır (herkes öyle değildir).

Şöyle de denilmiştir: Emanetten maksat doğal ve istemli olmak üzere taattır. Emanetin teklif edilmesinden maksat da istifadeye sunulmasıdır öyle ki, irâdesi elinde olandan onu yapmasını, başkasından da onun sadır olmasını ifade eder. Emaneti yüklenmekten maksat da ona hıyanet etmek ve onu yerine getirmekten kaçınmaktır. Bu da hamilül emaneti ve muhtemilüha deyiminden gelir ki, onu taşıyıp yerine getirmemek ve sorumluluğunu taşımaktır. Bu durumda emanetten çekinmek yapabileceğini yapmak; zulüm ve cehalet de hiyanet ve kusurdan ibaret olur (bu izah beğenilmemiştir. Bkz. Konevi, 7/163 mütercim).

Şöyle de denilmiştir: Allahü teâlâ bu nesneleri yaratınca onlarda anlayış halk etti ve onlara: Ben bir farz ortaya koydum, bunları yaparak bana itâat eden için cennet, bana isyan eden için de cehennem hazırladım, dedi. Onlar da: Bizler yaratılışımız icabı emrine amadeyiz, bir farz taşıyamayız; sevap da azâp da istemiyoruz, dediler. Âdem'i yaratınca ona aynısını teklif etti, o da onu yüklendi. Böylece kendine zor gelecek şeyi yüklenmekle nefsine karşı zâlim oldu, akıbetinin vahim olacağını da kestiremedi. Belki de emanetten maksat akıl ve mükellefiyettir; teklifinden maksat da kabiliyetlerine göre önem vermeleridir; ondan çekinmek de doğal çekinmedir ki, o da lâyık olmamak ve ona kabiliyeti bulunmamaktır. İnsanın taşımasından maksat da ona kabiliyeti ve yatkınlığıdır. Zâlim ve câhil olması da gazap ve şehvet kuvvetinin onda baskın olmasındandır. Buna göre zâlim ve cahilliğinin emaneti taşımaya sebep kılınması güzel olur. Çünkü aklın birçok faydalarından biri de bu ikisini kontrol edip onları haddini aşmaktan frenlemesidir. Bütün tekliflerin en büyük maksadı onları (o İkisini) dengelemek ve taşkınlıklarını önlemektir.

73

Tâ ki, münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azâp etsin ve Allah, mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul etsin. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

"Tâ ki, Allah münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azâp etsin ve Allah, mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul etsin". Bu da emaneti taşîmanın gerekçesidir, şöyle ki, azâp onun sonucudur, Meselâ onu terbiye etmek için dövdüm gibi. Vaat arasında tevbenin zikredilmesi şunu bildirmek içindir ki, onların cibilliyetlerinde olan zâlimlik ve cahillik onları kusur işlemede mazur göstermez.

"Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” çünkü kusurlarını bağışlamış ve taatlarma karşı kurtuluş sevabını vermiştir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: Kim Ahzab sûresini okur ve onu ailesine ve hizmetçisine öğretirse, kabir azabından emin olur.

0 ﴿