35 / FÂTIR SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 45 âyettir.

1

 Övgü; gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı peygamberler kılan Allah'adır. Mahlûkta dilediği şeyi artırır. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir.

"Övgü; gökleri ve yeri yaratan Allah'adır” onları yoktan var edendir, fâtır, fatr'dan gelir ki, yarmaktır, sanki o ikisini yokluğu yararak çıkarmış gibidir. Fatır’ın semavata izafesi şekilseldir, çünkü ism-i fâil mâzi manasındadır (amel edemez). "Melekleri elçiler kılan” Allah ile peygamberleri ve iyi kulları arasında vasıta kılan demektir. Allah'ın sözlerini onlara vahiy, ilham ve sadık rüya ile ulaştırırlar ya da kendisiyle halkı arasında ki, onlara yaptığı şeylerin eserlerini ulaştırırlar (yağmurlar gibi). "İkişer, üçer ve dörder kanatlı” onların derecelerine göre kanatları vardır, onlarla iner ve çıkarlar.

Ya da onlarla Allah'ın kendilerini görevlendirdiği şeylere koşarlar; onların üzerinde Allah'ın emri uyarınca tasarruf ederler. Belki de bundan özel sayıları ve daha fazlasının olmayacağını murat etmemiştir. Çünkü

rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz, Cebrâîl'i Miraç gecesinde altı yüz kanismiyle görmüştür.

"Mahlûkta dilediği şeyi artırır” bu da yeni söz başıdır; bu hususta Allah'ın irâdesine ve hikmetinin iktizasına göre farklı olduklarını göstermek içindir. Bu onların zatlarından kaynaklanan bir durum değildir. Çünkü sınıf ve türlerin farklılığı eğer ortak zatlarından olsa idi müttefik şeylerin olmaması lâzım gelirdi ki, bu da imkânsızdır. Âyet suret ve manalardaki fazlalığı da içerir, Meselâ yüzün çekiciliği, sesin güzelliği, aklın sağlamlığı ve nefsin cömertliği gibi.

"Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir” bazılarını var edip bazılarını etmemesi irâdesi gereğidir.

2

 Allah insanlara rahmetten neyi açarsa, onu tutucu yoktur. Neyi de tutarsa, ondan sonra onu salıverici yoktur. O, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir.

"Allah insanlara neyi açarsa” onlar için salıverir ve gönderirse, bu da mecazen sebebin sonuç yerine kullanılmasındandır (açınca salıverilmiş olur) "rahmetten” nimet, emniyet, sağlık, ilim ve peygamberlik gibi,

"onu tutucu yoktur” hapsedecek yoktur.

"Neyi de tutarsa, onu salıverici yoktur” gönderici yoktur, zamirlerin farklı oluşu şunun içindir, çünkü birincisi rahmetle tefsir edilmiştir, ikincisi ise mutlaktır; onu da gazabı da içine alır. Bunda rahmetinin gazabını geçtiğine işâret de vardır.

"Ondan sonra” tutmasından sonra demektir.

"O, mutlak gâlibtir” istediği şeye gâlip gelir, kimse o hususta onunla çekişemez.

"Hikmet sâhibidir” ancak ilimle ve muhkem yapar. Sonra mülkü ve melekutu var eden ve bu ikisinde kayıtsız şartsız tasarruf eden kendisi olduğunu beyan edince insanlara nimetine karşı şükretmelerini emretti ve şöyle dedi:

3

 Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mıdır? Ondan başka ilâh yoktur. Nasıl da çevriliyorsunuz?

"Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın” onların haklarını bilerek, itiraf ederek ve verenine itâat ederek muhafaza edin. Sonra başkasının bu hususta dahli olup da o yüzden ona ortaklığı hak etmediğini bildirdi ve:

"Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? Ondan başka ilâh yoktur” dedi. Öyle ise neden başkasını ona ortak koşarak tevhidten çevriliyorsunuz? Cayru lâfzının Merfû' olması, hâlikın lâfzının mahalline binaendir, çünkü o sıfat yahut bedeldir, zira istifham olumsuzluk manasınadır (hel hâlikun ğayrullahi) ya da o hâlikın lâfzının fâ'ilidir. Hamze ile Kisâî ise lafza bakarak cer ile hâlikın okumuşlardır. Müstesna olarak mensûb da okunmuştur (gayra). Yerzukum da hâlikın sıfatıdır yahut onu tefsir eden yeni söz başıdır veyahut mübteda’dır, fâili haberin yerini tutmuştur. Son duruma göre (yerzukum yeni söz başıdır sıfat değildir) Allah'tan başkasına halık denilmez.

4

 Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önce peygamberler de yalanlanmıştır. İşler yalnız Allah'a döndürülür.

"Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalanlandı” öyleyse onların yalanlamalarına karşı onların sabrını örnek al. Küzzibet'in cevap yerine konulması sebebin sonuç yerine geçmeşindendir. Rüsülün nekire kılınması ta'zîm içindir, bu da daha çok teselliyi ve sabra teşviki gerektirir.

"İşler yalnız Allah'a döndürülür” sana da onlara da sabırdan ve yalanlamadan dolayı ettiklerinizin karşılığını verir.

5

 Ey insanlar, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; artık dünya hayatı sizi aldatmasın ve o çok aldatıcı şeytan da sâkin sizi aldatmasın.

"Ey insanlar, şüphesiz Allah'ın vaadi” haşir ve ceza vaadi "haktır” onda döneklik yoktur "artık dünya hayatı sizi aldatmasın” sonra onun zevki sizi oyalar da âhireti aramaktan ve onun için çalışmaktan gâfil olursunuz.

"O çok aldatıcı da sâkin sizi aldatmasın” günahlara ısrara rağmen bağışlanacağınız kuruntusunu vermesin; çünkü bağışlanma her ne kadar mümkün ise de ancak bu beklenti içinde günah işlemek, zarar vermez düşüncesiyle zehir içmek gibidir. Zam ile gurur da okunmuştur mastardır ya da kuud gibi cemidir.

6

 Şüphesiz şeytan sizin için düşmandır; onu düşman edinin. Kendi fırkasını/taraftarlarını ancak çılgın ateşin halkından olmaları için çağırır.

"Şüphesiz şeytan sizin için düşmandır” genel ve eski bir düşmanlıkla "onu düşman edinin” itikatlarınızda ve işlerinizde, bütün hâllerinizde ondan sakınca üzerinde olun.

"Kendi fırkasını/taraftarlarını ancak çılgın ateşin halkından olmaları için çağırır” bu da düşmanlığını onaylama ve taraftarlarını nefse uymaya ve dünyaya meyle davetteki maksadını açıklamadır.

7

 O kâfirler için çetin bir azâp vardır. Îman edip iyi şeyler yapanlar için de bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

"O kâfirler için çetin bir azâp vardır. Îman edip iyi şeyler yapanlar için de bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır” şeytanın çağrısına cevap verenler için tehdit ve ona muhalefet edip boş kuruntulara son verenler için de vaattir. Ayrıca bütün işlerin îmana ve iyi amele dayalı olduğunu göstermektedir.

8

 Ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse (Allah'ın hidâyet ettiği kimse gibi midir)? Şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Öyleyse nefsin onlara hasret gitmesin (onlara üzülme). Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını bilir.

"Ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse” kavli de bunu onaylamaktadır. Yani kötü ameli kendisine süslü gösterilen, başka bir ifade ile evhamı ve nefsanî arzusu aklını mağlup eden, Öyle ki, kafası döndüğü için bâtılı hak ve hakkı bâtıl gören kimse, kötü ameli kendisine süslü gösterilmeyen; bilâkis tevfike nâil olup da hakkı tanıyan ve amelleri olduğu gibi güzel ve çirkin gören gibi midir? Cevabın hazf edilmesi "şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir” kavlinin buna delâlet etmesindendir.

"Öyleyse nefsin onlara hasret gitmesin” Manası da: Bunların azgınlıklarına ve yalanlamadaki ısrarlarına hayıflanıp da kendini helâk etme, demektir. Üç fe de sebep bildirmektedir, ancak ilk ikisi sebebe, üçüncüsü ise sonuca dâhil olmuştur. Haserat’ın cemi olması hâllerine derin üzüntü duymasındandır ya da üzülmeyi kaçınılmaz kılan kötü fiillerinin çokiuğundandır. Aleyhim câr ve mecrûru da onun sılası değildir, çünkü mastarın sılası ondan önce gelemez. Tezheb lâfzının sılasıdır yahut üzüntü veren şeyin açıklamasıdır.

"Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını bilir” onlara cezalarını verir.

9

 Allah o zattır ki, rüzgârları gönderir; onlar da bulutu kaldırır. Biz de onu ölü bir beldeye sürdük de onunla ölümünden sonra yeri dirilttik. İşte dirilme de böyledir.

"Allah o zattır ki, rüzgârları gönderir” İbn Kesîr, Hamze ve Kisâî tekil olarak erriha okumuşlardır.

"Onlar da bulutu kaldırır” bu da geçmiş hâlin hikâyesi üzeredir, Allah'ın mükemmel hikmetini gösteren o eşsiz sureti zihinde canlandırmak içindir. Bir de maksat bunların varlık alemine bu özellikte çıkarılmasını açıklamaktır. Bunun içindir ki, ona (rüzgâra) isnat edilmiştir. Fiillerin değişik olması durumun devamlılığını göstermek için olması da câizdir.

"Biz de onu ölü bir beldeye sürdük” Nâfi', Hamze, Kisâî ve Hafs şedde ile (meyyitin) okumuşlardır.

"Onunla yeri dirilttik” ondan inen yağmurla, bulutun zikri onun (yağmurun) zikri gibidir ya da yeri bulutla dirilttik demektir, çünkü o sebebin sebebidir ya da yağmura dönüşecektir.

"Ölümünden sonra” kuruduktan sonra. Bu ikisinde gâipten daha çok özellik gösteren mütekellim kalıbına geçilmesi, bu ikisindeki sanatı daha çok göstermek içindir.

"İşte dirilme de böyledir” yani gücümüzün yetmesi bakımından cansızları diriltme ölüleri diriltme gibidir. Çünkü ikisinin arasında ancak makısün aleyhteki (topraktaki) madde değişme ihtimalinden başka bir şey yoktur. (Gücümüzün yetmesi bakımından) ya da canlandırmanın niteliği bakımından ikisi birdir. Çünkü Allahü teâlâ Arş'in altından bir su gönderir, ondan da halkın cesetleri (ot) gibi biter.

10

 Kim şeref istiyorsa, bütün şeref Allah'ındır. Hoş söz yalnız ona yükselir. Onu da iyi amel yükseltir. Kötülükleri tuzak kuranlar için çetin bir azâp vardır. Onların tuzağı mahvolur (bozulur).

"Kim şeref istiyorsa” izzet ve kuvvet istiyorsa "bütün şeref Allah'ındır” ondan istesin, çünkü hepsi onundur. Delil olunca (şerefin Allah'a ait olması) sonuca (ondan istemeye) gerek kalmamıştır.

"Hoş söz yalnız ona yükselir. Onu da iyi amel yükseltir” bu da şeref aranacak şeyi açıklamaktadır ki, o da tevhid ile iyi ameldir. Bu ikisinin ona yükselmesi, onları kabul etmesinden mecazdır ya da katip meleklerin o ikisinin yazıldığı amel defterini yükseltmesidir. Yerfeu'daki gizli hüve zamiri kelim'e râcidir, çünkü amel ancak tevhid ile kabul olunur. Amel'in mensûb okunması da bunu destekler ya da zamir amele râcidir, çünkü îmanı gerçekleştiren ve takviye eden odur.

Ya da zamir Allah'a râcidir, bu durumda özellikle amelin zikredilmesi ondaki külfetten dolayıdır. İki kalıpla yasadu ve yusadu da okunmuştur ki, ameli yukarı çıkaran Allah olur yahut tevhidi teleffuz eden olur veyahut melek olur. Hoş sözün zikri, duayı ve Kur'ân okumayı içine aldığı da söylenmiştir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz şöyle buyurmuştur: O; sübhanalli velhamdü lillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber sözüdür. Bir kul bunları dediği zaman melek onu göğe çıkarır; Rahmân’ın karşısına geçer onu selamlar. Eğer iyi amel olmazsa kabul olunmaz.

"Kötülükleri tuzak kuran için” bundan Kureyş'in aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz'e meclislerinde ve istişarelerinde planladıkları tuzaklar kast edilmiştir. Üç şey düşünmüşlerdi: Tutuklamak, öldürmek ve sürmek,

"şiddetli azâp vardır” onun yanında tuzakları hiç kalır.

"Onların tuzağı mahvolur” bozulur, geçersiz olur. Çünkü işler kadere bağlıdır, tuzakla değişmez, nitekim şu âyet de onu göstermektedir:

11

 Allah sizi topraktan, sonra da meniden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. Bir dişi ancak onun ilmi ile gebe kalır ve doğurur. Ömrü uzatılanın ömrünün uzatılması ve onun ömründen eksiltilmesi ancak bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a kolaydar.

"Allah sizi topraktan yarattı” Âdem aleyhisselâm'ı ondan yaratmakla "sonra da meniden” zürriyetini ondan yaratmakla.

"Sonra sizi çiftler kıldı” erkekli dişili.

"Bir dişi ancak onun ilmi ile gebe kalır” ona malumdur.

"Ömrü uzatılanın ömrü uzatılmaz” yaşlanacak olanın ömrü "ve onun ömründen eksiltilmez” başkasına göre ömrü kısa olanın, Meselâ ona kısa ömür verilmesi gibi yahut ömrü kısa olanın ömrü baştan kısa kılınmakla eksiltilmez. Min umurihi'deki zamir ömrü kısa olana gitmektedir, her ne kadar zikri geçmemişse de karşıtı onu akla getirir.

Ya da zamir dinleyenin anlayışına güvenilerek muammer (Ömür verilen manasına) lâfzına gitmektedir, Meselâ Allah bir kula sevap vermez ve azâp etmez ancak hak ile eder kavlinde olduğu gibi.

Şöyle de denilmiştir: Uzama ve kısama bir ömre göredir, bu da Levh-i Mahfûz'da tespit edilen çeşitli sebeplere nazârandır, Meselâ şöyle kaydedilmiş olabilir: Eğer Amr hac yaparsa ömrü altmış senedir, yoksa kırk yıldır.

Şöyle de denilmiştir: Ömrün kısalması ömründen geçenlere göredir, çünkü ömrü günbegün deftere yazılır. Ya'kûb'tan malum kalıbı ile layankusu okuduğu rivâyet edilmiştir.

"Ancak bir kitaptadır” o da Allahü teâlâ’nın ilmidir yahut Levh-i Mahfûz'dur yahut amel defteridir.

"Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır” ömrün tespitine yahut artmasına veyahut eksilmesine işarettir.

12

 İki deniz (bol su) bir olmaz; şu tatlıdır ve susuzluğu keser, içimi boğazdan kolay geçer. Şu da tuzlu ve acıdır. Her birinden taze et yer ve giyeceğiniz bir süs çıkarırsınız. Onun lütfünden aramanız için gemilerin onda suyu yardıklarını görürsün. (Bütün bunlar,) şükredesiniz diye (size verilmektedir).

"İki deniz bir olmaz; şu tatlıdır ve susuzluğu keser, içimi boğazdan kolay geçer. Şu da tuzlu ve acıdır” mü'min ve kâfir için misaldir. Furat susuzluğu kesen, saiğ de boğazdan rahat geçen demektir. Ücac ise tuzlu olduğu için boğazı yakan manasınadır. Şedde ile seyyiğ ve şeddesiz seyğ de okunmuştur, feil vezninde melih de okunmuştur.

"Her birinden taze et yer ve giyeceğiniz bir süs çıkarırsınız". Bu da bir münasebetle diğer konuya yahut o ikisindeki nimetlere geçmedir ya da misalin devamıdır,

Mana da şöyledir: İki su her ne kadar bazı faydalan bakımından ortak ise de ancak eşit değildirler; çünkü sudan doğrudan kast edilen şeyde eşit değiller. Zira birinin içine doğallığını bozan şey karışmıştır. Mü'minle kâfir de eşit değillerdir, her ne kadar yiğitlik ve cömertlik gibi bazı sıfatlarda ortak iseler de büyük özellikte farklıdırlar. O da birinin fıtrat üzere kalmasına karşılık diğerinin bozulmasıdır.

Ya da bu, acı suyun kâfirden üstün olduğunu göstermek içindir; çünkü onda da tatlı sudaki birçok faydalar vardır. Süsten maksat da inci ve yakuttur / mercandır.

"Gemileri onda görürsün” her birinde "suyu yardıklarını görürsün” yüzerken suyu fayda.

"Onun lütfünden aramanız için” orada taşımacılık yapmakla Allah'ın lütfünden aramanız için. Litebteğu'daki lâm mevahire mütealliktir, zikredilen fiillerin gösterdiği şeye taalluku da câizdir.

"Belki şükredersiniz” buna, reca harfi lealle muhatapların görünen durumlarına nazaran verilmiştir.

13

 Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. Güneşi ve ayı boyun eğdirdi. Her biri belli bir süre için akıyor. İşte Rabbiniz Allah budur. Mülk yalnız onundur. Ondan başka taptıklarınız bir çekirdeğin zarına sahip değiller.

"Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. Güneşi ve ayı boyun eğdirdi. Her biri belli bir süre için akıyor” o da devir süresidir yahut sonudur ya da kıyâmet günüdür.

"İşte Rabbiniz Allah budur” işâret bu şeyleri yapanadır. Bunda şu da akla getiriliyor ki, onun böyle yapması böyle arka arkaya haber vermenin gerekçesidir (bunları yaptığı için haber veriliyor). (Mülk yalnız onundur) ifadesi, arkasındaki cümle ile birlikte yeni söz başıdır; onun tek ilâh ve tek Rabb olduğunu göstermek içindir "ondan başka taptıklarınız bir çekirdeğin zarına sahip değiller". Âyette geçen kıtmîr çekirdeğin üzerindeki zardır.

14

 Eğer onlara seslenirseniz, çağırmanızı duymazlar. Duysalar da size cevap veremezler. Kıyamet gününde şirkinizi inkâr ederler. (Dünya ve âhireti) sana her şeyden haberdar (Allah) gibi (kimse) haber vermez,

"Eğer onlara seslenirseniz, çağırmanızı duymazlar” çünkü cansızdırlar.

"Duysalar da” faraza "size cevap veremezler” çünkü fayda verme imkânından yoksunlar.

"Kıyamet gününde şirkinizi inkâr ederler” onları Allah'a ortak koşmanızı inkâr, onun bâtıl olduğunu ikrar ederler ya da: Siz bize tapmıyordunuz, derler.

"Sana her şeyden haberdar olan gibisi haber vermez” her şeyden haberdar olan gibisi ki, o da kusurdan münezzeh Allahü teâlâ'dır. Çünkü gerçek haber veren O'dur, diğerleri değil. Maksat İlâhlarından taraf verdiği haberin doğru olup onların iddialarını reddetmektir.

15

 Ey insanlar, sizler Allah'a muhtaçsınız. Allah ise o, çok zengin, övgüye layıktır.

"Ey insanlar, sizler Allah'a muhtaçsınız” nefislerinizde ve başınıza gelen hâllerde. Elfukara şeklinde mâ'rife olmasr, şiddetli fakirliklerinde ve ihtiyaçlarında tek fakirlerin onlar olmasından ve diğerlerinin fakirliğinin onlannkine nispetle önemsiz bulunmasındandır. Bunun içindir ki:

"İnsan zayıf yaratıldı” (Nisa: 28) buyurmuştur.

"Allah ise o, çok zengin, övgüye layıktır” mutlak zengindir, başka varlıklara da nimet verendir. O sebeple övgüyü hak etmiştir.

16

 Eğer dilerse sizi götürür, yeni bir mahlûk getirir.

Âyetin tefsiri için bak:17

17

 Bu da Allah'a zor değildir.

"Eğer dilerse sizi götürür, yeni bir mahlûk getirir” sizden daha itaatli bir toplum ya da bilmediğiniz başka bir âlem getirir.

"Bu da Allah'a güç değildir” imkânsız yahut zor değildir.

18

Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez. Eğer ağır yüklü biri onu taşımaya çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, akraba da olsa. Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı dosdoğru kılanları uyarırsın. Kim için temizlenir. Dönüş yalnız Allah'adır.

"Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez” hiçbir günahkâr nefis başka bir nefsin günahını taşımaz. Amma "kendi ağırlıkları ile beraber başka ağırlıklar da taşıyacaklar” (Ankebut: 13) kavli, sapan ve saptıranlar hakkındadır ki, onlar kendi sapıklıklarının ağırlıklarıyla birlikte sapıttıklarının da ağırlıklarını taşıyacaklardır. Onların hepsi kendi günahlarıdır, içinde başkalarının günahından bir şey yoktur.

"Eğer ağır yüklü biri çağırırsa” günah yükü altında ezilen bir nefis "onu taşımaya” yüklerinden bir kısmını taşımaya "ondan hiçbir şey yüklenilmez” ondan bir şey taşımak için cevap alamaz. Başkasının günahını taşımayacağı gibi kendisinin de günahı taşınmaz "akraba da olsa” çağrılan yakını da olsa. Çağrılan lâfzı gizlenmiştir, çünkü ve in ted'ü (çağırırsa) lâfzı bunu andırmaktadır. Haberin hazfı ile zu kurba şeklinde de okunmuştur (haber meduvven demektir). Bu, kâne'yi tâmme kabul etmekten daha iyidir, çünkü o, kelâmın nazmına (akışına) uygun düşmez.

"Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları uyarırsın” azabını görmeden yahut insanlar görmeden yalnızken korkanları yahut da azâbı onlardan gâipken demektir.

"Namazı dosdoğru kılanları” çünkü uyarmadan yararlanacak olanlar onlardır, başkası değildir. Fiillerin farklı olması yukarıda geçtiği gibi devamlılığı göstermek içindir.

"Kim temizlenirse” günahların kirinden "ancak kendisi için temizlenir” çünkü yararı onadır. Ve men izzekkâ, feinnema yezzekki şeklinde de okunmuştur. O, ara cümlesidir, korkmalarını ve namaz kılmalarını te'kit etmektedir. Çünkü ikisi de temizlenme araçlarındandır.

"Dönüş yalnız Allah'adır” temizlendikleri için onlara mükâfatlarını verir.

19

 Körle gören bir olmaz.

"Körle gören bir olmaz” kâfirle mü'min,

Şöyle de denilmiştir:” Put” ile” Allah” azze ve cellehü (hiçbir olur mu?) Bu ikisi için bir misaldir.

20

Karanlıklarla aydınlık da.

Âyetin tefsiri için bak:21

21

Gölge ile sıcak da.

"Karanlıklarla aydınlık da” bâtıl ile hak da,

"gölge ile sıcak da” sevap ile azâp da bir olmaz. edatları eşitliği olumsuz kılmak içindir. Her iki şıkta tekrarı da tekidi artırmak içindir. Harûr faûl veznindedir, har'dan gelir, daha çok sıcak rüzgâra denir.

Şöyle de denilmiştir: Gündüz esene semum, gece esene de harur denir.

22

Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine duyurur. Sen mezarlardakine duyuracak değilsin.

"Dirilerle ölüler de bir olmaz” bu da mü'minlerle kâfirler için başka bir misaldir, birinciden daha etkilidir, bunun içindir ki, fiil tekrar edilmiştir. Bunların âlimler ile Câhiller için olduğu da söylenmiştir.

"Şüphesiz Allah, dilediğine duyurur” hidâyet etmeyi dilediğine duyurur da onu âyetleri anlaması ve öğütlerinden yararlanması için muvaffak kılar.

"Sen mezarlardakine duyuracak değilsin” bu da küfürde ısrar edenleri ölülere benzetmenin terşihidir (müşebbeh bihin mülayimidir) ve umutlarını kesmek için mübalağadır.

23

Sen ancak bir uyarıcısın.

 Âyetin tefsiri için bak:24

24

Şüphesiz biz seni hak ile bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. İçinde uyarıcı geçmeyen hiçbir ümmet yoktur.

"Sen ancak bir uyarıcısın” senin uyarmaktan başka yapacağın bir şey yoktur. Duyurmak sana düşmez, kalpleri mühürlenenler için elinden bir çare gelmez.

"Şüphesiz biz seni hak ile gönderdik” bizler ya da sen haklı olarak yahut hak ile ilintili olarak gönderdik. Bilhakkı'nın "beşiren ve neziren"e bağlı olması da câizdir yani hak vaat ile müjdeleyici ve hak tehdit ile uyarıcı olarak demektir.

"Hiçbir ümmet yoktur” bir çağda yaşayanlar yoktur "mutlaka içlerinde bir uyarıcı vardır” Allah'tan uyaran bir peygamber yahut bir âlim. Uyarıcı ile yetinmesi, onun müjdeye yakın olduğu bilinmesindendir, hele daha önce zikredilmişse.

Ya da peygamber göndermenin en önemli gayesi uyarmak olduğu içindir.

25

Eğer seni yalanlıyorlarsa, gerçekten kendilerinden öncekiler de yalanladı. Peygamberleri onlara mu'cizelerle, suhuflarla ve nûr saçan kitaplarla geldiler.

Âyetin tefsiri için bak:26

26

Sonra da ben kâfirleri yakaladım. Benim reddim nasıl oldu gör!

"Eğer seni yalanlıyorlarsa, gerçekten kendilerinden öncekiler de yalanladı. Peygamberleri onlara delillerle geldiler” peygamberliklerine şahitlik eden mu'cizelerle "suhuflarla” İbrâhîm aleyhisselâm'ın suhufları gibi "ve nûr saçan kitapla” Tevrat ve İncil gibi. Bu da açıklamak içindir, toplamak için değildir (yani her peygamber bunların hepsi ile gelmiş değildir). Zübür ile kitaptan bir tek şey murat edilmek de câizdir, atıf ise sıfatların farklı olmasındandır.

"Sonra da ben kâfirleri yakaladım. Benim reddim nasıl oldu?” ceza vererek gösterdiğim reaksiyon nasıl oldu!

27

Görmedin mi, Allah gökten su indirdi. Biz de onunla renkleri farklı ürünler çıkardık. Dağlardan da renkleri değişik, beyaz, kırmızı ve kiızguni siyah yollar (yaptık).

"Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Biz de onunla renkleri farklı ürünler çıkardık” cinsleri ve sınıfları farklı, öyle ki, herbirinin farklı türleri vardır ya da sarı, yeşil vb. gibi görünüş ve renkleri farklı demektir. (Dağlardan da yollar vardır) çizgi ve yol sâhibi demektir. Cüddetül himar, zebranın sırtındaki siyah çizgilerdir. Zam ile cüdüd de okunmuştur ki, o da cüdde'nin çoğuludur. İki fetha ile cededün de okunmuştur ki, o da açık yoldur.

"Beyaz, kırmızı renkleri farklı yollar” renk tonları koyu ve açık (kuzguni siyah) bu da beydun'a ya da cüdedün'e atıftır, sanki şöyle denilmiştir: Dağlardan da farklı renklerde yollar yaptık, onlardan bazısı da tek renkli siyahtır. Bu (ğarabib) gizli ve maba'dinin tefsir ettiği şeyin sıfatıdır (sudun ğarabibü sudin). Tekidin hakkı da müekketten sonra gelmektir, bunun sıfattaki bir örneği ünlü Şâir Nabiğa'nın şu mısraıdır:

Yaratıklarına emniyet veren (Allah)a yemin ederim ki, Harem'e sığınan kuşlar insanlara sürtünürler.

Bu gibi şeyde daha çok te'kit vardır; çünkü hem gizlenmiş hem de açıklanmıştır.

28

İnsanlardan, sürünenlerden ve hayvanlardan da renkleri farklı olanlar vardır. Kulları içinden Allah'tan ancak âlimler korkar. Şüphesiz Allah, mutlak gâlib, çok bağışlayıcıdır.

"İnsanlardan, sürünenlerden ve hayvanlardan da renkleri farklı olanlar vardır” onlar da meyveler ve dağlar gibi renk renktirler.

"Kulları içinden Allah'tan ancak âlimler korkar". Çünkü korkmanın şartı korkulanı tanımak ve sıfat ve fiilleriyle bilmektir. Kim bunları daha çok bilirse ondan daha çok korkar. Bunun içindir ki, aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Allah'tan en çok korkanınız ve ondan en çok çekineniniz benim, buyurmuştur. Bu sebeple Allahü teâlâ bunu sonsuz kudretini gösteren fiillerinden sonra zikremıiştir. Mef’ûlün (Allahe) başa alınması şunun içindir, çünkü maksat etkenliği (Allah'tan korkmayı) sınırlamaktır, eğer mef'ûl sona bırakılsa idi durum ters olurdu. Allahü Merfû', ulemae de mensûb okunmuştur ki, o zaman korku ta'zîm için istiare edilmiş olurdu; çünkü ta'zîm edilen kimse daha heybetli olur.

"Şüphesiz Allah, mutlak gâlib, çok bağışlayıcıdır” bu da korku gereğinin illetidir, çünkü şunu göstermektedir ki, Allah taşkınlıkta ısrar edene ceza verir, isyandan tevbe edeni de bağışlar.

29

Şüphesiz Allah,'ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden gizli ve açık harcayanlar, asla revaçtan düşmeyecek bir ticaret umarlar.

"Şüphesiz Allah,'ın kitabını okuyanlar” okumasına devam edenler yahut içindekini izleyenler, Öyle ki, bu, onlar için bir alâmet-i fârika olur. Allah'ın kitabından maksat Kur'ân'dır ya da Allah'ın indirdiği kitapların cinsidir. O zaman bu, inanmayanların hikayesini aktardıktan sonra tasdik edenler için medih olur.

"Namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden gizli ve açık harcayanlar” bir maksat gütmeksizin nasıl olursa öyle harcayanlar demektir. Gizlinin sünnette, açığın da farzda olduğu da söylenmiştir.

"Asla revaçtan düşmeyecek bir ticaret umarlar” taatın sevabını kazanmayı ümit ederler, bu (yercune ticareten) innellezine'nin haberidir. (Asla revaçtan düşmeyecek) kesat olmayacak, zarar etmeyecek demektir ki, ticaret lâfzının sıfatı olur.

30

Bu da onlara mükâfatlarını tastamam ödemesi ve onlara lütfünden fazla vermesi içindir. Şüphesiz o, çok bağışlayan ve çok karşılık verendir.

"Onlara mükâfatlarını tastamam ödemesi için” cümlesi de bundan anlaşılan şeyin gerekçesidir yani asla revaçtan düşmeyecek ve Allah katında istenen şey lacaktır ki, bu yüzden onlara amellerinin mükâfatını versin ya da sayıldığı gibi emre itaatlanndan anlaşılan şeyin gerekçesidir, bunu yaptılar Allah da onlara bol bol versin yahut liyüveffiyehüm yukarıda geçen yercune'nin sonucudur.

"Onlara lütfünden fazla versin” amellerinin karşılığından daha fazlasını versin.

"Şüphesiz o çok bağışlayandır” onların kusurlarım "çok karşılık verendir” taatlarına yani teşekkürlerini şayan-ı kabul bulur. Bu da bol ve fazla vermenin illetidir ya da inne'nin haberidir, yercune de enfeku'nûn vâv'ından hâl’dir.

31

Sana kitaptan vahyettiğimiz o şey, önündekini tasdik edici olarak gerçektir. Şüphesiz Allah, kullarından gerçekten haberdardır, her şeyi çok iyi görendir.

"Sana kitaptan vahyettiğimiz o şey” yani Kur'ân demektir, min de beyaniyedir yahut kitap cinsidir ki, min de bazı manasınadır "Önündekini tasdik edici olarak haktır” ben onu hak kılacağım, musaddikan da kendinden önce gökten indirilen kitapları tasdik edici demektir ki, müekkit hâl olur. Çünkü onun hak oluşu akaitte ve itikadi meselelerde ona uygun olmasını gerekli kılar.

"Şüphesiz Allah, kullarından gerçekten haberdardır, her şeyi çok iyi görendir” içleri de dışları da bilir. Eğer senin hâllerinin içinde peygamberliğe aykırı bir şey lsa idi sana böyle baştanbaşa muciz bir kitabı indirmezdi. Öyle bir kitaptır ki, diğer kitapların ayarıdır. Habir'in basir'den önce gelmesi bu işte ruhaniyetin esas olduğunu göstermek içindir.

32

Sonra kitaba seçtiğimiz kullarımızdan bazılarını mirasçı kıldık. İçlerinden kimi nefsine zulmedici, içlerinden kimi orta yolda, içlerinden kimi de Allah'ın izni ile hayırlarda öncüdür. İşte bu, büyük lütuftur.

"Sonra kitaba mirasçı kıldık” senden miras kalmasına hükmettik ya da onu miras kılacağız demektir. Bunu mâzi kalıbı ile vermesi gerçek olduğu içindir ya da onu geçmiş ümmetlerden miras kıldık demektir. Sümme ile atıf, innellezine yetlune paragrafının üzerinedir. Vellezi evhayna cümlesi de itiraziyedir, nasıl miras kılındığını anlatmak içindir.

"Seçtiğimiz kullarımızdan bazılarını mirasçı kıldık” bundan ashap ve tabiinden ümmetin ulemasını kast etmektedir ya da tüm ümmeti kast etmektedir; çünkü Allah onları diğer ümmetlerden seçmiştir.

"İçlerinden kimi nefsine zulmedici” onunla amelde kusurundan dolayı.

"İçlerinden kimi orta yolda” çoğu zaman onunla amel eder.

"İçlerinden kimi de Allah'ın izni ile hayırlarda öndedir” amele eğitim ve irşadı eklemekle.

Şöyle de denilmiştir: Zâlim cahildir, orta yolda olan öğrenendir, öncü de alimdir.

Şöyle de denilmiştir: Zâlim suç işleyendir, orta yolda olan iyi ile kötüyü karıştırandır. Öncü de iyilikleri kötülüklerine ağır basandır. Öyle ki, kötülükleri bağışlanmış olur. Bu da aleyhisselâm Efendimizin:

"Öncüler cennete hesapsız girenlerdir. Orta yoldakiler kolay hesap görenlerdir. Nefislerine zulmedenler de mahşer yerinde hapsedilenlerdir. Sonra Allah onları rahmeti ile karşılar” sözünün manasıdır.

Şöyle de denilmiştir: Zâlim kâfirdir, bu da zamir'in kullara gitmesine göredir. Bunun başa alınması zâlimlerin çok olmasındandır, bir de zulüm cahillik manasınadır, nefsin arzularına meyletmek de yaratılış icabıdır. Ortada bulunma ile önce geçme de arizi şeylerdir.

"İşte bu, büyük lütuftur” bu da miras bırakmaya ya da seçmeye yahut önce geçmeye işarettir.

33

O lütuf Adn cennetleridir ki, onlara girerler, orada altından ve inciden bileziklerle süslenirler. Orada elbiseleri ipektir.

 (O lütuf Adn cennetleridir) bu da mübteda ve haberdir, zamir de yukarıdaki üçlere gitmektedir ya da Ellezîne'ye yahut muktesıd'a yahut da sabik'a gitmektedir. Çünkü bu ikisinden maksat cinstir. Cennetü adnin şeklinde tekil olarak da okunmuştur. Zahirin tefsir ettiği gizli bir fiille mensûb olarak cennati adnin de okunmuştur. Ebû Amr meçhul kalıbı ile yüdhaluneha okumuştur. (Süslenecekler) bu da ikinci haberdir ya da mukadder hâl’dir. Yuhlevne de okunmuştur ki, hâliyetil mer'etü deyiminden gelir, ism-i fâili hâliyetündür, kadın süslenmek manasınadır. (Altından ve inciden bileziklerle) birinci min bazı manasınadır, ikincisi de beyan içindir.

"Ve lü'lüin” bu da zehebin lâfzına ma’tûftur yani inci kakmalı altın bilezik demektir.

Ya da altındandır, inci gibi parlaktır demektir. Nâfi' ile Âsım onu esavire'nin mahalline atfederek lü'lüen şeklinde mensûb okumuşlardır, Allah ikisine rahmet etsin.

"Orada elbiseleri ipektir".

34

Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Şüphesiz Rabbimiz elbette çok bağışlayıcı, çok karşılık verendir, derler.

"Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun, dediler” akibet korkusundan kaynaklanan endişelerini ya da geçim ve sıkıntılarından doğan endişelerini ya da İblis'in vesvesesinden vesaireden olan endişelerini. Hüzn şeklinde de okunmuştur.

"Rabbimiz elbette çok bağışlayıcıdır” günahkârları "çok karşılık verendir” itaatkârlara.

35

O Allah ki, bizi lütfünden ikamet yurduna kondurdu. Orada bize bir yorgunluk dokunmaz ve orada bize bir usanç dokunmaz.

"O ki, bizi lütfünden ikamet yurduna kondurdu” ihsanından ve nimetinden kondurdu, çünkü onun için zorunluluk yoktur.

"Orada bize bir yorgunluk dokunmaz” bitkinlik "orada bize bir usanç da gelmez” hâlsizlik de gelmez. Çünkü orada mükellefiyet de yoktur iş de yoktur. Yorgunluktan sonra yorgunluğun ardından gelecek şeyi de kaldırması mübalağa içindir.

36

Kâfirler için cehennem ateşi vardır. Onlara hüküm verilmez ki, ölsünler. Orada onun azabından da hafifletilmez, işte biz, bütün küfürde ileri gidenleri böyle cezalandırırız.

"Kâfirler için cehennem ateşi vardır. Onlara hüküm verilmez” ikinci ölümlerine karar verilmez "ki, ölsünler!” rahat etsinler. (Feyemutu) gizli en ile mensûbtur, yukda'ya atfen feyemutune de okunmuştur. Bu da:

"Onlara izin verilmez ki, özür dilesinler” (Mürselat: 36) âyeti gibidir.

"Orada onun azabından da hafifletilmez” bilâkis söndükçe harlandırılır.

"Bunun gibi” bu ceza gibi "bütün küfürde ileri gidenleri böyle cezalandırırız” inkârda ileri gidenleri yahut nankörlükte ileri gidenleri. Ebû Amr meçhul kalıbı ile yücza okumuştur. O zaman küllü naibi fâil olur.

"Yücaza” da okunmuştur.

37

Onlar orada feryat ederler:

"Rabbimiz, bizi çıkar da yaptığımızdan başka iyi şey yapalımderler. Size düşünenin iyice düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı gelmedi mi? Tadın azâbı. Zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur.

 (Orada feryat ederler) bu da yefteilune veznindedir, surah kökünden gelir ki, seslenmektir. Sonra yüksek sesle yapıldığı için feryat manasında kullanılmıştır.

"Rabbimiz, bizi çıkar da yaptığımızdan başka iyi şey yapalım (derler)". Burada kavl maddesi gizlidir, iyi ameli böyle nitelemeleri yaptıkları iyi olmayan şeye üzülmelerindendir ve onu itiraf etmek içindir. Ve şunu da bildirmektedir ki, çıkmak istemeleri onu telâfi etmek içindir ve onlar eskiden yaptıklarını iyi zannediyorlardı. Şimdi ise öyle olmadığı meydana çıkmıştır.

"Size düşünenin iyice düşüneceği kadar ömür vermedik mi?” bu da Allah'tan cevaptır ve onlar için azarlamadır.

"Düşüneceği kadar” ifadesi her mükellefin düşünüp taşınacak kadar sürdüğü ömrü içine alır. Bunun yirmi ile altmış yaş arası olduğu söylenmiştir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz: Allahü teâlâ’nın kişiyi mazur gördüğü yaş altmış yıldır, buyurmuştur. (Ve câekümün nezir) kavli "evelem nüammırküm” kavlinin manasına atfedilmiştir, çünkü bu, onaylatmadır ve sanki: Ammernaküm ve câekümmün nezir, buyurmuştur (böylece haber habere atfedilmiş olur). O nezir yani uyarıcı da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'dir yahut kitaptır. Akıl yahut ak saç veyahut yakınların ölümüdür de denilmiştir.

"Tadın azâbı, zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur” azâbı onlardan uzaklaştıracak yardımcı.

38

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybini bilendir. Çünkü o, göğüslerin sâhibini çok iyi bilendir.

"Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybini bilendir” ona hiçbir şey gizli kalmaz, ona hâlleri de saklı kalmaz.

"Çünkü o, göğüslerin sâhibini çok iyi bilendir” bu da yukarıdakinin gerekçesidir, zira o, göğüslerde saklı olanı bilince, diğer şeyleri daha iyi bilir.

39

O Allah ki, sizi yeryüzünde hâlifeler kıldı. Artık kim küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfrü Rableri katında ancak gazabı artırır. Kâfirlerin küfrü ancak ziyanı artırır.

"O Allah ki, sizi yeryüzünde hâlifeler kıldı” orada tasarrufun anahtarlarını size verdi. Nesil nesil de denilmiştir, halaif hâlifenin çoğuludur, hülefa da hâlifin çoğuludur.

"Artık kim küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir” cezasını kendisi çeker.

"Kâfirlerin küfrü Rableri katında ancak gazabı artırır. Kâfirlerin küfrü ancak ziyam artırır” bu da onu (fealeyhi küfrühü) kavlini açıklamaktadır. Tekrar da şunu göstermek içindir ki, iki durumdan her biri küfrün çirkinliğini gerektirmede ve ondan kaçınmada yeterli sebeptir. Şiddetli buğz demek olan makt lâfzından murat edilen Allah'ın buğzudur, ziyandan murat edilen de âhiret ziyanıdır.

40

De ki: Allah'tan başka taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin; yerden ne yarattılar? Yoksa onların göklerde ortaklığı mı var? Yoksa onlara bir kitap verdik de onlar ondan dolayı bir delil üzerindeler mi? Hayır, zâlimler birbirine ancak aldatmaca vaadediyorlar.

"De ki: Allah'tan başka taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü?” onların putlarını kast ediyor, onlara nisbet edilmesi onları Allah'a ortak koşmalarındandır ya da sahip oldukları şeylerde kendilerine hissedar saymalarındandır. (Bana gösterin; yerden ne yarattılar?) bu da eraeytüm'den bedel-i istimaldir, çünkü bana haber verin manasınadır, sanki: Bana bu ortaklardan haber verin ve yerden tek başlarına ne yarattıklarını bana gösterin, demiş gibidir.

"Yoksa onların gökte ortaklığı mı var?” Allah ile beraber göklerin yaratılmasına mı katıldılar da bu sebeple İlâhlıkta bizzat (tabii) ortaklık mı elde ettiler.

"Yoksa onlara bir kitap verdik de” onları ortak edindiğimizi yazan bir kitap "onlar ondan dolayı bir delil / belge üzerindeler mi?” o kitaptan onları sonradan ortak kıldığımıza bir delil üzerindeler mi? Hüm zamirinin müşriklere gitmesi de câizdir, Meselâ "em enzelna aleyhim sültanen” (Rum: 35) âyetinde olduğu gibi. Nâfi', İbn Âmir, Ya'kûb, Ebû Bekir ve Kisâî çoğul vezninde beyyinatin okumuşlar ki, şirkin çok tehlikeli olduğuna ve mutlaka delillerle desteklenmesi gerektiğine îma eder.

"Hayır. Zâlimler birbirlerine ancak aldatmaca va'dediyorlar” bu konuda çeşitli delillerin olmadığı sâbit olunca, ondan geçti, onları buna sürükleyen şeyi zikretmeye döndü, o da geçmişlerin gelecekleri ya da reislerin ellerinin altındakileri aldatmasıdır. Bunu da onlar Allah katında şefaatçilerdir, ona yakın olmakla onlara şefaat edeceklerdir diye yapmaktadırlar.

41

Şüphesiz Allah, yeri ve gökleri zeval bulmalarından tutuyor. Eğer zeval bulurlarsa, ondan sonra onları hiçbir kimse tutamaz. Gerçekten o, çok yumuşak, çok bağışlayıcıdır.

"Şüphesiz Allah, yeri ve gökleri zeval bulmalarından tutuyor". Zeval bulmalarını istemediği için tutuyor; çünkü mümkün bir varlık durumunu koruyabilmesi için mutlaka bir muhafıza muhtaçtır.

Ya da onları yok olmaktan men ediyor, çünkü tutmak da sonunda men etmektir.

"Eğer zeval bulurlarsa, onları hiçbir kimse tutamaz” yerinde durduramaz "ondan sonra” Allah'tan sonra yahut zevaldan sonra. (İn emsekehüma) cümlesi iki cevabın yerini tutmaktadır. Birinci min zâit, ikincisi iptida içindir.

"Gerçekten o, çok yumuşak, çok bağışlayıcıdır” çünkü onları tutmuştur, hâlbuki onlar dağılmaya çok müsaittir, nitekim Allahü teâlâ:

"Neredeyse ondan gökler parçalanacak ve yer varılacaktır” (Meryem: 90) buyurmuştur.

42

Onlar yeminlerinin var gücü ile (şöyle) yemin ettiler: Yemin olsun eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, elbette herhangi bir ümmetten mutlaka daha doğru yolda olacaklar". Onlara bir uyarıcı gelince, bu, onların ancak kaçmalarını artırdı.

"Onlar yeminlerinin var gücü ile şöyle yemin ettiler:

"Yemin olsun, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, elbette herhangi bir ümmetten mutlaka daha doğru yolda olacaklar". Şöyle ki, Kureyş, ehl-i kitabın, peygamberlerini yalanladığını duyunca: Allah Yahûdîlere ve Hıristiyanlara 'net etsin, eğer bize bir peygamber gelirse, herhangi bir ümmetten yani Yahûdîlerden, Hıristiyanlardan ve diğerlerinden bir ümmetten yahut ümmet denen herhangi bir ümmetten daha doğru yolda oluruz, dediler. Bundan hidâyet ve istikamette onlardan daha doğru yolda olacaklarını kast ediyorlar.

"Onlara bir uyarıcı gelince” yani Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm gelince "bu artırmadı” uyarıcı yahut Allah tarafından gelmesi "ancak kaçmalarını artırdı” haktan ürkmelerini artırdı.

43

Yeryüzünde kibir taslamak ve kötü tuzak kurmak için. Kötü tuzak ise ancak sâhibini kuşatır. Onlar ancak öncekilerin kanunu mu bekliyorlar? Sen Allah'ın kanunu için asla bir değişiklik bulamazsın. Allah'ın kanunu için asla bir döneklik bulamazsın.

 (Yeryüzünde kibir taslamak için) bu da nufuran'dan bedeldir ya da mef’ûlün lehtir (ve kötü tuzak kurmak için) aslı ve en mekerul mekres seyyie'dir. Mevsûf (elmekr) hazf edildi, çünkü sıfatı ona gerek bırakmamıştır. Sonra en fiille beraber mastara çevrildi (mekr), sonra da muzâf oldu. Yalnız Hamze vasi hâlinde hemzenin sükûnu ile (esseyyi') okumuştur.

"Kötü tuzak ancak sâhibini kuşatır” o da tuzağı kurandır, Bedir savaşında da onları kuşatmıştır. Vela yuhikal mekre de okunmuştur ki, Allah kuşatır demektir.

"Onlar ancak öncekilerin kanunu mu bekliyorlar?” Allah'ın âdetini ki, o da yalanlayanlara azâp etmektir.

"Sen Allah'ın kanunu için asla bir değişiklik bulamazsın. Allah'ın kanunu için asla bir döneklik bulamazsın” çünkü azâp olmayanı azaba çevirmekle de onu yalanlayanlardan başkasına çevirmekle de değiştirmez.

44

Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl oldu, görsünler? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Ne göklerde ne de yerde hiçbir şey Allah'ı aciz kılacak değildir. Şüphesiz o, hakkıyla bilen, her şeye gücü yetendir.

"Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl oldu, görsünler” bu da Şâm'a, Yemen'e ve Irak'a yolculuklarında geçmiş insanların eserlerini (kalıntılarını) aleyhlerine şâhit getirmedir.

"Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Ne göklerde ne de yerde hiçbir şey Allah'ı âciz kılacak değildir” onu geçerek ve elinden kaçarak.

"Şüphesiz o, hakkıyla bilendir” bütün eşyayı "gücü yetendir” her şeye.

45

Eğer Allah insanları kazandıkları şeyle sorumlu tutsa idi, onun sırtında (yeryüzünde) bir canlı bırakmazdı. Ancak onları belli bir süreye erteliyor. Ecelleri geldiği zaman, şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir.

"Eğer Allah insanları kazandıkları şeyle sorumlu tutsa idi” günahlarıyla "yeryüzünde bir canlı bırakmazdı” hareket eden bir canlı bırakmazdı, isyanlarının kötülüğü yüzünden. Burada geçen dâbbe'den yalnız insan kast edilmiştir, denilmiştir. Çünkü "ancak onları belli bir süreye kadar erteliyor” buyurmuştur ki, o da kıyâmet günüdür.

"Ecelleri geldiği zaman, şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir” onları amellerine göre cezalandırır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Kim Melâike / Fatır sûresini okursa, sekiz cennet kapısı: İstediğinden gir, diye onu davet eder.

0 ﴿