37 / SAFFÂT SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 182 âyettir.

1

 Yemin olsun, saf tutmakla tutanlara,

Âyetin tefsiri için bak:3

2

 Sürmekle sürenlere,

Âyetin tefsiri için bak:3

3

 Zikir okuyanlara ki,

"Yemin olsun, saf tutmakla tutanlara, sürmekle sürenlere, zikir okuyanlara ki,” kulluk makamında derecelerine göre saf tutan meleklere yemin ediyor, böylece onların üzerine İlâhî nurlar feyezan eder, bunlar Allah'ın emrini beklerler, ulvî ve süflî varlıkları emredildikleri şekilde görevlerini yapmaya sevk (teşvik) ederler.

Ya da insanları onlara hayır ilham etmekle günahlardan men ederler ya da şeytanları onlara sataşmaktan men ederler. Allah'ın âyetlerini ve açık mukaddes sıfatlarını peygamberlere ve evliyalara okurlar.

Ya da Allah saflar hâlinde sıkıca duran nesnelere, bunları idare eden ruhlara ve kudsiyet denizine dalmış pak cevherlere yemin etmiştir. Bunlar "Allah'ı gece gündüz tesbih eder, gevşemezler” (Enbiya: 20).

Ya da ibâdetlerde saf tutan, deliller ve öğütlerle küfür ve fasıklıktan men eden ve Allah’ın âyetlerini ve şerîatlarını okuyan âlimlere yemin etmiştir.

Ya da cihâdta saf tutan, atları yahut düşmanları çeviren ve Allah’ı zikreden gazilerin nefislerine yemin etmiştir. Bunlar zikir okurlar, düşmanla çarpışmak onları bundan alıkoymaz. Atıflar zatların yahut sıfatların değişik olmasındandır. Fe de varlıktaki sırayı ifade etmek içindir, Meselâ şu beyitte olduğu gibi:

Eyvanlar Zübabe'ye; Haris'ten, dolayı

Sabahleyin saldıran, ganimet alıp dönen (Haristen dolayı).

Çünkü saf tutmak kemal derecesidir, men etmek de şerden engellemek yahut hayrı kabule sevk etmekle kemale erdirmektir. Zikir okumak da hayrın feyazanı, taşmasıdır.

Ya da fe rütbeyi sıralamak içindir; Meselâ aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz'in: Allah haçta saçlarını kazıyanlara da kısaltanlara rahmet etsin hadisinde olduğu gibi. Ancak bu, öndekinin (saçı kazîmanın) sondakine (kısaltana) üstünlüğü içindir, bu (Âyetteki) ise aksi içindir. Ebû Amr ile Hamze te'leri hemen arkalarından gelen harflere idgam etmişlerdir, çünkü mahreçleri yakındır; dilin ucundan ve iki ön dişlerin kökünden çıkarlar (vassâffâssaffen, fezzâcirâzzecren).

4

 Muhakkak ki, İlâhınız elbette birdir.

Âyetin tefsiri için bak:5

5

 Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin ve doğuların Rabbidir.

"Gerçekten İlâhınız elbette birdir” bu da kasemin cevabıdır, faydası da kasem edilen şeyi (saf tutanlar, zikir okuyanlar) büyütmek ve üzerine kasem edileni (Rabbiniz birdir) te'kit etmektir, nitekim bu, konuşmalarda çok geçer. Bunun gerçekleşmesi de şu:

"Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin ve doğuların Rabbidir” sözü iledir. Çünkü bu sayılan şeylerin varlığı, başka şekilde olması mümkün iken en mükemmel şekilde düzeni, Yaratıcının varlığına ve birliğine delildir, nitekim bu defalarca geçmiştir. Rabb, vahid'den bedeldir ya da ikinci haberdir yahut mahzûf mübtedanın haberidir.

"İkisinin arasındakiler” ifadesi kulların fiillerini de kapsar; böylece onların da Allah'ın yaratması ile olduğunu gösterir. Meşarık / doğular yıldızların doğularıdır ya da güneşin yıl içindeki doğularıdır ki, üç yüz altmış tanedir. Doğuş yerlerinin değişmesine göre her gün birinden doğar. Bunun içindir ki, doğular ifadesi ile yetinilmiştir, üstelik doğmak, kudreti daha çok ve nimeti de daha ince bir şekilde ifade eder. Doğuların yüz seksen olduğu hakkında söylenen şey ise ancak intikal vakitlerinin değişmemesi (ikisinin bir sayılması) ile doğru olur.

6

 Gerçekten biz, dünya göğünü bir süsle, yıldızlarla süsledik.

"Gerçekten biz dünya göğünü süsledik” size en yakın göğü "bir süsle, yıldızlarla” bir süs ile ki, o da yıldızlardır, ziytenin kevakibe izafesi beyan içindir. Hamze, Ya'kûb ve Hafs'ın ziynetin şeklide tenvinle kevakibi de ondan bedel olarak cer ile okumaları da bunu destekler.

Ya da bir ziynetle ki, ona aittir, Meselâ ışıkları ve konumları gibi.

Ya da ondaki yıldızları süsledik demektir, o zaman mastar mef’ûlüna muzâf olmuş olur. Çünkü ziynet, liykat gibi isim olmakla beraber mastar olarak da gelir, Meselâ nisbet gibi. Ebû Bekr'in onu tenvîn, kevakibe'yi aslı (mastarın amel etmesi) ile mensûb okuması da bunu destekler.

Ya da bien zeyyenethel kavakibü demektir mastar faüine muzâf olmuş olur. Sâbit yıldızların sekizinci gökte, diğer bütün gezegenlerin de altıncı katta onunla dünya göğünün arasında durması buna bir mani teşkil etmez. Çünkü yeryüzündekiler onların hepsini mavi dünya göğünde değişik şekillerle inci gibi parlarken görürler.

7

 İnatçı her şeytandan korumak için.

Âyetin tefsiri için bak:8

8

 O en yüce heyete kulak veremezler ve her taraftan atılırlar.

 (Korumak için) bu da gizli fiili ile mensûbtur ya da mana bakımından ziynete atıfla mensûbtur, sanki şöyle buyurmuştur: Biz yıldızları dünya göğüne süs olmak ve korumak için yarattık.

"İnatçı her şeytandan” itaattan çıkan her şeytana ateş topları atmakla.

"O en yüce heyete kulak veremezler” bu da gök onlardan korunduktan sonraki hâllerini beyan eden yeni söz başıdır. Min külli şeytanin'e sıfat yapmak câiz değildir, çünkü o zaman koruma, dinlemeyen şeytanlardan olur. Lâm'ın hazfi ile korumanın illeti yapmak da câiz değildir, Meselâ ci'tüke en tükrimeni (bana ikram etmen için geldim) kavlinde olduğu gibi, sonra da en'i hazf edip ve amelden düşürmek de câiz değildir. Meselâ şunun gibi:

Ela ya eyyühez zaciriy ahdurul veğa

(Ey beni kavgadan (savaştan) men etmek isteyen kimse).

Çünkü ikisini (lâm ile en'i) birlikte hazf etmek hoş değildir. Zamir de mana itibarı ile küll'e râcidir. Sema' maddesinin ilâ edâtı ile geçişli kılınması isğa (kulak vermek) manasına geldiği içindir, bu da olumsuzluğu abartmak ve men edildikleri şeyi korkunç göstermek içindir. Hamze, Kisâî ve Hafs’ın tesemmu' babından şedde ile okumaları da bunu gösterir. Tesemmu'da dinlemek istemektir. En yüce heyet de meleklerin eşrafıdır.

"Her taraftan atılırlar (onlara atılır)göğün her tarafından atılır, oraya çıkmak istedikleri zaman.

9

 Kovulmakla onlar için devamlı bir azâp vardır.

 (Kovulmakla, kovulmaları için) bu da duhur'un illetidir ki, o da kovmaktır.

Ya da duhur mastar (mef'ûlu mutlak)tır, çünkü o da kazf de biribirine yakındır.

Ya da duhuren hâl’dir, medhuriyne manasında yâ da harf-i cerin hazfi ile mensûbtur (biduhurin demektir). O zaman dehar'ın çoğulu olur ki, o da kovacak şeydir (sinek kovacığı gibi). Feth ile dehur okunması da bu manayı takviye eder. Bunun mastar olma ihtimali de vardır Meselâ kabul gibi, ya da ona sıfat olur, kazfen duhuren gibi.

"Onlar için bir azâp vardır” başka bir azâp vardır "sürekli” devamlı ya da şiddetli demektir ki, o da âhiret azabıdır.

10

 Ancak bir kapış kapan hariç. Onu da delici bir alev takip eder.

 (Ancak bir kapış kapan hariç) bu da yesmeune'nin vâv'mdan hâl’dir ya da ondan bedeldir. Hatf hızla kapmaktır, maksat şeytanların meleklerin kelimelerini kulak hırsızlığı ile aşırmasıdır. Bunun içindir ki, elhatfete şeklinde mâ'rife yapılmıştır. Ha meftuh ve meksûr olarak şedde ile hattıfe ve hıttıfe de okunmuştur ki, ikisinin de aslı ihtatafe'dir.

"Onu da delici bir alev takip eder” etbea tebia manasınadır. Şihab da kayan yıldız gibi görünen şeydir. Onun esir maddesine kadar yükselen buhar olduğu da söylenmiştir ki, tahmindir, eğer doğru da olsa buna aykırı değildir. Çünkü onun felekten süzüldüğünü gösteren bir şey yoktur.

"Yemin olsun ki, dünya göğünü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara atmak için mermi yaptık” (Mülk: 5) âyetinde de buna aykırı bir şey yoktur. Çünkü yukarılarda meydana gelen her ışıklı şey yer halkı için kandil ve dünya göğü için de süstür. Bu da gökyüzünde görünmesinden dolayıdır. Anlatıldığı gibi bu gibi şeylerin bazen kulak hırsızlığı yapmak için göğün yakınına çıkan şeytanları taşlamak için olması da akla uzak değildir. Bunun Peygamber aleyhisselâm’ın doğumu ile meydana geldiğini gösteren rivâyet, eğer doğru ise belki de bundan maksat bunun çoğalmasıdır ya da kovma şeklini almasıdır. Taşlananın bundan rahatsızlık duyup döneceği yahut yanacağı hakkında ihtilâf edilmiştir. Ancak şu var ki, bazen yukarıya çıkana bu ateş topu değer, bazen de değmez, Meselâ dalgaya nispetle gemideki yolcu gibi. Bunun içindir ki, şeytanlar bundan doğrudan vazgeçmezler. Şeytan ateştendir, yanmaz demek doğru değildir. Çünkü o tamamen ateşten değildir, nitekim insan da saf topraktan değildir. Kaldı ki, kuvvetli ateş zayıfını kaplayınca yer bitirir. (Delici) ışıklı demektir, sanki ışığı ile hava boşluğunu deler.

11

 Onlara sor: Yaratılışta onlar mı daha kuvvetli yoksa yarattıklarımız mı? Gerçekten biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.

 (Onlara sor) zamir Mekke müşriklerine yahut âdemoğullarma gitmektedir.

"Yaratılışta onlar mı daha kuvvetli yoksa yarattıklarımız mı?” Yani anlatılan melekler, gök, yer, ikisinin arasındakiler, doğular, yıldızlar ve delici ateş topları mı? Emmen halakna'daki men akıllılar daha çok kabul edildiği içindir. Açıklanmadan mutlak oluşu, bu zikredilenlerden sonra gelmesi, em men adedna (yoksa saydıklarımız mı?) okunuşu ve "gerçekten biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık” kavli de bunu (akıllıların gâlip olduğunu) göstermektedir. Çünkü bu, insanlarla bunları ayırmaktadır, bunlarla bunlardan öncekileri değil, Meselâ Âd ve Semûd kavimleri gibi. Bir de maksat âhireti ispat etmek ve imkânsızlığını reddetmektir. Bu konudaki durum onlara ve onlardan öncekilere göre birdir. Âhiretin ispatı da şöyledir: Bunun imkânsızlığı ya maddenin ve onların esas maddesinin yeniden oluşmayı kabul etmemesidir. Onların maddesi de yapışkan çamurdur, bu da bir miktar suyun toprağa ilave edilmesinden oluşmuştur. Bu ikisi ise olduğu gibi durmaktadır, daha sonraki birleşmeyi kabul edecek durumdadır. Şunu iyice bilmişlerdir ki, ilk insan yapışkan çamurdan doğmuştur. Bu da ya âlemin sonradan olduğunu veyahut Âdem kıssasını itiraf etmelerindendir. Ve şunu da görmüşlerdir ki, birçok hayvan çiftleşme olmadan doğmuştur. Öyleyse kendilerinin de bu şekilde yeniden yaratılacaklarını câiz görmeleri lâzım gelir.

Ya da âhiretin imkânsızlığı bunu yapanın güçsüz olmasındandır. Hâlbuki bu şeyleri yaratmaya gücü yetenin, bunlara nisbetle hiç mesabesinde olan şeyleri yaratmaya da gücü yeter. Kaldı ki, başlangıçları da ondan (yapışkan çamurdan)dır. Allah'ın kudreti de zatından gelmektedir, o da değişmez.

12

 Hayır, sen hayran kaldın, onlarsa alay ediyorlar.

"Hayır, sen hayrette kaldın” Allahü teâlâ’nın kudretinden ve onların yeniden dirilmeyi inkârlarından "onlarsa alay ediyorlar” senin hayranlığından ve yeniden dirilmeyi onaylamandan. Hamze ile Kisâî te'nin zammı ile (acibtü / ben şaştım) okumuşlardır ki, benim sonsuz gücüm ve yarattıklarımın çokluğu ondan şaşmamı icap etti demek olur. Onlarsa cahilliklerinden ondan alay ediyorlar.

Ya da bu şeyleri yapandan yeniden diriltmeyi inkâr etmelerinden şaştın, onlarsa bunu câiz görenle alay ediyorlar. Allah'ın şaşması da ya farazi ve hayalîdir ya da bunun gereği olan büyükseme içindir. Çünkü taaccüp bir şey büyük görüldüğü zaman ondan insanın duyduğu ürpertidir.

Şöyle de denilmiştir: Burada kavl maddesi gizlidir yani Allah: Ey Muhammed, bilâkis sen hayrette kaldın buyurmuştur.

13

 Öğüt verildikleri zaman öğüt almazlar.

Âyetin tefsiri için bak:15

14

 Bir mu'cize gördükleri zaman maskaraya alırlar.

Âyetin tefsiri için bak:15

15

 Bu, ancak apaçık bir büyüdür, dediler.

"Öğüt verildikleri zaman öğüt almazlar” verilen öğüdü dinlemezler ya da onlara haşrin doğruluğunu gösteren bir şey anlatıldığı zaman ahmaklık ve fikirsizliklerinden ondan istifade etmezler.

"Bir mu'cize gördükleri zaman” bunu diyenin doğruluğunu gösteren bir âyet gördükleri zaman "maskaraya alırlar” dozunu kaçırarak dalga geçerler ve sihirdir derler ya da onunla alay etmeleri için birbirlerini davet ederler.

"Bu, değildir” gördükleri şeyi kast ediyorlar "ancak apaçık bir büyüdür” besbelli bir sihirdir, derler.

16

 Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten bizler mi muhakkak diriltileceğiz?

"Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten bizler mi muhakkak diriltileceğiz?” sözün aslı şöyledir: Enübasü izamitna (öldüğümüz zaman diriltilecek miyiz?) fiili isimle değiştirdiler, zarfı öne aldılar, hemzeyi de tekrar ettiler; bütün bunları inkârı abartmak için yaptılar. Ve şunu demek istediler ki, yeniden dirilme zaten kabul edilmez bir şeydir; bu durumda ise hiç kabul edilmez. Bu da İbn Âmir'in birinci hemzeyi atarak okumasından; Nâfi', Kisâî ve Ya'kûb'un da ikinci hemzeyi atarak okumalarından daha mubalâgalıdır.

17

 Önceki atalarımız da mı?

"Eve abaunel evvelun” bu da inne ile isminin üzerine atıftır ya da mebusune'deki zamire atıftır. Çünkü araya istifham hemzesi girmiştir, bu da aradan çok zaman geçtiği için bunu uzak görmelerindendir. Nâfi', Kahin bin Amir rivâyetinde vâv’ın sükûnu ile "ev” okumuştur.

18

 De ki: Evet, siz küçülerek (dirileceksiniz).

"De ki: Evet. Siz küçülerek” bu cevapla yetinilmesi daha önce yeniden dirilmenin mümkün olduğunu gösteren şeyin geçmesinden ve olacağını haber verenin doğruluğunu gösteren şeyin ortada durmasındandır. Kâle şeklinde de okunmuştur ki, Allah yahut Resûl dedi, manasına gelir. Yalnız Kisâî, kesre ile (naim) okumuştur. Bu da lügattir.

19

 O ancak bir tek sestir; birden onlar bakacaklar.

 (O ancak bir tek sestir) gizli şartın cevabıdır yani o olduğu zaman yeniden dirilme bir tek sestir, o da sûra ikinci üfürmedir. Bu da zecerer rail ğaneme (çoban koyunlara seslendi) deyiminden gelir. Yeniden dirilirken "kün” emri baştaki kün emri gibidir. Bunun içindir ki, arkasından tertip edâtı fe ile

(birden onlar bakacaklar) buyurmuştur. Onlar ansızın mezarlarından canlı olarak kalkar, etrafa bakarlar ya da kendilerine ne yapılacağını beklerler.

20

Eyvah bize, bu ceza günüdür, derler.

Âyetin tefsiri için bak:23

21

Evet bu, yalanladığınız gündür.

Âyetin tefsiri için bak:23

22

O zulmedenleri ve taptıklarını toplayın.

Âyetin tefsiri için bak:23

23

Allah'tan başka. Onları cehennem yoluna götürün.

"Eyvah bize, bu ceza günüdür, derler” amellerimizin karşılığını göreceğimiz gündür. Sözleri burada bitmiştir.

"Bu, yalanladığınız ayrım günüdür” sözü de meleklerin cevabıdır. Bunun da birbirlerine dedikleri sözden olduğu söylenmiştir. Fasl hüküm ve karar demektir ya da iyi ile kötü arasında ayırımdır.

"O zâlimleri toplayın” Allah'ın meleklere emridir ya da zâlimleri yerlerinden mahşere götürmek için birbirlerine emridir. Mahşerden cehenneme götürme olduğu da söylenmiştir.

"Ve eşlerini” benzerlerini; puta tapanı puta tapanlarla yıldıza tapanı yıldızlara tapanlarla götürün demektir, tıpkı Allahü teâlâ’nın:

"Sizler üç çift oldunuz” (Vakıa: 7) âyeti gibi.

Ya da dinlerinde olan kadınlarını veyahut yandaşları şeytanları demektir.

"Ve Allah'tan başka taptıklarını” putlardan ve diğerlerinden demektir. Bu da üzüntü ve utançlarını artırmak içindir. Bu, Allahü teâlâ'nın:

"Bizden haklarında güzellik geçenler ondan uzaktırlar” (Enbiya: 101) âyeti ile tahsis edilmiş (sınırlandırılmış)tır. Bunda zâlimlerin müşrikler olduğuna delil vardır.

"Onları cehennem yoluna götürün” onlara yolu salıklayın ki, oraya gitsinler.

24

Onları durdurun. Çünkü onlar sorguya çekilecekler.

Âyetin tefsiri için bak:26

25

Size ne oluyor da yardımlaşmıyorsunuz?

Âyetin tefsiri için bak:26

26

Hayır, onlar bugün teslim olanlardır.

 (Onları durdurun) mahşerde hapsedin "çünkü onlar sorguya çekilecekler” itikatlarından ve amellerinden. Vâv tertibi gerektirmez, üstelik duraklarının birden çok olması da mümkündür.

"Size ne oluyor da yardımlaşmıyorsunuz?” birbirinizi kurtarmakla yardım etmiyorsunuz, bu da azarlama ve paylamadır.

"Hayır, onlar bugün teslim olanlardır” acizliklerinden ve çaresizliklerinden baş eğenlerdir. İstislamm aslı selamet istemektir yahut teslimdendir ki, birbirlerini teslim eder, yardımsız bırakırlar demektir.

27

Kimileri kimilerine döndü; birbirlerine soruyorlar.

Âyetin tefsiri için bak:28

28

Dediler: Gerçekten siz, bize sağdan gelirdiniz.

"Kimileri kimilerine döndü” yani reisler kendilerine tâbi olanlar yahut kâfirler ve şeytanları "birbirlerine soruyorlar” azarlamak için soruyorlar; bunun içindir ki, çekişirler diye tefsir edilmiştir.

"Dediler: Gerçekten siz, bize sağdan gelirdiniz” en kuvvetli ve en sağlam cihetten gelirdiniz ya da dinden yahut hayırdan gelirdiniz; sanki bize uğur getiren kuş gibi fayda verecektiniz; biz de size uyduk ve helâk olduk. Sağ insanın sağından istiare edilmiştir ki, iki tarafın en kuvvetlisi, en şereflisi ve en yararlısıdır. Bunun içindir ki, ona yemîn denilmiştir. Sağdan geçen kuşta olduğu gibi ondan bereket umulmuştur.

Ya da yemin (sağ) kuvvet ve ezmekten gelmektedir ki, bizi sapıklığa zorlardınız demektir yahut yeminden gelir, çünkü onlar haklı olduklarına yemin ederlerdi.

29

Dediler: Hayır, siz îman edenler değildiniz.

Âyetin tefsiri için bak:30

30

Bizim sizin üzerinizde bir yetkimiz yoktu; bilâkis siz bir taşkınlar toplumu idiniz.

"Dediler: Hayır, siz îman edenler değildiniz. Bizim sizin üzerinizde bir yetkimiz yoktu;bilâkis siz bir taşkınlar toplumu idiniz” reisleri onlara cevap verdi; ilk olarak saptırmalarını kabul etmemekle, çünkü onlar zaten sapık idiler. İkinci olarak onları küfre zorlanmadılar; çünkü üzerlerinde bir otoriteleri yoktu. Ona meyilleri kendi irâdeleri ile idi.

31

Böylece üzerimize Rabbimizin sözü hak oldu. Şüphesiz biz azâbı elbette tadıcılarız.

Âyetin tefsiri için bak:33

32

Sizi azdırdık; çünkü gerçekten biz de azgınlar idik.

Âyetin tefsiri için bak:33

33

Şüphesiz onlar azapta ortaktırlar.

"Böylece üzerimize Rabbimizin sözü hak oldu. Şüphesiz biz azâbı elbette tadıcılarız. Sizi azdırdık; çünkü gerçekten biz azgınlar idik". Sonra da reisler iki grubun azgınlığının ve azaba düşmelerinin zorunlu olduğunu, ondan kaçmanın mümkün olmadığım açıkladılar. Ve en çok yaptıklarının onları azgınlığa davet etmek olduğunu söylediler. Çünkü onlar da azgınlıkta idiler, ötekilerin de kendileri gibi olmalarını istediler. Bunda azgınlıklarının aslında kendilerinden kaynaklanmadığı savı vardır. Çünkü her azgınlık bir azgının azdırması ile olsa idi, kendilerini kim azdırmıştı?

"Şüphesiz onlar o gün azapta ortaktırlar” azgınlıkta ortak oldukları gibi.

34

Şüphesiz biz, suçlulara böyle yaparız.

Âyetin tefsiri için bak:37

35

Çünkü onlar, kendilerine: Lâilahe illâllah, denildiği zaman büyüklük taslarlardı.

Âyetin tefsiri için bak:37

36

Gerçekten biz, deli bir şâir için İlâhlarımızı bırakacak mıyız, derlerdi?

Âyetin tefsiri için bak:37

37

Hayır, onlara hakkı getirdi ve peygamberleri tasdik etti.

 (Şüphesiz biz, bunun gibi) bu hareket gibisini "suçlulara yaparız” müşriklere, zira Allahü teâlâ:

"Çünkü onlar, kendilerine: Lâilahe illâllah denildiği zaman büyüklük taslarlardı” kelime-i tevhide ya da kendilerini ona davet edene karşı.

"Gerçekten biz, deli bir şâir için İlâhlarımızı bırakacak mıyız, derlerdi” Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'i kast ederek.

"Hayır, onlara hakkı getirdi ve peygamberleri tasdik etti” bu da onlara reddir, çünkü onun getirdiği haktır, delille sabittir ve peygamberler onun üzerinde mutabık kalmışlardır.

38

Şüphesiz siz, acıklı azâbı tadacaksınız.

Âyetin tefsiri için bak:40

39

Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

Âyetin tefsiri için bak:40

40

Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç ki,

"Şüphesiz siz, acıklı azâbı elbette tadacaksınız” şirk koşmak ve elçileri yalanlamakla. Nûn takdir edilerek (var sayılarak) azab'ın nasbi ile (lezaiku(nel) azabe) de okunmuştur, şu mısrada olduğu gibi:

Onu Allah'ı pek az zikreder buldum

(Vela zakirin allahe illâ kalila).

Ancak bu, elif lâmh olmayan yerlerde zayıftır. Aslı üzere nûn yerinde bırakılarak (lezaikunel azabe) de okunmuştur.

"Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz” yaptıklarınızın mislini. (Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç ki,) istisna munkatıdır, meğerki tüczevne'deki zamir bütün mükelleflere râci ola; o zaman eşit oldukları için onlardan istisna edilmiş olur. Çünkü sevapları kat kattır. Munkatı istisna da bu eşitlik mülahazası ile aynıdır.

41

İşte onlar, evet onlar için bilinen bir rızık vardır.

Âyetin tefsiri için bak:42

42

Meyveler (vardır). Onlar ikram edilmişlerdir.

"İşte onlar, evet onlar için bilinen bir rızık vardır". Devamlılık veya sırf lezzet oluşu gibi özellikleri vardır. Bunun içindir ki, (meyveler) kavli ile tefsir edilmiştir. Çünkü meyve zevk için alınır, beslenmek için değil. Gıda maddesi ile öyle değildir. Cennet halkı bozulmayacak şekilde sağlam tekrar yaratıldıklarından azıkları da hâlis meyveler olmuştur.

"Onlar ikram edilmişlerdir” kendilerine ulaşan şeylere dünyadakinin aksine yorulmadan ve istemeden nâil oldukları için.

43

Naîm cennetlerinde.

Âyetin tefsiri için bak:44

44

Karşılıklı koltuklar üzerinde.

 (Naîm cennetlerinde) öyle cennetlerde ki, onlarda nimetten başkası yoktur. Bu da zarftır ya da mükremun'daki gizli zamirden hâl’dir yahut ülâike'nin ikinci haberidir. (Koltuklar üzerinde) kavli de öyledir ki, hâl ve haber olmaya da muhtemeldir. O zaman (karşılıkla) lâfzı ondaki yahut mükremun'daki gizli zamirden hâl olur; "mütekabiliyne"ye müteallik olması da câizdir; o zaman mükremun'daki zamirden hâl olur.

45

Üzerlerinde (etraflarında) kaynaktan doldurulmuş kadehle dolaşılır.

"Etraflarında kadehle dolaşılır” içinde içki bulunan kadehle yahut içki ile dolaşılır, Meselâ: Ve ke'sin şüribet alâ lezzetin (zevkle içilen bardak (içki) kavlinde olduğu gibi.

"Kaynaktan” kaynayan şaraptan yahut nehrin maiynin demektir ki, göze görünen şaraptan demektir.

Ya da kaynaklardan çıkan demektir ki, bu da suyun sıfatı olur, ânel mau deyiminden gelir ki, su kaynamaktır. Cennet şarabına sıfat olmuştur, çünkü o su gibi akar ya da şunu akla getirmek için ki, onlara ait olan şey istenen içecek çeşitlerini içine alacak cinstendir, çünkü mükemmel bir lezzeti vardır.

46

Bembeyaz, içenler için lezzetli.

"Bembeyaz, içenler için lezzetli” kavli de öyledir, bu ikisi kadehin sıfatıdır, lezzetle nitelenmesi ya mübalağa içindir ya da lezz'in çoğulu olmasındandır ki, o da leziz manasınadır, tabb (m tabib manasına olduğu gibi). Vezni de 'l'dır, şâir şöyle demiştir:

Nice, Sarhad içkisi tadında lezzetler vardır ki, onu terk ettim,

Düşman toprağında, olayların korkusundan vazgeçtim.

47

Onda ne baş ağrısı vardır ne de ondan sarhoş olurlar.

 (Onda ne baş ağrısı vardır) dünya içkisinde olduğu gibi mahmurluk yoktur, bu da ğalehu yeğuluhu'dan gelir ki, bozmak manasınadır, ğul (gulyabani) de bundan gelir.

"Ne de ondan sarhoş olurlar” nüzifeş şaribü deyiminden gelir ki, içki içmekten aklı gitmektir. Bunu ayrı söylenip geçen genel ifadenin üzerine atfetmesi, en büyük kötülüklerinden birisi olmasındandır, sanki bu kendi başına ayrı bir cins kötülüktür. Hamze ile Kisâî ze'nin kesri ile (yünzifun) okumuşlar, Âsım da Vakıa sûresinde onlara katılmıştır, enzefeş şaribü deyiminden gelir ki, içenin aklı yahut içkisi tükenmektir. Nezf maddesinin aslı tükenmek manasınadır, nüzifel mat'unu denir ki, mızrakla vurulan kimsenin bütün kanı dışarı çıkmaktır (kan kaybetmektir), kuyu için de, suyu çıkarılınca, nüzifet denilir.

48

Yanlarında gözlerini (kocalarına) diken iri (ceylan) gözlü dilberler vardır.

Âyetin tefsiri için bak:49

49

Sanki onlar saklı yumurtalardır.

"Yanlarında gözlerini kocalarına diken ceylan gözlü dilberler vardır” iyn iri gözlü demektir ki, aynâe'nin çoğuludur.

"Sanki onlar saklı yumurtalardır” toz ve benzeri şeylerden korunan devekuşu yumurtasına benzetilmişlerdir; onlar gayet beyazdır, biraz da sarılık vardır; çünkü cilt renklerinin en güzeli odur (sarışın).

50

Kimileri kimilerine döndü; birbirlerine soruyorlar.

Âyetin tefsiri için bak:51

51

Onlardan bir sözcü:

"Şüphesiz benim bir arkadaşım vardıdedi.

 (Kimileri kimilerine döndü) bu da yutafu aleyhim kavline ma’tûftur yani içerler, içerken de sohbet ederler, şâir şöyle demiştir:

Zevklerden bir şey kalmadı

Ancak meze üzerinde büyüklerin konuşmaları kaldı.

Bundan geçmiş kalıbı ile ifade edilmesi, ondaki şeyi te'kit etmek içindir, çünkü o aklın en çok lezzet duyacağı şeylerdendir. Sormaları da marifet ve faziletlerden ve dünyadaki maceralarındandır.

"Onlardan bir sözcü dedi” konuşurlarken "şüphesiz benim bir arkadaşım vardı” dünyada bir dostum vardı.

52

Gerçekten sen de mi öldükten sonra dirilmeyi kesinlikle tasdik edenlerdensin?” derdi.

Âyetin tefsiri için bak:53

53

Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi elbette cezalanacağız?

"Gerçekten sen de mi öldükten sonra dirilmeyi kesinlikle tasdik edenlerdensin?” derdi” yeniden dirilmeyi tasdik ettiğim için beni kınardı, şedde ile (mussaddıkıyn) de okunmuştur ki, sadaka vermekten gelir.

"Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi elbette cezalanacağız?” mediynun Dîn'den gelir ki, ceza manasınadır.

54

Dedi: İyice bakar mısınız?

"Dedi” o konuşan "iyice bakar mısınız?” cehennem halkına, o arkadaşı size göstermem için. Diyenin Allah yahut bir melek olduğu da söylenmiştir. Onlara der ki: Cehennemdekileri görmek ister misiniz, size o arkadaşı göstereyim, o zaman sizin nerede ve onların nerede olduğunuzu anlarsınız? Ebû Amr'dan mutliuni ve feutlia okuduğu rivâyet edilmiştir, bunda şedde yoktur, nûn meksurdur, hemze de mazmumdur. Sanki onların görmesini kendi görmesine sebep kılmış gibidir; zira aksi meclis adabına uymaz.

Ya da o kişi meleklere hitap etmiştir; o zaman muttasıl zamiri munfasıl yerine koymuş olur. Şairin şu mısraı gibi:

Humul amirunel hayra velfailunehu

(Onlar iyiliği emreden ve onu da yapanlardır).

Ya da ism-i fâil (mutliuni) muzaria (yutliuni'ye) benzetilmiştir.

55

Baktı; onu cehennemin ortasında gördü.

Âyetin tefsiri için bak:57

56

Allah'a Yemin olsun ki, gerçekten neredeyse beni helâk edecektin!

Âyetin tefsiri için bak:57

57

Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka cehenneme celp edilenlerden olacaktım.

"Baktı” onlara "onu gördü” yani arkadaşını "cehennemin ortasında. Dedi: Allah'a Yemin olsun ki, gerçekten neredeyse beni helâk edecektin?” azdırmakla, letürdiyn yerine letuğviyn de okunmuştur, in de inne'den tahfif edilmiştir, lâm da onu nafiye olan in'den ayırmak içindir.

"Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı” hidâyet ve merhameti "mutlaka cehenneme celp edilenlerden olacaktım” seninle beraber orada bulunacaktım.

58

Biz ölecek değilmiş miyiz?

Âyetin tefsiri için bak:59

59

Ancak ilk ölümümüz hariç. Biz azâp görmeyecekmiş miyiz?

 (Biz ölecek değilmiş miyiz?) bu da mahzûfa atıftır yani biz ebedî yaşayacak ve sefa mı süreceğiz, biz ölmeyecek miyiz? Yani ölecek olanlardan değil miyiz? Bimaitiyn de okunmuştur. (Ancak ilk ölümümüz hariç) dünyada olan ki, kabirde sual için diriidikten sonra olanı da içine alır. İsm-i fâ'ilden mef'ûlu mutlak olarak mensûbtur, istisna-i munkatı olarak mensûb olduğu da söylenmiştir.

"Biz azâp görmeyecekmiş miyiz?” kâfirler gibi. Bu da arkadaşını kınamak için yaptığı konuşmanın sonudur ya da Allah'ın nimetini yâd etmek ya da onunla sevinmek ve ondan taaccüp etmek ve azarlayarak arkadaşına sitem etmek için meclis arkadaşları ile konuşmaya dönmektir.

60

Gerçekten bu, elbette büyük kurtuluştur.

Âyetin tefsiri için bak:61

61

Çalışanlar bunun gibisi için çalışsınlar.

"Gerçekten bu, elbette büyük bir kurtuluştur” bunun onların sözlerinden ve Allah’ın kelâmından olma ihtimali de vardır. Çünkü sözünü onaylatmak istemiş de olabilir. Hâza onların nimetine, ölümsüzlüklerine ve azaptan güvenlerine işarettir.

"Çalışanlar bu gibi şey için çalışsınlar” yani bu gibi şeyi elde etmek için çalışmak vâciptir; çabuk geçen ve acılarla karışık dünya zevkleri için değil. Bunun da iki duruma ihtimali vardır (kendi sözlerinden ve Allah, kelâmından olma ihtimali).

62

İkramca bu mu hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?

Âyetin tefsiri için bak:63

63

Gerçekten biz onu zâlimler için bir fitne kıldık.

"İkramca bu mu hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?” öyle bir ağaç ki, meyvesi cehennemliklerin ikramıdır. Nüzülen temyiz yahut hâl olarak mensûbtur. Onun zikredilmesi şunu göstermek içindir ki, cennet halkı için sayılan nimetler oraya inene ikram olarak takdim edilen şey gibidir. Onlar için daha bunun ötesinde akılların almayacağı şeyler vardır. Cehennem halkı için zakkum da öyledir. O da küçük yapraklı, kötü kokulu ve acı bir ağacın adıdır; Tihame çölünde olur, burada niteliği anlatılan ağaca ad olmuştur.

"Gerçekten biz onu zâlimler için bir fitne kıldık” mihnet yahut âhirette azâp veyahut dünyada imtihan kıldık. Çünkü onun ateşte olduğunu duyunca: Nasıl olur, ateş ağacı yakar, dediler? Bitmediler ki, ateşte yaşayan ve ondan zevk alan hayvanı yaratan Allah, ateşte ağaç yaratmaya da onu yanmaktan korumaya da kâdirdir.

64

Şüphesiz o, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır.

Âyetin tefsiri için bak:65

65

Tomurcuğu sanki şeytanların başıdır.

"Şüphesiz o, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır” bitme yeri (vatanı) cehennemin çukurudur, dalları da cehennemin katlarına yükselir.

"Tomurcuğu” meyvesi, bu da hurmanın tomurcuğundan alınmıştır, çünkü şekil veyahut ağaçtan doğma itibarı ile ona benzer "sanki şeytanların başıdır” sonsuz çirkinlik ve korkunçlukta. Bu da hayali bir şeye benzetmedir, tıpkı üstün güzelliği meleğe benzetme gibi.

Şöyle de denilmiştir: Burada geçen şeytanlar tabiri korkunç, çok çirkin ve yeleleri olan yılanlardır. Belki de bu sınıf yılanlar bundan (yeleden) dolayı şeytanlara benzetilmiştir.

66

Şüphesiz onlar elbette ondan yiyecek, ondan karınlarını doyuracaklar.

Âyetin tefsiri için bak:67

67

Sonra gerçekten onlar için onun üzerine elbette kaynar sudan bir karışım vardır.

"Şüphesiz onlar elbette ondan yiyecek” ağaçtan yahut tomurcuğundan "ondan karınlarını doyuracaklar” çok acıktıkları ya da yemeye zorlandıkları için.

"Sonra gerçekten onlar için onun üzerine vardır” ondan doyduktan ve susuzluğa mahkum olduktan ve uzun süre içecek şey istedikten sonra demektir, sümme / sonra edatının, içeceklerinin çok kötü ve iğrenç olduğunu bildirmek için olması da câizdir.

"Kaynar sudan bir karışım vardır” irin ve cerehatın kaynar su ile karışımı vardır ki, bağırsaklarını doğrar. Zam ile (leşuben) de okunmuştur ki, bu da karıştırılan şeyin adıdır.

Birincisi de mastardır, isim olarak kullanılmıştır.

68

Sonra gerçekten onların gideceği yer, elbette cehennemdir.

Âyetin tefsiri için bak:70

69

Şüphesiz onlar atalarını sapıklar olarak buldular.

Âyetin tefsiri için bak:70

70

Onlar da izlerinden soluk soluğa koşuyorlar.

"Sonra gerçekten onların gideceği yer, elbette cehennemdir” tabakalarmadır yahut içinedir. Çünkü zakkum ile kaynar su onlara girmeden önce takdim edilen ikramdır. Kaynar suyun onun dışında olduğu söylenmiştir, çünkü Allahü teâlâ:

"İşte bu, günahkârların yalanladığı cehennemdir; onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar” (Rahmân: 42, 43) buyurmuştur. Devenin suya götürüldüğü gibi onlar da ona götürülürler, sonra da getirilirler. Sümme inne munkalebehüm okunuşu da bunu destekler.

"Şüphesiz onlar atalarını sapıklar olarak buldular. Onlar da izlerinden soluk soluğa koşuyorlar". Bu da o zorlukları atalarını sapıklıkta taklit etmelerinden dolayı hak ettiklerinin gerekçesidir. Burada geçen ihrâ, yüksek hızdır, sanki onlar onların arkasından koşmaya zorlanmışlardır. Bunda şuna işâret vardır ki, onlar atalarını hiç duraksamadan ve araştırmadan taklide koşmuşlardır.

71

Yemin olsun, gerçekten onlardan önce evvelkilerin çoğu sapıttı.

Âyetin tefsiri için bak:74

72

Yemin olsun, gerçekten onlara uyarıcılar gönderdik.

Âyetin tefsiri için bak:74

73

Bak, uyarılanların sonucu nasıl oldu?

Âyetin tefsiri için bak:74

74

Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç.

"Yemin olsun, gerçekten onlardan önce sapıttı” senin kavminden önce "evvelkilerin çoğu. Yemin olsun, gerçekten onlara uyarıcılar gönderdik” onları sonuçlara karşı uyaran peygamberler gönderdik.

"Bak, uyarılanların sonucu nasıl oldu?” şiddet ve fecaat gibi.

"Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç” onların uyarmalarından ders alan, Allah için dinlerinde ihlâslı olanlar hariç. Feth ile (muhlasıyn) de okunmuştur ki, Allah onları dinleri için hâlis hâle getirdi demektir. (Bak) hitabı, Resûl sallallahü aleyhi ve sellem'edir, maksat kavmidir, çünkü onlar da öncekilerin haberlerini işittiler ve eserlerini gördüler.

75

Yemin olsun, gerçekten Nûh bize seslendi. Biz ne güzel cevap verenleriz.

Âyetin tefsiri için bak:77

76

Onu da ailesini de o büyük sıkıntıdan kurtardık.

Âyetin tefsiri için bak:77

77

Onun zürriyetini, onları kalıcılar kıldık.

"Yemin olsun, gerçekten Nûh bize seslendi” bu da kıssalarını özetledikten sonra geniş olarak açıklamaya başlamadır yani Yemin olsun, kavminden ümit kesince bize dua etti, demektir.

"Biz ne güzel cevap verenleriz” yani ona en güzel cevabı verdik, Yemin olsun bizler en güzel cevap verenleriz. Bunlardan atılanlar, kalanlar onları gösterdiği için atılmıştır,

"Onu da ailesini de o büyük sıkıntıdan kurtardık” suya boğulmaktan yahut kavminin eziyetinden,

"onun zürriyetini, onları kalıcılar kıldık". Çünkü onlardan başkası helâk oldu, onlar ise kıyâmet gününe kadar nesilleri devam etmek üzere kaldılar.

Rivâyete göre onunla beraber gemide olanlardan oğulları ve onların eşleri dışındakiler ölmüştür.

78

Sonrakiler içinde ona (iyi bir ad) bıraktık.

Âyetin tefsiri için bak:79

79

Âlemler içinde Nûh'a selâm olsun.

"Sonrakiler içinde ona iyi bir ad bıraktık” sonraki ümmetler içinde.

"Nûh'a selâm olsun” bu kelâm eskiyi hikâye tarzında gelmiştir, mana da: Ona her zaman selâm ederler demektir (Nûh aleyhisselâm gibi).

Şöyle de denilmiştir: Bu, Allah'ın ona selamıdır, terekna fiilinin mef'ûlu da mahzûftur, Meselâ sena (övgü) gibi bir kelimedir. (Âlemler içinde) bu da alânuhin câr ve mecrûruna mütealliktir, manası da bu selamın bütün melekler ve insanlarla cinler arasında devam etmesidir.

80

Şüphesiz biz iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.

Âyetin tefsiri için bak:82

81

Gerçekten o, mü'min kullarım ızd andı.

Âyetin tefsiri için bak:82

82

Sonra ötekilerini suda boğduk.

"Şüphesiz biz iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız". Bu da Nûh'a yapılan ikramın, iyiliğine karşı bir ödül olduğunun gerekçesidir "Gerçekten o, mü'min kullarımızdandı” bu da îman etmekle iyilik yapmasının illetidir, kadrinin yüceliğini ve işinin dürüstlüğünü göstermek içindir.

"Sonra ötekilerini suda boğduk” yani kavminin kâfirlerini demektir.

83

İbrâhîm de elbette onun taraftarlarındandır.

"Elbette onun taraftarlarındandır” îmanda ve şerîatın aslında ona uyanlardandır "İbrâhîm". Şerîatlarının fer'i (tali) meselelerde yahut genelde müttefik olması da akla uzak değildir. Aralarında iki bin altı yüz kırk yıl vardır. İkisinin arasında iki peygamber vardır; onlar da Hûd ile Sâlih'tir.

84

Hani, Rabbine sağlam bir kalp ile gelmişti.

 (Hani, Rabbine sağlam bir kalp ile gelmişti) kalp rahatsızlarından ya da diğer ilişkilerden sağlam ya da Allah için hâlis ve onun için muhlis demektir. Haziyn (mahzun) bir kalple de denilmiştir ki, selîm (akrep ve yılan sokmuş gibi üzgün bir kalple) demektir. Rabbine onunla gelmesi de ona samimi davranmasıdır, sanki kalbini ona ithaf (hediye) etmiştir.

85

Hani, babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?” demişti.

Âyetin tefsiri için bak:86

86

Yalan için mi, Allah'tan başka ilâhlar istiyorsunuz?

"Hani, babasına ve kavmine:

"Neye tapıyorsunuz?” demişti” bu da birinci iz lâfzından bedeldir ya da cae veyahut selîm lâfızlarının zarfıdır. (Yalan için mi, Allah'tan başka ilâhlar istiyorsunuz) yani etüridune âliheten dunallahi ifken demektir; ilgiden dolayı mef'ûl (âlihet) başa alınmış, sonra da mef’ûlün leh (ifken) öne alınmıştır, çünkü en önemlisi onların bâtıl olduğunu söyletmektir, zaten işleri yalan üzerine kurulmuştur. İfken'in mef’ûlün bih, âliheten'in de ondan bedel olması da câizdir. O zaman ilâhlar mübalağa için külliyen yalan olmuş olur ya da maksat onlara ibâdettir (ibâdeteha) ki, muzâf hazf edilmiştir ya da ifken hâl’dir, âfikiyne (yalan söyleyerek) demektir.

87

Âlemlerin Rabbine zannmız nedir?

"Âlemlerin Rabbine zannmız nedir?” âlemlerin Rabbi olduğu için ibâdeti hak eden kimseye karşı ne düşünüyorsunuz da ona ibâdeti terk ettiniz?

Ya da başkasını ona şirk koştunuz yahut azabından emin oldunuz? Mana da zan gerektiren şeyi reddetmektir, hele ibâdetinden çeviren kesin şeylerin esamisi bile okunmaz.

Ya da ona şirki câiz kılan veyahut azabından emin olmayı sonuç veren kuru düşünceyi reddetmektir, bu da susturma tarzında verilmiştir ki, yukarıdakinin delili gibidir.

88

Yıldızlara bir bakış baktı:

Âyetin tefsiri için bak:89

89

Gerçekten ben hastayım, dedi.

"Yıldızlara bir bakış baktı” yerlerini ve konumlarını gördü yahut yıldız ilmine yahut kitabına (yüdıznameye) baktı. Yıldız ilmine bakmakta bir mani yoktur, üstelik maksadı bakar gibi yapmak idi; bu da ondan kendileriyle beraber onlara tapmasını istedikleri zaman idi.

"Gerçekten ben hastayım, dedi” onlara yıldızlardan bu hükmü çıkardığı ve hasta olmak üzere olduğu kanısını verdi; çünkü onlar müneccim (astrolog) idiler, Onu bayram yerine götürmelerini istemedi. Çünkü o zamanlar taun salgını vardı, bulaşmasından korkuyorlardı.

Ya da ben küfrünüzden dolayı hastayım yahut keyifsizim, dedi. Çünkü keyifsiz olmayan pek az insan vardır yahut ölmek üzereyim, dedi.

"Sağlığın hastalık olması yeter” sözü de bundan gelir. Şâir Lebid şöyle demiştir:

Bana sağlık versin diye var gücümle Rabbime dua ettim;

Bir de gördüm ki, sağlık hastalığın ta kendisi imiş.

90

Arkalarını dönerek ondan yüz çevirdiler,

Âyetin tefsiri için bak:92

91

İlâhlarına gizlice, "yemez misiniz?” dedi.

Âyetin tefsiri için bak:92

92

Neden konuşmuyorsunuz?

"Arkalarını dönerek ondan yüz çevirdiler” bulaşma korkusundan kaçarak, (İlâhlarına gizlice döndü) onlara saklanarak yaklaştı, bu da ravğatüs sa'leb'ten gelir ki, tilki gibi kıvırmaktır, aslı da kurnazlıkla sapmaktır.

"Dedi” alay ederek putlara dedi "yemez misiniz?” yani yanınızdaki yemekleri.

"Neden konuşmuyorsunuz?” bana cevap vermiyorsunuz.

93

Sağ eli ile vurmak için, üzerlerine gizlice yürüdü.

"Üzerlerine gizlice döndü” kimseye göstermeden onlara doğru eğildi, rağa fiilinin alâ edâtı ile geçişli kılınması üste çıkma manasını içerdiği içindir, bir de eğilme kötü niyetledir (sağ eliyle vurmak için) rağa aleyhim filinin mef'ûlu mutiakıdır, çünkü o da daraba manasınadır.

Ya da gizli 'lin mef'ûlu mutiakıdır, takdiri: Ferağa aleyhim yadribühüm darben, demektir. Sağ elle demesi kuvvetini göstermek içindir, çünkü alet (el) kuvvetli olursa iş de kuvvetli olur. Yemin'in ant manasına olduğu da söylenmiştir, çünkü "Allah'a yemin ederim ki, muhakkak putlarınıza bir tuzak kuracağım” (Enbiya: 57) demişti.

94

Koşarak ona yöneldiler.

Âyetin tefsiri için bak:95

95

Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz, dedi?

"Ona yöneldiler” İbrâhîm aleyhisselâm'a, bayram yerinden döndükten sonra; putlarının kırıldığını gördüler. Kıranı araştırdılar, o olduğunu zannettiler, nitekim "bunu İlâhlarımıza kim yaptı?” (Enbiya: 59) âyetinde bunu açıklamıştır, (koşarak) bu da zefifün neam'dan (deve kuşunun koşmasından) gelir. Hamze meçhul kalıbı ile ezeffe'den yüzeffun şeklinde okumuştur ki, koşmaya itilmektir. Yüziffun da okunmuştur ki, birilerini itmektir. Vezefe yezifü'den yezufun da okunmuştur ki, hız yapmaktır. Zefahu'dan yezfun da okunmuştur ki, şarkı söyleyerek hayvanı yürümeye teşvik etmektir. Sanki ona koşmak için birbirlerini hıza teşvik etmişlerdir.

96

Sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.

"Sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı” çünkü özü onun yaratması iledir. Şekli ise her ne kadar onların yapması ile ise de - ki, bundan dolayı onların işinden saymıştır - o da Allah'ın onlara verdiği kuvvet iledir ve fiillerinin dayandığı araç ve gereçleri yaratması iledir.

Ya da Allah yapmanızı da yarattı, demektir, o zaman amel mamul manasına gelir ve yonttukları şeylerle uygunluk sağlanır ya da mastar (amel) hades (meydana gelen şey) manasınadır; çünkü fiilleri Allahü teâlâ’nın yaratması ile olursa, işlerine dayanan mamulleri haydi haydi Allah'ın yaratması ile olur. Arkadaşlarımız (Şâfiîler) bu manaya dayanarak kullarının amellerinin mahlûk olduğunu savunmuşlardır. Arkadaşlarımız ilk iki görüşü de tercih edebilirler; çünkü onlarda hazf veya mecaz yoktur.

97

Onun için bir bina yapın ve onu alevli ateşe atın, dediler.

Âyetin tefsiri için bak:98

98

Ona tuzak kurmak istediler; biz de onları aşağılar kıldık.

"Onun için bir bina yapın; onu alevli ateşin içine atın, dediler” şiddetli ateşe ki, cahim cahme kökünden gelir, o da şiddetli tutuşmaktır. Elcahim'deki lâm da izafetten bedeldir yani cahime zalikel bünyani demektir.

"Ona tuzak kurmak istediler” çünkü onları delille yenince ona eziyet etmek için kaba kuvvete başvurdular ki, halk çaresizliklerini görmesin.

"Biz de onları en aşağılar yaptık” tuzaklarını bozmakla onları hor ettik. Bunu yüce şânı için parlak bir delil sayması şunun içindir; çünkü ateşi ona serin ve selamet kılmıştır.

99

Ben Rabbime gidiyorum; o beni doğru yola iletecektir, dedi.

"Ben Rabbime gidiyorum, dedi” bana emrettiği yere ki, o da Şâm'dır ya da ibâdetine soyunacağım yere "o beni doğru yola iletecektir” dinimin düzeleceği ve maksadıma götürecektir. Sözü böyle kestirip atması, daha önce vaadi geçtiği içindir ya da aşırı tevekkülündendir veyahut Allah'ın, İbrâhîm'e olan âdetine binaendir. Mûsa aleyhisselâm’ın hâli ise öyle değildir; çünkü o "umarım ki, Rabbim bana doğru yolu gösterir” (Kasas: 22) buyurmuştur. Bunun içindir ki, beklenti içine girmiştir.

100

Rabbim, bana iyilerden bir (çocuk) bağışla.

Âyetin tefsiri için bak:101

101

Biz de onu uslu bir erkek çocuğu ile müjdeledik.

"Rabbim, bana iyilerden (bir çocuk) bağışla” davette ve taatta bana yardım edecek ve gurbette bana arkadaş olacak, bundan çocuk murat etmiştir; çünkü hibe / bağışlamak sözü genellikle çocuk için kullanılır, bir de:

"Biz de onu uslu bir erkek çocuğu ile müjdeledik” buyurmuştur ki, çocuğu olacaktır, erkek olacak ve buluğa erecektir. Çünkü çocuk için hulm ifadesi kullanılmaz. Buluğ çağına erecek ve akıllı olacak bir çocuk. Ondan akıllı kim vardır ki, babası ona boğazlanmayı teklif ettiği zaman "inşallah beni sabredenlerden bulacaksın!” (Saffat: 102) buyurmuştur.

Şöyle de denilmiştir: Allahü teâlâ İbrâhîm ile oğlu dışında hiçbir peygamberi hâlim sıfatı ile zikretmemiştir, o ikisine salât ve selâm olsun. Az sonra zikredilecek hâlleri de buna şahitlik eder.

102

Çocuk onunla koşmaya başlayınca:

"Ey oğulcuğum, gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; bak, ne dersin?” dedi. O da:

"Ey babacığım, emrolunduğun şeyi yap; inşallah beni sabredenlerden bulacaksın,” dedi.

"Çocuk onunla koşmaya başlayınca” çocuk meydana gelip de işlerinde onunla beraber koşturmaya başlayınca, Âyette geçen maahu, essa'y'nin delâlet ettiği mahzûf şeye mütealliktir, ona değil, çünkü mastarın sılası ondan önce gelemez; belağa'ya müteallik değildir; çünkü ikisinin buluğları birlikte değildir, sanki şöyle denilmiştir: Çocuk buluğa erince, kiminle beraber denildi? Onunla beraber denildi. Özellikle babanın zikredilmesi şunun içindir, çünkü ona daha çok şefkat eder ve hâlinin düzelmesini ister; vakti gelmeden önce koşturmasını beklemez.

Ya da bunun için bağışlamasını istemişti, o zaman yaşı on üç idi. (Ey ğulcuğum, dedi) Hafs bu şekilde ye'nin fethi ile okumuştur.

"Ey ğulcuğum, gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum” böyle görmesi de muhtemeldir, tabirinin böyle olacağını görmesi de muhtemeldir.

Şöyle de denilmiştir: O rüyayı tevriye gecesi gördü, biri ona:

"Şüphesiz Allah, sana oğlunu boğazlamanı emrediyor” diyordu. Sabah olunca bunun Allah'tan mı şeytandan mı olduğunda şüphe etti. Akşam olunca aynısını gördü; Allah'tan olduğunu anladı. Sonra üçüncü gece de gördü; onu boğazlamaya niyet etti ve ona bunu söyledi. Bunun içindir ki, bu üç geceye tevriye, Arefe ve nahr (kurban kesme) günleri denilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu çocuk İsmâîl aleyhisselâm'dır, hicretinden sonra ona bağışlanan o idi. Bir de İshak'ın müjdesi, bu çocuğun müjdesinin üzerine atfedilmiştir. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm da: Ben iki kurbanlığın oğluyum, buyurmuştur. Birisi dedesi İsmâîl'dir, diğeri de babası Abdullah'tır. Çünkü dedesi Abdülmuttalib, eğer Allah ona Zemzem'i yeniden kazmayı müyesser eder ya da on oğlan çocuğu buluğa ererse, birisini keseceğini adak etti. Bu da müyesser olunca kur'a çekti; kur'a Abdullah'a çıktı. Ona da yüz deve fidye verdi. Bunun içindir ki, diyet yüz deve olmuştur. Sonra bu olay Mekke'de olmuştur. Koçun boynuzlan Kabe'de asılı idi, sonunda İbn Zübeyr zamanında Kabe ile beraber yandı. O zaman İshak yoktu. Bir de İshak’ın müjdesi Ya'kûb'un doğumu üzerinedir ki, onun ergenken boğazlanma emri uygun düşmez. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'dan şu rivâyete gelince: Ona "en şerefli soy kimindir?” diye soruldu, o da: Allah'ın sıddık Yûsuf bin Ya'kûb bin İsrâîl bin İshak zebihillah bin İbrâhîm hâlilullah, dedi. Şüphesiz şöyle demiştir: Yûsuf bin Ya'kûb bin İshak bin İbrâhîm. Fazlalıklar ravidendir. Ya'kûb'un Yûsuf'a böyle yazdığı rivâyeti de sâbit değildir. İbn Kesîr, Nâfi' ve Ebû Amr ikisinde de ye'nin fethi ile (inniye, enniye) okumuşlardır.

(Bak, ne görüyorsun?) bu da re'y (düşünme) maddesinden gelmektedir. Onu kurban etmesi vâcip iken onunla müşâvere etmesi, başına bu imtihan geldiği zaman ne yapacağını bilmesi ve onu cesaretlendirmesi içindir, eğer teslim olursa ona destek olup acısını azaltmak içindir. Bir de imtihan gelmeden önce itâat etmesiyle İsmâîl'in sevap kazanması içindir. Hamze ile Kisâî te'nin zammı ve ra'nın da (işmâm etmeden) tam kesri ile (türiy) okumuşlardır; kalanlar ise ra'nın fethi ile okumuşlardır. Ebû Amr ra'nın fethasını imâle etmiş (türey),rş belli belirsiz okumuş, diğerleri ise fethayı açık okumuşlardır.

"O da: (Ey babacığım, dedi)". İbn Âmir te'nin fethi ile (ya ebete) okumuştur, (emrolunduğun şeyi yap) tü'merü bihi demektir ki, (bihi) câr ve mecrûru bir seferde hazf edilmiştir ya da daha önce bildiğin gibi sıra ile hazf edilmiştir ya da (if'al) emreke (emrini yap) demektir ki, emrolunduğun şeyi demektir. O zaman emr, memur manasına olur ya da böyle demesi şunun içindir, çünkü İsmâîl, babasının emre itâat edeceğinden onu keseceğini anlamıştı yahut da peygamberlerin rüyasının hak olduğunu; emir olmadan böyle şeye girişemeyeceklerini bilmişti. Belki de emir uyanıkken değil rüyada verilmişti; hemen yerine getirmeye koştular ki, itâat ve ihlâsları daha iyi görülsün. (Tü'mer) şeklinde muzâri verilmesi rüyanın tekrarından dolayıdır.

"İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” boğazlanmaya yahut Allah'ın takdirine. Nâfi' ye'nin fethi ile (setecidüniye) okumuştur.

103

İkisi de teslim olup da onu alnı üzerine yatırınca:

 (İkisi de teslim olup da) isteslema ya da sellema demektir ki, kurban kendini, İbrâhîm de oğlunu teslim edince demek olur, zaten bu iki kalıpla da okunmuştur. Bu üç fiilin aslı (esleme, istesleme ve selleme) selleme Hâza lifülanin deyiminden gelir ki, birine karşı samimi olmaktır, çünkü onunla tartişmâmıştır. (Onu alnı üzerine yatırınca) yanı (şakağı) üzerine demektir. Onun işaretiyle onu yüzükoyun yatırdığı da söylenmiştir, Tâ ki, bir değişiklik gördüğü zaman acınıp da boğazlamaktan vazgeçmesin. Bu da Mina'da büyük kayanın yanında idi yahut mescidine bakan bölgede ya da bugün kurban kesilen yerde idi.

104

Ona: Ey İbrâhîm!” diye seslendik.

 Âyetin tefsiri için bak:105

105

Rüyayı yerine getirdin. Şüphesiz biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.

"Ona ey İbrâhîm, rüyanı yerine getirdin, diye seslendik” kararınla ve önceden yaptığın girişimlerle.

Rivâyete göre o, bıçağı oğlunun boğazına sürttü, bıçak kesmedi. Lemmâ'nın cevabı mahzûftur, takdiri de şöyledir: Öyle şey ldu ki, beden dili de baş dili de anlatılmazdı; Meselâ sevinmeleri, başlarına gelen ve başkalarının altından kalkamayacağı belanın define şükretmeleri, dünyalardan üstün olduklarının ortaya çıkması ve bunlardan başka büyük sevaplar kazanmaları gibi.

"Şüphesiz biz iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız” bu da o şiddetin iyilikleri yüzünden def olmasının gerekçesidir. Olay gerçekleşmeden önce neshini câiz görenler bunu delil göstermişlerdir. Çünkü İbrâhîm aleyhisselâm "baba, emrolunduğun şeyi yap” (Saffat: 102) demesiyle oğlunu boğazlamakla memur idi, o da meydana gelmemişti.

106

Şüphesiz bu, gerçekten apaçık imtihandır.

Âyetin tefsiri için bak:107

107

Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.

"Şüphesiz bu, gerçekten apaçık imtihandır” samimi olanla olmayanın açığa çıkacağı bir imtihandır ya da zor olduğu belli olan bir mihnettir, musibettir. Çünkü ondan daha zoru yoktur.

"Ona bir kurbanlık fidye verdik” ona bedel kesilecek ve işi bitirecek bir şey verdik "büyük” iri ve şişman / tavlı yahut çok değerli. Çünkü Allah onu peygamber oğlu bir peygambere fidye etmiştir, nasıl bir peygamber ki, Mürsellerin Efendisi onun soyundan gelecektir. Onun cennetten gelen bir koç olduğu da söylenmiştir. Sebîr dağından bir antilop olduğu da söylenmiştir.

Rivâyete göre şeytan taşlanan yerde elinden kaçtı, ona yedi taş attı, sonunda onu yakaladı, orada taş atmak sünnet oldu. Aslında fidyeyi veren İbrâhîm aleyhisselâm olduğu hâlde "Biz ona fidye verdik” demesi verenin ve emredenin Allah olmasındandır. Bunda da mecaz vardır ya fidye kelimesinde ya da isnatta (Allah emrettiği için ona isnat edilmiştir). Hanefiler bundan şu sonucu çıkarmışlardır ki, bir kimse çocuğunu kurban etmeyi adak etse, bir koyun kesmesi lâzım gelir. Fakat burada bunu gösteren bir şey yoktur.

108

Ona sonrakiler arasında (iyi bir ad) bıraktık.

Âyetin tefsiri için bak:110

109

İbrâhîm'e selâm olsun.

Âyetin tefsiri için bak:110

110

 İyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.

"Ona sonrakiler arasında iyi bir ad bıraktık. İbrâhîm'e selâm olsun". Bunun açıklaması Nûh aleyhisselâm kıssasında geçmiştir.

"İyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız” belki de (biz) tekidinin atılması, bu kıssada bir defa geçmesindendir (âyet: 105).

111

 Gerçekten o, mü'min kullanmızdandır.

Âyetin tefsiri için bak:112

112

 Onu iyilerden bir peygamber olarak İshakla müjdeledik.

"Gerçekten o, mü'min kullanmızdandır. Onu iyilerden bir peygamber olarak İshakla müjdeledik". Makdıyyen nübüvvetühu ve mukadderen kevnuhu mines salihiyne (peygamberliğine hüküm verilmiş, iyilerden olması takdir edilmiş bir peygamber olarak) demektir. Zaten bu itibarladır ki, ikisi de hâl olmuştur. Müjdesi verilen şeyin müjde ânında mevcut olmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü zilhâlin mevcut olması şart değildir; şart olan, hâl ile kast edileni itibara almak için fiilin aynı anda ona taalluk etmesidir. Onun için o ikisinde amel edecek bir muzâfm takdirine ihtiyaç yoktur, Meselâ ve beşşernahu bivücudi ishaka gibi yani İshak'ın iyilerden bir peygamber olarak o anda var olması gibi. Bununla beraber (cennete ebedî kalıcılar olarak girin) (Zümer: 72) ayetine benzemez. Çünkü cennete girenler giriş ânında ebedî kalacaklarını takdir ediyorlardır. İshak ise meydana gelirken peygamber ve iyilerden olacağını takdir etmiyordu. Kim boğazlananı İshak ile tefsir ederse, müjdesinden kast edilenin peygamberlik olduğunu söyler. Peygamberlikten sonra iyiliğin zikredilmesi onun şânını büyütmek içindir ve bunda şuna da îma vardır ki, asıl maksat odur (iyiliktir), çünkü o, genel olarak bilfiil kemale ermek ve erdirmek manasını içerir.

113

 Ona da îshak'a da bereket verdik. İkisinin neslinden iyi davranan da nefsine apaçık zulmeden de vardır.

 (Ona bereket verdik) İbrâhîm'e evlatları hususunda "îshak'a da” İsrâîl oğulları peygamberlerini ve Eyyub ve Şuayb gibi diğerlerini onun sulbünden çıkarmakla ya da üzerlerine dinin ve dünyanın bereketlerini aktarmakla. Berknâ da okunmuştur.

"İkisinin neslinden iyi davranan da vardır” işini güzel yapan ya da îman ve taatla kendine iyilik yapan demektir "nefsine zulmeden de vardır” küfür ve isyanlarla "apaçık” zulmü meydanda, bunda şuna dikkat çekilmiştir ki, soyun hidâyet ve sapıklıkta tesiri yoktur, iyilerin soyundan zâlimlerin gelmesi onlara bir ayıp ve kusur getirmez.

114

 Yemin olsun, gerçekten Mûsa ve Hârûn'a da lütfettik.

"Yemin olsun, Mûsa ile Hârûn'a lütfettik” onlara peygamberlik ve diğer dinî ve dünyevî nimetler verdik.

115

 Onları ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık.

Âyetin tefsiri için bak:116

116

 Onlara yardım ettik; onlar da gâlipler oldular.

"Onları ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık” Fir'avn'in baskısından veyahut suda boğulmaktan. (Onlara yardım ettik) zamir kavimleriyle birlikte onlara gitmektedir "onlar da gâlipler oldular” Fir'avn'e ve kavmine karşı.

117

 Onlara apaçık kitabı (Tevrat’ı) verdik.

118

 Onları doğru yola ilettik.

"Onları doğru yola ilettik” hakka ve doğruya götüren yola.

119

 Sonrakiler arasında onlara (iyi bir ad) bıraktık.

120

Mûsa ile Hârûn'a selâm olsun.

121

Gerçekten biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.

122

Şüphesiz onlar mü'min kullanmızdandır.

Bunun izahı da Nûh kıssasında geçmiştir.

123

Gerçekten İlyas da elbette gönderilenlerdendir.

Âyetin tefsiri için bak:126

124

Hani, kavmine: "Korkmaz mısınız?” demişti,

Âyetin tefsiri için bak:126

125

Yaratanların en güzelini bırakıp Ba'l'e mi tapıyorsunuz?

Âyetin tefsiri için bak:126

126

Rabbiniz ve ilk atalarınızın Rabbi Allah'ı (bırakıp).

"Gerçekten İlyas da elbette gönderilenlerdendir". O İlyas bin Yasin'dir ki, Mûsa'nın kardeşi Hârûn'un torunudur, ondan sonra peygamber gönderilmiştir. İdrîs de denilmiştir, çünkü onun yerine İdrîs ve İdrâs de okunmuştur. Übey bin Ka'b radıyallahü anh kırâatında İyliys'tir. İbn Zekvân ihtilaflı bir rivâyetinde İlyas'tan hemzeyi atarak (ve innelyase) okumuştur.

"Hani, kavmine:

"Korkmaz mısınız?” demişti” Allah'ın azabından.

"Ba'l'e mi tapıyorsunuz?” ona ibâdet ediyor yahut ondan hayır mı bekliyorsunuz? O, Şâm'ın Bek halkının putudur, şimdi oraya Balbek, deniyor. Bal Yemen lehçesinde Rabb manasınadır denilmiştir. Mana da: Bazı İlâhlara mı dua ediyorsunuz, demektir.

"Yaratanların en güzelini bırakarak” onun ibâdetini terk ederek. Burada hemze ile kast edilen inkârı gerektiren şeye işâret etmiş, sonra da bunu açıklamış ve:

"Rabbiniz ve ilk atalarınızın Rabbi Allah'ı bırakıp” buyurmuştur. Hamze, Kisâî, Ya'kûb ve Hafs bedel olarak nasb ile (Allahe rabbeküm) okumuşlardır.

127

Onu yalanladılar; şüphesiz onlar elbette (cehenneme) celp edilecekler.

128

Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç.

129

Sonrakiler arasında ona (iyi bir ad) bıraktık.

130

İlyaslara selâm olsun.

131

Şüphesiz biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.

132

Şüphesiz o, mü'min kullarımızdandır.

"Onu yalanladılar; şüphesiz onlar elbette hazır edilmişlerdir” azaba. Hazırı mutlak zikretmesi, karine ile yetinildiği içindir ya da kayıtsız hazır etmek örfe göre kötü şeye mahsustur. (Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç) bu da (kezzebuhu'daki) vâv'dan müstesnadır; muhdarun'dan değildir, çünkü mana bozulur.

"Sonrakiler arasında ona (iyi bir ad) bıraktık. İlyaslara selâm olsun". Burada geçen İlyasiyn, İlyas'ta ayrı bir lügattir, Seyna ve Siyniyn gibi. İlyas’ın çoğulu olduğu da söylenmiştir. Ondan maksat da kendisi ve mü'minleridir, Meselâ Mühellebiyn (Mühellebler) gibi. Ancak şuna itiraz edilir ki, Âlem (özel isim) çoğul yapıldığı zaman lâm ile mâ'rife olması vâciptir.

Ya da ye'nin hazfi ile ona mensup olanların çoğuludur, Meselâ a'cemiyn gibi ki, bu da azdır ve karışıklığa sebep olur. Nâfi', İbn Âmir ve Ya'kûb âl'i,Yasin'e izafetle (âl-i Yasin) okumuşlardır. Çünkü bu kelime Mushaf'ta ayrı yazılmıştır. O zaman Yasin, İlyas’ın babası olur. Muhammed aleyhis-salâtü ves-selâm yahut Kur'ân veyahut Allah'ın diğer kitaplarına da denilmiştir ki, hiçbiri diğer kıssaların nazmına uygun değildir,

"Şüphesiz biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz o, mü'min kullarımızdandır” kavline de uygun değildir. Çünkü innehu zamiri İlyas'a râcidir.

133

Gerçekten Lût da elbette peygamberlerdendir.

134

Hani, onu ve tüm ailesini kurtarmıştık.

135

Ancak kalanlar içinde bir koca karı hariç.

136

Sonra diğerlerini helâk ettik.

137

Şüphesiz sizler sabahleyin elbette onlara uğruyorsunuz.

"Şüphesiz sizler” ey Mekke halkı "elbette onlara uğruyorsunuz” harabelerine, Şâm ticaretine çıkarken. Çünkü Sodom kenti o yolun üzerindedir "sabahleyin” sabaha girerken.

138

Gece de. Akıllanmayacak mısınız?

"Gece de” akşamüzeri yahut gündüz ve gece demektir. Belki de bu şehir sabahleyin konak yerinden hareket edenin ve akşam oraya niyet edenin yakınına düşüyordu (genellikle oradan sabah ve akşam vakitlerinde geçiyorlardı). "Akıllanmayacak mısınız?” bundan ibret alacak aklınız yok mu?

139

Yûnus da elbette peygamberlerdendir.

"Yûnus da elbette peygamberlerdendir” nûn'un kesri ile (Yunis) de okunmuştur. (Hani kaçmıştı) kelimesinin aslı efendisinden kaçmaktır, ancak kendisi de kavminden Rabbinin izni olmadan kaçınca ona böyle demek hoş olmuştur.

140

Hani, dolu gemiye kaçmıştı.

Âyetin tefsiri için bak:141

141

Kur'a çekti: kaybedenlerden oldu.

"Dolu gemiye; kur'a çekti” gemi yolcuları ile "kaybedenlerden oldu” kur'ada mağlup oldu. Burada geçen müdhad lâfzı zafer makamından ayağı kaymaktır.

Rivâyete göre kavmini azapla tehdit edince, Allah ona emretmeden aralarından çıktı. Gemiye bindi; gemi durdu, yolcular: Burada efendisinden kaçkan bir köle vardır, dediler. Kur'a çektiler, ona düştü, o da: Kaçkan benim, dedi ve kendini suya attı.

142

Onu balık yuttu; o, kendini kınıyordu.

"Onu balık yuttu” lokma gibi etti (o, kendini kınıyordu). Kınamaya girmişti yahut kınanacak bir şey yapmıştı veyahut kendini kınıyordu. (Mülîm) lîme meçhul fiilinden gelerek melîrn de okunmuştur, tıpkı meşûb yerine meşîb denildiği gibi.

143

Eğer tesbih edenlerden olmasa idi,

"Eğer tesbih edenlerden olmasa idi” Allah'ı ömrü boyu çok tesbih etmese idi ya da balığın karnında. O da "lâilahe ella ente sübhaneke inni küntü minez zâlimiyn” (Enbiya; 87) duasıdır. Namaz kılanlardan da denilmiştir.

144

Elbette onun karnında (ölülerin) diriltileceği güne kadar kalırdı.

"Elbette onun karnında (ölülerin) diriltilecekleri güne kadar kalırdı” diri olarak. Ölü olarak da denilmiştir. Bunda çok zikre teşvik ve şânını yüceltme vardır. Kim Allah'a bollukta yönelirse darlıkta onun elinden tutar.

145

Biz de onu hasta bir vaziyette açık alana attık.

"Biz de onu attık” balığı onu karnından çıkarmaya zorlamakla "açık alana” onu örtecek ağaç veya bitki olmayan boş bir yere demektir.

Rivâyete göre balık ağzını kaldırarak gemi ile beraber yüzdü, başını kaldırıyordu, Yûnus da o zaman nefes alıyordu, sonunda onu karaya attı. Balığın karnında ne kadar kaldığında ihtilâf edilmiştir: Yarım gün denilmiştir, üç gün denilmiştir, yedi gün denilmiştir, yirmi gün denilmiştir, kırk gün denilmiştir.

"Hasta bir vaziyette” başına gelen şeyden, bedeni yeni doğan çocuk bedeni gibi olmuştu, denilmiştir.

146

Üzerine kabak (türün)den bir ağaç bitirdik.

"Onun üstüne bitirdik” gölgeleyici vaziyette "kabak (türün)den bir ağaç” yere yayılan, gövdesi üzerinde durmayan demektir. Yaktîn yefîl veznindedir, katana bilmekâni deyiminden gelir ki, bir yerde ikamet etmektir. Çoğunluk onun kabak olduğunu söyler. Onu yaprakları ile kapattı, sineklerin konmasına mani oldu, çünkü sinek ona konmaz. Şu da buna delâlet eder: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e: Siz kabağı çok seviyorsunuz, dediler. O da: Evet, o, kardeşim Yûnus'un ağacıdır, dedi. Onun incir olduğu söylenmiştir, muz olduğu da söylenmiştir. Dallan ile gölgelendi, meyvesinden de orucunu açtı.

147

Onu yüz bin yahut daha çok kişiye gönderdik.

"Onu yüz bin kişiye gönderdik” o da kaçtığı kavmidir, onlar da Ninova (Musul) halkıdır. Gönderdik dediği de ilk gönderilmesidir yahut onlara ikinci gönderilmesidir veyahut başkalarına gönderilmesidir (yahut daha çok) yani bakan kimsenin gözüne öyle görünür, o da: Yüz bin yahut daha çok, derdi. Maksat kalabalık olmalarıdır. Vâv ile (ve yezidun) da okunmuştur.

148

Ona îman ettiler; biz de onları bir süreye kadar faydalandırdık.

"Ona îman ettiler” onu tasdik ettiler ya da onun huzurunda îmanlarım tazelediler.

"Biz de onları bir süreye kadar faydalandırdık” belli ecellerine kadar. Belki de onun ve Lût'un kıssalarının diğer kıssalar gibi (ona iyi bir ad verdik, ona selâm olsun gibi) bitmemesi, büyük şerîatlar arasında yahut ülülazm peygamberler arasında fark olduğu içindir ya da sûrenin sonunda bütün peygamberlere selâm gönderilmesiyle yetinilmiştir.

149

Onlara sor; kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı?

Âyetin tefsiri için bak:150

150

Yoksa biz melekleri dişiler olarak yarattık da onlar şâhitler mi?

"Onlara sor; kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı?” bu da sûrenin başında geçen aynı ifadeye (festeftihim) ma’tûftur. Önce Peygamberine Kureyş'e yeniden dirilmeyi inkârlarının sebebini sormasını emretti. Sözü öyle geliştirdi ki, uygun kıssalarla birbirine bağladı. Sonra bu taksimin sebebini sordu; çünkü onlar Allah'a kızları verdiler, oğlanları da kendilerine ayırdılar. Bu da: Melekler Allah'ın kızlarıdır, sözleridir. Bunlar ise şirklerine başka sapıklıklar ilave ettiler; Allah'ı cisme benzetmek, Allah'ın yok olmasını mümkün görmek gibi. Çünkü doğurmak sonradan yaratılan ve nihayetinde yok olan cisimlere mahsustur. Sonra onlara kendilerini Allah'tan üstün görmelerinin de sebebini sormasını istedi; çünkü onlar düşük olanı Allah'a, yüksek olanı kendilerine verdiler. Melekleri hor görme sebeplerini sormasını istedi; çünkü onları dişi kabul ettiler. Bunun için (bu üç şeyden dolayı) Allah onların savlarını reddetti ve kitabında defalarca çürüttü. Onu göklerin parçalanacağı ve yerlerin varılacağı bir şey kıldı. Buradaki reddi ise son ikisi ile (kızları Allah'a vermek ve melekleri hor görmek ile) sınırlıdır; çünkü bu grup bu ikisi İL meşhurdur ya da bunların bozuk olduğu sıradan insanların bileceği bir şeydir, eğer tabiatları bozulmamışsa bunu rahatlıkla anlarlar. Son ikisi ile sınırlı olması şundandır; çünkü taksim sorusunu (kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı?) "yoksa biz melekleri dişiler olarak yarattık da onlar şâhitler mi?” kavli ile dengeledi. Şâhitler mi demesi de bu gibi şeylerin ancak onunla bilinmesindendir. Çünkü dişilik zatın gereği değildir ki, sırf akılla bilinsin. Kaldı ki, bunda biraz da alay kokusu vardır. Bir de şunu akla getiriyor ki, onlar aşırı cahilliklerinden meleklerin yaratılışına şâhit olmuşlar gibi kesin konuşuyorlar.

151

Bilin ki, gerçekten onlar yalanlarından diyorlar:

Âyetin tefsiri için bak:152

152

Allah doğurdu. Gerçekten onlar elbette yalancılar.

"Bilin ki, gerçekten onlar yalanlarından diyorlar: Allah doğurdu” yalandan diyorlar, çünkü onu gerektiren bir şey yoktur, onu reddeden şey vardır.

"Gerçekten onlar elbette yalancılar” Dîn bildikleri bu şeyde. Vüldüllahi de okunmuştur ki, melekler Allah'ın çocuklarıdır, elemek olur. Fu'l (vüld) mef'ûl manasınadır; onda tekil, çoğul, müzekker ve müennes birdir.

153

Kızları oğlanların üzerine mi seçti?

(Kızları oğlanların üzerine mi seçti?) istifham red ve uzak görmek içindir, istifa da bir şeyin safisini seçmektir. Nâfi''den hemzenin kesri ile (ıstafa) okuduğu rivâyet edilmiştir ki, istifham hemzesi hazf edilmiş olur, çünkü ondan sonra gelen em edâtı buna delâlet etmektedir.

Ya da kavl maddesini gizleyerek müsbet (istifhamsız) okumuştur yani: Lekâzibune kavlihim istefa demektir ya da veledallahu'dan bedel olarak öyle okumuştur.

154

Sizlere ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

"Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?” aklın râzı olmayacağı şeyle.

155

Hiç düşünmüyor musunuz?

"Hiç düşünmüyor musunuz?” bundan münezzeh olduğunu.

156

Yoksa açık kanıtınız mı var?

"Yoksa açık kanıtınız mı var?” meleklerin onun kızları olduğuna dâir gökten inmiş bir deliliniz mi var?

157

Eğer doğru söylüyorsanız, kitabınızı getirin.

"Kitabınızı getirin” size indirilen kitabı "eğer doğru iseniz” davanızda.

158

Onunla (Allah ile) cinler arasında bir soy uydurdular. Yemin olsun, gerçekten cinler şüphesiz kendilerinin de (cehenneme) celp edileceklerini bildiler.

"Onunla cinler arasında bir soy uydurdular” (cin derken) melekleri kast ediyor, onları cinslerinin ismi ile zikretmiştir, bunu da onların bu dereceye ulaşmaktan çok düşük olduklarını göstermek için demiştir.

Şöyle de denilmiştir: Allah cinlerle hısımlık kurdu; ortaya melekler çıktı.

Şöyle de denilmiştir: Allah ile şeytanlar kardeştirler.

"Yemin olsun, gerçekten cinler şüphesiz kendilerinin de celp edileceklerini bildiler” azaba getirileceklerini.

159

Allah, onların niteledikleri şeyden münezzehtir.

"Allah onların niteledikleri şeyden münezzehtir” çocuktan ve soydan.

160

Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç.

 (Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç) bu da muhdarun'dan istisna-i munkatıdır ya da muttasıldır, eğer ondaki zamir genel kabul edilirse, aralarındaki de itiraz cümlesidir ya da yesıhın'dan istisnadır.

161

Şüphesiz siz ve taptıklarınız,

Âyetin tefsiri için bak:163

162

Ona karşı (insanları) yoldan çıkaranlar değilsiniz.

Âyetin tefsiri için bak:163

163

Ancak cehenneme girecek olan müstesna.

"Şüphesiz siz ve taptıklarınız” tekrar onlara hitaba dönüştür, (ona karşı değilsiniz) Allah'a karşı "yoldan çıkaranlar” insanları azdırmakla.

"Ancak cehenneme girecek olan müstesna” ancak onun ilminde cehennemlik olarak geçip de ona kesinlikle girecek olan hariç.

Entüm zamiri onlara ve İlâhlarına aittir, muhatap gaibi bastırmıştır (gâip de muhatap kabul edilmiştir). tabudun kavlinin, içinde yakınlık manasını taşıdığı için haber yerine geçmesi de câizdir yani inneküm ve aliheteküm kuranau (sizler ve durmadan taptığınız ilahlarınız kimseyi fitne yoluna gönderemezsiniz, ancak sapık olup da sizin gibi cehennemi hak eden hariç). (Sali) lâfzı, zam ile salu da okunmuştur ki, iki sakinin birleşmesinden dolayı vâv'ı düşmekle cemi olur ya da harfler yer değişerek sail'den tahfif edilmiş (hemzesi düşmüş, salu olmuş) olur, Meselâ şaik yerine şakin denilmesi gibi.

Ya da ondan atılan şey tamamen unutulmuş olur, lâm da kelimenin sonu kabul edilir Meselâ baleytü baleten gibi ki, aslı afiyeten vezninde baliyeten'dir (onunla hiç ilgilenmedim demektir).

164

Bizden kim varsa, mutlaka onun bilinen bir makamı vardır.

"Bizden kim varsa, mutlaka onun bilinen bir makamı vardır” bu da meleklerin kulluk itiraflarını hikâyedir, onlara tapanları red için verilmiştir, mana şöyledir: Bizden kim varsa mutlaka onun marifette, ibâdette ve âlemi idarede Allah'ın emrine itaatte bir derecesi vardır. Bunun ve daha önce geçen (Allah münezzehtir) sözünün de onların kelâmından olma ihtimali vardır ki, o zaman "ve lekad alimetil cinnü” (Saffat: 108) kavline bitişik olsun. Sanki şöyle demiş gibidir: Melekler müşriklerin azâp göreceğini bildiler de Allah'ı tenzih etmek için sübhanallah, dediler. Sonra da ihlâslıları beri kılmak için onlardan ayırdılar, daha sonra da müşriklere hitap ettiler; bu fitneye kapılmalarının kaderlerindeki bedbahtlığa bağlı olduğunu söylediler. Sonra da kulluklarını ve derecelerinin farklı olduğunu ve onu geçemeyeceklerini itiraf ettiler. Böylece mevsûf (ahadün lâfzı) hazf edilmiş, sıfat (makamun) onun yerine geçirilmiş olur.

165

Gerçekten bizler elbette saf tutanlarız.

Âyetin tefsiri için bak:166

166

Gerçekten bizler elbette tesbih edenleriz.

"Gerçekten bizler elbette saf tutanlarız” taatı yerine getirmede ve hizmet kuşağını kuşanmada "gerçekten bizler elbette tesbih edenleriz” Allah'ı lâyık olmayan şeylerden tenzih edenleriz. Belki de birincisi taattaki derecelerine, bu da marifetteki derecelerine işarettir. edatında, lâm'da ve araya fasıla girmesinde (ve inna lenahnu) te'kit ve özellik vardır, çünkü onlar buna devamlıdırlar, hiç ara vermezler. Bunun Peygamber aleyhisselâm ile mü'minlerin sözlerinden olduğu da söylenmiştir,

Mana da şöyledir: Bizden kim varsa cennette yahut kıyâmet gününde Allah'ın huzurunda bir makamı vardır ve bizler namazlarda saf tutanlarız onu kötülükten tenzih edenleriz.

167

Gerçekten elbette derlerdi:

"Gerçekten elbette derlerdi” yani Kureyş müşrikleri

168

Eğer yanımızda öncekilerden bir zikir olsaydı,

"eğer yanımızda öncekilerden bir zikir olsaydı” onlara indirilenden bir kitap olaydı

169

Elbette Allah'ın ihlâslı kullarından olurduk.

"elbette Allah'ın ihlâslı kulları olurduk” ona samimiyetle ibâdet eder ve onlar gibi muhalefet etmezdik.

170

Onu inkâr ettiler; ileride bilecekler.

"Onu inkâr ettiler” zikirlerin en şereflisi ve eski kitapların denetleyicisi olan o zikri inkâr ettiler "ileride bilecekler” inkârlarının sonucuna katlanacaklardır.

171

Yemin olsun, gerçekten gönderilen kullarımız için sözümüz geçti.

"Yemin olsun, gerçekten gönderilen kullarımız için sözümüz geçti” yani onlara zafer ve galibiyet vaat ettik

172

Şüphesiz onlar gerçekten onlar, yardım edilmişlerdir.

173

Gerçekten bizim ordumuz, onlara gâliplerdir.

Gerçekten bizim ordumuz, onlara gâliplerdir” bu da genellik ve bizzat verilen hüküm itibariyledir (hayrın gâlip gelmesi hükme bağlanmıştır). Sözler denecekken söz demesi, sözlerin de kelimelerden oluşmasındandır.

174

Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

"Bir süreye kadar onlardan yüz çevir” bu da galibiyet için belirlenen vakittir, o da Bedir gazası yahut Mekke'nin fethidir.

175

Onları gör, ileride görecekler.

"Onları gör” o zaman başlarına ne geldiğini. Gör emrinden maksat, bunun sanki önündeymiş gibi yakın olduğunu bildirmektir,

"ileride görecekler” senin için ne hükmettiğimizi, Meselâ destek, yardım ve âhirette sevap gibi. Sevfe edâtı tehdit içindir, uzaklık için değildir.

176

Azabamızı mı acele istiyorlar?

"Azabımızı mı acele istiyorlar?”

rivâyete göre "ileride görecekler” (Saffat: 175) âyeti inince:

"Ne zaman?” dediler. Âyet bunun üzerine indi.

177

Meydanlarına inince, uyarılanların sabahı ne kötüdür!

"Meydanlarına inince” azâp avlularına / meydanlarına inince demektir, onu (azâbı) hücum eden ve develerini ansızın avluya / meydana çöktüren bir orduya benzetmiştir. Bunun Peygamber olduğu da söylenmiştir. Nüzile de okunmuştur ki, fiil câr ile mecrûra (bisahatihim) isnat edilmiş olur. Nüzzile de okunmuştur ki, azâp indirildiği zaman demektir.

"Uyarılanların sabahı ne kötüdür!” febi'se sabahul münzerine sabahuhum demektir ki, mahsus bizzem hazf edilmiş olur. Elmünzerin'deki lâm cins içindir, sabah da gece hareket eden ordunun sabahından istiare yolu ile azâp için kullanılmıştır. Onlar çoğunlukla hücum ve yağma ettiklerinden başka vakitte de olsa yapılan saldırıya sabah denilmiştir.

178

Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

Âyetin tefsiri için bak:179

179

Onları gör; ileride görecekler.

"Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Gör, onlar da ileride görecekler” te'kit üstüne te'kit edilmesi (fetevelle anhüm,tevelle anhüm) ve kayıttan sonra mutlak kullanılması (ve ebsırhüm, ebsır) şunu bildirmek içindir ki, o görecektir; onlar da anlatılamayacak kadar çeşitli sevinç ve üzüntü göreceklerdir yahut birincisi dünya azabıdır, ikincisi de âhiret azabıdır.

180

Senin Rabbin, galipliğin Rabbi onların niteledikleri şeyden münezzehtir.

"Senin Rabbin, galibiyetin Rabbi onların niteledikleri şeyden münezzehtir” sûrede anlatıldığı üzere müşriklerin onun hakkında dedikleri şeylerden münezzehtir. Rabbin izzete izafesi, izzetin ona özgü olmasındandır. Çünkü nerede izzet ve şeref varsa onundur yahut onun azîz ettiğinindir. Bunun içine Allah'ın bütün selbî ve subutî (aktif ve pasif) sıfatları girdirilmiştir. Üstelik tevhidi de akla getirmektedir.

181

Gönderilmiş (peygamber)lere selâm olsun.

"Gönderilmiş (peygamber)lere selâm olsun” bazılarına tahsis edildikten sonra bütün peygamberlere selâm gönderilmiştir.

182

Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun.

"Âlemlerin rabbi Allah'a hamd olsun” onlara ve onlara tâbi olanlara nimeti ve güzel akibeti doldurup taşırdığı için. Bundan dolayıdır ki, bunu selâmdan sonraya koymuştur. Maksat mü'minlere ona nasıl hamd edeceklerini ve peygamberlerine nasıl selâm edeceklerini öğretmektir. Hazret-i Ali radıyallahü anh'ten rivâyet edilmiştir: Kim kıyâmet gününde sevabı tam ölçekle ölçmek isterse, meclisten kalkarken son sözü: Sübhane rabbike âyeti olsun. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den: Kim vessaffati saffen sûresini okursa ona her cin ve şeytanın sayısı kadar.onar sevap verilir. Azgın cin ve şeytanlar ondan uzaklaşır ve şirkten emin olur. Hafaza melekleri kıyâmet gününde onun peygamberlere îman ettiğine şahitlik ederler.

0 ﴿