36 / YÂSÎN

Mekke de inmiştir.

Efendimizden şöyle dediği rivâyet edilmiştir Yasin’e Muimme denir, çünkü her iki dünyada hayır ve iyiliği ile bütün insanları kaplar; Daifa ve Kadıya da denir ki, her kötülüğü def eder ve her ihtiyacı görür.

83 âyettir.

1

 Ya. Sin.

Âyetin tefsiri için bak:2

2

 Hikmet dolu Kur'ân'a Yemin olsun ki,

"Ya. Sin” Mana ve i'rab bakımından elif, lâm, mim gibidir.

Şöyle de denilmiştir: Manası Tay lehçesine göre ya insan (ey insan) demektir. O zaman aslı ya üneysiyn olmuş olur ki, böylece çok nida edildiği için yarısı ile yetinilmiştir. Nitekim eymünillahi'de de müllahi denilmiştir. Ceyri gibi kesr ile (yasini) ve mebni olarak da eyne gibi feth ile yasine de okunmuştur.

Ya da mûreb olarak ütlü yasine yahut gizli kasem harfi ve hazfi ile yasine okunmuştur. Harfi hazf edildiği hâlde fetha okunması gayri munsarif olduğu içindir. Haysü gibi zam ile yasinü de okunmuştur. Bunlar yasin'de (mebni değil de) mûreb olarak da düşünülebilir.

Hamze, Kisâî, Ravh ve Ebû Bekir ye'yi imela ile okumuşlardır. Yasin'in nûn'unu da İbn Âmir, Kisâî, Ebû Bekir ve Ya'kûb "vel-Kur'ânil hakîm"in vâv'ına idgam etmişlerdir (yasivvel Kur’ânil hâkim).

Eğer yasin yemin edilen şey kabul edilirse bu vâv kasem yahut atıf için olur.

3

 Gerçekten sen elbette gönderilenlerdensin.

Âyetin tefsiri için bak:4

4

 Doğru bir yol üzerindesin.

"Gerçekten sen elbette gönderilenlerdensin. Doğru bir yol üzerindesin” ki, o da tevhidtir ve amellerde dürüstlüktür.

Alâ Sırâtın kavlinin ikinci haber olması yahut câr ile mecrûrda saklı (kâin) zamirden hâl olması da câizdir. Bu kaydın faydası da şerîatı açıkça doğru olarak nitelemektir, gerçi leminel mürselin de buna dolaylı olarak delâlet etmektedir.

5

 Bu Kur'ân mutlak gâlib, çok merhametli Allah'ın indirmesidir.

"(Bu Kur'ân) mutlak gâlib, çok merhametli Allah'ın indirmesidir". Bu da muhzuf hüve'nin haberidir, tenzil mastarı da mef'ûl manasınadır (münezzel).

İbn Âmir, Hamze, Kisâî ve Hafs nasb ile (tenzile) okumuşlardır. O zaman a'ni lâfzı ya da kendi fiili (nezzelallahu) gizlenmiş olur ve mastar aslı üzere kalır (mef'ûl manasına olmaz). Vel-Kur'âni'den bedel olarak cer ile (tenzilil) de okunmuştur.

6

 Ataları uyarılmayan; bu yüzden gâfil kalan bir kavmi uyarman için.

Âyetin tefsiri için bak:7

7

 Yemin olsun, gerçekten söz (azâp) çoklarına hak oldu; artık onlar îman etmezler.

 (Uyarman için) bu da tenzil'e ya da leminel mürselin'in manasına mütealliktir, (ataları uyarılmayan) yani aradan uzun süre geçtiği için ataları uyarılmayan demektir. O zaman peygambere çok ihtiyaçları olduğunu bildiren bir sıfat olur.

Ya da ellezi ünzire bihi demek olur ( da ismi mevsûldur).

Ya da şey'en ünzire bihi abauhum demektir ki, ( mevsûfedir) ve uzak ataları kast edilmiş ve uyarılmış olur. Bu durumda edâtı litünzire'nin ikinci mef'ûlu olur.

Ya da mef'ûlu mutlak olarak inzare abaihim demek olur.

"Onlar gâfillerdir” bu da birinci mülahazaya göre nefye bağlıdır yani uyarılmadıkları için gâfil kaldılar demektir.

Ya da öteki mülahazalara göre inneke leminel mürselin'e mütealliktir yani onları uyarman için seni gönderdik, çünkü onlar gâfillerdir.

"Gerçekten söz çoklarına hak oldu” bundan da "Yemin olsun ki, cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan mutlaka dolduracağım” (Hûd: 119) kavlini kast etmektedir.

"Artık onlar îman etmezler” çünkü onlar Allah'ın îman etmeyeceklerini bildiği kimselerdendir.

8

 Gerçekten biz, onların boyunlarına tasmalar geçirdik; onlar çenelere kadar indiği için; başları yukarı kalkmıştır.

"Gerçekten biz onların boyunlarına tasmalar geçirdik” bu da küfürde kararlılıklarını ve kalplerinin mühürlendiğini tespit etmektedir, şöyle ki, âyetler ve uyarıcılar onlara kâr etmemektedir. Bu da boyunlarına tasma geçirilenlere benzetilmeleri ile yapılmıştır.

"Onlar çenelere kadar dayanmaktadır” tasmalar çenelerine varmıştır, başlarını eğmelerine müsaade etmez,

"o sebeple başları yukarı kalkmıştır". Başlarını kaldırmışlar, gözlerini yummuşlardır; artık hakka doğru bakmazlar ve başlarını indirmez ve ona döndürmezler.

9

 Onların önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları sardık; artık onlar görmezler.

"Onların önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları sardık; artık onlar görmezler". Bu da onları iki şeddin kuşatıp da önlerini ve arkalarını görmeyen kimseler ile temsilidir. Onlar cehalet dehlizinde mahpusturlar. Âyetlere ve delillere bakma şansları yoktur. Hamze, Kisâî ve Hafs fetha ile sed okumuşlardır ki, o da lügattir.

Şöyle de denilmiştir: İnsanların yaptığına feth ile sed, Allahü teâlâ’nın halk ettiğine de zam ile süd denir. A'şeynahüm de okunmuştur bu da gece körlüğüdür.

Şöyle de denilmiştir: Bu iki âyet Mahzum oğulları hakkında indi; onlardan Ebû Cehil, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in başını yaracağına yemin etti. Namaz kılarken ona geldi, başına vurmak için de elinde bir taş vardı. Elini kaldırınca eli boynuna dolandı, taş da eline yapıştı; öyle ki, onu zorla çözdüler. Kavmine döndü, haber verdi. Başka bir Mahzum'lu da: Ben onu bu taşla öldüreceğim, dedi. Allah da onun gözünü kör etti.

10

 Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; îman etmezler.

Âyetin tefsiri için bak:11

11

 Sen ancak zikre tâbi olan ve görmeden Rahmandan korkanı uyarırsın. Öyle ise onu bir bağışlanma ve değerli bir mükâfat ile müjdele.

"Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; îman etmezler” bunun tefsiri de Bakara sûresinde geçmiştir.

"Sen ancak uyarırsın” sonuç alacak şekilde uyarırsın "zikre tâbi olanı” yani Kur'ân'a ki, içindekini düşünmek ve onunla amel etmekle ona tâbi olanı "ve görmeden Rahmân'dan korkanı” başına inmeden ve korkunç işaretlerini görmeden önce azabından korkanı ya da içinden (kalbinden) korkup da rahmetine aldanmayanı. Çünkü o, Rahmân olduğu gibi intikâmcı ve kahredicidir de.

"Öyle ise onu bir bağışlanma ve değerli bir mükâfat ile müjdele".

12

 Gerçekten biz ölüleri diriltiriz; önden gönderdiklerini ve eserlerini yazarız. Biz her şeyi bir asılda saydık (tespit ettik).

"Gerçekten biz ölüleri diriltiriz” ölüleri yeniden canlandırmak ya da Câhilleri hidâyet etmekle "önden gönderdiklerini yazarız” iyi ve kötü amelleri "ve eserlerini” Meselâ öğrettikleri ilim ve vakfettikleri mal gibi iyiliklerini ve bâtılı yayma ve zulmü kökleştirme gibi kötülüklerini de.

"Biz her şeyi bir imâm'da (asılda) tespit etmişizdir” yani Levh-i Mahfûz'da demektir.

13

 Onlara o şehir halkını misal getir. Hani ona resûller gelmişti.

Âyetin tefsiri için bak:14

14

 O zaman biz onlara iki resûl gönderdik; o ikisini yalanladılar; biz de onları bir üçüncüsü ile takviye ettik.

"Gerçekten biz size gönderildikdediler.

 (Onlara misal getir) bu da hazihil eşyau alâ darbin vahidin yani bu eşya tek tip deyiminden gelir. Darabe iki mefula geçişlidir, çünkü caale manasını içermektedir. O iki mef'ûl da meselen ile ashâbel karyeti'dir. Burada muzâf hazfedilmiştir yani ic'al lehüm mesele ashâbil karyeti meselen demektir. Biri ile yetinmek, mukadder olanı da telâffuz edilenden bedel yahut atıf beyan saymak da câizdir.

Şehir de Antakya'dır. (Hani onlara elçiler gelmişti) bu da ashâbel karyeti'den bedeldir. Gönderilenler de Îsa aleyhisselâm'ın Antakya halkına gönderdiği resûllerdir. Allahü teâlâ’nın "o zaman biz onlara iki resûl gönderdik” kavli ile bunu kendine nispet etmesi,” Resûl”ünün ve hâlifesinin fiili olmasındandır. O ikisi de Yahya ile Yûnus'tur (Yuhanna ile Pavlos'tur). Başkalarıdır da denilmiştir.

"O ikisini yalanladılar; biz de onları takviye ettik” Ebû Bekir tahfif ile (azezna) okumuştur ki, azze'den gelir, o da mağlup etmektir. Mef’ûlün hazfi (azzezna-hüma) mâkablinin ona delâlet etmesindendir, bir de maksat takviye edileni zikretmektir.

"Bir üçüncüsü ile” o da Şem'un'dur.

"Gerçekten biz size gönderildik, dediler". Olay şöyle gelişmiştir: Onlar putlara taparlardı; Îsa aleyhisselâm onlara iki resûl gönderdi. Onlar şehre yaklaşınca Habib Neccâr'ı gördüler, koyun güdüyordu, onlara kim olduklarını sordu; onlar da anlattılar. O da: Bir mu'cizeniz var mı, dedi? Onlar da: Hastaya şifa veririz, gözsüzü ve abraş hastasını iyi ederiz, dediler. Habib'in hasta bir çocuğu vardı, onu sıvazladılar, o da iyileşti. Habib de îman etti ve haber yayıldı. Onların eliyle birçok insanlar şifa buldular, bunların haberi krala gitti. Kral onlara: Bizim bu İlâhlarımızdan başka bir ilâh mı var, dedi? Onlar da: Evet, seni ve İlâhlarını yaratandır, dediler. O da: Durumunuzu araştırayım, dedi ve onları hapsetti. Sonra Îsa aleyhisselâm, Şem'un'u gönderdi. O da kendini tanıtmayarak şehre girdi, kralın adamları ile arkadaşlık etti. Ona iyice ısındılar ve onu krala çıkardılar. Kral da ona sıcak davrandı. Bir gün ona: Duyduğuma göre iki adamı hapsetmişsin, dediklerini dinledin mi, dedi? O da onları çağırdı, Şem'un: Sizi kim gönderdi, dedi? İkisi de: Her şeyi yaratan ve ortağı olmayan Allah, dediler. Kral: Onu bana anlatın fakat özetleyin, dedi. Onlar da: İstediğini yapar ve irâde ettiğine hükmeder, dediler. O da: Mu'cizeniz nedir, dedi? Onlar da: Kral ne arzu buyurursa, dediler. O da gözleri silme kör olan bir delikanlı çağırdı; onlar da dua ettiler. Onun da gözü açıldı. İki fındık aldılar, onu göz çukuruna koydular, o da göz küresi oldu, onlarla görmeye başladı. Şem'un: Sen de İlâhlarından istesen de onlar da böyle yapsalar; senin için de onlar için de şeref olur, dedi. O da: Senden saklım yoktur, bizim İlâhlarımız duymaz, görmez, zarar ve ziyan vermez, dedi. Sonra kral: Eğer sizin İlâhnız bir ölüyü diriltebilirse ona îman ederiz, dedi. Birkaç hafta önce ölmüş bir genç getirdiler. Onlar da Allah'a dua ettiler; genç kalktı ve: Ben yedi ateş vadisine sokuldum, sizi içinde bulunduğunuz hâlden uyarıyorum; îman edin, dedi. Ve: Göğün kapısı açıldı, güzel bir genç gördüm; bu üçüne şefaat ediyordu, dedi. Kral da: Onlar kim, dedi? Genç de: Şem'un ile bu ikisi, dedi. Şem'un sözünün krala tesir ettiğini görünce ona nasihat etti, o da kalabalık bir grupla îman etti. Îman etmeyenler de Cebrâîl aleyhisselâm'ın sayhası ile helâk oldular.

15

 Onlar da: "Siz ancak bizim gibi insansınız. Rahmân hiçbir şey indirmemiştir; siz de ancak yalan söylüyorsunuzdediler.

Âyetin tefsiri için bak:16

16

Resûller de: "Rabbimiz bilir ki, gerçekten biz, size elbette gönderildik dediler.

"Onlar (şehir halkı) da: Siz ancak bizim gibi bir insansınız, dediler” iddia ettiğiniz gibi bizden bir üstünlüğünüz yoktur. Beşerün'ün Merfû' olması, edatını amel ettiren nefyin illâ ile bozulmasındandır.

"Rahmân bir şey indirmedi” vahiy ve risaletten "siz ancak yalan söylüyorsunuz” risalet davasında.

“ Resûller de: Rabbimiz bilir ki, gerçekten biz, size elbette gönderildik, dediler” Allah'ın ilmini şâhit getirdiler, bu da yemin yerine geçer. Bunu te'kit eden lâm'ı da ilave ettiler, çünkü bu, inkârlarının cevabıdır.

17

"Bize ancak apaçık tebliğ etmek düşer” doğruluğuna şahitlik eden delillerle açıklanmış tebliğ. Bu ifade şahitliği güzelleştiren şeylerdendir, çünkü o ancak belge ile güzelleşir.

18

 Dediler: Gerçekten biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Yemin olsun, eğer bundan vaz geçmezseniz, mutlaka sizi taşlarız ve elbette size bizden acıklı bir azâp dokunur.

"Dediler: Gerçekten biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık” bu da onların iddialarını garip ve çirkin görmelerinden ve ondan nefret etmelerindendir.

"Yemin olsun, eğer bundan vaz geçmezseniz” bu söyleminize bir son vermezseniz "mutlaka sizi taşlarız ve elbette size bizden acıklı bir azâp dokunur".

19

 Dediler: Uğursuzluğunuz sizinledir; size öğüt verildi diye mi (inkâr ediyorsunuz)? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.

"Dediler: Uğursuzluğunuz sizinledir” uğursuzluğunuzun sebebi yanınızdadır, o da akidenizin ve amellerinizin bozukluğudur.” Tayrukum maaküm” de okunmuştur.

"Size öğüt verildi diye mi?” (in) şartının cevabı mahzûftur, Meselâ tetayyertüm (uğursuzluk iddia ettiniz) yahut taşlama ve işkence ile tehdit ettiğiniz gibi. (e-in) iki hemze arasında elifle de (âin) okunmuştur; hemzenin fethi ile en de okunmuştur ki, li-en zükkirtüm demek olur. Hemzesiz in zükkirtüm de okunmuştur; eyne zükkirtüm de okunmuştur ki, nerede zikredilseniz uğursuzluğunuz sizinledir demek olur ki, bu daha etkilidir.

"Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” siz bir toplumsunuz ki, âdetiniz isyanda ileri gitmektir; bu sebepledir ki, başınıza uğursuzluk gelmiştir.

Ya da sapıklıkta aşırıya kaçan bir toplumsunuz; bu yüzden de saygı duyulması gerekenleri tehdit ettiniz ve teberrük edilmesi lâzım gelenleri de uğursuz saydınız.

20

Şehrin en ucundan bir adam koşarak geldi: Ey kavmim, resûllere tâbi olun, dedi.

Âyetin tefsiri için bak:21

21

Sizden bir ücret istemeyen ve doğru yolda olanlara tâbi olun.

"Şehrin en ucundan bir adam koşarak geldi” o da Habib Neccar'dır, putlarını yapardı. O, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'e îman edenlerdendir, hâlbuki aralarında altı yüz yıl vardır.

Şöyle de denilmiştir. O bir mağarada ibâdet ederdi, resûllerin geldiği haberini duyunca onlara koştu ve dinini açıkladı ve:

"Ey kavmim, resûllere tâbi olun, dedi. Sizden bir ücret istemeyen kimselere tâbi olun” öğütten ve mesajı iletmekten ücret istemeyen "ve doğru yolda olanlara tâbi olun” onlar iki dünyanın hayrını bulmuşlardır.

22

Ben, neden beni yaratana kulluk etmeyeceğim? Yalnız ona döndürüleceksiniz!

 (Ben, neden beni yaratana kulluk etmeyeceğim?) bu, Hamze'den başkalarının okuyuşudur; çünkü o vaslda ye'yi sâkin okur (maliy).

Habib Neccar kendini de işin içine katmakla nezaket göstermiş ve samimiyetini bildirmiştir. Çünkü onlar için istediğini nefsi için de istemiştir. Maksat (tek olan)” hâlik”larını terk edip başkasına ibâdet ettikleri için onları kınamaktır. Bunun içindir ki, daha çok tehdit etmek için:

"Siz yalnız O’na (Allah’a) döndürüleceksiniz” demiş, sonra da eski üslubuna dönerek şöyle buyurmuştur:

23

Ondan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse, onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz ve beni kurtaramazlar.

"Ondan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse, onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz” şefaatleri bana fayda vermez "ve beni kurtaramazlar” yardım etmek ve arka çıkmakla.

24

Gerçekten ben, o takdirde elbette apaçık bir sapıklık içindeyim.

Âyetin tefsiri için bak:25

25

Şüphesiz ben, sizin Rabbinize îman ettim; beni dinleyin!

"Gerçekten ben, o takdirde elbette apaçık bir sapıklık içindeyim” çünkü hiçbir şekilde fayda ve zarar vermeyecek bir şeyi fayda ve zarar vermeye gücü yeten Hâlika tercih etmek ve O’na şirk koşmak, hiçbir akıllıya kapalı kalmayacak bir dalâlettir/sapıklıktır.

Nâfi', Ya'kûb ve Ebû Amr ye'nin fethi ile (inniye) okumuşlardır. (Şüphesiz ben, sizin Rabbinize îman ettim) sizi yaratana, Nâfi', İbn Kesîr ve Ebû Amr ye'nin fethi ile (inniye) okumuşlardır.

"Beni dinleyin” îmanımı işitin. Hitabın resûllere olduğu da söylenmiştir; çünkü Habib Neccar kavmine öğüt verince onu taşlamaya başladılar; o da kendisini öldürmelerinden önce onlara doğru hızla koşmaya başladı.

26

Ona: Cennete gir, denildi. O da: Keşke kavmim bilselerdi, dedi!

Âyetin tefsiri için bak:27

27

Rabbim benî ne ile bağışladı ve beni ikram görenlerden eyledi.

"Gir cennete, denildi” onu öldürünce cennet halkından olduğunu müjdelemek için

yahut diğer şehitler gibi ikram etmek ve girmesine izin vermek için.

Ya da onu öldürmek istedikleri zaman Allah onu cennete kaldırınca böyle denildi. Nitekim Hasen Basri böyle buyurmuştur. Neden (ona)” cennete gir” denilmedi, çünkü maksat söylenen sözü açıklamaktır, kendisine söylenen kimseyi açıklamak değildir, zira o bellidir. Kelâm dîninden taviz vermemesi üzerine Rabbine kavuşunca sorulan şeyin cevabı mahiyetindedir. Bunun içindir ki,

"kavmim bilselerdi; Rabbim beni ne ile bağışladı ve beni ikram görenlerden eyledi, demiştir” çünkü bu, o söz üzerine sorunun cevabıdır. Kavminin de bilmesini istemesi onların böyle şey yapmalarını temenni etmesindendir. Tâ ki, onları da küfürden tevbe etmeye ve îman ve taâta girmeye teşvik etsin. Nitekim evliya böyle yaparlar; Öfkelerine sahip olur ve düşmanlarına acırlar.

Ya da onları çok haksız, kendinin ise haklı olduğunu göstermek için böyle demiştir.

Mükerremin şeklinde de okunmuştur. Bi-ma'daki haberiyedir (mevsûle yahut mevsûfedir) ya da mastariyedir, be de yalemûn'a mütealliktir.

Ya da istifhamiyedir, aslı üzere elifi hazf edilmemiştir. Be de o takdirde ğafere'ye mütealliktir yani beni ne için bağışladı demektir. Bundan da dinlerini terk etmesini ve eziyetlerine sabrı kast ediyor.

28

Onun ardından kavmine gökten hiçbir ordu indirmedik. Biz indirenler olmadık.

"Onun ardından kavmine indirmedik” helâkinden yahut cennete girdirilmesinden sonra "gökten hiçbir ordu indirmedik” onları helâk etmek için, nitekim sana Bedir'de ve Hendek'te indirmiştik. Onlara meleğin sayhası (narası) yetti. Bunda onların helâkini hor görme ve Resûl aleyhisselâm'ı büyütme vardır.

"Biz indirenler olmadık” kavmini helâk etmek için asker indirmek hikmetimizde olmadı; çünkü her şey için bir sebep takdir ettik; bunu (ordu indirmeyi) de senin kavminden intikâm alman için yaptık.

Şöyle de denilmiştir: mevsûledir, cünd'e ma’tûftur yani daha öncekilere indirdiğimiz taş, rüzgâr ve şiddetli yağmurlar gibi şeyler indirmedik demektir.

29

O ancak tek bir haykırma idi; birden onlar sönenlerdir.

"O değildi” yakalama yahut azâp "ancak bir tek haykırma idi". O da Cebrâîl aleyhisselâm'ın sesi idi. Kâne tâmme olarak "illâ sayhatün” de okunmuştur.

"Birden onlar sönenlerdir” ölülerdir. Ateşe benzetilmişlerdir; çünkü canlı alevi yükselen ateş, Ölü de kül gibidir. Nitekim Şâir Lebid şöyle demiştir:

Kişi ancak yükselen alev ve ışığı gibidir;

Öldükten sonra geriye kül olarak kalır.

30

Ey kulların üzerindeki hasret (gel artık, gelme zamanıdır)"! Ne zaman onlara bir peygamber gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi.

"Ey kulların üzerindeki hasret, gel; bu, senin hazır bulunmanı gerektiren hâllerdendir. O da:

"Ne zaman onlara bir peygamber gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi” kavlinden anlaşılan şeydir. Çünkü candan nasihat eden ve nasihatlarından iki dünyanın hayrı çıkan kimselerle alay edenlerin üzülmeleri ve onlara üzülmek de haktır. Melekler onların hâllerine hasret duymuş, ins ve cinin mü'minleri de onlara aynı şeyi hissetmişlerdir. Bunun Allah'tan onlara hasret olması da câizdir ki, o zaman nefislerine karşı işlemiş oldukları cinâyetleri büyütülmüş olur. Ya hasretâ okunuşu da bunu destekler. Hasrete şeklinde mensûb olması da ona müteallik olan câr ile uzamasından (sıfata benzemesinden) dir. Gizli fiili ile mensûbtur, münâda da mahzûftur (ya Muhammedü gibi), denilmiştir. Faile yahut mefula izafetle ya hasretel ibadi şeklinde de okunmuştur. Vaslı vakf yerine koyarak ya hasreh alelibadi de okunmuştur.

31

Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi, gerçekten onların, kendilerine dönmediklerini görmediler mi?

 (Görmediler mi?) bilmediler mi demektir ki,

"kem ehlekna” kavlinde amel etmemektedir; çünkü kem'in maba'di mâkablinde amel etmez, kem haberiye de olsa öyledir; çünkü aslı istifhamiyedir. (Gerçekten onların, kendilerine dönmediklerini görmediler mi?) Bu da mana bakımından kem'den bedeldir yani kendilerinden önce helâk ettiğimiz çok kimselerin onlara dönmediklerini görmediler mi, demektir. Yeni söz başı olarak kesr ile innehüm de okunmuştur.

32

Hepsi mutlaka katımıza hazır edilmişlerdir.

 (Hepsi mutlaka katımıza hazır edilmişlerdir) kıyâmet gününde ceza görmeleri için. İn, şeddeli inne'den tahfif edilmiştir, lâm da bunu göstermek içindir, da te'kit için ziyade kılınmıştır. İbn Âmir, Âsım ve Hamze şedde ile Lemmâ okumuşlardır ki, in nafiye olur, cemî' de feîl veznindedir, mef'ûl manasınadır. Ledeyna da onun yahut muhdarun'un zarfıdır.

33

Ölü yer onlar için bir ibrettir. Biz onu dirilttik ve ondan tane çıkardık; ondan yiyorlar.

 (Ölü yer onlar için bir ibrettir). Nâfi' şedde ile elmeyyitetü okumuştur, (biz onu dirilttik) ard'ın haberidir, cümle de ayetün'ün haberidir ya da onun sıfatıdır, ondan belli bir yer murat edilmezse ya da elardu mübteda’dır, ayetün de haberidir ya da cümle yerin âyet olmasını açıklamak için yeni söz başıdır.

"Ondan tane çıkardık” hububat cinsi demektir. (Ondan yiyorlar) sılanın başa alınması hububatın en çok yenecek şey ve hayatın dayanağı olduğunu göstermek içindir.

34

Onda hurmalıklardan ve bağlardan bahçeler kıldık ve onda pınarlar akıttık.

"Onda hurmalıklardan ve bağlardan bahçeler çıkardık” hurma ve türlerinden. Bunun içindir ki, habbi cemi yapmadığı hâlde bu ikisini cemi yapmıştır. Çünkü cinsi gösteren farklılığı akla getirir, türleri gösteren ise öyle değildir. Hab ve a'nab'a (tohum ve üzüme) uyması için kuru hurma demeyip de hurma ağacını zikretmesi, ağacının çok faydalı ve sanat eseri olması bakımındandır.

"Ve onda akıttık” şeddesiz olarak fecerna da okunmuştur. Fecr ve tefcir lâfız ve mana itibarı ile feth ve teftih gibidir,

"pınarlardan” yani biraz pınar akıttık demektir ki, şey'en minel uyuni manasınadır; mevsûf hazf edilmiş ve sıfat onun yerine geçirilmiştir ya da eluyune demektir ki, Ahfeş'e göre min zâit olur.

35

Meyvesinden ve ellerinin yaptığı şeylerden yemeleri için, şükretmeyecekler mi?

"Meyvelerinden yemeleri için” zikredilenlerin yani bahçelerin meyvelerinden demektir. Min semerihi zamirinin üslup değiştirerek Allah'a gittiği de söylenmiştir, çünkü meyve onun yaratması iledir. Hamze ile Kisâî iki zamme ile (sümürihi) okumuşlardır ki, o da lügattir ya da simar’ın cem'idir. Zamme ve sükûn ile (sümrihi) de okunmuştur. (Ellerinin yaptığı şeylerden) bu da semer'e atıftır, maksat şıra, pekmez vb. gibi yaptıkları şeylerdir. 'nın nafiye olduğu da söylenmiştir, maksat meyvenin kendi yapmaları ile değil de Allah'ın yaratması ile olmasıdır. Birinci manayı Hafs dışında Kûfelilerin he'siz olarak (min semerin) okumaları da destekler çünkü he'yi sıladan hazfetmek, diğerlerinden daha güzeldir.

"Şükretmeyecekler mi?” şükrü emretmesi, terkini yadsımak içindir.

36

Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve bilmedikleri şeylerden bütün çiftler yaratan o zât münezzehtir.

"Bütün çiftleri yaratan o zât münezzehtir” tür ve sınıfları "yerin bitirdiğinden” ot ve ağaç gibi "kendi nefislerinden” erkek ve dişi gibi "ve bilmedikleri şeylerden” Allahü teâlâ'nın kendilerini haberdar etmediği ve bilinmesine de yol vermediği şeylerden.

37

Gece onlar için bir ibrettir; ondan gündüzü soyarız; birden onlar karanlığa girerler.

"Gece onlar için bir ibrettir; ondan gündüzü soyarız” izale eder yerinden ayırırız. Bu da selehal cilde (deriyi yüzmekten) istiare edilmiştir. İ'rabı da yukarıda (ve ayetül lehümül ard'da) geçmiştir.

"Birden onlar karanlığa girerler” karanlıkta kalırlar.

38

Güneş de kendi karargâhı için akar. Bu, mutlak gâlib, her şeyi bilenin takdiridir.

"Güneş de kendi karargâhı için akar” devrinin son bulacağı belli bir sınır için akar, devrinin sona ermesi, yolunu bitiren yolcunun karargâhına benzetilmiştir ya da göğün ortasına varmak için akar; çünkü hareketi orada yavaşlar; duraklamış zannedilir. Şâir şöyle demiştir:

Güneş şaşkındır, tepede kuş gibi durur.

Ya da belli bir tarzda istikrarı için akar yahut her gün doğulardan ve batılardan takdir edilen son mahalli için akar; çünkü onun yılda doğuda ve batıda üç yüz altmış devri vardır. Her gün bir noktadan doğar ve bir noktadan batar. Sonra gelecek seneye kadar oralara dönmez.

Ya da âlem harap olacağı zaman akışının kesilmesi için akar. müstekarra leha da okunmuştur ki, onun için durma yoktur demektir. Çünkü o devamlı hareket hâlindedir, buradaki leyse manasınadır. (Bu) akıllıların hayran kalacağı ve hikmet içeren bu akış "mutlak gâlib Allah'ın takdiridir” her şeyi kudreti ile mağlup eden Allah'ın,

"her şeyi bilenin takdiridir” ilmi her bilinen şeyi kuşatan Allah'ın demektir.

39

Aya da menziller takdir ettik. Sonunda eski hurma salkımının çöpü gibi dener.

 (Ayı da takdir ettik) yüreyecek yerini takdir ettik "menziller takdir ettik / kıldık” ya da menzillerde yürüyüşünü takdir ettik, demektir. Menzilleri de yirmi sekizdir: Şeretan, Butayn, Süreyya, Deberan, Hek'a, Hen'a, Zira, Nisre, Tarf, Cebhe, Zübre, Sarfe, Avaâ', Simak, Ğafer, Zübana, İklil, Şevle, Neaim, Belde, Sa'd ezzabih, Sa'd belâ', Se'dessud, Sadulahbiye, Ferğuddelv elmukadem, Ferğuddelv elmuahhar, Rişa - ki, buna Batnulhut (balığın kamı) derler. Her gece bunlardan birine iner, onu geçmez de ondan geri kalmaz da. Birleşim noktasından önce son menzilinde olduğu zaman incelir, yay gibi olur. Kûfelilerle İbn Âmir, ra'nın nasbi ile (velkamere) okumuşlardır.

"Sonunda eski hurma dahnın çöpü gibi olur” sapı gibi olur. Urcun fu'lun veznindedir, inirac'tan gelir ki, eğrilmektir. İrcun da okunmuştur; büzyun ve bizyun (Rum halısı) gibi.

40

Güneşin aya yetişmesi yaraşmaz; gece de gündüzü geçmez. Hepsi bir yörüngede yüzerler.

"Güneşin yetişmesi yaraşmaz” doğru ve kolay olmaz "aya yetişmesi” hız bakımından; çünkü bu, bitkilerin gelişimini ve hayvanların yaşamını ters etkiler.

Ya da eserlerinde ve faydalarında yahut yerine inmede yahut gücünde yetişmesi yaraşmaz ki, nûrunu siler demektir. Nefiy edâtı 'nın şemsin (güneşin) başına getirmesi, onun emir kulu olduğunu göstermek içindir, ona ne görev verilmişse ancak onu yapar.

"Gece de gündüzü geçmez” onu geçip de arkada bırakmaz, ancak onu takip eder.

Şöyle de denilmiştir: Bu ikisinden (gece ile gündüzden) maksat alametleridir ki, nurlu ay ile ışıklı güneştir. Geçmesi de ayın güneşin hükmettiği yere geçmesidir; bu da birincinin tersi olur. Birincideki idrak yerine burada sebk kullanılması ayın yürüyüş hızına uygun olduğu içindir. (Hepsi) tenvîn muzâfun ileyhten ivazdır (küllühüm). Zamir güneşlere ve aylara râcidir. Hâllerin değişik olması, az da olsa zatta da değişiklik icap eder.

Ya da zamir yıldızlara râcidir. Çünkü o ikisinden bahs edilmesi onları akla getirir.

"Bir yörüngede yüzerler” genişliyerek yürürler.

41

Zürriyellerini dolu gemide taşımamız gerçekten onlar için bir delildir.

"Zürriyetlerini taşımamız gerçekten onlar için bir delildir” ticarete gönderdikleri evlatlarını ya da yanlarına aldıkları çocuklarını ve kadınlarını demektir. Çünkü zürriyet kadınlara da denir, zira onlar ekin tarlasıdır. (Başkaları) taşındığı hâlde özellikle onların zikredilmesi şundan dolayıdır; zira onların gemilere yerleştirilmesi daha zordur ve orada tutunmaları daha şaşırtıcıdır. Nâfi' ile İbn Âmir (çoğul olarak) zürriyyatihim okumuşlardır.

"Dolu gemide” bundan Nûh aleyhisselâm'ın gemisinin murat edildiği söylenmiştir. Allah'ın onları o gemide taşıması eski atalarını taşımasıdır ki, onlar da onların sulplerinde idiler. (Ataları değil de) özellikle zürriyetin seçilmesi, daha büyük bir minneti ifade ettiği ve kısa olmakla beraber daha çok şaşırtıcı olduğu içindir (neslin devamını göstermektedir).

42

Onlar için onun benzerinden binecekler yarattık.

Âyetin tefsiri için bak:44

43

Eğer istersek onları suda boğarız da onlar için ne bir yardımcı vardır, ne de onlar kurtarılırlar.

Âyetin tefsiri için bak:44

44

Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar faydalandırma hariç.

"Onlar için onun benzerinden yarattık” geminin benzerinden "binecekler” develer gibi, çünkü onlar da karanın gemileridir ya da diğer gemi ve kayıklardan demektir.

"Eğer istersek onları suda boğarız da onlar için ne bir yardımcı vardır” sarîh, onları boğulmaktan kurtaracak yardımcı demektir ya da yardım yoktur demektir, bu da etahümüs sarîh (onlara yardım geldi) deyiminden alınmıştır.

"Ne de onlar kurtarılırlar” o yardım sayesinde ölmekten.

"Ancak bizden bir rahmet ve faydalandırma hariç” ancak rahmet etmek ve yaşatmakla yararlandırmak için olması hariç "bir süreye kadar” ecelleri için takdir edilen zamana kadar.

45

Onlara:

"Önünüzdeki şeyden ve arkanızdaki şeyden sakının ki, merhamet olunasınız” denildiği zaman (yüz çevirirler).

"Onlara:

"Önünüzdeki şeyden ve arkanızdaki şeyden sakının” denildiği zaman” geçen olaylardan ya da âhirette hazırlanan azaptan yahut gökten inenlerden ve yerden çıkanlardan demektir, Meselâ "gökten ve yerden önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri görmediler mi?” (Sebe': 9) âyeti gibi.

Ya da dünya azabından ve âhiret azabından demektir yahut aksi veyahut geçen ve geride kalan günahlardan demektir.

"ki, merhamet edilesiniz” Allah'ın rahmetini umanlardan olmanız için. İza'nın cevabı mahzûftur, o da:

46

Onlara ne zaman Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler.

 (Onlara ne zaman Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler) kavlinden anlaşılmaktadır. Sanki şöyle demiş gibidir: Onlara, azaptan sakının, denildiği zaman yüz çevirirler; çünkü ona alışmışlar ve üzerinde idman yapmışlardır.

47

Onlara:

"Allah'ın size rızık ettiği şeylerden harcayındenlldiği zaman, kâfirler, lman edenlere:

"Allah'ın dileseydi yedireceği kimseye mi yedirecegiz? Siz ancak apaçık sapıklıktasınız!” derler.

"Onlara:

"Allah'ın size rızık ettiği şeylerden harcayın” denildiği zaman” muhtaçlarınıza "kâfirler derler” Yaratanı inkâr edenler yani Mekke'de İlâhyı işlevsiz bırakanlar derler "îman edenlere” onların ikrarları ve işleri Allah'a havale etmeleri ile alay ederek "Allah'ın dileseydi yedireceği kimseye mi yedireceği?” sizin iddianıza göre.

Şöyle de denilmiştir: Bunu müşrikler demiştir, çünkü fakir mü'minler onlardan yiyecek istemişlerdi. Bunu şu maksatla dediler: Allah onları yedirmeye kâdir olduğu hâlde yedirmediyse, biz hiç yediremeyiz. Bu da aşırı cehaletlerinde ndir. Çünkü Allah birçok sebeplerle yedirir; biri de zenginleri fakirleri yedirmeye teşvik etmesi ve onları buna muvaffak kılmasıdır.

"Siz ancak apaçık bir sapıklıktasınız” Allah'ın irâdesine ters düşen şeyi bize önermekle. Bunun Allah'ın onlara cevabını hikâye tarzında ya da mü'minlerin onlara cevabını hikâye tarzında olması da câizdir.

48

Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ne zaman, derler?

Âyetin tefsiri için bak:50

49

Onlar sadece çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak olan tek bir haykırmayı bekliyorlar.

Âyetin tefsiri için bak:50

50

O zaman ne bir tavsiyeye güçleri yeter ne de ailelerine dönebilirler.

"Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ne zaman derler” yeniden dirilme vaadini kast ediyorlar.

"Onlar sadece tekbir haykırmayı bekliyorlar” o da sûra birinci üfürmedir.

"Çekişip dururlarken onları yakalar” ticaret ve muamelelerinde tartışırlarken ve akıllarına böyle bir şey gelmezken. Bu da "ya da kıyâmet onlara ansızın gelir, onlar farkında değillerken” (Yûsuf: 107) âyeti gibidir. Aslı yahtesımun'dur, te sâkin kılınıp idgam edilmiştir, sonra iki sâkin cem olduğu için hı meksûr kılınmıştır. Ebû Bekir ses uyumundan dolayı ye'yi meksûr okumuştur (yıhıssımun). İbn Kesîr,rş ve Hişâm hı'mn fethi ile okumuş, te'nin harekesini onun üzerine atmıştır (yehassımun). Ebû Amr ile Kalun böyle okumuşlar, fakat hızlı geçiştirmişlerdir. Nâfi''den de hı'yı meftuh ve sad'ı şeddeleyerek hı'yı sâkin okuduğu da rivâyet edilmiştir (yahssımun). Sanki o, ikincisi idgam edildiği takdirde iki sakini cem etmeyi câiz görmüştür. Hamze hasamehu'dan alarak yahsımun okumuştur ki, mücadele etmek manasınadır.

"O zaman ne bir tavsiyeye güçleri yeter” işlerinden hiçbir işe güçleri yetmez "ne de ailelerine dönebilirler” ki, hâllerini görsünler; bilâkis ses bastırır bastırmaz ölürler.

51

Sûra üfürüldü; birden onlar kabirlerinden kalkmışlar, Rablerine koşuyorlar.

"Sûra üfürüldü” ikinci kez, bunun tefsiri Mü'minun sûresinde geçmiştir.

"Birden onlar kabirlerinden kalkmışlar” ecdas cedes'in çoğuludur, kabirler demektir, fe ile (ecdaf) da okunmuştur.

"Rablerine koşuyorlar” sürat yapıyorlar, zam ile yünsüun da okunmuştur.

52

Eyvah bize, bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vaadettiği ve peygamberlerin doğru söylediği şeydir, dediler.

 (Eyvah bize, dediler) ya veyletena da okunmuştur, (bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?) men ehebbena da okunmuştur ki, hebbe min nevmihi (uykusundan uyanmaktır). Men hebbena da okunmuştur ki, o da ehebbena manasınadır. Bunda şuna terşih (müşebbeh bihe uygun olanı zikretmek), işâret ve andırma vardır ki, onlar akılları karıştığı için kendilerini uyuyor zannetmişlerdir. Câr ve mecrûr ve mastar olarak min ba'sina ve vemin hebbina da okunmuştur. Yalnız Hafs burada hoş bir sekte yapmıştır, diğer kırâatlarda da burada vakfetmek güzeldir. (Bu, Rahmân'ın vaadettiği ve peygamberlerin doğru söylediği şeydir). Mübteda ile haberdir, da mastariyedir yahut mevsûledir, râci hazf edilmiştir.

Ya da mübteda’dır, haberi mahzûftur yani Hâza vaaderrahmanu ve sadakal mürselun demektir ya da vaaderrahmanu ve sadakal mürselune hakkun demektir ki, bu da onların sözlerindendir. Meleklerin yahut mü'minlerin, onların sorularına verdiği cevaptır da denilmiştir. Üslubun değiştirilmesi, küfürlerini hatırlatmak, bundan dolayı onları paylamak ve şuna dikkat çekmek içindir ki, onları ilgilendiren yeniden dirilmekten sormaktır, diriltenden değil. Sanki şöyle demişlerdir: Sizi yeniden dirilmeyi vaat eden ve size elçiler gönderen Rahmân yeniden diriltti; elçiler de size doğru söylediler. Durum sizin zannettiğiniz gibi değildir. Çünkü bu, uyuyanı uyandırmak değildir ki, uyandıranı sorasınız; o sadece korku dolu en büyük diriltmedir.

53

O sadece tek bir haykırma idi; birden hepsi katımızda hazır edilmişlerdir.

Âyetin tefsiri için bak:54

54

Bugün hiçbir kimseye haksızlık edilmez. Siz de ancak yaptığınız şeyle karşılık görürsünüz.

"O değildi” olay değildi "sadece tek bir sayha idi” ki, o da sûra son üfürmedir. Kâne tâmme kabul edilerek ref ile (sayhatün) de okunmuştur.

"Birden hepsi katımızda hazır edilmişlerdir” sırf o sayha sebebiyle. Bütün bunlar da yeniden dirilmenin ve mahşerde toplanmanın basit olduğuna ve gördükleri şeyde sebeplere gerek olmadığına işâret vardır.

"Bugün hiçbir kimseye haksızlık edilmez. Siz de ancak yaptığınız şeyle karşılık görürsünüz” bu da vaat edilen şeyi tasvir etmek ve zihinlere yerleştirmek için o zaman onlara denilen şeyin hikâyesidir. Şu da öyledir:

55

Şüphesiz bugün cennet yaranları meşguliyet içinde neşelidirler.

"Şüphesiz bugün cennet yaranları meşguliyet içinde neşelidirler” sefa sürmektedirler, bu da fükâhe maddesinden gelir ki, zevk duymaktır. Şuğulin'in nekire ve müphem kılınmasında, içinde bulundukları güzellik ve zevkin önemine işâret vardır ve şuna da dikkat çekilmektedir ki, bu, akılla anlatılmayacak ve sözle ifade edilmeyecek kadar kapsamlıdır. İbn Kesîr, Nâfi' ve Ebû Amr sükûn ile şüğlin okumuşlardır. Ya'kûb da bir rivâyette mübalağa için fekihun okumuştur. Şuğul ile fakihun haberdirler; şuğulin'in fakihin'a müteallik olması da câizdir. Zam ile fekuhun da okunmuştur ki, bu da lügattir, nattus ve nıts gibi. Zarfdaki zamirden hâl olarak da fâkihiyn ve fekihiyn de okunmuştur. İki fetha (şeğalin) fetha ve sükûn ile (şağlin) de okunmuştur ki, bunların hepsi de geçerli lügattir.

56

Onlar ve eşleri gölgelerde, koltuklara yaslanmışlardır.

"Onlar ve eşleri gölgelerdedir” zılâl, zıll'ın çoğuludur, şiab gibi ya da zulle'nin çoğuludur, kıbab gibi. Hamze ile Kisâî'nin zulelin okuyuşları da bunu destekler,

"koltuklara” süslü sedirlere "yaslanmışlardır". Ve hüm zamiri mübteda’dır, zılâlin de haberidir. Aleleraiki de yeni söz başıdır ya da ikinci haberdir yahut haber müttekiun'dur, iki câr da ona mütealliktir ya da hüm zamiri şuğulin'deki yahut fakihun'daki zamirin tekididir. Aleleraiki müttekiun da başka bir haberdir; çünkü ezvacehüm lâfzı hüm'e atıftır, bu da üç hükümde ortak olmalarındandır. Fi zılâlin de ma’tûf ile ma’tûfun aleyhten hâl’dir.

57

Onlar için orada meyve ve istedikleri her şey vardır.

Âyetin tefsiri için bak:58

58

Çok merhametli Rabb'den selâm sözü vardır.

"Onlar için orada meyve ve istedikleri her şey vardır". Kendileri için istedikleri demektir, yeddeun da dua kökünden yefteilun veznindedir, Meselâ işteva ve ictemele gibi ki, kendi nefsi için kebap etmek ve yağ eritmektir ya da yetedâavnehu (birbirleri için istedikleri) demektir, irtemevhü gibi ki, teramevhü (birbirlerine attıkları) demektir.

Ya da temenni ettikleri demektir ki, bu da üd'ü aleyye şi'te (benden ne temenni edersen iste) demektir.

Ya da dünyada istedikleri cennet ve derecelerinden demektir ya da mevsûle veyahut mevsûfedir, mübteda olarak merfû’dur, lehüm de haberidir,

"selâmün” de ondan bedel yahut ikinci sıfattır, haberi yahut mahzurun haberi olması da ya da mübteda olup da haberinin mahzûf olması da câizdir. Mef'ûlu mutlak yahut hâl olarak mensûb (selâmen) de okunmuştur ki, lehüm muraduhum hâlisen (samimi istekleri yerine getirilerek) demektir.

"Çok merhametli Rabb'ten selâm sözü vardır” yani Allahü teâlâ der yahut onlara onun tarafından böyle denilir.

Mana da şöyledir: Allah onlara melekler aracılığı ile yahut aracısız der. Bu da onları onurlandırmak içindir Zaten istek ve arzulan da budur. İhtisas üzere mensûb olması da câizdir (a'ni fiili gizleyerek).

59

Ey günahkârlar, bugün ayrılın, der.

"Ey günahkârlar, bugün ayrılın” mü'minlerden bir tarafa çekilin, bu da onlar cennete götürülürken olacaktır, Meselâ:

"Kıyamet koptuğu gün ayrılırlar” (Rum: 14) âyeti gibi.

Şöyle de denilmiştir: Bütün hayırlardan ayrılın ya da cehenneme ayrılın; çünkü her kâfirin orada ayrı bir odası vardır; ne o kimseyi görür ne de kimse onu görür.

60

Ey âdemoğulları, size şeytana tapmayın; çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır, diye tavsiye etmedim mi?

"Ey âdemoğulları, size şeytana tapmayın; diye tavsiye etmedim mi?” bu da onlara denenler cümlesindendir, onları azarlamak ve delille susturmak içindir. Onlara tavsiyesi de onlar için ortaya konulan ve ondan başkasına ibâdetten men eden aklî ve nakli delillerdir. Bunu şeytana tapma sayması da onu emreden ve onu süsleyen olması bakımındandır. Temim lehçesiyle muzaraat harfinin kesri ile i'hed, haye çevirerek i'had ve idgam ile ihhad de okunmuştur.

"Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır” bu da sürüklediği şeylerde ona ibâdetten men'in gerekçesidir.

61

Bana ibâdet edin. İşte doğru yol budur, diye.

 (Bana ibâdet edin) bu da enlata'budu'ya atıftır "işte doğru yol budur” bu da onlara emredilene yahut ona ibâdete işarettir. Cümle her iki şıkkı (Allah'tan başkasına ibâdet etmemek ve ona ibâdet etmek) ile yahut öteki şıkkı ile (yalnız Allah'a ibâdet etmek) tavsiyeyi gerektiren şeyin açıklaması için yeni söz başıdır.

62

Yemin olsun, gerçekten şeytan içinizden çok halkı azdırdı. Aklınızı kullanmıyor mu idiniz?

"Yemin olsun, gerçekten şeytan içinizden çok halkı azdırdı. Aklınızı kullanmıyor mu idiniz?” şeytanın düşmanlığını açıklamaya tekrar dönüştür, hâlbuki onun düşmanlığı açıktır, saptırması da meydandadır, az bir aklı ve fikri olan için görünen bir şeydir. Âyette geçen cibill halk manasınadır. Ya'kûb iki zamme ile (cübüllen), İbn Kesîr, Hamze ve Kisâî de iki zamme ile fakat şeddesiz (cübülen); İbn Âmir ile Ebû Amr da şeddesiz olarak zamme ve sükûn ile (cüblen) okumuşlardır ki, hepsi de lügattir. Ciblet'in çoğulu olarak ciblen de okunmuştur ki, hilkat ve hilk gibi olur. Ciylen de okunmuştur ki, çoğulu ecyaldır.

63

İşte bu, tehdit edildiğiniz o cehennemdir.

Âyetin tefsiri için bak:65

64

İnkâr ettiğiniz şey yüzünden bugün girin oraya!

Âyetin tefsiri için bak:65

65

Bugün ağızlarının üzerine mühür basarız; kazandıkları şeyi bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.

"İşte bu, tehdit edildiğiniz o cehennemdir. İnkâr ettiğiniz şey yüzünden girin oraya!” dünyada küfrünüzden dolayı bugün sıcaklığını tadın.

"Bugün ağızlarının üzerine mühür basarız” konuşmalarına mani olur "kazandıkları şeyi bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder” isyan eserlerinin orada görünmesi ve fiillerine delâlet etmesiyle ya da Allah'ın onları konuşturması ile. Hadiste şöyle denilmiştir: Onlar inkâr eder ve tartışırlar; ağızlarına mühür vurulur ve elleri ve ayakları konuşur.

66

Eğer dileseydik gözlerini silme kör ederdik de yola koşuşur-Iardı; nasıl göreceklerdi!

"Eğer dileseydik gözlerini silme kör ederdik” gözlerini silerdik, öyle ki, dümdüz olurdu "yola koşuşurlardı; nasıl göreceklerdi?” her zamanki gittikleri yola koşuşurlardı; essırata ya harfi çerin hazfi ile ya da istibak lâfzının ibtidar (acele etmek) manasına olmasıyla yahut koşulan yolun geçilen manasına olmasıyladır ya da zarf kabul edilmesiyledir.

"Nasıl göreceklerdi?” her zamanki yollarını, kaldı ki, başka yolları!

67

Eğer dileseydik onların oldukları yerde elbette şekillerini değiştirirdik de geçip gidemezlerdi de geri dönemezlerdi de.

"Eğer dileseydik onların elbette şekillerini değiştirirdik” suretlerini başkalaştırma ve kuvvetlerini iptal etme ile "oldukları yerde” öyle ki, donup kalırlardı. Ebû Bekir çoğul olarak mekânatihim okumuştur.

"Geçip gidemezlerdi de geri dönemezlerdi de” velayerciun, rucu yerine konulmuştur, bu da âyet sonlarının tutması içindir. Yalanlamalarından dönmezlerdi de denilmiştir. Mîm'i meksûr dad'a uydurmak için midıyyen de okunmuştur, çünkü vâv yey'e kalp edilmiştir, Meselâ 'tiyy ve mi'tiyy gibi, sabiy'in şeklinde madıyyin de okunmuştur.

Mana da şöyledir: Onlar inkâr etmek ve verdikleri sözü bozmakla böyle yapılmasını hak ettiler; ancak biz bunu yapmadık. Çünkü onlara rahmetimiz geniştir, hikmet de onlara süre verilmesini gerektirmektedir.

68

Kime uzun Ömür verirsek, onu yaratılışta baş aşağı ederiz. Akıllarını çalıştırmıyorlar mı?

"Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılışta baş aşağı ederiz” onu ters çeviririz; artık gittikçe kuvvetten düşer ve bünyesi çöker, başlangıcının tersine döner. Âsım ile Hamze tenkis kalıbından nünekkishü okumuşlardır, bu daha mübalağalıdır, neks de daha meşhurdur.

"Akıllarını çalıştırmıyorlar mı?” ki, buna gücü yetenin gözleri silmeye ve suretleri değiştirmeye de gücü yeter. Çünkü bu, bunları da daha fazlasını da içine almaktadır, ancak bunu aşama aşama yapmaktadır. Nâfi' - İbn Âmir rivâyetinde - İbn Zekvân ve Ya'kûb te ile (takilun) okumuşlar, çünkü yukarıda (Yasin: 63) muhatap şeklinde geçmiştir.

69

Biz ona şiir öğretmedik; ona yaraşmaz da. O, ancak bir zikir ve apaçık bir Kur'ân'dır.

"Biz ona şiir öğretmedik” bu da "Muhammed şairdir” sözlerine reddir, yani Kur'ân'ı öğretmekle ona şiir öğretmedik; çünkü ona ne lâfzan ne de manen benzememektedir. Zira kafiyeli ve vezinli değildir. Onun manası şairlerin teşvik edici ve nefret ettirici hayalleri gibi değildir.

"Ona yaraşmaz da” onun için doğru olmaz ve istese de yapamaz. Bildiğiniz gibi o kırk yıla yakın bir zamandır aranızdadır, onu denemişsinizdir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz'in:

Enen nebiyyü lakezib enebnü abdilmuttalib

(Ben yalan değil, Peygamberim; ben, Abdülmuttalib'in torunuyum)

sözü ile

Hel enti illâ ısbaun dümiyti

Ve sebilillahi lakıyti

(Sen sadece kanayan bir parmaksın),

(Bu da başına Allah yolunda gelmiştir) gibi söylediği şeyler tesadüfen vaki olmuştur, zorlanarak ve şiir kasdı ile söylenmemiştir. Bu gibi şeyler düz yazılarda çok olur. Öyle ki, İmâm Hâlil, yarım beyitlik recezi şiir saymamıştır. Bu doğrudur, öyle ki, Efendimiz'in birinci beyitte iki be'yi harekelediği ve birinci te'yi uzatmaksızm meksûr kıldığı ve ikinciyi de sâkin okuduğu rivâyet edilmiştir (o hâliyle şiirlikten çıkar). (Allemnahu'daki) zamirin Kur'ân'a gittiği de söylenmiştir, yani Kur'ân için şiir olmak doğru değildir demektir.

"O, ancak apaçık bir zikirdir” Allahü teâlâ'dan öğüt ve irşattır "ve apaçık bir Kur'ân'dır” mabetlerde okunan semâvî bir kitaptır. Beşer sözü olmadığı açıktır; çünkü mucizdir.

70

Diri olan kimseyi uyarması ve kâfirlere de söz hak olması için.

"Uyarması için” Kur'ân'ın yahut Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in. Nâfi', İbn Âmir ve Ya'kûb'un te ile (litünzire) okuması da bunu teyit eder.

"Diri olan kimseyi” akıllı ve anlayışlı olanı, zira gâfil ölü gibidir ya da Allah'ın ilminde mü'min olanı; çünkü ebedî hayat îmanladır. Uyarmanın diriye hâs kılınması ondan yararlanacağı içindir "ve söz hakkın olsun için” azâp kelimesi vâcip olsun için "kâfirlere” küfürde ısrar edenlere. Onları diriye mukabil sayması şunu akla getirmek içindir ki, onların kâfir olması, delilsiz yaşaması ve düşünmemeleri gerçekte ölü olmalarındandır.

71

Onlar görmediler mi ki, gerçekten biz onlar için ellerimizin yaptığından hayvanlar yarattık; onlar onlara sahiptirler.

"Onlar görmediler mi ki, gerçekten biz onlar için ellerimizin yaptığından yarattık” var etmesini üstlendiğimiz ve bizden başkasının var edemeyeceği şeylerden. Ellerin zikredilmesi ve yapmanın ona isnat edilmesi özelliği ve bunu yapmada yalnızlığı daha çok abartmak içindir.

"Hayvanlar” özellikle bunların zikredilmesi, bunlarda fıtrat harikaları ve çok faydalar olmasındandır,

"Onlar onlara sahiptirler” bizim malik kılmamızla sahiptirler ya da onları emirlerine vermekle onları zaptu rabt altına almaları ile. Şâir şöyle demiştir:

Yaşlandığım için silâh taşıyamıyorum,

Ürken devenin başını da zapt edemiyorum.

72

Onları kendilerine boyun eğdirdik. Binitleri onlardan ve onlardan yiyorlar da.

Âyetin tefsiri için bak:73

73

Kendileri için onlarda birçok menfaatler ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmiyorlar mı?

"Onları kendilerine boyun eğdirdik” onları muti ve uysal kıldık.

"Binitleri onlardan” binecekleri, rekubetühüm de okunmuştur, o da aynı manayadır, meselâ halub ile halubet gibi. Onun (rekubetin) çoğul olduğu da söylenmiştir. Mastar olarak rukubuhum da okunmuştur ki, zu rukubihim demektir ya da onların faydalarından biri de binmeleridir demektir.

"Ve onlardan yiyorlar da” yani etini yiyorlar.

"Kendileri için onlarda birçok menfaatler vardır” derileri, yünleri ve yapağıları gibi "ve içecekler vardır” sütten, (meşarib) meşrebin çoğuludur ismi mekân manasınadır.

Ya da mimli mastarıdır. Yalnız İbn Âmir, Hişâm rivâyetinde şin'i imâle ile (meşeyribü) okumuştur.

"Hâlâ şükretmiyorlar mı?” Allah'ın bu husustaki nimetine, zira onları yaratmasa ve onları uysal kılmasa idi bu önemli faydalar nasıl elde edilirdi?

74

Allah'tan başka ilâhlar edindiler; belki yardım edilirler diye.

Âyetin tefsiri için bak:75

75

Kendilerine yardıma güç yetiremezler. Halbuki onlar onlar için hazırlanmış askerlerdir.

"Allah'tan başka ilâhlar edindiler” onun yenilmez kudretini, birbirini destekleyen nimetlerini gördükten ve tek sâhibi o olduğunu bildikten sonra onları ibâdette Allah'a ortak ettiler "belki yardım edilirler, diye” başlarına gelen zor işlerde yardım ederler umudu ile. Hâlbuki durum tam tersinedir.

"Kendilerine yardıma güç yetiremezler. Halbuki onlar için” İlâhları için "hazırlanmış (hazırolda duran) askerlerdir” onları korumak ve zararlı şeyleri onlardan uzaklaştırmak için hazırlanmışlardır.

Ya da ateşte hazır edilmişlerdir.

76

Onların dediği seni üzmesin. Şüphesiz biz onların gizlediklerini de açıkladıklarını da biliriz.

 (Seni üzmesin) ahzene'den ye'nin zammı ile (felâ yuhzinke) de okunmuştur.

"Onların dedikleri” Allah'ı tanımayıp ona şirk koşmada ya da seni yalanlama ve sert dille eleştirme hususunda senin hakkında dedikleri.

"Şüphesiz biz onların gizlediklerini de açıkladıklarım da biliriz” ona göre cezalarını veririz. Bu da teselli olman için yeter. Bu, yeni söz başı olarak yasağın illetidir. Bunun içindir ki, lâm'ın hazfi ve hemzenin fethi ile (ennâ / liennâ) okunsa da câizdir.

77

İnsan görmedi mi, gerçekten biz onu meniden yarattık; birden o, apaçık bir hasımdır.

"İnsan görmedi mi, gerçekten biz onu meniden yarattık; birden o, apaçık bir hasımdır". Bu da haşri inkârlarına nisbetle dediklerini basitleştirmek için ikinci tesellidir. Bunda inkârlarını gayet ince bir şekilde çirkin gösterme vardır; şöyle ki, bunu şaşılması gereken bir şey; açık hasımlıkta ileri gitme; başta yarattığından daha basiti için kudretini yok sayma ve ondan daha büyüğü olmayan nimetine nankörlük ve yalanlama ile karşılık saymıştır. En büyük nimet de en değersiz şeyden şerefli bir insan yaratmasıdır.

Rivâyete göre Übey bin Halef, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi, elinde çürümüş bir kemik vardı, onu ufalıyordu ve: Bunun çürümüşken Allah'ın canlandıracağını mı söylüyorsun, dedi? aleyhis-salâtü ves-selâm da: Evet, onu yeniden diriltir ve seni de cehenneme sokar, dedi. Âyet bunun üzerine indi.

Mana şöyledir de denilmiştir; O, apaçık bir hasımdır; değersiz bir şey lduktan sonra iyiyi kötüden ayıran, güzel konuşan ve meramım ifade eden bir insan olmuştur.

78

Bize bir misal getirdi ve yaratılışım unuttu:

"Çürümüş kemikleri kim diriltir?” dedi.

"Bize bir misal getirdi” acayip bir durum temsil etti, o da ölüleri diriltmeye kudretin olmamasıdır ya da Allah'ın yaratmasını kendilerinin aciz olduğu bir şeye benzetmesidir "ve kendi yaratılışım unuttu” onu yaratmamızı.

"Çürümüş kemikleri kim diriltir?” dedi. Onu yadsıyarak ve akla uzak görerek. Remîm çürümüş kemik demektir. Belki de o fâil veznindedir, ism-i fâil manasınadır; remmeş şey'ü'den gelir, sonradan genelleşerek isim olmuştur. Onun için de burada müennes kılınmamıştır.

Ya da ism-i mef'ûl manasınadır, çürütmekten gelir. Bunda kemiğin de hayat sâhibi olduğuna ve ölümün diğer organlar gibi ona da etki edeceğine delil vardır.

79

De ki:

"Onu ilk defa var eden diriltir. O, her mahlûku hakkıyla bilendir.

"De ki: Onu ilk defa var eden diriltir” çünkü onun kudreti olduğu gibidir; onda değişme olmaz; madde de hayatı kabul edecek ilk hâli gibi durmaktadır.

"O, her mahlûku hakkıyla bilendir” ilmi ile mahlukların ayrıntılarını ve nasıl yaratıldığını bilir. Şahısların da dağılmış hâllerini; usul ve furuunu, yerlerini ve ayrılma yollarını bilir. Eskisi gibi nasıl birbirlerine katışacaklarını, onlardaki araz ve kuvvetlerin iadesini bilir ya da mislini yaratmayı bilir.

80

O ki, size yeşil ağaçtan ateş kıldı; birden siz onu tutuşturuyorsunuz.

"De ki, size yeşil ağaçtan ateş kıldı; birden siz onu tutuşturursunuz” Merh ile Afar ağaçlarını birbirine sürtme ile. Bunlar yeşil ve onlardan su damlarken (çakmak gibi) vurulunca ateş çıkar.

"Birden siz onu tutuşturursunuz” şüphe etmezsiniz, çünkü o ateştir, ondan çıkmaktadır. Yeşil, su damlayan ve oluşumu ile ateşe zıt olan ağaçtan ateş çıkarmaya gücü yetenin taze iken kuruyup da parçalanan şeyi tekrar taze olarak var etmeye daha çok gücü yeter. Mineşşeceril hadrâi de okunmuştur ki, mana (eşcar / ağaçlar) nazar-ı dikkate alınmıştır, Meselâ: (O ağaçtan karınlarını doldururlar) (Vakıa: 52) âyetinde müennes olduğu gibi.

81

Gökleri ve yeri yaratan, kendi gibilerini yaratmaya kâdir değil mi? Evet, o, çok yaratıcı, hakkıyla bilendir.

"Gökleri ve yeri yaratan” hacımlarmm büyüklüğüne ve şanlarının yüceliğine rağmen "kendi gibilerini yaratmaya kâdir değil mi?” onlara nispetle küçük ve değersiz olmaları ile ya da esas zât ve sıfatlarında kendi gibilerini yaratmaya ki, o da tekrar edilen şeydir. Ya'kûb'dan yakdirü okuduğu rivâyet edilmiştir. (Evet) lâfzı nefiyden sonrasını Allah'tan takrir edip onaylayan cevaptır, başka cevabı olmadığını bildirmektedir.

"O çok yaratan, hakkıyla bilendir” yarattıkları da çoktur, bildikleri de.

82

Onun durumu ancak bir şey istediği zaman ona "oldemektir. O da oluverir.

"Onun durumu” hâli ve şânı "bir şey istediği zaman ona "ol” yani meydana gel demektir (o da oluverir) fehüve yekunu demektir ki, meydana gelir manasınadır. Bu da murat ettiği şeydeki kudretinin emri reddedilmeyen, duraksamadan, iş yapmaya gerek duymadan ve alet ve edavat da kullanmadan meydana getirmede her hâl u kârda itâat edilen kimseye benzetmektir. Şüpheyi kesip atmak için getirilmiştir. Bu da Allah'ın kudretini halkın kudretine kıyas etme hatasıdır. İbn Âmir ile Kisâî yekule'ye atfen feyekune okumuşlardır.

83

Her şeyin hakimiyeti kendi elinde olan o zât münezzehtir. Yalnız ona döndürüleceksiniz.

"Her şeyin hakimiyeti kendi elinde olan o zât münezzehtir". Ona verdikleri misalden onu tenzih etmekte ve dedikleri şeyden şaşılması gerektiğini ifade etmektedir. Sebep olarak da onun bütün emre sahip olup her şeye kâdir olması gösterilmiştir.

"Yalnız ona döndürüleceksiniz” bu da ikrar ve inkâr edenler için vaat ve tehdittir. Ya'kûb te'nin fethi ile (terciun) okumuştur. İbn Abbâs radıyallahü anh'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Yasin sûresinin niçin bu faziletlere sahip olduğunu bilmezdim; baktım ki, bu âyet ile imiş! aleyhis-salâtü ves-selâm'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Her şeyin bir kalbi vardır, Kur'ân’ın kalbi de Yasin'dir. Kim onu Allah rızâsı için okursa Allah onu bağışlar ve ona Kur'ân'ı yirmi iki defa hatmetmiş gibi sevap verir. Hangi Müslüman'a ölüm meleği gelir de yanında Yasin sûresi okunursa, her harfi için on melek iner. Önünde saflara durur ve ona rahmet okur, istiğfar ederler. Yıkanmasında hazır bulunur, cenazesini uğurlar, ona rahmet okur ve defninde şâhit olurlar. Hangi Müslüman da ölüm sarhoşluğunda Yasin okursa, cennet rıdvan'ı ona cennetten bir şerbet getirinceye kadar ölüm meleği onun ruhunu kabz etmez. Ruhunu suya kanmış olarak kabz eder. Kabrinde de suya kanmış olarak kalır. Cennete kanmış olarak girinceye kadar peygamberlerin havuzlarına ihtiyaç duymaz.

0 ﴿